Sevgili Peygamberimiz Cenab-ı Muhammed Mustafa Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde, birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.’’ diye buyurmaktadır.
Hadis-i şeriften anlaşılacağı üzere imanın gıdası ibadet olduğuna göre; ilahi sevgi ile güçlendirilen bir iman, kulluğumuza mani olmak isteyen nefs-i emarenin esaretinden bizleri kurtarır ve sevgi sahrasına hicret ettirir. Sevgi, insanı arzın bağımlılığından ve nefsin egosundan arındırdığı gibi sema nimetlerinden de gıdalandırır.
Sevgiyle ve aşkla sema nimetlerinden gıdalanmaya başlayan hal ehli dosttan, seyr-i fillah açığa çıkmaya başlar. Böylece, Mürşid-i Kamil’in murakabesinde ve himmetleri dâhilinde, sevgiyle, aşkla Rabb’inin gönlüne giren insan artık cennetliktir. Buna mukabil zıttı ise, Allah’ın, Resulullah’ın ve Mürşid-i Kamil’in sevgisinden uzaklaşmak ise o kimsenin en büyük cehennemidir.
Allah, bir hadisi kutsilerinde de buyurduğu üzere, bilinmekliğini murat ettiği için insanı ve bütün varlıkları severek yaratmıştır. (Bakara,117 ve Enam,101). İlahi aşkın kaynağı, bahse konu hadis-i kutsidir. Çünkü Allah’ı bilmek ve tanımak ancak sevgiyle, aşkla olur. Cenab-ı Hakk’ı seven kişi onun yarattıklarını da aynı şekilde sever ve bütün varlıklarda tezahür eden Allah’ın sanatını, rahmetini ve lütfünü ibretle, sevgiyle ve aşkla temaşa eder.
“Ben dostlarımı ne kalbimle,
Ne de aklımla severim.
Olur ya kalp durur, akıl unutur.
Ben dostlarımı ruhumla severim,
O ne durur nede unutur.” ( Hz. Mevlana )
Sevgide zıtlaşmak, pazarlık, sen-ben, sevgide kin, kibir, haset, fesat olamaz. İnsanın sevgisi, İlahi sevgi olmadıkça insanda sadakat da olmaz. Malumunuz olduğu üzere, sadakat gerçek aşkın özüdür. Ehl-i İhvanın tek gayesi ve muradı; Cenab-ı Hakk’ın ve Cenab-ı Resulullah’ın sevgisine ulaşabilmek ve sevgisine mazhar olabilmektir. Hakikate vasıl olmak isteyen kişi, sevgisini ve sadakatini ispat etmek mecburiyetindedir.
Konumuza bir kıssa ile devam edecek olursak; Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse bu köpekle ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorduklarında “Siz bilmiyorsunuz; bu köpek Leyla’nın diyarından gelmiştir.” der. Neticede, Leyla’yla bir araya geldiğinde de, “Hayır, Leyla sen değilsin, benim Leyla’m başka!’’ der. Böylece Leyla’dan Mevla’yı bulur.
Sevgi merhalelerine vasıl olmanın sırlarından biri de hakikati asliyesinin arayışı içerisinde olan insanlar birinci paragrafta arz ettiğimiz hadis-i şerifin özüne uygun olarak, mutlaka aralarında selamlaşmayı yaymalı, sohbet meclislerinde nefes alıp vermeli ve bu sohbetlerin satır aralarını çok iyi okuyup değerlendirilmeliler. İcabında, durumdan vazife çıkarmalılar.
İnsan sevgiye ulaşmakla Rahman’a ulaşmayı, sevgiyi yaşamakla da Hakk’a yakin olmayı yaşayacaktır. Dolayısıyla böyle bir yaşam şekli ile hayatı gönül merkezli yaşatmış olacaktır. Böyle bir yaşam şekline sahip olan bir kul sevgi ile birleşir, sevgi ile de hem-dem olursa ilahi sevgi o kuldan zuhur eder. Aşk-ı Süphan adlı eserimizin bir bölümünde buyrulduğu üzere; Bizleri Rabbimize yakın kılacak sevgi, sevdiğimizin uğrunda can feda etmektir, sevdiğimizin uğurunda her şeyimizi vermektir. Sevgi; sevdiğimizin karşısında varlık iddiasında bulunmamaktır. Esasında kulluk da budur zaten…
Yine aynı eserimizde sevgide iki sırrın var olduğu buyrulmaktadır. Birinci sır; sevgi, seni sevdiğinde var eder, kendinde yok olursun. İkinci sır; sevgi, sevdiğini sende var eder. Her iki halde de sen yok olursun.
Bunlar yeterli midir? Elbette değildir. Öyleyse “SEVGİYİ’’ her gün yeniden talim etmeliyiz, yeniden anlamalıyız. Bizleri bu sevgiye ulaştıracak olan, bizim istikamette olmamızdır.
Sevgiye esas teşkil edecek en büyük etken, var olan tüm varlıklarda Hakk’ın varlığını ve sevgisini müşahede etmekle birlikte, her zerrede aynı sevginin tezahürünü yaşamamızdır. Çünkü ilahi sevgi bizim en çok istifade edeceğimiz değerdir. Bu sevgiyi yaşayabilmek adına bizler Mürşidi Kamil’den himmet almalı, yol ve erkân meclislerinde hizmette daim olmalı ve ahdinde vefalı, ikrarında kararlı ve sevgisinde sadakatli olmalıyız.
Bu meyanda, insanın sevgisi İlahi sevgiye ulaşmadıkça insanda sadakat de olmaz, ünsiyet de. Sevgi olmayan gönüllerde, ne Allah ne de Cenab-ı Resulullah Efendimizin aşk-ı muhabbeti hâsıl olur.
Sonuç olarak; sevginin bazı zamanlarda mat olması söz konusu olabiliyor. Bu bağlamda ilahi sevgimizi o kadar yoğunlaştırmalıyız ki, sevgimizi aşka dönüştürmeliyiz. Çünkü “AŞK’’ sarmaşık kökünden geldiği için, sardığı her cismi ihata eder. İhata ittiği her cismi görünmez hale getirir. İşte o sevgi çemberinin içerisinde olan kişiden Cenab-ı Hakk’ın sevgisi, aşkı zuhur eder. Yunus Emre’ye “Bana Seni gerek Seni’’ dedirten de işte bu İlah-i Aşk’tır.
Bundan alacağımız zevk şu olmalıdır: Bazen “aşık” maşuk olmalıdır, bazen de “maşuk’’ aşık olmalıdır. Hakikati asliyesine vuslat eden ve edecek olan hakikat yolcusunun kendisinden açığa çıkacak olan İlahi Aşk budur. Nur-u tevhidi, Nur-u Muhammediye’yi hakk-el yakin mertebesinde yaşamak, sevmekmiş meğer…
Mevla’m gerçek sevgiye ulaşanlardan, gerçek sevgiyi yaşayanlardan, gerçek sevgiyi tadanlardan eylesin. Erenlerin, evliyaların himmetleri ve muhabbetleri her daim üzerimizde olsun.
Mevla’m cümlemizi sevgisinde sadık, ikrarında kararlı ve ibadetlerinde Salih olanlardan eylesin. Âmin…
Rabbim, cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Rabbim, cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 06.03.2015