Varlık ve yokluk kelimelerini zahiri manada tahlil ve tahkik ettiğimizde; varlığı, yokluğun karşıtı olarak var olan her şey olarak tanımlıyoruz. Bir oluşuma karşıt bir materyal olarak, değişmeden aynı kalan ve herhangi bir mekânda bir yer işgal eden kalıcı olan gerçekleri “VARLIK’’ diye tarif edebiliriz. Yokluğu ise varlığın karşıtı olarak bulunmama durumu, adem, ademiyet, fakirlik, yoksulluk gibi anlamlara gelen kelimelerle tarif etmemiz mümkündür.
Aslolan ‘’Varlık ve Yokluk’’ kavramını hakikat yönüyle değerlendirmeye tabii tutmak olduğu gibi, bizler varlığın ve yokluğun neresinde olduğumuzu ve bu iki kavramın önemini Rabbimin himmetleriyle arz etmeye gayret edelim. Her zaman olduğu gibi bu yazımıza da bir ayet-i kerime ile başlamakta yarar görüyorum. Rabbim tefekkürümüzü artırarak devam ettirsin inşallah.
Allah (c.c.) Zümer Suresi Ayet 54’te ’’Ve Rabbinize (Allah'a) yönelin (ruhunuzu Allah'a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O'na (Allah'a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah'a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.)” diye buyurmaktadır.
Varlığın birliği anlayışına istinaden; insan ile Allah'ı birbirine yaklaştırmanın kesin prensibinin "zikir" olduğunu ve zikrin olmazsa olmazlarımızdan olduğunu ne tefekkürümüzden ne de gönlümüzden çıkaralım.
Zikrin güzellikleriyle hem hal olmanın getirisini arz etmemiz gerekirse; Vahdaniyet deryasında seyrettiğimiz hiçbir varlığın Allah’tan ayrı münferit bir varlık olmadığını, kendimizin diye bildiğimiz varlığımızın dahi Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu, diğer bir ifade ile Cenab-ı Hak’ta fani olabileceğimizin ifadesidir “ZİKiR’’.
Temel varlık Allah'tır. Allah bütün evreni, kâinatı kaplamıştır. Tektir, öncesiz ve sonrasızdır, sonsuzdur. Yaratıcıdır.
Değerli dostlar, Hakikat ehli şu önemli hakikat prensiplerini asla unutmamalı ve bu prensiplerin yaşamının bir parçası olduğunu bilmelidir:
1. Bütün işlerin, eylemlerin ve fiillerin kaynağının Cenab-ı Allah olduğunu, insanların ise bu eylemlerin icrası için bir araç durumunda olduğunu bilmelidir. Bundan anlaşılan şu olmalıdır: İnsan kendisinin diye bildiği iradesinin, Hakk’ın iradesi olduğunu asla unutmamalıdır.
2. Bütün varlıkların Allah’tan olduğuna, görünen bütün varlıkların Allah (c.c)’ın birer mazharı olduğuna iman edip, gerçekte var olanın ve görünenin Cenab-ı Hakk’ın zahir olmasından başka bir şey olmadığını ve aynel yakin mertebesinde tesbit ve görme ile orantılı olduğunu bilmelidir.
3. İnsanda görünen bütün nitelikler yani sıfatlar, Hakk’ın birer görüntüsüdür. Bu üç ilke; fena fillahın mertebesi olan Tevhid-i Ef'al, Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i Zat mertebeleri kavramlarıyla, nitelikleriyle ve nicelikleriyle birlikte Sultanlarımızca bizlere her daim sunulmaktadır. İşte yok olmanın sırrı bahse konu bu üç kavram içerisinde gizlidir.
Gönlünü masivalardan arındıran bir ehl-i ihvan, artık gönülden dışarı çıkmaya, evrene açılmaya, evrende görünen ilahi varlığı kavramaya başlamalıdır. Gerçekte gönül, bütün âlemlerin en olgunu olan bir makamdır. Kişinin, gönlünde Allah (c.c)’ın varlığını görebilmesi için arz edeceğim üç ilahi ilkeye daha vakıf olması gerekmektedir. Bunlar sırası ile cezbe, muhabbet, sırr-ı ilahi olarak arz etmemiz mümkündür. (Cezbe; coşkunlukla kendinden geçmeye sebep olan bir manevi lezzetin tadır.)
Bunlardan birincisi bütün varlıklardan yüz çevirip Cenab-ı Hakk’a yönelmektir. İkincisi Âlemde görünen bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’ın birer aynası olması ve her birinin Allah’tan olması nedeniyle sevgimizi, şefkatle ve aşkla sunmaktır. Üçüncüsü de ilâhi gizeme varmaktır. Bu ilkeleri uyguladıktan sonra, son aşama olarak da Allah'a vuslat gelir. Ve böylece Allah’ın özünden başka bir özün bulunmadığı sonucuna vararak, kendi varlığımızın yokluk olduğuna iman etmek en büyük sadakatımızdır, teslimiyetimizdir, samimiyetimizdir.
Hülasa olarak; Cenab-ı Resulullah Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde: "Kim Allah’a kavuşmayı severek arzu ederse Allah da onu kendisine kavuşturmayı severek arzu eder. Kim Allah’a kavuşmayı hoş görmezse(Arzu etmezse) Allah da onu kendisine kavuşturmaz." diye buyurmaktadır. Arz ettiğim Hadis-i Şerifin hakikatine ulaşabilmek için, Cenab-ı Allah bir Hadis-i Kutsilerinde buyurduğu üzere;"Mutu kable en te mutu.’’ Hadis-i Kutsi gereğince ‘her kim ölmeden önce ölme sırrına ulaşır’ diğer bir ifade ile varlığını Hakk’ın varlığında yok ederse bedeninde hapis olan Ruh kıblesini ALLAH`a çevirir ve o kişi vuslatını gerçekleştirmiş olur. Böylece varlığını Hakk’ın varlığında yok etmiş olur.
Değerli dostlar; Mehmet KARAKUŞ’un bir ilahisi ve Âşık ESRARİ’nin bir dörtlüğü ile sohbetimizi tamamlayalım inşallah.
Varlık Sen’sin yokluk Sen’sin,
Verip alan yüce Rabb’im.
Kalplerdedir gizli yerin,
Sen Allah’ımsın ilahi Rabb’im.
Âli’nin Sırrına Ereyim Dersen,
Mürşid-İ Kâmile Varın Erenler.
Gönül Kabesine Gireyim Dersen,
Ol Bahri Ummana Dalın Erenler.
Rabb’im cümlemizi, Hak varlığından ayrı bir varlık olmadığımızın farkındalığı ile mutu kable en te mutu sırrına erenlerden eylesin
Rabb’im, Vahdaniyet deryasında zerreden kürreye her ne varsa Hakk’tan ayrı bir varlık olmadığını bilmeyi ve yaşamayı bizlere nasip etsin ve hiçliğimizi fehmedenlerden eylesin.
Rabb’im cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Rabb’im cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 05.01.2016