Ülke, vatan, yurt anlamlarına da gelen toprak kelimesini zahiri manada tahlil ve tetkik ettiğimizde; yer kabuğunun, toz durumuna gelmiş türlü doğal kütle kırıntılarıyla, çürümüş organik cisimlerden oluşan ve canlılara yaşama ortamı sağlayan arzın yüzey bölümü, ekime elverişli arazi, tarla, kara parçası anlamlarına geldiğini görmekteyiz.
İlm-i hakikat bağlamında zevk ettiğimizde ise, toprak; madenlerin, bitkilerin, hayvanların, insan bedeninin ve gönlünün elbisesidir.
Hicr Suresi, Ayet-26’da “Andolsun biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.” diye buyuran Allah (cc.)’un bu ayeti kerimesinin bizlere yansımasının tezahürü ile yazımıza başlamakta fayda vardır.
Maneviyatı ya da ruhaniyeti itibariyle ilahi bir varlık olan insan, bu yönüyle secde edilecek bir varlıktır. Allah (cc.), Bakara Suresi, Ayet-34’de “Meleklere ‘Adem'e secde edin’ demiştik, İblis müstesna hepsi secde ettiler, o ise kaçındı, büyüklük tasladı ve inkar edenlerden oldu.’’ buyrulmaktadır. Söz konusu bu ayet-i kerimenin inzal olmasının sebebi; Allah (cc.), insanların bu ilahi yönüne vurgu yapmak istemesidir.
Bu manada; zahiri âlemde insanla muhatap olunduğunda, onun her iki yönünün de dikkate alınması gerektiği bize anlatılmaktadır. Toprak deyip geçmemek lazım; toprak, her türlü jeolojik faktörlerin meydana geldiği bir arz sistemi olduğu gibi, en önemlisi de toprak; İnsanın ten bedeninin sentez olduğu bir yerdir. Zira, Allah (c.c), Taha Suresi 55’inci ayet-i kerimesin de buyurduğu üzere, “Sizi ondan (topraktan) yarattık; yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi oradan çıkaracağız” emri ilahisi açıkça bunu ifade etmektedir.
İslâmiyet çerçevesinde öncelikle insan neslinin ve cümle canlıların topraktan yaratılmış olduğu beyan edilmektedir. Yukarıda arz ettiğimiz, Hicr Suresi, 26’ncı ayet-i kerimesinden de anlaşılacağı üzere, toprak mukaddes bir varlıktır. Abdestini alması için su bulamayan bir Müslümanın, toprakla teyemmüm etmesi toprağın temiz ve mukaddes bir varlık olduğunu ifade eder.
Toprak, Allah (cc)’ un sonsuz kudretiyle yoğrulmuş, mükemmel bir şekilde işlenmiş ve bundan bir insan bedeni teşekkül ettirilmiştir. İlahî nurun tecellisiyle can bulmuş olan ve eşref-i mahlûk özelliği taşıyan insan, canı ile (Ruh ile) ve teniyle başlı başına âlemlere denk bir mahlûktur.
Dervişin evi olarak bilinen gönül, bir yönüyle fanidir. Başka bir yönüyle de bekaya taliptir. Gönlün fani yanı topraktan vücut bulmasıyla alakalıdır. Bekaya talip yanı ise, Allah aşkı dışındaki her şeyi terk ederek olgunlaşmasıyla alakalıdır. Toprak, cismani varlığın yapı taşıdır. Aynı zamanda da Can’dan (Ruh’tan) ayrıldıktan sonraki mekânıdır. Ceset, Ruh’un kendisini terk etmesiyle birlikte toprağa rücu eder. Maddî yanımızın toprakla yoğrulup yine toprakta parçalanacağını ifade eder.
Cüneyd-i Bağdadî: “Kâinatın temelinde öncelikle nur-u Muhammedi vardır. Daha sonra ise Anasır-ı Erbaa yani ateş, hava, su ve toprak bulunmaktadır” diye buyurmuşlardır. Ateş, hava, su ve toprak yaratılmış her türlü eşyanın yapı taşlarını oluşturmaktadır. Onlardan da sırasıyla maden, bitki, hayvan ve insan halk edilmiştir.
Tasavvuf felsefesinde toprak, madde âleminin temelini oluşturmakla birlikte nefsin dört mertebesini de sembolize eder. Nefs-i emmare; ateşe, nefs-i levvame; havaya, nefs-i mülhime; suya, nefs-i mutmainne; toprağa benzetilmektedir.
Ehil olmuş ehli ihvan, pek çok yönüyle topraktan feyz almalıdır. Hakikatine vakıf olan, Allah’ın rızasından başka muradı olmayan bir ehli ihvan, elbette toprak gibi mütevazı olmalıdır ki Rabbinin sevgisine mazhar olabilsin. Hakikatine arif olmuş bir ehli ihvan toprak gibidir, fena olan her şey ona atılabilir; fakat o, sadece güzel şeylerle mukabele eder. “Toprak yeryüzü gibidir, üzerinde iyi de kötü de yaşar” diyen Cüneyd-i Bağdadi, dervişi tevazu konusunda toprağa benzetmekle kalmamış; hoşgörüde, cömertlikte ve sabırda da toprak gibi oluşunu hatırlatmıştır.
Ehl-i Hakikatte “Bekabillah” adı verilen bir makam ki oraya ancak “Mahv” yoluyla ulaşılmakta ve bu makam doğrudan doğruya toprağı hatırlatmaktadır. (Mahv: yok olma, yok etme, ifna olmak anlamındadır.) Zira toprak, her türlü varlık üzerinde dolaştığı halde zerre kadar bir şikâyette bulunmaz ve her daim tevazu sahibidir. Pek çok kere üzerinde durduğumuz gibi Ehli ihvan da her haliyle toprak gibi mütevazı olmalıdır ki mahviyet gibi zor bir işi başarabilsin.
Sabırda toprak gibi olan Ehli ihvan, sevdiğinin karşısındaki hali ve mertebesi ile de toprak gibi olmalıdır. Toprak nasıl ki her varlığın üzerinde dolaşmasından incinmezse âşık da sevdiğinin karşısında incinmekten ve incitmekten, dargınlıktan da bi o kadar uzaktadır. Ehli ihvanın içindeki tarifi imkânsız aşk duygusu, benliğinin yok olmasına neden olmalıdır. Sıradan insanlar gurur ve kibir sahibiyken o, sadece sevdiğine duyduğu ilahî aşkı sayesinde, alınganlıktan ve küskünlüklerden uzaklaşacaktır.
Velhasıl-ı kelam, hakikat ehli olan bir kişinin, kendisine reva görülen her türlü eziyete sabrederse, toprak gibi her türlü feyzin, bereketin ve güzelliğin kaynağı haline geleceği aşikârdır.
Hülasaten; İnsan, âlemin küçük bir modelidir. Onun maddî varlığının esasını toprak, manevî varlığının esasını ise ruh oluşturur. Bu anlamda toprak, alçakgönüllü olmanın ve bereketin sembolü olarak gönüllerimizde yer almalıdır. Ve böylece belki de, sadık yârimizin kara toprak olduğunu asla unutmamış oluruz...
Merhum Âşık Veysel Şatıroğlu’nun iki dörtlüğü ile sohbetimizi noktalayalım:
Rabbim, bizleri de ilahi aşk ile yanıp tutuşanlardan eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
AKÇAY, 21.09.2015