Tevbe; aynı hatayı veya günahı bir daha işlememek için Allah’tan af dileme ve Allah’a söz vermedir. Bu bir anlamda Allah’a dönüş ve yöneliştir.
İnsanın kendi hatasını, kabahatini, günahını bilip kabul etmesi ve bunlardan duyduğu mahcubiyeti gerek insanlara ve gerekse Allah’a itiraf etmesi kadar güzel bir şey yoktur. Bu, bir anlamda kişinin insanlara karşı gönül alması ve özür dilemesi, bir anlamda Allah’a karşı acizliğini bilip nedamet duymasıdır.
Kişi, bir kimsenin kalbini kırıp hatasını anladıktan sonra, samimi bir pişmanlık ile özür dilerse, mağdur olan kişi bu samimiyetin karşılığında o kişinin özrünü kabul eder. Allah dahi böyle samimi itirafları ve tevbeleri kabul eder. Çünkü O’nun bir ismi de Tevvab’tır, tevbeleri çokça kabul edendir. Allah kullarına çok yakındır. Duaya icabet edendir. (Bakara, 186)
İnsanlar arasında Allah’a iman ve sevgi bakımından herkesin dereceleri farklıdır. Bu farklılıktan dolayıdır ki kimilerine göre normal bir işken kimilerine göre günah olabiliyor. Bu farklılığı bize Kur’an, Müslüman, Mü’min, Arif, Kâmil (olgun), Mürşid (irşad eden), Veli (dost) ve peygamber olarak tarif ediyor.
Hak katında yapılan en güzel tevbe, Nasuh tevbesidir. (Tahrim 8) Bu tevbe Allah dostu bir Veli’nin şahitli ğinde yapılan tevbedir ki; nush kökünden gelir. Kendi nefsine karşı yaptığın nasihattir. Aynı hatayı, aynı günahı bir daha yapmamak şartı ile Allah’a söz vermektir. Nitekim böyle tevbe edenler için cenabı Resulullah:” Samimi bir şekilde günahlarına tevbe edenler, hiç günah işlememiş gibidir.” Diye buyuruyor.
Müslümanın tevbesi: Müslüman ve Mü’min arasındaki farkı anlamamız için Kur’an bize ışık tutuyor. Müslü man aynı hatayı defalarca yapar ve defalarca tevbe eder. Bu o kişideki irade zayıflığıdır. Böyle kimseler için; “De ki siz iman etmediniz. Ama boyun eğdik deyin. Henüz iman kâlplerinize yerleşmedi.” (Hucurat 14)
Mü’minin tevbesi: ”Mü’minler ancak Allah’a ve Resulüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hücurat, 15) Burada cihattan murad; mallarının zekât ve sadakasını,canlarıyla ibadet ve hizmet etmeyi anlamalıyız. Allah’ın Mü’min kulları hatalarına ve günahlarına gözyaşları ile nedamet getirir ve tevbe ederler.
Mürid’in tevbesi: Mürid; kendi iradesini Hak’kın iradesine bağlayan demektir. Bu manada mürid, kendi ego su ile kendi enaniyeti ile nefsinin arzu ve isteklerini yaptığı her şeyden samimi bir şekilde tevbe eder. Mürid tevbe ederken kendisine Rab’binin yardımlarını taleb ederek “Tevbe Estağfirullah” der. Estağfirullah tevbe demek değildir. Allah’a sığınma ve O’ndan yardım istemektir. Nasıl ki bir gemi fırtınalı bir denizde limana sığınıp kendisini emniyette hissederse, Estağfirullah diyen bir mürid de ‘Rab’bine sığınıp, Yarabbi, ancak senin yardımın ile bu hata ve günahlarımdan kurtulurum’ diye Rab’binden nusret ister.
Arif’in tevbesi: Arif ile Mü’min arasındaki fark, arif gören ve tanıyan demektir. “Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Enam, 20) Burada bir misal vermek gerekirse, askerlikte orduyu denetleme diye bir tabir vardır. Burada ordunun üst kademesindeki komutanlar, alt kademedeki subay ve astsubayların, erbaş ve erleri nasıl eğittikleri kontrol edilir. Bu kontroller sırasında komutan, bir erin hatasını veya kusurunu görmezden gelip, onu affedebilir. Fakat aynı hatayı bir subay yaptığı zaman, komutanın o subayı herkesin için de sert bir şekilde uyarır.
Bu misale göre arif, bilen ve tanıyan olduğu için onun yaptığı hata, arif olmayanın yaptığı hata ile bir tu tutulmaz. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Zümer 9) Bu bağlamda arifin tevbesi, Rab’binin rızasını alıncaya kadar secdeden başını kaldırmaz. Bu konu için Bakara suresinin 146, 147 ve 148. ayetlerini iyi okuyup tefek kür etmeliyiz.
Kâmil’in tevbesi: İnsanlardaki kemâlâtı farklı kılan, herkesin ilimden aldığı nasibtir. Kemâlât mertebesi kul açısından acziyet mertebesidir. Çünkü kul ne kadar çok şey bilirse kendi bildiklerinin Allah’ın bilgisi yanındaki az lığını o kadar daha iyi anlar ve anlayışı oranında acziyete düşer. Zira vaktiyle bilirim zannettiklerinin, gerçek bilenin yanında ne kadar az olduğunu idrak edip, “Ben bilirim demekle ne kadar hata yapmışım “ diye nedamet duyup yandığı yerdir. Bundan dolayıdır ki kemâlât, aynı zamanda acziyet mertebesidir.
Mürşid, Veli, Mukarrebun tevbesi: Mukarrebun; varis-i Muhammedi (Muhammed yolunu devam ettiren, Ehlullah, sistemi müşahede yolundan yürüyen varisleri) demektir. Allah’ın böyle veli kullarının tevbeleri, bizim anladığımız şekilde hata, kusur, günah tevbeleri gibi değildir. O’nlar Allah’a yakınlıkları derecesiyle Ledün ilminin derinliklerinde, Allah’ın sırlarına vakıf olduklarında bir önceki anlayışlarına tevbe ederler.
Bundan sonrası haddimiz değildir. O’nların sırlarına ve ilimlerine, bizim ne gücümüz ne de haddimiz yeter. Tevbelerimizin kabul olduğunu, dua esnasında içimize dolan huzur ve ferahlıktan anlayabiliriz. Aynı hatalar ve günahları Rabbim bir daha bizim hatırımıza dahi getirmez. “Yuhubbi Tevvabin” (Allah tevbe edenleri sever) Bizler beşer olmamız itibari ile hata yapmaktan değil, aynı hatayı tekrar yapmaktan korkalım. Dua ve tevbe, Allah’ın in sana en güzel ikramlarından biridir.
Değerli dostlar, bizler zayıf ümmetiz. Bizim hatalarımız, kusurlarımız, günahlarımız ve bağımlılıklarımız var. Esasen tevbenin aslı; bizlerin bu beğenmediğimiz hallerimizden bir an evvel kurtulabilmemiz için Rab’bimize sığınmaktır. Bunu böyle düşünmek bile tevbelerimizin kabul olunacağının delilidir. Çünkü Allah Kur’an’da böyle nadim olan kullarını müjdeleyip, “ Sizler kendi adetlerinizi değiştirmedikçe, Allah da sizin üzerinizdeki adetlerini değiştirmez.” (Bkz. Rad, 11) Bundan da anlaşılacağı gibi Allah, bizleri af etmek için bizden bir adım atmamızı bekliyor.
Allah; Tevvab’tır. Tevbeleri çokça kabul edendir. O Rahman’dır, Rahim’dir. Esirgeyen ve bağışlayandır. O, Kerem sahibidir, lûtfu ihsanı boldur. O bir kuluna nimetini ihsan ettiği vakit, daha o nimetini geri almaz. (Enfal, 53) Bizler bu ihsan edilen nimetin kıymetini iyi bilelim.
Rabbimizin bizlere ihsan ettiği bu nimetin şükrünü, ahdimizde vefalı, hedefimizde kararlı, anne ve babaya saygılı, topluma yararlı bir insan olarak ödeme gayretinde olalım.
Enver EFE
İstanbul, ŞUBAT 2015