Resulullah Efendimiz, şöyle buyurdular: “Tefekkürden büyük ibadet yoktur. Çünkü tefekkür kalbe mahsustur. Ve Hakk'a tahsis edilmiştir.” Kalb en şerefli azadır. En şerefli azaya mahsus olan mefhum elbette ki şerefli olacaktır. Resulullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten daha hayırlıdır.” Ancak tefekkürün yapılacağı yerlerin de iyi tayin ve tespit edilmesi şartıyla... Tefekkür ya hayırlı işlerde, ya Allah'a ait sanatın mucizevi muvazenesini müşahede etmede ya da Allah'ın sıfatlarının tezahürü olan nimetlerinde yapılmalıdır.
Yalnız Allah'ın Zat-ı Nahiyesine ait meselelerde fazla tefekküre dalmak nehyedilmiştir. Abbas(r.a.)'dan rivayet edildiğine göre; Cenab-ı Resulullah Efendimiz tefekkür etmekte olan bir kavmi gördü ve onlara hangi hususta tefekkür ettiklerini sordu. Onlar da cevaben; “Allah'ın zatını ya Resulallah.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz Efendimiz şöyle buyurdular: “Allah'ın zatını düşünmeyiniz. Bilakis O'nun uluhiyyetini tefekkür eyleyiniz. “ Zira Allah'ın zatını tasavvur etmek insan zihninin güç yetireceği birşey değildir. Şayet böyle bir tefekküre girerse, kafasında şekillendirdiği saçma sapan ve batıla ait hayal unsurlarını Allah'a teşmil eder ki bu son derece tehlikeli bir durumdur.
Evham ve hayale ait bir kısım tasavvurlar onun celalini asla müşahede edemez. İnsan hayalinin Allah u Teala hakkındaki tasavvurunun en son varacağı nokta hayret noktasıdır. Zira “Allah'ın ilmini hiçbir şey ihata edemez.” Bu hükme binaen hiç bir kimsenin bilgisi Allah'ı mutlak hüviyetiyle bilmeye yetmez. Hiç bir akıl onun gaybi hüviyetini idrak edemez. Salike lazım olan ise görmüş olduğu eşyadaki ahenk ve muvazeneye binaen Allah'ı sanatında araması ve onda tefekkür etmesidir. Çünkü Allah'ı yarattığı sanatında düşünmek insana sürür verdiği gibi bilgisizliğini izale eder.
İbn-i Ata şöyle demiştir: “Fikir (tefekkür) sadrın nurudur. Ve sürürün kaynağıdır. Tefekkürsüz kalan kalp kararmaya mahkûmdur. Ve cehaletle beraber kesif bir gurura kapılır.”
Tahkiki iman, tefekkür ve zikirle elde edilir. Onun için Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce ayetinde zikir ve tefekkür, tavsiye edilmiştir. Tefekkürün merkezi dimağ, zikrin merkezi kalptir. Bu iki ana merkez, irtibatlı olarak şer’i mecralarında geliştirilmezse yakin sahibi olma imkanı yoktur.
Esasen kalp, beşeriyetin kesafet ve tozlarıyla perdelenmiş bir cevherdir. Tıpkı bir pırlantanın toprak ve yabancı maddelerle karışmış olup da on türlü ameliyelerle taşından, toprağından ve diğer yabancı maddelerinden ayırdıkları gibi, karanlıklar ve gafletlerle kapanmış olan o kalbin cilası fikirdir, nuru zikirdir, mahfazası sabırdır.
Tefekkürü olgunlaştıran, düşünceyi derinleştiren şeylerden biri de insanı dünyaya aid “tul-i emel” diye tabir edilen, ardı arkası kesilmeyen arzu ve isteklerini azaltması; bunun yerine ahiret mutluluğu sağlayacak amellere sarılmasıdır. Düşünce ve amel, birbirine çok yakışan ve birbirini tamamlayan iki ayrı güzelliktir. Halbuki Kur'ani ifade ile ahirete göre dünya hayatı “bir gün” hatta “bir kuşluk vakti” kadar kısadır. (Yunus, 10/45; en-Nazi'at, 79/46) Kalp ve kafayı karıştıran şeylerin başında lüzumsuz ihtilatlarla anlamsız ihtilaflar, dünya meta'ına rağbet, nefsani arzulara düşkünlük gelir. Bunlar insan zekasını kalınlaştıran, kalbi karartıp karıştıran şeylerdir. Özellikle tokluk ve uyku yoğunluğuna mağlub insanın düşünme melekelerini kaybedeceği bilinmektedir.
Tefekkürle berraklaşan zihin, basirete kanat açar. Basiret güçlendikçe kişi, Kur'ani ifadesiyle “ulü'l-elbab” yani akıl ve idrak sahibi olur. Bu tür bir akıl, her türlü vehim ve şüphelerden arınmış, Allah'ın murad ettiği mana üzerinde amel etme özelliğine sahip bir akıldır. Bu ifade mükellef olan her akıl sahibi için geçerli değildir. Çünkü aklı hevasına galebe çalmayan benliği diri kişiler bu ünvana hak kazanamaz. Böylelerinin sanki aklı yok gibidir. Temiz bir vicdana sahip olanların tefekkürden sonraki eylemi tezekkürdür. “Akıl sahiplerinden başkası ibret almaz; tezekkür etmez.” (el-Bakara, 2/269);
“Ancak akıllı ve vicdanı temiz olanlar tezekkür (idrak) ederler.” (er-Ra'd, 13/19)
Tezekkürde insan fıtratına yerleştirilmiş bulunan ma'rifet özelliğini arama ve “Elest Bezmi”'nde verilen kulluk sözünü yakalama nüktesi vardır.
Bir saat kendi yokluğunu, aczini düşünmek bir sene kendi varlığıyla ibadetten daha üstündür. Bir saat acz ve fakr ile yaşamak bir sene varlık ve benlikle yaşamaktan aladır. Onun için alimin uykusu cahilin ibadetinden daha makbuldür. Mesela bir muharebe de binlerce asker ölüyor da kimse müteessir olmuyor. Halbuki bir kumandanın eteğini bir kurşun delse bu binlerce kişinin ölümünden daha fazla telaşa sebep oluyor. Çünkü o, akıl kumandanın temsilcidir onu kaybetmek demek bütün orduyu kaybetmektir.
Olumlu tefekkür olduğu gibi, olumsuz tefekkür de vardır. Doğru olmayan tefekkürün neticesi de doğru olmaz. Ancak salim kalbe sahip olan insanların tefekkürü sağlıklı olabilir. İslam dininin istediği tefekkür, hiç şüphesiz sağlıklı olanıdır. İnsanları bu olumlu tefekküre davet eden bazı ayetlerin meâli şöyledir: “O’ dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti. Orada bütün meyvelerden iki çift yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) bir toplum için ayetler vardır.” (er-Ra’d, 13/3) “O’ dur ki, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır ve hayvanları otlattığınız ağaçlar, bitkiler ondan sulanıp filizlenmektedir. Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvelerden bitirmektedir. Şüphesiz bunda, tefekkür eden (düşünen) bir toplum için (yaratıcının varlığına, kudretine ve hikmetine) işaret vardır.” (en-Nahl, 16/10,11).
“Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu, baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, tefekkür etsinler diye insanlara veriyoruz.” (el-Haşr, 59/21) .
Kurani hüküm ve emirleri hayata taşıyan ehlullah olmuştur. Onlar düşünmenin insanın temel özelliği olduğu görüşünü benimseyerek ve de Allah'ın tarif ettiği düşünce biçimleri içinde kalarak tefekkür ve tezekkürle abdiyyet tarafına doğru kanat açmışlardır. Kabiliyetli olanları yüce düşüncelere yükseltmeye; istidadları sınırlı olanları da hiç olmazsa bir düşünce tababına çekmeye çalışmışlardır.
İnsan için hem kendisinin hem de dünyanın yaratılış amacını kavramak önemli bir konudur. İnsan düşünmeye bunlarla başlayabilir. Kendisi yoktan var edilmiş ve ölüme mahkum olan bir varlıktır. Yaşayabilmek için çok fazla şeye muhtaç olmasına karşın, yeryüzü onun ihtiyaç duyacağı her şeyle doldurulmuştur. Dünya üzerinde var olan şeylere bakıldığında bunların hepsinin insanın ihtiyaçlarına uygun olarak yaratıldığı görülür.
Buna karşın dünyadaki tüm nimetler ve güzellikler geçicidir. Insanın sevdiği, sahip olmak istediği her türlü dünya nimeti sonunda yok olmak zorundadır. Çiçekler solmaya, meyveler bozulup küflenmeye, eşyalar ve sahıp olunan mallar eskimeye, insanlar yaşlanmaya mahkûmdur. O halde düşünüldüğünde bundan çıkartılacak bir sonuç mutlaka olmalıdır.
Allah Kuran'da insanlara yaratılış amaçlarını düşünmelerini şöyle bildirir: “Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar.” ( Rum Suresi 8)
Dünya kör tesadüfler sonucu oluşmuş sıradan bir mekan değildir. Dikkatle bakıldığında; yeryüzünün insan için yayılıp, döşendiği, toprağın adeta bir halı gibi kaplandığı, gökyüzünün insanın korunabilmesi için adeta bir tavan kılındığı, içindeki canlıların insanın beslenmesi, giyimi ve barınması için uygun özelliklerle dolu olduğu, çiçeklerin, böceklerin ve diğer herşeyin çok buyük bir sanatın göstergesi olduğu açıktır.
Vicdanla düşünmenin kişiyi gerçeklere ulaştıracağı kesindir. Bunun için insanın çevresindeki şeylere kayıtsız kalmaması ve herşeyin bir amaç doğrultusunda var edildiğini unutmaması gerekir. Ancak günümüz insanları günlük hayatın koşturmacasına kendilerini öylesine kaptırırlar ki küçük büyük hiçbir şeyi düşünmezler, hatta düşünme kabiliyetlerini bir ölçüde kaybetmiş olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bu, elbette bir genelleme değildir, ancak büyük çoğunluk için geçerlidir.
Alışkanlıklar adeta bir sis bulutu gibi gözlerinin önüne iner ve insanların en buyük harikaları dahi görmelerini engeller. Bunu yenmek içinse kişisel bir çaba gereklidir. Kişinin baktığı herşey üzerinde derin derin düşünmesi çözüm olacaktır. Diğer bir ayette düşünmenin önemi şöyle ifade edilir: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (Bakara Suresi, 164)
Evreni saran yaratılış delillerini görmek, araştırmak ve üzerlerinde tefekkür etmek, -bazı insanların gerçekleri görmesini engelleyen- gafleti kaldıran en önemli etkenlerden biridir. Yüce Allah'ın üstün ilmi ve kudreti, ancak samimi bir tefekkürle hakkıyla takdir edilebilir. Bu sayede insan, Rabbimiz’in açık delilleri karşısında kesin bir bilgiyle iman ederken, O’ nun üstün sıfatlarını tanır, Allah’a daha çok yakınlaşır ve her işinde O’nun rızasını gözetmeyi amaç edinir.
Allah yeryüzünde insanlar için sayısız nimet var etmiştir. Ancak bu nimetlerin farkına varabilmek, her birinin hakkını verebilmek için üzerlerinde düşünmek gerekir. Allah’ın yarattığı sayısız nimetler vardır ki, Allah bu nimetlerin çokluğunu “saymakla bitiremezsiniz” diye bildirir. (Nahl Suresi, 18)İşte gerek bu nimetler gerekse diğer her şey Allah tarafından bir amaç üzere yaratılmıştır. İnsanın yapması gereken bu amacı anlamak ve kendisinden istenildiği şekilde davranmaktır.
İnsanın ilk yapması gereken kendisine bunca nimeti veren yaratıcısını tanımak ve O’ nun kendisinden neler istediğini öğrenmektir. Allah kulları için sayısız güzellik yaratmış, bir hiçlikken her birine bir can ve bir ömür vermiştir. Elbetteki tüm bu yaratışın bir amacı vardır.
Özetlemek gerekirse; tefekkür, kendi yokluğunu ve her yerde ilahi saltanatı görerek o azametin sonsuzluğunu ve hikmetini düşünmektir.
Tefekkür, Hakk’ın azametinden ve bunca hikmet ve ibretten ders alıp uyanarak gözünü açmak, vaktin geçtiğini böylece de halinin neye varacağını düşünmektir.
Tefekkür, insanların her şeyi kendilerinin yaptığını zannederek ve kendilerine bir kuvvet ve varlık vererek, gerek bugünkü hallerinde gerek yarın ki hallerinde ne kadar gülünç bir mevkiye düştüklerini düşünmektir.
Tefekkür, Allah tan gayrı fail olmadığını buyruğun onun buyruğu olduğunu kudret ve kuvvetin hep hep onun olduğunu düşünmektir.
Hâsılı, kendinin yok ve aciz olduğunu ancak Allah’ın var olduğunu düşünmektir.
Size tefekkür hakkında birkaç söz söylemek istedik fakat tefekkür hakkında sayabildiğimiz bu sözlerimizin aczimizden dolayı bir nihayete vardığını da tefekkür etmek lazımdır. Zira tefekkür, hiç bu kadarcık bir izahla mı kalır?
Hazreti Pirimiz, “her nefes nefsini muhasebe etmeyeni biz ricalden saymayız” buyuruyor. Hangi her nefes(!)?
Agâh olunuz efendim...
Aslıhan Ketencioğlu
İstanbul, 26.06.2016