MUSA (A.S)
Hz. Musa ,Rabbin cemalini görmek için Tur Dağına çıkmış, burada tecelliye uğramıştır.Tur, tecelli oluşuyla ,Kâmil İnsanın gönlüne benzetile gelmiştir.Tur için ,Tûr-î Sinâ denmesi de ,Tur dağı ile Sine (gönül) arasındaki alâkanın temelini teşkil eder.
“Hızır” maddeten ve manen yeşerme, canlanma manâlarına gelir. Hızır a.s , Allah tarafından insanın gönlüne atılan ilâhi bilgi ve içe doğan “hakikatler manasına” gelen “ilm-i ledün”e mazhar olmuş bir şahsiyettir.Hz. Musa ilm-i şeriate sahiptir ve mülk yörüngelidir.Hz Hızır ise gayb ve esrarla alâkalı Rabbâni bir ilme sahiptir ki,bu da meleküt eksenlidir.
Hz. Musa ile Hz. Hızır(a.s)’ın buluştuğu iki deniz can ve beden denizleridir.Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır.Denize atlaması ,bedenin hayat bulması,canın bedenle görünmesidir.izlere basıp geri dönmeleri yaratılıştaki temizliğe, fıtrata dönüştür. Hızır kutsî akıldır. Binilen gemi beden gemisi,geminin delinmesi, riyazatla ,ibadetle bedenin ve bedenle alâkalı işlerin noksanlaşmasıdır.Öldürülen çocuk nefstir.Varılan köy bedene ait kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar,tam inanç duvarıdır ki,bu makamda can, “nefs-i mütmainne” adını alır. Gemi sahipleri ,bedendeki kuvvetler ve zahiri duygulardır. Sağlam gemileri zapteden padişah “nefs-i emare”dir.
Öldürülen çocuğun ana-babası can ve bedenin tabiatıdır.duvarın altındaki define ,marifet definesidir.Duvar bedendir.Define sahibi iki yetim ,kutsî candan ayrılmış nazarî ve ameli anlayış kabiliyetidir.
Hz. Musa ,Hızır sayesinde hem şeriat ,hem de hakikat ilminin sahibi oldu. Yani İki denizin kavuştuğu yer oldu.Hızır bilinmedikçe hakikat bilinmez .Hızır gerçeği Ab-ı Hayat suyundan içmektir.Bu sudan içmek Cenab-ı Hakk’ın “Hayy”İsminin gerçeğinden ibarettir.
HARUN (A.S)
“Musa ve Harun’a selam olsun. İşte biz , iyilere böyle ödül veririz.Çünkü her ikiside inanmış kullarımızdandı.(bkz.Saffat 37/114-122)
Hz. Musa’ya peygamberlik verildiğinde ettiği duada kardeşi Harun vardı. “Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak yap ki , seni çok tesbih edelim ve seni çokça analım”.
Her Musa’nın bir Harun’u olmalı. Harun yoldaş, kardaş, haldaş, sırdaş demektir.Bu yoldaşlık kişiyi Rabbine yakınlaştıran olmalı.Gönül bağı ile kurulan bu kardeşlik rağmen olmalı . Gönül bağında ölüm yoktur. Nasıl ki, beden kalbin yorulmadan , bıkmadan çalışmasıyla kanın vücuda yayılmasıyla beslenir, ruhun beslenmesi de bıkma ,yorulma ,kızma eylemlerinden temizlenmiş bir “gönül”ün iman ve muhabbet yayması içinde , bunları barındırmasıyla gerçekleşir. Rabbe iman edenlerle aynı şeyi sevenler gönül bağıyla birleşenlerdir. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim, iman 93-94)
DAVUT (A.S)
“ Allah(cc), Davut’a hükümdarlık ve hikmet verdi. Ona dilediğini öğretti.(bkz.bakara 250-251) İnsana verilen mal , mülk ,saltanat, kişinin kendi taşımasıyla kişiye ağır gelir.Bunlar benlik kalesine geçirilmiş zırhtan ibarettir.Kılıç ve ok dünyasında tek cephanemiz taş ve sapan olsa dahi, Rabbimizin izni kuvvetiyle , Calüte karşı mücadele edebiliriz. Gerçek mücadele kişinin benliğine karşı yapacağı mücadeledir. Hz. Davut kıssasından kişinin alması gereken önemli mesajlar vardır. Kişinin zafere ulaşabilmesi için bu kavramların bir arada bulunması gerekir. İnanmak ,itaat ve sabır. Bu üç özelliğe mazhar olan kişi benlik demirini , biiznillah Hz. Davut gibi kendi eliyle işleyebilmektedir.
SÜLEYMAN (A.S)
Kur’an-ı Kerim’de , birçok surede adı geçen Süleyman (a.s) , kendisine çok bilgi ve üstünlük verildiği , kuşların ,hayvanların hatta karıncaların dilinden anladığı zikredilir. Rüzgarların , şeytanların , cinlerin , devlerin onun emrinde olduğundan bahsedilir. Kur’an-ı Kerim’de gizli bir dilde can kuşları ile konuşabilen Süleyman Peygamber’e “ Mantıku’t tayr” ismi atfen verilmiş bir isimdir.
“Süleyman kuş dilin bilir dediler,
Süleyman var Süleyman’dan içerü”
Yunus Emre
Tasavvuf kültürü içerisinde dilin özel bir konumu vardır.Çünkü dil irfanî hikmetlerin ifade ve aktarımında başlıca vasıtalardan biridir.Nasıl ki güneşe doğrudan bakılamazsa , Allah’ın güzelliği ve cemâli de kendi ışığını hem gizlemek , hem de bu surette tecelli etmek için sembollere ihtiyaç duyar.
Mevlâna’ya göre “Mana dillerini bilen Süleyman gelmedikçe , bu (âlemde ) ikilik ortadan kalkmaz”. Mevlâna bu dilin bir anlamda nübüvvet müessesesi ve peygamberlerin lisanı olduğuna inanmaktadır.İnsan karınca misali tane peşinde olmamalıdır.Her devrin bir Süleyman’ı ve bu zor yolları kolaylaştıracak gizli ilim ve dillere sahip yol gösterici mevcuttur.
“Madde peşinde koşana ,yem arayana yem tuzak olur. Fakat , Süleyman arayan ,hem Süleyman’ı hem de yemi elde eder.Yani hakikati bulur. Bizim devrimizde de Süleyman var. Bizi barışa ancak O kavuşturur.Cefamızı ancak O yok eder. Çünkü ; “Hiçbir ümmet yoktur ki, kendilerine Allah’ın rahmetini müjdeleyen , azabından korkutan bir peygamber gönderilmesin.” (bkz.fatır 23-24) Vaktin Süleyman’ı ,can kuşlarının gönüllerini birleştirir ve onların gönüllerinde hiçbir toz ve pas bırakmaz. Hepsini safî ve berrak bir hâle getirir.
…………Kuşlar, Simurg’a ulaşmak ister. Talepleri başlarına bir padişah istemektir. Hüd hüd gelir kendisinin Süleyman Peygamberin postacısı olduğunu söyler. “Sizin zaten bir padişahınız var ama haberiniz yok der. O,bize bizden daha yakın da,biz ondan uzağız. Daima padişah odur. Adı Simurg’dur. Binlerce zulmet ve nur perdeleri ardındadır.Gelin onu arayıp bulalım. Bazıları çeşitli bahaneler ileri sürsede hüdhüd kuşu onları ikna eder . Hüdhüdü rehber edinip yola düşerler. Hepsi yorgun ,bitkin birer ikişer itiraz ederler. Hüdhüd bıkmadan , usanmadan her itiraza cevap verir ve önlerinde istek, aşk, ma’rifet, istiğna, tevhid, hayret ve fakr-u fenâ adları verilen yedi vadi daha bulunduğunu , ancak bunları aşarsalar Simurg’a ulaşacaklarını söyler. Kuşların çoğunun pes etmesiyle sadece otuz kuş ile yollarına devam ederler ve vadileri aşarlar. Simurg’a ulaştıklarında ,tecelli edenin kendileri olduğunu ve kendilerinin simurgdan ,yani mâna bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp hayrete düşerler. Hâsılı makamda hepsi simurgda fâni olurlar. Artık ne yol kalır ,ne yolcu ne kılavuz…
SAFİYE TURAN
Altınoluk, 11.12.2015