Takva; sözlükteki anlamı ile "vikaye" yani gayet iyi korunup sakınmaktır. Tasavvufî olarak ise Allah'ın emrini tutup azabından korunmak, nefsî cezaya müstahak kılacak şeylerden sakınmaktır.
Takva, şeriatta iki manada kullanılır. Birinci mana; kişinin ahirette zararlı olabilecek her türlü şeyden sakınması ve korunmasıdır. Bu manada kişinin ibadeti de kendisine çeki düzen vererek haram ve helallere dikkat etmesi de Allah’tan korktuğu içindir.
İkinci mana; kulun, gönlünü Hak'tan gafil kılacak her husustan sakınmasıdır. Bu hal üzere olan kişi, Allah'ın cennetine girebilmek için ibadetlerine daha da özen gösterir. Nefsinin arzu ve isteklerini mümkün mertebe frenlemeye çalışır. Nitekim Cenâb-ı Hak: “Ey iman edenler, Allah'tan gerektiği gibi korkup sakının ve ancak Müslüman olarak can verin.” diye buyurmaktadır. (Bkz. Âl-i İmrân,102)
Tarikattaki takva ise; kulun bütün mevcudiyeti ile Hakk'a yönelmesi, Hak'tan bir an bile gafil olmamasıdır. Fakat kişinin kendi kendine Hakk'a yönelmesi çok zordur. Bunun sebeple kendisine, ahlakı ve yaşantısı Kur’an üzere olan nâtık-ı Kur’an sahibi bir mürşid bulmalıdır. Kişi, ancak bu sayede "emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker" ile hidayete erer ve takva sahibi olur.
Kişi, Hakk'a ulaşmayı arzu ediyorsa muhakkak bir mürşid-i kâmilden inâbe almalıdır. Bu sayede Hak ile batılı ayırabilecek bir anlayışa sahip olur. Ancak bu hususta kişinin mürşidine tam bir teslimiyet ile bağlanması şarttır. Nitekim Allah “Doğru yolu bulanların ise başarılarını arttırır ve onları takva sahibi yapar.” diye buyuruyor. (Bkz. Muhammed, 17)
Cenâb-ı Hak “Kim Allah'tan korkar ve sakınırsa Allah ona bir çıkış imkânı sağlar ve ummadığı, hesaplamadığı bir cihetten onu rızıklandırır. Kim Allah'a güvenirse, Allah ona yeter.” diye buyuruyor.(Bkz.Talâk, 2-3) Demek ki kişinin nefsi ile vicdanı arasında her ân tetikte olması gerekiyor. Kişinin gün içerisinde karşılaştığı her türlü hal ve harekette öncelediği hep Rabbi olmalıdır ki takvanın olgunluğuna erişebilsin. Nitekim Cenâb-ı Resûlullah bir hadislerinde: "İnsanların birbirlerine üstünlüğü ancak takva iledir." diye buyurmuşlardır.
Takva sahibi olan kişi nefsinin kötü sıfatlarından arınmaya başlar. Artık onda gurur ve kibir olmaz. Nitekim ehlullah: "Kibir ve gurur insanın beline bağladığı taş gibidir. Onunla ne uçabilirsin ne de yüzebilirsin." diye buyurur.
“Nefsinin terbiyesi ile meşgul olanların gönüllerine Allah bir sıcaklık verir de onları kendisine doğru çeker.” (Bkz. Şûrâ,13 - Meryem,96) Bu ayet bizim için büyük bir müjdedir. Bizi gayrete getirecek, bizi heyecanlandıracak, bize özümüzü bildirecek bir mükâfattır. Bizi Hakk'ın sevgisine, ilâhî aşka götürür.
Hakikatteki takva ise yokluk âlemidir. Fenâfillah âleminden, bekabillah âlemine hicret etmektir. "fe semme vechullâh (vechullâhi)” ayeti hükmünce Hakk’ın nuru o insandan açığa çıkmaya başlamıştır. (Bkz. Bakara, 115)
Artık o kulun gönlü, dünyada kendisini Hak'tan uzaklaştıracak hiç bir şeye meyletmez. Gönlünde Hak'tan başka hiçbir şeye yer vermez. Zira O'nun ef'âli de, sıfat'ı da, zat'ı da Hakk'a nispet olmuştur. "O artık kendi nefsinden hiç bir şey konuşmaz. (Bkz. Necm,3) O, Hakk'ın tecellilerinde hayır veya şer diye bir şey düşünmez. Hiç bir şeyden korkmaz, mahzun da olmaz. (Bkz. Yûnus,62)
Yokluk âlemi demek, bedenin toprak olup çürüyüp gitmesi demek değildir. Yokluk âlemi kulun gönlünde “ben, benim, bana” kavramlarının yer bulmaması demektir. O gönülde Hak'tan gayrı hiç bir şeyin olmaması demektir.
Bundan sonra bir de marifette takva vardır ki burası ehlullah, veliyullah makamıdır. Bu makamdan da ancak ehlullahın bizlere anlattığından anlayabildiğimiz kadar bilgi sahibi oluruz.
Mevlâ’m, bizleri gönül ehli olanlarla haşr eylesin.
Mevlâ’m, bizlere gönül ehli olanlarla birlikte mürşidimizin gönlüne girmeyi nasip eylesin.
Rabbim, bu yolda say ve gayretlerimizi arttırsın.
Rabbim, yâr ve ayânımız olsun.
Enver EFE
22.04.2014 İstanbul