Ordusunu son birkez gözden geçirdi. Atlıları sağ tarafa, okçuları ön tarafa, piyadeleri arka tarafa ve zırhlılarıda sol tarafa özenle dizdi. Hepsi şehit olmak için canlarını feda etmeye hazırdılar. Sayıları az da olsa cesaretleri vardı. Uğrunda savaşmaları için bir amaçları vardı. Mahzun bir şekilde ellerini açtı ve kıbleye dönerek: “Ey Allah’ım! Bana vaat ettiğini yerine getir. Ey Allah’ım! Eğer ehl-i İslamdan olan bu grubu helâk edersen yeryüzünde artık sana hiçbir zaman ibadet edilmez!” Allah Resulü böyle dua ediyordu Bedir’de.
İslâm ordusunun müşriklerle ilk savaşıydı bu. Üçyüzonbeş kişilik bir orduya karşı, binelli kişilik bir ordu vardı karşılarında. İslâm’ın geleceği, dinin bekası bu savaşın neticesine bağlıydı. Allah Resulü bu duayı devamlı okuyordu. Bu halisane duanın özündeki tek amaç; İslâm’ın bekası, dinin devamlılığıydı.
Allah, bu samimi duayı yapan Habibine “ Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O’da peş peşe gelen bin melek ile size yardım edeceğim diyerek duanızı kabul buyurdu. Allah bunu sadece müjde olsun ve kalbiniz yatışsın diye yapmıştı.” diye buyurdu.(Enfal, 9-10)
Ali İmran suresinin 13. Ayetinde bu konu ile ilgili detaylı bilgiler vardır.
Üzerinde dedesinin hırkası vardı. Dedesinin sarığını başına doladı. Babasının düşmana korku salan kılıcı elindeydi. Üzerine bindiği eşi bulunmaz cins atı da babasından yadigârdı. Heybetinden ve azametinden müşriklerin kalbine korku salan amcası Hz. Hamza’nın kalkanı diğer elindeydi.
Bütün dostları, can yoldaşları, akrabaları ve evlatları gözlerinin önünde birer birer şehit olmuştu. Yinede cesur ve mağrur bir duruşla savaş meydanına girdi. Sayıları onbinden fazla bir orduya karşı tek başına kalmıştı. Dedesi gibi kararlı ve azimli, babası gibi mert ve cesur, amcası gibi (Hz.Hamza) yiğit ve kahramandı. Karşısındaki orduya seslendi: “Ey zalimler ordusu! Bu üzerimdeki hırka ve başımdaki sarık bana dedem Hz. Muhammet’ ten armağandır. Üzerine bindiğim at ve elimdeki kılıç, Allah’ın Aslanı babam Hz. Ali’nin hediyesidir. Elimdeki kalkan ise Mekke’nin en cesuru, amcam Hz.Hamza’nın kalkanıdır. Yeryüzünde Peygamber hanesinde yetişen benden başka kimse kalmamıştır. Benden başka Peygamber torunu bulamazsınız. İşgal ettiğiniz makam (hilafet) dedemin makamıdır. Peygamber hanesine ve bana yaptıklarınız reva mıdır?
Bu sözleri duyan herkes utancından başını öne eğdi. Hz. Hüseyin: “Ya Rabbi benim davam mal, mülk, saltanat davası değildir. Benim davam, İslâm’ın bekası içindir. Eğer ben Yezid’e biat edersem O’nun hilafeti meşru olur. Sonra da o dini istediği gibi tahrif edip amacından ve “tevhit”ten uzaklaştırır. Ya Rabbi, bu meydanda binlerce Hüseyin feda olsada sen İslâm’ı baki kıl.” diye dua etti.
Hz. İmam Hüseyin’in bu duası, dedesinin Bedir’de yaptığı dua gibi halisane bir duaydı.
“Şu iki grup, Rabbleri hakkında çelişen iki hasımdır. İnkâr edenler için ateşten bir elbise dikilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir.” (Hac, 19)
Birinci Dünya Savaşı ( 1914 – 1918 )
1914 Yılı başında Said Halim Paşa (Başbakan) kabinesinde büyük değişiklikler olmuş, rütbesi yarbaylıktan generalliğe yükseltilen Enver Paşa Harbiye, (Kara Kuvvetleri) İstanbul Muhafızı (Emn. Md.) Cemâl Paşa da Bahriye (Deniz Kuvvetleri) Nezaretine getirilmişti. Talât Paşa zaten Dâhiliye (İç işleri bakanı) Nazırı olduğu için, Devlet idaresi artık bu üçlünün elindedir.
2 Ağustos 1914’te, Sadrazam (Başbakan) ve Hariciye (Dışişleri Bakanı) Nazırı Said Halim Paşa, Talât Paşa ve Meclis Reisi (Meclis Başkanı) Halil Bey ile Almanya’nın İstanbul Büyük Elçisi Baron VonWangenheim arasında gizli bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu antlaşmadan Sultan Mehmet Reşat’ın,diğer hükümet üyelerinin (Bakanların) ve Meclis-i Mebusan’ın (Diğer Millet Vekilleri) haberi olmamıştır. (bkz. Türk ve İslâm Ansiklopedisi)
Almanya ile yapılan bu ittifak antlaşmasıyla, zaten İngiliz’lerle savaşmakta olan Almanya’nın tarafın da olduğumuzu kabul edip durduk yerde kendimizi Birinci Dünya Harbi’nin içinde bulduk.
ÇANAKKALE ZAFERİ
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı. (Kastamonu Anonim)
Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli çarpışmaları Çanakkale’de cereyan etti. İtilaf Devletlerinin denizden ve karadan yaptığı müthiş taarruzlar, Türk askerinin “iman dolu göğsünde” eriyerek tarihin en büyük kahramanlık destanını yazdı.
İngiliz ve Fransız filolarının Çanakkale Boğazına ilk hücumu 3 Kasımda oldu. Nihaî ve katî taarruz ise 18 Mart 1915 günü başladı.İngiliz ve Fransızlara ait olan dünyanın en modern ve donanımlı savaş gemileri Çanakkale ve kıyı sahillerini bombalayarak ilerledi.
Çanakkale Savaşları güney ve kuzey cephe olarak ikiye ayrılmıştı. Güney Cephe Komutanı Cevat Paşa deniz savaşları, kuzey cephe ve Anafartalar komutanı Yarbay Mustafa Kemâl (Atatürk) ise kara savaşları kumandanı idi.
Bizler bu yazımızda Çanakkale Savaşları’nın askerî kısmını değil, manevî tarafını tefekkür edelim. İngiliz’ler Osmanlı’dan birer birer ayrılıp bağımsızlığını kazanan Arap ülkelerini, ‘sizi Türklerden kurtaracağız, hilâfeti tekrar size vereceğiz’ diye kandırıyordu. Osmanlı İmparatoru Sultan Reşat, aynı zamanda bütün İslâm âleminin de halifesiydi. Halifeliğin önemini bilen İngiliz’ler, Hilâfeti Osmanlı’dan alıp kendilerinin seçtiği bir Arap Kralına vermeyi planlıyordu. Bu sayede Ortadoğu’nun bütün yeraltı zenginliklerini zahmetsiz bir şekilde alacaklardı. Nitekim bu emellerinin hemen hemen hepsini Mondros ve Sevr antlaşmaları ile elde ettiler.
Hilâfetin elden gideceğini anlayan Osmanlı Ordusu ‘yetiş ya Muhammed din elden gidiyor’ aşkı ile Çanakkale’de başarılı oldular.
Savaş esnasında İngiliz donanması bitirici hamleyi yapmak için hazırlık yapıyordu. Bundan bir gece evvel Kumandan Cevat Paşa rüyasında Hz. Muhammed Efendimizi gördü. Peygamberimiz, cephaneliğin bir köşesinde işe yaramaz diye ayrılan 26 adet mayını işaret ederek bunları kendisinin gösterdiği yere dizmelerini söyledi. Paşa heyecanla uyanıp hemen Nusret Mayın Gemisi kumandanını yanına çağırdı ve O’na her şeyi olduğu gibi anlattı. Subaylar sevinç içinde o gece mayınları Peygamberimizin söylediği yere ve yine O’nun tarif ettiği şekilde denize döşediler.
Gerçektende sabaha karşı hücum eden İngiliz ve Fransız gemileri teker teker bu mayınlara çarptı. Kimisi battı, kimisi de büyük yaralar alarak geriye döndü. Bunu gören İngiliz Amiral gemisi hem olanlara hayret etti, hem de yoluna devam etti.Bu son gemiyide Seyit Onbaşı imkânsızı başararak “Ya Allah Bismillah, yetiş ya Muhammed diyerek 215 kilo ağırlığındaki dev mermiyi tek başına kaldırıp namluya sürdü. ”Bismillâh” deyip namluyu ateşlediğinde İngiliz donanmasının kalbi olan gemiyi boğazın derin sularına gömdü.
Boğazı deniz yoluyla geçemeyeceğini anlayan düşman, kara harekâtıyla saldırıya geçti. Bunun içinde Kanada, Hindistan, Yeni Zelanda ve Avustralya’dan kandırıp getirdikleri askerler ile kara harekâtını başlattılar. Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerine, ülkelerinin baş harfleri birleştirilerek “Anzaklar” denildi.
Bir lider doğuyor.
“Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” Mustafa Kemâl Atatürk
Kara harekâtının en mühim hadiseleri Anafartalar’da geçti. 19. Tümen kumandanı olarak bu cephenin yardımına koşan Yarbay Mustafa Kemâl, Arıburnu’nda düşmanı durdurdu ve Gelibolu yarımadasına hakim olan Kocaçimen tepesinin kaybını önledi. Mustafa Kemâl 6-7 Ağustos gecesi Suvla’dan çıkarma yapan düşman birliklerini bozguna uğrattı ve karşı taarruza geçti. 21 Ağustos’taki ikinci Anafartalar savaşını da kazandı. 27 Ağustos’tan itibaren siper savaşlarına geçildi. İtilâf Orduları, Çanakkale’nin geçilemeyeceğini anlayınca aralık ayında Anafartalar ve Arıburnu’ndan 1916 Ocak ayında da Seddülbahir’den çekip gitti.
Hikâye değil gerçek
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedir’in aslanları ancak bukadar şanlı idi. (Mehmet Akif Ersoy)
Her savaş sonrası olağanüstü hikâyeler anlatılır. Fakat Çanakkale’de yaşananlar şahitli ve ispatlı tamamen gerçek yaşanmış olaylardır.
Askerlerinin içindeki henüz 15 yaşında bir çocuğa gözleri takıldı Üsteğmen Faruk’un. Çocuğun tek özelliği saçlarının kınalı olmasıdır. Bu yüzden herkes onu kınalı diye çağırır. Kumandan sordu: “Oğlum adın ne senin? Çocuk:“Hasan.” Dedi. Komundan:“Nerelisin?” Çocuk: “Tokat, Zile’liyim kumandanım.” Komutan: “Senin saçların neden kınalı?” diye sorunca bilmiyorum ama anama mektup yazar öğrenirim kumandanım.” dedi.
Hasan dediğini yaptı. O gece anasına mektup yazıp saçlarına neden kına yakıldığını sordu. Aradan birkaç gün geçti. Hasan ve birçok arkadaşı cephede şehit olmuşlardı. Günler sonra Hasan’ın annesinden mektubun cevabı geldi.Kumandan mektubu açtı okudu; Selâm faslından sonra:“Oğlum, bizim memlekette üç şeye kına yakılır. Bir gelinlik kızlara, ailesine ve çocuklarına kurban olsun diye. İki kurbanlık koça, Allah’a kurban olsun diye. Üç askere giden yiğitlere, vatana kurban olsun diye. Hasan’ım oğlum, söyle Zabit Efendiye bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır. Bende seni evlatlarımın arasından vatana kurban adadım. “El Hükmü Billah.” Allah seni İsmail Peygamberin yolundan ayırmasın. Anan Hatice.”
Anam yakmış kınamı adak diye
Ben bu topraklar için kurban olmuşum.
Anamdan Allah’ıma son bir hediye
Kumandanım, Ben İsmail doğmuşum.
Üsteğmen Faruk Bey mektubu katlayıp cebine koyarken bir taraftan da gözyaşlarını siliyordu.
Bu mektubun orijinali Çanakkale Müzesinde bulunmaktadır.
Merhametin böylesi
Zaman zaman savaşın şiddetinden yorulan askerler ateşkes ilân eder ve kendilerine ait ölü ve yaralıları toplardı. Yine böyle bir ateşkes anında Fransız subay cepheyi gezerken bir Türk askerinin bir Fransız askeri dizine yatırarak yaralarını sardığını gördü. Fransız subayı tercüman vasıtası ile “Biraz önce öldürmek istediğin bu askere niçin yardım ediyorsun? diye sordu. Türk askeri:“Elinde yaşlı bir kadın resmi vardı, anladım ki anasıdır. Memleketimde beni bekleyen yok. İstedimki bu asker sağ salim annesine kavuşsun.” dedi. O sırada kumandan Türk askerinin göğsünü gördü ve hayretler içinde kaldı! Askerin göğsünde derin bir kasatura yarası vardı. Akan kanını durdurmak için yarasına ot tıkamıştı. Biraz sonra iki askerde kan kaybından öldü.
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber
Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber (Mehmet Akif Ersoy)
Sahra hastanesinde yatan yaralılar içinde birde düşman askeri vardı. Kendi dilince su diye inlemekteydi. İngilizce bilen doktor, hastasına bir bardak su ikram ederken düşman askeri üzerinde sakladığı kasaturayı doktora saplamaya başladı.
Ağır yaralanan doktor, acı ile kıvranırken birden dizlerinin üzerine çöktü. Gülümseyen bir yüzle ellerini uzattı. “Niye buralara kadar zahmet ettin Ya Resulallah, benim gibi bir âcize bu zahmetin değer miydi? Ben zaten sana geliyordum.”dedi. Ve biraz sonra şehit oldu. Allah Rahmet eylesin.
Böyle olaylardan ve üstat Mehmet Akif’in şiirindende anlıyoruz ki “Hubbul vatan minel iman” yani “Vatan sevgisi imandandır.” hadisi gereğince Allah için, din için, vatan için şehit olanların gerçek kabirleri Cenab-ı Resulullah’ın sinesidir.
”Siz, Allah yolunda ölenlere ölü demeyin. Zira onlar diridirler. Fakat siz bunu idrak edemezsiniz.” (Bakara 154)
ÖRNEK BİR DAVRANIŞ
Düşman askerlerinin annelerine hitaben; “Anneler, babalar çocuklarınız uzak diyarlar da öldü diye üzülmeyin. Artık O’nlar bize emanet edilmiş, bizim çocuklarımızdır.” (Mustafa Kemâl)
Japon ilim adamları çocuklarına Hiroşima’yı gezdirip Amerika’nın memleketlerine verdiği zararı yerinde gösterip anlatıyorlar. ‘İlimde ve teknolojide düşmanlarından önde olmazsan savaşta her zaman zorluk çekersin’ diyerek gençlerini ilime ve teknolojiye teşvik ediyorlar. Bizim de Böyle canlı bir müzemiz olsaydı Çanakkale’yi gezdiklerinde çocuklarımıza vatan sevgisini daha iyi anlatırdık dediler.
Bizler bu savaşta 253 bin şehit ve yaralı verdik. Düşman askerlerinin de 253 bin kaybı oldu. Fakat bizim askerlerimiz lise ve üniversite çağlarında idi. İlim ve bilim adamlarımızın, sanatkâr ve sanatçılarımızın çoğunun bu savaşlarda şehit olmaları sebebiyle üniversitelerimiz çok uzun seneler mezun verememiştir.
İslâm dünyasında üç önemli savaş vardır. Bunlar Bedir savaşı, Kerbelâ savaşı ve Çanakkale Savaşıdır. Çünkü İslâm Dini’nin selâmeti bu savaşlar neticesinde kazanılmıştır. Bundan dolayıdır ki, her yıl bu savaşların hatıraları heyecanla yadedilmektedir.
Değerli dostlar; bizler sık sık Çanakkale şehitliğini ziyaret edelim. Çocuklarımızı, torunlarımızı, komşularımızı, akraba ve arkadaşlarımızı da bu konuda teşvik edelim. Zaten son yıllarda Türkiye genelindeki belediyelerimiz, bu görevi lâyıkıyla yapıyorlar.
Bedir’den Kerbelâ’ya, Kerbelâ’dan Çanakkale’ye, Çanakkale’den günümüze kadar bu topraklar için şehit olanların cümlesinin ruhlarına EL-FATİHA
Enver EFE
İstanbul, 01.03.2015