Selam, s-l-m kökünden türemiştir ve Allah’ın sıfatlarından biridir. Anlamı; ayıp, kusur, afet, eksiklik, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden beri olan, yarattıklarını afet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demektir.
Essalâtü Vesselâmü Aleyke ya Resûlallah, salât ve selam senin üzerine olsun ey Allah’ın Resûl’ü
Essalâtü vesselâmü aleyke ya Habîballah, salât ve selam senin üzerine olsun ey Allah’ın sevgilisi
Essalâtü vesselâmü aleyke ya seyyidel evvelîne vel ahirîn, salât ve selam senin üzerine olsun ey seyyitlerin, sadıkların ve nebilerin evvel ve ahiri.
Selam Allah’ın sıfatlarındandır. En güzel isimlerinden biridir. Nitekim namazlarımızda ”entesselamu ve minkesselam” yani “Allah’ım, selam sensin, selamette sendendir” demekteyiz. Demek ki her selam verişimizde hem Allah’ı zikrediyoruz hem de O’ndan esenlik ve selamet diliyoruz. Çünkü selamet, Allah’ın kullarına bir ihsanıdır.
Nitekim cennetin bir ismi de Darüsselam yani selamet yurdu; Kâbe’nin bir ismi de Beytüsselam yani selamet evidir.
Cenâb-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de kendisini tarif ederken ”De ki; O öyle bir Allah’tır ki O’ndan başka Tanrı yoktur. O, mülkün sahibidir, son derece mukaddestir, selamete erdirendir, güveni sağlayandır, görüp gözetendir, üstündür, zorludur, büyüklükte eşi olmayandır.” diye buyuruyor. (Haşr-23) Allah bu özelliklerinden bazılarını kullarının üzerinde görmek ister.
Bunun da en büyük ve en güzel delili Cenâb-ı Resûlullah’tır. Çünkü O, Muhammed-ül emindir. O, selamete erdirendir. O, gönüllere şifa ve huzur verendir. O, bizi gözetendir. O’nun yanında insan kendisini güven ve emniyette hisseder. Bizim için üzülen, bizim için endişelenendir.
Dualarımıza Cenâb-ı Resûlullah’ın ismi şerifini önceleyerek başlamazsak dualarımıza icabet olmaz. Onun içindir ki sık sık peygamberimize salât-ü selam getiririz.
Demek ki Cenâb-ı Resûlullah Allah’ın aynası imiş. Ayna dediğimizde aklımız cam aynalara takılmasın. Ayna; yansıtan, göründüğü yer demektir. Bu konuda yanlış zan ve fikirlere kapılmayalım. En güzel ayna, insan-ı kâmil aynasıdır. Çünkü Allah’ın muhabbeti ancak Cenâb-ı Resûlullah’ın lisanı ile, insan-ı kâmil mazharından insanlara anlatılır
Selam, tatlı dilli olmaktır. Yahudiler döneminde Hz. Peygamber ile karşılaşanlar O’na ‘sana ölüm olsun anlamına gelen essamu aleyke şeklinde selam veriyorlardı. Hz. Peygamber, onların bu kaba selamlarına size olsun anlamına gelen ‘aleyküm’ diye cevap vermekle yetinir, edepli ve yumuşak tavrını değiştirmezdi. Bu arada inen bir ayetle Yahudilerin bu tavrı kınandı ve cehenneme girecekleri bildirildi. (Mücadele-8)
Günlük yaşantımızda karşılaştığımız kişilere -tanıyalım veya tanımayalım- sabahları günaydın, akşamları iyi akşamlar, çalışan birine kolay gelsin, bir esnafa hayırlı işler dilemek de selamın çeşitlerindendir. Aynı zamanda o kişiye güven ve moral vermektir.
Eğer bize selam veriliyorsa biz o selamın karşılığını en güzel şekilde vermeliyiz. Verilen selamı güler yüzle almalı ve selamı vereni önemseyerek tatlı dille o kişiyi selamlamalıyız. (Nisa-86) Çünkü selam vermek sünnet ise selamı almak da farzdır.
Selam duadır. Selamı tam olarak söylediğimiz zaman şöyle demiş oluruz: “Esselamu aleyküm ve Rahmetullahi ve berekatü” yani “Ey dostum, Allah’ın sıhhati ve selameti gönüllere, hanelere inen rahmeti ve sofralara inen bereketi senin üzerine olsun.”
Ve biz de bu duaya karşılık o kişiye: “Ve aleyna aleykümüs salâtü ve Rahmetullahi ve berekatü” yani “Ey dostum, Allah’ın sıhhat ve selameti, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun.” Deriz
Değerli dostlar böyle bir duayı günde kaç kişiden alıyoruz. Böyle bir duanın önem ve bereketini biraz düşünsek ve tefekkür etsek bu duanın açılımı en güzel şekilde bizden ve hanemizden hâl olarak açığa çıkar.
Sevgili peygamberimiz bir hadislerinde: “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin olsun ki siz iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz.Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir haber vereyim mi ? Aranızda selamı yayınız.” diye buyurmaktadır. (Müslim 54/ 93, Ebu Davud 5193, Tirmizi 2828, İbni Mace 68, Buhari Edebu’l-Müfred 980)
Demek ki birbirimizi Allah’ın murad ettiği gibi sevebilmemiz için aramızda selamı yaymamız farz imiş. Peki selamı aramızda nasıl yayarız? Mademki selam, selamet demek o zaman bizler gittiğimiz her yere sevgi aşılamalıyız, gittiğimiz her yere huzur götürmeliyiz, gittiğimiz her yere Allah ve Resûlü’ünün muhabbetini ulaştırmalıyız.
Gittiğimiz hiçbir yere nifak ve bozgunculuk götürmemeliyiz. Arkamızdan ‘nereden geldi huzurumuzu bozdu’ dedirtmemeliyiz. Gittiğimiz her yerde herkes bizden emin olmalı. Asıl dikkat etmemiz gereken husus ise gittiğimiz yerin sırrını, zaaflarını ve dedikodusunu bir başka yerde yapmamalıyız. Bu büyük bir adapsızlık ve terbiyesizlik olur. Sonra bizim ne eminliğimize ne de dostluğumuza güven duyulur.
Selam; dostluktur,barıştır. Değerli dostlar, bizler öncelikle kendi dostluğumuzu bir düşünelim. Dostluk iddiasında bulunuyorsak önce kendi hanelerimize bir bakalım.
Eğer soframızda misafirimiz yoksa bilin ki bu paylaşmayı ve ikram etmeyi sevmediğimizdendir. Hanelerimize gelen yoksa kimseyi davet etmediğimizdendir. Kapımızın veya telefonumuzun zili çalmıyorsa kimseyi arayıp sormadığımızdandır. Gönlümüzde birinin özlemi ve hasreti yoksa hiç kimseyi dost edinmediğimizdendir. O halde tekrar tekrar düşünüp tevbe istiğfar edelim. Bu ilgisizliğin ve sevgisizliğin nedenlerini araştırıp Allah’tan yardım isteyelim.
Bu halis dualar karşısında Rabbim bizim karşımıza muhakkak bir dost çıkaracaktır. Dostumuzun kim olduğunu anlamanın en kolay yolu ise hadis-i şerif ile bizlere gösterilmiştir: ”Gördüğünüz de size Allah’ı hatırlatan, konuştuğunuzda bilginizi arttıran, ilmiyle de size ahireti hatırlatan, sizin için en iyi arkadaş (dost) tır.”
Selam; sevgidir, kardeşliktir.
Değerli dostlar, Hak yolunda emin adımlarla ilerleyebilmemiz, işimizin kolaylaşabilmesi ve zorlukları aşabilmemiz için bizim birbirimize ihtiyacımız var. Bunun da en güzel şekli Hak yolunda tanış olalım, Hak yolunda Hak için birbirimizi sevelim.
Etrafımıza baktığımız zaman halinden, ilminden ve sevgisinden faydalanabileceğimiz birçok kardeşimiz var. Bunlardan kimisi “Sibirya” gibidir. Herkes nerede olduğunu bilir fakat kimse oraya gitmek istemez. -biz ondan olmayalım inşallah- Kimisi “ilaç” gibidir. Ancak gönlümüz hasta olduğu zaman onu ararız. Kimisi “Mekke” gibidir. Yanına gittiğimiz zaman içimiz huzur ile dolar, sakinleşiriz. Kimisi “tatil yeri” gibidir. Yanına gittiğimiz zaman hoşça vakit geçiririz. Ama biri vardır ki “hava” gibidir, “su” gibidir.Onsuz yaşayamayız. O’nu görmeden, sesini duymadan, cemalini seyretmeden, O’nu zikredip düşünmeden duramayız.
Dostlar arasında selamlaşmak bu kadar güzel iken bu selamlaşmanın üstünde daha güzeli Allah’ın kullarını selamlamasıdır ki bu selam ile muhatap olan âşık, o sesin ve cemalin şevki ile kendinden geçer. Allah kullarına bu selamı nebileri, velileri, uyarıcıları ve müjdeleyicileri vasıtası ile verir.
Nitekim Cenâb-ı Hak Tâhâ-47’de “Selam olsun hidâyete tâbi olanlara” diye bizleri müjdeliyor. Bu tâbilik, O’nun ayetlerini, ahkamını ve bizden istediklerini bize anlatan, bizi uyaran, bizi irşad eden mürşid-i kâmillere uymaktır. Bir mürşide tâbi olup ahde vefasında sadık kalanları ve kavlinden dönmeyenleri Rabbim “selamün kavlen mirrabbirrahim” ile selamlamaktadır. (Yâsin 58)
İslamiyet’te her şeyin bir adap ve erkanı olduğu gibi selam vermenin de bir adabı vardır. Bizden başka kimsenin olmadığı, boş bir odaya girdiğimizde dahi yine de kendi duyacağımız kadar bir sesle selam vermeli ve yine kendi selamımızı kendimiz almalıyız. Bir mezarlık yanından geçerken yine oradaki mevtalara ‘esselamu aleyke ya ehl-i kabir’ demeli ve yine kendi selamımızı kendimiz alıp ‘ve aleykümüsselam ya ehl-i dünya’ demeliyiz.
Ayrıca yolda karşılaşanlardan altında bineği olan yaya olana, yokuş aşağı inen yokuş yukarı çıkana, düz yolda ise yaşlı olanın genç olana selam vermesi sünnettir.
Kendi hanelerimizden içeri girdiğimiz zaman da çoluk çocuğumuza selam vermeliyiz ki hem onları selam ve duanın bereketi ile müjdeleyelim hem de onlara selam vermeyi adet haline getirmelerini sağlayalım.
İslamiyet selama bu kadar önem vermesine rağmen bazı durumlarda selam vermeyi mekruh sayar. Örneğin: Sofrada yemek yiyen birine selam verilmez, sadece afiyet olsun veya bereketli olsun denir. Kur’an okuyan kişiye, namaz kılan kişiye, vaaz veren hatibe, uyuyan kimseye, lavaboda olan kişiye selam verilmez.
Ancak bu kimseler bu fiilleri tamamlayıp normal vaziyete geçtikleri zaman selam verilir. Örneğin namaz kılan birinin namazı bittiği zaman ona selam verilir.
Rabbim, bizleri selamsız bırakmasın.
Rabbim, bizleri selamı yaygınlaştıranlarla birlikte haşreylesin.
Rabbim, bizlere selamlaşmayı sevdirsin.
Rabbim, cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Enver EFE
08.06.2014 İstanbul