Tevhid-i Ef'â’lin tarifi; enfüs ve âfâkta, hareket ve sükûnette görünen bütün fiillerin fâili Allah'tır. Enfüs kendimize, âfâk ise bütün âleme tabir olunur. Hareket kıpırdayış; sükûnet ise duruş demektir. Cenâb-ı Hak, bu âlemde fiilini iki hal mertebe ile izhar etmektedir. Biri hareket diğeri sükûnettir. Şu halde suların akması, kuşların uçması, insanların, hayvanların ve arabaların yürümesi, dağların duruşu vesaire Hakk'ın fiilleridir. Bizim elimizden işleyen Hakk'ın fiilidir, işidir.
Kalem, elimize aldığımız zaman kendi kendine yazmaz. Süpürge, elimize aldığımız zaman kendi kendine süpürmez. Bunlar Hakk'ın bizim elimize verdiği kuvvet ve kudretle harekete geçer. Şu halde bütün âlemde gördüğümüz hareketler Hakk'ın kudreti ile olmaktadır. Bizi ve fiillerimizi yaratan Hak Teâlâ hazretleridir. Şu ayet-i kerime bunu ispat eder: Esteûzübillah Bismillah "Vallahu halekaküm vema ta’melun" yani "Sizi ve sizin fiillerinizi halk eden Cenâb-ı Hak'tır."
Bizim fiilimiz yoktur. Her şeyin Hakk'ın dilemesi ile olduğuna iman edeceğiz. Nitekim Amentü billahi’de; "Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minellahi Teâlâ" demekteyiz. Bizim, hayır ve şer fiil işlemeye iktidarımız yoktur. Sâlikin fiil-i ihtiyarisi yoktur. Cenâb-ı Hak dilediğini işler ve halk eder.
Şimdi burada bir soru ile karşılaşıyoruz: Mademki Cenâb-ı Hak fâil-i muhtardır, dilediğini işler ve halk eder. O zaman kötü bir iş işlediği zaman kulun bu işten mesul olmaması icap eder. Bu sualin cevabı şudur; kul kötü bir iş işleyeceği zaman kalbinde kötülüğe meyil ve rıza hâsıl olur ve bundan dolayı da mesul olur.
Cenâb-ı Allah, fena ve batıl iş işlemez. Malumunuz Cenâb-ı Allah Zülcelâl ve Tekaddes Hazretleri kurduğu âlemini zatından sıfatına tecelli ederek insanla süslemiştir. İnsanlar; zat-ı âlinden beşeriyet âlemine Cenâb-ı Allah'ın sırrını anlamak, Allah'ta ifnâ-i vücut olup Allah'ı daima zikretmek ve Allah'a ibadet etmek için halk edilmiştir.
İnsan, kendini cürm-ü sâî zanneder. Hâlbuki insan âlem-i ekberdir. İnsanda âlemden büyük bir âlem vardır. O halde insanlığını bil!!! İnsanlığını bilmezsen huzur-u Resûlullah'ta mahcup olursun.
Ey insan, ey âşıklar! Yolumuz Allah ve Muhammed yoludur, âşıklar yoludur. Yolumuz üçler, beşler, yediler ve kırklar yoludur. Bu yol; bütün âlemi ilm-i tevhid ile kalbimizde tevhid edip her zerreden Cenâb-ı Allah'ın, Cenâb-ı Muhammed'in tecelli ettiğinin farkına vararak şahit olmak yoludur.
Ey âşık, koş kâmiline. Varlığını kâmilinde ifnâ-i vücut et. Gözünden gören, kulağından işiten, elinden işleyenin fâil-i Hak olduğunu bil. Kâmilinde bütün kâinatın varlığını anla. Bu kâinatın mürşid-i kâmili bir tanedir. O da Cenâb-ı Resûlullah'tır. Bizler, onun sırrını Muhammed ümmetine izhâr etmek için vazifelendirilmişlerdeniz.
Ey âşık, kâmiline koş. Derdini kâmiline anlat. "Mutu kable ente mutu’’ sırrını anla. Kurân'daki ‘‘Hatemallâhu alâ kulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim gışâveh ve lehum azâbun azîm’’ ayetini kendinde tatbik ettir. Ey âşık, kalbini ameliyat ettir. Gözünü ameliyat ettir. Kulağını ameliyat ettir. Ettir ki kalbin Allah'ın nazargâhı olsun, kulağın Hakk'ın zikrini işitsin, dilin Hakk'ın kelamını söylesin.
Kur’an, Cenâb-ı Allah'ın ve Resûlulah'ın sırrıdır. Cenâb-ı Resûlullah da sırrı, hakikat-i Kur’an'la ifşa etmiştir. Kâmilinin gönlüne girip kâmilini kendinde var edebildin mi? Eğer gönlün mananın nuru ile meşgul değilse kalbin her şeyle meşgul olur. Bu durumda Allah'a nasıl vuslat edebilirsin, nasıl yaklaşabilirsin?
Varlığını pamuk çuvalının içersine düşen bir ateş gibi için için yakabildin mi? Kâmilinden himmet aldığın anda o pamuk çuvalına düşen bir ateş gibi için için yanıp da içini boşaltarak Cenâb-ı Allah'ın nazargâhı olabildin mi? Ruhun nazar-ı ilâhîden şifa bulabildi mi?
Kalbin ve ruhun zikrullah ile şifa bulabildi mi? Sen, Allah'ın rızasını kazanabilmek için Resûlullah'a gereğince yaklaşabildin mi? Bütün varlığını kâmilinin himmeti ile olgunlaştırıp o varlıkta Allah aşkını zuhura getirebildin mi? Ateş gibi yana yana varlığından geçebildin mi? Her baktığında, her gördüğünde, her konuştuğunda muhatabına arif olabildin mi? Kâmilinden aldığın himmet ile uyurken de uyanıkken de çalışırken de her an zikredebildin mi? Eksiklerini gidermek için kâmiline koş, derdini anlat, derdine deva dile.
Ey âşık, Kur’an-ı Kerim'de: " Elâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb (hasta kalpleri mutmain eden zikrullahtır) Zikrullahin şifaun kulûb (kalplerin şifası zikirdir)" diye buyurmuştur. Allah'ı zikretmek için fikret, tefekkür et, müşahede et. Tabi bunları yapmak için de yanmak lazım. Yan ey gönül yan. Kâmiline koş, derdini anlat ki Allah'tan şifa bulasın.
Bir genç, Bağdat’ta ihtiyar bir hekime gitmiş. Genç, "Doktor, hastayım. Bana göre bir ilacın var mı" diye sormuş. Hekim de "Var" demiş. Genç: "Ama ruhum hasta demiş." Hekim yine: "Var" demiş. Deva için yapması gerekenleri anlatmaya başlamış ve "Mâsivâyı gönül havanına koy, hayâ suyuyla yıka, aşk ateşiyle kaynat, zikrullah tokmayığla döv, Hamd kaşığıyla ye ki ruhun şifa bulsun." diye buyurmuş.
Bizler bu âlemde beşeriyet âleminde, suffiyet âleminde kör olarak gelir kör gidersek bizlere yazık olur. Uyanalım, arif olarak gidelim.
Ey âşıklar, ey ihvanlar, ey gönül dostlarım! Kur’an-ı Kerim'de "Benim zikrimden yüz çevirenlerin maişetlerini dar kılarım. Onları kıyamette âmâ olarak haşrederim." diye buyrulmaktadır. "Ben neden âmâ olarak haşr edildim, gözlerim görmüyor." sorusuna karşı Cenâb-ı Hak "Siz benim zikrimi unuttunuz. Ayetlerimi unuttunuz. Cemalime yaklaşmayı unuttunuz. Bende sizin gözünüzü açmayı unuttum." diye buyurmuşlardır.
Ey âşıklar, ey ehl-i ihvan, ey Ehlibeyit âşıkları! Gözümüzü açabilmek ve uyunabilmek için, dört anâsır-ı erbaadan müteşekkil olan vücudun Allah'ın varlığında fani olması gerekir. Bu vücudun ruhun bineği ve Allah'ın sırrının kabı olduğunu anlayalım. Cenâb-ı Zülcelâli ve Tekaddes Hazretleri, zatından sıfatına tecelli edip sırr-ı ilâhiyi izhar etmek için insanın sureti beşeriyesini meydana koymuştur.
Bir kere düşünelim! Hadis-i kutside: "Bana yaklaştığınız zaman sizin varlığınızı alır, diyetiniz ben olurum. O zaman elinizden tutan ben olurum, gözünüzden gören ben olurum, kulağınızdan işiten ben olurum, lisanınızdan söyleyen ben olurum, ayağınızdan yürüyen ben olurum." diye buyurmaktadır.
Bu durumda bizim neyimiz kalır ki. Bir insan; Tevhid-i Ef'âl'de fiilini fâile nispet ettiyse, Tevhid-i Sıfat'ta sıfatını mevsufa nispet ettiyse, Makam-ı Zat'ta vücudunu mevcuda nispet ettiyse o insanın elinin üzerinde Allah'ın eli vardır. O eli tutan, Hakk'ın elini tutmuş gibi olur.
Fakat Allah ayrı, kendimiz ayrı olursak; suret-i beşeriyede Allah'ın sırrının mevcut olduğuna gafil olursak, Allah Zülcelâl ve Tekaddes Hazretlerinin “Kuluma şah damarından daha yakınım.” ayet-i kerimesini idrak edemezsek âmâ gelir âmâ gideriz.
Oysa aradığımız bize bizden daha yakın ve her zerrede mevcut olandır.
Abdülkadir BİLGİLİ (Sebâtî)
İzmir, 1976