İnsandaki akl-i cüz, iradeyi cüz; akl-ı küllün ve iradeyi küllün yansımasıdır. Allah’ın vahdaniyeti, beyt-i mahfuzdan sırr-ı ilm-i ilâhîsinden sıfat âlemine tecelli etmese idi insanlar sıfatlanamazlar, zâhir âlemde kemâlat bulamazlardı. Mâ'dum, vücutsuz kalır, daima dalalette olurlardı.
"Fetteku ileyhi" vesileyle zatından sıfatına tecelli edince insanlar irili ufaklı, beyazlı siyahlı, uzunlu kısalı türlü esmalarla sıfatlara büründüler. Bu esmaları ve sıfatları giyinmek, imtihan âlemini ve devresini geçmek içindir.
İnsanlar, doğarken İslam fıtratı üzerine yani Müslüman olarak doğarlar. Fakat annesinin, babasının ve bulunduğu cemiyetin etkisi altında kalarak kendini bulunduğu cemiyetin akımına uyarlar. Ama müşrik olur, ama mümin, ama münafık.
Hz. Âdem’den bu ana kadar her gelen, bu âlemi seyran edip geçmiştir. Bizler de bu âlemi seyran edip geçmek için bu âleme geldik. Dönüş, Allah'adır. Bu âlem, bir geçiş köprüsüdür. Bu köprüden Hz. Allah, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt yoluyla geçilir.
Allah, Muhammed ve Ehlibeyt yolundaki mahkemeyi kübra insanın vicdanıdır. O zaman evvela vicdanına soracaksın. Bu geçit âleminden geçerken mahkemeyi kübra da hakikaten Cenâb-ı Allah'ın ve Resûlullah'ın ilâhî rahmetini ve feyzini yerli yerinde değerlendirip istifade edebiliyoruz mu?
Zâhiren şöyle bir dua vardır: “Üç yüz bin yıldır sıratımın köprüsü var. Anın bekçisi zebaniler, elinde ateş kamçısı. Bizi onlardan emin eyle Ya Rabbi!”
İşte bu zebani dediğimiz, bugün insanların kalplerinde gizlenmiştir. Bir hakikat yolcusunu dalalete düşürmek, bir hakikat yolcusuna iftira atmak, bir hakikat yolcusunu yolundan çevirmek için lazım gelen maniler hazırlanmaktadır. Bu yönde bizlerin inandığımız gaye uğrunda Cenâb-ı Allah’ın, Resûlullah'ın ve Ehlibeytin yolundan cemale koşmamız icab eder. Bu yolda ister namazını kıl, ister kılma. İster orucunu tut, ister tutma. İster Allah'ı zikret, ister etme. Sorumluluğun kendinedir. Mükâfatı da kendinedir mücâzâtı da kendinedir.
Bizim, ilm-i hakikat yolunda yürümek isteyene ışık tutmak mükellefiyetimiz var. Bu ışık; Cenâb-ı Allah'ın ilâhî rahmet ışığı ve Resûlullah'ın aşkıdır. Yürümek istemeyen de 'Kulillâhu summe zerhum fî havdıhim yel’abûn (yel’abûne)' ayetinin sırrına terk edilmektedir. (Bkz. En’âm,91) Bir cephede harp halindeyken yanında ölene bakabilir misin? Bakamazsın. Çünkü onunla meşgul olursan sen de öleceksin.
Muhterem ehl-i ihvan! Biz, cihat halindeyiz. Cenâb-ı Resûlullah öyle buyurmuştur: ''Ey nas! İşte küçük cihattan büyük cihada döndük.'' Büyük cihat, cehaletle mücadeledir. Gafletle mücadeledir. Zulmetle mücadeledir. Nefsinle mücadeledir. Eğer bu mücadeleyi etmezse insan menzile ulaşamaz.
Ayet-i kerimede beyan edildiği gibi bir insanın muhlis olarak Allah ve Muhammed yolunda tam bir sadakatle yürümesi, namazını ikame etmesi, zekâtını vermesi, hiçbir hurafeyi benimsemeyişini dikkate almak durumundayız.
İslam dini, gönül dinidir. İslam dini, merhamet ve muhabbet dinidir. İslam dini, sevgi dinidir. İslam dini, yardımlaşma dinidir. İslamî ahlâk, Muhammedî hal ve hareket, Ehlibeytî hal ve ahlâk, ilâhî nur ve aşk biz de mevcut olmadıkça kemâlata erişmek zordur.
Biz zannediyoruz ki ‘lâ fâile illallah’ demekle iş ve dava bitti. Dava bitmedi. Cenâb-ı Resûlullah'a kırk yaşında Kur’an nazil oldu, altmış üç yaşında bu âlemden sefer etti. Dava hâlâ bitmedi, bitmeyecek de. Bu dava, Âdem zamanında başladı kıyamete kadar da bitmeyecek. Bütün kavimler helak olsa yerine yine yeni kavimler halk edilse bu dava yine bitmeyecek.
İnsanlar, ilm-i ezelîden bir deniz dalgası gibi bu âleme zamanı geldikçe doğmaktadır. Bu insanların içerisinde mü’mini, münafığı, küfürbazı hepsi mevcut. Hepsi de bu âleme lazım. Herkes vazifesini yapacak. Akrep akrepliğini, yılan yılanlığını, aslan aslanlığını, insan insanlığını yapmak için bu âleme vazifeli olarak gelmiştir.
Bu âlemde her insanın türlü türlü vazifeleri vardır. Bizim vazifemiz; gönlümüzden bütün mâsivâları atıp Cenâb-ı Allah’ın ahkâmını ve hidayetini gönlümüzde yaşatmaktır. Resûlullah'ın ahlâkını ve erkânını hayatımızda yaşamakla insanlığa ve beşeriyete numune-i misal olmaktır. Her ne olursan ol -zengin ol, fakir ol- sen, insanlığa numune-i misal olarak gelmişsin. İnsan, meleklere dahi numune-i misaldir.
Şöyle âlemi temaşa edecek olursak Âdem Aleyhiselam'dan bu ana kadar bütün arz, güneş, ay, yıldızlar, melekler ve hatta şu teneffüs ettiğimiz havanın içerisindeki oksijen ve karbondioksit bile bizlere hizmet etmektedir. İnsanlık âlemine hizmet etmektedir.(Bkz. Câsiye,13)
Arzın ve tabiatın her bitkisi Allah'ın aşkıyla Allah'a teveccüh etmekte, yüzünü Allah'a çevirmekte ve Allah'ın kullarına gıda vermektedir. Bunlardan aldığımız besinlerin kuvvetiyle Allah'ı zikretmekte ve Allah'a ibadet etmekteyiz.
Şayet bir tarlaya ektiğimiz ekin güneşin ışınlarından ve rutubetten, havadan, sudan, hararetten faydalanmazsa mahsul olmaz. Sonucunda da düşkün ve bitkin kalırsak Allah'a olan vazifemizi ve vecibemizi yerine getirebilir miyiz? Getiremeyiz. Bir koyun; sütüyle, derisiyle, tüyüyle, etiyle insana hizmet etmektedir. Bir arazi; bitkisiyle, otuyla, sebzesiyle insana hizmet etmektedir. Bir ağaç meyvesiyle, her varlığıyla insana hizmet etmektedir. Biz ise insanlığa hizmet etmekten imtina ederiz.
Sabahın seherinde ormana bir bakalım. Bütün mahlûkat, boynunu bükmüş Allah'ın vahdaniyeti karşısında feryat etmektedir. Bütün bitkiler, Allah'a teveccüh edip lisan-ı hal ile Allah'ı zikretmektedir. (Bkz. Hadîd,1)
Ehli ihvan olan, ilm-i hakikat yolcusu olan Hak aşığına bu âlemin her zerresi, her an muhabbet etmektedir. Âşıklar, Cenab-ı Allah'ın vahdaniyetini, Cenabı Muhammed'in feyzini, ehlibeytin aşk ve muhabbetini zuhura getirmektedirler. Bundan dolayıdır ki ehl-i aşk olanlardan faydalanmalıyız.
Yarın, limandan kalkan bir gemi gibi varlık da vücut limanından ayrıldığı zaman olduğun yere yığılıp kalırsın. Seni kabire koyarlar. Evladın, malın, akraban burada kalır. Hiç kimse seninle gelmez. Benim dinim, benim imanım, benim mezhebim, benim kitabım deriz de bizimle ancak amellerimiz gelir.
Dinin Allah, kitabın Allah, mezhebin Allah, aşkın Allah ise her halin ve hareketin Allah'ın vahdaniyetine, Allah'ın zati ilahisinin tecellisine mazhar olmuşsa bunlar seninle beraber gelir. Allah'ın cemaline, cennet-i alaya ve arzu ettiğimiz menzile ulaş!
Ne kazanacaksak burada kazanalım, ne yapacaksak burada yapalım. Yarın toprağın altında hiç bir şey yapılamayacak. Gerek mana yönünden, gerek gönül yönünden, gerekse amel, sevgi ve muhabbet yönünden her ne kazanılacaksa burada kazanacağız.
"Levlâke levlâk lema halaktü’l eflâk" yani "Habibim, seni yaratmasaydım bu cihanı yaratmazdım." Habibim, seni nurumdan halk ettim. Senin nurundan da bütün kâinatı, beşeriyeti halk ettim. O halde meleği de, arzı da, seması da. Bütün varlık Muhammed'in nurundan halk edilmiştir. Ve insana hizmet etmektedir.
Bizler de hem gönül yönünden hem de insanlık yönünden hizmetimizi nasıl yaptığımızı vicdanen kendimiz murakabe ve tefekkür etmeliyiz. Acaba hakikaten bunu yapabiliyoruz muyuz?
Eğer insanlık, yiyip içip bu âlemi geçirmekse dağdaki mahlûkat da yiyor içiyor ve bu âlemi geçiriyor. İnsanlık, Allah'ı zikretmektir. İnsanlık, Allah'ın ilâhî rahmetiyle, Allah'ın ilâhî nur u aşkıyla yanmaktır. İnsanlık, Cenâb-ı Resûlullah'ın feyzinden ve şefaatinden bu âlemde iken faydalanmaktır. Ölünce şefaat bekleme, Cenâb-ı Resûlullah'tan. Bu âlemde iken şefaatini kazan, sonra Cenâb-ı Resûlullah'ın yanına git.
Cenab-ı Resûlullah: ''Yanımdaki Yemen’de, Yemen’deki yanımda'' diye buyurmaktadır. Bu âlemde Resûl u Ekremi idrak edemezsek, anlayamazsak, bu âleme âmâ gelip bu âlemden âmâ gidersek bizim insanlığımızdan ne faydamız olur. Malumaliniz, Kur’an-ı Kerim’de "Ve men a’rada an zikrî fe inne lehu maîşeten danken" yani “Benim zikrimden yüz çevirenlerin maişetlerini dar kılarım” diye buyruluyor. Yine Kur'an'da "Ve nahşuruhu yevmel kıyâmeti a’mâ" yani “Yarın kıyamette âmâ olarak haşrederim.” diye buyrulmaktadır. (Bkz. Tâhâ,124)
Kul, Cenâb-ı Hakk'a yalvarır: "Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ" yani “Ey benim Rabbim, ben âmâ oldum.” "Ve kad kuntu basîrâ(basîran)" yani “Gözlerim görmüyor artık.” (Bkz. Taha,125) Benim halim ne olacak deyip feryad ediyor. Şu an feryat edelim, bu âlemde feryat edelim. Bu âlemde Allah'ı zikredelim, bu âlemde yapılması lazım olan insanlık vazifelerini ve vecibelerini yerine getirelim. Yarın ahiret âleminde, anamızın, babamızın, evlad-ı ayalimizin bizi terk ettiği ve kimseden fayda olmadığı zamanda Allah, Cenâb-ı Resûlullah, Ehlibeyt ve gönül dostlarımızla beraber olalım. (Bkz. İnfitar,19 - Abese,34-36)
Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Siz beni zikretmeyi unuttunuz, benim ayetlerimi unuttunuz, benim emri ve dini vecibemi unuttunuz. Şimdi de ben sizin gözlerinizi açmayı unuttum." (Bkz. Tâhâ,126) Bir insan olarak unutulmak ne kadar da acı!..
Bu âlem bir geçit âlemi olmakla beraber hem vahdaniyet, hem cennet hem de ahiret âleminin bir tarlası misalidir. Yol buradan geçer. Her gelen buradan geçmiş. Her gelen bakmış ki bu âlemden eli kolu boş dönmüş gitmiş. Kimi menziline ulaşmış ve Allah'ın rızasını kazanmış. Kimi de kazanamamış, Allah'ın celaline mazhar olmuş ve dalalete düşmüş.
Cenâb-ı Hak bizleri ve bütün insanlık âlemini Cenâb-ı Resûlullah'ın ve Cenâb-ı Resûlullah'ı sevenlerin hürmetine, Ehlibeytin ve Ehlibeyti sevenlerin hürmetine bu gaflet uykusundan uyandırsın ve arif olarak bu âlemden geçelim.
Daha fazla konuşmayacağım. Senelerden beri size bu muhabbetleri ettik ve etmekteyiz. Günlerce, senelerce acı-tatlı şu âlemde birbirimizin çorbasını, kahvesini ve çayını içtik. Birbirimize acı-tatlı muhabbet ettik.
Gayet tabi birbirimizde hakkımız var. Bizim yolculuğumuz; hac yolculuğu, Hak yolculuğudur. Gitmek var dönmek yok, dönmek var bulmak yok misali. Bizde her kimin hakkı var ise bizlere hakkını helal etsin. Bizim her kimde hakkımız var ise bizden de helal olsun.
İkinci bir hususu daha hasbihal edelim. Bize bir emir vaki olursa İzmir dergahı bundan sonra!..
Abdülkadir BİLGİLİ (Sebâtî)
İzmir, 1976