20 Mart 2025
20 Ramazan 1446
halveti
MENÜ
SOHBETLER HAZRET-İ MUHAMMED'IN
(S.A.V) HAYATI
SEVGİLİ PEYGAMBERİM KUR'AN-I KERİM İLMİHAL İSLAM VE TOPLUM 40 HADİS HADİS-İ ŞERİFLER OSMANLICA SÖZLÜK RÜYA TABİRLERİ BEBEK İSİMLERİ ABDÜLKADİR BİLGİLİ
(SEBATİ) DİVANI
NİYAZİ MISRİ DİVANI HİKMETLİ SÖZLER KUR'AN-I KERİM ÖĞRENİYORUM KUR'AN-I KERİM (SESLİ ve YAZILI) SESLİ ARŞİV İLAHİLER KVKK ve GİZLİLİK POLİTİKASI
İSLAM ve TASAVVUF
TASAVVUFUN TARİFLERİ TASAVVUFUN DOĞUŞU TASAVVUFUN ANADOLU'YA GİRİŞİ HALVETİLİĞİN TARİHİ HALVETİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ HALVETİLİĞİN TÜRK TOPLUMUNDAKİ YERİ HALVETİYYE SİLSİLESİ PİRLERİMİZİN HAYATLARI MEHMET ALİ İŞTİP (VAHDETİ) ABDÜLKADİR BİLGİLİ (SEBATİ) İBRAHİM GÜLMEZ(KANÂATÎ)
EHLİ - BEYT
EHL-İ BEYT KİMDİR? EHL-İ BEYTİ SEVMEK
RESÛLULLAH'I SEVMEKTİR
EHL-İ BEYT EMANETİ RESÛLULLAH'TIR EHL-İ BEYTİN HALİ NUH'UN GEMİSİ GİBİDİR EHL-İ BEYT OLMAK HEM NESEBİ HEMDE MEZHEBİDİR
ONİKİ İMAMLAR
HZ. İMAM ALİ K.A.V RA HZ. İMAM HASAN-I (MÜCTEBA) HZ. İMAM HÜSEYİN-İ (KERBELA) HZ. İMAM ZEYNEL ABİDİN HZ. İMAM MUHAMMED BAKIR HZ. İMAM CAFER-İ SADIK HZ. İMAM MUSA-İ KAZIM HZ. İMAM ALİYYUL RIZA HZ. İMAM MUHAMMED CEVAD (TAKİ) HZ. İMAM ALİ HADİ (NAKİ) HZ. İMAM HASAN’UL ASKERİ HZ. İMAM MUHAMMED MEHDİ






Hazret-i Zahidiyye-i tarikatının piri İbrahim Zahid Geylani


İslâm âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir. İsmi İbrâhim, babasının ki Rûşen Emir'dir. Künyesi Ebü's-Safvet, lakabı Tâcüddîn'dir. Doğum tarihi bilinmeyen İbrâhim Zâhid-i Geylânî, Âzerbaycan'da bulunan Geylân nâhiyesine bağlı Siyâverû isimli köyde doğdu. 1305 (H.705) senesinde Geylân yakınlarında bulunan Lenger-i Künân denilen yerde vefât etti. Kabri oradadır.

İlim tahsiline Geylân'da başlayan İbrâhim Geylânî'nin, baba ve dedeleri de kendisi gibi ilim ve fazilet sahibi idiler.

Seyyid Cemâleddîn-i Ezherî, hocası Şihâbüddîn-i Tebrîzî'nin huzurunda kemâle gelip, insanlara İslâmiyet bilgilerini anlatmak üzere Geylân'a gitmesi emredilince, Geylân'a gelip yerleşti. Bu günlerde İbrâhim Zâhid çocuk olup, kitapları koltuğunda mektebe gidip geliyordu. Cemâleddîn hazretleri bir gün yolda, aynı şekilde mektebe gitmekte olan İbrâhim Zâhid'i gördü. Elini başına koyarak; "Hocam Şihâbüddîn, bizi buraya, bu mâsûm yavruyu yetiştirmek üzere gönderdi." buyurdu.

İbrâhim Zâhid-i Geylânî, zâhirî ilimlerde tahsilini tamamlamak üzere Şîrâz'a gitti. Orada zâhirî ilimleri ikmâl ettikten sonra, bâtın yolunda da ilerlemek için, Ehl-i sünnet âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olan Sa'dî-i Şîrâzî hazretlerinin huzuruna vardı. Ona talebe oldu. Onun sohbetleri bereketi ile yüce makamlara, üstün derecelere kavuştu.

Sâ'dî-i Şîrâzî hazretleri, bir gün İbrâhim Zâhid'e; "Evlâdım! Bizim yanımızdaki terbiyen tamam olmuştur. Bundan sonraki yetişmen ve yükselmen ise, Seyyid Cemâleddîn'e havale edilmiştir. Geylân'a git. Cemâleddîn'in hizmetinde bulun." dedi. Bundan sonra Geylân'a gidip, orada Lâhicân'da oturan Cemâleddîn hazretlerinin dergâhına vardı ve ona talebe oldu. Sohbet ve hizmetinden ayrılmadı. Burada, yüksek olgunluklara, üstün makamlara ulaştı.

Bir gün geçtiği bir yerde bulunan yabani otlardan biraz kopardı. O otların, elinde ham gümüş olduğunu görünce hayret etti. Hâlbuki onun, böyle şeylerde gözü gönlü yoktu. İstemezdi. Dünyalık şeylerin elde bulunmasını kabahat ve kusur sayardı. "Ne kabahat işledim ki böyle oldu?" diye ağlayarak secdeye kapandı. Tövbe ve istiğfar etti. Sonra yolunu değiştirip, başka tarafa gitti. Bu defa eline aldığı otların halis altın olduğunu görüp, sıkıntı ve üzüntüsü daha da arttı. Hemen hocası Cemâleddîn'in yanına geldi. Ağlayarak olanları anlattı. Yalvararak, bu hâlden kurtulmak istediğini, bunun için kendisine yardım etmesini istirham etti. İbrâhim Geylânî'nin anlattıklarını dikkatle dinleyen hocası şöyle söyledi: "Bu öyle bir hâldir ki, tasavvuf yolunda ilerleyen sâliki, böyle şeylerle tecrübe ve imtihan ederler. Sen bu imtihanı kazandın. Bütün nebî ve velîlerin rûhları ile birlikte, yerde ve gökte olan melekler ve bütün mahlukat, sana Zâhid dediler ve namını da Şeyh Zâhid koydular."

Zâhid, haram ve şüphelilere düşmek korkusuyla mubahların çoğunu terk eden, dünyaya ve dünyalık olan şeylere muhabbeti olmayan, kalbi bunlara meyletmeyen kimsedir.

Bir gün hocasının emri ile, tarladan bir çuval pirinci omuzlayıp dergâha getiriyordu. Bir ara çok yorulduğu için, çuvalı yere koyup birazcık dinlenmek istedi. Bu esnada, çuvaldan bir pirinç tanesinin düştüğünü gördü. Onu alıp ağzına atmak istedi. Fakat bir tane olmasına rağmen buna ehemmiyet verdi. Bununla imtihan edilmekte olabileceğini düşündü ve pirinç tanesini çuvala koydu. İbrâhim Zâhid, çuvalla birlikte dergâha geldi. Hocası Cemâleddîn hazretleri onu görünce; "Ey İbrâhim! Sözünde sadakat gösterdin. Ahdine vefa eyledin. Zâhid namına lâyık olduğunu ispat ettin." buyurdu.

Seyyid Cemâleddîn hazretlerinin huzurunda yetişip kemâle gelen İbrâhim Zâhid-i Geylânî, fetvâ verecek dereceye geldi. Evliyanın büyüklerinden oldu.

Hocası Seyyid Cemâleddîn, vefâtı yaklaştığında, İbrâhim Zâhid-i Geylânî'ye vasiyet edip buyurdu ki: "Vefâtımdan sonra, insanlara faydalı ve onların hidâyete kavuşmalarına vesile olmak maksadıyla, memleketinden tarafa git. Orada taşlık ve dağlık bir bölge görür ve dağ içinde bulunan bir vadiye ulaşırsın. O vadi sık ağaçlarla kaplıdır, içine girip yol almak mümkün değildir. O ağaçların yanına vardığında, selâm verirsin. Ağaçlar, hâl lisanları ile senin selâmına cevap verirler ve ikiye ayrılıp sana yol gösterirler. Orayı da geçtikten sonra karşılaştığın yer, senin hizmet yerin olsun." dedi. Bunları dikkatle dinleyip; "Baş üstüne." diye karşılık veren Zâhid-i Geylânî, hocasının vefatından sonra, aynı tarif edilen şekilde gitti. Her şey hocasının bildirdiği gibi oluyordu. Nihayet bildirilen yere vardı ve orada yerleşti. Burada uzun seneler hizmet ile meşgul olup, insanlara faydalı oldu. Birçok kimsenin hidâyete kavuşmasına vesile oldu.

Nefse uymamakta çok gayretliydi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri de namaz kılmakla, Kur'ân-ı Kerîm okumakla, Allahü Teâlâ’yı zikretmekle vakit geçirirdi. Hiç uyumazdı. Gündüzleri oruç tutmakla birlikte, tarlasında çalışır, boş durmazdı.

Hacı Ali isminde bir zât şöyle anlatır: "Şeyh Zâhid diye bilinen İbrâhim Zâhid-i Geylânî ile birlikte bir gemide yolculuk ediyorduk. O zamana kadar ben kendisini şahsen tanımıyordum. Fakat hâlinden derviş bir zât olduğu anlaşılıyordu. Gemide bir köşede oturuyor ve kimseye karışmıyordu. Bir ara bir fırtına çıktı. Gemi sallanmaya başladı. Hepimiz batacağız zannettik. Bu hengâmede, yine bir köşede sakin sakin oturmakta olan İbrâhim Zâhid'in yanına vardım. Kendisine; "Ey şeyh, böyle tehlikeli bir anda, bir köşede oturacağınıza, bir şeyler yapıp, kurtulmamıza vesile olsanız, olmaz mı?" demeyi düşünüyordum. Hemen yerinden kalkıp, gemicinin yanına geldi. Dümeni eline aldı ve çok güzel idare etmeye başladı. Onun dümeni eline almasıyla fırtına sakinleşti ve gemimiz düzgün gitmeye başladı.

İbrâhim Zâhid bana hitâben; "Ey Hacı Ali! Gemi böyle kullanılır değil mi?" dedi. Ben de; "Evet." dedim. Biraz sonra salimen karaya ulaştık. Gemide bulunanlar dışarı çıktılar. Ben de çıktım. İbrâhim Zâhid'in yanına yaklaşıp selâm verdim. "Ve aleyküm selâm ey Hacı Ali Erdebîlî!" dedi. Ben ellerine sarılıp; "Beni nasıl tanıdınız? İsmimi ve nereli olduğumu nereden öğrendiniz?" dedim. "Allahü Teâlâ’nın izni ile gönlünden geçeni bilen, ismini ve memleketini bilmez mi?" diye cevap verdi. Bunun üzerine; "Allahü Teâlâ, Evliyasının gözlerinden perdeyi kaldırır ve gizli şeyleri onlara gösterir." sözünü hatırladım.

Şerefüddîn isimli bir zât şöyle anlatır: "Âdetimiz olduğu üzere, bir arkadaşım ile beraber İbrâhim Zâhid'i ziyarete gidiyorduk. Yanımızda, ona hediye olarak götürecek bir şeyimiz yoktu. Bu endişeyle yola devam ederken, Geylân Nehri kenarına geldik. O sırada nehrin sularının kabardığını, büyük bir balığın sahile vurduğunu hayretle gördük. Biz, gözümüzün önünde bir anda meydana gelen bu hâl karşısında hayrette iken, nehrin suyu tekrar sakinleşti. Bizim hayretimiz daha da arttı. Balığı alıp hocamıza hediye götürmeye karar verdik. Vardığımızda, bizi huzuruna kabul etti. İltifat ederek hediyemiz olan büyük balığı aldı ve mutfağa gönderdi. O balığı pişirdiler. Orada bulunan herkes yiyip doyduğu hâlde, balığın eti bitmemişti. Yemekten sonra sohbete başlayan İbrâhim Zâhid hazretleri, söz sırasında buyurdu ki: "Tam bir teveccüh ile Allahü Teâlâ’nın veli kullarına yönelenler, Allahü Teâlâ’nın ve mahlukatın sevgilisi olurlar. Hatta göktekiler ve yerdekiler bile, onlara yardım, ikram ve hürmet ederler." Biz, onun bu sözünü, bizim hakkımızda söylediğini, keramet olarak hâlimize vâkıf olduğunu anladık." İbrâhim Zâhid-i Geylânî'nin talebelerinden olan Ahmed isimli bir zât şöyle anlatılır: "Bir gün hocamızla birlikte bir yerden geçiyorduk. Yanımızda bazı talebe arkadaşlarımız da vardı. Haddini bilmezlerden bazıları, bizi görünce birbirlerine; "Hey! Bakın pilav düşmanları geçiyor. Kim bilir nereye yağlı pilav yemeye gidiyorlar. Bunlar dışarıdan sûfî görünürler, ama Allah bilir, tenhada yalnız kaldıklarında neler işlerler!" gibi uygunsuz ve edep dışı şeyler söylediler. Bu sözler hocamızın gayretine dokundu. Çok üzüldü. Onlara; "Eğer biz, sizin dediğiniz gibi değilsek, hidayete kavuşmuş olup, başkalarını da bu yola davet eden, nefsinin arzularını hakir gören, nefsine ve şeytana uymayıp, Cenâb-ı Hakk'a şükredenlerden isek, ayaklarınız dökülsün mü?" dedi. İbrâhim Zâhid hazretlerinin sözü biter bitmez, o kimselerden her biri kötürüm oldu. Ayakta duramayıp, yere yıkıldılar ve hepsi de, binlerce elem ve sıkıntı içinde, acılarla kıvranmaya başladılar. Oradakiler bu hâli görüp ibretle seyrettiler. Orada bulunan diğer insanlar, Allahü Teâlâ’nın velî kullarına sataşmanın, onları incitmenin ne büyük felâket olduğunu, gözleriyle görüp anladılar. Bununla beraber, bu kimselerin bu acılarının, âhirette çekecekleri azap ve sıkıntılar yanında pek hafif kalacağını da düşünüp; "Allahü Teâlâ’nın evliyasını incitmekten Allahü Teâlâ’ya sığınırız." dediler.

Vefâtı yaklaştığında, yanında bulunan talebeleri ve yakınları, ona yalvararak; "Efendim! Uzun zamandır ağzınıza bir şey koymadınız. Hep oruçlu oluyorsunuz. Bununla beraber, iftar ve sahurda da bir şey yemiyorsunuz. Bu sebeple rahatsız olmanızdan, hastalığınızın artmasından endişe ediyoruz." dediler. Onların bu sözlerine karşı iltifât edip tebessümle karşılık veren İbrâhim Zâhid; "Güzel bir et olsa, suyla pişirilip yahni yapılsa." dedi. Bildirdiği gibi güzel bir yemek pişirip akşama hazırladılar.

Akşam olup, namazdan sonra sofraya oturdular. Kendisi su ile iftâr eden İbrâhim Zâhid hazretleri, o yemekten yemedi. "Efendim! Bir miktar da olsa yeseniz." diyenlere; "Siz yiyiniz. Talebelerimin yemek yemelerini, ağızlarının hareketlerini seyretmek bana ayrı bir zevk veriyor." buyurdu. Ertesi gün yine oruca niyet etti ve oruçlu olarak vefât etti. Yetiştirdiği talebelerinin sayısı pek çok olup, önde gelenleri ve kendisinden sonra halîfesi olan dört tanesinin isimleri şunlardır: Safî, Ahî Yûsuf, Pîr Hikmet ve Ahî Muhammed.

MİSÂFİRE İKRÂM

Bir defasında seyahate çıkan İbrâhim Zâhid hazretlerinin yolu Erdebîl'e düştü. Orada Abdülmelik Mescidi diye bilinen bir mescide misafir oldu. Mescidin vazifeli müezzini o gece rüyasında, mescidin bânîsi (inşâ ettireni) olan Abdülmelik hazretlerini gördü. Abdülmelik, müezzine; "Bu gece mescidimize bir misafir geldi. Git bak. Onu ağırla." dedi. Müezzin de, misafire ikram edecek bir şeyi bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine Abdülmelik; "Evin falanca yerindeki yağ ile, falan kimsenin hediye ettiği pirinci ve filan yerdeki eti pişir. Mescid de bulunan misafirimize ikram et!" dedi. Bundan sonra uyanan müezzin, rüyaya itimat etmeyip tekrar yattı. Aynı rüyayı tekrar gördü. Uyandı. Tekrar yattı. Aynı rüyayı üçüncü defa görüp biraz da ikaz edilince, kalktı ve mescide geldi. İbrâhim Zâhid mescide oturup, Allahü Teâlâ’yı zikretmekle meşguldü. Müezzin ona, rüyadan hiç bahsetmeden; "Efendim! Hoş safâ geldiniz. Bir şeyim yok ki size ikrâm edeyim." dedi. O da; "Şimdi geri git, Abdülmelik'in tarif ettiği şekilde yemek yap getir! Ona itiraz etme! Sonra zarar görürsün." dedi. Onun bu apaçık kerâmeti karşısında hayrete düşen müezzin, karşısındaki şahsın, sıradan bir kimse olmayıp velîlerden olduğunu anladı ve ellerine sarıldı. Hemen gidip yemeği hazırladı. İbrâhim Zâhid hazretlerine ikrâm etti ve talebeleri arasına katıldı.

ŞEYH ZÂHİD'İN EMRİ

Bir gün İbrâhim Zâhid-i Geylânî hazretlerinin huzuruna, gözyaşları içinde bir kadıncağız gelerek, çok sıkıntıda olduğunu, duasını almaya geldiğini, derdine hiç kimsenin çare bulamadığını, lütfen kendisine bir çare göstermesini rica edip, derdini şöyle anlattı: "Dünyada bir oğlumdan başka kimsem yoktur. Oğlum bir hastalığa tutuldu. Hastalığın verdiği elem ile, kendinden geçmiş bir şekilde bir ağacın altında uyurken, bir yılan gelip, ağzından midesine girdi. Hâlen orada. Bazen çok elem veriyor. Çok yerlere müracaat ettim. Fakat bir netice alamadım. Ne olur siz yardımcı olunuz!" Kadının anlattıklarını üzüntü ile dinleyen İbrâhim Zâhid'in önde gelen talebelerinden Şeyh Sâfî de orada idi. İbrâhim Zâhid bu talebesine buyurdu ki: "Git, o yılana; "Şeyh Zâhid'in emri var." de. Oradan çekip gitsin ve bir daha o yiğide zarar vermesin."

Kadın biraz rahatlamış olarak evine döndü. Biraz sonra da Şeyh Safî o eve geldi. Bu hâli haber alanlar meraklanıp, acaba nasıl olacak diye o kadının evine toplanmışlardı. Şeyh Safî, delikanlının yanına varıp, hocasının söylediklerini söyledi. Sözünü bitirir bitirmez, gencin ağzından çıkan yılan, oradan uzaklaşıp gözden kayboldu. Bu hâli görenler, hayrette kaldılar. Genç ve annesi, sevinçlerinden Allahü Teâlâ’ya çok şükredip, İbrâhim Zâhid ve talebelerine çok dua ettiler. Onlara olan muhabbetlerini arttırdılar.

Himmetleri üzerimize hazır ve daim olsun.


Derneğimiz
Mekke Canlı Yayın
Medine Canlı Yayın
Eserlerimiz
İlahiler
Sure ve Namaz
Namaz Kılmayı Öğreniyorum
Tecvid Dersleri
SON EKLENENLER
GÜNÜN AYETİ
Şu bir gerçek ki, Allah ve melekleri, o Peygamber'e destek verirler/onun şanını yüceltirler. Ey inananlar! Siz de ona destek olun/onun şanını yüceltin ve ona içtenlikle selam verin.
(Bkz. Ahzab, 56)
ÖZLÜ SÖZLER
  • Ezeli ervahta nur-u Muhammedi ile beraber olmaya halvetilik denir.
  • Adem "ben hata yaptım beni bağışla " dedi, İblis ise" beni sen azdırdın" dedi ya sen!... sen ne diyorsun?
  • Edep, söz dinlemek ve gönle sahip olmaktır.
  • Güzelliğin zekatı iffet ve edeptir. (Hz. Ali)
  • Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır'a "Ey oğul, fasıklarla cimrilerle yalancılarla sıla-i rahimi terk edenlerle arkadaşlık etme." diye buyurmuştur.
  • Kemalatın bir ölçüsü de halden şikayet etmemektir.
  • En güzel keramet gönlü masivadan arındırmaktır.
  • Alem-i Berzah insanın kendisidir.
  • Zahir ve batının karşılığı aşk-ı sübhandır.
  • Mutaşabih ayetler ledünidir.
NAMAZ VAKİTLERİ