A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
za : (-Zây) f. ' Doğuran' anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ $ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren. ◊ Zı harfinin bir adı. More…za'ar : Zâlim kimse ki herkes ondan korkar. za'b : Def'etmek, kovmak. * Doldurmak. ◊ Avaz, ses, savt. * Bacanak.za'bel : (C.: Zeâbil) Karnı büyük, boynu ince olan çocuk. za'bub : Kısa boylu fena adam. za'c : Koparmak. za'f : Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık. ◊ Derhal, hemen öldürmek.za'feran : (C.: Zeâfir) Güzel kokulu meşhur bir çiçek. za'fî : Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair. za'fiyyet : Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük. za'k : Çağırmak, bağırmak. za'm : Kelâm, söz. za'n : Göçmek. za'r : Bedende kılın az olması. ◊ Meyletmek, eğilmek.za't : Boğmak. Boğazlamak. za'za' : Bir şeyi parça parça etmek. * şiddetle esen yel. za'zaa : Doldurmak. * Ayırmak. * Rüzgâra savurmak. ◊ şiddetle hareket ettirmek, sarsmak.zaaf : (Bak: Za'f) zaal : Şâdlık, neşeli oluş, neşat. zaan (ziân) : Deve üstüne mahfe bağladıkları ip. zaar : şiddetli korku. zaarre : Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması. zaazi' : (Za'zaa. C.) Sarsmalar, ırgalamalar. zab : (Zevben - Zevebânen) Eriyen, erimiş, eridi. zab' : Sırtlan. zabab : Rutubetli duman. Sis. zabazib : Devenin çok acıktığında karnının ötmesi. zabb : Kertenkele, keler. zâbih : (Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen. zabil : Kısa boylu. zâbit : (C.: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker. * Kuvvetli, yavuz. * Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan. * Subay. * Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse. zabit : Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı. * Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı. * Yazı varakası. * Birçok kimselerce More…zâbita : Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis. * Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun More…zâbitân : (Zâbit. C.) Zâbitler. Subaylar. zabt : Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak. zabt u rabt : Disiplin, âsâyiş, düzen. * Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza. zabt-nâme : f. Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt. zabtiyye : Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti. zabtiyye nâziri : Emniyet genel müdürü. zabtiyye nezareti : Emniyet Umum Müdürlüğü'nün eski ismi. zabu' : (C.: Zıbâ) Sırtlan. zaby : Geyik, karaca, gazâl denen hayvan. zabyan : Ağaç. zabzab : Men'etmek, engel olmak. * Ayıp. * Zahmet. Maraz, hastalık. zac : Kara boya. zacc : Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek. zacir(e) : Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan. zad : f. 'Doğma, doğmuş, evlâd' mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş. ◊ Azık. Yolda yenecek veya içilecek More…zade : f. Evlâd, oğul. * İyi insan. * Nikâh neticesi olmuş çocuk. * Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) $ : Padişah evlâdı. ◊ (Ziyâdet. More…zadegân : f. Asâlet. * Temiz ve meşhur soydan olan. Tanınmış ve temiz âileden olan. Aristokrat. * Meşhur ve belli âileler cemaatı. zadegî : f. Asillik, soy temizliği, zadelik. zadellah : Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua). zaden : f. Doğmak, doğurmak. zafair : (Zafire. C.) Örülmüş saçlar. zafar : Yemen diyarında bir şehrin adı. zafer : Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme. * Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma. zafer-yab : f. Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen. zafere : Göze inen perde. zafir : Zafer bulan. Zafere erişen. ◊ Galib gelmiş olan.zafire : Yar, yoldaş. * Kavim. Kabile. ◊ Kapı perdesi.zafr : (Bak: Zufr) zafre : Çukur yer. zag : (C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun. * Fitneci, gammaz. zag-beçe : f. Karga yavrusu. Yavru karga. zagafe : (C.: Züguf) Nazik, yumuşak gömlek. * Geniş nesne. zagain : (Zagine. C.) Kinler, nefretler. zagak : Kızılcık yemişinin çekirdeği. zagan : f. Çaylak. zagar : Av köpeği. zagine : (C.: Zagain) Kin, nefret. zagt : Bir şeyi bir yere zorla sokma, girdirme. zagzag : Zayıf nesne. zagzaga : Mânâsız söz. * Bir nesneyi gizlemek. zaha : Çirkin kokulu, pis kokulu. zahair : (Zahire. C.) Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler. zahar : Arka ağrısı. zahara : Ev eşyası. zahf : (C.: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme. * (Çocuk) emekleme. * Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi. zahh : Hışım ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. * Kovmak, def'etmek. zahib : (Zehâb. dan) Giden, gidici. * Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan. zahid(e) : (Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf. zahidâne : f. Zahide yakışır surette. Ehl-i takva gibi. zahif : Nişandan beri düşen ok. * (C.: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen. ◊ Kibirli, mağrur.zahife : (C.: Zevâhif) Sürüngenler, (yılan gibi) yerde sürünenler. zahih : Ateş közünün parlaması. zahik : Berbat, perişan, helâk olmuş. * Bâtıl. Köhne. zahil : Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen. * Unutan. ◊ (Zühul. den) İhmal eden. Unutan. ◊ Zakkum ağacı.zahir : (Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette. ◊ More…zâhir-perest : f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen. zahire : Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi. ◊ (Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler. ◊ Anbarda saklanan yiyecek, hububat. More…zâhiren : Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi. zâhirî : (Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir) zâhiriyyat : Dış görünüşler. zâhiriyyun : Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri More…zâhit : (Bak: Zâhid) zahk : Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması. zahl : Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak. zahm : Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik. ◊ Yara, ceriha. ◊ İri.zahmdar : f. Yaralı, mecruh. zahme : f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı. zahmet : Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç. zahmhurde : f. Mecruh, yaralı. zahmin : f. Yaralı, mecruh. zahmkâr : f. Yaralayıcı, yara açan. zahmnak : f. Yaralı, zahmzede, mecruh. zahmres : f. Yara açan, yaralayıcı. zahmzede : f. Yaralı. Mecruh. zahr : (C.: Zuhur-Ezhâr) Binek devesi. * Kuş yeleklerinin kısa tarafı. * Kara yolu. * Sırt, arka. * Yüksek yer. * Kur'an'ın lâfz-ı şerifi. * Haber. zahrî : (Zahriyye) Arkaya âit, arka ile alâkalı. * Bir kâğıdın arkasına yazılan yazı, şerh. zahzah : Uzak, baid. zahzaha : İkrar etme, uzaklaştırma. * Uzak, baid olma. zai' : Yayılmış olan. Dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey. zaib : Eriyici, eriyen. zaid : Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş. * Lüzumsuz, gereksiz. * Gr: Te'kid için söylenen. * Mat: Müsbet işareti, artı. (+) (Bak: Harf-i zâid) zaif : (Za'f. dan) Güçsüz, iktidarsız, kuvveti az, kuvvetsiz, tâkatsız. Kansız. Gevşek, tenbel. ◊ Kalp, eksik akçe.zaik : Tadan, tadıcı, lezzet alan. Zevklenen. zaika : (Zevk. den) Tatma, tad alma. Tad alıcı kuvvet, tad duyurucu hassa. zail : (Zâile) Geçen, geçici.Devamlı olmayan. Tükenen. zailat : (Zâil. C.) Zâil olan şeyler. zaim : (Zeâmet. den) Zeâmet sahibi. Kefil. * Prens. Şef, lider. zaine : (C.: Zuun-Zaâyin-Zâân-Ez'ân) Mıhfe içinde olan kadın. zair(e) : Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden. * Seyirci. zait : (Bak: Zâid) zak : f. Dölyatağı, meşime. Rahim. ◊ Pak, arı, temiz.zak-dan : f. Döl yatağı, rahim. zaki : (Zâkiyye) Saf ve temiz kimse. Hareket ve davranışları düzgün olan kişi. ◊ Güzel kokulu, keskin kokulu.zakine : (C.: Zevâkın) Enek çukuru. zâkir : Zikreden, zikredici. * Hafızası kuvvetli. * İlâhiler okuyan. Çok çok duâ ve Esmâ-i İlâhiyeyi okuyan. * Tekrar eden. zâkire : Andıran, hatırlatan, hatıra getiren şey. zâkirûn (zâkirîn) : Zikredenler. zakkum : Cehennem'de bir ağacın ismi, cehennemliklerin yiyeceği. * Gösterişi güzel, çiçekli ve zehirli meyvesi olan yâsemine benzeyen bir bitki ismi. zakm : Yemek, ekl. zakn : Yükletmek. zakna' : Uzun. * Kaba, yoğun. * Eğri. zakt : Cima etmek. zakv : Çağırıp bağırmak. zakzak : Yeynicek, hafif. * Bir karınca cinsi. zakzaka : Çocukların oynayıp sıçramaları. zal : İhtiyar. Ak sakallı. * f. İranlı meşhur kuvvet ve pehlivanlık senbolü Rüstemin babasının adı. ◊ () harfinin bir ismi. 'Dal-i Mu'ceme ve 'Zel' de denir. * More…zal' : Eğilmek, meyl etmek. * Dar olmak. * Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken iki yanına eğilmesi. zalal : Gölge eden. Gölge olan. zalâm : Karanlık. Zulmet. zalef : Kum ve taş olmayan sağlam yer. zaleme : (Zâlim. C.) Zâlimler. zalf : Men'etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek. * Mübah şey. * Bâtıl. * Şiddet. * Beyhude. zali' : (C.: Zulu') Eğri, meyilli. * Müttehem kimse. Töhmetli. * Aksak hayvan. ◊ Geniş, bol, vâsi.zalif : Çok hor, çok hakir kimse. zalifen : Birisinin izine uyup gitmek. * İzini gizlemek, belirsiz etmek. zalik : Giden, gidici. zalik(e) : Bu, şu, o. Kezâlik. Böylece. zalil : Gölgeli. zalim : (C.: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği. * Kaymağı alınmadan içilen süt. * Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak. zâlim(e) : Zulmeden, haksızlık eden. zâlimâne : f. Zâlim olana yakışır şekilde. Zulmeder surette. Zâlimce. zâlimîn : (Zâlim. C.) Zâlimler, zulmedenler. zâlimûn : (Zâlim. C.) Zulmedenler. Haksızlık edenler. Zâlimler. zallam : (Zalûm) Çok zulmeden. Çok zâlim. zalm : Kar. * Diş beyazlığı. zalma : (C.: Zulem) Karanlık. zalûm : Çok zulmeden. Çok zâlim. zam : (Bak: Zamm) ◊ Ayıp.zama : Diş etinin kanının az olması. zama' : Susuzluk. zamaim : (Zamime. C.) İlâveler, ekler. Artırmalar. zamair : (Zamir. C.) Zamirler. Bir şeyin iç yüzleri. * İsim yerine kullanılan kelimeler. zaman : Kefil olma, kefillik. Bir şeyin mislini veya değerini vermek üzere zarara karşı kefil olma, garanti. ◊ (Bak: Zeman)zamanet : Kötürümlük. zamih : Somak ağacı. ('Tadım' da denir) zamile : (C.: Zevâmil) Yük hayvanı. * Küçük yük. zamime : Ek, ilâve. Artırma, katma, ekleme. zamin : Ödeyen. Kefil. Tazmine mecbur olan. ◊ Tazmin eden. Kefil olan. ◊ Hasta ve kötürüm kimse.zamir : 'Bir şeyi gizlemek. * İç. * Huk: Bir şeyin iç yüzü. * Niyet. * Vicdan. Kalb. * Gaye. * Gr: Mütekellim, muhatab ve gaibe delâlet eden ve bunların makamına kaim olan rumuzat harfleri ve More…zamm : Bir şeye bir şeyi ekleme. Artırma. Katma. Fazla olarak verme. * Kenarlarını bitiştirme. *Gr: Bir harfin zammeli (ötreli) okunuşu. zamme : Ötre o, ö, u, ü, diye okunan harfin harekesi. zammetân (zammeteyn) : İki zamme. zampara : (Aslı 'zenpare'dir) Kadınlar peşinde dolaşan ahlâksız erkek. zamya : Yufka dudaklı. * Yufka kapaklı. * Dişinin etleri boz olup kanı az olan kimse. zamyan : Palamut ağacına benzer bir ağaç. (Necid bölgesinde olur.) zamzam : (C: Zamâzim) Büyük ve kuvvetli arslan. * Gadaplı ve kızgın kimse. zan : (Bak: Zann) ◊ Ayıp.zanbur : (Bak: Zünbur) zangoç : (Ermenice) Kilisenin hizmetlerini gören ve çan çalan kimse. zani(ye) : Zina eden. Meşru olmayan nikâhsız cinsî münasebette bulunan. zanin : Suç işlediği zannedilen kimse. Töhmetli, suçlu kimse. ◊ Cimri, bahil ve hasis olan.zaniye : (Bak: Zani) zank : Dar yer. Dar şey. * Darlık, sıkıntı. zankâ' : (Bak: Dankâ') zânn : Zanneden. Sanan. Zannedici. zann : şüphe. Zannetmek, samak. Sezme. zannî : Zanna ait, zanna dâir ve müteallik. zânû : f. Diz. zânû-be-zânû : f. Diz dize. zânû-be-zemin : f. Diz çökerek, dizini yere koyarak. zânû-ber-zânû : f. Diz dize. zânû-zen : f. Diz çökmüş. zanûn : Düşünce ve tedbiri kıt olan adam. * Suyu olup olmadığı bilinmeyen kuyu. * Suyu az olan kuyu. zânûzede : f. Diz çökmüş. zar : f. Kelimenin sonuna gelerek birleşik kelimeler olur. İsimlere eklenerek yer adı bildirilir. Meselâ: Lâle-zar $ : Lâle bahçesi. ◊ f. İnleyen, sesle ağlayan. * Zayıf, dermansız.zar zar : f. Hazin hazin, yanık yanık, (sesle) ağlıya ağlıya. zar' : (C.: Zuru') Meme. * Süt veren hayvan memesi. zaraat : (Derâat) Alçalma. Kendini küçük görme, küçültme. zarafet : Zariflik, incelik, kibarlık. Nâzik davranış. Muamelede, harekette ve giyimde hoşluk ve temizlik. zarafet-perver : f. Zarafete düşkün olan, zarifliği seven. zaragim : (Zırgam. C.) Arslanlar. zaraif : Zârif, ince, hoş şeyler. zarar : Lüzumlu ve kıymetli bir şeyin eksilmesi veya kaybolması. Ziyan. Kayıp. zarar-dide : f. Zarar görmüş olan. Ziyana, kayıba, noksanlığa uğramış olan. zarar-i beyyin : f. Meydanda ve âşikâr olan zarar. zarb : (Bak: Darb) zarf : Kap, kılıf. Mahfaza. * İçine mektup konulan kılıf kâğıt. * Gr: Bir fiilin veya bir sıfatın veya başka bir zarfın mânasına 'yer, zaman, mâhiyyet' (Nicelik, nitelik) gibi cihetlerden More…zarfiyyet : Gr: Kelimenin zarf olması hâli, bir kelimenin zarf olarak kullanılması. zari : f. Ağlayıp sızlama. * Hakirlik ve itibarsızlık. zarî : Kanı durmayan damar. zari' : (Zer'. den) Ekin eken. Çiftçi. ◊ Hurma ağacının dikeni.zarib : (C.: Zırâb) Bir ucu keskin yerli taş. * Küçük tepe. zarif(e) : Zarafetli. İnce ve nâzik tavırlı. Güzel. Şık. İnce nükteli. * İnce nükteli ve güzel tâbirlerle konuşan. zarifane : f. Zariflikle, incelikle, zarif olana yakışır surette. zarife : Fazla ve lüzumsuz söz. zarih : (Darih) Mezar, kabir. Türbe. zarir : (C.: Ezırre-Zırrân) Kaba, sert yapılı ve muhkem yer. zaris : Taşla yapılmış kuyu. zariyat : Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler. * Velud kadınlar. (Bak: Zerv) zariyat suresi : Kur'an-ı Kerim'in 51. suresidir. Mekkîdir. zârr : Zarar veren, zararlı. zarr : Soğuktan dolayı suyun donması. ◊ Zarar.zarrâ' : (Darrâ') Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı. zarurat : (Zaruret. C.) Zaruretler. Sıkıntı ve muhtaçlıklar. zaruret : Çaresizlik. Muhtaçlık. Sıkıntı. Yoksulluk. zarurî : (Bak: Zaruriyye) zaruriyyat : (Zarurî. C.) Mecburi işler. İster istemez olan işler. zaruriyye : (Zarurî) Mecburî. İster istemez olacak iş. İhtiyarî olmayan, mecburî olan. zât : Hürmete lâyık kimse. * Kendi. Öz, asıl. * Ehil. Sâhib. (Zu'nun müennesi) zâten : Esâsen, aslında, asıl olarak. zâtî : (Zâtiyye) Zâta mensub. Kendisine âit, ile alâkalı, hususi. Özel. zâtiyyat : şahsiyetler. Zâta mahsus işler. zâtülbeyn : (Zât-ül beyn) İki kişinin arasında olan düşmanlık. zâtülcenb : (Zât-ül cenb) Tıb: Akciğer zarı iltihabı. Akciğer veremi. zaun : Yük devesi. zav' : Aydınlık. Işık. zavabit : (Zâbıta. C.) Kaideler. Nizamlar, usuller. zavahir : (Zâhir. C.) Görünüş. Dış görünüş. * Göze çarpan yerler. Yüksek yerler. zavarib : Nabız damarları. zaviye : Köşe. * Küçük tekke. * İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil. * Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi More…zaviyetân (zaviyeteyn) : İki zaviye. İki açı. zay'a : (C: Zıyâ') Geliri olan bina. * Tarla. Çiftlik. * Binasız arsa. zay'at : Kaybolma, kaybetme. zaya' : Elden çıkma, yok olma. zayan : Yasemin çiçeği. zayf : Misafir. Gelip geçen. zayh : Çok sulu süt. ◊ İncir ağacı.zayi' : (Ziya'. dan) Elden çıkan. Kaybolan. Yitik. Zarar, ziyan. zayiât : Zarar ve ziyanlar. Yitikler. zayig : Mail, eğik, eğilmiş. zayiga : Meyledici, eğilen. zayil : Uzun etekli gömlek. * Uzun kuyruklu at. (Müe: Zâyile) zayr : Mazarrat, ziyan. zayven : (C.: Zayâvin) Yaban kedisi. * Erkek kedi. * Hırçın ve vahşi adam. ze : Kur'an alfabesinde onbirinci harftir ve ebcedi kıymeti 7'dir. ze'a' : Bölükler, fırkalar. ze'b : Ayıp. * Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak. ze'c : şiddetle emme, yutma. * Doldurmak. ze'm : Katı, şiddetli, şedid. * Hacet, ihtiyaç. * Mevt, ölüm. ◊ Tahkir etmek, hakaret etmek. * Ayıplanmak.ze'me : Şiddetli ses, çığlık. * İhtiyaç, hâcet. ze'r : Kerih görmek. İğrenmek. Nefret etmek. ze'r (zeir) : Arslan kükremesi. * Çağırmak ve kükremek mânâsına mastar. ze're : Meşelik. ze't : Boğmak. ze'v : Sürmek ve sulamak. ze've : (C: Ze'vât) Zayıf koyun. ze'zee : Cem'etmek, toplamak. zeal : İnkârdan sonra ikrâr etmek. zeam : Tamâ, hırs. zeamet : Şeref, şan. Riyaset. * Yetiştirdikleri hayvanları ile birlikte harbe iştirak eden ve Sipâhi denen Osmanlı askerine öşrü alınmak üzere verilen en büyük timâr. zebab : Karasinek. (Bak: Zübab) zeban : f. Dil, lisan, lügat, lehçe. zeban-âver : f. Düzgün konuşan, düzgün söz veya şiir söyleyen. * Dile getiren. zeban-diraz : f. Dil uzatan, atıp tutan. zebane : f. Terazi gibi bazı âletlerin dili andıran parçaları. * Alev. zebanekeş : f. Alevlenen, alevli. zebaneş : Onun dili. zebani : Cehennem'de vazife gören melek. zebaniyân : f. (Zebaniye) Zebaniler. Cehennemlikleri Cehennem'e atmaya vazifeli melekler. zebaniye : Azap melekleri. zebanzed : f. Ata sözü, darb-ı mesel. * Alışılmış, her zaman söylenen söz. zebayih : (Zebiha. C.) Kurbanlık hayvanlar. zebb : Men ve defetmek. Kovmak. * Yaban sığırı. ◊ Üzüm kurutmak.zebeb : Kaşın kıllı ve yoğun olması. zebed : (C.: Ezbâd-Zübed) Köpük. * Kir ve pas, tüfl. zeber : f. Üst. zeberced : Zümrüd cinsinden ve onun kadar kıymetli olmayan, sarımtırak yeşil, cam parlaklığında kıymetli taş. zeberdec : Zeberced taşı. zeberdest : f. En üstün, galib, hâkim, âmir. * Mâhir. zeberdestî : f. Maharetlilik, ustalık. * El üstünlüğü, üstünlük, galibiyet. zeberin : f. Üstteki. zebg : Yaramaz huy, kötü alışkanlık. zebh : Kesme, boğazlama. Kurban kesme. (Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da 'zebiha' denir.) zebib : Kuru üzüm. Kuru incir. * Yılan veya akrep gibi hayvanların zehiri. zebih : Kesme, boğazlama. Kesilecek hayvan. * Hz. İsmail'in (A.S.) ve Hazreti Muhammed'in (A.S.M.) babası Hz. Abdullah'ın lâkabı. zebiha : Boğazlanmış veya kesilecek hayvan. (Bak: Zebh) zebiheyn : İki kurban. zebil : Fışkı, gübre. * Pislik. zebir : Sıkıntı, mihnet. * Yazılmış şey. Mektup. zebk : Yolmak. zebl : İnce belli olmak. * Çiçeğin solması. * Deniz kaplumbağasının sırt kemiği. zebn : Şiddetle def'etmek. * Devenin çifte vurması. zebr : Kitab. Cüz. Kitap yaprağı. * Yazı yazma. * Söz. Yazı. * Akıl, zekâ. * Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam. * Men'eylemek. zebrec : Ziyne, süs. zebtel : Kısa boylu. zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan. zebunî : f. Zayıflık, güçsüzlük, âcizlik. zebur : Kitap. Mektub. * Peygamber Hz. Dâvud'a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı. zebzeb : (C.: Zebâzib) Adam zekeri. ◊ Uzun gemi.zebzebe : Muallâkta kalma. * Mütereddit. * Titreme. * Asılı bir şeyi havada oynatmak. zeca : (Zecven - Zeccâ - Eczâ) Sevketmek, yürütmek. * Def etmek. zeca' : Hüküm geçmek. * Kolaylık. zecc : Süngünün arkasıyla vurmak. * Atmak. * Deve kuşunun yelmesi. zecca' : Adımı birbirinden uzak olan. zeccac : Şişeci. Camcı. Sırça işleri yapan. zecec : Kaşın uzun ve ince olması. zecel : Avaz, ses, savt. * Mübâlağa ile çağırmak. zecl : Atma. zecme : Kelime. zecr : Menetme, engel olma. Nehyetme. * Zorlama, zorla yaptırma. * Önleme. Sıkma. * Kovma. Eziyet etme. * Angarya olarak çalıştırma. * Köpek balığı. * Çağırma. * Sürme. zecre : Çağırmak, bağırmak, sayha. * Men'etmek, engel olmak. zecren : Zorlayarak, zorla. * Ceza olarak. * Engel olarak, menederek. zecrî : Cebren, zorlayıcı olarak. zed : Vurucu, vuran mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Guş-zed $ : Kulağa çalınan. Zeban-zed $ : Yayılmış söz. ◊ f. Vurma, dövme.zede : (Zed) f. Birleşik kelimeler yapılarak, 'vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş' manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede $ : Musibete uğramış. zedegân : (-zede. C.) f. Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. zedergâh : (Bak: Zidergâh) zeelan : Yab yab yürümek. zefer : Ağaca vurulan payanda, destek. ◊ Kötü koku.zeferat : Soluk almalar. zeff : Kişinin nikâhlısını kocasına teslim etmek. zefif : Çabuk davranan. Çevik. * Deve kuşunun yelmesi. * Gelini kocasına göndermek. * Hızla gitmek. zefir : Çok şiddetli ses. * Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek. * Ağlatmak. * İnlemek. * Ateş gürültüsü. * Eşek anırtısının evveli. * Belâ. zefirr : Uzun boylu yiğit. * Kuvvetli deve. zefn : Raksetmek, dansetmek. zefr : Yükseltmek. * Yük getirmek. zefur : Kir, pas, vesah. zefzefe : Titreme, sarsılma. zegab : Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler. zegan : f. Çaylak. zeh-dan : f. Döl yatağı, rahim. zehab : Gitmek. * Zihnen bir yola sapmak. Yanlış düşünce. Bir fikre uymak. Zan. zehadet : Dünyadan, yâni nefsanî, fani ve fena şeylerden çekinmek. Zâhidlik. Sıkı sıkıya dine bağlılık. zehair : (Bak: Zahair) zeharif : (Zuhruf. C.) Yalancı süsler, yaldızlar, gösterişler. * Sahte süsler. zehder : Çakır doğan. * Doğan yavrusu. * Bir atın adı. zeheb : Altın. zehebî : Altına ait. Altından yapılma. zehem : Yağlı ve kirli olmak. zehen : (C.: Zehân) Zeyreklik, akıllılık. * Hıfz. * Kuvvet. zeher : (C.: Ezhâr-CC: Ezâhir) Çiçek. zehf : Yeynilik, hafiflik. zehi : (Bak: Zihi) zehib : Altın sürülmüş, yaldızlı. zehid : Az, kalil. zehim : (C.: Zühüm) Yağlı ve kirli. zehk : Helâk olmak, mahvolmak. * Bâtıl olmak. * Okun nişanı aşıp geçmesi. * Çıkmak, huruç. * Derin kuyu. ◊ Yorulmak.zehl : Dalgınlıkla unutma, geciktirme. İş çokluğundan sonraya bırakma. * Kasden unutma. ◊ (Bak: Zahl)zehlul : İyi at. zehna' : Düzgün. * Süs, ziynet. zehr : (Zehir) f. Zehir, ağu, semm. zehr(e) : Çiçek. şükufe. zehr-ab : f. Acı su. zehr-abe : f. Acı ve zehir gibi su. Zehirli su. * Mc: Acı, acılık. zehr-alud : f. Zehirli. Zehir karışmış. zehr-amiz : f. Acı, zehirli. zehr-bar : f. Pek acı, zehir saçan. zehr-efşan : f. Zehir saçan. zehr-hand : f. Acı acı gülme. zehr-nak : f. Zehirli, ağulu. zehra : (Müe.) Ay gibi parlak olan. Çok parlak ve safi, berrak. zehravan : (Zehrâveyn) İki parlak şey. * Kur'an-ı Kerim'de Sure-i Bakara ile Âl-i İmran Surelerine birlikte verilen isim. zehre : (C.: Ezhâr) Çiçek. * Beyaz, berrak. Süs, ziynet. ◊ f. Kahramanlık, yiğitlik. * Öd. Safra.zehreçâk : f. Çok korkmuş, ödü patlamış. zehredâr : (C.: Zehredârân) f. Yiğit, cesur, yürekli, cesaretli. zehrin : f. Pek acı, zehir gibi. zehuk : (Zehak) Boş, beyhude. Bâtıl. Zâil, yok olan. zehv : Bâtıl. * Yalan. * Fahirlenmek, gururlanmak, tekebbürlenmek. * Güzel manzara. * Taze ot. * Otun çiçeği. * Titremek. * Yürümek. * Yel esmek. * Alacalanmış hurma koruğu. zehzehe : Zehi zehi demek. zeim : Ayıplanmış. zeir : Öncü, çeri kimse. ◊ Aslan kükremesi.zekâ : Çabuk anlama ve bilme kabiliyyeti. Fehim ve idrakte çabuk olma. * Ateşin alevlenmesi. * Güzel koku alma. ◊ Saflık, duruluk. * Hâl düzgünlüğü.zekâb : f. Yazı mürekkebi. zekan : (C.: Ezkân) İki çenenin birleştiği yer. ('Enek' de derler.) zekâret : Erkeklik. zekât : Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma. * Temizlik. Taharet. zekâvet : Zeki oluş. Zeyreklik. Çabuk anlama ve kavrama. Keskin anlayış. zeken : İlim, feraset. zeker : (C.: Zükrân - Zükur - Zikâr - Zikâre) Erkek. * Erkeklik organı. zekevat : (Zekât. C.) Zekâtlar. zeki(ye) : Hâlis. Temiz. Hali temiz olan. ◊ Zekâ sahibi. Çabuk anlayışlı.zekik : Yazının satırlarının sık olması. * Yürürken kişinin adımlarının bibirine yakın olması. zekir : Unutmayan. Hâfızası kuvvetli. zekiyy : Tâhir ve pâk kimse. Temiz insan. zekk : Zayıf. * Yürürken adımların birbirine yakın olması. zekun : Sivri ve sarkık enekli. zekuret : Erkeklik. zekve : Tamamlamak. Kesmek. zekzeke : Çirkin ve yaramaz huylu olmak. zela' : 'Ayağın altında ve üstünde; elin ise arkasında olan yarık.' zelahlah : (C.: Zelahlahât) Büyük çanak. * Aceleci ve uzun boylu adam. * Derin olmayan ırmak. zelak : (Zelk) Yolmak (tıraş gibi). * Sürçmek. Ayağın kayması. ◊ Sülük.zelaka : (İzlâk - Zellâka) Fasâhat, kolaylık ve lisan inceliği, keskinlik. Nutkun güzel ve çabuk olması. * Tecvidde: Keskin olarak çıkan $ harflerinin ismi. Bunlara müzlika harfleri de denir. zelalet : Alçaklık, hakirlik, horluk. Zillet. zelazil : Zelzeleler. Yer sarsıntıları. ◊ (Zilzil. C.) Uzun etekler.zelec : Kaymak yer. zelef : Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine 'ezlef' derler) (Müe: Zülefâ) zelefe : (C.: Zulef) Pâk ve ruşen nesne, parlak ve temiz cisim. * Kaypak, düz yer. zelel : Eksiklik. zeleme : Keçinin boğazı altında sarkık olan kıllar. (Müz: Ezlem. Müe: Zelmâ) zelh : Bir ok atımı yer. * Islaklığından dolayı ayak kayan yer. zelic : (Ayak) kaymak. zelif : Adımını atmak. zelik : Düşük oğlan, sakat çocuk. zelil : Hor, hakir, alçak. Aşağı tutulan. ◊ Sürçüp düşen. * Yanılan.zelilâne : f. Alçakça. Hakir ve aşağılık kimselere yakışır şekilde. zelilî : Hakirlik, horluk, zelillik, alçaklık. zelk(a) : Sürçme, kayma. zell : Yanlışlık yapma, yanılma. * Ayağı sürçme, kayma. zellat : (Zelle. C.) Yanılmalar, yanlışlar. * Sürçmeler, kaymalar. * Hatalar. zelle(t) : Sürçme, sürçüp kayma. * Yanılma. Yanlış. Ufak suç. zeluh : Kaypak yer. zelul : Yumuşak huylu. Sert başlı olmayan. İtaatlı ve râm olan. * Hecin devesi. * İnsanların emrindeki yeryüzünün hâli. zelulî : Başı yumuşak. Dayanıklı. Sabırlı, tahammüllü. zelzal : (Zülzâl) Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma. (Bak: Zilzal) zelzele : Yer sarsıntısı. * Sarsma. zelzil : Ev içinde olan mal, mülk ve eşya. zema' : Tenbel olmak. * Dehşetli olmak. * Acele etmek. * Yırtmak. * Alçak insan, kötü insan. zemahşerî : (Hi: 467-538) Türkistan'da Harzem'in Zemahşer köyünde doğdu. Hanefî fukahasındandır. Fevkalâde iktidar ve faziletine rağmen bir zamanlar itikadça Mu'tezile'den olmuştu. More…zemaim : (Zemime. C.) Kötü haller. Beğenilmeyen, sevilmeyen hal ve hareketler. zemam : (Bak: Zimam) zeman : Zaman, devir, vakit, çağ, mevsim, mehil. zemane : f. şimdiki zaman. * Vakit, devir. * Tâlih, baht, şans. zemane(t) : Belâ, musibet, âfet. * Bedenin bir azası eksik veya kötürüm olma. zemanen : Zamanca, zaman bakımından. * Vaktinde, vaktiyle. zemanî : Zamanla ilgili, zamana ait. zemaniyan : f. İnsanlar. Beşer. zemar : Kamışa (ney'e) üfleyen. zemare : Savt, ses, sayha, bağırış, çığlık. zemca : Kuş kuyruğunun çıktığı yeri. zemcere : (C.: Zemâcir) Şiddetle çağırmak. zeme : (C.: Zemmâm) Suyu az olan kuyu. * Tenbellik. zemec : Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Doldurmak. zemel : Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak. * Devenin ayağına ârız olan aksaklık. * Su tulumunun sarkması. zemen : Zaman, vakit. zemer : İnce saçlı. * Bahadır, kahraman, yiğit kimse. zemeyan : Acele. zemha : Yaramaz huylu, bahil kimse. zemhare : (C: Zemâhir) Ok. zemheri(r) : Karakış dönümünden (12 Aralıktan) 31 Ocağa kadar olan şiddetli soğuk devresi. zemil : Bir adamın hayvan üzerinde iken ardına binmiş olan adam. ◊ Tez, hızlı, seri. * Deve yürüyüşünden bir çeşit.zemim : Burun suyu, sümük. * Koç ve teke zekerinden akan bevl. * Koyun emziğinden akan süt. zemime : Zemme müstehak olan. Beğenilmeyen kötü hal ve hareket. zemin : f. Yer. Yeryüzü.* Meydan. Satıh. * Tarz. Eda. *Mevzu. ◊ Kötürüm kimse.zemin ü zaman : Vakit ve yer. * Münasebet. Mevzuya veya mes'eleye olan uygunluk, hâl, vaziyet. zemin-dâr : (C: Zemindârân) f. Hâkim. Vâli. zemin-kub : f. İkide bir ayağını yere vuran çengi, rakkase. * Yer tepici olan at, deve, katır ve benzeri hayvanlar. zemir : Bahadır, kahraman, yiğit. zemistan : f. Kış. Kış mevsimi. zemistanî : f. Kışlık. Kış mevsimine ait. zemk : Sakal yolmak. (Yolunan sakala 'zemika' veya 'mezmuka' derler.) zemka : Kuşun kuyruğunun bittiği yer. zeml : Atın, davarın neşeli yürüyüşü. * Yük yüklemek. * Refik. Arkadaş. zemm : Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak. zemmâm : Ayıplayıcı, zemmedici, kötüleyici. zemmar : Düdük çalan. zemn : Kötürüm olmak. zemr : Savaşmak. * Bir nesne ile kandırmak. ◊ Düdük çalmak.zemu' (zemi') : Aceleci ve seri kimse. * Sıçraması birbirine yakın olan tavşan. zemzem : Çok mübarek bir su. * Kâbe-i Mükerreme'nin yanındaki maruf kuyu. (Süryanicede Zem: Dur, gitme mânasınadır. Vaktiyle Hz. Hacer, oğlu İsmail'in (A.S.) ayağı altından su çıkıp More…zemzeme : Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek. * Cemaat. zemzeme-dâr : f. Ahenkli. zemzeme-pirâ : f. Şarkı söyleyen, terennüm eden. zen : f. Vuran, kesen, atan mânalarına gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Zeden: Vurmak mastarında emir köküdür) Lâf-zen $ : Söz atan, lâf atan. ◊ f. Kadın, nisa.zen-dost : f. Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara. zena' : Kısa boylu ve dar nesne. * Sidiğini tutup işemeyen kişi. zenabi : Kuş kuyruğu. * Deve burnundan akan sümük. zenabil : (Zenbil. C.) Zenbiller. zenabir : (Zünbur. C.) Eşek arıları. zenadik : (Zındık. C.) Zındıklar. Allah'a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar. zenadika : (Zındık. C.) Zındıklar. zenah : (Zenâhdân) f. Çene. zenan : f. 'Vurarak' mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Ta'ne-zenan $ : Söverek. ◊ Kadınlar.zenane : f. Kadınla alâkalı, kadına mahsus. Kadın işi. zenav : (Bak: Avzen) zenb : Suç, günah, kabahat. zenbak : Güzel kokulu bir çiçek. Zambak. * Yâsemin yağı. zenberek : (Zenburek) f. Hareket ettirmeğe yarıyan yay. Saatin zenbereği. * Hayvan üzerinde taşınan ve ateşlenebilen küçük top. * Mc: Faaliyet ve harekete sebep olan şey. zenberiyye : Büyük cins bir gemi. * İri vücutlu, enli erkek. zenbil : İçine öteberi konulup elde taşımaya mahsus, sazdan örülmüş ve üst tarafında yine sazdan kulpları olan, ağzı geniş kap. zenbuc : Yabani zeytin. zenburek : f. Zenberek. * Tar: Hayvan ile taşınan eski küçük toplar. zenc : Siyah, kara. zencebil : Hoş kokulu bir baharat adı. zencere : Parmakla fiske vurmak. zenci : Siyah ırktan olan. Siyâhi. zencir : f. Zincir. zencir-bend : f. Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir. * Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra More…zend : (C.: Zinâd-Eznüd-Eznâd) Kolun bilekte olan mafsalı. * Çakmak taşı ve demiri. zendeka : Kâfirlik, dinsizlik. zeneb : Kuyruk. zened : f. (Hâl sigası Zeden masdarından) Vuruyor, çarpıyor, tutuyor (meâlinde). zenek : f. Küçük kadın. zenen : Burundan sümük akıp durmak. zeng : Zenci. * Kir, pas. * Zil. zengâr : Bakır pası nev'inden bir mâden. Boyacılar kullanılır. Öldürücüdür. Yeşil renktedir. zengel(e) : f. Çıngırak. * Çan. zenh : Yemeğin kokup bozulması. zenim : Soyu bozuk, soysuz. Aslında o kavimden olmayıp sonradan ona katılan kimse. * Aşağılık. zenin : Sümük. zenk : Bir taife adı. zenka : Dar sokak. zenme : Keçinin kulağı ucunda küpe gibi sarkan kıllar. * Devenin kulağından kesip ilişik koydukları parça. zenna' : Sümüklü kadın. * Hayzı kesilmiş olmayan kadın. zenne : Kadın kısmı. * Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve More…zennun : Sümüklü. zenpare : f. Zampara. Zenperest. zenperest : (C.: Zenperestegân) f. Kadına düşkün, kadın peşinde dolaşır ahlâksız kimse. zentere : Darlık, şiddet. zenub : Sakaların su dağıttıkları bir kapdır ki. zenyan : Men'etmek, engel olmak. Kabul etmemek, reddetmek. * Evmek, acele etmek. * Rüzgârın sert esmesi. zer : Sarı. * Altın, akçe. * Nöbet. * Oruç. * Çile. zer' : Çoğaltma. * Halketme, yaratma. * Tohum ekme. * Ağzından dişlerin dökülmesi. * Saç ağarması. * Perde, hâil. ◊ Ölçmek. * Kederli ve tasalı olmak. * Kalb. * El yaymak. * Kudret, More…zer'î : (C.: Zer'iyyât) Arşın ile ölçülen şey. zer'iyyat : Ekim işleri. zer-hirid : (Zer-hıride) f. Satın alınmış kimse, köle. zer-keş : f. Altın kakmalı, altın işlemeli. * Altın tel yapan. zer-rişte : f. Altın tel. Sırma. * Sarı. zer-şinas : f. Altın tanıyan, sarraf. zer-tar : f. Altın tel, sırma. * Güneş ışını. zer-ver : f. Altın yaldızlı olan. zera : Gölgelik, perdelik. zera' : Vahşi sığırın buzağısı. * Tamâ, hırs, aç gözlülük. ◊ İplik eğirmekte elleri çabuk olan.zeraa : Genişlik. * Hız, sür'at. zerab : f. Beyaz şarap. * Yaldız mürekkep. zerabî : (Zürbiye) (Zirbiye. C.) İftihar eden. * Geniş, enli döşek, yatak. zeraf : f. Zürafa. zerafe (zürâfa) : (C.: Zürâfât) Deveye benzer, boynu uzun ve art ayakları kısa bir hayvan. Zürafa. zerafî : (Zerafe. C.) Zürafalar. zerak : Gök renkli. Mavi. zerare : Saçılan şey. zerarî : (Zürriyet. C.) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller. zerbe : Yüce avazlı, gür sesli olmak. zerd : (Zered) (C.: Zürud) Halka halka örülmüş savaşçı zırhı. * Yutmak. * Boğmak. ◊ f. Sarı. * Soluk, solgun.zerd-âlû : 'f. (Zerd: sarı; âlû: erik) Sarı erik, zerdali.' zerdab : (Zerd-âb) f. İrin, cerahat. * Safra. * Beyaz şarap. zerde : f. Safranla pişirilen bir çeşit pirinç tatlısı. Safran, sarı renge boyadığı için bu ad verilmiştir. Eskiden düğünlerde pişirilirdi. * Safran. * Yumurta sarısı. zerdec : Usfur çiçeğinin evvel çıkan sarı suyu. zerdeme : Yutacak yer. zerdfam : f. Sarı renkte. Sarı renkli. zerdguş : f. İki yüzlü. Müraî. * Ürkek, korkak. zerdî : f. Sarılık. Sarı renkte olma. zerdost : f. Cimri, hasis, tamahkâr. zerdüşt : Ateşe tapan, mecusi. * İlk önce nur ve zulmet diye iki ilâha inanmayı uyduran adam. zere' : Başın önünde vâki olan beyazlık. zereb : Keskin nesne. * Midenin bozulması. ◊ (C.: Zerâib) Koyun ağılı.zerecun : (Zerâcin) Üzüm ağacı. * Üzüm asması. * Kızıl boya. * Çukur taş içinde biriken yağmur suyu. zered : Zırh. zeref : (Zerefân-Zerâfe-Zerif) (C: Zevârif) Gözden yaş akmak. * Yavaş yürümek. zerendud : (Ze-endud) f. Altın yaldızlı. zerger : (C.: Zergerân) Altın işleyen. * Kuyumcu. zergerî : f. Kuyumculuk. zergûn : f. Altın gibi sarı renkli olan. Altın renkli. zerh : Yemeğe zehir katmak. zeri' : Araya giren, şefaat edici. ◊ Çabuk ve kolay olan.zeria : (C.: Zerâi) Vesile. * Yol. * Geçit. * Avcının, arkasında gizlendiği deve. zerin : (Bak: Zerrin) zerir : Yanmak. * Parlamak. ◊ Zeki, hafif kimse.zerire : (C.: Ezirre) Göz otu. Tutya. zerk : Hile. Riya. İki yüzlülük. * Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek. ◊ Çirkin söz söylemek. * Kuşun terslemesi.zerk-âlûd : f. Riyalı, riya karışık. zerk-füruş : f. Hileci, hilekâr. İkiyüzlü, müraî. zerm : Kesilmek. zerneb : Turunç kokusu gibi güzel kokan bir ot. * Fercin dışarısında olan et. zernigâr : f. Altın ile işlenmiş. Yaldızlı. zerr : Zerre, en küçük parça. * Karınca yumurtası. * Ayırmak. ◊ Düğmeyi iliklemek. * Birbirine pekitip bağlamak.zerra' : Ekinci, çiftçi. zerrad : Zırh ören. zerrak : (Zerk. den) İki yüzlü. zerrat : (Zerre. C.) Zerreler. Pek ufak parçalar. Moleküller. zerre : (C: Zerrat) Pek ufak parça. * Atom. * Çok küçük karınca. * Güneş ışığında görünen ufacık tozlar. * Küçük boylu adam. zerrevâri : f. Zerre gibi çok küçük. zerrevî : Zerre ile alâkalı, zerreye âit. zerrin : f. Altından yapılmış. Altın gibi parlak. Sarı zerşek : Kadın tuzluğu. Pars anberi. zeruf : Seri, hızlı, aceleci. zerur : Göz otu. zerv : Tutup götürmek. * Savurmak. * Kırıp götürmek. zeryac : Zerde aşı. zerzere : Sığırcık kuşunun ötmesi. zett : Ziynet, süs. zeum : Yağlı mıdır değil midir bilinmeyen koyun. zeur : Korkak kimse. zev' : Ölüm sebebiyle gelen sıkıntı, keder. zevabe : (C.: Zevâib) Saç bölüğü. * Zülüf. * Kılıç tasması. zevabi' : Musibetler. Büyük belâlar. (Bak: Devâhi) zevacir : (Zâcire. C.) Yasak edenler, men'edenler, önleyenler. zevad : Azıklar, yiyecekler. zevade : Ziyadelik, çokluk. zevah : Gitmek. zevahif : (Zâhife. C.) Yerde sürünerek yürüyen hayvanlar, sürüngenler. zevahir : (Zühre. C.) Çiçekler. * Parlak yıldızlar. * Ziynetli, parlak ve berrak olanlar. ◊ Dolu, taşkın, coşkun denizler. * Mc: Yüksek şan ve şerefler. ◊ (Bk: Zavahir)zevaib : (Zâib. C.) Erimiş şeyler, eriyenler. zevaid : (Zâide. C.) Fazlalıklar, fazla şeyler. Faydasız şeyler. zevail : (Zail. C.) Zeval bulanlar. Zail olan şeyler. * Mc: Yıldızlar. zeval : Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. * Güneşin tam ortada gibi, baş ucunda bulunduğu zaman. * Güneşin nısf-ı nehar dairesinden batmaya doğru dönmesi. Seyrinin sonuna More…zevalî : Zevale mensub, zevale ait ve müteallik. * Çok yaşlı. zevalnâpezir : f. Geçici ve muvakkat olmayan. Zeval bulmayan. Sona ermeyen. zevalpezir : f. Geçici olan. Muvakkat. Sona eren. zevamil : (Zâmile. C.) Küçük yükler. * Yük hayvanları. zevani : (Zâniye. C.) Zâniyeler. Zina yapan kadınlar. zevari' : Küçük tuluklar. zevat : (Zât. C.) Zatlar, şahıslar, kimseler. * Üzüm, buğday gibi şeylerin kabuğu. zevata : İki zat. * İki sahib. * Çift. zevaya : (Zâviye. C.) Zaviyeler. Açılar. Köşeler. Tekyeler. zevb : Erime. zevc : Çift. İki şeyden meydana gelen. * Sınıf, cins, nev'. * Karı ve kocanın herbiri. * Koca, eş. zevcat : (Zevce. C.) Zevceler. Karılar. Kadın eşler. zevce : Kadın eş. Nikâhlı kadın, eş. zevceyn : Karı ile koca. Kadın ile erkek çift. zevciyyet : Kocalık, karılık. Eşlik. Karı ve koca oluş. zevd : Ayırmak. * Uzaklaştırmka, ırak etmek. * Defetmek, menetmek. ◊ Koyunu su yerinden sürmek. * Sevk.zeveban : Erime. zeveban etmek : Fiz: Sıcaklığını artırarak bir cismin, katı hâlden sıvı hâline geçmesi. Erimiş olması. zevel : Hafif, zeyrek, zarif kimse. (Müe: Zevle) zever : Meyl, eğrilik. zevf : Adımını birbirine yakın atmak. zevg : Bir şeyi bir tarafa eğme, bir yana meyillendirme. zevh : Develeri dağıtıp toplamak. ◊ şiddetle yürümek.zevi : (Zû. C.) Sahipler. zevk : Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. * Hoş, hoşa giden. Mânevi haz. * Boş vakit geçirmek. Eğlenmek. * Alay etmek. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti. zevk-âlud : f. Zevkli, zevk karışık. zevk-bahş : f. Zevk veren, eğlendiren, neşelendiren. * Meşhur bir cins lâle. zevk-cû : (C. : Zevkcuyân) f. Zevkine düşkün. Zevk arıyan. zevk-yâb : f. Lezzet alan, zevklenen. zevkî : Zevkle alâkalı. Zevke âit. zevkiyyat : Zevk ve eğlenceye dair hususlar. zevl : (C.: Ezvâl) Acib nesne. * Zâil olmak, geçici olmak. zevlak : Taraf, cânib. zevr : Yalan, kizb. * Bâtıl mâbud. * Ziyaret etmek. * Göğüs üstü. ◊ Göğüs altı.zevra' : Bağdat. * Dicle nehri. * Eğri ve eğilmiş nesne. Yay. * Derin kuyu. * Uzak yer. zevrak : Kayık, sandal. * Mekke'de yapılan ve içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik. zevrakçe : f. Ufak kayık. Ufak sandal. zevraksüvâr : f. Kayığa binen. Sandala binmiş olan. zevre : Uzaklık. * Ziyaret etmek. zevreka : (C.: Zevrak-Zevârik) Ölçek. * Küçük gemi. zevt : Boğmak. zevv : Irak diyarında bir dağın adı. * Kadr, kıymet. * Miktar. zevvak : Bir şeyi fazlasıyla deneyen. * Bir şeyi çok fazla tadan. zevy : (Zevey) Döndürmek. Cem etmek, dürülmek. Tutmak. ◊ Solmak. * Değişmek, mütegayyer olmak.zevzat : Doğurmak. * Sür'atle gitmek. * Reddedip uzaklaştırmak. zevzek : t. Geveze. Münasebetsiz, temkinsiz. Ağzı ve eli durmayan. Hoppa. zey' : (Zeyean) Duyulma. Meydana çıkıp yayılma. ◊ Güzelce pişip erimek.zeyb : (Bak: Zîb) zeybek : Hafif silâhlarla donanmış ve asâyişi muhafazaya memur olan eski bir sınıf asker. zeyd : Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan isimlerdendir. (Diğer isimler: Amr, Bekir, Beşir, Hâlid) zeyd (ziyâd) : Men'etmek, reddedip gidermek. zeyek : İki uyluk arasının geniş olup birbirine uzak olması. zeyf : (C.: Ziyâf - Züyuf - Ezyâf) Kalp ve silik para veya akçe. zeyg : Şübhe. Doğruluktan ayrılma. * Bir tarafa meyletme. * Yanılma. * Kamaşma. zeyh : (Zeyhân) Zulüm etmek. Haktan uzaklaşmak. ◊ Mahvolmak. * Gitmek. * Uzak olmak.zeyhan : Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak. zeyl : Ek, ilâve, bir şeyin altı, devamı. * Etek. ◊ Ayırma. Tefrik.zeylen : Ek olarak. İlâve ederek. zeyliyât : İlâve ve ek olarak yazılan şeyler. zeyn : Zinet, süs. Süslemek. zeyneb : Eski fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri. * Gül. (Bak: Hatice) zeyr : Eksilmek. zeyt : Zeytinyağı. Yağ. zeytun : Zeytin. zeytunî : Zeytin renginde olan. zeyy : Döndürmek. * Toplamak, cem'etmek. ◊ (Bak: Ziyy)zeyyal : Kuyruklu. * Uzun etekli. zeyyat : Zeytin ağacı. zî : Arapçada kelimenin yerine göre 'Zâ, Zû, Zî' şeklinde okunan, 'sâhib' mânasını ifade eden ve birleşik kelimeler yapılan bir edattır. zi : f. Türkçedeki 'den, dan' mânasını ifade eder. Meselâ: Zi-mısır $ : Mısır'dan. ◊ Kur'an-ı Kerim alfabesinde onyedinci harftir. Ebcedî değeri: 900'dur. More…zi'b : Kurt. Canavar. zi'be : Eyerin ve semerin iki yanlarının arası. zi'ber : Çok kaba dikişli bir Arap kaftanı. zi'bik : Civa. zi'f : İki kat. Bir şeyin miktarca iki katı. zi'leb(e) : Deve kuşu. * Hızlı yürüyen dişi deve. zi'm : Ayıp. zi'r : (C.: Zıâr-Zuur-Ezâr) Süt anası. zi-der : f. Kapıdan. zi-dergâh : f. Dergâhtan. zia : İşlenir toprak. Tarla. ziab : (Zi'b. C.) Kurtlar, canavarlar. ziamet : (Bak: Zeâmet) ziar : Devenin ağzını bağlamak. zîb : Zinet, süs. Düzgün, iyi elbise. zîb-âver : f. Süsleyici, bezeyici. zîb-efza : f. Güzelleştiren, süsü artıran, güzelliği çoğaltan. ziba : f. Güzel, süslü, yakışıklı. ziba' : (Zabu. C.) Sırtlanlar. zibab : (Zabb. C.) Kertenkeleler. Kelerler. zibac : Nedimelik etmek. * Sohbet etmek. zibak : Cıva. zibal : Karıncanın ağzıyla götürdüğü şey. zibar : (Zebr. C.) Kitaplar. * Yazı yazmalar. * Kâğıt yaprakları. zîbarû : (Zibâ-ru) f. Güzel yüzlü. Dilber. zîbayî : f. Süslülük, güzellik, yakışıklılık. zibbah : Ayak parmaklarının diplerinde olan yarıklar. zibban : (Zübâb. C.) Sinekler. zibbir : Kuvvetli. zibe'ra : Yaramaz huylu kimse. * Kaba sakallı, yüzü ve kaşı kıllı kimse. * Timsahın dişisi. * Boynuzuyla fili başında götüren canavar. zibende : f. Süslü, zinetli, yakışıklı. Lâyık, güzel. ziberkan : Ay, kamer. Ay ve güneş. * Arap reislerinden bir reisin adı. zibh : Boğazlanan davar. zibha : (Zübha) Kuşpalazı, difteri. zibl : Süprüntü. Gübre. zibniye : Zorla def'edici, zorla kovan. zibr : Mektup. Kitap. zibrak : Sarartmak. zicac : Karanfil. zican : Meyletmek, eğilmek. zicc : Yumuşaklıkla def'etmek. Tatlılıkla kovmak. zid : Aksi, muhâlif, zıt. * Nefret edilen, kerih şey. zida(y) : Cilâlayıcı, temizleyip parlatıcı. zidb : (C.: Ezdâb) Nasip, kısmet. ziddân : İki zıt. ziddeyn : Birbirinin aksi olan iki şey. İki zıt. ziddiyet : Birbirine muhâlif, zıt olma hâli. Zıtlık. Birbirinden nefret etme. Zıt fikir veya kanaat sahibi olanların durumu. zide : (Zidet) : f. 'Çoğalsın, artsın' anlamlarına gelir ve duâ ve temennilerde bulunmak üzere kullanılır. zidet fazluhu : Bilgisi artsın, fazlı çok olsun! zidk : Sıdk, doğruluk. zîf : Kenar, nâhiye, cânip, taraf. zifaf : Gerdeğe girmek. Gerdek. zifan : (Zayf. C.) Misafirler. ◊ Öldürücü zehir.ziff : Deve kuşunun yeleklerinin küçüğü. zifil : Katran. zifr : (C: Azfâr) Kir, pas. * Yük. * Kırba. (Kırba götürenlere 'Zevâfir' derler.) ◊ Tırnak. Çengel. Pençe.zifra : (C.: Zifâri) Devenin kulağı ardında terleyen yer. zîfünun : Çok şeyler bilen, mehâret sâhibi olan, fen sâhibi. zîh : (C.: Züyuh-Ezyâh) Çok kıllı erkek sırtlan. (Müe: Zeyhâ) zih : f. Kiriş. * Yay kirişi. * Kenar çizgisi. * Kaytan, şerit. zihaf : Çokluk. * Süstlük ve zayıflık ile yürümek. * Edb: İbarede uzun okunulması gereken bir sesli harfin, vezin zarureti ile kısa okunuşu. (Bunun zıddı: İmâle'dir) ziham : Kalabalık, sıkışıklık. zihar : İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak. * Karşılıklı yardımlaşmak. zihare : Elbisenin dış yüzü, dış tarafı. zîhassa : Hassalı, özellik, hususiyyet sâhibi. zihbe : (C. Zihâb) Yağmur katresi. zihi : Şu, bu mânasına gelen müennes işaret zamiri. ◊ f. Ne güzel. Ne iyi. Aferin.zihin : (Zihn) Anlama, bilme, hatırlama kuvveti. Anlama kuvvet ve istidadı. Hıfz kabiliyeti. (Bak: Dimağ) zihlaf : Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Uzaklaştırmak, ırak etmek. zihlil : Dayanacak ve kayacak dar mekân. zihnen : Zihin ile, düşünerek, akıl ile. zihnî : (Zihniyye) Zihinle alâkalı. Zihne âit. zihniyyât : Zihne ait hususlar. Zihinle ilgili meseleler. zihniyyet : Düşünce. Düşünce yolu. * Anlayış. * Kafa. zihrî : (C.: Zıhârâ) Bir ihtiyaç için hazırlanıp saklanan nesne. zihrit : Koyun ve deve burunlarından akan sümük. zîk : Yaka kenarı. ◊ (Bak: Dıyk)zikâr : (Zeker. C.) Erkekler. zike : Silâh. zikkî : Deriden yapılmış su tulumu. zikr : (Zikir) Anmak, hatırlamak. Anılmak. zikr-ârend : f. Zikreden. Anan. zikra : Anma, hatırlama. * Nasihat, öğüt. * İbret. Örnek. zikzak : Fr. Bir sağa ve bir sola doğru gidiş yapma. zilal : (Zelil. C.) Hor ve hakir olanlar. Zeliller. ◊ (Zıll. C.) Gölgeler.zilale : Gölgelik. zilf : Hayvanların çatal tırnağı. zilhicce : Hacca gitmenin içinde yapıldığı Arabi onikinci ay. Kurban bayramı, bu ayın onuncu gününe rastlar. zilka'de : Arabi ayların on birincisi. zill : Gölge. * Perde. * Mc: Sahip çıkma, koruma, himaye etme. ◊ Yumuşaklık. * Kolaylık, âsanlık. * Davarın alışması.zill-âlud : f. Gölgeli. zille : Orak kuşu denilen bir böcektir, orak vaktinde öter. zillet : Aşağılık, horluk, hakirlik, alçaklık. zillî : Gölge ile alâkalı. zillîm : Zulmü çok olan kimse. Zâlim insan. zilliyet : Zâhirî sahiplik. Himaye edici olma. * Gölgelik. zillullah : Cenab-ı Hakk'ın namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. İlâhî kanunu tatbike çalışan halife ve pâdişahın nâmı. zilye : (C.: Zelâli) Büyük döşek. zilzal : Zelzele, sarsıntı. zilzal suresi : Kur'an-ı Kerim'in 99. suresidir. 'Zelzele, İzâzülzile' sureleri de denir. zilzil : (C.: Zelâzil) Uzun etek. zimad : (C.: Zamâid) İlâç. * Merhemle yaraya sarılan sargı, bez. zimal : (Bak: Zemel) zimam : Ahd, söz, yemin, eman. * Hak. * Hürmet. ◊ Hayvan yuları. Yular.zimam-dâr : f. Elinde yular tutan. * İdare eden. İdareci. İleri gelen. Bir işi elinde tutan. ziman : Zarar ve ziyana karşılık verilen bedel. zimar : Ele geçmesi mümkün olmayan kaybolmuş mal. Alacak veya yeri bilinmeyen mal. * Gizli kalmış hazine, iş veya şey. ◊ Irz, namus. Kişinin koruması kendi üzerine vâcib olan aile More…zimem : (Zimmet. C.) Borçlar, zimmetler. zimemat : (Zimem. C.) Borçlar. zimmar : Deve kuşu sesi. * 'Bağırmak, savt ve sada etmek' mânâsına mastar. zimmet : Himayeyi te'min eden ittifak. * Borç. * Alâkalı. * Uhde. * Vicdan. * Mes'uliyet. * Üst. Üstte olan şey. * Koruma zorunda kalma. zimmet-dâr : f. Hazine sâhibi. Vergiyi alan, toplayan. Alacaklı. zimmî : Anlaşma ile İslâm diyarında yaşaması kabul edilmiş, hayatı hıfzedilen gayr-ı müslim. Ehl-i zimmet. zimmit : Ağır başlı, ciddi, vakarlı kimse. zimn : İç taraf. * Maksad, gaye. * Açıktan söylenmeyip dolayısıyle anlatılan. zimnen : Açıktan olmayarak, dolayısıyla, ima yolu ile. İçinden olarak. zimnî : İçinde saklı, gizli olarak. * Kendiliğinden. zimr : (C.: Ezmâr) Bahadır, kahraman, yiğit. zimzim : İri gövdeli deve. zîn : f. Binek hayvanlarına vurulan eyer. zina : Haram ve büyük günah olan ve nikâhsız olarak yapılan cinsi münasebet. zinab : (Zeneb. C.) Kuyruklar. zinabe : Her şeyin ardı, arkası. zinak : Çene altının derisi. * Altından veya gümüşten yapılan ve kadınların boyunlarına taktıkları boğmak. zinakâr : f. Zina eden, zâni. zinbar : Hafif, zarif, hazırcevap kimse. * Yük götürebilen eşek. * Büyük fare. * Çınar ağacına benzer bir ağaç. zincar : Bir nevi balık. zindan : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer. zindanî : (C.: Zindaniyân) Zindanlık. Zindana kapatılmış suçlu. * Zindan muhafızı. Zindancı. zinde : f. Dinç, diri, canlı. * Güçlü, kuvvetli. zinde-bâd : f. Yaşasın, çok yaşa, sağ ol. zinde-dâr : f. Gece uyumayan, uyanık kalan. zinde-dil : f. Kalbi diri olan, uyanık. zinde-gî : f. Canlılık, zindelik, dirilik. zindik : (Zındık) Dinsiz, imansız. Müşrik. (Bak: Zendeka) ◊ (Bak: Zendeka)zine : Düzgün. * Libas, elbise. zinet : Süs. Bezek. Kadınlara mahsus kıymetli eşya. zinfilece : (Zinfelîce) Zenbile benzer bir nesne.ZİNHAR $ f. Sakın, aslâ, kat'iyyen, olmaya, aman. * Elbette. zinharhâr : f. Sözünde durmayan adam. * Aman dileyen. zinkîr : Tırnak kesintisi. zinne : Töhmet, kabahat. zinnet : Cimrilik, pintilik. zir : (C.: Zire) İnce kiriş. * Kadınlar sohbetini seven kişi. ◊ f. Alt, aşağı.zir ü zeber : Altüst, karmakarışık, darmadağın. zir-bend : f. Kayış, kuşak, kemer. zira : f. Çünkü. Ondan ki, şundan, şu sebepten ki. zira' : El, kol uzunluğu. Yirmidört parmak uzunluğu. Arşın. * Bir kolun dirseğinden orta parmak ucuna kadar uzunluk ölçüsü. (75-90 cm. kadar) * Gökte ayın menzillerinden birisi. * Tulum. İçine More…ziraat : Çiftçilik, ekincilik. zirabe : Keskinlik. ziraî : Çitfçiliğe ait. Ziraate dair, onunla alâkalı. zirar : Karşılıklı zarar vermek. ziraye : Hışım etmek, hiddetlenmek, kızmak. zirba' : Maymuna benzer bir hayvan. zirban : (C.: Zerâbin) Kokarca denilen küçük, kediye benzer, çirkin kokulu bir hayvan. zirek : f. Anlayışlı, uyanık, zeyrek. zirekî : f. Uyanıklık, zeyreklik, anlayışlılık. zirfin : (C.: Zerâfin) Kapı halkası. zirgam : (C.: Zarâgım) Aslan, gazanfer. zirh : Cevşen. * Muharebe elbisesi, demirden örülmüş veya dökülmüş elbise. zirhpuş : (C.: Zırhpuşân) f. Zırh giyinmiş, zırh giyen. ziriba' : Belâ, zahmet. zirin : f. Alttaki, aşağıdaki. zirnîk : Zırhım, fare otu. zirr : Gömlek ve kaftan düğmesi. * Tomurcuk. ◊ Düğme. * Tomurcuk.zirve : Bir şeyin, hususan dağın en yüksek noktası, tepesi. zirve-i bâlâ : f. Yüksek zirve. * Yüksek makam. * Yüce kat. zişt : f. Çirkin. Kötü. Kabih. ziştî : f. Çirkinlik. zît : (Ziyât) Çağırmak. * Niza edişmek, çekişmek. zivana : f. İki ucu açık küçük boru. * Birbirine geçen şeylere açılan boru şeklinde delik. ◊ (Bak: Zıvana)zivanadan çikmak : Taşkınlık göstermek. Haddini aşmak, edepsizlik etmek. ziver : Şiddetle yürümek. ◊ Süs. Zinet.ziya : Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik. ◊ (Bak: Ziyâ)ziya' : (Zay'a. C.) Küçük çiftlikler, tarlalar. ◊ Kayıp, yitim. Kaybolma. Mahvolma. ◊ Kaybolma, mahvolma.ziya-efşan : f. Işık saçan, ziya saçan. ziyade : Artan, fazla kalan. Çok bol. Fazladan. * Artma, çoğalma. ziyaf : (Zeyf. C.) Kalp ve silik paralar. Karışık akçeler. ziyafe : Merdut olmak. * Tenbel. * Değişmek. ziyafeşan : f. Işık saçan, ziya saçan. ziyafet : Misafire yedirip içirme, ikram etme. Misafir kabul etme. ◊ Karışık ve değişik olma.ziyai : (Ziyaiyye) Işığa ait. Ziyaya dair ve mensub olan. ziyal : Uzun kuyruklu at. ziyame : Ayıplı olmak. ziyan : f. Zarar, ziyan, kayıp, hasar. ziyanisar : (Ziya-nisâr) f. Işık saçan, ışık serpen. ziyankâr : f. Zarar veren, ziyancı. Zarar ve ziyan edici. ziyapaş : f. Işık ve aydınlık veren. Ziya saçan. ziyar : Yavşa denilen nesne. (Baytarlar) onunla davar dudağını kıstırıp zebun ederler. ziyare : Meşhur, şöhretli. ziyaret : Görüşmeğe gitmek. Bir kimseyi görmeye varmak. ziyaret-gâh : f. Ziyaret yeri. * Türbe. Makbul ve dine büyük hizmeti olan ve veli tanınanların kabrinin bulunduğu yer. ziyk : (Dıyyık - Dıyk) Dar. Sıkıntılı. ziyy : (C.: Ezyâ) (Zeyy) Dış görünüş. * Libas. Kılık, kıyafet. Hey'et. ziyyik : Pek dar. ziza' : Ot ve su olmayan yer. zizefun : Ihlamur ağacı. zorbaz : f. Kuvvet oyunları gösteren sanatkâr. Bu oyunlar hünerden çok güce, kuvvete dayandıkları için, zor oyuncusu demek olan bu tabir meydana gelmiştir. Eskiden cambazlar kuvvetli adamlar More…zû : Kelimenin başına gelerek 'sâhip, mâlik olan' mânasını verir. (Bak: Zâ) zû' : Gece uçan kuşlardan birisi. * Erkek baykuş. ◊ (C.: Azvâ'-Ziyâ') Işık, aydınlık.zu'ban : (Zi'b. C.) Canavarlar, kurtlar. zu'kuk : (C.: Zeâkık) Yaramaz huylu kimse. zu'lub : (C.: Zeâlib) Bez parçası. zu'luk : Bir ot cinsi. zu'm : (Zuum) Bâtıl zan. Şübhe. Yanlış zan. zu'miyyât : Bâtıl, yanlış zanlarla alâkalı şeyler. zu'mum : Yorulmak. zü'nun : Bir ot cinsi. zu'r : Korku, havf. zu'rur : Yaramaz huylu kişi. * Kızılcık yemişi. züaf : Tez, acele, hızlı seri. ◊ Ağu. Zehir.zuafa : (Zayıf. C.) Zayıflar. Zayıf olanlar. zuak : Tuzlu su. zuama : (Zaim. C.) (Zeâmet. den) Kefiller. * Büyük tımar sâhipleri. zübab : Şom. Şer, kötülük. Kovmak, uzaklaştırmak. zübab(e) : Sinek. zübad : Bir ot cinsi. zübale : Mum. Kandil fitili. zübana : Yılan boynuzu. * Akrebin kuyruğu ucundaki dikeni. zübbad : Değersiz şey. * Kaymak. zubban : (Zabb. C.) Kelerler, kertenkeleler. zübd : Tereyağı, kaymak. zübde : (C.: Zübüd) Netice, sonuç, hülâsa. * Bir şeyin en mühim kısmı. * Kaymak. * Her nesnenin iyisi ve hâlisi. zübdî : Tereyağıyla ilgili, tereyağına ait. Tereyağlı cisimler. zube : Bir taraf. zübed : (Zebed. C.) Köpükler. * (Zübde. C.) Özler, özetler, zübdeler, neticeler. zübeh : Bir ot. zübeyr : (Zübür. den) Yazılı küçük şey. zübre : (C.: Züber) Büyük demir parçası. (Örs mânasına da gelir.) zübul : Sararıp solma. Buruşma. * Pejmürdelik. zübul-yafte : f. Gübrelenip kuvvetlenmiş olan. zübur : (Zibr. C.) Mektuplar. Kitaplar. zübür : (Zebur. C.) Kitaplar. Mektuplar. zübye : (C.: Zübâ) Tepe. zücac(e) : Cam, şişe, sırça. zücacî : Camcı, şişeci, sırçacı. zücaciyye : Cam veya sırçadan yapılı kaplar. zücal : Oyuncu güvercin. zücc : (C.: Zicce-Zicâc) Süngü arkasının demiri. * Dirsek kenarı. * Ok demiri. zücle : (C.: Zücül) İnsanlardan bir taife. zucret : Yürek darlığı, iç sıkıntısı. zucretver : f. Sıkıntılı. zücur : (Zecr. C.) Yasak etmeler, mâni olmalar, önlemeler. Zorlamalar. Eziyetler. Kovmalar. zud : f. Çabuk, tez, hemen olan, acele. ◊ Üçten ona kadar olan develer.zudaşna : (Zud-âşnâ) f. Her gördüğü kimseyle dost olan. zudendaz : (Zud-endâz) f. Akla geldiği şekilde, düşünülmeden söylenen söz. zudhiz : f. Vazifesini çok çabuk gören hizmetkâr. zudî : f. Tezlik, çabukluk. zudres : f. Çabuk erişen. zudsir : f. Faydasız. Menfaatsiz. * Kötü huylu. * Bir şeyden çabuk bıkan, usanan. zudter : f. Daha çabuk. züff : (Züfâf) : Az, kalil. züffe : Bölük, zümre. zufr : Tırnak. züfr : Ulu kişi, seyyid. züfre : (C.: Zeferât) Kükremek. Gürlemek. * Nefesi içeri çekip göğsünü öttürmek. * Gam, tasa. * Atın orta yeri. zufur : (C.: Ezfâr-Ezâfir-Zufir) Tırnak. * Yay başında kiriş takılan yerden ucuna varıncaya kadar olan miktar. züfyan : Rüzgârın şiddetle esip sürüp götürmesi. zugle : Her nesnenin bakiyyesi ve bölüğü. * Birşeyin bölük bölük olması. zuglul : Yeyni, hafif. * Küçük oğlan. zugr : Şam vilayetinde bir yerin adı. züha' : Miktar. zuhal : (Bak: Zühal) zühal : Satürn Gezegeni. zuhar : Ok yeleği. Kanat yeleği. zühar : Zorla içi geçmek. * şiddetle teneffüs etmek. zühban : (Zühub) (Zeheb. C.) Altınlar. zühd : Dünyaya rağbet etmemek. Nefsâni zevk ve arzudan kendini çekerek ibâdete vermek. zühdî : Zühde ait ve müteallik. Zühde dair. zühdiyye : Fls: Çilecilik. Eziyet ve sıkıntılara katlanarak mânevi terakki sahibi olmağa çalışmak. züheyr : Küçük çiçek. Çiçekcik. zühluk : (C.: Zehâlik) Semiz,besili, şişman. zühm : İçyağı. zühme : (C.: Zühem) Çirkin koku. * Kedinin kuyruğu altında toplanan misk. zuhr : Sahavetli zenginlik. * Yüksek şeref. ◊ Öğle vakti. Öğleyin.zuhr(e) : İhtiyaç zamanı için muhafaza edilen, saklanan şey. Zahire. * Sâlih amel. Âhiret için yapılan hazırlık. zühre : Çoban yıldızı. Sabah yıldızı. Târık. Venüs. Kervan kıran. Çulpan. Güneşten ikinci derecede uzak olan ve sair seyyarelerden daha parlak olan yıldızlar. * Berraklık, safilik. zuhrefe : Süslemek, bezemek. zührevî : Frengi ve bel soğukluğu gibi hastalıklar. zuhruf : Yaldız. Yalancı süs. Gösteriş. Zinet. Altın. zühruf : (Bak: Zuhruf) Yaldızlı zinet. zuhruf suresi : Kur'an-ı Kerim'in 43. suresidir. Mekkîdir. zühub : (Zeheb. C.) Altınlar. zühuk : Bitip tükenme, mahvolma, yok olma. Hükümsüz kalma. zühul : Unutmak veya bir işi geciktirmek. Elde olmayan bir sebeple bir işi geciktirmek. Yanılmak. Kasden unutur gibi olmak. ◊ (Zahl. C.) Düşmanlıklar. Adâvetler. Öç ve intikamlar. More…zühumet : Yağlılık. zuhur : Meydana çıkmak. * Ansızın meydana gelmek. * Baş göstermek. Görünmek. * Hulul. * Galip olmak. * Âlîkadr. zühur : (Su) çok olmak. * (Irmak) su ile dolu olmak. * Büyük ve uzun olmak. ◊ (C.: Ezhâr) Darlık zamanı için saklanıp biriktirilen şey. ◊ Parlaklık. Parıldama. Zühuret. * More…zuhurât : Birden oluveren şeyler. Hesapta olmayan umulmadık hâdiseler. * Sünuhat. (L.R.) zühuret : Parlaklık, parıldama. zuk' : (C.: Ezkâ) İki uyluk arası. züka' : Üveyik kuşunun sesi. ◊ Nakit. ◊ Güneş.zükae : Malı çok olan, zengin. zukak : (C.: Ezikka) Sokak. zükak : (C.: Zekâk-Ezikka) Sokak. * Üveyik kuşunun sesi. * Ses, avaz, sadâ. zükam : Nezle. züke : Hışım, gadap, hiddet, öfke. * Üzüntü, gam, tasa. zukk : Kuşun yavrusuna ağzından birşey yedirmesi. zükk : Üveyik kuşunun yavrusu. zukl : Harâmi. * Küçük dar gemi. zükme : Kişinin son çocuğu. * Çocuk doğarken çıkan ses. * Ağır ve can sıkıcı kimse. zükr : Kalbdeki fikir, düşünce. zükran : (Zeker. C.) Erkekler. zükre : şarap konulan küçük tuluk. ◊ Peklik. * Keskinlik.zükun : (Zekan. C.) Yüzün alt uçları. Çeneler. zükur : (Zeker. C.) Erkekler. zükuret : Erkeklik. zülaka : (Bak: Zelâka) zülâl : Saf, berrak, tatlı, hafif, güzel, soğuk su. * Yumurta akı. zülâlî : (Zülâliyye) Yumurta akı özelliğinde olan maddeler. Yumurta akına benziyen. zülam : Parasız, züğürt. zulame : Mazlumun hakkı. zülef : (Zülfe. C.) Gecenin gündüze yakın saatleri. * Yakınlık. * Rütbe. Menzile. zulel : Gölgelikler. zulem : Karanlıklar. zulemat : (Zulmet. C.) Zulmetler, karanlıklar. zülenkata : Zeker. * Kısa boylu kişi. zülf : (Zülüf). f. Yüzün iki yanından sarkan saç lülesi. zülf-i perişan : f. Zülfün dağınık, perişan oluşu. Sevgilinin saçının darma dağın oluşu. * Mc: Sevilen şeylerin, işlerin karma karışık oluşu. zülf-i yâr : f. Sevgilinin zülfü. * Mc: Menfaat, fayda, çıkar. * Hatır, onur, şeref. zülfa : Yakınlık, yaklaşma. zülfe : Küçük saçak, püskül. * Yazı ıstahlarındandır, sülüs yazısındaki eliflerin ucundaki çengele verilen addır. Eliflerini ucundaki çengel, ufak saçağı benzediği için bu ad verilmiştir. zülfet : Yakınlık. zülhuka : Çocukların üzerine çıkıp kaydıkları nesne. zülka : Kaypak, düz yer. zülkum : Boğaz. züll : Hakir olma, alçalma. Zillette oluş. Horluk. züllaha : Arka ağrısı. zullame : (Zalime) Zâlimin zulümle aldığı mal. zullân : (Zelil. C.) Zeliller. zulle : (C.: Zulel) Gölgelik. * Gölge eden bulut. * Sofa. zulm : (Zulüm) Haksızlık. * Eziyet, işkence. * Bir hakkı kendi yerinden başka bir yere koymak. zulmanî : Karanlık. Karanlıkla alâkalı. Karanlıklı ve karanlık gaflet uykusunda olan. zulmat : (Zulümât - Zulemât) (Zulmet. C.) Karanlıklar. Kara gün. * Dinsizlik ve zulüm devri. zulmen : Haksızlıkla, zulüm yaparak. zulmet : Karanlık. * Mc: Sıkıntı. zuluf : (Zılf. C.) Koyun, keçi, inek gibi hayvanların çatal tırnakları. zülüf : (Bak: Zülf) zulul : Gün geçirmek. * İşi gece yapmak. * (Zıll. C.) Gölgeler. zülul : Vezinde eksik olmak. zülül : (Zelul. C.) Yavaş ve başı yumuşak olanlar. zulümat : (Bak: Zulmât) zülzal : Zelzele, deprem, sarsılma. zülzil : (C.: Zelâzil) Etek ucu. zümer : (Zümre. C.) Gruplar, zümreler. zümer suresi : Kur'an-ı Kerim'in 39. suresi. Mekkîdir. zümh : Yüce ve büyük olmak. zümmah : Bahil, yaramaz kişi. zümmel (zümmâl) : Zayıf, korkak kişi. zumne : Müzmin illet, zamanla yerleşmiş olan hastalık. zümre : Bölük, cemaat, grup, takım, sınıf. Cins. zümrüt : Cam parlaklığında, güzel, yeşil renkte şeffaf bir süs taşı. zümuh : Uzak olmak. * Katı olmak. zümum : (Zemm. C.) Ayıplamalar. Kınamalar. zümürrüd : Zümrüt. * Mc: Çok yeşil olan renk. zun : Put, sanem. zünabe : Herşeyin ardı, arkası. zünane : Borcun ve iddetin bakiyyesi. zünba' : Akıllı, zeyrek kimse. zunbub : İncik önünde olan kuru kemik. zünbur (zünbâr) : (C.: Zenâbir) Eşek arısı. * Ufak taş parçası. züneyb : Küçük kuyruk, kuyrukçuk. * Küçük sap, sapçık. zünnar : İp. * Hristiyan rahiplerinin veya puta tapanların, papazların bellerine bağladıkları örme kuşak. zünub : (Zenb. C.) Günahlar. Kabahatlar, suçlar. * (Zeneb. C.) Kuyruklar. zunun : (Zann. C.) Zanlar. şübheler. zünzün : (C.: Zenâzin) Gömlek eteği. zur : Yalan. Asılsız. Uydurma. ◊ (Zor) f. Kuvvet, güç.zür'a : Bir miktar ekilmiş yer. zür'e : Aklık, beyazlık. zurafa : (Zarif. C.) Zarifler. Zarif, hoş, tatlı ve nâzik konuşan, kibâr ve nâzik hareket eden kimseler. zurar : Keskin bir taş. zürare : Saçılan şey. zurba : f. Zorba. Bir işi zorla yaptıran. * Kuvvetli, güçlü. zurbayâne : f. Zorbalıkla, zorbacasına. zurbaz : (Bak: Zorbaz) zürefa : (Zarif. C.) Zarif kimseler. (Bak: Zurafâ) züreyka' : Aş çervişi. (Aşın üstüne gelir) zurhane : f. Spor salonu. züribe (ziribe) : (C.: Zerâbi) Enli ve iyi döşek. zurk : Yonca içinde biten yaban otu. zürka(t) : Mâvi, mâvimtırak renk. zurkâr : f. Zorlayan. zürkum : Çehresi gömgök kimse. zürmanika : Sof zırh. zurmend : f. Güçlü, kuvvetli. zürnuk : Küçük nehir. zürra' : (Zari'. C.) Ekinciler. Ziraatçiler. zürrak : (C.: Zerârik) Beyaz tüylü doğan. zürre : Darı. zürriyat : (Zürriyet. C.) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller. zürriyet : Soy, nesil, döl, kuşak. zuru' : (Zar'. C.) İnek ve benzeri hayvanların memeleri. züru' : Ekili tarlalar. zurub : Kısa boylu, şişman ve etli kimse. zürud : (Zerd ve Zered. C.) Savaşçıların halka halka örülmüş zırhları. zuruf : (Zarf. C.) Zarflar. Kablar. zürur : Ay, güneş ve yıldızın doğması. zürzür : Sığırcık kuşu. zutt : Zencilerden bir kabile. züube : (C.: Zevâib) Her nesnenin âlâsı, iyisi. * Ağaç başında olan incecik budak. züvaf : Tez, hızlı, seri. züval : Yab yab, sallana sallana yürüyen kişi. züvan : Buğday içinde çok olan ve gökçek adı verilen kara tohum. züvenn : Kısa boylu. züveyza' : Kısa boylu. züviyet : Toplandı, dürüldü. (Bak: Zevy) züvvar : (Zâir. C.) Ziyaretçiler. Hal hatır sormağa gidenler. zuyuc : Meyletmek, yönelmek, eğilmek. zuyuf : (Zayf. C.) Misafirler. Geçici olarak duranlar. züyuf : (Zeyf. C.) Kalp akça, sahte para. Mağşuş olmak, mağşuş akçalar. züyul : (Zeyl. C.) İlâveler, ekler. Kuyruklar. Etekler. Bir kitaba yapılan ilâveler. züyur : (Bak: Ziver) züyut : (Zeyt. C.) Yağlar.