A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
va : 'Vah, yazık meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada edât-ı nüdbe denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar More…va esefa : Vah, esefler olsun! Eyvah, çok yazık! va hasreta : Vah vah! Ne yazık ki! (Teessür bildirir.) va' : Çakal. va'b : Ulaştırmak, vardırmak. * Toplamak, cem'etmek. va'd : Söz verme. Söz verilen şey. Bir kimsenin yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermiş olduğu husus. va'de : Bir iş için önceden belli edilen zaman. Bir işi te'hir etmek, sonraya bırakmak için olan belli vakit. * Ecel. va'k : Sıtma ve harareti. va'k(a) : Yaramaz huylu kişi. va'ke : Cenk yeri, dövüş alanı. va'l : Sığınacak yer. va'n : Sığınacak yer, melce'. * Ot yetişmeyen taşlık ve sert yapılı arazi. va'r : (Va'ra) Sağlam yer, sert yer. va's (vüuse) : (C: Vuasâ) şiddet, mihnet. va'va' : İnsan topluluğu. * Sesler. va'z : Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma. vaad : (Bak: Va'd) vaaz : (Bak: Va'z) vabeste : f. Bağlı, mütevakkıf, olması bir şeye bağlı olan. vabil : Yağmur. İri katreli yağmur. vâcib : (Vücub. dan) (C.: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan. * Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması More…vâcibât : (Vâcibe. C.) Yapılması lüzumlu olan şeyler. Vâcib olan şeyler. vâcibe : Yapılıp yerine getirilmesi vâcib derecesinde lüzumlu olan şey. vacid(e) : Vücuda getiren. * Varlıklı. Fâtır. Gani ve zengin. * Mevcud olan. vacife : Muztarib olan. Istırab çeken. Korkan. * Sallana sallana yürüyen. vaciz(e) : Kısa. vad : f. Oğul. vadade : f. Reddolunmuş, geri çevrilmiş. Merdud. vadi : İki dağ arasındaki uzun çukur. Dere. Bir nehrin aktığı yer. Nehir yatağı. * Yol, tarz, usül. * Saha. vadk : Yağmur damlamak. * Alışmak. * Yağmur. * Genişlik. * Kolaylaştırmak, yakın olmak. vâfi ve kâfi : Bol bol yeter. vâfi(ye) : (Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter. * Sözünün eri. * Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak. vafid : (C.: Vüffed - Evfâd - Vüfud) Elçi, temsilci. vafih : Kilise kayyımı. vafir(e) : (Vefret. den) Bir çok, bol, çok. * Edb: Aruz kalıplarından bahr-ı rabi'nin ismidir. vaftiz : (Vaftis) (Rumcadan) Hristiyanlarca çocuğun ve hristiyanlığa yeni girenin dine girme şartı sayılan, suya sokma merasimi. (Bak: Ta'mid) vagd : Tamahkâr, cimri, hasis. * Alçak, bayağı, âdi. vaha : Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer. vahal : (C.: Evhâl, vuhul) Bataklık, batak çamurlu yer. (Bak: Vahl) vahama : (Vahim. C.) Tehlikeli, korkulu ve vahim olan şeyler. vahamet : Zor, güçlük. * Ağırlık. Tehlike. Muhatara. Neticesi fena. * Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu. * Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet. vahat : Çöl ortasında yeşillik ve suyu olan yerler. Vâhalar. vahayfa : Eyvah, yazık. vahdanî : Allah'ın birliği ile alâkalı. vahdaniyet : 'Birlik, infirad. Benzeri olmamak. Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah'ın bir sıfatıdır. Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir More…vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması. vahdet-ârâm : f. Dinlendirici, rahat yer. vahdet-gâh : f. Yalnız kalınacak yer. vahdet-güzin : f. Yalnızlığa çekilen. vahhabî : (Bak: Vehhabî) vahi : Mânâsız, saçma. Ehemmiyetsiz. * Ahmak. Düşkün. Zaif. vâhib : (Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden. vâhid : Bir, tek, biricik. Eşi, benzeri, cüz'ü, parçası olmayan Allah (C.C.) Ferid. vahîd : Yalnız, tek. * Hz. Peygamber'in de (A.S.M.) bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir). vâhiden : Vâhid olarak. Tek olarak. vahim : Ağır. * Sonu tehlikeli. Çok korkulu. * Hazmı güç olan. Zararlı veya faydalı olmayan yemek. vahim(e) : (Vehm. den) Vehmeden, kuran, kuruntulu. vahime : Vehim veren, vesvese veren. vahin : Zayıf kimse. vahine : İyeği kemiklerinin kısaları. vahir : İğne. * Diken. vahiy : Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C.C.) tarafından Peygambere bildirilmesi. * Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i'lâm, More…vahiyât : (Vâhiye. C.) Mânasız, faydasız ve ehemmiyetsiz şeyler. vahiye : (Bak: Vahi) vahl : Sıvı çamur. Balçık. Tîn-i rakik. vahl-gâh : f. Bataklık. vahş : (C.: Vuhuş - Vahşân) İnsandan kaçan, yabani ve ürkek hayvan. * Tenha ve ıssız yer. vahşân : (Vahş. C.) Issız, tenha yerler. * Yabani hayvanlar. vahşet : (Vahş - Vahiş) Yabanilik. * Issızlık, tenhalık. * Vehim, ürküntü. Korku. Vahşilik. * Tenha, ıssız, korkunç yer. * Elbise ve silâhını çıkarıp atmak. * Aç kimse. vahşet-âbâd : f. Issız, korku ve ürkeklik veren yer. vahşet-âmiz : f. Vahşetle karışık. vahşet-âver : f. Korku veren, ürküten. vahşet-engiz : f. Korkulu. vahşet-gâh : f. Korku yeri. Issız yer. vahşet-nâk : f. Korku veren yer. Issız ve korkulu yer. vahşet-zâr : f. Yabani, ıssız yer. vahşi(ye) : Medeni olmayan. İnsanlardan kaçan. Alışık ve ehlî olmayan. * Merhametsiz, duygusuz. * Ürkek, korkak. vahşiyâne : Vahşice. Vahşiye yakışır şekilde. vahşur : f. Peygamber, nebi. vahy : (Bak: Vahiy) vahz : Sivri bir şey batırarak acıtma. * Çimdikleme. * Isırma. * Sokma. vaî : (C: Vuât) Hâfız. vaîd : İyiliğe sevk veya kötülükten kurtarmak için ileride olacak kat'i hâdiseleri haber vererek korkutmak. * Cehennemi haber vermek. (Bak: Va'd) vaif : Davar yürüdüğünde karnından işitilen ses. vâiz : Nasihat veren. Dinî mes'eleler üzerinde öğüt veren. vaizîn : (Vâizûn) Vâizler. Halka nasihat verenler. vajgun : (Vâjgune) f. Ters, tersine dönmüş. Uğursuz. vak' : Yüksek mekân. * Etki, tesir. * Düşmek. ◊ Ağırbaşlılık. Ağırlık. * Yüksek yer.vak'a : Hâdise. Olup geçen şey. Mes'ele. * Birini bir defada yere düşürmek. * Muharebe. * Vuku bulan. vak'a-nüvis : f. Osmanlı İmparatorluğu devrinde, zamanın hâdiselerini kaydetmekle vazifeli olan resmi devlet tarihçisi. vaka' : Yufka bulut. * Taş. * Yerin taşlı olmasından ayak incinmek. * Cefa, eza. * Vurma, darp. vakad : (Ateş) yanmak ve tutuşmak. ◊ Alevlenen ateş.vakah : Katı yüzlü, utanmaz, hayırsız kimse. * Sağlam ve sert tırnak. vakahat : Arsızlık. Utanmazlık. Katı yüzlülük. Açıklık ve saçıklık. * Pek sağlam ve metin. vakahet : (Vakhe) İbadet, taat. * Bir adamın sözünü dinleyip itaat ve imtisal etmek, ona uymak. * Bir şeyi bırakıp feragat etmek. * Büyük papaz olmak. vakar : Ağırbaşlılık. Halim ve heybetli oluş. Nâmusu muhafazayı mucib haslet. Temkinlilik. Azamet ve izzet. vakas : Boynun kısa olması. Ateşe attıkları ufacık değnekler. * İki nisap zekâtın arasındaki zekâtı olmayan hayvanlar. vakayi' : (Vak'a. C.) Vâki olup zuhur eden hususlar. * Kıtaller. Öldüresiye vuruşlar. vakb (vükub) : Duhul etmek, dâhil olmak, girmek. * Kaybolmak. vakd : (Vakdân) Ateşin yanması, tutuşması. vakf : Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak, durdurmak. Kımıldatmamak. * Hareketten fariğ olmak, imsak etmek. Hapsetmek. Aslâ satılmamak, başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna More…vakfe : Bir hareketin geçici olarak durdurulması. * Durak. Durulacak yer. * Hacıların Hac esnasında Arafat'taki tevakkufları olup, eda etmeğe mecbur oldukları şartlardan birisidir. vakfegâh : f. Durak yeri. vakfetmek : Fık: Bir malı veya bir şeyi bir işe bağlayıp o yolda devamlı kılmak. * Bir şeyi karşılıksız olarak Allah yoluna vermek. vakfî : Vakfa âit, vakıfla alâkalı. vakfiye : Mülkün vakıf olmak keyfiyyeti. vakh (vekahe) : Taat, ibadet. vâkî : (Vikaye. den) Saklayan, koruyan, vikaye eden, esirgeyen. * Önleyici tedbir veya ilaç. vâki' : Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. * Geçmiş olan, geçen. vakîa : Kıtal. Öldüresiye vuruşmak. * Vak'a. vâkia suresi : Kur'an-ı Kerim'in 56. suresidir. Mekkîdir. vâkia' : Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise. * Olan olmuş. * Rüya, düş. * şiddetli hâdise. * Meşakkat, musibet. * Kıyamet. * Cenk, savaş. vâkiât : (Vâkıa. C.) Vâkıalar. Baştan geçen hâdiseler. vâkib : Ayak üstüne duran kişi. vakîb : At yürürken karnı içinden işitilen ses. vâkif : Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan. * Vakfeden. * Duran, ayakta duran. vâkifane : f. Bilen kimseye yakışır surette, bilerek. Vâkıf şekilde. Anlamak ve bilmek suretiyle. vakîh : Hayâsız, utanmaz, edepsiz. vakin : Oturucu, oturan. vakir : Yuvasına girmiş kuş. vakiyye : Dörtyüz dirhemlik tartı. vakkas : Okçu. İyi muharebe eden. Savaşçı. vakl : Yükselmek. * Bir nesnenin üstüne çıkmak. * Mukul ağacı. vakm : Reddetmek. * Hor ve zelil etmek. vakne : Her nesnenin azı. vakr : Az işitmek. Sağırlık. vakre : Davarın tırnağının taşa dokunup sürçmesi. vaks : Fahişe kısmının fahişeliğini zikrederek anlatmak. * Bedene uyuz illeti yayılması. ◊ Boynu vurup kırmak.vakş : His. * Hareket. vakt : (C: Vikat) İçinde yağmur suyu biriken çukur. * Su ile faydalanacak mekân. * (Horoz) tavuğa binmek. ◊ (Vakit) Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. * Boş zaman. * Geçim. * Fırsat. * Muayyen, More…vaktaki : f. Ne vakit ki, o zaman ki, olduğu vakit. vakten : Vakit ve zamanca. vakud : Odun, kömür gibi yakılacak şeyler. vakur : Ağırbaşlı, temkin sahibi. İzzetli, vakarlı. vakurane : f. Ağırbaşlılıkla. Düşünce ve tedbirlilikle. Temkinle. vakvak : Korkak kişi. * Hindistan'da Vakvak beldesinde yetişen bir ağaçtır. Yüz zira' miktarı boyu olur, kalkan gibi yassı yaprağı olur. vakvaka : Kurbağa, tavuk, kuş sesi veya köpek havlaması. vakz : Galebe etmek. * Şiddetle vurup ölmeye yakın etmek. ◊ Sıklet, ağırlık.vâlâ : Yüksek, âlî, refi'. vâlâcâh : f. Mevkii yüce, rütbesi yüksek olan. vâlâkadd : f. Boyu yüksek, uzun boylu. vâlâkadr : f. Değeri yüksek, kadri yüce. vâlâşân : f. Şânı yüce. vâlâyî : f. Yücelik, yükseklik. vali : Bir vilâyeti idare eden en büyük memur. * Mâlik. valib : Ulaşıcı, ulaşan, varan. * Önüne doğru giden. valibe : Evvelki ekinin kökünden biten ekin. valice : İnsanı şiddetle tutan bir hastalık. valid : (Vilâdet. den) Doğurtan. Baba. validan : (Bak: Vâlideyn) validat : (Vâlide. C.) Anneler. Vâlideler. valide : Ana. Doğuran. valideyn : Ana ile baba. Vâlidân de denir. validiyyet : Annelik ve babalık vasfı. vâlih : Keder ve hüzünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrette kalmış. vâlihâne : f. Şaşkınca. vâlihîn : Hayrette kalanlar. Şaşıranlar. (Bak: Veleh) vallahi : Allah için, Allah hakkı için, Allah'a yemin ederim (meâlinde büyük yemin.) vam : f. Borç. vamcu : f. Borç arayan. vamdar : f. Borçlu. vamhah : f. Alacaklı. vamî : f. Borçlu. vamik : Seven. Âşık, sevdalı. * Meşhur bir hikâyede Azra'nın âşığının ismi. vamk : Sevme, muhabbet. vapesîn : (Va-pesin) f. En gerideki, en sondaki. vâr : f. (Teşbih edatıdır) Gibi, ...li, kerre, def'a, sâhib, mâlik, lâyıklık (yerinde kullanılarak birleşik kelimeler yapılır). Meselâ: Melek-vâr : Melek gibi. Ümid-vâr: Ümidli. vara' : Haramdan ve yaramaz işlerden sakınmak. varaka : Tek yaprak hâlindeki kâğıt. * Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı. * Hasis kimse. * Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine More…varakî : Yaprakla ilgili. * Yaprak biçiminde. varakkerdan : f. Boş ve faydasız işlerle uğraşan kimse. varakpare : f. Kâğıt parçası. * Küçük yaprak. Yaprak parçası. * Ehemmiyetsiz yazı, tezkere. vardiya : İtl. Gemilerde beklenen nöbet. * Nöbet yeri. Nöbet beklenilen yer. vareste : f. Affedilmiş. Halâs bulmuş, kurtulmuş. * Rahat, serbest. varestegî : f. Kurtulma, halâs bulma. * Rahatlık, serbestlik. * İlişiksizlik. vari : Semiz et. * Vahşi hımar, yabani eşek. ◊ f. Benzer, gibi.vârid(e) : (Vürud. dan) Ulaşan, yetişen, gelen, erişen. Akla gelen. * Olan. Bir şey hakkında söylenip tatbik edilen. * Hâzır, nâzır. * Bahadır. vâridât : (Vâride. C.) Kâr, gelir. * Vârid olan. Bir kimseye veya hazineye ait gelir ve paralar. * Hatıra gelen, içe doğan. vâridîn : (Vârid. C.) Gelenler, vâsıl olanlar. varik : (C: Vürük) Süs için palanın önüne geçirip astıkları saçaklı kıvrımlı esvap. * Nakışlı kumaştan yapılmış saçaklı palan ve eyer örtüsü. vâris : Cenab-ı Hakk'ın bir ismi. * Mirasçı. Kendisine miras düşen. Mirasa konan. Vefat eden birisinin maddî veya manevî mal ve mülkünde kullanmaya, tasarrufa salâhiyetli olan. variş : Bir topluluk yemek yerken davetsiz olarak yemeğe katılan kimse. vârisîn : (Vârisûn) Vâris olanlar. Vârisler. varta : Her çukur yer. Uçurum. * Kurtuluşun zor olduğu yer. Tehlike. Muhatara. varun : f. Ters, uğursuz, aksi. vaş : f. Düşman. vasaa : (C: Vusu) Kız kuşu. vasab : (C.: Evsâb) Hastalık. Ağrı. vasafe : Hizmetkârlık. vasail : (Vasâyil) : (Vasile. C.) Yemen'de çıkan çubuklu, alaca kumaşlar. vaşak : Derisinden kürk yapılan bir hayvan ve bunun postu. vasat : İki şeyin arası. * Orta, merkez, ara. Meydan. Cemiyet muhiti. İç. vasatî : İkisi ortası. Ortalama. Orta halde. vasatî saat : Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi More…vasf : Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl. Bir kimsenin veya şeyin durumunu anlatarak tarif etmek. vasfetmek : Bir şeyin vasıflarını, hâlini, şeklini veya rengini tarif etmek, anlatmak. vasfî (vasfiye) : Vasıfla, mahiyetiyle alâkalı. Beyan ve tarife dair. vasi : (Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse. vaşi : (C: Vüşât) Gammaz, koğucu, yalancı. vâsi' : (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı. vasib : Yerinde duran. Sürekli. ◊ Hasta.vasîd : Kapı eşiği. vasif : Vasfeden. Bildiren. * Medheden, öven. vasîf : (C.: Vusafâ - Vesâif) Hizmetçi, uşak. vasif terkibi : Gr: Birleşik sıfat. Bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkib. Meselâ : Zevk-efzâ : Zevk artıran. vâsik : (Vüsuk. dan) Güvenen. İtimad eden. vaşik : Dağ köpeği. Vaşak. vâsil : Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan. vasîl : Birinden aslâ ayrılmaz kimse. vasîle : Geniş yer. * Ucuzluk. * İmaret. vâsilûn : (Vâsılîn) Hakka, hakikata, marifete ermiş kimseler. Hakka erenler. Yetişenler. vâsit : Ortada bulunan. * İkisinin ortası. vasît : Hakem, aracı. * Orta. vâsita : İki şeyi birbirine ulaştıran. * Aracı. Arada bulunan. Vasıtalık eden. vaşiye : Evlâdı çok olan kadın. vasiyet : Bir işi birisine havale etmek. * Emir. * Fık: Bir malı veya menfaatı, ölümden sonrası için bir şahsa veya bir hayır cihetine teberru yolu ile (yani, meccanen) temlik etmek. vasiyetnâme : f. Yazılı vasiyet. Bir kimsenin vasiyetini yazmış olduğu kâğıt. vasiyy : Yetim gibi güçsüzlerin işleri kendine vazife olarak verilen kimse. vasl : Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak. * Birleştirmek, ulaştırmak. * Gr: Ulama, ekleme. * Edb: Sözü teşkil eden cümlelerin atıf ve rabt suretiyle birbirine bağlı olarak yazılması usulü ki, More…vasm(e) : Utanacak şey. * Vurmak. (Liyazon yapmak) vasmet : Kırıklık, güçsüzlük, halsizlik. * Ayıp, eksiklik. vassad : Ören, örücü, dokuyan, dokuyucu. vassaf : Vasıflarını sayarak medheden. Vasıflandıran. Vasıf ve beyanda ârif ve âlim olan. vassal : Ulaştıran, vasleden. Birleştiren. vaşüde : f. Defolunmuş, kovulmuş, geri çekilmiş. vasut : Gölgelik. * Sütü sağdıkları kabı dolduran deve. vasvas : Kadınların örtündükleri ve ancak gözleri görünecek derecede dar olan yüz örtüsü. ◊ (C: Vesâvis) Perdede göz ayırımı miktarı olan delik.vasvasa : Yüz örtüsü. * Köpek eniğinin gözlerinin açılması. vata' : Bir şeyi ayakla çiğneme. vataf : Kaşın çok kıllı olması. * Kirpiğin sık ve çok olması. vatan : (C.: Evtan) Bir kimsenin doğup büyüdüğü yer. Yurt. vatandaş : Bir devlet ahalisinden ve teb'asından olan. vatanî : (Vataniyye) Vatanla alâkalı. Vatana ait. vatanperver : f. Vatanını seven. Memleketine hizmet eden. vatanperverâne : f. Vatanını seven kimseye yakışır şekilde. vatar : (Vatr) İhtiyaç, hâcet. İş. * Emir. * Madde. * Husus. vatavit : (Vatvât. C.) Korkak ve geveze olan kimseler. * Yarasalar. * Dağ kırlangıçları. vatb : (C.: Vitâb-Evtub) Süt kabı ve tulumu. vatd : İsbat etmek. * İhânet etmek, hâinlik yapmak. vater : f. Sonundaki. Çok uzak. vath : Kuşların burnuna ve ayağına necasetten veya balçıktan yapışıp kalan nesne. vati : Yumuşak ve kolay olan şey. (Kuş tüyünden yapılmış yastık gibi) vati' : Ayak altına alıp çiğneme. Basma. * Cima'. * Uygun hale koyma. * Tümseklikler arasında basık ve engin yer. vatid : Sâbit. vatîd : Sabit ve sağlam olan. vatîe : Büyük çuval, harar. * Bir çeşit yemek. vatîs : (C: Vutas) Kızdırıldığında kimsenin üzerine basamadığı yuvarlak taş. vatm : Ayakla çiğneme. * Perdeyi salıverme. vatnî : Çiğneme, üzerine basma. vats : Kazmak. * Kırmak. * Ayakla yere vurmak. * Somak denilen ot. vatş : (C: Evtâş) Açmak. vatvat : (C.: Vatâvit) Korkak ve geveze olan adam. * Yarasa. * Dağ kırlangıcı. vatvata : Geceleyin gözün görmemesi. vaty : Ayak altında çiğneme, ezme, basma. * Çiftleşme. vav : Kur'an alfabesinde sondan üçüncü harftir. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığıdır. vaveyla : Çığlık, yaygara, feryat. * Eyvah, yazık gibi üzüntü ifadeleri. vavî : Vav harfine mensub. Vav harfi ile alâkalı. vavik : Okun nişana dokunmayıp yanına düşmesi hâli. vâye : Nasib, kısmet, behre. vâyedâr : f. Kısmetli. Nasibi olan. vaz : f. Terk etme, bırakma. vaz' : (C.: Evza') Koyma, konulma. Bırakmak. Atlamak. Tayin etme, belirtmek. Duruş, hareket, tarz. vaz'an : Vaz' ile, vaziyeti, durumu itibariyle, yerleştirmek suretiyle. * Asıl lügat mânası cihetinden. vazaat : Alçaklık, âdilik, bayağılık. vazah : Beyaz ve güzel yüzlü adam. vazahat : Açıklık, vâzıhlık. vazaif : (Vazife. C.) Vazifeler, işler. vâzi' : (Vazıa) Koyan. Yerleştiren. Vaz' eden. vazî' : (Vazîa) Alçak, deni, bayağı, âdi. vazife : Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birisine havale edilen şey. Kıymet verilen iş. * Ücret. vazifedâr : (C.: Vazifedârân) f. Vazifeli, görevli. * Memur. vazifehâr : (C.: Vazifehârân) f. Ücret alan. vazifeşinâs : f. İşini dikkatle yapan. Vazifesini özenerek, severek yapan. vazifeten : Vazife ile, vazife olarak. vâzih : Açık, ayan, âşikâr. Besbelli. Kapalı olmayan. * Edb: Vuzuhlu söz. Bir okunuşta mânâsı anlaşılacak ifâde. vazîh(a) : (Vuzuh. dan) Meydanda, apaçık. vâzihan : Açık olarak. Açıkça. Açık açık. Aşikâr surette. vâzihât : (Vâzıh. C.) Açık ve meydanda olan şeyler. vâzir : (Vâzire) Günah işleyen. Suç işleyen. vazzah : Meydanda, çok açık, belli. ve : Gr: 'Dahi, de, hem, ile, berâber' mânâlarına bağlama edâtı. ve'd : Kızını diri iken toprağa gömme. veba : Salgın bir hastalık. Taun. veba'dü : Ondan sonra, imdi. vebal : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti. veber : Bedevi, göçer. * Deve yünü. * Davar tırnağı. vebl : Ağır ve vahim olmak. vebr : Kocakarı soğuğundan bir gün. * Ada tavşanı, ak tavşan. veca' : Sızı, ağrı, acı. Ağrıyıp acımak. vecahet : Güzellik, güzel yüzlülük, gösterişlilik. * Haysiyet, şeref, onur, itibar. vecar : (C.: Vücür - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer. * Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn. vecazet : Sözün veciz oluşu. Kelâmın kısa oluşu. vecd : Aşk, muhabbet. Kendinden geçecek, unutacak kadar İlâhî bir aşk hali. * Yüksek heyecan. İştiyakın galebesi. vecd-âlud : f. Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal. vecd-efzâ : f. Vecdi artıran, heyecanı çoğaltan. vecdî : Vecdle ilgili, heyecanla ilgili. vecel : Ürkme, korkma, havfetme. vecenat : (Vecne. C.) Elmacıklar, yanaktaki yumrucuklar. vech : (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * More…veche : Yan, taraf. Yüz. vechen : Bir vechiyle. Bir suretle. Bir bakımdan. vecheyn : İki taraf, iki yan, iki yüz. vechî : (Vechiye) Yüz ile ilgili. veci (e) : Güzel, hoş, lâtif. Uygun, münasib. * Bir kavmin büyüğü, reisi. * Hürmetli insan. * Sultan huzuruna girenler. * Makam ve şeref sâhibi. veci(a) : (Veca'. dan) Ağrıtıcı, sızlatıcı. vecibe : Borç hükmünde olan vazife. * Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey. vecihî : Veche ait. Veche dair. veciz : Kısa, öz, derli toplu. Muhtasar olup mufassal olmayan. * Az sözle çok mâna ifâdesi. vecize : Edb: İbaresi kısa, mânası geniş olan çok kıymetli söz, özlü söz. Kısa, veciz söz. vecne : (C: Vecenât) Elmacık, yanaktaki yumrucuk. vecr : (C.: Evcâr) Mağara. veda' : Ayrılık. * Ayrılışta selâmlamak. * 'Allah'a ısmarladık' demek. vedad : Dostluk. Sevme. Sevgi. (Bak: Vidad) vedd : Dostluk. Sevgi, muhabbet. vedi : Küçük abdest bozduktan sonra çıkan beyazımsı su. vedi' : Başkasının malını saklamaya memur kimse. vedia : Emanet. vediatullâh : Allah'ın emaneti. vedid : Sevgisi çok olan. vedk : Yağmur. Yağmurun damlaması. * Alışıp üns ve ülfet etmek. Yakın olmak. (Bak: Vadk) vedud : Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. Cenâb-ı Hak. vef'a : Kav ettikleri bez parçası. * Şişe ağzını tıpamada kullanılan bez parçası. vefa : Ahdinde, sözünde durma. * Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. * Ödeme. * Yetişme. * Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma. vefadar (vefakâr) : Vefalı, sözünde ve dostluğunda devamlı olan. vefaperver : f. Sözünde duran. Vefâlı. vefat : Ölüm. Ahirete göçme. vefd : Çokluk. Cemaat. * Bir iş için giden heyet. Elçilik. * Dağ başı. * Gelme, ulaşma, erişme, varma, vürud. vefhiyye : Kilisede kayyımlık hizmetini etmek. vefi : Vefalı. * Tam, mükemmel. Kifayet eden. Bol olan. vefia : İçine nesne koyulan sele. vefik : Arkadaş. Kafa dengi. Aynı fikirde olan. Uygun. vefir(e) : (Vefret. den) Çok, bol, kesir. vefiyat : (Vefat. C.) Ölümler, vefatlar. vefk : Uygun gelme. Uyma. Mutabakat. Muvafık olma. İşi iyi gitme.* Tesirli dua. vefl : Derinin dibagatla giden fazlalıkları. vefr : Bir kimsenin ihsanını kabul ettikten sonra rızasıyla reddeylemek. * Bolluk. * Medh ü sena ile birisinin namusunu muhafaza etmek. vefra' : Eksilmeyip değişmeyen. * El dokunulmamış ve tam olarak yetişmiş ot. vefret : Çokluk, bolluk. vefz : (C: Evfaz) Evmek, acele etmek. vefza : (C: Evfaz) Ok yayı konulan ve beylik denilen kap. vega' : Kavga gürültüsü. Harp yerinden çıkan sesler. Savt. Patırtı. vegab : (C: Evgab) Korkak kimse. * İri gövdeli büyük deve. vegadet : Akılsızlık. * Adilik, bayağılık, aşağılık, alçaklık. vegar : Gazap, kin, öfke, hiddet. vegd : (C: Evgad) Alçak adam. vegf : Görme zayıflığı. vegif : Yürüme sürati. * Ses sürati, ses hızı. vegik : Davar yürürken karnından çıkan ses. vegir : Kızmış taş üstüne koyarak pişirilen et. vegire : Kızmış taş ile sıcaklık verilerek pişirilen süt. vegm : Kin. vegne : Geniş küp. vegre : Sıcaklığın çok olması. vehak : Avcı kemendi. vehamet : (Bak: Vahamet) vehb : (H.-110) Tabiînden olan bu şahıs İsrailî rivayetlerin en mühim kaynağı addolunur. Birçok İsrailiyatı havi kitapları okumuş ve tefsire de aktarmıştır. ◊ Hibe. Bağış. Vergi.vehbî : Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan. vehc : Alevli olmak. Alev ile yanmak. Parlamak. vehd(e) : (C: Vihad) Derin vadi. Uçurum. vehec : Ateş sıcaklığı. vehecan : Ateşin alevlenmesi. * Işıklandırmak, ziya vermek. vehel : Vehim, kuruntu. vehelümme cerra : (Bak: Helümme cerrâ) vehf : Bitkinin yapraklanması. Uzama. Çoğalma, artma. vehhab : Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan. vehhabî : Muhammed İbn-i Abdulvehhab nâmında birisinin sebeb olduğu İslâmî bazı mes'elelerde ifrat gösteren ve dört hak mezheb hâricinde bir mezhepten olan. Fıkıhta Hanbelî, itikadda İbn-i More…vehhac : Parıl parıl. Pek şa'şaalı. * Çok alevli. vehham : Çok vehimli. Fazla şüphe eden. vehhas : Arslan. vehic : Ateşin sıcaklığı. vehise : Pişirilip kurutulduktan sonra dövülen çekirge. vehl : (Vehel) Yanlış yapma. Yanlış anlama. * Unutma. vehle : İrkilme ve ürkme. * Dakika. An, lahza. vehleten : Birdenbire. İlkin. Ansızın. vehm : (Vehim) Mübhem ve mânasız korku. * Belirsiz fikir ve düşünce. * Cüz'i mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti. vehm-âlud : f. Vehimli. Vehim dolu. Vehim karışık. vehm-nâk : f. Vehimli, kuruntulu. vehmî : Olmadığı halde var zannederek. Düşünmeye, vehme dair, vehme ait. vehmiyyât : (Vehmiyye. C.) Vehimler, kuruntular. vehn : Gevşeklik, kuvvetsizlik. * Zayıf. * Gövdesi kalın ve kısa adam. * Gece yarısı. Gece yarısından bir saat sonraki zaman. vehnane : Zayıf kadın. vehs : Kırma. * Ayak altında çiğneme, basma, ezme. ◊ Bir işe girişip ısrar ile devamlı uğraşmak. ◊ Sır ile söyleşmek. Dedikodu yapmak.veht : (C: Vihât) Vurmak. * Kırmak. vehtiyy : Ufak üzüm. vehub : Verimi fazla, vergisi çok. vehvah : Yaban eşeğinin anırtısı. vehvehe : Atın kendi gövdesini parça parça etmesi. vehy : Gevşeme, yırtma. vehz : Katı nesne. * Kovmak, deft'etmek. vek' : Akrep sokmak. veka' : Ayak parmaklarından baş parmağın, şehâdet parmağı üstüne gelmesi. vekad : Sığır bağladıkları ip. vekahat : Hayâsızlık. Utanmazlık. Edebsizlik. (Bak: Vakahat) vekâlet : Vekillik. Birisinin nâmına iş görme. Kendi nâmına hareket etme salâhiyetini başkasına verme. Nezâret, bakanlık. * Vekilin vazife gördüğü bina. vekâleten : Birisine vekil olarak. Başkası adına. vekâletnâme : f. Birisine vekillik verildiğini isbat eden ve ekseriya noterlikçe tanzim edilmiş bulunan yazılı kâğıt. vekâletpenâh : f. Padişahın vekili olan, sadrâzam. Başvekil. Başbakan. vekar : (Bak: Vakar) vekb : Dikilmek. vekc : Ulaşmak, varmak. vekde : (C: Viked) Gitmek. vekeban : Derece derece yürümek. vekef : Günah. * Abes ve boş. * Ayıp. * Eksiklik. vekel : Zayıf adam. vekf : Evin damlaması. * Kat'etmek, kesmek. vekif : Sütü çok olan deve. vekil : Başkasının işini gören. Bir adamın yerine hareket etme selâhiyeti olan kimse. * Nâzır. Bakan. vekir : Yuvasına giren kuş. vekire : Satın alınan veya yeni yapılan bina için, ahbaba, eşe dosta verilen ziyafet. vekiyye : (Bak: Okiyye) vekkad : Aydınlık, ışıklı, parlak. vekm : Reddetmek. vekn : (C.: Evkân - Vükün) Kuş yuvası. vekr : Kuş yuvası. vekra : Hızlı yürüyen deve. * Ayağını yere kuvvetli basan kadın. * Bir nevi sıçramak. veks : Noksan etmek, eksiltmek. vekte : (C: Vikat) Gözün karasına ak düşmek. * Nokta. * Eser. vekvak : Korkak kimse. vekz : Vurmak. * Def'etmek. * Kovmak. vel' : Yalan. * Haps. vela : Yakınlık. Sâhiplik. * Sevme, muhabbet. vela-perver : f. Dostluk gösteren, dostluk besleyen. veladet : (Bak: Viladet) velaid : (Velide. C.) Cariyeler, kadın esirler. velaim : (Velime. C.) Düğünler, evlenmeler. * Düğün ziyafetleri. velaya : (Veliyye. C.) Veli kadınlar. Veliyyeler. velayet : Veli olan kimsenin hali. Velilik, dervişlik. * Dostluk. * Sadakat. * Başkasına sözünü geçirmek. Bir şeye kudret cihetiyle bizzat mutasarrıf olmak. (Bak: Veli) velb : Ulaşmak, varmak. velec : Kumlu yerde olan yol. veled : Erkek çocuk. Oğul. Çocuk. * Döl, yavru. velediyet : Birisinin evlâdı olma hâli. Çocuk oluş. veleh : Hayret, şaşkınlık. * Fazla hüzünden akıl gidip tembel olmak. ◊ f. Kahr, gazab, şiddet, hışım.velehan : Akıl gidip tembel olmak. * İbadet ederken vesvese veren şeytan. velehu : Bu da onun. velehza : Şaşırmış. velehzede : f. Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık. velev : Eğer, gerçi, her ne kadar da, hatta, ister, isterse. velf : (Velif-Vilâf) Tez tez yelmek. Birbiri ardınca olmak. velg (velüg) : Köpeğin kap içinden su içmesi veya bir şey yeyip yalaması. velga : Küçük kova. velh : Büyümek. * Uzamak. velhan : Şaşakalmış, şaşkın, sersem. velhasil : Sözün kısası, özü, kısacası. veli : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mes'ul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve More…veli' : Kabuğunda olan hurma çiçeği. veliahd : (Veliy-yi ahd) Bir hükümdardan sonra hükümdar olacak kimse. velice : (C.: Velyüc) Büyük çuval. * Kişinin sırdaşı. velid : Yeni doğmuş çocuk. * Köle, kul. velide : (C.: Velâid) Cariye. velik : (Velikin) f. Amma, lâkin, fakat. velika : Yağla unu karıştırarak yapılan yemek. velime : Sevinç ve sürur günleri verilen ziyafet. Düğün ziyafeti. * Düğün, evlenme. veliyy : (C: Evliyâ) Yakın. * Amcazâde, emmi oğlu. * Yar, dost. veliyye : (C.: Velâyâ) Ermiş kadın, veli kadın. veliyyullah : Allah'ın (C.C.) veli kulu. velk : Yalan yakıştırmak. * Sür'at etmek, hız yapmak. velka : (C.: Velkât) Vurmak. velkalemi : Kalem hakkı için. Kaleme yemin olsun. vellas : Kurt. velm : Ulaşmak, yetişmek. * Toplanmak, cem'olmak. vels : Ahd, yemin, söz. ' Az nesne. * Vurmak. velsan : Birbirinin boyunlarına el atarak yürüme. velu' : Bir şeye fazla düşkün olan. velud : Çok doğuran kadın. * Mc: Çok eser veren kimse. velval : Üzüntü ile ağlama. Ağlayıp inleme. velvele : Gürültü, patırtı. Birbirine karışık bağrışmalar. Şamata. velvele-endâz : f. Gürültü patırtı eden. Gürültücü. velvele-engiz : f. Gürültü koparan, gürültü çıkaran. vely : Birbiri ardı sıra gelme. Tâkib etme. * Çıkma. Olma. * Yaz yağmurundan sonra olan yağmur. * Yakınlık. vemd : Gazap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Sıcaklığın artması. vemiz : Bulut arasından görünen ışık. vemk : Muhabbet etmek, sevmek. vems : Fücur, masiyet, günah. vemye : Meşakkat, sıkıntı. Belâ, musibet. vemz (vemiz) : İşaret etmek. * Parlamak. şimşek çakmak. vena (venye) : Gevşek. * Zayıf. * Hâlsiz olmak. venim : Sinek tersi. venn : Zebunluk, zayıflık, zaaf. * Çengilerin ve köçeklerin parmaklarıyla çaldıkları çalpara. vennecmi : Yıldıza yemin olsun. veny : İş hususunda gevşeklik gösterme. ver : 'f. 'Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir.' ver'a : Korkaklık, havf. vera : Halk. Mahluk. Arzı örten mahlukat. Yaratılmış olanlar. ◊ Öte. Başka taraf. Arka, geri. * Torun.vera' : Takvânın ileri derecesi. Bilmediği ve şüphe ettiğini öğrenip iyiye ve doğruya göre hareket edip bütün günahlardan çekinme hâleti. verak : Bitkilerle yer yüzünün yeşil olması. verakî : (Verka. C.) Güvercinler. veraset : Miras sahibi olma. Ölen bir kimsenin mallarının Allah'ın (C.C.) emrine göre, şeriatça mirasçılara geçmesi. * İrsiyet. Varislik, mirasçılık. Mirasta hak sahibi olma. verb : Fetret, fesad. * Yabani hayvan ini. verd : (Vürd - Vird) Gül. verdane : Toplu oklava. * Koca başlı kertenkele. verde : (Vürde) Renkli olmak. verdene : f. Oklava, börekçi merdânesi. * Dolap oku. verek : (C.: Evrâk) Kalça kemiği. verel : (C: Vürelân - Evrâl) Kelere benzer bir canavardır. Kuyruğu keler kuyruğundan uzun olur. verem : (C.: Evrâm) şiş, yumru. * şişme. verentel : şiddet, mihnet. verese : Mirasçılar. Miras alanlar. verf : Genişlik. verh : Hamâkat, ahmaklık, bilmezlik. * Ucuz et. ◊ Hamurun kendini koyuverip sülpülmesi.verha : Akılsız ahmak kadın. veri' : Haramdan kaçınan kişi. veria : At ismi. verid : Siyah kan damarı. Toplar damar. Boyun damarı. * Kırmızı gül. (Bak: Evride) veriha : Çok sıvı hamur. verik : Çok eskiden kullanılan gümüş para. Kıymetli para. ◊ Sikkesiz gümüş. * Gümüş.verîk : Gür sakallı adam. * Sık yapraklı ağaç. verîş : Yürümek ve seğirtmek istediği hâlde sahibi engel olan davar. verîse : Veris otuyla boyanmış nesne. verka' : (C.: Verâki') Yabâni güvercin. * Açık boz renk. verrak : Kâğıtçı. vers : Yemende yetişen güzel kokulu sarı bir ot. verş : Yürek ağrısı. * Çok beyaz olan. verşan : (C: Virşân-Verâşin) Yaban güvercini. * Kumru kuşunun erkeği. verta : (C: Vırât) Çukur yer, varta, uçurum. * Halledilmesi, içinden çıkılması zor olan iş. very : Çakmaktan ateş çıkması. verze : f. Meslek, san'at, iş. verzide : f. Ekilmiş. verziş : f. İşletme. Çalışma. * Çalışmış. verzişkâr : f. Çalışkan. verzkâr : f. Rençber, çiftçi, işçi. veş : f. Gibi (mânâsına teşbih edatı.) Mah-veş $ : Ay gibi. veş' : Bir şeyin üstüne çıkmak. vesafet : Hizmetkârlık, işçilik. vesah : (C.: Evsâh) Kir, pas. * Murdarlık, pislik. vesaid : (Visâde. C.) Yastıklar, şilteler, döşekler. vesaif : (Vasif. C.) Hizmetçiler, uşaklar. vesaik : (Vesika. C.) Vesikalar. vesail : (Vesile. C.) Vesileler. Sebebler. vesait : (Vasıta. C.) Vasıtalar. vesak : Bağ. Rabıta. Yeminleşerek anlaşmak. * Sözleşme yeri. veşak : Dağ köpeği. vesam : (Vesâmet) Güzel olma. Güzellik. vesatet : Vâsıta olma, araya girme, aracılık yapma. vesavis : (Vesvese. C.) Vesveseler. vesaya : (Vasiyet. C.) Vasiyetler. Öğütler. Nasihatlar. vesayet : (Visâyet) Vasilik. * Vasiyet. * Tembih, emir. Tavsiye. (Bak: Vasi) vesb : Çok olmak. veşb : Ayıplamak. vesbe : Bir atlama. Bir sıçrayış. veşc : Yaralamak. * Parçalamak. * Karışmak. veseb : Sıçrama, atlama. veşel : Az su. veşelan : Suyun akışı. vesen : Put. Müşriklerin taptıkları suret. Karşısında ibadet edilen heykel. (Bak: Put-perest) ◊ Uyku ağırlığı. Uyku ile uyanıklık arası. * Uyku anında aklın gitmesi. * Hâcet.vesenî : Putperest. Yıldızları ilâh itikad etmek gibi sapık şeylere inanan kimse. veseniyyun : Putperestler. Puta tapanlar. vesi' : (Vesia) Vüs'atli, geniş. * Meydanlık. veşi' : (C: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca. * Sümâme otundan yapılan hasır. * Ağaçlardan kuruyup düşen nesne. * Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken. * More…veşia : (C: Veşâyi') Üstüne iplik sardıkları ağaç. * Tarikat. vesib : (Bak: Vüsub) vesic : Şiddetli seyir. Hızlı gitme. * Hızlı yürüyen deve. veşic : (C: Veşâyic) Süngü ağacı. veşice : Lif. * Ağaç kökü. vesik : (C.: Visâk) Çok sağlam, kuvvetli. veşik(a) : (C: Veşâyık) Kuru et. vesika : Bir hâlin, bir hadisenin veya bir sözün doğruluğunu gösteren, inandırıcı şey. Belge, sened. ◊ Cemaat, topluluk.vesile : (Vâsile) Bahane, sebeb. * Fırsat. * Elverişli durum. * Vasıta. Yol. * Pâye, rütbe. * Baba. * Kurbiyet. * Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. * Cennet'te bir menzil adı. vesilecu : f. Sebep ve bahane arayan. vesiledâr : f. Vesileli. vesilehâh : f. Vesile isteyen. vesim(e) : (C.: Vüsemâ-Visâm) Güzel yüzlü. Güzel çehre. * Damgalı. veşime : Şer, kötülük. * Düşmanlık. veşize : (C: Veşâyız) Kırık kemik parçası. vesk : (C.: Evsük) Cem'etmek, toplamak. * Altmış sa'. veşk : Yaralamak. * Parçalamak. veşk (vişâk) : Evmek, acele etmek, sür'at. veşkan : Hızlı ve aceleci kimse. veşl : Az miktarda olan su. vesm : Damga. İşaret. * Dağlama. * Döğerek toz hâline getirme. veşm : İğne ile kan çıkarmak suretiyle vücudda yapılan damga, işaret. vesme : Hayvana vurulan kızgın damga. veşme : Yağmur tanesi. vesmedâr : f. Dağlanmış, damgalı. * Rastıklı. vesn : Hafif. * Uyku. * Uyku anında aklın gitmesi. * Uykudan dolayı kişiye ârız olan zayıflık. vesnan : Uyuklayan, uykusu gelmiş olan. vess : Suya dalmak. vesselâm : İşte o kadar, artık bitti, bundan sonra selâm. (Bak: Selâm) veşşemsi suresi : Kur'an-ı Kerim'in 91. suresidir. Suret-üş Şems de denir. Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. vest : Ev içerisinde olan her bir kapalı mekân. veşt : f. Güzel. vestî : f. Tercüme, şerh. vestiyer : Fr. Pardesü, palto vesairenin çıkartılıp bırakıldığı yer. vesvas : Müvesvis. Vesveseye sürükleyen şeytan. Nefsin zihinde ilka eylediği dağdağa ve fitne. Avcının ve köpeklerin gizli sesi. veşvaş : Hafif hal. Hafif adam. vesvese : Şübhe. Tereddüt. Kuruntu. Aslı olmayan ihtimaller.Vesvese, lügatta hışırtı, fısıltı gibi gizli ses demektir. veşveşe : Hafiflik. * Kırış mırış olmak. vesvesedâr : f. Vesveseli, kuruntulu. veşy : Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek. * Nesil ve zürriyet. * Çoğalma. * Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa etmek. * Bir çeşit elbise. veşz : Kırmak. * Dar etmek, darlaştırmak. vetair : (Vetire. C.) Meslekler, yollar. veted : Çadır kazığı. Ağaç kazık. Demir mıh. * Edb: Aruzda üç harfden meydana gelen nazım. veter : Yayın çilesi. İp ve kiriş. * Bir kavsın iki ucu arasına çekilen doğru çizgi. * Kasları hareket ettiren kalın sinir. vetin : Kalb damarı. Şah damarı. Şiryan-ı ekber. * Bel kemiği iliği. vetire : (C.: Vetâir) Keçi yolu. Dar yol. * Tarz, üslub. * Burnun iki deliğini ayıran zar. vetr : Tek, yalnız. Bir. (Bak: Vitr) * Arefe günü. veyh : Bir şeyi kandırmak makamında kullanılır. ◊ Heyhât!veyl : Vay hâline, yazık, felâket, hüzün ve hüsran. * Cehennem'de bir çukur ismi veya Cehennem'in bir kapısına bu isim verilmiştir. * Vaid, tehdid makamında kullanılan azab kelimesidir. More…veyle : Küstahlık, rezillik. veyn : Kara üzüm. veysel karanî : (Bak: Üveys-el Karanî) vez' : (C: Evzâ) Hapsetmek. * Engel olmak, men'etmek. * Islah etmek, yerli yerince etmek, düzeltmek. * Topluluk, cemaat. ◊ Hulku katı olan. Sert mizaçlı kimse.veza : Tıknaz, topaç, bodur kimse. vezan : f. 'Olmak' yardımcı fiiliyle birlikte kullanılır ve 'esen, esici' anlamlarına gelir. vezanet : Fikir ve görüş isabeti. * Ölçülü olma. vezanî : f. Esinti zamanı. vezaret : (Vizaret) Vezirlik. Başvekillik. vezb : Su gibi akma. vezega : Bir cins büyük keler. vezen : Yürürken sallanmak. vezer : Sarp dağ. Sığınılacak yer. Kale. Hisar. * Galib olmak. vezf : Evmek, acele etmek. veziden : f. Yel esmek. * Atılmak, sıçramak. vezif : Evmek, acele etmek. vezile : (C.: Vezâil) Cilâlı, parlak para. * Parlak madeni ayna. vezim : Sebzevat demeti. * Kurumuş ot. vezime : Hediye. vezin : Hamur yapılmış ebucehil karpuzu. * Asil. * Sabit. vezir : 'Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile More…veziz : Ördek. vezk : Çirkin yürüyüşlü olmak. vezme : Kış sonu. * Bir kere yemek. vezn : (Vezin) Tartma. Ölçme. Hesaplama. * Tartacak şey. Tartı. * Ağırlık. vezne : Tartı. Terazi. * Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da More…veznedâr : f. Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur. veznî : Vezinle ilgili, vezne ait. * Tartılan şey. vezniyyât : Tartılan şeyler. vezr : Nurlu etmek, ışıklandırmak. * Kaftan eteğine birşey koyup götürmek. vezvaz : Hafif, zarif kimse. vezveze : Sür'atle sıçramak. vezye : Ayıp. * Soğuk. vezzan : (Vezn. den) Tartan, vezneden. * Kantarcı. viâ' : (C.: Eviye) Kap, içinde bir şey konulabilen zarf. viâiyyet : Kap halinde olma. viata : (C: Viât) Sarı gül. vica' : Hayvanı burma, iğdiş etme. ◊ Ağrılar, sızılar.vicah : (Vech. den) Yüz yüze gelmek. Yüzleşmek. vicahen : Yüzüne karşı. Yüz yüze gelerek. vicahî : (Vicahiyye) Yüzyüze olan, karşılıklı olan. vicar : (C.: Vücur - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer. * Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn. vicd : Zenginlik. Gına. vicdan : İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. * Kendinden geçme, dalma. * Bir şeyi bir halde görme, bulma. * Duyma, duygu. * More…vicdan hürriyeti : (Bak: Hürriyet-i vicdan) vicdan-suz : f. Acı ve keder veren, kalb yakan, vicdânen çok ıztırab verici. vicdanen : Vicdanca, iyilik hissine göre. vicdanî : (Vicdaniyye) Vicdanla, kalbî his ile ilgili. * Kendinden geçip dalmakla ilgili. vidad : Dostluk. Sevmek. Muhabbet. * Dost ve muhib. * Her şeye muhabbeti olan. vidd : Muhabbet, dostluk, sevgi. vifadet : Elçilik. vifak : Dostça bir fikir üzerinde birleşmek. Samimi anlaşmak. * Barış. * Uygunluk. vihad : (Vehd. C.) Derin vâdiler. Uçurumlar. viham : (Vahim. C.) Vahim olan şeyler. vika (veka) : Kendi ile bir şey saklanan nesne. vika' : Cinsî münasebet. * Savaş, harp. vikâ' : (C: Evkiye) Kırba ve tulum ağzını bağladıkları nesne. vikaf : Tevakkuf etmek, vâkıf olmak, durmak. vikâf : Eşek semeri ve palanı. vikahat : (Bak: Vakahat) vikal (vekâl) : Devamlı diğer davarların ardına kalan davar. vikaye : Koruma. Koruyuculuk. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. * Tıb: Herhangi bir hastalık için önleyici tedbir alma. vikr : (C.: Evkar) Ağır yük. * Çok su taşıyan bulut. ◊ (C.: Evkar) Ağır yük.viky : Hıfzetmek, korumak. vila' : Birbirinin ardı sıra gelmek. * Abdest esnasında uzuvları yıkarken birisi kurumadan diğerini yıkamağa başlamak. * Ahbablık, yakınlık, dostluk. (Bak: Velâ) vilad : Doğurmak. viladet : Doğmak, doğuş, dünyaya gelmek, doğurmak. (Veladet galattır) vilakâr : f. Ahbab, dost. vilaperver : f. Dost, muhib. vilayat : (Vilayet. C.) Vilayetler. vilayet : Bir şeyi kudretle elde etme. * İl. * Birisine kefil olmak. * Dostluk. Muhabbet. vildan : (Velid. C.) Çocuklar. * Kullar. Köleler. vilde : (Veled. C.) Erkek evlâdlar, çocuklar, oğullar. vile : f. Yüksek ses. vin : f. Siyah üzüm. * Boya, renk. virad : Yol. * (Verd. C.) Güller. virak : (Varak. C.) Yapraklar. viran : f. Yıkık, harap. * Mc: Kederli, üzgün, gamlı. virane : f. Harabe. Yıkılmağa yüz tutmuş eski yapı. viranî : f. Viranlık, haraplık. virase : Mirasyedilik. virat : Zekât vermek korkusundan hile edip bir yere toplanmış koyunlarını ayırıp dağıtmak veya perâkende koyunlarını bir yere toplamak. ◊ (Verta. C.) Vartalar, uçurumlar, çukurlar. * More…vird : Sık sık ve devamlı okunan dua. * Kur'an-ı Kerim'den her gün okunması vazife bilinen kısım, bir cüz. ◊ f. Suya ve sair şeye yakın gelme. Su hissesi. Suya müteveccih More…virk (verk) : (C.: Evrâk) Uyluk üstü. visab : Yatak, döşek. * Atlama, sıçrama. visad(e) : Dayanıp rahat edilecek yastık veya şilte. visâdenişin : f. Yastığa yaslanıp oturan. vişah : (Vüşâh) Eskiden kadınların mücevherlerle süsleyip boynundan ve koltukları altından bağladıkları enlice bez veya meşin parçası. visak : Kuvvetli, kalın bağ. * Yeminle söz vermeler. Muahedeler. * Peyman. visal : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.(Fâni mevcudatın visali, madem fanidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer. More…visam : (Vesim. C.) Damgalılar. Alâmetlenmiş olanlar. * Güzel yüzlü olanlar. * Rastıklılar. vişam : (Veşm. C.) Dövmeler. visata : Kavim arasında şerefli ve aziz olmak. visaye : Vasiyet etmek. vişaye : Koğuculuk, dedikoduculuk, gammazlık. visl : (C.: Evsâl) Benzer. Misil. * Uzuv, âzâ, organ. visme : Bir boya otu. * Çivit yaprağı. vişn-ab : f. Vişne şerbeti, vişne şurubu. visr : Hüccet, delil. * Kadı sicili. * Ahd, söz, yemin. vita' : Razı olma, rıza gösterme, uygun görme. vitae : Ayak basmak. vitam : Çulhaların beze sürdükleri nesne. vitamin : Fr. Vücudda yokluğu bazı hastalıklara yol açan ve taze yiyeceklerde ve bazı meyvalarda bulunan organik madde. A, B, C, D, E gibi remizlerle gösterilen çeşitleri vardır. vitas : Kazmak. * Kırmak. vitr : Tek olan şey. Çift olmayan. Tenha. * Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât namaz. * Kurban bayramından bir önceki gün. (Bak: Vetr) vizam : Her nesnenin ağırlığı. * Başka birşeyle karışmış olan nesne. (Buğdayla karışmış toprak gibi.) vizare : Yardım etmek. * Kuvvet vermek. vizite : ing. Ziyaret. * Doktorun bir hastayı ziyareti. * Hekim ücreti. vizr : Günah. * Yük. Ağırlık. * Silâh. * Sırta vurulan ağır yük. Yük götürmek. vokal : İtl. Sesle anlatma. * İnsan sesinin müzikte kullanılması. * Gr: A, E, I, İ, O, Ö, U, Ü gibi sesli harfler. volkan : Fr. Yanardağ. voyvoda : Reis, subaşı, ağa gibi çeşitli mânalara gelen bir tabirdir.Voyvodalık Osmanlılarda Milâdi onyedinci asırda başlamıştır. Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan More…vu'az : (Vâiz. C.) Vâizler. Vaaz edenler. vücub : Vâcib ve lâzım olmak. * Sâbit olmak. * Sukut ve vuku. * Sübut ve temekkün cihetiyle lâzım olmak. Bırakılması mümkün olmamak. * Güneşin batması. * Muztarib olmak. vücubî : Vücuba ait ve onunla alâkalı. * Müsbet. vücud : Varlık. Var olmak. Bulunmak. * Cesed, cisim, ten, gövde. vücudî : Varlığa dair. Var olan şey ile alâkalı. vücuh : (Vech. C.) Çehreler, yüzler, suretler. * Tarzlar. * Sebepler. * İmkânlar. * Münasebetler. * Kur'an-ı Kerim okunuşundaki farklar. * Bir memleketin ileri gelenleri. vücum : Tiksinme, iğrenme. * Darılma, küsüp susma. * Göğüse vurma. * Kederli olma. vücür : (Vicâr. C.) Arslan, ayı, kurt gibi vahşi hayvanların inleri. * Sel sularının oyduğu yerler. vüffed : (Vâfid. C.) Temsilciler, elçiler. vufud : Gelme, geliş. vüfud : Erişme, gelme. * (Vâfid. C.) Elçiler, temsilciler. vufur : Bolluk, çokluk, kesret. vüfur : Çokluk, bolluk, kesret. * Tamam olma. vühub : Çok fazla bağışta bulunan, çok bağışlayan. vuhufet : Kılın yumuşak ve çok siyah olması. * Çok fazla kıllı oluş, çok kıllılık. vuhul : (Vahal. C.) Çamurlu yerler. Bataklıklar. vuhuş : (Vahş. C.) Vahşiler, yabaniler, ehlileşmemiş olanlar. vükelâ : (Vekil. C.) Vekiller. Bakanlar. Nâzırlar. Kendilerine iş havale edilenler. vükne : Kuş yuvası. vuku' : Düşme, rastlama. * Olma, oluş. * Gidip çatma. * Bir hadisenin çıkış şekli, cereyânı. vukuat : (Vak'a. C.) Vak'alar, hâdiseler. * Kavga. Yaralama gibi polisi alâkalandıran hâdise. * Normal dışında olan hâdiseler. vükub : Yavaş yürüme. vukud : Ateş alıp yanma. Tutuşma. vukuf : Bir şeyi bilme. Öğrenmiş olma. * Bir hâlde kalma. * Durma, duruş. vukufdâr : f. Haberi olan. Bilgili. vukuka : Tavuk gıdaklaması. * Köpek havlaması. vükul : Bir kimseyle birlikte bir işe girişme. İşbirliği. vükun : (Vekn. C.) Kuş yuvaları. vükur : (Vekr. C.) Kuş yuvaları. vülât : (Vâli. C.) Vâliler. * Sâhib çıkanlar. * Koruyan, muhafaza edenler. vüleyd : (Veled. den) Küçük çocuk. vülu' : Bir şeye aşırı derece düşkünlük. vüluc : Girme, sokulma, duhul etme. vülug : Köpeğin su içmesi. vüreyd : Çok küçük damar. vürka : Siyahı galip olan bozluk. vüru' : Korkaklık. vürud : Geliş. Gelme. Vârid olma. Gelip yetişme. * Suya gitme. * (Verid. C.) Toplar damarlar. Siyah kan damarları. vüruk : Yan yatma. vüruş : Yemek yemek. * Ziyafet vermek. vüs' (vüs'at) : Genişlik. Bolluk. * Fırsat. * Boş meydan. * Kuvvet, güç, tâkat. * Varlık, zenginlik. * Fls: Bir şeyin boşlukta doldurduğu yer. vusafa : (Vasif. C.) Hizmetçiler, uşaklar. vüsema : (Vesim. C.) Damgalılar, dağlanmış olanlar. * Güzel yüzlüler. * Rastıklılar. vuska : (Bak: Vüska) vüska : Çok kuvvetli ve sağlam olan. vusla : Bir şeyi başka bir şeye ekleyen, bitiştiren şey. vuslat : Visal. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren. vusta : (Müe.) Orta. Ortası. * Orta parmak. vusu' : Kudret, tâkat, güç, kuvvet. vusub : Dâim ve sürekli olmak. * Vâcip olmak. vüsub : (Vesb - Vesib) Sıçrama, atlama. * Oturma. vüsüd : (Visâde. C.) Yastıklar. vusuk : (Visâk ve Vesâk. C.) Bağlar, râbıtalar. * Sözleşme yerleri. * Andlaşmalar. vüsuk : Sağlam inanma. İtimad etme, güvenme. Muhkemlik, sağlamlık. ◊ Bağlar, râbıtalar. * Anlaşma ve sözleşmeler.vusul : Ulaşma, erişme, varma, yetişme. vüşul : Mal azlığı. * Zayıflık. vuu' : Tilki. vuud : Vaidler. Vâdeler. vuul : şerefliler. * Kuvvetliler. vuz' : Kadının temizliğinin sonunda hayızdan evvel hâmile olması. vüzera : (Vezir. C.) Vezirler. (Bak: Vezir) vuzu' : Hakir etme. Kendini, nefsini tezlil ve tahkir etme, küçümseme. ◊ Abdest alma. Abdest suyu. Abdest.vüzub : Lüzumluluk, icab etme, gereklilik. ◊ Su gibi akma.vuzuh : Açıklık. Açık ve anlaşılır şekilde olmak. Netlik. * Aydınlık. * Edb: İfadede açıklık. vüzur : Tuzak. * Süprüntü sepeti.