A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
u'büd : İbadet et (meâlinde emir.) u'cube : Taaccüb olunacak şey. Ucube. Pek acib ve garib olan. * Hayret edilecek derecede olan isti'dad. u'lume : (C.: Eâlim) Alâmet, işaret, nişan. ubab : Her nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. * Cemaat, topluluk. * Taşkın sel suyu. * Pek taşkın, coşkun. übab : Şiddetli ve taşkın sel suyu. übab : Şiddetli ve taşkın sel suyu. ubar : f. Ağlama, inilti. übatir : Akrabasını arayıp sormayan kişi. übatir : Akrabasını arayıp sormayan kişi. übbehet : Ululuk, büyüklük, azamet. übbehet : Ululuk, büyüklük, azamet. ubeyd : Küçük kul, kulcuk. übeyd : (Abd. dan) Kölecik, kulcağız. übeyd : (Abd. dan) Kölecik, kulcağız. übhet : (Bak: Übbehet) übhet : (Bak: Übbehet) übne : (C.: İben) Ağaç boğumu. übne : (C.: İben) Ağaç boğumu. ubr : Çok. * Sedir ağacından su kenarlarında biten ağaç. ubs : Huzursuzluktan yüz burkulmak. Yüz ekşime, surat asma. ubsur : Seri. Çok yürüyen deve. ubud : (Ebed. C.) Ebedler, sonsuzluklar. übud : Ürkmek. übud : Ürkmek. ubudet : Kulluk. (Aslında zillete derler.) ubudiyyet : Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. übülle : Basra yakınında bir harap şehir. * Bir miktar hurma. übülle : Basra yakınında bir harap şehir. * Bir miktar hurma. ubur : Geçmek. Atlamak. * Zorlamak. * Suyun öte kıyısına geçmek. ubus : Çatık yüzlü. Abus. * Utanmaz kimse. ubuset : Yüz ekşiliği. Çehre çatıklığı. Somurtkanlık. übüvvet : (Eb. den) Babalık, atalık. übüvvet : (Eb. den) Babalık, atalık. übüvveten : Babalık sıfatıyla. Atalık cihetiyle. übüvveten : Babalık sıfatıyla. Atalık cihetiyle. ubye : Büyüklenmek, kibirlenmek. ucab : (Uccâb) Çok şaşılacak fazla gülünç olan şey. ücac : Tuzlu, acı su. ücac : Tuzlu, acı su. ucacet : (C.: İcâc) Dişi deve sürüsü. * Toz. * Yüce avazlı, yüksek sesli. ücahin : (C: Acâhine) Hizmetkâr. * Aşçı. Dost. * Deyyus. ücahin : (C: Acâhine) Hizmetkâr. * Aşçı. Dost. * Deyyus. ucale : Misafirlerin yolda yemek için götürdükleri azık. * Çiftçilerin azık diye evvelce koyup getirdikleri buğday ve arpa. ucam : Çekirdek. ucarim : Kuvvetli adam. ucave : Tırnağa bitişik olan sinir. ucb : (Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. ucbe : Acaib ve şaşılacak şey. uçbeyi : Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri More…uccab : (C.: Eâcib) Şaşırıp taaccüp edecek nesne. uccet : Kaygana aşı. ucd : Atın kuvvetli olması. ücem : (Ecme. C.) Sık ağaçlık yerler. ücem : (Ecme. C.) Sık ağaçlık yerler. ucfet : Kuru üzüm çekirdeği. ucle : Acele ile ve çabuk yapılan iş. ucm : Araptan gayrisi. Arap milletinden olmayanlar. * (Acmâ. C.) Dilinde tutukluk olanlar. ucme : Dil tutukluğu. Tutuk tutuk kekeliyerek konuşma. * Acemlik. ücra : f. Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek 'hücra' yazılması yanlıştır.) ucre : (C.: Ucer) Ağaç boğumu. * Düğme. * Bedenin tomur kabaran yeri. * Ayıp. ücret : Hizmet karşılığı verilen şey. ücret : Hizmet karşılığı verilen şey. ucruf : (C.: Acârif) Uzun ayaklı karınca. ücum : Kale. ücum : Kale. ücümm : Medine ehlinin taştan yaptıkları hisar. * Sığınacak yer. * Damlı dört köşeli ev. ücümm : Medine ehlinin taştan yaptıkları hisar. * Sığınacak yer. * Damlı dört köşeli ev. ücun : Suyun renginin ve tadının bozulması. ücun : Suyun renginin ve tadının bozulması. ücur : (Ecir. C.) Ecirler, sevablar. ücur : (Ecir. C.) Ecirler, sevablar. ücurat : (Ücret. C.) Ücretler. ücurat : (Ücret. C.) Ücretler. ud : Meşhur bir sazın adı. * Bir hoş kokulu buhur. * Ağaç parçası. * Budak. ud'iyye : (C.: Eda'i) Mesel, hikâyat. * Bilmece, yanıltmaç. udal : Katı, şiddetli. * Pek zor. * Ağır hastalık. udat : Düşman. uddet : Gelecek zamanın hâdiseleri için, darlığa düşmemek için mal ve silâh gibi şeylerde hazırlık. Mühim levâzımat. * İstidad. * Gençlerin yüzlerinde çıkan sivilce. üdeba : (Edib. C.) Edibler, edebiyatçılar. * Edeb sâhibleri. Zarif kimseler. üdeba : (Edib. C.) Edibler, edebiyatçılar. * Edeb sâhibleri. Zarif kimseler. udhiy : Deve kuşu yumurtası. udhiye : Cenab-ı Hakk'ın rızası için kurban niyetiyle kesilen hayvan. udhuke : Gülünç şeyler. Komedi. udhukeperdâz : f. Güldürücü, komik. udi : İnce taştan kapak. udika : Demir çengel. udlet : (C.: Uzul) Zahmet, meşakkat. * şiddet. udlul : Doğru yoldan sapma. İslâmiyetten ayrılma, sapıtma. udm : Ekmek katığı. udme : Buğday renklilik. * Beyazı çok olan deve. udmus : Karanlık. udre(t) : Yel inip hayası büyümek. udric : Sarı kaftan. * Hızlı ve çok yürüyen at. udtumme : Kişinin aslı. udube : Keskinlik. udul : Yoldan çıkma, dönme, sapma. * Vazgeçme. * (Âdil. C.) Âdiller, âdil olanlar. udva' : Kuru, sert yer. * Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer. * Evin uzak olması. udvan : Düşmanlık, haksızlık, zulüm. üf : Kulak kiri. * Tırnak arasında olan kir. * Hüzün ve kedere işaret eden kelime. üf'ule : Vazife, görev. üf'ule : Vazife, görev. üf'uvan : Erkek yılan. üf'uvan : Erkek yılan. ◊ Erkek yılan.ufafe : Memede kalan süt artığı. ufat : Haramdan nefsini koruyanlar. ufave : Çorbanın sonu. ufaze : Pamuk kozası. * Yüksek yer. üfçe : f. Bostan korkuluğu. üfçe : f. Bostan korkuluğu. üff : Of! üff : Of! uffare : Her nesnenin evveli. * Katılık. * Şiddet. uffe : Bir deniz hayvanı. * Davarın emziğinde kalan süt bakiyesi. üffe : Necis, pis. üffe : Necis, pis. üfhud : Yetişmiş çocuk. üfhud : Yetişmiş çocuk. üfhus : (C.: Efâhis) Kayalarda olan kuş yuvası. üfhus : (C.: Efâhis) Kayalarda olan kuş yuvası. ufk : Kıyı, kenar. * Rüzgârın estiği cihetler. * Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler. * Mc: Görüş ve düşünüş derecesi. ufka : İnce deri. * Sünnet edilen deri. ufkî : Ufka ait. Ufka dair ve müteallik. * Yatık düzlük. Yatay. üfkuhe : Şaşılacak şey. üfkuhe : Şaşılacak şey. üfn : Hamâkat, ahmaklık. üfn : Hamâkat, ahmaklık. üfnun : Hâl. Nev, çeşit. Saçma sapan söz. Dedikodu. üfnun : Hâl. Nev, çeşit. Saçma sapan söz. Dedikodu. ufre : Başın ortasında olan saç. üftade : f. Düşmüş. Fakir, biçare. * Âşık, tutkun. üftade : f. Düşmüş. Fakir, biçare. * Âşık, tutkun. üftadegân : (Üftade. C.) f. Düşkünler. Tutkunlar. Âşıklar. üftadegân : (Üftade. C.) f. Düşkünler. Tutkunlar. Âşıklar. üftadegî : f. Düşkünlük, biçarelik. üftadegî : f. Düşkünlük, biçarelik. üftan : f. Düşen. Düşerek. üftan : f. Düşen. Düşerek. ufuc : (C.: Afâc) Vurmak. * Göden bağırsağı denilen bağırsak. üfuk : (Efk) Yalan söylemek. * Kaçmak. * Bir işten sapmak. üfuk : (Efk) Yalan söylemek. * Kaçmak. * Bir işten sapmak. uful : Gurub, batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. * Mc: Ölmek. üful : Batmak, kaybolmak. * Mc: Ölmek. üful : Batmak, kaybolmak. * Mc: Ölmek. ufunet : Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması. * İltihab. * Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu. * Sıkıntı veren manevî ağırlık. ufure : Üzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan yer. üfürre : Karışmak. üfürre : Karışmak. ufusa : Kekrelik. ugeylime : Küçük oğlan çocukları. ugluta : (C.: Uglulât - Egalit) Bilmece, bulmaca, yanıltmaca. ugniye : Şarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler. ugniyye : (C.: Egâni) Ahenk. ugtube : Azar, tekdir. ugviyye : Belâ. Zahmet. Musibet. uhah : Susuzluk. * Galiz, kaba, yoğun. ühbe : Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme. * Süt. ühbe : Yolculuk veya asker için hazırlanmış elbise ve malzeme. * Süt. uhbuşe : Türlü kabilelerden meydana gelen topluluk. uhciyye : Bilmece, bulmaca, yanıltmaca. ühciyye : (Ühcüvve) Hicvetmeğe sebep olan şey. ühciyye : (Ühcüvve) Hicvetmeğe sebep olan şey. uhcüvve : Bulmaca, yanıltmaca, bilmece. ühcüvve : Hicvetmeğe sebep olan şey. * Yerme, hicvetme. ühcüvve : Hicvetmeğe sebep olan şey. * Yerme, hicvetme. uhde : Bir işi üzerine alma. Söz verme. * Ahidnâme. Bir kimsenin üstünde olan iş veya şey. * Mes'uliyet hududu. * Ric'at ve taalluk dâiresi. * Becerme, yapma. * Mes'uliyet, More…uhdud : (C.: Ahâdid) Çukur. * Uzun hat. * Yeryüzündeki uzun yarık ve çatlak. * Hendek. * Kamçı vurulmasından vücutta hâsıl olan yara ve iz. uhduse : Hayret edilecek derecede uydurma haber. * Haber verilen nesne. uhfuk : (C.: Ehâfik) Yer yarığı. uhkuk : Yarık, hendek. ühkume : Alaylı söz veya hal. ühkume : Alaylı söz veya hal. uhne : (C.: Ühan) Kin tutmak. uhra : Sâir, diğer, başka. Ahir, gayr, son, sonra. uhre : Bir şeyin sonu. uhrevî : Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait. uhrun : f. Doğurmayan, kısır kadın veya hayvan. uht : (C.: Ahavât) Kızkardeş. uhteyn : İki kızkardeş. uhud : (Ahd. C.) Ahidler, yeminler, peymanlar, anlaşmalar, sözleşmeler. uhuvvet : Kardeşlik. Din kardeşliği. Samimi dostluk. uhuvvetkâr : f. Kardeş gibi davranan. Kardeş gibi muâmelede bulunan. uhuz : Göz ağrısı. uhz : Sihir, efsun. ukab : (C.: Ukbân-Ekub) Tavşancıl kuşu. ◊ Duman, toz.ukabeyn : İşkence veya asmak için dikilen iki tane dar ağacı. * Kovayı muhafaza etmek için kuyu içinde olan yumru taş. * Kuyu duvarı arasına koyulan saksı parçası. * Havuz içinde akan suyun yolu. * More…ukad : (Ukde. C.) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler. ukala : (Âkıl. C.) Akıllılar. * Halk dilinde: Akıllılık iddia edenler. ukam : Çok sert. Pek şiddetli. ukama' : (Akîm. C.) Kısırlar. Zürriyeti olmayanlar. ukamis : Çok. ukar : şarap. * Lüks mobilya. ukas : Bir cins ot. * 'Kesmek' mânâsına mastardır. ukaykan : Karınca. ukaz : Mekke-i Mükerreme yakınındaki bir pazar adı. ukba : Âhiret, öbür dünya, bâki olan âlem. * Ceza. ukba-i ferda : f. Gelecek olan âhiret. Yarınki devir. ukbe : Nöbet. * Çorba bakiyyesi. ukd : Düğüm. * Yoğun. * Gazap, hiddet. * Sâkin olmak. ukde : Düğüm, bağ. * Karışık ve müşkil iş. Zorluk, zor iş. Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat. * Ağaçlık yer. * Pelteklik, kekemelik. * Arzu edip de ulaşamadığından dolayı içe dert olan şey. More…ukde-i hayat : f. Hayat düğümü. (Çekirdek gibi) ukde-i lisan : f. Kekelemek. ukdegir : f. Müşkil, zor. * Şüpheli. * Düğümlü. ukdegüşa : f. Müşkilleri yenen. ukdevî : Düğüm biçiminde olan. Ukde ile alâkalı. ükel : (Ükle. C.) Lokmalar. ükel : (Ükle. C.) Lokmalar. ukhuvan : Papatya. ükile : Gıybet. ükile : Gıybet. ukiyye : (Bak: Okiyye) ukkaze : (C.: Akâkiz) Ucu demirli sopa. ukke : Tulum, deriden yapılan kap. ükl : (Ükül) Meyve, yiyecek, azık. * Zekâ. ükl : (Ükül) Meyve, yiyecek, azık. * Zekâ. ukle : Bağlamak. * Hile edip aldatmak. ükle : (C.: Ükel) Lokma. ükle : (C.: Ükel) Lokma. uklum : Kuvvetli deve. ukm : Kısırlık. * Verimsizlik. ukne : (C.: Uknâ-Akân-Uknât) Karın büklümü. (Şişmanlık ve semizlikten olur.) ◊ Taş oda veya kulübe, kümes.ükne : Çukur içinde olan kuş yuvası. ükne : Çukur içinde olan kuş yuvası. uknum : (C.: Ekanim) Asıl. ukr : Kısırlık. * Kısır olan kadının veya dişi hayvanın hali. * Mc: Netice alamama. ukre : Kısır. Doğurmayan kadın veya hayvan. ükre : Yuvarlak nesne. Top. * Çukur. ükre : Yuvarlak nesne. Top. * Çukur. ukruban : Akrebin erkeği. ükrume : Kerem, bahşiş, lütuf. ükrume : Kerem, bahşiş, lütuf. üksum : Çimenlik yer. Çayırı bol ve güzel olan bahçe. üksum : Çimenlik yer. Çayırı bol ve güzel olan bahçe. uksume : (C.: Ekasim) Nasib, kısmet. Hisse, pay. üksus : Sarmaşık. üksus : Sarmaşık. uktua : Alâkayı kesmek gayesiyle gönderilen şey. İlgiyi kesmek üzere verilen şey. ukub : Toz. * Çömlek kaynaması. * Kalabalık. ◊ Her nesnenin sonu.ukubat : (Ukubet. C.) Cezalar. İşkenceler, eziyetler. * Kısas ve şahsî cezalar. ukubet : (C.: Ukubât) İşkence, azab, eziyet. * Ceza. ukud : (Akid. C.) Akidler. Şartlar, bağlar. İki tarafça kabul edilen şeyler. ukud suresi : Kur'an-ı Kerim'in beşinci suresi olan Mâide Suresinin diğer bir ismi. ukuk : Anaya babaya itaatsizlik ve hürmetsizlik etmek. Zorbalık, tanımamak, âsi olmak. ukul : (Akıl. C.) Akıllar. ükül : (Bak: Ükl) ükül : (Bak: Ükl) ükule : Sürüden ayırıp beslenilen koyun. ükule : Sürüden ayırıp beslenilen koyun. ukunne : (C.: Ukun) Taştan yapılmış nesne. ukus : (Aks. C.) Akisler, yankılar, çarpmalar. ukusa : Berklik, muhkemlik, sağlamlık, sertlik. ukve : Kuyruk dibi. ükzube : Yalan. Uydurma, söz. ükzube : Yalan. Uydurma, söz. ül'üban : Oyuncu, aktör. ül'üban : Oyuncu, aktör. ül'ube : Piyes, oyun. ül'ube : Piyes, oyun. ul'ul : Göğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik. * Çekik kuşunun erkeği. ◊ Yaramazlık. * Çağırmak. * Budak.ula : Birinci, ilk, evvel. * Eskiden vezirlikten sonra gelen sivil rütbe. ◊ Şanlı, şerefli kimse.ulale : Süt bakiyyesi. * Her nesnenin bakiyyesi, artığı. ulase : Yağ. Birbirine karışmış olan iki şey. ulat : Demir örs. * Üstünde keş kurutulan taş. ulbari : Bir ot cinsi. ulbe : (C.: Uleb-İlâb) Fıçı. * Büyük kutu. * Sandık. ülbe : Kıtlık. * Açlık. ülbe : Kıtlık. * Açlık. ülbub : Kiraz çekirdeği. ülbub : Kiraz çekirdeği. ulcum : (C: Alâcim) Erkek kurbağa. * Dağ keçisinin erkeği. * Deve kuşu. * Sağlam ve dayanıklı deve. * Çok su. * Gece karanlığı. uleb : (Ulbe. C.) Fıçılar. * Büyük kutular. * Sandıklar. ulebit : Yoğun ve büyük nesne. * Koyun sürüsü. ulema : (Âlim. C.) Âlimler. Osmanlı devrinde yüksek ilim ve fıkıh âlimleri. İlmiye mensubları. ülema : (Bak: Ulemâ) ülema : (Bak: Ulemâ) ülfet : Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma. ülfetger : f. Ülfet eden. Ülfet edici. ülfetger : f. Ülfet eden. Ülfet edici. ulguze : Bilmece, bulmaca, yanıltmaca. ülhiyye : Çocuk oyuncağı, oyuncak. ülhiyye : Çocuk oyuncağı, oyuncak. ülhüvve : Oyuncak, çocuk oyuncağı. ülhüvve : Oyuncak, çocuk oyuncağı. uli : Sâhib. Ehil. ülinnüha : (Üli-n nühâ) Akıllı kimseler. ülinnüha : (Üli-n nühâ) Akıllı kimseler. ulk : şarap. ulka : Kahvaltı. * Az nesne. * Küçük çocuklara yapılan elbise. ülker : (Bak: Süreyya) ülker : (Bak: Süreyya) ülkü : Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te 'Peyman' mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: 'Ahd ü More…ülkü : Bazı öz türkçecilik taraftarlarınca kullanılmış bir kelimedir. Divan-ı Lügat-ıt Türk'te 'Peyman' mânasına geldiğine merhum A. Hamdi Elmalılı işaret ediyor: 'Ahd ü More…ulkum : (C.: Alâkım) Çok karanlık gece. * Pek sağlam deve. ullame : Kına. ullef : Muz. ulliyye : (İlliyye) Yüksek tabaka. En yüksek. En şerefli. * Çardak. ulta : Gerdanlık. * Kadınların süs olarak yüzlerine çektikleri siyah çizgi. ültimatom : (Oltimatom) Fr. Kat'i ve dönülmez söz. Son söz. * Bir devletin başka bir devlete verdiği ihtar. ültimatom : (Oltimatom) Fr. Kat'i ve dönülmez söz. Son söz. * Bir devletin başka bir devlete verdiği ihtar. ulü : Sahipler. Bir şeyin ehli olanlar. uluf : (Elf. C.) Binler, bin sayıları. * Ülfet ve ünsiyete ziyade meyyal ve alışkan olan. ulüf : (Ulûfe. C.) Yemler, ulufeler. * Yeniçeri maaşları. üluf : Binler. (Bak: Uluf) üluf : Binler. (Bak: Uluf) ulufe : Yeniçerilere ve sipahilere dağıtılan maaş. * Bir nevi hayvan yemi. uluhiyet : İlâhlık. * Allah'ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile herşeyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi. üluhiyet : (Bak: Uluhiyet) üluhiyet : (Bak: Uluhiyet) ulum : (İlm. C.) İlimler, bilgiler. ülüm : f. Bölük, takım, cemaat. ülüm : f. Bölük, takım, cemaat. ulüvv : Büyüklük, yükseklik. * Bir şeyin yukarısına çıkma. * Şan, şeref ve kadr sahibi olma. ulüvv-ü şan : Şânı şerefi büyük. Yüksek şeref. ulvan : Mektup ve yazı başlığı. * Övünme, tefahur. ulvi : (Ulviye) Yüksek, yüce. * Manevî ve göğe mensub. ulviyet : Ulvilik, yücelik, yükseklik, ululuk. ulya : (Müe.) Pek büyük, pek yüce, daha yüksek. Çok yüksek olan. ülya : (Bak: Ulyâ) ülya : (Bak: Ulyâ) um'ume : İnsan topluluğu. üm'uz : Keçi veya karaca. üm'uz : Keçi veya karaca. ◊ Keçi veya karaca.üma' : Kedi miyavlaması. üma' : Kedi miyavlaması. umale : Bir işçinin, işi karşılığında aldığı ücret. umde : İnanılacak şey. * Prensip, temel fikir. * Dostluk. Güvenilecek yer veya kimse. * Kavim veya kabilenin muteber ve mu'temedi olan. Reis. Serasker. ümdud : Usûl, âdet, görenek. ümdud : Usûl, âdet, görenek. ümduha : Medhedilmeğe sebep olan hal veya iş. ümduha : Medhedilmeğe sebep olan hal veya iş. ümem : (Ümmet. C.) Ümmetler. Milletler. ümena : Emin kimseler. Eminler. Emniyet sahibleri. ümena : Emin kimseler. Eminler. Emniyet sahibleri. ümera : (Emir. C.) Emirler, beyler. Seyyidler. şerifler. * Yüksek rütbeli zabitler. ümera : (Emir. C.) Emirler, beyler. Seyyidler. şerifler. * Yüksek rütbeli zabitler. ümhud : Çömlek. * Tuzluk. ümhud : Çömlek. * Tuzluk. ümid : f. Ummak. Emel. Arzu. İntizar. Umut. Rica. ümid : f. Ummak. Emel. Arzu. İntizar. Umut. Rica. ümidbahş : f. Ümitlendiren, ümit veren. ümidbahş : f. Ümitlendiren, ümit veren. ümidbeste : f. Ümitlenmiş, ümit bağlamış. ümidbeste : f. Ümitlenmiş, ümit bağlamış. ümidgâh : f. Bir şey ümit edilen yer veya makam. ümidvâr : f. Ümitli. Ümit besleyen. umk : Derinlik. Dibi derin. * Kuyu veya denizin derinliği. umkan : Derinliğine. ümluc : Yaprak. * Selvi yaprağına benzer uzun, karışık bir ot. ümluc : Yaprak. * Selvi yaprağına benzer uzun, karışık bir ot. ümlud : (C: Müled) Kamış dalı. ümlud : (C: Müled) Kamış dalı. ümm : Ana, anne, vâlide. Nine. * Asıl, esas. * Başlıca olan şey. ummal : (Âmil. C.) İdare âmirleri. Valiler. Tahsildarlar. umman : Büyük deniz. Okyanus. * Hindistan ile Arabistan arasındaki büyük deniz. ümman : Emin kimse. Emniyetli kişi. ümman : Emin kimse. Emniyetli kişi. ümmehat : (Ümm. C.) Analar. * Esaslar, asıllar. * İslâmî ana eserler. Me'haz olabilecek kıymetli ilmî eserler. ümmet : Cemaat, kavim, taife. * Bir hâkim milletin ashabından olan hey'et-i içtimaiye. * Bir peygambere inanıp onun yolundan giden insanların hepsi. Bir peygamberin Hakka davet ettiği cemaat. * More…ümmi : Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. ümmiyane : f. Bir şey bilmiyormuşçasına. Ümmilere yakışır halde. Okur yazar olmadan. ümmiyane : f. Bir şey bilmiyormuşçasına. Ümmilere yakışır halde. Okur yazar olmadan. ümmiyet : Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak. ümmiyet : Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak. ◊ Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak.ümmiyye : Analık, annelik. ümmiyye : Analık, annelik. ümniyye : Umut, ümid. * Arzu, istek, talep. * Niyet, kuruntu. ümniyye : Umut, ümid. * Arzu, istek, talep. * Niyet, kuruntu. umra : Bir kimsenin mülkünü bir kimseye 'Ömrüm oldukça veya senin ömrün oldukça sana i'tâ ettim, ölsen yine benim olsun' demesi. umran : İmar ile şenlendirilmiş olan. Bayındırlaşmak. Medenilik. Saâdet. Mutluluk. umre : Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe'yi ve Mekke ve Medine'deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki More…ümsüle : Örnek olarak verilen beyit. Misal olarak gösterilen mısra. ümsüle : Örnek olarak verilen beyit. Misal olarak gösterilen mısra. umud : (Amud. C.) Direkler. Sütunlar. * Mc: Seyyidler. Askerî elçiler. umuhet : Yapılacak işte tereddüt gösterme, tutulacak yolda duraklama. ümüldan : Taze fidan. Körpe dal. * Genç, güzel. * İnce ve narin vücud. ümüldan : Taze fidan. Körpe dal. * Genç, güzel. * İnce ve narin vücud. umum : Umumi olmak. Hep, bütün, cümle, herkes. umumen : Bütün, hep. umumet : Amcalık. Amca akrabalığı. ümumet : (Ümm. den) Annelik, analık. ümumet : (Ümm. den) Annelik, analık. umumî : Herkesle alâkalı, herkese dâir. umumiyet : Bir şeyin herkese âit olması. Umumilik. umumiyetle : Umumi olarak. Genel olarak. umur : (Emir. C.) Emirler. İşler. Hususlar. Maddeler. umuraşna : (Umur-âşnâ) f. İşten anlar, işbilir. umurat : (Umre. C.) Umreler. Hac mevsiminin haricinde Kâbe'yi ve Mekke-i Mükerreme'nin mübarek yerlerini ziyaret etmeler. umurdide : (C.: Umurdidegân) f. İş görmüş, işten anlar ve tecrübeli kimse. umya : (Bak: Amya) umyan : (A'mâ. C.) A'mâlar, körler. umye : Azgın ve sapkın olmak. * Husumet ve inat etmek. unab : Büyük burun. * Akıl. * Karın. ünafi : Büyük burunlu kimse. ünafi : Büyük burunlu kimse. ünah : Süstlük, zayıflık. ünah : Süstlük, zayıflık. ünan : İnleme. ünan : İnleme. ünas : Halk. İnsanlar. ünas : Halk. İnsanlar. unat : (Ani. C.) Esirler. * Adi, bayağı ve aşağılık kimseler. unayil : (C.: Anâyil) Berk, metin, sağlam, dayanıklı, muhkem. ünbub : (Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım. * Parmak uçları. * Tüp. İnce boru. ünbub : (Ünbube) Kamıştaki boğum arası kısım. * Parmak uçları. * Tüp. İnce boru. ünbuş : (Ünbûşe) Bitki kökü. Kökü yerden takımıyla birlikte çıkarılan fidan. ünbuş : (Ünbûşe) Bitki kökü. Kökü yerden takımıyla birlikte çıkarılan fidan. ünbuse : Çocukların oyunu. ünbuse : Çocukların oyunu. üncuc : (C.: Anâcic) Hızlı yürüyen at. üncuc : (C.: Anâcic) Hızlı yürüyen at. uncud : Çekirdeği çıkmış üzüm. üncur : Şişe kılıfı. üncur : Şişe kılıfı. unf : Kabalık. Sertlik. Cebir ve zor. ünf : (Bak: Unf) ünf : (Bak: Unf) unfen : şiddetle, sertlikle. Zor kullanarak. unfî : (Unfiyye) Sert, şiddetli, kaba. unfus : Edepsiz ve hayâsız kadın. unfuvan : Gençlik ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı. * Parlaklık, tazelik. unk : Boyun, gerdanlık, gerdan. ünkua : Yağ biriken yer. ünkua : Yağ biriken yer. unkud : Salkım. ünma : İçi saman veya ot doldurulmuş şey. ünma : İçi saman veya ot doldurulmuş şey. üns : Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem. üns : Alışkanlık, alışma. * Arkadaş. Hemdem. üns tutmak : Alışmak, birlikte düşüp kalkmak. üns tutmak : Alışmak, birlikte düşüp kalkmak. ünsa : Dişi. Kadın, kız. ünsî : (Ünsiye) Alışmış, ünsiyet etmiş, sokulgan. * Arkadaş. ünsî : (Ünsiye) Alışmış, ünsiyet etmiş, sokulgan. * Arkadaş. ünsiyet : Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık. ünsiyet : Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık. ünşude : (Bak: Neşide) ünşude : (Bak: Neşide) unsul : Ada soğanı. unsur : Kimyevî maddeden her biri. Mürekkeb cisimlerde bulunan basit maddelerin her birisi. * Umumdan ayrılan kısım. * Tam olan şeyin her bir parçaları. * Madde, esas, kök. Element. unsut : Kıldan bükülme ip. ünşuta : Düğüm, ilmik. ünşuta : Düğüm, ilmik. ünuf : Henüz daha yedirilmemiş olan çayır. * (Enf. C.) Burunlar. ünuf : Henüz daha yedirilmemiş olan çayır. * (Enf. C.) Burunlar. ünün : Ayağı ve burnu kırmızı, vücudu kara olan bir kuş. ünün : Ayağı ve burnu kırmızı, vücudu kara olan bir kuş. unuşe : Refah, huzur, rahatlık. * Adâlet. Merhamet. * Şarap. * Beğenme. ünuset : Dişilik. Müennes oluş. ünuset : Dişilik. Müennes oluş. unv : Alçaklık. * Alçak gönüllülük, tevâzu etmek. ünvan : İsim. Lâkab. Adres. * Önsöz, mukaddeme. unve : Zor, kuvvet gösterme. unveten : Cebren, zorla, kuvvet göstererek. unzub : (C.: Anâzıb) Erkek çekirge. unzuba' : Çekirge olan yer. ünzuha : Gurur, kibir, büyüklük. ünzuha : Gurur, kibir, büyüklük. unzur : Bak, gör (Meâlinde emir). unzuvan : Herze ve hezeyan söyleyen kimse. * Bir ot. unzuvane : Dişi çekirge. ur : Önünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç. ◊ Tek gözlüler. * Silâhsız, mühimmatsız olanlar.ura : Çıplaklık. ura' : İlmek yapmak. ura'ir : (C.: Arâır) Semiz etli deve. * Şerefli adam. * Kavmin reisi. uram : Eti soyulmuş kemik. * Çokluk. * Kötü ahlâk. * Şiddetli muhâlefet. * Çocuğun edepsizlik yapması. urame : Hiddet. * şiddetli muhalefet. * Kötü ahlâk. * Edepsizlik etmek. urat : (Uryan. C.) Elbisesi olmayanlar. Çıplaklar, uryanlar. uraza : Misafire çıkarılan yiyecek. * Hediye, armağan. urb : Şiddetli akıcı çay. * Ferah, sevinç, neşat. urba : (Aslı dır.) İtl. Esvab, elbise. * Arabçada: Ukde, köstek, büklüm, düğüm. * Zekâvet. * Mekir, hile. ürba : Belâ, mihnet. ürba : Belâ, mihnet. urban : Çöl arabaları. * Aşiretler. ürbe : Büklüm. * Düğüm. * Hile. ürbe : Büklüm. * Düğüm. * Hile. urbun : Müşterinin bâyie verdiği pey. ürbun : Pey akçesi, pey olarak verilen para. ürbun : Pey akçesi, pey olarak verilen para. urca : Bir nesnenin üzerine durmak veya üstüne çıkmak. urcan : (A'rec. C.) Topallar. ürcuce : Salıncak. ürcuce : Salıncak. ürcufe : (C.: Erâcif) Yalan. Uydurma söz. ürcufe : (C.: Erâcif) Yalan. Uydurma söz. ürcuha : Salıncak. ürcuha : Salıncak. urcun : Kurumuş hurma dalı. Ay gibi eğilen dal. Hurma salkımının dalı. ürcuze : (Recez. den) Edb: Mısraları kafiyeli, kısa vezinli nazım. (Bak: Kaside) ürcuze : (Recez. den) Edb: Mısraları kafiyeli, kısa vezinli nazım. (Bak: Kaside) ürd : f. Gibi, benzer. ürd : f. Gibi, benzer. ürdünn : Uyuklamak. * Bir büyük ırmak. ürdünn : Uyuklamak. * Bir büyük ırmak. urefa : (Ârif. C.) İrfan sâhibi kimseler. (Bak: İrfan) urf : (C.: A'râf) At yelesi. * Horuz ibiği. * Âdet. * Cennet ile Cehennem arasında bir makam. * İhsan. urgan : t. İp. Halat. urgun : t. Vurgun, âşık. ürk : Mekân, mevki. ürk : Mekân, mevki. ürmule : (C.: Erâmil) Ergen delikanlı. ürmule : (C.: Erâmil) Ergen delikanlı. ürne : Taze peynir. * Keler tuzağı olan yer. ürne : Taze peynir. * Keler tuzağı olan yer. urrak : Kabuğu soyulmuş ağaç. * Eti gitmiş kemik. urret : (C.: Urr) Devenin dudaklarında ve ayaklarında çıkan bir çıban. * Ulaşmak, varmak. * Kuş tersi. ◊ Uyuz hastalığı.urs : (Urus) Düğün yemeği. urş : Boğazın iki tarafında olan iki uzun etin birisi. urub : (Arub. C.) (Bak: Arube) uruc : Yukarı çıkmak. Yükselmek. uruk : (Irk. C.) Irklar. * Kökler, damarlar. ◊ Kadının hayız görmesi.uruk-u insaniyetkârane : f. İnsanlığa yakışır damar, kök veya huylar. urum : (Urume) Alâmet, nişane. * Kök, dip. * Başın tepesi. ürümek : f. Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır. ürümek : f. Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır. uruş : (Arş. C.) Gökler, arşlar. Tavanlar. urusat : (Urs ve Urus. C.) Düğün yemekleri. uruz : (A'raz. C.) Fık: Nakit para, hayvan ve yenecek şeylerden olmayıp, kitap, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar. ◊ Zâhir olmak, görünmek. * Gelme, ârız olma. * (Arz. C.) More…urva : Sıtma. Sıtmaya tutulma. urve : (C.: Urâ) Düğme iliği. * Yazda ve kışta yaprağı dökülmeyen ağaç. * Daima bâki olan nesne. * Arslan. Kudretten kinaye olur. * Kulp. Yapışacak sap. Tutacak yer. ürviyye : (C.: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi. ürviyye : (C.: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi. uryan : Çıplak. üryan : (Bak: Uryan) üryan : (Bak: Uryan) uryani : Çıplaklık. * Bir cins erik. urye : Ari olmak. Çıplak olmak. urz : Mania, engel. Açıktan hedef gibi bir şeye mâruz olup duran. * Hâcet, ihtiyaç. * Taraf, nâhiye, cânip. * Vasat, orta. urza : Hedef. us : (C.: İsâs) Büyük kadeh. us'us : Kuyruk sokumu. uşabe : (C.: Eşâyib) Karışık olan. * Nesebi karışık kişi. üşabe : Irkı, nesebi karışık adam. * Karışık cemaat. * Rüşvet ve hırsızlık gibi yollarla elde edilen kazanç. üşabe : Irkı, nesebi karışık adam. * Karışık cemaat. * Rüşvet ve hırsızlık gibi yollarla elde edilen kazanç. usafe : Buğday sapından düşen parça. üsal : Çok miktar mal. üsal : Çok miktar mal. usam : Pire. üsame : Davar otlatmak. * Arslan. uşara : Uzunluğu on zira' miktarı olan. üsara : (Bak: Üsera) üsara : (Bak: Üsera) usare : Vücud bezlerinden akan faydalı su. Sıkılmış şeylerden çıkan su. Öz su. üsare : (Bak: Usare) üsare : (Bak: Usare) usas : Çok kıl. usat : (Asi. C.) Asiler, zorbalar, itaat etmeyenler. * Günahkârlar. uşb : (C.: A'şeb) Taze ot. usbe : Cemaat. İnsanlar. Atlılar. Atlar veya kuşlardan cemaat. üşbe : Kurt, böcek. üşbe : Kurt, böcek. üsbu' : Hafta. Yedi günlük zaman. üsbu' : Hafta. Yedi günlük zaman. üsbube : (C.: Esâbib) Sövme, küfür. üsbube : (C.: Esâbib) Sövme, küfür. usbud : Kelp aşmasından olan kurt yavrusu. üsbuî : (Üsbuiyye) Haftalık. üsbuî : (Üsbuiyye) Haftalık. usde : Kaftan altına giyilen küçük gömlek. usefa : (Asif. C.) Rençberler. Irgatlar. üşer : Dişlerini birbirine sürüp keskinleştirmek. üşer : Dişlerini birbirine sürüp keskinleştirmek. üsera : (Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar. * Köleler. üsera : (Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar. * Köleler. uşere : (C.: Uşur-Uşerat) Sütleğen cinsinden dikenli, yassı yapraklı ağaç. useybe : (C.: Useybât) Yaprağı bir takım kısımlara ayıran liflerden herbiri. Damar. useyle : Bal gibi tatlı olan küçük bir şey. * Çiftleşme, cinsî münasebet. uşeyya : (Eşyâ. dan) Küçük şeyler, eşyacıklar. üsfiyye : (C.: Esâfi) Üzerine tencere koyup yemek pişirilen ocak taşı. üsfiyye : (C.: Esâfi) Üzerine tencere koyup yemek pişirilen ocak taşı. usfür : Bir asıl boya. üşgule : Uğraşılacak iş. Meşguliyet. üşgule : Uğraşılacak iş. Meşguliyet. üşgur : f. Oklu kirpi. üşgur : f. Oklu kirpi. üşhub : Süt sağılırken çıkan ses. üşhub : Süt sağılırken çıkan ses. uşir : Taze çayır, taze ot. üsir : Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi. üsir : Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi. üskub : Sıra ile dikilmiş olan ağaçlar. * Kunduracı. * Dökülmüş olan, akan su. * Demirci. üskub : Sıra ile dikilmiş olan ağaçlar. * Kunduracı. * Dökülmüş olan, akan su. * Demirci. üsküdar : Mushaf cildi. üsküdar : Mushaf cildi. üskuf : (C.: Esâkıf) Kâfirlerin kadısı ve ruhbanları. ◊ (C.: Esâkife) Pabuç diken, kunduracı.üskuf : (C.: Esâkıf) Kâfirlerin kadısı ve ruhbanları. ◊ (C.: Esâkife) Pabuç diken, kunduracı.üşkufe : f. Çiçek. üşkufe : f. Çiçek. üsküffe : Eşik tahtası. üsküffe : Eşik tahtası. üşküfte : f. Açılmış çiçek. üşküfte : f. Açılmış çiçek. üşkuh : f. Ululuk, büyüklük, şan ü şeref. üşkuh : f. Ululuk, büyüklük, şan ü şeref. uskul : Hurma salkımı. üskun : Koruk halinde hurma salkımı. üskür : f. Kirpi. üskür : f. Kirpi. üşkür : Mest içine dikilen astar. üşkür : Mest içine dikilen astar. üskutuss : (Rumcadan) Cevher, asıl, unsur, madde. üskutuss : (Rumcadan) Cevher, asıl, unsur, madde. üslem : El arkasında hınsırla pınsır arasındaki damar. üslem : El arkasında hınsırla pınsır arasındaki damar. üslub : Tarz, yol. Biçim. İfade tarzı. Dizmek. usluc : (C.: Asâlic) Yeni belirmeğe başlamış ağaç budağı. usm : Her nesnenin bakiyyesi, artık. ◊ Zeytin ağacı.usmuh : Kulak. * Kulak deliği. usmur : (C.: Asâmir) Döndükçe suyu çıkarıp döken dolap gözleri. üşne : Yosun. üşne : Yosun. usnun : (C.: Asânin) Sakal ucu. * Her nesnenin evveli. * Devenin çenesi altında olan uzun kıllar. usr : (C.: Usur - A'sâr) Sığınacak yer. Melce'. * Dehr, zaman, devir. ◊ Güçlük, zorluk. Zor iş. * Sıkıntı. Darlık. Kıtlık. ◊ Tavşancıl kuşu. * Yalan söz.üsr : Sidik tutulması, sidik zoru. üsr : Sidik tutulması, sidik zoru. usra : Güçlük, zorluk. üsre : Seleften gelen şan şeref. * Söz veya hadis nakletmek. ◊ Cemaat, topluluk.üsre : Seleften gelen şan şeref. * Söz veya hadis nakletmek. ◊ Cemaat, topluluk.usret : Zorluk, güçlük. Darlık, sıkıntı. İşlemezlik. ◊ Sığınacak ve kurtulacak yer.üsrüb : f. Kurşun. üsrüb : f. Kurşun. üsruş : f. Güzel ses. üsruş : f. Güzel ses. uşş : Kuş yuvası. üss : Esas, asıl. Kök, temel. * Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer. * Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer. * Mat: Bir More…uşşak : (Âşık. C.) Âşıklar. usse : Güve denilen böcek. üst perdeden başlamak : Ağız bozmak, sert konuşmak. üstad : (Üstaz) İlim veya san'atta üstün olan kimse. Usta, san'atkâr. Muallim, profesör. Bilgide veya san'atta veya amelde meharetli zât. üstad-ül beşer : Beşerin bütün insanlığın üstadı, hocası, daha bilgili ve ârif. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam. üstad-ül beşer : Beşerin bütün insanlığın üstadı, hocası, daha bilgili ve ârif. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam. üstadane : f. Üstâda yakışır surette. Ustaca. üstadane : f. Üstâda yakışır surette. Ustaca. üstadî : f. Üstadlık, ustalık. üstadî : f. Üstadlık, ustalık. üstah : f. Edebsiz, hayasız, utanmaz kimse. üstah : f. Edebsiz, hayasız, utanmaz kimse. ustam : f. Güvenilir, emin. İtimad edilir. * Altın veya gümüşten yapılmış at eğeri. üstam : f. Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin. * Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri. üstam : f. Güvenilir, itimad edilir, inanılır, emin. * Gümüş veya altından yapılmış üzengi, at eyeri. üstibah : Masura. ustuble : Üstüpü. üstühan : f. Kemik. üstühan : f. Kemik. üstühanpâre : Kemik parçası. üstühanpâre : Kemik parçası. üstükus : (C.: Üstükusât) Cevher, madde, asıl. * Geometri. üstükus : (C.: Üstükusât) Cevher, madde, asıl. * Geometri. üştülüm : f. Kavga, gürültü. üştülüm : f. Kavga, gürültü. üştülümkâr : f. Kavgacı, gürültücü. üştülümkâr : f. Kavgacı, gürültücü. üstümm : (C.: Esâtim) Deniz suyunun toplandığı yer. üstümm : (C.: Esâtim) Deniz suyunun toplandığı yer. ustumme : Her nesnenin aslı. üstümme : Orta, vasat. üstümme : Orta, vasat. üstun : f. Direk. Sütun. üstun : f. Direk. Sütun. üstur : f. At, katır davar gibi dört ayaklı hayvan. üstur : f. At, katır davar gibi dört ayaklı hayvan. üştür : f. Deve. üştür : f. Deve. üştürbân : f. Deveci. üştürbân : f. Deveci. üştürdil : f. Kinci, fesatçı, hasedçi. üştürdil : f. Kinci, fesatçı, hasedçi. üsture : Edb: Efsane, uydurma hikâye demek olan 'esâtir' kelimesinin müfredidir. üsture : Edb: Efsane, uydurma hikâye demek olan 'esâtir' kelimesinin müfredidir. üstüre : f. Ustura. üstüre : f. Ustura. üştürek : f. Dalga. Mevc. üştürek : f. Dalga. Mevc. üştürgav : f. Zürafa. üştürgav : f. Zürafa. üştürhu : f. Deve huylu. Kinci, hased eden. üştürhu : f. Deve huylu. Kinci, hased eden. üştürmurg : f. Deve kuşu. üştürmurg : f. Deve kuşu. üstüvane : Geo: Silindir. Direk şeklindeki sütun. İçi boş direk şekli. üstüvane : Geo: Silindir. Direk şeklindeki sütun. İçi boş direk şekli. üstüvar : f. Kuvvetli, dayanıklı, sağlam, muhkem. * Güvenilir, itimad edilir. üstüvar : f. Kuvvetli, dayanıklı, sağlam, muhkem. * Güvenilir, itimad edilir. üstüvari : f. Sağlam, kuvvetli, emniyetli. üstüvari : f. Sağlam, kuvvetli, emniyetli. usube : İhâta etmek, kaplamak, içine almak. usul : (Asıl. C.) Ana, baba. Cedler. * İstinadgâh. * Râcih delil, kaide. Asıllar, kökler, temeller. Bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi lâzım gelen esaslar. Bir hedefe ulaşmak için tutulan More…usuliyyun : Fıkıh usulüyle uğraşan İslâm âlimleri. Usul-ü Fıkıh müellifleri. üsun : Suyun tad ve renginin değişmesi. * Bir kimse kuyuya girdiğinde buharından veya murdar kokulardan dolayı aklının gitmesi. üsun : Suyun tad ve renginin değişmesi. * Bir kimse kuyuya girdiğinde buharından veya murdar kokulardan dolayı aklının gitmesi. usur : Asırlar. (Bak: Asr) ◊ Gözcülük etmek.üsür : Yara izi. * Kılıcın rengi ve cevheri. üsür : Yara izi. * Kılıcın rengi ve cevheri. usüvv : Kaba ve iri olmak. * Katı olmak. * Gece karanlık olmak. * Yakın olmak. usve : Çoktandır taranmamış sakal. uşve : Gece vakti uzaktan görünen ateş. üsve(t) : Beraberlik. * Halka reis olmak. * Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib. * Nümune ve örnek tutulacak olan insan. üsve(t) : Beraberlik. * Halka reis olmak. * Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib. * Nümune ve örnek tutulacak olan insan. ut'ut : Yiğit. * Küçük buzağı. ◊ Eşek sıpası.utahiye : Akılsız, ahmak kimse. ütam : Sidik tutulması. İdrar tutukluğu. ütam : Sidik tutulması. İdrar tutukluğu. utarid : Araptan bir kabile adı. * Merkür gezegeni. utaş : İnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz. utat : Arslan. * Bahadır er, kahraman. ◊ (Ati. C.) Serkeşler, âsiler.utbul : (C.: Atâbil) Uzun boylu güzel kadın. uteka : (Atik. C.) Azatlılar. Azat olmuş köle veya cariyeler. utiy : (Bak: Atiy) utle : Boş ve muattal olmak. * Hurma salkımı. * Şahıs. utm : (Utüm) Yabani zeytin ağacı. utme : İğde gibi zeytin biçimindeki meyve. utrufe : (Turfe. C.) Tuhaf, az bulunur. ütrur : Subaşı oğlanı. ütrur : Subaşı oğlanı. utruş : Sağır. uttel : Üzerinde ziynet eşyası olmayan kadınlar. utub : Pamuk. utufet : Nezaket, lütuf. şefkat. utuh : Aklı noksan olan. utull : Soğuk, sert ve cimri insan. Câhil ve hayırdan men'eden. Galiz ve bahil kimse. utum : Taş duvar. Taş yapı. * Köşk, kasr. utun : Katı şey. Şiddetli. utüv : (Atiy-Utiy) Haddini aşma, tecavüz. Kibir. Serkeşlik. * Ayaklanma. İsyan. utye : Pamuk parçası. * Yanmış bez parçası. uva : şiddetli ses. Avaz, sayha. üvam : Susuzluk. üvam : Susuzluk. uvera : (Bak: Avrâ) üvera' : Ateş ve güneş harareti. * Susuzluk harareti. üvera' : Ateş ve güneş harareti. * Susuzluk harareti. üveyl : Çığlık, vâveylâ. üveysî : '(Üveysî tarzı) Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz More…üveysî : '(Üveysî tarzı) Veysel Karanî Hazretleri gibi sevdiği ve kendisine bağlı olduğu zatı görmeden ve gaybî olarak olan muhabbet ve bağlılık; ve bu muhabbetle bağlı olduğu zattan manevî feyz More…uvvam : Dalgıç adam. uvvar : (C.: Avâvir) Korkak adam. * Dağ kırlangıcı. uvz : Bir kimseye sığınmak. üyel : (C: Eyâyil) Dağ keçisi. üyel : (C: Eyâyil) Dağ keçisi. uyku : (Bak: Kaylule) uyub : (Ayıb. C.) Ayıblar, kusurlar. uyun : (Ayn. C.) Gözler. * Kaynaklar, pınarlar. uzafire : Katı. şiddetli, şedid. üzani : Kulakları büyük olan adam. (Merkepten kinaye olarak söylenmiştir.) uzbet : (Bak: Uzube) uzema' : (Azim. C.) Mevki ve şeref bakımından büyükler. uzeym : (C.: Uzeymât) Kemikcik. üzeyr : (A.S.) Kur'an-ı Kerim'de ismi bulunan büyük zâtlardandır. Peygamber olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır. üzeyr : (A.S.) Kur'an-ı Kerim'de ismi bulunan büyük zâtlardandır. Peygamber olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır. uzeyvat : (Uzeyve. C.) Küçük uzuvlar, uzuvcuklar. uzeyza' : Kuyruk kemiği. uzfur : Asma filizi. * Tırnak. üzfur : (C.: Ezfâr-Ezâfir) Tırnak. üzfur : (C.: Ezfâr-Ezâfir) Tırnak. uzhul : (C.: Azâhil) Yeyni, hafif. * Yük vurulmayan deve. uzima : Vücutta bir organın ateşsiz ve ağrısız olarak şişmesi. uzlet : Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak. uzletgâh : f. Oturulan tenhâ yer. Yalnızlık köşesi. uzletgüzin : f. Tenhada yaşayan, yalnızlık köşesine çekilen. uzletnişin : f. Tenha bir köşeye çekilip yalnız yaşayan. uzlufe : Kayalık. Yalçın kaya. üzlufe : (C.: Ezâlif) Sarp kayalı yer. üzlufe : (C.: Ezâlif) Sarp kayalı yer. uzm : Ululanma, kibirlenme. uzma : (Müe.) Büyük. İri. * En büyük. Çok büyük. (Müz: A'zam) uzme : Aşiret. * Birinin mensub olduğu âile. * Akrabâ. üzn : Kulak. İşitme organı. uzret : Önde olan saç. uzriyy : Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi. uztumme : İnsanın ırk ve nesebi. * Her şeyin aslı. uzub : Kayıp ve görünmez olmak. uzube : (Uzbe) Bekârlık. Erginlik hâleti varken tecerrüd halinde kalmak. Evlenmemek. uzubet : Tatlılık, şirinlik. uzuf : Nefsi kötülüklerden ve şüphelerden menedip uzaklaştırmak. üzuf : Yakın olmak, yaklaşmak. üzuf : Yakın olmak, yaklaşmak. uzuv : (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ. uzvî : (Uzviye) Uzva ait. Canlı. Organik. uzviyet : Uzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva ait. uzza : İslâmiyetten evvel câhiliyet devrinde büyük putlardan birisinin ismi. uzzab : Zevc veya zevcesi olmayan. Bekâr.