18 Mart 2025
18 Ramazan 1446
halveti
MENÜ
SOHBETLER HAZRET-İ MUHAMMED'IN
(S.A.V) HAYATI
SEVGİLİ PEYGAMBERİM KUR'AN-I KERİM İLMİHAL İSLAM VE TOPLUM 40 HADİS HADİS-İ ŞERİFLER OSMANLICA SÖZLÜK RÜYA TABİRLERİ BEBEK İSİMLERİ ABDÜLKADİR BİLGİLİ
(SEBATİ) DİVANI
NİYAZİ MISRİ DİVANI HİKMETLİ SÖZLER KUR'AN-I KERİM ÖĞRENİYORUM KUR'AN-I KERİM (SESLİ ve YAZILI) SESLİ ARŞİV İLAHİLER KVKK ve GİZLİLİK POLİTİKASI
İSLAM ve TASAVVUF
TASAVVUFUN TARİFLERİ TASAVVUFUN DOĞUŞU TASAVVUFUN ANADOLU'YA GİRİŞİ HALVETİLİĞİN TARİHİ HALVETİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ HALVETİLİĞİN TÜRK TOPLUMUNDAKİ YERİ HALVETİYYE SİLSİLESİ PİRLERİMİZİN HAYATLARI MEHMET ALİ İŞTİP (VAHDETİ) ABDÜLKADİR BİLGİLİ (SEBATİ) İBRAHİM GÜLMEZ(KANÂATÎ)
EHLİ - BEYT
EHL-İ BEYT KİMDİR? EHL-İ BEYTİ SEVMEK
RESÛLULLAH'I SEVMEKTİR
EHL-İ BEYT EMANETİ RESÛLULLAH'TIR EHL-İ BEYTİN HALİ NUH'UN GEMİSİ GİBİDİR EHL-İ BEYT OLMAK HEM NESEBİ HEMDE MEZHEBİDİR
ONİKİ İMAMLAR
HZ. İMAM ALİ K.A.V RA HZ. İMAM HASAN-I (MÜCTEBA) HZ. İMAM HÜSEYİN-İ (KERBELA) HZ. İMAM ZEYNEL ABİDİN HZ. İMAM MUHAMMED BAKIR HZ. İMAM CAFER-İ SADIK HZ. İMAM MUSA-İ KAZIM HZ. İMAM ALİYYUL RIZA HZ. İMAM MUHAMMED CEVAD (TAKİ) HZ. İMAM ALİ HADİ (NAKİ) HZ. İMAM HASAN’UL ASKERİ HZ. İMAM MUHAMMED MEHDİ






OSMANLICA SÖZLÜK


A B C D E F G H I J K L M N O P R S T U V Y Z

  • p : Osmanlı alfabesinin üçüncü harfi olup, ebced hesâbında 'b' harfi gibi iki sayısına tekabül eder.
  • pâ (pây) : f. Ayak. * Takat, mukavemet. * İz.
  • pâ-be-rikâb : Hareket etmek üzere olan.
  • pâ-bend : Ayak bağı. Köstek. Ayağa vurulan zincir. * Engel, mâni.
  • pâ-bend-i terakki : İlerlemeğe mâni olan zincir, köstek.
  • pâ-bercâ : Ayağı yerde demek olan bu tâbir, mecaz yoliyle kaim, sabit, berkarar, daim, bâki mânâlarında da kullanılır.
  • pâ-bercâ-yi hareket : Hareket etmek üzere bulunan, âmâde.
  • pâ-beste : f. Ayağı bağlı. Hareketsiz.
  • pâ-bürehne : f. Yalın ayak.
  • pâ-bus : f. Ayak öpen.
  • pâ-câme : f. Şalvar, don, çakşır. Pijama.
  • pa-çe : f. Küçük ayak. Pantolon, şalvar gibi şeylerin dizden aşağı olan kısmı. Paça. * Koyun, keçi ve sığır ayağı. * Koyun, keçi ve sığır ayağından yapılan yemek.
  • pa-çile : f. Karda yürüyüp yol açmak gayesiyle ayağa giyilen bir çeşit ayakkabı.
  • pa-dam : f. (Ayaktan yakalayan) Kuş tuzağı.
  • pa-deş : f. Mükâfat.
  • pa-hast : f. Ayak altında kalmış, çiğnenmiş olan.
  • pa-kub : f. Çengi.
  • pa-mal : f. Ayak altında kalmış, çiğnenmiş.,
  • pa-mal-i adüv : Düşmanların ayakları altında çiğnenmiş.
  • pa-nihade : f. Ayak koymuş, ayak basmış. Gelmiş, ulaşmış, vâsıl olmuş. * Doğmuş, tevellüd etmiş.
  • pa-puş : f. Ayak örten. Ayakkabı, pabuç.
  • pa-renc : f. Ayak teri. Ücret.
  • pa-sar : f. Tekme. Tepme.
  • pa-sebük : f. İşine sarılmış, ayağına çabuk.
  • pa-sitade : f. Ayakta duran. Kaim.
  • pa-süvar : f. Yaya olan, yaya, piyade.
  • pa-yab : f. Kuvvet, kudret, tâkat. * Su birikintisi. * Havuzun dibi. * Kuyu basamağı. * Son, nihayet.
  • pa-zede : (Bak: Pâyzede)
  • paçan : f. Saçan, saçıcı.
  • paçavre : f. Paçavra, kirli bez.
  • paçek : f. Tezek, mayıs.
  • paçeng : f. Küçük pencere. * Baca, menfez delik.
  • pad : f. Saklayan, hıfzeden. * Büyük, ulu. * Bekleyen, muhafaza eden, koruyan.
  • padaş : (C.: Padaşân) f. Mükâfat, ecr. * Yoldaş. Yol arkadaşı.
  • padaşân : (Padaş. C.) f. Arkadaşlar, ayakdaşlar. * Mükâfatlar.
  • padav : f. Kocakarı.
  • pade : f. Eşek ve sığır sürüsü. * Çoban sopası. * Yayla.
  • padergil : (Pâ-der-gil) f. Ayağı çamurda. * Mc: Davranamaz. * Sıkıntıda.
  • paderhava : (Pâ-der-hava) f. Ayağı havada. * Mc: Temelsiz, çürük.
  • paderikal : (Pâ-der-ikal) f. Ayağı köstekli, ayağı bağlı, hareketsiz.
  • paderpa : (Pâ-der-pâ) : f. Ayak ayağa. Yanyana.
  • padgâne : f. Yüksek dam. * Kapı içinde olan pencere.
  • padişah : (Pâdşâh) f. Büyük hükümdar, sultan. Cihan sahibi. Zararı def' eden, ıslah eden, muslih.
  • padişahî : f. Padişahla ilgili, padişaha ait.
  • padzehr : f. Panzehir.
  • pafersud : (Pâ-fersud) f. Ayağı incinmiş, aşınmış olan.
  • pagande : f. Atılmış pamuk. * Atılmış pamuktan yapma yumak.
  • paguş : f. Suya dalma.
  • pajeh : f. İnleme, inilti.
  • pajir : f. Panzehir.
  • pak : f. Temiz, saf, katıksız. Hep, tamam, mübarek, kudsi.
  • pak-baz : (C.: Pâk-bâzân) f. Temiz oynayan. * Mc: Sadakatli âşık.
  • pak-damenî : f. 'Eteği temiz oluş' * Mc: Namusluluk.
  • pak-meşreb : Gidişi, yaratılışı temiz. İyi huylu olan.
  • pak-zad : f. Temiz asıllı. Aslı temiz olan.
  • pakan : (Pâk. C.) f. Temizler, pâklar. * Mc: Veliler, evliya.
  • pakâr : f. Tahsildar.
  • pakârî : f. Tahsildarlık.
  • pakdamen : f. Eteği temiz. * Mc: Namuslu.
  • pakend : f. Yakut. * şarap, bâde.
  • paki : f. Temizlik, paklık. * Ustura.
  • pakize : f. Temiz, pak. Lekesiz. Hâlis, saf, katıksız.
  • pala : Ağzı enli, ortasına doğru daha genişliyerek ucuna doğru daralmaya başlayan kalın, kısa ve ağır kılıç. ◊ f. Yedek at. * Asılmış, asılı. * Süzgeç.
  • palad : (Pâlâde) f. Yedek at.
  • palade : f. Kötü söyleyen, ayıp arayan.
  • palaheng : f. Yular, dizgin. * Av veya suçlu bağlanacak kement. * Kemer. * Tazı boynuna geçirilen ağaç halka.
  • palamar : Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat. * Büyük halat. (O.T.D.S.) * Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak More…
  • palan : f. Palan, semer, eğer.
  • palan-duz : f. Semerci, palancı. Semer diken.
  • palanî : f. Semerci.
  • palar : f. Çatı direği.
  • palas pandiras : Hemen, birden bire, hazırlıksız, habersiz.
  • palavan : (Pâlâven) f. Süzgeç, helvacı süzgeci.
  • palavra : (İspanyolca) Mübalâğalı söz, yalan söylenen söz.
  • palay : f. (Bak: Pala)
  • paldüm : f. Hayvanın semerinin ileri geri kaymaması için arka ayaklarının kaba etleri üzerinden geçirilen kayış.
  • paleng : f. Postal. Çarık.
  • paleng-i fersude : Eski çarık.
  • palide : f. Süzülmüş, durulmuş. * Ziyade olmuş, büyümüş.
  • palikane : f. Büyük han kapılarının ortasındaki küçük kapı.
  • palude : f. Süzülmüş, saf hâle getirilmiş.
  • paluş : f. Karışık.
  • palvane : f. Dağ kırlangıcı.
  • palvaye : f. Dağ kırlangıcı.
  • panzde(h) : f. Onbeş.
  • panzehir : Zehire karşı ilâç.
  • papağan : İtl. İnsan konuşmasını taklid edebilen bir kuş.
  • papez : f. İnişi ve yokuşu olan yer.
  • papure : f. İki çift öküz koşulan ağır bir cins saban.
  • par : f. Geçen yıl, bıldır. * Para.
  • parafe : Fr. Kısa imza, işâret.
  • paralel : Yun. Müvazi. * Geo: Bütün noktaları birbirinden aynı uzaklıkta olan çizgi veya hat, düzlük, satıh.
  • parantez : Yun. Cümle içinde geçen bir sözü, metin dışı tutmak için o sözün başına ve sonuna konulan işaret.
  • parav : f. Kocakarı, acûze.
  • paravan(a) : İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler. * Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli More…
  • parçe : f. Ufak şey, küçük nesne, parça.
  • parduz : f. Eskici, yamacı.
  • pare : f. Cüz, parça. Kesinti. * Para. Kuruşun kırkta biri. * Kur'an-ı Kerim'in otuz kısmından bir kısmı, bir cüz'ü. * Sayı, bölük. * 'Parça' mânâsına gelir ve birleşik More…
  • pare-duz : f. Eskici, yamacı.
  • pare-pare : f. Parça parça.
  • pargî : f. Mutfak ve banyo sularının toplandığı çukur. * Orospuluk.
  • parin : (Pârine) f. Geçen yılki, geçen sene olan, bıldırki.
  • parir : f. Dayak, destek, direk.
  • pars : f. Dine bağlı kimse. * Nâmuslu, iffetli, temiz ve doğru insan. * Fars milleti, İran kavmi.
  • parsal : f. Geçen yıl, bıldır.
  • parse : f. Dilencilik.
  • parsel : Fr. Bir maksatla ayrılarak sınırlandırılmış arazi parçası.
  • parseng : f. Teraziyi denkleştirmek için kefesine konulan şey.
  • paru : (Pârub) f. Kocakarı, acûze.
  • parule : f. Şakacı, lâtifeci. * Yonga. * Hayırsız ve işe yaramaz kişi.
  • paryab : f. Irmak ve çay suyu ile sulanan ekin.
  • pas : f. Gecenin sekizde biri. * Gözetleme, bekleme. * Keder, hüzün, gam. * İç sıkıntısı.
  • paş : f. 'Serpen, saçan, dağıtan' mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
  • paş paş : f. Parça parça, ufak ufak. * Dağınık.
  • pas-par : f. Tekme.
  • paşa : 'Sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin bir kısmına verilen resmi ünvandı. Osmanlıların ilk devirlerinde bu ünvan, hânedân mensublarıyla yalnız bir kısım idare adamlarına verilirken More…
  • paşali : Paşa ünvanını alan vezir ve beylerbeyi gibi büyük devlet adamlarının hizmetinde bulunan gedikli ağalar.
  • paşan : f. Saçan, saçıcı.
  • paşazâde : Paşa oğlu.
  • pasban (pâsuban) : f. Nöbetçi, gece bekçisi, bekçi.
  • pasbanî : f. Bekçilik.
  • pasdar : f. Gece bekçisi.
  • pasdarî : f. Bekçilik, gözcülük.
  • pasek : f. Esneme, esneyiş.
  • paşende : f. Saçan, dağıtan, saçıcı.
  • paşib : f. Basamak, merdiven.
  • paşide : f. Saçılmış, serpilmiş, dağılmış.
  • paşna : f. Topuk, ökçe.
  • paşnin : f. Ağaç ve tahta parçaları.
  • pasuh : f. Karşılık, cevap.
  • pasuhgüzar : f. Cevap veren, karşılık veren.
  • pasuhşinev : f. Cevabı dinleyen.
  • pasvan : f. Gece bekçisi.
  • patile : f. Tencere.
  • patinî : f. Harman yabası.
  • pay-der-gil : f. Ayağı çamurda. * Sıkıntıda, dertte. * Mc: Davranamaz.
  • pay-der-hava : f. Ayağı havada. * Mc: Temelsiz, çürük.
  • pay-efzar : f. Ayakkabı.
  • pay-endaz : f. Ayak atan, ayak atmış. * Büyük kişilerin geçecek olduğu yerlere serilen halı gibi şeyler. * Duvar ve möbleleri kaplamada kullanılan bir cins kumaş.
  • pay-fersud : f. Ayağı incinmiş, aşınmış.
  • payan : f. Kenar, son nihayet, uç. * Tas: Ehl-i tarikatın ulaşacağı birlik âlemi. * Akıbet.
  • paybaf : f. Çulha.
  • paybend : f. Ayakbağı. * Mani, engel. * Köstek.
  • paybeste : f. Hareketsiz. Ayağı bağlı.
  • paydar : (Pâyidar) f. İyice yerleşmiş. Devamlı, kadim. * Sağlam. Muhkem. * Sermedî. * Bedi. '* Sâbit.
  • paydarî : f. Devamlılık, süreklilik.
  • paydos : f. Tatil, teneffüs, serbestlik.
  • paye : f. Rütbe, derece. * Merdiven ayağı. * İlim sahibi olanların bir derecesi.
  • payedâr : f. Rütbeli, pâyeli, itibarlı.
  • payedârî : f. İtibarlılık, rütbelilik, pâyedarlık.
  • payende : (C.: Payendegân) f. Payanda, destek, dayak. * Duran, sürekli.
  • payendegî : f. Devamlılık, süreklilik.
  • paygâh : f. Derece, mertebe, rütbe.
  • payin : f. Aşağı. Aşağı taraf. * Merdivenin ilk basamağı.
  • payitaht : (Bak: Pâytaht)
  • payiz : f. Güz, sonbahar. * Yaşlılık, ihtiyarlık. * Eski, köhne, yıpranmış.
  • paykub : f. Ayak vuran. * Mc: Rakseden, köçek.
  • paymal : (Pâyimal) f. Ayak altında kalmış, mahvolmuş, telef olmuş, sürünmüş.
  • paymüzd : f. Bahşiş, ayak teri.
  • paytaht : (Pâyitaht) f. Merkez-i hükümet, başşehir, başkent.
  • payûe : (Bak: Pâ)
  • payzar : f. Ayakkabı, pabuç.
  • payzede : f. Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
  • payzen : .f Ayağına pranga vurulmuş. Forsa, deniz esiri. * Suçlu. * Esir. * Hizmetçi, uşak.
  • pazac : f. Ebe kadın. * Dadı, sütnine.
  • pazen : f. Pezevenk.
  • pazin : f. Gecenin bir kısmı.
  • pazir : Destek, payanda, dayak.
  • pazubend : (Bak: Bâzubend)
  • peçe : (C.: Peçegân) İnsan veya hayvan yavrusu. * Oğlan, çocuk. * Sarmaşık bitkisi. ◊ Kadınların tesettür için yüzlerine örttükleri tüle benzer örtü.
  • peçegân : (Peçe. C.) f. İnsan veya hayvan yavruları.
  • peçel : f. Üstü başı pislik içinde ve iğrenç olan adam.
  • pede : f. Çakmak, kav. * Kavak ağacı.
  • pedender : f. Üvey baba. Babalık.
  • peder : f. Baba.
  • pederâne : f. Babaya yakışır tarzda, pedercesine.
  • pederî : f. Babalık, pederlik.
  • pederze : f. Çıkın, bohça.
  • pedid : f. Aşikâr, görünür, açık, belli.
  • pedme : f. Nasib, kısmet. Pay, hisse.
  • pedrud : f. Vedâlaşma.
  • pehin : f. Çok enli.
  • pehle : f. Mezar sandukalarının yan taşlarına verilen ad.
  • pehlev : f. Şehir, belde. * Yiğit, kahraman.
  • pehlevan : f. Pehlivan. Yiğit. Kahraman. Güreşçi.
  • pehlevanî : f. Pehlivanlık, güreşçilik, yiğitlik, kahramanlık.
  • pehlu : f. Vücudun iki yanından biri, yan.
  • pehn : f. Enli, geniş, yassı. * Genişlik, enlilik.
  • pehna : f. Genişlik, enlilik. * Enli, geniş, yaygın.
  • pehnane : f. Beyaz pide. * Bir cins maymun.
  • pehnaver : f. Pek geniş. Pek açık. * Soluk, solmuş.
  • pehnaverî : f. Enlilik, genişlik. Vüs'at.
  • pejgale : f. Pay, hisse. * Yırtık, yama.
  • pejm : f. Sis, duman.
  • pejman : f. Pişman, nâdim. * Kederli, hüzünlü.
  • pejmürde : f. Dağınık. * Eski, yırtık. * Perişan. * Buruşuk, buruşmuş.
  • pejmürde-hal : f. Kılığı kıyafeti pejmürde olan, üstü başı pis bir halde bulunan.
  • pejuh : f. Araştırma, soruşturma.
  • pejuhende : f. Gizli şeyleri araştıran. Mütecessis.
  • pejuhide : f. Çok akıllı, olgun, bilgili.
  • pejulide : f. Solmuş, bozulmuş, dağılmış, karışmış.
  • pejvin : f. Kirli, pis. Çirkin.
  • pelade : f. Fesatçı. Müfsid.
  • pelas : f. Çul, aba. * Eski kilim, keçe vs.
  • pele : f. Terazi kefesi.
  • pelid : f. Pis, murdar. * Rezil ve alçak kimse.
  • pelite : f. Lâmba veya kandil fitili. Fitil. * Yaralarda kullanılan fitil.
  • pelle : f. Derece. * Merdiven.
  • pelme : f. Yazı tahtası.
  • pelus : f. Hilekâr. Hile yapan.
  • pelvas : f. Yaltaklanma.
  • penagâh : f. Sığınacak yer. Sığınak. Melce'.
  • penah : f. Sığınma. Sığınacak yer. Dayandığı nokta.
  • penah-âverde : f. Sığınmış, iltica etmiş. Mülteci.
  • penahende : f. Sığınan, iltica eden.
  • penahgâh : f. Sığınacak yer, melce.
  • penahî : f. Sığınma.
  • penahide : f. Sığınmış, iltica etmiş.
  • penam : f. Gizli, saklı. Örtülü.
  • penbe : f. Pamuk. * Açık kırmızı renk.
  • penbezâr : f. Pamuk tarlası.
  • penbezen : f. Hallaç. Pamuk atıcı.
  • penc : f. Beş.
  • pencah : f. Elli. (50)
  • pencahsâle : f. Elli yaşında.
  • pençe : f. El ayası ile beş parmağın tamamı. * Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. * Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne More…
  • pençe-i kahr : Kahir pençesi. Mahveden el.
  • pençezen : f. Pençe vuran, düşman.
  • pencgane : f. Beşli, beşten ibâret, beş tâneli.
  • penciş : f. İncinme.
  • penckuşe : f. Beş köşeli. Muhammes.
  • pencpay : f. Beş ayaklı. Yengeç.
  • pencruze : f. Beş günlük. * Süreksiz, pek az.
  • pencsale : f. Beş yaşında.
  • pencşenbih : f. Beşinci gün. Perşembe.
  • pencüm : f. Beşinci.
  • pencümin : f. Beşinci.
  • pend : f. Nasihat, vaaz, öğüt.
  • pendimi guş etti : Nasihatımı dinledi.
  • pendkâr : (C.: Pendkârân) f. Nasihat eden, nâsih. Öğüt veren.
  • pendnâme : f. Öğüt kitabı.
  • penduz : f. Çuvaldız.
  • penir : f. Peynir.
  • per : f. Kanat.
  • per-aver : f. Kanat açan, kanat açıcı. Keskin uçan.
  • per-güşa : f. Kanat açıcı, uçucu. * Keskin uçucu.
  • perakende : f. Dağınık. Dağıtma. * Azar azar yayılan veya satılan.
  • perakendegû : f. Saçma sapan konuşan. Saçmalayan.
  • perandah : f. Sepilenmiş deri sahtiyan.
  • perçem : f. Kâkül. * Tepede bırakılan saç. * Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler.
  • perd : f. Kıvrım, büklüm, kat.
  • perda : f. Yarın.
  • perdaht : f. Cilâ. Parlaklık, parlama. * Düzleme, temizleme.
  • perdahte : f. Cilâlanmış, parlatılmış. * Temizlenmiş, düzenlenmiş, tertib edilmiş.
  • perdar : f. (Bak: Berdâr)
  • perdaz : f. Tertib eden, düzenleyen, düzeltici.
  • perde : f. Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey. * Mc: Irz, namus, iffet.* Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık More…
  • perde-i cümud : Donmuş, katı perde. * Mc: Alem, tabiat. * Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.
  • perde-i nilgün : Gökyüzü, sema.
  • perde-i türabiye : Toprak perdesi, yer yüzü.
  • perdeber-endaz : f. Perdeyi kaldırıp atan. * Utanmayı bırakan, sıkılmayan, utanmayan, hayâsız.
  • perdeberdar : f. Perde kaldırıcı. Perde açıcı.
  • perdebirun : f. Utanmaz, açıksaçık konuşan.
  • perdebirunâne : f. Sıkılmadan, utanmazcasına. Perdeyi kaldırırcasına. Edebsizce.
  • perdedâr : f. Perdeci, kapıcı, odacı. Bir şeyin görünmesine ve bilinmesine mâni ve perde olan.
  • perdedâr-i felek : Ay, kamer.
  • perdeder : f. Perde yırtan. Utanmaz, hayâsız.
  • perdegî : (C.: Perdegiyân) f. İyi örtünmüş ve namuslu kadın.
  • perdekâr : f. Perdeli. Perde ile örtülü yer.
  • perdekeş : f. Perde çekici, örtücü. Engel, mâni.
  • perdenişin : f. Perde arkasında oturan. * Mc: Namuslu, temiz.
  • perdepuş : f. Örten, örtücü.
  • perdeserâ : f. Şarkı söyleyen, şarkıcı. * Saz çalan, çalgıcı. * Küçük çadır.
  • perdeserây : f. Küçük çadır. * Şarkı söyleyen, şarkıcı, hânende. Çalgıcı, saz çalan.
  • perdeşinâs : f. Şarkı söyleyen, şarkıcı.
  • pere : f. Uç, kenar.
  • pere-i binî : Burun ucu.
  • pere-i kûh : Dağ eteği.
  • perend-aver : f. Çok keskin kılınç, pala veya hançer.
  • perende : f. Uçan, uçucu. * Av kuşu. * Çark gibi dönerek atılan takla.
  • perendebâz : f. Takla atan kimse. Cambaz.
  • perendek : f. Küçük tepe.
  • perendin : f. İpek elbise, ipek kumaş veya ipek mendil.
  • perendun : f. Evvelki gece.
  • perenduş : f. Dün gece.
  • perenduşine : f. Dün geceki şey.
  • perendvar : f. Evvelki gece.
  • pereng : f. Suyu iyi verilmiş kılınç.
  • perest : (C.: Perestân) f. Tapan, tapınan, taparcasına seven.
  • perestan : (Perest. C.) f. Tapanlar, tapınanlar, taparcasına sevenler. ◊ f. Ocak, fırın.
  • perestar : (C.: Perestarân) f. Hizmetçi. * Kul. * Tapan, tapıcı. * Dalkavuk.
  • perestar-i hayâl : Şâir, ozan.
  • perestarân : (Perestar. C.) f. Kullar, köleler. * Hizmetçiler. * Dalkavuklar, yaltakçılık yapanlar. * Tapanlar, tapıcılar.
  • perestarî : f. Hizmetçilik. * Kulluk. * Tapıcılık. * Dalkavukluk.
  • perestide : f. Sevgili, mahbub, sevilen.
  • perestiş : f. Pek çok sevmek. Bendelik etmek. İbâdet etmek.
  • perestişkâr : İbâdet edercesine seven, çok ileri sevgi ve hürmet besleyen.
  • pergâl : f. Pergel.
  • pergâle : f. Kaba iplikten yapılan bir cins dokuma. * Parça.
  • pergâm : f. Döl yatağı. Rahim.
  • pergâr : f. Pergel. Dâire çizmeğe mahsus âlet.
  • pergârvâr : f. Pergel gibi.
  • pergaze : f. Kuş kanadının vücuda yapışık olan kısmı.
  • pergem : f. İşsiz güçsüz, boşta dolaşan adam.
  • pergul : f. Bulgur. * Bulgur pilavı. * Un helvası.
  • pergune : f. Yakışıksız, çirkin.
  • perh : f. Hisse, pay. * Değersiz mal.
  • perhaş : f. Savaş, harb, muharebe, cidâl, ceng. Kavga.
  • perhaşcu(y) : f. Muharib, savaşçı. Kavgacı.
  • perhide : f. İşaret olunmuş.
  • perhiz : 'f. Sakınmak, çekinmek. * Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. * Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak.'
  • perhizkâr : Perhiz eden, nefsini tutan. Zararlı şeylerden, günahlardan sakınan.
  • perhüde : f. Saçmasapan söz, hezeyan. * Ateşten dolayı sararmış eşyâ.
  • perhun : f. Pergelle çizilmiş çember, dâire, halka.
  • peri : f. Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. * İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. *Mc: Güzel insan. Güzel kimse.
  • peri peyker : Peri yüzlü güzel.
  • peri-çihre : f. Peri yüzlü, güzel yüzlü.
  • peri-i melâhat : Güzellik perisi.
  • peri-ru : f. Peri gibi güzel yüzlü.
  • peride : f. Uçmuş. *Solmuş, soluk.
  • peridereng : f. Rengi uçmuş, solmuş.
  • perir : f. Evvelki gün.
  • perişan : f. Dağınık, karışık. * Bozuk, tertibsiz, düzensiz. * Kederli, hüzünlü, kaygılı.
  • perişanhâtir : f. Dalgın, düşünceli.
  • perişanî : f. Perişanlık, dağınıklık. * Düzensizlik, bozgunluk. * Yoksulluk, fakirlik.
  • periz : f. Haykırma, bağırma. Feryâd. * Su kenarlarında yetişen yeşil saz, ot.
  • perize : f. Ateşte pişirilen ekmek. * Kırmızı altun.
  • permer : f. Ümid etme, umma, bekleme. İntizar.
  • permun : f. Süs, bezek.
  • pernih : f. İnce düz taş.
  • perniyan : f. Nakışlı atlas. İpekten dokunmuş, bir cins işlemeli kumaş.
  • pernun : f. İnce ve zarif dokunmuş ipek kumaş.
  • perran : f. Uçan, uçucu.
  • pertab : f. Atılma, sıçrama. * Hız almak için geriden koşarak atılma. * Uzağa düşen ok veya başka bir şey.
  • pertev : (Pertav) f. Ziya, ışık. * Atılma, sıçrama, hız.
  • pertev-endâz : Işıklandıran, ziyâ veren, nurlandıran.
  • pertev-feşan : Işık saçan, ziya saçan.
  • pertev-i mihr : Güneş ışığı. Güneşin parlaklığı.
  • pertev-suz : Yakan ışık. Güneşe karşı tutulduğu zaman, ışıkları bir noktaya toplayan ve bu suretle ışığın değdiği yeri yakan mercek.
  • peruş : f. Küçük çıban, sivilce.
  • perva : f. Korku, çekinmek. * Alâka, ilgi, bağ. * Takat. * Durup dinlenmek. * Bilmek. * Vesvese. * Kayd. * Iztırab. * Terk, feragat. * Hayran, şaşmış.
  • pervane : f. Fırıldak çark. * Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek. * Haberci, kılavuz.
  • pervanegân : (Pervane. C.) Gece kelebekleri.
  • pervanek : f. Karakulak adı verilen bir hayvan. * Ask: Öncü, pişdâr.
  • pervar : f. Besili, beslenmiş.
  • pervas : f. El ile dokunup temas etme, eli ile yoklama.
  • pervaz : f. Kanat açmak, uçmak. Uçan, uçucu. * Nur. * Karargâh. * Saçmak. * Hücre. * Saçak. * Ayna. Dolap. * İnce, uzun tahta. * Uçan, uçucu gibi mânâlara gelerek birleşik kelimeler yapılır.
  • pervaz-i berdâr : Yükselip uçan. Uçarak dolaşan.
  • pervaze : f. Kır gezisi için hazırlanan yemek. * Altun ve gümüş yaprakların kırıntısı.
  • pervazgâh : f. Uçulacak yer. Tayyâre meydanı. Hava alanı.
  • perver : (Pervar) f. 'Besleyen, yetiştiren, velinimet, koruyan' mânâsında birleşik kelimeler yapılır.
  • perverân : (Perver. C.) f. Yetiştirenler, besleyenler, koruyup terbiye eden kimseler.
  • perverde : f. Terbiye görmüş, yetiştirilmiş, beslenmiş.
  • perverende : f. Besleyen, büyüten. Besleyici, büyütücü. * Terbiye edici, yetiştirici.
  • perverî : f. Büyütücülük, besleyicilik. Terbiye.
  • perveriş : f. Besleme, besleyiş. Beslenme. * Terbiye etme, yetiştirme, eğitme. Terbiye edilip yetiştirilme, eğitilme. * İlerleme, terakki.
  • perverişyâb : f. Beslenen. * Terbiye edilen, terbiye gören, eğitilen, yetiştirilen.
  • perverişyâfte : f. Terbiye edilmiş, büyütülmüş, yetiştirilmiş, eğitilmiş.
  • pervin : f. Ülker denilen yedi yıldızın tamamı.
  • perviz : f. Üstün, galib, muzaffer. * Elek. Süzgeç. * Güzellik. * Balık. * Cilve. * Tar: İran Hükümdarı Husrev'in lâkabı.
  • perviz-i felek : Güneş, şems.
  • pervizen : f. Elek, kalbur.
  • pes : f. Arka, art, geri. * Öyle ise, imdi...
  • pes ü piş : Arka ve ön.
  • pes-i divâr : Duvarın arkası.
  • pes-i perde : Perde arkası.
  • pesadet : f. Veresiye alışveriş.
  • pesavend : f. Kafiye.
  • peşe : (Bak: Peşşe)
  • pesend : f. Beğenmek, kabul eylemek. Beğenici. Muvâfık.
  • pesendâne : Beğenecek yolda, beğenmek suretiyle.
  • pesendide : f. Beğenilmiş, seçilmiş, müntehab.
  • peşiman : f. Pişman. Nâdim.
  • peşimanî : f. Pişmanlık, nedamet.
  • pesin : f. Sonraki, gerideki, en son.
  • peşin : f. Nakdî para. * Önceden, önce.
  • peşinât : f. Peşin verilen paralar.
  • peşiz : (Peşize) f. Akçe, mangır. Pul. * Balık pulu.
  • peşkeş : (Pişkeş) f. Başkasının malını birine bağışlamak. Verilmemesi lâzım olan şeyi başkasına vermek. Karşılıksız vermek.
  • peşleng : f. Geri kalan, geri kalmış.
  • peşm : f. Yapağı, yün. * Keten helvası.
  • pesmande : f. Geri kalmış, geride bulunan, bâkiye. * Artmış, artık.
  • pesmande-hor : f. Artık yiyen.
  • peşmin : (Peşmine) f. Yünden yapılmış. Yapağıdan yapılma. * Sâde ve süssüz elbise.
  • pesperde : f. Perde arkası, gizli iş.
  • pesrev : f. Arkadan gelen. * Uşak, hizmetçi.
  • peşrev : f. (Aslı: Pişrev) Önde giden. * Türk müziğinde bir saz eseri. * Güreşten önce pehlivanların ellerini birbirine veya dizlerine çarparak ve biraz sıçrayarak yaptıkları oyun. * Bir çeşit ok. More…
  • peşşe : f. Sivrisinek.
  • peşşegir : f. Sinek avlıyan. * Mc: İşsiz güçsüz, boş gezen kimse.
  • pest : f. Alçak, aşağı. Hafif, yavaş ses. * Sesi galiz, kalın ve korkunç olan.
  • pestbaht : f. Talihsiz. Bahtı fenâ olan.
  • pestî : f. Alçaklık, âdilik, zillet.
  • pestpaye : (C.: Pestpayegân) Payesi, derecesi aşağı olan, âdi. Alçak. Bayağı. Pespaye.
  • pestperde : f. Alçak ve hafif sesle.
  • pestsada : f. Hafif ses.
  • peter : f. Düz maden levha.
  • petgir : f. Kıl elek.
  • pey : f. İz, işaret, nişan. * Ard, arka, akab.
  • pey-a-pey : f. Birbiri ardınca, birbirinin arkasından. * Azar azar, tedricen, peyderpey.
  • pey-der-pey : f. Birbiri ardınca. Yavaş yavaş, azar azar.
  • pey-ender-pey : f. Ardısıra, arka arkaya, durmadan. Azar azar.
  • peyam : (Peygam) f. Haber.
  • peyam-âver : (C.: Peyamâverân) f. Haber getiren.
  • peyam-ber : f. Haber getiren. Peygamber.
  • peyam-i hasret : Hasret, özleyiş haberi.
  • peyda : f. Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
  • peyemres : f. Haber getiren, haber ulaştıran, haberci.
  • peygam : (Bak: Peyam)
  • peygamaver : (Peygam-âver) f. Haber getiren, haberci.
  • peygamber : (Peyamber) f. Allah'tan haber getiren. Allah'ı, âhireti, zararlı ve faydalı şeyleri tanıtan. Nebi.
  • peygamberân : (Peygamber. C.) Peygamberler.
  • peygamberî : f. Peygamberlik. * Peygamberle alâkalı.
  • peygar : f. Savaş, harb, muharebe, cidal. Kavga.
  • peygare : f. İftira.
  • peygule : f. Köşe, bucak.
  • peygule-i nisyan : Unutulma köşesi.
  • peygulegüzin : Bir köşede oturan. Köşeye çekilmiş olan.
  • peygun : f. And, şart, ahd, peyman.
  • peyk : f. Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. * Haber ve mektup getirip götüren.
  • peyk-i felek : Ay. Dünyanın etrafında dönen ay. Dünyanın peyki.
  • peykan : Okun ucundaki sivri demir.
  • peyke : f. Tahta sedir.
  • peyker : f. Yüz, çehre, surat.
  • peym : f. Haber.
  • peyma : f. Ölçen, ölçücü.
  • peyman : f. And, yemin, muahede, ahitleşmek.
  • peyman-şiken : (Peyman-şikân) Yemin bozan, ahdini yerine getirmeyen.
  • peymane : f. Büyük kadeh. * Ölçek, kile. * Şarap bardağı.
  • peymane-şikest : f. Kadehi kırık.
  • peymanekeş : f. İçki içen.
  • peymay : f. Tartıcı, ölçücü.
  • peymude : f. Ölçülmüş.
  • peyrev : f. Ardı sıra giden, tâbi olan, izinden giden, uyan.
  • peysiper : f. Çiğnenmiş, ayak altında kalmış.
  • peyug : (C.: Peyugân) f. Gelin.
  • peyugan : (Peyug. C.) Gelinler.
  • peyvend : f. Ulaşma, varma, vasıl olma. * Bağ, alâka.
  • peyvest : f. Ulaşma, vasıl olma, kavuşma.
  • peyveste : f. Her zaman, dâima. * Ulaşmış, ermiş. * Bitişik, muttasıl.
  • peyvestegî : f. Bitişme, ulaşma, bitişiklik.
  • pezir : f. Kabul eden, olan, olabilen. * 'Söz dinleyici, emir tutan' mânasında birleşik kelimeler yapılır.
  • pezira : f. Kabul eden.
  • peziray-hitam : Sona eren, biten, hitam bulan.
  • pezire : f. Karşılama, karşılayış.
  • peziriş : f. Kabul edilmiş. Kabul ediş.
  • piç : f. Büklüm, kıvrım, dolaşık. * Nesebi gayr-ı sahih olan, gayr-ı meşru münâsebetten doğan çocuk. * Aslına benzemiyen. * Ağacın kökünden biten sürgün. Aşılanmamış ağaç. * Sarmaşık. * Vida.
  • piç ü tab : Iztırab ve sıkıntı.
  • piç-a-piç : f. Karma karış, pek dolaşık, kıvrım kıvrım.
  • piç-pa : f. Yengeç.
  • piçan : f. Büklüm büklüm, kıvrım kıvrım olan.
  • piçide : f. Karışmış, bükülmüş, kıvrılmış.
  • piçidemuy : f. Saçı kıvrılmış.
  • piçiş : f. Büklüm, kıvrım.
  • piçtab : f. Sıkıntı, telâş. * Şaşkınlık.
  • pih : f. İçyağı. Şahm. ◊ f. Göz çapağı.
  • pih-suz : f. 'Yağ yakıcı': Toprak kandil.
  • pijuh : (Bak: Pejuh)
  • pil : f. Topuk, ökçe. * Çelik çomak oyunu. * Çadır eteği tutturmada kullanılan küçük ağaç değnekler. ◊ f. Fil.
  • pil-bân : f. Fil besleyen, filci.
  • pil-ten : Fil gibi iri, fil vücutlu.
  • pil-zur : f. Fil gibi kuvvetli, fil kuvvetinde.
  • pilaçka : (Arnavutça) Tar: Muharebede ve yağmada alınan eşya, çapul.
  • pile : f. İpek kozası. İpek.
  • pileste : f. Fildişi.
  • pilvaye : f. Kırlangıç.
  • pindar : Sanma, zannetme. * Böbürlenme.
  • pine : f. Yama.
  • pineduz : Yamacı. * Ayakkabı tamircisi, eskici.
  • pineduzî : f. Eskicilik, yamacılık.
  • pineduzluk : Yamacılık. Eskicilik.
  • pingan : f. Fincan, tas.
  • pingançe : f. Küçük fincan.
  • pinhan : f. Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.
  • pir : f. Yaşlı, ihtiyar. * Reis. * Bir tarikatın kurucusu. * Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi.
  • pir ü berna : İhtiyar ve genç.
  • pir-i fanî : Pek yaşlı, zayıf adam. Dünyayı terketmiş ihtiyar.
  • pir-i moğan : (Pir-i muğan) Meyhaneci. * Mc: Mürşid.
  • pira : f. Süsleyici, düzenleyici, donatıcı.
  • pirahen : (Pirehen) f. Gömlek. Kamis.
  • pirahen-i ismet : Namus perdesi.
  • piramen : f. Çevre, etraf, yan.
  • piramun : f. Yan, etraf, çevre.
  • piran : (Pir. C.) f. İhtiyarlar, yaşlılar.
  • piraste : f. Tertibedilmiş, düzenlenmiş donatılmış, süslü.Pirastegî $ . f. Düzen, intizam.
  • piraye : f. Zinet. Süs.
  • pirayebahş : f. Süsleyici, süs veren.
  • pirayende : f. Süsleyici, donatıcı.
  • pirayiş : f. Düzen, nizâm, intizam, tertib. * Süs, zinet.
  • pirehen : f. Gömlek.
  • pirezen : f. Kocakarı, acuze.
  • pirî : İhtiyarlık. Kocamışlık.
  • piristu : (Piristuk) f. Kırlangıç kuşu.
  • piristubeçe : f. Kırlangıç kuşu yavrusu.
  • pirsal : f. Kocamış, ihtiyar, yaşlı.
  • piruz : f. Uğurlu, hayırlı.
  • piruzî : f. Uğurluluk, hayırlılık.
  • pirzen : f. Kocakarı, acuze. Yaşlı kadın.
  • piş : f. Huzur, ön, ileri taraf.
  • piş-geh : f. Ön, huzur.
  • piş-gir : f. Havlu, peşkir.
  • piş-i nazar : Göz önü.
  • piş-i nazara getirmek : Göz önünde bulundurmak.
  • piş-müzd : f. Pey, pey akçesi. Satılık bir şeye talip olan kimsenin, sonradan caymayacağını temin makamında olmak üzere satıcıya peşin verdiği bir miktar para.
  • pişadest : f. Peşin para ile alış veriş. * İşçiye, çalıştıktan sonra verilen para.
  • pişaheng : (Piş-âheng) Önde giden, öne düşen.
  • pişan : f. En ön, en ileri.
  • pişanî : f. Alın, cebin.
  • pişanîdâr : f. Yüzsüzlük yaparak işini beceren.
  • pişbin : f. İlerisini gören. Basiretli, ihtiyatlı.
  • pişdar : f. Öncü. Harpte ileriden düşmana gönderilen askerler. * Önde giden. Önayak olan. * San'at, meslek. * Kumandan. * Mc: Yüzsüz. Yüzsüzlükle iş beceren.
  • pise : f. Saksağan. * Alaca renk.
  • pişe : f. İş, kâr. Meşguliyet. * Alışkanlık, huy, âdet. * Meslek, san'at. * 'Huy edinmiş, alışmış' anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe $ : İyi More…
  • pişegâh : f. İş yeri. Fabrika.
  • pişegân : (Pişe. C.) f. Meslekler, san'atlar. İşler. * Huylar, âdetler, tabiatlar.
  • pişeger : f. San'atkâr işçi.
  • pişekâr : f. Sanatkâr, oyuncu.
  • pişever : f. Sanat ehli, işçi.
  • pişhane : f. Balkon. * Bir yere gidileceği zaman önceden gönderilen çadır ve yol eşyası.
  • pişhayme : f. Pâdişah veya vezirlerin divan çadırı.
  • pişî : f. İlerleme, üstünlük, tefevvuk. * Önünü gören, ileri görüşlü.
  • pişigâh : Huzur.
  • pişin : f. Peşin, önce, önden. * Evvelki, eski. * Önden verilen.
  • pişinî : (C.: Pişiniyan) f. Evvel zaman adamı.
  • pişkeş : f. Hediye, armağan, hibe.
  • pişnemaz : f. İmam.
  • pişnihad : f. Usûl, kanun. * Temel, esas.
  • pişrev : f. Önden giden.
  • piştahta : f. Çekmece. Küçük sandık. * Mal serilen yer, vitrin.
  • pistan : f. Meme.
  • piste : f. Fıstık.
  • pister : f. Yatak, döşek.
  • pişva : (Pişuva) f. Reis, baş. Hâkim. * Mukteda, imâm.
  • pişvayan : (Pişvay. C.) Reisler, başkanlar. Hâkimler.
  • piyade : Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi. * Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip More…
  • piyale : f. Kadeh. Şarap bardağı.
  • piyaz : f. Soğan. * Zeytinyağlı ve sirkeli fasulye haşlaması.
  • polat : (Pulat da denir) Çelik. * Mc: Sağlam, sert.
  • post : f. Tüylü hayvan derisi. * Mc: Makam, mevki.
  • posta : İtl. Bir yere gelen veya bir yerden gönderilen mektup ve emânetlerin hepsi. * Bu emânetleri toplayan ve dağıtan idare ve onun yeri. * Belli zamanlarda sefer yapan ve çok zaman posta taşıyan More…
  • postin : f. Kürk.
  • postinduz : f. Kürk diken.
  • postinpuş : f. Kürk giyen.
  • postnişin : Posta oturan. Daha evvelkinin yerine geçen.
  • pot kirmak : Farkında olmıyarak karşısındakine dokunacak söz söylemek.
  • pota : f. Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur.
  • pranga : İng. Eskiden ağır cezalı mahkûmların ayaklarına takılan kalın zincir. * Halkalarıyla beraber iki okka yüz dirhem ağırlığındaki demire verilen addır. * Umumi hapishanelerde, hapishanenin iç More…
  • propaganda : Fr. Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat.
  • pu : (Puy) f. Araştırma, arama. * Koşma.
  • puç : f. Kaba, çirkin. * Boş ve faydasız şey. * İçi boş.
  • puç-magz : f. Boş kafalı.
  • puhte : (C.: Puhtegân) f. Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan.
  • puhtegân : (Puhte. C.) Olgun kimseler, pişkin kişiler.
  • puhtegî : f. Olgunluk, kemalât, pişkinlik.
  • pujine : f. Kantar.
  • pul : f. Para.
  • pül : f. Köprü.
  • pulad : f. Çelik.
  • puladbâzu : f. Çelik pazulu. Kuvvetli, yiğit.
  • puladsenc : f. Güzel silâh kullanan, iyi dövüşen.
  • pülpül : f. Karabiber.
  • pünçüşk : f. Serçe.
  • pur : (C.: Purân) Oğul. Evlâd.
  • pür : f. Çok, dolu, çok fazla, memlu, tekrar (mânâlarına gelir, birleşik kelimeler yapılır) *Sâhib, mâlik.
  • pür-âmâl : İstek ve emellerle dolu.
  • pür-âteş ü hevl : Ateş ve korku dolu.
  • pür-bâd : f. Kibirli. * Çok rüzgârlı.
  • pür-bim : f. Korkmuş.
  • pür-çin : f. Çok buruşuk, çok bükülmüş ve karışık.
  • pür-dil : (C: Pür-dilân) f. Yürekli, cesur.
  • pür-dilân : (Pür-dil. C.) f. Cesurlar, yürekli kimseler.
  • pür-dud : f. Çok tüten, çok dumanlı.
  • pür-emvât : Ölüler dolu.
  • pür-envâr : (Pür-nur) Çok parlak, çok nurlu.
  • pür-fer : f. Çok parlak. Çok aydınlık.
  • pür-gazab : f. Çok kızgın ve hırslı.
  • pür-gû : f. Çok söyliyen, çok konuşan.
  • pür-gubâr : f. Çok tozlu. Toz içinde.
  • pür-hânde : Neş'e dolu, çok gülme ve sevinç dolu. Sevinçli, neşeli.
  • pür-hayâl : f. Hayal ile dolu.
  • pür-hazân : f. Sonbahara uğramış, solup sararmış.
  • pür-heves : f. Çok hevesli. Heves dolu.
  • pür-heyecân : f. Heyecan dolu. Çok heyecanlı.
  • pür-hun : Kan içinde. Kan dolu.
  • pur-i duht : Hemşirezâde, yeğen.
  • pür-kine : f. Düşmanlık ve gazab dolu.
  • pür-nâr : Çok ateşli. Çok kızgın. Ateş dolu.
  • pür-nâz : Çok nazlı.
  • pür-nevâl : Çok lütuf ve ihsan. Çok çok ihsan etmek, vermek.
  • pür-nur : (Bak: Pür-envar)
  • pür-paye : f. Kırkayak.
  • pür-şa'şaa : Çok gösterişli, şa'şaa dolu.
  • pür-sâle : f. Yaşlı. Yaşı dolgun.
  • pür-suz : f. Çok yakıcı. Çok yanık.
  • pür-temkin : f. Çok ağır başlı. Çok temkinli.
  • purân : (Pur. C.) Oğullar, veledler.
  • purmend : f. Evlâd sahibi.
  • pürsan : (Pürsâ) f. Soran, sorucu.
  • pürsiş : f. Soruş, sorma, sual ediş.
  • pürsiş-i hâtir : Hatır sorma.
  • püryan : f. (Bak: Biryan)
  • puş : f. 'Örten, giyen, giyinmiş' mânasına birleşik kelimeler yapılır. * Örtü, elbise, zırh.
  • puşe : (Bak: Puşide)
  • puşende : f. Örten. Örtücü.
  • puşende-i hatâ : Ayıp örten.
  • püsender : f. Üvey oğul. Üvey evlâd.
  • püser : (C.: Püserân) f. Erkek çocuk, oğul.
  • puside : f. Çürümüş, paslanıp çürümüş, çürük.
  • puşide : (Puşe) f. Örtülmüş. * Örtü. * Örtülü, gizli.
  • puşide-çeşm : f. Örtünecek, giyilecek şey. * Örtü.
  • puşide-raz : f. Sırrı gizli.
  • puşidenî : f. Örtünecek, giyilecek şey. Örtü.
  • puşiş : f. Örtecek şey. Örtü.
  • püşt : f. Sırt, arka.
  • püşt-pa : f. Ayak tabanı.
  • püşte : f. Tepe, yığın.
  • püşte-i bağ : Çimenlik, çayırlık.
  • püşter : f. Arka, sırt.
  • püştiban : f. Payanda, destek, dayanak. * Yardımcı, muin.
  • püştivan : f. Destek, dayanak, payanda. * Yardımcı.
  • püştmal : f. Peştemal.
  • püştvare : f. Bir hamal yükü. Bir arkalık yük.
  • put : Allah'tan başka tapılan herşey. * Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.
  • put-perest : f. Allah'tan başka şeyleri ilâh kabul eden, puta inanıp ona ibâdet eden. Puta tapan.
  • pute : Silâh veya ok atışlarında dikilen nişan tahtası. * İçinde mâden eritilen tava.
  • puya(n) : f. Koşan. Seğirten.
  • puye : f. Koşma, seğirtme.
  • puyeger : f. Koşucu.
  • puyende : f. Koşan. Seğirtici. Koşucu.
  • puzen : f. Nadas edilmiş, sürülmüş tarla.
  • puzine : f. Maymun.
  • puziş : f. Özür, mâzeret.
  • 
    Derneğimiz
    Mekke Canlı Yayın
    Medine Canlı Yayın
    Eserlerimiz
    İlahiler
    Sure ve Namaz
    Namaz Kılmayı Öğreniyorum
    Tecvid Dersleri
    SON EKLENENLER
    GÜNÜN AYETİ
    De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok affedici, çok merhametlidir."
    (Bkz. Ali İmran, 31)
    ÖZLÜ SÖZLER
    • Ezeli ervahta nur-u Muhammedi ile beraber olmaya halvetilik denir.
    • Adem "ben hata yaptım beni bağışla " dedi, İblis ise" beni sen azdırdın" dedi ya sen!... sen ne diyorsun?
    • Edep, söz dinlemek ve gönle sahip olmaktır.
    • Güzelliğin zekatı iffet ve edeptir. (Hz. Ali)
    • Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır'a "Ey oğul, fasıklarla cimrilerle yalancılarla sıla-i rahimi terk edenlerle arkadaşlık etme." diye buyurmuştur.
    • Kemalatın bir ölçüsü de halden şikayet etmemektir.
    • En güzel keramet gönlü masivadan arındırmaktır.
    • Alem-i Berzah insanın kendisidir.
    • Zahir ve batının karşılığı aşk-ı sübhandır.
    • Mutaşabih ayetler ledünidir.
    NAMAZ VAKİTLERİ