A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
na : Arabçada 'Biz' mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ $ : 'Kitabımız' misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir. ◊ More…na'ab : Aceleci. Hızlı yürüyen, tez giden kişi. na'al : Nalbant. Nalin yapan. na'ar : Fesad ve fitneye çalışan. * Kanı kaçmış olup sâbit olmayan damar. na'b : Karga veya horoz ibiği. na'büdü : Biz ibadet ederiz mânâsında fiil. ( Bak: Nun-u na'büdü) na'c : (C: Niâc-Neacât) Koyun. na'cat : (Na'ce. C.) Dişi koyunlar. na'ce : (C.: Niâc-Na'cât) Dişi koyun. * Dişi sülün. * Kadına da istiare ile söylenir. na'çe : f. Yumuşak yer. na'f : Sütü çok olan deve. na'k : Karga avazı. * Çobanın koyuna haykırıp çağırması. na'l : Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir. * Oturulacak yerlerin en aşağısı. na'l-bur : f. Nal, çivi vs. satan veya yapan kimse. Nalbur. na'l-tiraş : f. Ağaç ayakkabı yapan kimse. * Nalıncı. na'leyn : Bir çift ayakkabı. * Bir çift nalın. na'lî : Nal biçiminde olan. na'ma : Rahatlık, nimet. Minnet, ihsan ve atiyye. İyi halde bulunmak. na'man : Tâif yolunda Arafata çıkar bir derenin adı. na'me : Derinin nazik olması. * Hoş dirlikli olmak. na'na : (C.: Neâni-Ne'nâ') Nâne. * Uzun boylu adam. na'naa : Irak etmek, uzaklaştırmak. * Hızlı konuşmak, tez tez söylemek. * Katı deprenmek. * Yemeğe nane koymak. na'r : Çağırmak. * Haykırmak. * Burun içinden çıkan ses. * Gitmek. * Firar, kaçmak. * Galeyan. na'ra : (C.: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma. * Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden More…na'rat : (Bak: Na'ra) na're : Nâra. Yüksek sesle uzun uzun bağırma. Çağırma. Haykırma. * Burun içinden çıkan ses. na're-endâz : f. Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran. na'rezen : f. Nâra atan. Yüksek sesle uzun uzun bağıran. na's : Uykusu gelmek. Uyku bastırmak. na'ş : Kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. * Cansız vücud. na'san : Uykusu gelmiş olan adam. na'sel : Erkek sırtlan. * Uzun sakallı bir kimsenin adı. na'sele : Yaşlıların yürüyüşü. na't : Medih ve senâ ederek, vasıflarını göstererek bir şeyi anlatmak. * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmı medhederek yazılan kaside. na'y : Ölüm haberi getirmek. na'ye : Birisinin öldüğünü bildiren söz. * Bir adamın zünub ve kabahatini izhar ve işaa eden söz. na'z : Münteşir olmak, yayılmak. * Kıvama gelmek. na-aşna : f. Bilinmeyen, yabancı. na-balig : f. Henüz büluğa ermemiş, daha bâliğ olmamış. * Erişmemiş, yetişmemiş. na-bayeste : f. Lüzumsuz, gereksiz. Uygun ve münasib olmıyan. na-beca : f. Yersiz, uygunsuz, münasebetsiz. na-behencar : f. Usulsüz, kuralsız, yolsuz, kaidesiz. na-behengâm : f. Vakitsiz, mevsimsiz, zamansız. na-behre : f. Azim, ulu. * Karışık. * Soysuz. na-bekaide : f. Kural ve kaideye uymayan. Kaidesiz, kuralsız, nizamsız. na-bemahal : f. Yerinde olmadan. Mahallinde olmayan. * Münasebetsiz. Yersiz. na-besî : f. Yokluk, adem. na-besud : f. El dokunulmamış, el değmemiş, yeni şey. na-binayî : f. Körlük, a'mâlık. na-budmend : f. Yoksul, fakir. na-caiz : f. Yapılmaz, câiz değil. na-çar : f. Çaresiz, elinden iş gelmeyen. Mecbur kalmış olan. na-çarî : f. Çaresizlik. na-çespan : f. Uygun ve yakışık olmıyan. na-cins : f. Aynı cinsten olmayan. * Cinsi bozuk. na-çizî : f. Naçizlik, ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, değersizlik. na-cunban : f. Kımıldamaz. Yerinde durur. Sağlam. na-dan : f. Cahil, bilmez, haddini bilmez. nâ-danî : f. Terbiyesizlik, haddini bilmezlik. * Cahillik. nâ-danist : (Nâ-dâniste) f. Câhil, bilmez. na-darî : f. Olmamazlık, bulunmayış. na-daşt : f. Hayâsız, utanmaz. na-demsaz : f. Uymayan, uygun olmayan, âhenksiz. na-deride : f. Delinmemiş, delik açılmamış. na-dide : f. Az bulunur, çok değerli. Az görülen, görülmemiş. na-dürüst : f. Doğru olmayan. Eğri. * Sağlam, dürüst ve gerçek olmayan. * Yanlış, haksız. na-dürüstî : f. Gerçek olmama, doğru olmama. na-ehil : f. Ehliyetsiz, beceriksiz. Ehil olmayan. na-endam : f. Muntazam olmıyan. Biçimsiz, gayr-ı muntazam. na-endiş : f. Uzun uzadıya düşünmeğe değmez. Açık, muhakkak. na-endişîde : f. Düşünülmemiş. nâ-evs : f. Manastır, kilise. na-fercam : f. Asıl ve esastan âri olan, akibetsiz olan. Faydasız. na-gehan : f. Birdenbire, ansızın, âniden. na-güşade : f. Kapalı, açılmamış. na-güvar : (Nâ-güvâre) f. Midede zor hazmolunan şey. Sindirimi zor. * Yenilmesi veya içilmesi acı olan şey. na-hah : f. İstemeyerek, râzı olmayarak. Zoraki. na-hak : f. Haksız, beyhude, boş. na-hande : f. Câhil, ümmi, okumamış. na-hast : f. İsteksiz. İstenilmemiş. İstemeden. ◊ f. Kötürüm.na-hemta : f. Denk ve eşit olmayan. Müsavi olmayan. na-hemvar : f. Eğri, düz olmayan. * Uymayan, mutabık gelmeyen. * Uygunsuz. na-hencar : f. Doğru olmayan. na-hoş : f. Hoş olmayan, hoşa gitmeyen. na-hoş-güvar : f. Hazmı zor, sindirimi güç. Tatsız. na-hoşî : f. Nahoşluk, fenalık, iğrençlik. Hoşa gitmemeklik. na-hoşnud : f. Razı ve hoşnud olmayan. Gayr-i memnun. na-huda : f. Allah'tan korkmaz. * Gemi kaptanı. na-insaf : f. İnsafsız. İnsafı bulunmayan. na-ka'ryab : f. Dibi bulunmayan, dipsiz. na-kabil : f. Mümkün olmayan. Kabil olmayan. * Câhil, kabiliyetsiz. na-kabul : f. Kabiliyetsiz, istidatsız. na-kâfi : f. Kâfi olmayan. Yetersiz, kâfi değil. na-kâm : f. Muradına eremeyen, tali'siz. Arzusuna kavuşamayan. nâ-kâmî : f. Mahrumiyet, bahtsızlık. isteğine kavuşamama. na-kâre : f. Bir işe yaramaz olan. na-kaste : f. Eksiksiz, noksansız. Tamam. na-kerde : f. Yapılmamış, olmamış. na-kes : f. Hasis olan. * Zelil, insaniyetsiz, alçak, deni. na-kesâne : f. Alçakçasına. * Cimrilik ve tamahkârlıkla. na-layik : f. Lâyık olmayan. na-ma'dud : f. Sayılmaz, çok. Sayısız. na-ma'kul : f. Akla uygun gelmeyen. Akıl almayan. Mâkul olmıyan. na-ma'lum : f. Bilinmiyen, bilinmemiş, ma'lum olmayan. na-ma'ruf : f. Tanınmayan, bilinmeyen, ma'ruf olmayan. na-mağlub : f. Yenilmez, mağlub edilmez. na-mahdud : f. Hudutsuz, sınırsız, sonsuz. na-mahrem : f. Aralarında evlenmeğe mâni olacak kadar yakınlık bulunmayan. Şer'an evlenmeğe mâni akrabalığı olmayan erkek veya kadın. * Yabancı. na-mahremiyet : f. Namahremlik. na-mahsur : f. Sonu olmayan, sınırlanmamış, sonsuz. na-makbul : f. Makbule geçmez, kabul olmayan. Kabul edilmeyen. na-marzi : f. Beğenilmeyen, arzu ve isteğe uygun olmayan. na-matbu : f. Basılmamış, tab edilmemiş yazı. na-me'mul : f. Umulmadık, beklenmedik anda. na-mefhum : f. Anlamsız, mânasız, anlaşılmaz. na-mer'î : f. Görülmez. Mer'î olmayan. na-merbut : f. Rabıtasız, mânâsız, anlamsız, saçma sapan. na-merd : f. Korkak. * İnsaniyetsiz, sözünde durmayan. Alçak, insanlık hislerinden habersiz. nâ-merdâne : f. Namerdcesine, alçakçasına. nâ-merdî : f. Namerdlik, alçaklık, zillet. * Korkaklık. na-mergub : f. Beğenilmeyen, rağbet olunmayan. na-mes'ud : f. Mes'ud ve mübârek olmayan. Uğursuz. na-mesbuk : f. Benzeri hiç olmamış, geçmemiş. na-meşhud : f. Gözle görülmemiş, şâhit olunmamış. na-mesmu' : f. İşitilmeğe değmez. * İşitilmemiş, duyulmamış. na-meşru : f. Meşru olmayan, şeriat harici. * Kanunsuz, uygunsuz. * Günah olan şeyler. na-mestur : f. Açık, meydanda, âşikâr. * Örtülmemiş. na-mevzun : f. Ahenksiz, ölçüsüz, vezinsiz, orantısız. * Edb: Vezni bozuk veya hiç olmayan manzume. na-meysur : f. Ele geçirememiş. Elde edememiş. * İşi kolaylaştırılmış. na-mihr-ban : f. Vefasız, sevgisiz, muhabbetsiz. na-mihr-banî : f. Vefasızlık, sevgisizlik, muhabbetsizlik. na-mizac : f. Keyifsiz, rahatsız, hasta. na-mizacî : f. Keyifsizlik, rahatsızlık, hastalık. na-mübarek : f. Uğursuz, meymenetsiz. na-mühezzeb : f. Terbiye görmemiş, ıslah edilmemiş. na-mülayim : f. Uygun olmayan. * Çetin, sert. na-münasib : f. Münâsebetsiz, yakışıksız, uygunsuz, uygun olmayan. na-murad : f. Mahrum kalan, muradına eremeyen. na-müsaid : f. Elverişsiz. Müsaid olmayan. na-müstaid : f. Müstaid olmayan. Olgunlaşma kabiliyeti olmayan. İstidatsız. na-mutasavver : f. Hatır ve hayale gelmez. na-mütenahi : f. Sonsuz, ucu bucağı olmayan. Nihâyetsiz. na-muvafik : f. Muvafık gelmeyen, uygun olmayan. na-müvecceh : f. Yöneltilmemiş, tevcih edilmemiş. na-müyesser : f. Elden gelmeyen, müyesser olmayan. na-pâk : f. Temiz olmayan, pis, kirli. nâ-pâkî : f. Pislik, murdarlık. na-paydar : f. Süreksiz, geçici. Sebatsız, kararsız, durmaz. na-perva : f. Pervasız, korkusuz, aldırışsız, çekinmez. * Sersem. na-pesend : f. Beğenilmez. na-peyda : f. Görünmeyen, açıkta değil, belirsiz. na-pezir : f. Olmaz, olamaz, kabul etmez. na-puhte : f. Ham, çiğ, pişmemiş. * Mc: Acemi, tecrübesiz, toy. na-rast : f. Eğri. Doğru olmayan. na-refte : f. Gidilmemiş, geçilmemiş. Kimsenin gidip geçmediği yer. na-resa : f. Yetişmemiş, ham. * Uygun ve münasib olmayan. na-resayî : f. Uygunsuzluk, münasebetsizlik. * Hamlık. na-reşid : f. Kemâle ermemiş, olgunlaşmamış. na-şad : f. Sevinçli olmayan, mahzun, tasalı, kederli. na-şadî : f. Hüzünlü ve kederli oluş, gamlılık. na-saf : f. Saf ve hâlis olmayan. Saf olmayıp karışık olan. na-savab : f. Doğru olmayan, yanlış. na-şayeste : f. Lâyık olmayan. Lâyık değil. na-saz : f. Münasebetsiz. uygunsuz, uymaz. na-sazî : f. Uygunsuzluk, münasebetsizlik, uymazlık. na-sazkâr : f. Uygun görmeyen, muhâlif. * Beklenmemiş, işitilmemiş. * Münâsebetsiz işle uğraşan. na-sazkârî : f. Uygunsuz iş yapma, münâsebetsiz iş görme. * Zıtlık, uygunsuzluk. na-sencide : f. Ölçülmemiş, tartılmamış. * İyi düşünülmemiş. * Değerlenmemiş. na-seza : f. Münasib olmayan, lâyık olmayan. na-şikib : f. Sabırsız. na-şikibâne : f. Sabırsızlıkla. na-şikibânî : f. Sabırsızlık. na-şikibî : f. Sabırsızlık. na-şinas : f. Bilmez, câhil. * Tanımaz olan, tanımayan. na-şinide : f. Duyulmamış, işitilmemiş. na-sipas : f. Nankör. Şükretmeyen. na-şita : f. Sabahtan beri hiç bir şey yememiş olma. na-sude : f. Dinlenmemiş, istirahat etmemiş. na-süfte : f. Delinmemiş, deliksiz. na-şüküfte : f. Açılmamış, taze. na-şüste : f. Yıkanmamış. na-tamam : f. Tamamlanmamış, bitmemiş, yarı kalmış. na-tamamî : f. Eksiklik, noksanlık. na-tevan : f. (Bak: Na-tuvan) na-tiraş : f. Yontulmamış, tıraş olmamış, terbiye görmemiş. Ham, kaba. na-tuvan : (Nâtüvân) f. İktidarsız, zayıf, halsiz, kudretsiz, çâresiz. na-tuvanî : f. Güçsüzlük, zayıflık, kuvvetsizlik. na-ümid : f. Ümidsiz. Ümidi kırılmış. na-ümidî : f. Ümit kırıklığı, ümitsizlik, me'yusiyet. na-üstüvar : f. Dayanıksız, sağlam olmıyan. * Münasebetsiz. na-yab : f. Bulunmaz. * Benzeri olmaz. Nâdir. Ender. na-yeste : f. Lâyık olmıyan. na-zad : (Na-zade) f. Doğmamış. * Olmayacak. naam : (Bak: Neam) naat : (Bak: Na't) nab : f. Katıksız, hâlis, saf. * Oluk. * Berrak. ◊ (C.: Enyâb) Azı dişi. * Yaşlı deve.nabazan : Nabız atması, damar vurması. nabi : Haber veren, haberci. * Urfa'lı kıymetli bir şâirin ismi. (Mi: 1626- 1712) ◊ Yüksek, yüce.nabi' : (Nâbia) (Nebean. dan) Yerden fışkıran, kaynayan, akan. nabiga : (C.: Nevabig) Şanı, şöhreti büyük adam. ulu, şerefli kimse. * Sonradan şâir olan. * Üstün zekâlı hârika ve çok fasih kimse. nabil : Ok yapan. * Üstad, hâzık kimse. * Irgaç. nabit : Ağaç ve nebat gibi yerden bitip büyüyen. nabite : Bir kabilede yeni çıkan küçük çocuk. nâbiz : Hareket eden. nabiz : Atar damarın vuruşu. Şah damarının atması. Kırmızı kan damarının oynaması hali. ◊ Savaşçı, muharip, savaşan.nabiz-âşnâ : f. Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen. nabiz-gir : f. Her mizaç ve tabiata göre davranıp muamele etmesini bilen. nâbiza : (C.: Nevâbız) Nabız damarı. nabud : (Nâ-bud) f. Mâdum, yok olan, bulunmayan. * İflas etmiş. Perişan olmuş. * Sonradan yok olan. nabz : (Bak: Nabız) nabz-aşna : f. Nabızdan anlayan, mizac bilen. nabz-gir : f. Mizaca göre hareket etmesinden anlıyan, nabza göre davranmasını bilen. nabza : Damarın bir defa atması. nabzî : Damarın atmasıyla ilgili. nacak : Bir ağaç sapa geçirilen, ağzı keskin, genişçe demir âlet. Balta. naci : Kurtulan. Necat bulan. * (Mi: 1849-1892) Muallim Naci diye meşhur olan bir İstanbul'lu şâir. Lügat-ı Naci'yi 'Fetva' kelimesine kadar hazırlamıştır. naci' : Hazmı kolay olan yiyecek. naci(ye) : Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan. nacil : Nesli kerim, şerefli olan, soyu temiz. nacileyn : Ana ve baba, ecdad ve evlâd, dedeler ve babalar. nacir : Ağaçlarda yaprak saplarının dibindeki filiz. nacis : İyileşmez hastalık. naciş : Avı ürküterek avcının tarafına kovalayan adam. naciye : (C.: Nâciyât) Sür'atli deve. naciz : Azı dişi. ◊ Hâzır.naçiz : (Nâ-çiz) f. Çok küçük, ehemmiyetsiz şey, değersiz, hükümsüz. naçizane : f. Çok ehemmiyetsiz olarak. Pek ufak olarak. nacu : f. Çam ağacı. nacud : f. Büyük kadeh. nacur : Sırça tabak. nacüv : f. Çam ağacı. nadar : (Nadâret) Altun. nadas : Tarlayı temizleyip otlarını kurutmak için önceden sürüp hazırlama. nadc : Kıvam. Büluğa erme. Pişme. nadd : Azık, rızık. naddahatan : Püsküren çifte pınarlar. nadh : Su serpmek, sulamak. Su içip kanmak. * Musallat olanı defetmek. * Suyun feveran etmesi, püskürmesi. nadi : Nidâ eden, haykıran, çağıran. * Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. nadib : Geçmiş. * Hafif adam. * Yas tutan. nadic : (C.: Nevadıc) Olgunlaşmış, olmuş, kıvama gelmiş. ◊ Olgun meyve. * İyi pişmiş et.nadid : Salkımları sık olan üzüm veya muz. * İçi doldurulmuş yastık, minder, şilte gibi şeyler. nadim : Nedamet etmiş, pişman. nadimâne : f. Pişmanlıkla, pişman olarak, nedamet duyarak. nadimiyet : Pişmanlık, nedamet. nadir(e) : Az bulunan. Seyrek. nadirât : Az bulunan şeyler. nadire-perdâz : f. Güzel söz söyleyen. nadire-senc : f. Nükteli konuşan, güzel fıkralar anlatan, zarif kimse. nadiredân : f. Zarif, âlim. nadirekâr : f. Nâdir işler ve san'atlar yapan. nadiren : Nâdir ve az olarak. Çok aralıklı. Pek az bulunur. nadiret : Güzellik, parlaklık, tazelik. * Hoş ve lâtif. nadiye : Sudan uzak olan hurma ağacı. nâf : f. Göbek. * Mc: Orta. nafaka : Yiyecek parası. Geçim için lüzumlu olan şey. * Geçindirmeğe mecbur olduğu kimselere veya çocuklarına mahkeme karariyle verilen iaşe parası. nafakat : (Nafaka. C.) Nafakalar. nafata : Vücutta çıkan sivilce veya kabarcık. nafe : f. Derisi kürk yapımında kullanılan hayvanların postlarının karnı altındaki deri kısmı. nafe-riz : f. Koku saçan. * Göbek düşüren. nafi : (Nefiy. den) Giderici, yok eden, nefyeden, menfi yapan. nafi' : Menfaatli. Faydalı. Yarar. Şifalı. * Esma-i Hüsnâdan bir isim. nafia : İnşaat işleri. * Faydalı işler. Menfaatli olanlar. ◊ Bayındırlık işleri.nafic : (C.: Nevâfic) Kaburga kemiklerinin sonu. nafice : (C.: Enfice) Misk göbeği. nafih : (Nefh. den) Üfürücü, üfleyici. nafik : Geçer para. Geçer akçe. nafika : (Nüfeka) (C.: Nevâfık) Keler yuvalarından biri. nafile : Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş. * Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan. * Torun. * Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye. nafir : Nefret eden. Ürken, korkan. Sevmeyen. * Galip olan. * Öksürüp burnundan sümüğü saçılan koyun. nafis : (Nefs. den) Gözü nazar değer olan kimse. * Açan ve ferahlandıran. ◊ Okuyup üfüren.nafiz : İçe işleyen. Delip geçen. İçeri giren. * Sözü geçen, kendine itaat edilen. Te'sirli, nüfuzlu. ◊ Çok fazla titreten sıtma. ◊ Çok titreten. Sıtma.nafize : Karından vurulup arkaya çıkmış olan yara. nafiziyet : Sözü geçerlik, nâfizlik. nafur : (Nâfure) Fıskıye, fevvâre. nagâh : f. Birdenbire, ansızın, hemen. (Nâgeh, nâgehan, nagehâne, nagehânî) nagam : (Nağme. C.) Nağmeler, âhenkler, türküler. nagam-kâr : f. Nağmeler söyleyen, ezgici. nagam-perver : (C.: Nagamperverân) f. Türkü söyleyen, nağmeci. Nağme seven. nagamât : Nağmeler, âhenkler, güzel sesler. nagaşan : Iztırab, acı. nagfa : 'Ceviz ağacına benzer bir ağacın adıdır ve Beyrut dağlarında olur; dut gibi yemiş verir.' nagiz : Şaşırdığında başını sallayan kimse. * Kürek başında olan kıkırdak. nagk : (C.: Nuguk) Karga çağırmak. nagl : Çürük sahtiyan. nagm : Gizli kelâm, gizli söz. nağme : (C.: Nağamât) Ahenk, güzel ses, âvaz, ezgi, teganni. nağme-ger : f. Türkü söyleyen, öten. nağme-hân : f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. nağme-hânî : f. Türkü söyleyicilik, nağme söyleyicilik. nağme-hiz : f. Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen. nağme-keş : f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. nağme-perdaz : f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. nağme-saz : f. Ahenkle söyleyen, terennüm eden. nağme-sera : f. Türkü okuyan, şarkı söyleyen. nağme-zen : f. Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. nagr : Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Kin tutmak. * Çömlek kaynamak. nags : Kederli, gamlı olmak. nagz : Devekuşunun erkeği. *Başını sallayıp depretmek. * Bulutun koyu ve kesif olması. ◊ f. Güzel, iyi. Göze hoş ve güzel görünen.nah : f. İp, ince ip. * Tel. * Halı, kilim. ◊ f. Göbek.nah' : Kesme, boğazlama. naha' : Boyun kemiğindeki beyaz iliğe varana kadar kesmek. * Yemen taifesinden bir kavim. * Hâlis etmek. * Uzaklık, ıraklık. nahabe : (C.: Nuhab) Geçit ağzı. * Çokluk asker. * Her nesnenin iyisi. nahafet : Zayıflık, arıklık, cılızlık. ◊ Aksırma.naharir : (Nihrir. C.) Bilgili, akıllı ve âlim kimseler. Fâzıl ve mâhir kişiler. nahaset : Esircilik. * Canbazlık. nahb : Yüksek sesle ağlama. * Önemli iş, mühim iş. Nezretmek, adamak. * Seri seyr. * Vakit, müddet. Ecel, ölüm, mevt. ◊ Çekip çıkarma.nahçir-gâh : f. Av yeri. nahçir-gir : f. Avcı, sayyad. nahçir-vân : f. Avcı. nahf : Aksırmak. Nefes almak. nahh : Davar sürmek. * İplik. * Zeyli denilen döşek. * Güç seyr. * Deve çökertmek için söylenen söz. nahham : Tamahkâr, cimri, hasis, pinti. * Boğazını temizlemek için fazlaca soluyup balgam çıkaran adam. nahhas : Esirci, esir ticareti yapan kimse. * Hayvan alıp satan kişi. ◊ Bakırcı.nahhat : Marangoz. Doğramacı. Ağaç oymacısı. Taş yontucusu. ◊ Gururlu, kibirli.nahi : (Nehy. den) Nehyeden, yasak eden, önleyen. nahi' : Âlim. nahib : (Nehb. den) Yağma eden, talan eden, önleyen. ◊ Avaz avaz ağlamak, feryad ile ağlamak. ◊ Korkak, cebin.nahide : Yeni yetişmiş kız. * Zühre (Venüs) yıldızı. nahif : Sümkürdüğünde genizden gelen ses. ◊ Çelimsiz, zayıf, ince. Arık.nahik : (Nehak. dan) Eşek gibi anıran, eşek sesli. nahika : (C.: Nevâhik) Dudaklı hayvanların göz pınarı. nahil : Hurma ağaçları, hurmalık. * Hurma ağacı. * Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde More…nahile : Huy, tabiat, mizac. nahir : Çürümüş kemik. * İçine rüzgâr girip çıkmakla öten kemik. ◊ (Nahr. dan) Kesilmiş, boğazlanmış. ◊ Burundan hırıltı çıkarma.nahiran : Atın göğsünde olan iki damar. nahire : Ufalanmış. * Çürümüş. * Rüzgârla savrulur, yel estikçe ses verir, delik deşik olmuş kemik. ◊ Ayın birinci günü. * Ayın son gecesi.nahis : Vuran, vurucu. * Devenin kuyruğunda veya göğsünde olan uyuz. ◊ Dönmekten dolayı genişlemiş olan makara deliği. ◊ Kıtlık. * Yümünsüz, uğursuz. ◊ Kıtlık yılı.nahise : Koyun sütüyle karışık keçi sütü. nahit : (Nahite) İnilti. nahiye : Yan taraf, kenar, civar, çevre. * Küçük yer, bölge. İdari taksimatta, kazadan küçük, köyden büyük olan yerleşme merkezi. nahiz : Uçmaya hazırlanmış ve kanatları bitmiş olan kuş. * Tavşancıl yavrusu. ◊ Eti çok olan. ◊ f. Pusu.nahizgâh : f. Pusu yeri. nahl : Bal arısı. * Bedelsiz bir şey vermek veya bedelsiz verilen şey. * Sövmek, iftira etmek. ◊ Hurma ağacı. * Gelinler için yapılan süs ağacı. * Un elemek.nahl suresi : Kur'an-ı Kerim'de 16. Suredir. Mekkîdir. nahl-bend : f. Ağaçları budayıp tanzim eden kişi. * Balmumundan taklid süs ağacı yapan, balmumcu. nahle : Tek hurma fidanı. * Bir fidan. ◊ Bir tek arı.nahlistan : f. Hurma fidanlığı, hurmalık. * Ağaçlık, fidanlık. nahliye : Hurmalar. nahme : Göğüsten çıkan ses. nahnaha : Hırıltı ile soluma. * Öksürük. ◊ Deveyi çökertmek.nahnu : Biz. nahr : Boğazlamak. Bir hayvanın göğsü üstünden bıçak vurup boğaz damarını kesmek. * İki şeyin birbirine göğüs göğüse olması. * Boyun. Boğaz çukuru. * Sadır. * Gündüzün evveli. * Namazda kıyamda More…nahs : Uğursuzluk, yümünsüzlük. * Bahtsız, uğursuz. ◊ Vurmak.nahş : Zayıflamak. naht : Ağacı yontmak suretiyle kabartma şekiller yapma san'atı. * Yontma, oyma. ◊ Sümkürmek.nahu : (Kürdçe) Öyle ise şöyle ki, işte. nâhun : f. Tırnak. nâhun-be-dendân : f. Hayretten veya kederden dolayı parmağını ısırmış olan. nâhun-bürâ(y) : f. Tırnak makası, tırnak çakısı. nâhun-tiraş : f. Tırnak makası, tırnak çakısı. nâhunbür : f. Tırnak makası. nahv : (Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön. * Misâl. * Miktar. * Kasd ve azmeylemek. * Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile More…nahve : Çörek otu. nahvet : Kibir, gurur. Kibirlenme, büyüklenme, böbürlenme. nahvetfüruş : f. Böbürlenen, gururlanan. nahvî : Nahiv ilmine ait. Arapça gramere ait. Nahiv ilmini iyice bilen. nahvî lisan : Kaidelere bağlı olan çok tertibli, ince ve geniş mânâlı lisan. nahviyyun : Kelime dizimi ve nahiv ilminin ehli olan âlimler. Arapça dil âlimleri, gramerciler. nahz : Kemiğin etini ayıklama. ◊ Bir şeyle dürtme.nahza : Et parçası. naî : Kötü haber veren. naib : Karga gibi çirkin sesli kuşların ötüşü. naib(e) : (Nevb. den) Vekil, birinin yerine geçen. * Şeriat hâkimi olan kadı vekili. * Nöbet bekleyen. naice : Yumuşak yer. naif : Zayıf, cılız. naik : Karga ötüşü veya horoz sesi. * Çobanın koyuna bağırması. naikan : Cevzâ burcundan iki yıldız. nail(e) : Muradına eren, nâil olan, ele geçiren. Erişmiş. nailiyet : Ele geçirmek, murada ermek, elde etmek. naim : Bolluk ve bahtiyarlık içinde yaşayış. Nizam-ü hal ve mal. * Cennet'in sekiz kısmından dördüncü tabakası. ◊ Taze, körpe. * Kılçıksız, yumuşak, kemiksiz. * Etli sebze. More…naimâne : f. Uyur gibi, uyuklayarak, uyurcasına. naime : Rahatlık içinde nazlı büyütülmüş kadın. * Yumuşak yapılı hayvancıklar. naimîn : (Nâim. C.) Uyuyanlar, uykuda bulunanlar. nair : Haykıran, nâra atan. * Uzak. Irak, baid. ◊ Parlak, parlayan. * Düşmanlık, adavet.naire : (C.: Nevâir) Alev, ateş. * Hararet, sıcaklık. nait : Dağ. * Hemeden kabilelerinden bir kabile. naiye : Ölüm haberi götüren, kötü haber veren. naiz : Kuvvetlendiren. Kaldıran. nak : f. Nisbet edatı olarak kelimelere eklenir, sıfat meydana getirilir. Meselâ: Gam-nâk $ : Gamlı, kederli. nak' : (C: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer. * Kuyu içinde olan su. * Deve kuşu avazı. * Feryâd etmek, bağırıp çağırmak. * Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek. * Sıcak suda haşlama. * İlâç More…nâka : Dişi deve. * Bir yıldızın ismi. * Sivilce. naka : (C.: Enkâ) Kumdan meydana gelmiş tepe. naka' : Temiz olma. nakais : (Noksan. C.) Eksiklikler. Noksanlar. nakaka : Kurbağaların çağrışıp ötmeleri. * Tavuğun yumurtladığında ötüp gıdaklaması. nakal : Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar. * Devenin tabanına ârız olur bir hastalık. nakale : (Nâkıl. C.) Haberciler, nakledenler. nakarat : (Nakra. C.) Durmadan tekrarlanan usandırıcı şeyler. * Edb: Şarkının belli yerlerinde tekrarlanan bestesi değişmeyen parça. nakare : f. Davul, kös. Dümbelek. nakave : Temizlik. nakb : (C.: Enkâb) Delmek, delik açmak. * Girmek. * Dağ içindeki yol. nakba : Tabanı aşınmış deve. nakd : (C?: Nukûd) Madeni para, akçe. * Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. * Para olarak bulunan servet. * Vezin ve ayarı tamam olan para. * Bir şeye hırsızlamasına bakma. * Seçmek. * Saymak. nakden : Para olarak, peşin, elden. nakdî : Paraca, peşin para ile. Para ile alâkalı ve paraya müteallik. nakdine : Hazır ve peşin para. * Kıymetli ve değerli mal. nakf : (C: Nuküf-Enkâf) Başı dimağından yarmak. * Bakış, nazar. nakh : Teftiş etmek, kontrol etmek. ◊ Başı dimağından yarmak.naki : (Nakiye) Temiz, pâk. * Çok takvalı, temiz insan. * Has undan yapılmış beyaz ekmek. naki' : (C.: Enkia) Kuru üzümü su içinde ıslatarak yapılan şarap. * İçinde hurma ıslatılan havuz. * Suyu çok olan kuyu. * Kandıran, kandırıcı. ◊ Tâze. * Şifâlı devâ.nakia : (C.: Nekâyi') Seferden gelen kimse için hazırlanan yemek. * Yağma edilen hayvanlardan taksimattan önce boğazladıkları deve ve koyun. * Damat için hazırlanan yemek. * Ziyafet. nakib : Vekil. Bir kavim veya kabilenin reisi veya vekili. Halkın hayırlısı. * En eski derviş veya dede. * Müfettiş. nakibe : (C.: Nukab) Kişinin yan tarafında çıkan çıban. ◊ Akıl. Nefs. * İnsan ruhu.nakid : Bir şeyin iyisini kötüsünden veya bozuğundan ayıran. * Tenkidci, ayarcı. Paranın kalbını anlayan. * Dinar, dirhem. ◊ (Bak: Nakd)nakif : Kırıcı, kıran. * Bakan, nâzır. nakih : (Nekahet. den) Hastalıktan yeni kurtulmuş olup henüz zayıf olan kimse. ◊ (C.: Nukuh) Tam olarak iyileşip hastalıktan kurtulmayan.nakihe : Nikâhlı kadın eş. nakik : Kurbağa, akrep ve tavuk sesleri. nakil : İleten, taşıyan, aktaran, nakleden. * Tercüme eden. * İşittiğini anlatan. ◊ Vazgeçen, cayan, dönen. * Çekinen, kaçınan. ◊ Yol, tarik. * Bir yürüme çeşidi. ◊ Nakleden, More…nakile : (C.: Nekâyil) Ayakkabıya yapılan yama. ◊ Nakleden. * Cereyan geçiren.nakilmeclis : Söz taşıyan. Dedikoduculuk yapan. Gammaz. nakime : Asıl, cevher. Kendi, nefis. * Nefsi mübarek olan. nakir : Bir insanın hem cins ve aslı. * Gayet fakir. * Bir nevi kara sinek. * Ağzı dar olan küçük kab. * Hurma çekirdeğinin arkasındaki beyaz çukur. * Kıymetsiz şey. ◊ Nişana isabet More…nakis : Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime $ gibi. * Mat: Eksi. Negatif. (Bak: Kâmil) ◊ Bozan, çözen, üzen veya dağıtan. * Rücu eden. Dönen. More…nakiş : Parça parça ve dağınık olan eşyaların bir yerde veya bir çuval içinde toplanması. * Benzer, misil. nakisat : (Nâkıs. C.) Nâkıslar. Noksanı olanlar. Eksiği bulunanlar. nakise : Kusur, ayıb, eksiklik, kabahat, noksanlık. * Gıybet. nakisedâr : f. Eksiği bulunan. Kusuru olan. Kusurlu. nakit : Dişi keklik. nakiyy : Pak, temiz, nazif. nakiz : (Nakz. dan) Bozan, bozucu. nakiz(e) : '(Nakz. dan) Zıt, karşı. Birbirine karşı, zıt olan şey veya iş. * Man: Bir şeyin, bir kaziyenin hükmüne, mânasına muhalif olan veya ondan başka kaziye. Bir şeyi ref'eden şey. More…nakiza : Dağ içindeki yol. nakizeyn : Karşılıklı iki zıt şey. nakka' : Yanında olmayan şey için mübalağa yapan kimse. nakkab : (Nakb. dan) Delici, delik açıcı. nakkad : (Bak: Nekkad) Nakd eden. Paranın kalbını, sağlamını ayıran. * Tenkidci, bir şeyin iyisini kötüsünü ayıran. * İmam, hatib. nakkaf : Temkinli kimse, iyi niyet sâhibi olan kişi. nakkal : (Nakl. dan) Nakledici. * Hikâyeci. Hikâye anlatan. nakkar : Müzik, çalgı. * Gagalıyan. * Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar. nakkare : (Bak: Nakare) nakkaş : Nakış yapan. Duvar nakışları yapan usta. Süsleme san'atkârı. nakkaşe : Nakış yapan kadın. Nakışçı. nakl : Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek. * Anlatmak, duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek, rivâyet etmek. * Bir dilden başka dile çevirmek, terceme etmek. * Eski mest More…nakl-bend : f. Hikâyeci. Masal uyduran. naklen : Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle. naklî : Nakliye ile, taşıma ile ilgili. * Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat. nakliyat : Nakil işleri, taşıma işleri. * Anlatılanlardan öğrenilenler. * Nakiller. nakliye : (C.: Nakliyat) Eşya taşıma işi. * Taşıma parası. nakm : (Nakmet) İntikam, öç alma. Eza vererek cezalandırma. naknaka : (C.: Nekanık) Kurbağanın ötmesi. Tavuğun gıdaklaması. * Ses. nakr : Oymak, kazmak. Taş oymak. * Kuşun yem toplaması. * Vurmak. * Sıklık vermek. * Ağaç üstüne nakşetmek. * Tanbur çalmak. * Üflemek. * Dille ıslık çalmak. * Parmak çıtlatmak. nakra : Hususi dâvet, özel dâvet. nakreşe : Gizli his. naks : Nakletmek. * İfsad etmek, bozmak. * Evmek. Acele etmek. * Kimseye lâkap takmak. * Ayıplamak. * Kilise çanını çalmak. Çan çalmak, çana vurmak. ◊ Eksiklik, noksan, kusur. * More…nakş : Bir şeyi çeşitli renklerle boyamak. * Resim. * Tezyin etmek. * Bedene batmış dikeni çıkarmak. * Bir şeyin esasını araştırmak. * Yaymak. * Suda ıslanmış hurma. * İpekle, sırma ile işleme. * More…nakş-bend : f. Kumaşların nakışlarını bağlayarak ipek tellerle tezgâhı hazırlayan. Nakış işleyen. * Ressam. nakş-perdaz : f. Nakış yapan ressam. nakş-perdazî : f. Ressamlık. nakş-tiraz : f. Süslü işlemeler. nakt : Çıkarmak. nakur : 'Sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir. Nakr; vurmak ve didiklemek mânalarına geldiği gibi, boru çalmak mânasına da gelir. ' nakus : Kiliselerde asılı bir vaziyette durup belirli vakitlerde çalınan çan. Kilisenin büyük çanı. nakvet : Bir şeyin seçkini.NAKZ : Bozmak. Çözmek. Kırmak. * Bir sözleşmeyi yok saymak. * Kalın bir şeridi çözüp dağıtmak. * Parmaklarda veya âzâda oynak yerler. * Kiriş. * Palan. Deri. nakz : (Nakazân) (C.: Nevâkız) Sıçramak. * Talep etmek, istemek. ◊ Halâs olmak, kurtulmak.nakzan : (Nakzen) Bozarak, hükmü bozulmuş olarak. nakzeyn : İki zıt, zıtlar. Birbirine muhalif iki şey. nal(e) : f. İnilti, figân. * Kamış kalem. * Kamış düdük. * Şeker kamışı. nalan : f. İnleyen, sızlayan, figân eden. nalbant : (Na'l-bend) f. Nal takan. nalçe : Küçük nal. * Yemeni, çizme gibi ayakkabılara vurulan hafif demir parçaları. (O.T.D.S.) nale : (Bak: Nâl) nalekâr : f. İnleyen, figân eden, feryad eden. nalekünan : (Nâle-künân) f. Feryad ederek, inleyerek. nalende : f. İnleyen, feryad eden, inleyici. nalesenc : f. İnleyen, inildiyen. nalesencî : f. İnleyicilik, feryad edicilik. nalezen : (Nâle-zen) f. İnleyen. İnildeyen. nalezenan : f. İnildiyerek, inleyerek. naliş : f. İnleme, inilti, inleyiş. nalişkâr : (Nâlişker) f. İnleyen, inildiyen. nalişzen : f. İnleyen. nam : f. İsim, ad. Lâkab. Ün. Şan. * Vekillik. * Adres. nam-aver : (C.: Nam-âverân) f. Ünlü, meşhur, ad salmış. naman : (Nam. C.) f. İsimler, adlar. namaz : f. İslâmın beş şartından birisidir. * Duâ. * Zikir. * Kur'an. * Kunut. * Rüku. * Salât. * Şükür. * Tesbih. * Secde. * Hamd. namazgâh : Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır. * Bir kasabanın bütün halkını bir arada More…namazgüzar : f. Namazlarını kılan, namazlarını eda eden. namberdar : f. Şanlı, ünlü, ad salmış, meşhur. namcu(y) : (C.: Namcuyân) f. Nam arayan. * Yiğit. namcuyân : (Namcu. C.) f. Ün arayanlar, nam arayanlar. * Yiğitler, kahramanlar. namdar : f. Ünlü, şöhretli, meşhur. namdarân : (Namdar. C.) Ünlüler, namlılar, meşhurlar. namdarî : f. Namdarlık, ünlülük, meşhur olma. name : f. Mektub. Risale. Kitap. name-res : f. Mektup ulaştıran, mektup eriştiren. nameaver : (Name-âver) f. Mektup götüren. nameber : f. Mektup götüren, nameâver. nami(ye) : Büyüyen, artan, ürmee kuvveti olan. Nebat ve hayvandaki büyüyüp gelişme kuvveti. * Farsçada: Namlı, şöhretli, ünlü. namik : Kâtib, yazıcı. namisa : (C.: Namisât) Kadınları süsleyip yüzlerinin kılını yolan kadın. namiye : (Bak: Nami) namiyeber : f. Hayat verici. namus : Irz, iffet, edeb, hayâ. * Şeriat. * Melâike. * İrade-i İlâhiyenin tecellisi. * Nizam. * Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet. * Bir kimsenin mahrem, More…namusiyye : Yatan kimselerin başkaları tarafından görülmemeleri için, yatağın etrafına çekilen perde. namuskâr : f. Namuslu. * Doğru adam. namusperver : f. Namuslu. namver : (C.: Namverân) Namlı, adlı, meşhur, ünlü. namzed : (Nâm-zed) f. İsteyen veya istenilen kimse. * Sözlü. Nişanlı. * Bir vazifeye tayin edilmesini isteyen veya istenilen kişi. Aday. nan : f. Ekmek. nancu : (Nâncuy) f. Ekmek arayan. Dilenci. nane molla : Mc: Beceriksiz, işe yaramaz, ağır hareketli mânalarında kullanılan bir tâbirdir. nanhah : Ekmek isteyen. Dilenci. nanhor : f. Dilenci. nankör : f. Gördüğü iyiliği unutan, nimeti inkâr eden. Nimetin şükrünü eda etmeyen, gafil. nanpare : f. Ekmek parçası. Bir lokma ekmek. * Geçime yarayan iş. nanpüz : f. Ekmekçi, ekmek pişiren. nanü : f. Ninni. nar : (C.: Niran, envar, niyere, niyâr) Ateş. Cehennem. * Bir meyve adı. * Mc: Allahın gadabı. * Yakıcı, azab verici her şey. Şer. Dalâlet. Sefâhet. narbac : Nar aşı. narbün : f. Nar ağacı. narcil : Hindistan cevizi. narçil : f. Hindistan cevizi. Ceviz-i Hindî. narcis : Nergis. narcistan : Nergislik. narda : f. Lâyık değil. nardan : f. Gözyaşı damlaları. * Nar tâneleri. * Mangal. nardenk : f. Erik, nar, elma, kızılcık gibi meyvelerden çıkarılan ekşimsi pekmez. nardeşir : Tavla oyunu. narenc : f. Portakal. * Turunç. narencî : Turunç renginde. narenciye : Turunçgiller. (Mandalina, portakal, limon gibi meyveler.) narenec : (Nârnic) Hindistan'da yetişen ve turunç ağacına benzeyen bir ağaç. nargil : f. Hindistan cevizi. narh : (Aslı 'Nirh' dir) Yiyecek maddelerine belediyenin koyduğu fiat. narî : (Bak: Nariyye) narin : f. İnce, zayıf, nazik. * İç oda. naris : f. Ham meyva. nariyye : Nar ile alâkalı, nara mensub. Ateşten, yanıp tutuşur, patlar olan şey. narkotik : yun. Afyon, morfin gibi uyuşturucu maddelerin genel adı. nas : Iraklık, uzaklık. ◊ f. İnsanlar.nas suresi : Kur'an-ı Kerim'de 114. Sure. (Bak: Muavvezetân) nasa : Kaldırmak. * Engel olmak, men'etmek. nasab : Dert. * Zahmet, meşakkat. nasaf : Hizmetçi, uşak. nasafe : Hizmet etmek. nasaha : Öğüt vermek, nasihat etmek. nasaib : (Nasibe. C.) Dikili taşlar. nasal : Temrenci. nasara : Hristiyanlar. Nasraniler. Hz. İsa'ya (A.S.) ilk önceleri Nâsıra Karyesindeki ahali yardım ettiklerinden, onlara 'Nasara' ismi verilmiştir. nasayih : (Nasihat. C.) Nasihatlar. Öğütler. nasb : 'Dikme. Bir rütbe alma. Bir memurluğa tayin edilme. * Gr: Arapçada kelimenin i'rabının mensub ( üstün) olması, yani; (e, a) diye okunuşu.' nasba : Doğru boynuzlu koyun ve keçi. nasbetmek : Kelimenin son harfinin harekesini (E) diye okutmak. * Tâyin etmek. nasere : f. Ayarı bozuk para. nasfet : (Nasafet) İnsaf. Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet. İnsanları, kanunların şümulüne girmeyen hakları te'min ve ifasına zorlayan fotri adâlet hissi. nasi : Unutan, nisyan eden. naşi : Neş'et eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş. * Delil, dolayı, ötürü, sebebiyle. * Geceleyin meydana gelip zâhir olan şey. * Yetişmiş oğlan veya kız. nasi' : Her nesnenin hâlisi. * şiddetli beyaz olan. nasib : Nasbeden, bir şeyi bir şeye diken. * Gr: Harfi (e) diye üstün okutan. ◊ Pay, hisse, kısmet. * Bir kimsenin elde edebildiği şey.naşib : Hâfız. * Ok sahibi. İçine girip yapışan nesne. nasibdar : f. Nasibi olan. Hissedar. nasibdaş : f. Hissede beraber, nasipte eş olan. nasibe : Müfrit Haricîlerden ve Emevîlerden ve Hz. Ali'ye (R.A.) çok muhalif olan zümrenin adı. ◊ (C.: Nesâib) Yollara dikilen işaret taşı. Bir yere dikilen taş. ◊ (Bk: More…nasic : (Nesc. den) Dokuyan, nesceden. * Düzenleyen, tertib eden, sıralayan. naşid(e) : (Neşide. den) Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan. naşie : Delil. Zuhur. * Gündüz veya gecenin evvelki saati. * Uykudan sonra kalkmak hali ve uyanık olduğumuz hal. nasif : Geo: Açıyı iki eşit parçaya bölen doğru. Açı ortayı. ◊ Baş örtüsü.nasife : (C.: Nevâsıf) Su mecrası, su yolu. nasih : (Nâsiha) (Nush. dan) Öğüt veren, nasihat eden. ◊ (Nesh. den) Battal eden, hükümsüz bırakan. * Kitabın kopyasını çıkaran. ◊ Nasihat eden, öğüt veren. * İçi temiz adam. More…nasihâne : f. Öğüt vererek, nasihat ederek. nasihat : İbret verici ders, tavsiye, ihtar, öğüt. nasihat-âmiz : f. İçinden öğüt alınacak söz. nasihat-nâpezir : f. Nasihat dinlemez, öğüt tutmaz. nasihatger : f. Nasihat eden, öğüt veren. nasihatkâr : f. Nasihat eden, öğüt veren. nasihatpezir : f. Nasihat tutar, öğüt tutar, öğüt dinler. nasik : Allah yolunda ibâdet eden, dine bağlı, zâhid. ◊ (Nesak. dan) Düzenleyen, tertib eden.nasil : Çenelerin altından boyun ile başın kavuştuğu yerde olan mafsal. ◊ Kıl dökücü ilâç.naşile : Eti az olan. nasir : Yardımcı, yardım eden, nusret veren. Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi. ◊ Nusret eden, zafer veren. Yardımcı. Muin. ◊ Nesir yazan. * Saçan, yayan.naşir : Neşreden, yayan. * Bir müellifin eserini bastırıp çıkartan. Editör. naşire : (C.: Nevâşir) Kolu açan adale. * Kuruyup yağmurdan yeşeren ot. nasirîn : (Nâsır. C.) Yardım edenler, yardımcılar. naşit : Büyük yoldan ayrılan küçük yol. * Vahşi sığır. Bir burçtan başka burca varan yıldız. * Neşeli ve şen adam. naşitat : Meleklerden bir tâife. nasiye : Çehrenin gösterişi, alın, yüz. nasiye-pira : f. Alnı süsleyen. nasiye-sâzî : f. Alnını yere sürme. nasiyesâ : f. Alnını yere süren. nasiyy : Yaş ot. nasiyye : Nass oluş. Kat'ilik, şüphesizlik, kesinlik. (Bak: Nass) naşiz : Karısına karşı çok zâlim olan koca. * (Kalb) heyecanla coşma. * Kalkmış, kabarmış, atan (damar). naşize : Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir. * Kabarmış, şişmiş. nasl : Okun ucundaki sivri demir. okun uçmasına yardım eden kanatlar. nasnaa : Depretmek. * Devenin, kalkarken dizi üstünde çok eğlenmesi. nasr : Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma. * Yağmurun her yeri sulaması. nasr suresi : Kur'an-ı Kerim'deki 110. Sure. İza-câe veya Tevdi' Suresi de denir. nasrani : Hristiyanlıkla alâkalı ve ona mensub olan. Hristiyanlardan olan. (Bak: Nasara) nasreddin : (Nasr-üd din) Dine yardımı dokunan. nasreddin hoca : (Mi: 1208 -1284) Mizahlı, güldürücü sözleri ile meşhur bir zâttır. Akşehir, Sivrihisar Medreselerinde okumuş, Selçuklular zamanında yaşamıştır. nasrullah : Allah'ın yardımı. nass : Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil. * Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık More…nassah : Terzi, hayyat. nassî : Nass'a ait. Her türlü şübhe ve tereddüdün ve tenkidin üstünde tutulacak şekilde olan kesinlik, kat'ilik, açıklık. Bedahet. * Âyet ve hadisle doğruluğu sâbit olan. nast : Sükut. Konuşurken dinlemek için susmak. nasuh : Hâlis. Temiz. Kesin, kat'i. * Çok nasihat eden. nasuhî : (Nasuhiyye) Bozulmaz şekilde tövbe eden. nasur : Göz pınarında, mak'at havâlisinde ve diş etlerinde olur bir hastalık. nasus : (Bak: Nass) nasut : İnsanlık. İnsanlar ve onlarla alâkalı şeyler. nasutî : Dünya ile ilgili, insanlığa ait, insanlıkla ilgili. nasutiyân : İnsanlar. nasye : Her nesnenin iyisi. natafan : Suyun seyelân etmesi, akması. natafe : (C.: Nutuf) Küpe. natakte : Söyledin. (mânasına karşısındakine hitabdır) natef : Bulaşmak. * Fâsid olmak, bozulmak. nates : (C.: Entâs) Üstad, âlim. natfe : (Nıtfe) : Kabarcık. * Ufacık sivilce. nath : Süsmek. Hayvanın, başı ile saldırması. natif : Beyaz kaba helva. natih : (C.: Nevâtıh) Boynuzuyla vuran, süsen hayvan. * Keder, sıkıntı, elem, mihnet. ◊ (Nâtıh) : (C: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan. * Şiddetli emir.natiha : (C.: Netâyıh) Başka davar tarafından boynuzlanıp öldürülmüş olan davar. natik : Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen. * Altın ve gümüş gibi olan mal. natika : (Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti. natikaperdaz : f. Düzgün ve te'sirli söz söyleyen. natikiyyet : Konuşmaklık, söz söylemeklik. natir : (Nâtur) Bekçi. Bağ ve bostan bekçisi. natis : Bilgili, faziletli adam. natiş : Kuvvet ve hareket. natm : Ulaştırmak, vardırmak. natnat : (C.: Netânıt) Çok konuşan uzun boylu, akılsız kimse. natnata : Çok söylemek, çok konuşmak. * Çekmek. nats : Nadas. natş : şiddet. Kuvvet. natşan : Susuz kalmış kişi. natuh : Çok süsen hayvan. natuk : (Nutk. dan) Güzel ve düzgün söz söyliyen. natul : İlaçlarla kaynatıp mâlül kişinin az az başına dökülen su. natura : Lât. Her canlının yapılış hususiyeti, bünye, yaratılış hali. natüralizm : (Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş. natv : Iraklık, uzaklık, bu'd. naur : Kanı durmayan damar. * Değirmen kanadı. * Döndükçe gıcırdayan dolap. naure : (C.: Nevâir) Bostan dolabı. naus : f. Manastır, kilise. ◊ Yüksek yer.nav : f. Küçük gemi. Sandal, kayık. * İçi oyuk şey. navdân : f. Oluk. nave : f. Hamur teknesi. navek : f. Ok. navek-endaz : f. Okçu. Ok atıcı. naver : f. (C.: Naverân) Olabilir, mümkün, kabil. naverân : (Naver. C.) Olabilir şeyler, mümkün olan şeyler. naverd : f. Savaş, harb, dövüş, ceng. naverdgâh : f. Savaş alanı, harb sahası, muharebe meydanı. naverdhâh : f. Savaş isteyen, muharebe arzulayan. navi : f. Üç direkli gemi. * İçi oyuk olan şey. navice : f. Murdar, pis, habis, mülevves. navus : (C.: Nevâyis) Kâfirlerin ve Mecusilerin mevtalarını koydukları yer. nay : Ney. Kamış düdük. (Bak: Ney) nay-çe : f. Küçük ney. nayban : f. Ney çalan. nayî : f. Ney çalan. ◊ Uzak.nayi' : Susuz. * Mâil, eğik. nayibe : (C.: Nâibat-Nevâib) Musibet, belâ. * Zahmet, meşakkat. * Şiddet. nayiha : Yas tutan kadın. nayil : Atâ, bahşiş, hediye. nayin : f. Kamıştan yapılmış, sazdan yapılmış. nayveş : f. Ney gibi. nayzen : f. Ney çalan. naz : f. Bir şeyi beğenmeyiş, şımarıklık. * Beğendirmek maksadiyle kendini ağır satmak. * Celb-i muhabbet için edilen nezâket, letâfet ve zarafet. * Yalvarma, rica. naz-perdar : f. Birinin nazını çeken. naz-perdarî : f. Naz çekme. naz-perverd : (Nâzperverde) f. Naz içinde büyümüş, nazlı. nazad : (C.: Enzâd) şeref. * Üzerine herhangi bir şey konulan yüksekçe yer. nazafet : Pâklık, temizlik. nazah : (C.: Enzâh) Havuz. nazaif : (Nazif. C.) Nazifler. Nazafetli, temiz kimseler. nazair : Nazire. Nazireler. Benzerler, örnekler. nazan : f. Nazlı. Nazdar. nazar : Göz atmak. Mülahaza, düşünmek, bakmak, imrenerek bakmak, düşünce. Yan bakış, kötü bakış. Bir türlü kabul etmek. * Gözdeğmesi. * İltifat. * İtibar. ◊ (Nazaret) Altın. * Tazelik.nazar-bâz : f. Neşe ile bakan. nazar-endaz : f. Göz atmak. Göz atan, bakan, nazar eden. nazar-firib : f. Göz aldatan. nazar-gâh : f. Bakılan yer. Nazar edilen yer. nazar-rübâ : f. Göz çeken. nazaran : Nisbeten, nisbetle kıyaslıyarak. * Bakarak, görerek. nazarî (nazariye) : Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi. nazariyyât : (Nazariye. C.) Görüşler. Düşünceler. Doğruluğu isbat edilmemiş ilmi görüşler. nazbalin : f. Yastık. nazbaliş : f. Yastık. nazc : Olgunluk, olma, pişme, kıvam bulma. Yetişme. * Büluğa erme. Bâliğ olma. nazd : Her şeyi yerli yerine koymak. nazdar : f. Nazlı. Naz yapan. Şımarık. * Meşhur bir cins lâle. nazekî : Nâziklik, incelik. nazende : f. Nazlı, naz edici, naz yapan. nazenin : f. İnce, nazlı, zayıf, lâtif, hoş eda olan, nazlı yetişmiş, şımarık. Oynak. Nazik endamlı nazh : Su serpmek, su saçmak. * Suyun çok olması. * Suyun, pınarından çıkıp akması. * Defetmek, kovmak. ◊ Su çekme. Herhangi bir yer, çukur veya kuyudan bir şeyler çıkarma. ◊ More…nazha : Yağmur. nazi' : Çekici kimse. * Husumet eden, düşmanlık eden. naziat : 'Hz. Azrâil'in (A.S.) avenesi olan bir taife melâike ki; şerli ve kötü ruhlu insanların canlarını şiddetle alırlar. * Nez'edenler. Çekip koparanlar.' naziat suresi : Kur'an-ı Kerim'in 79. Suresidir. Sâhire ve Tâmme Suresi de denir. nazic : Pişmiş, yetişmiş, olgunlaşmış, kıvamına ermiş. ◊ Olgun, pişmiş, kıvama gelmiş, yetişmiş.nazid : (Nazide) Tertibli, nizamlı, yerli yerinde. * Minder yastık vs. gibi ev eşyası. nazif(e) : Temiz, pâk, nazik. nazih : (C.: Nevâzıh) Deve ile su çekilen kuyu. nâzik : f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus. nâzik-beden : f. Vücudu, bedeni nâzik olan. nâzik-edâ : f. Nâzik tavırlı, kibar. nâzik-endâm : f. Lâtif ve güzel vücutlu. Nâzik endamlı. nâzik-güzin : f. Çok nâzik. Seçkin, nâzik. nâzik-ten : f. Nâzik vücudlu. nâzik-ter : f. Çok nâzik. nâzik-terin : f. En nâzik, daha nâzik. nâzikâne : f. Nazik kimseye yakışır şekilde, kibarlıkla, terbiyelice. nâzikî : f. Nâziklik. Nezaket. nâzil : (Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan. nâzile : Belâ, sıkıntı. * İnme, nüzul. * Nezle hastalığı. nazim : Nizamlayan, nazmeden. Manzume yazan, düzenleyen. ◊ Sıra sıra, dizi dizi olan şey.nazimâne : f. Nazım olana yakışır surette. nazimîn : (Nâzım. C.) Tanzim edenler, düzenleyenler, nizama koyanlar. nazir : (C.: Nüzzâr) Nazar eden, bakan. * Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis. * Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan. * More…nazir(e) : Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen. * Edb: Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer. nazira : Nazar eden, nezaret eden, bakan. * Göz. nazira-hân : f. Bakarak taklid eden. nazire : Mühlet vermek, tehir etmek. naziregû : f. Nazire söyliyen. naziye : Kenarı az olan çanak. naziyy : (C.: Enzâ) Boğaz. naziz : (C: Nizâz-Nezâyız) Az miktar su. * Az yağmur. * Az az akmak. nazl : Ok atmak. nazm : Sıra, tertib. * Kafiyeli, vezinli, söz, şiir. * Dizili olan şey. * Kur'an âyetleri. nazmen : Nazım olarak, manzume halinde. Sıralı ve tertibli olarak. nazmiyyat : (Nazm. C.) Manzum yazılar. naznaza : Yılanın dilini çıkarıp hareket ettirmesi. nazperver : f. Naz eden, naz yapan. nazr : (Nazir) : (C.: Enzur) Altın. nazra : (Bir tek) bakış. nazragâh : f. Gözle bakılan yer, bakış yeri. Göz önü. nazrakünân : f. Seyrederek, bakarak. nazre : Cin gözü. * Nazarı değen adam. nazret : Tazelik, tarâvet. nazükî : f. Nâziklik, incelik. nazume : Bir cins renkli kumaş. nazur : (C.: Nevâzır) Gece bekçisi. nazz : (Nâzz) : Dirhemler ve dinarlar. nazzam : En çok nazmedici, en güzel nazmedici, en güzel tanzim eden. nazzare : Bir şeye bakan kavim. ne : f. 'Değil, yok,' mânasına nefy edâtıdır. ne'al : Nalbant. ne'ar : Baş kaldıran, âsi, kafa tutan, serkeş. ne'b : (C: Niyeb) Sâfi nesne. * Yaşlı dişi deve. ne'be : (C: Nâibat) Musibet, belâ. ne'me : Nağme, ses. ne'nee : Zayıflık. ne'nehava : Anason, kimyon. ne'ş : şiddetle ve kahirle almak. Zorla almak. ne'y : Uzak olmak. ne-şebem : f. Ben karanlık gece gibi nursuz değilim (meâlinde.) ne-şüküfte : f. Açılmamış. neab : Karga yavrusu. * Horoz veya karga gibi ötme. neaim : (Neâme. C.) Deve kuşları. neam : Evet, olur mânâsında cevap edâtıdır. * Pek iyi, âferin mânâlarında tasdik ve tahsin kelimesidir. * At, deve, sığır, koyun gibi dört ayaklı hayvana da denir. neama' : Nimetler. İhsan, atiyye. * Rahatlık. Refah-ı hâle sebep olan şey. neamat : (Neâme. C.) Deve kuşları. neame : (C: Neâm-Neamât) Deve kuşu. * Cemaat. * Gölgelik, gölgelenecek yer. neayim : Menazil-i kamerden dört nurlu yıldızın adı. neb' : Suyun çıkıp akması. * Bir ağaç cinsidir ve yay yaparlar, budaklarından da ok yapılır. ◊ Gizli ses.neb'a : Yay yapacak yer. neba' : Kaynak olmak, pınardan su çıkarmak, su akması. * Akçaağaç. nebaa : Oturacak yer, kıç, mak'at. nebac : Sesi yüksek olan. nebagat : Meydana çıkma. nebah : (Nibâh-Nübâh) Köpek havlaması. * Yılan seslenişi. * Keçi ve geyik inleyişi. nebahe(t) : (Nebahat) şeref, şan, onur, itibar. * şan, şeref ve itibar sâhibi. nebail : (Nebile. C.) Yüceler, ulular, yüksekler. nebair : (Nebire. C.) Torunlar. nebale(t) : Zekâ, fazilet ve neciblik sâhibi olmak. * Büyüklük, azamet. * İyi olmak. * Cömertlik, elaçıklık. * Okçu, ok yapıp satan. Okçuluk. nebat : (C: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki. * Yemen diyarında bir kabile adı. ◊ Acem fellahlarından bir kabile.nebatât : (Nebât. C.) Nebâtlar, bitkiler. nebatî : Nebat cinsinden, nebata mensup ve nebata ait, yerden biten cinsinden olan. nebatiyyun : Botanik bilginleri, botanik âlimleri. nebbac : Sesi sert olan. nebbah : Havlayıcı. nebbal : Ok yapıp satan kimse. Okçu. nebbar : Fasih dilli, güzel konuşan adam. nebbaş : Mezar soyucu, kefen soyucu. nebe' : Haber. (Peygam) nebe' suresi : Kur'an-ı Kerim'de 78. Suredir. Amme Suresi de denir. nebe'-aver : f. Haber getiren. nebean : Kaynayıp yerden çıkmak. Pınar suyunun çıkışı. Fışkırmak. nebehrece : Geçmez bakırlı para. Sahte akçe. * Her nesnenin kötüsü. nebeke : (C: Nübük-Nebâk) Tepe. neberd : f. Muhârebe, savaş, harb, ceng. neberd-azmâ : f. Çok muhârebelerde bulunmuş tecrübeli kimse. neberd-pişe : f. Harb etmeyi sanat edinmiş kimse. Savaşçı. neberde : f. Savaşçı, muhârib. neberdgâh : f. Savaş yeri, muharebe sahası. nebevî : Nebiye ait. Peygambere dâir. Peygamberle alâkalı. nebez : (C: Enbâz) Lâkab. nebg : Un öğütülürken tozan un. * Görünmek, zâhir olmak. nebh : Bir şeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak. * Ansızın bulunan. Yitik. * Ansızın yitirmek. * Uykudan uyanmak. * Şerefli olmak. * Meşhur olmak, ün salmak. ◊ (C: Nevâbih) More…nebha : Yüksek, beyaz yer. nebi : Haber getiren. Peygamber. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamber. (Bak: Resül) nebib : (C: Enbüb) Boğum, kamış boğumu. nebih : (Nebihe) Namlı, şanlı şerefli. ◊ İt avazı, köpek uluması.nebik : (C: Nebâyık) Sedir ağacının yemişi. nebil : (Nebile) Akıllı, anlayışlı, zekâ sahibi. * Yüksek meziyet sahibi. Güzel huylu. * Bilgili ve faziletli kimse. nebile : Büyük, iri. (Bak: Nebil) nebir : (Nebire) Torun. nebise : Kuyu toprağı. Irmak toprağı. ◊ Kız torun.nebit : Muhkem, sağlam, katı. nebiyy : Yükseklik. * Yol. nebiz : (C: Enbize) Hurma şarabı. * Yola bırakılıp atılan çocuk. nebk : Yazmak. * Husumet etmek, düşmanlık yapmak. * Düz etmek, düzleştirmek. nebl : Ok. Ok hazırlamak. nebr : (Nibr) : (C: Enbâr - Nibâr) Keneye benzer bir küçük böcek. * Yukarı kaldırmak, yükseltmek. nebras : (Nibrâs) (C.: Nebâris) (Süryânice) Kandil. Çıra. Lâmba. * Mc: Nur merkezi. nebre : Demir parçası. nebs : Yeri kazma, toprağı kazma. * Eser, nişan. ◊ Söylemek.nebş : Gömülü bir şeyi yerden çıkarma. * Bir şeyi diğer bir şey vasıtasıyla meydana çıkarma. nebt : Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme. * Ot. ◊ Suyun yerden çıkıp akması.nebta : Yanları beyaz olan dişi koyun. nebv : Sakız. nebve : Uzaklaşmak. * Ok hedefe varamamak. * Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması. * Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması. * Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması. More…nebz : Bir kimseyi ayıplamak. Kötü lâkabı takmak, istihzâ etmek. * İhtiyarlık işareti belirmek. ◊ (Nebezân) : Damarın hareket etmesi. ◊ Bırakmak. * Az miktar, cüz'i.nebze : Az miktar, cüz'i, bir şeyin artığı. nec'e : Şiddetli nazar. Şiddetli bakış. neca : Evmek. Acele etmek. * Halâs olmak, kurtulmak. ◊ Göz değmek.necabet : Neciblik, temiz soyluluk. Huy temizliği. necadet : Kahramanlık, efelik, yiğitlik. necah : Zafer bulmak, murâda ermek, ihtiyaçlarını te'mine muvaffak olmak. ◊ Ses, sadâ.necaib : (Necib. C.) Şerefli, necib, asil, temiz kimseler. necare : Dülgerlik, neccarlık. necaşe : Süratle yürümek, hızlı yürümek. necaset : Pislik, kazurat, murdarlık. (Bak: Habes) necasetten taharet : Pislikten temizlenmek. (Bak: Taharet) necat : Kurtuluş, selâmet. * Hırs ve hased. * Yüksek mekân. * Ağaç budağı. * Mantar. necatî : Kurtulmaya ait, kurtulmakla ilgili. necb : Ağaç kabuğunu soymak. neccad : Yorgancı. Yatak, yastık, yorgan gibi şeyler yapan. neccah : Yorgancı. neccar : Doğramacı. Marangoz. * Dülger. neccaş : Hayvan sürücüsü. neccina : Bizi kurtar, bize selâmet ver, bizi hıfzeyle (meâlinde dua). necd : Açık ve işlek yol. * Yüksek yer. * Minder, döşeme gibi oturacak şeyler. * Ağaçsız mekân. * Hâzık ve mâhir kılavuz. * Yiğitlik hâli. Gamlılık, gussa. * Hasma galip gelmek. * Çok terlemek. * More…necdet : Yiğitlik, şecaat, kahramanlık. * Harp ve kıtal. *Yeis, korku. neceb : Ağaç kabuğu. necef : (Necefe) : (C: Nicâf-Encâf) Üzerine su çıkmayan yer. Tümsek yer, yüksek, tepe, sırt. * Irakta bir şehrin adı. necefe : Büyük askı kandil. necel : Büyük gözlülük. İri gözü olmak. necer : Koyun ve devenin suyu içip kanmaması. neces : Murdarlık, pislik, necâset. neceş : Değeri artırmak için almak. * Bir kumaşın pahasını artırmak. * Dağılmış şeyleri bir yere toplamak. * Örtmek, setretmek. nech : Men' ve reddetmek. necib : Soyu ve nesli temiz, aslı kerim olan. Cömert. Asilzâde. Güzel huylu ve ahlâklı. ◊ Cömert, kerim kişi.necibe : Soyu sopu temiz kimse. Cömert. Asilzâde. necid : Kahraman, bahadır. * Arabistan'da bir memleket ismi. * Münbit yer. Fitne ve nifak yeri olan memleket. * Arslan. necif : (C: Nicef) Geniş temrenli olan ok. necih : Galip ve muzaffer. * Sabırlı. * Sağlam rey. ◊ Su sesi.necil : (Necile) Soyu temiz. Soylu. * Ağaç yaprağından bir cins. necire : Bulamaç aşı.* Kızgın taş ile kızdırılmış su. * Kârgir duvar. * Tahtadan veya ağaçtan olan sofa. * Çulhaların beze sürdükleri haşil. necis : Yavaş hareketli insan veya hayvan. * Gizli olan şeyi halk içinde ifşa etmek. * Gizlenen sır, nişan. * Bir nevi yeşillik. ◊ Pis, necasetli, murdar. * Şifa bulmaz dert. (Bak: More…necise : Kuyudan çıkardıkları toprak. neciy : Sırdaş, sır saklayan. neciyya : (Münâcât. dan) Gizli yalvararak, gizli söyleyerek. neciyyullah : Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi. necl : (C: Encâl) Oğul, evlât, çocuk. * Kuşak, nesil, sülâle. * Atmak. * Ayak ucuyla vurmak. * İstihrac etmek, meydana çıkarmak. * Yerden çıkan su. necm : (Necim) Yıldız, ahter, kevkeb. Ülker yıldızına da denir. Ülker, onbir yıldızdır. Altısı görünür, gözü kuvvetli olan yedinciyi de görebilir. (Peygamberimiz (A.S.M.) hepsini de görür idi.) * More…necm suresi : Kur'an-ı Kerim'in 53. Suresidir. Vennecmi Suresi de denir. Mekkîdir. necm ü hilâl : Yıldız ve ay. necmeddin : (Bak: Necm-üd din) necmî : Yıldıza dair, yıldızlarla alâkalı. necnece : Geriye döndürmek. * Engel olmak, men'etmek. Bir nesneyi aşağı getirmek. * Zayıf etmek, zayıflatmak. necr : Ağaç yonmak. * Şiddetli sevk. * Asıl. * Renk. * Halâs, kurtuluş. necran : Susuz. * Kapı ökçesi. ('süve' denir). * Yemen diyarında bir yerin adı. necs : (Neces) Pis ve murdar olan, habes. şer'an pis olup gözle görülen şey. ◊ Yerden define çıkarmak. * Kuyuyu ayıklamak.necş : Avı yatağından çıkarma. * Dağılmış parçaları toplamak. necv : (C: Nicâ) Yüzmek. * İki kişi arasında olan sır. * Karından çıkan necis. necva : Gizli fısıltı. İki kişi arasında fısıldamak. * Ağız koklamak. * İki kişi arasındaki sır. necve : Tümsek, yüksek yer. necz : Bitip tükenmek. * İhtiyaç bitirmek. * Vâdeyi yerine getirmek. ned' : Dikkat etmek. neda : Rutubet, çiğ, nem. nedaid : (Nedid ve Nedide C.) Emsâller, akranlar, eşler. nedalet : Kir, pislik. * Çalma, sirkat etme, aşırma. nedamet : (Nedm. den) Pişmanlık, nedâmet etmek. nedametgâh : f. Pişmanlık yeri. nedametkâr : f. Nedamet eden. Pişman olan. nedametkârî : f. Pişmanlık, nâdim oluş. nedan : f. Bilmeyen, bilmez. nedaret : Tazelik, parlaklık, letafet, taravet. nedavet : Yaşlık, ıslaklık, nemlik, rutubet. nedb : Dua etmek. nedbe : (Bak: Nedebe) nedd : Gitmek. * Kaçmak. neddaf : Hallâç. Pamuk atan kimse. nedebe : Yara izi. nedem : Pişman olma, nedamet, pişmanlık. nedf : Pamuk ditme, pamuk atma. nedg : Kılıçla veya sözle taan etmek, çekiştirmek. nedh : Men'etmek, engel olmak. ◊ Geniş yer.nedhe : (Nüdhe) : Çokluk, fazlalık. nedi' : Ateş veya kül içinde pişmiş olan. nedib : Yara izi kalan âzâ. nedid(e) : (C.: Nedâid) Emsâl, akran, eş. nedif : Atılmış, hallaçlanmış pamuk. Yün. nedim : (C.: Nedmân - Nüdemâ) Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı. * Tatlı konuşan. Güzel hikâye anlatan. * Büyük kişileri hikâye ve fıkralarıyla eğlendiren. nedime : Kadın nedim. * Zengin veya şerefli, itibarlı bir kadının arkadaşı. nedis : Akıllı kişi. nedl : Kir. * Hırsızlık. nedm : Pişman olmak. nedman : Pişmanlık, nedâmet. Pişman olma. Pişmanlık duyma. nedret : Azlık, seyreklik, az bulunmak. neds : Akıllılık. * Taan etmek, çekiştirmek. ◊ Huruç etmek, çıkmak.nedş : Her nesneyi eritip sormak. * Pamuk atmak. nedve : Yaşlık, nemlilik. * Meşveret etmek. Bir işi hakkında görüşmek. * Konuşmak. neec : Yel esmek, rüzgâr esmek. * Yalvarmak, tazarru etmek. need : Belâ, musibet. Zahmet, meşakkat. nef u zarar : Kâr ve zarar. nef' : 'Fayda, yararlılık. * Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin More…nef'î : Menfaat ile alâkalı, faydacı. * Sihâm-ı Kaza nâmındaki hicivli şiirleri ile meşhur Erzurum - Hasankale'li olup İstanbul'da yaşamış bir şâirin adıdır. 1634'de 4. Murad devrinde More…nef'iyyet : (Nef'î) Fls: Faydacı, faydacılık. nefad : (Nefed) Bitip tükenmek, yok olmak. nefais : (Nefise. C.) Değerli, güzel ve beğenilir şeyler. nefais-perest : f. Nefis şeyleri beğenenen, güzel şeyleri seven. nefak : (C.: Enfâk) İki kapılı ev. nefaset : Beğenilir olmak, kıymetlilik, değerlilik, çok güzellik, pek iyilik. Nefis ve mergub olmak. nefaz : Geçme, işleyip öte tarafa geçme. * Sözü geçme, sözü dinlenme. ◊ Ağaçtan kendi düşen yemiş ve yaprak.nefc : Çıkmak, huruc etmek. nefd : Tükenmek, bitmek. * Geçici ve fâni olmak. nefean : Faydalı olarak. nefed : Bitirme, tükenme, bitirilme. nefehat : (Nefha. C.) Esintiler. Üfürmeler. nefel : Düşmandan alınan mal, ganimet. * Ulü-l emrden müsaade almadan düşmana karşı çıkan az sayıda bir cemaat. nefer : Bir kişi, tek kişi. * Asker, er. (Bazılarınca insan cemaati. Ona kadar olan adam topluluğuna denir. Üçten ona kadar olan kişilere 'Reht' denir.) neferât : (Nefer. C.) Neferler, askerler, erler. nefes : Soluk, üfürülen hava. Soluma, soluk verip alma. * Uzun söz. * Bolluk. * Hased etmek. *Edb: Bektaşi tekkelerinde okunan manzum söz. nefeza (nefza) : (C: Nefâyız) Düşmanın ahvâlini bilmek için dolaşan kavim. nefezan : Sıçramak. neffa' : (Nef'. den) Çıkarı çok olan kimse. neffac : Mütekebbir. Kendini beğenen. Mağrur. * Şişkin. neffah : Hayır sâhibi ve iyiliksever kimse. * Kokusu çok. neffas : Sihir yapan, üfüren, üfürükçü. neffasât : (Neffâse. C.) Neffâseler, büyücü kadınlar. neffase : (C: Neffâsât) Büyücü kadın. neffata : Neft yağı çıkan pınar. nefh : Rüzgâr esmek. * Güzel kokunun yayılması. Kokmak. * Vurmak. * Def'etmek, kovmak. * Vuruşmak, kat'etmek. ◊ Üflemek, şişmek, üfürük. * Kaba kuşluk vaktine varmak.nefha : Üfürmek. Üfürük. * Şişmek. * Kabarık olan. ◊ Koku. Rüzgârın hafif esişi. Azıcık koku.nefi : (Bak: Nefy) nefif : Hevâ. nefir : Cemaat, topluluk. * Harp için seferber olan cemaat. nefis : (Bak: Nefs) nefis(e) : Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi. nefis-perver : f. Nefsini çok sevip besleyen, nefsi isteklerine çok düşkün. nefit : Kaynamak, galeyan. nefite : Unu suya koyup kaynatıp koyulaşıncaya kadar karıştırmak. nefiy : (Bak: Nefy) nefiz (nefeze) : Okun geçmesi gibi içe geçmek, işlemek. * Sözü geçer olmak. nefk : Helâk olmak. nefl : Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile. * Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek. * Yemin etmek. nefr : Heyecan verici bir emirden dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkmaktır. nefret : Tiksinmek, ürküp kaçmak. * Birisinin yakını ve akrabası. nefretbahş : f. İnsana nefret veren, iğrendiren, tiksindiren. nefrin : Lânet, beddua. * Söğüp saymak. nefrin-hân : f. Sövüp sayan. nefrin-künân : f. Lânet okuyan, sövüp sayan. nefs : (Nefis) Can, kişi, kendi, öz varlık. Bir şeyin zatı olan, kendisi. * Göz. * Şehvet ve gadabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye. Fıtri meyil, bedenin hissi istekleri. * Ruh, hayat, asıl. * Maya. More…nefş : Açmak. * Yapmak. * Yün ve pamuk atmak. * Davarların, geceleyin yayılıp çobansız otlaması. nefs-i râdiye : f. Rabbinden râzı ve hoşnud olanın nefsi. nefsa : (C.: Nefsâvât-Nüfüs-Nifâs-Nevâfis) Yeni doğum yapmış kadın. Loğusa. nefsanî : Bedenî arzu ve isteklerle alâkalı. Zaruret olmadığı hâlde keyf için olan istek ve arzuya ait. Kendine ait ve mensub. nefsaniyet : Nefsini çok beğenmişlik. * Gizli düşmanlık, garez, kin. nefşele : Yürüken toprağı ayağıyla tozutmak. nefsî : Nefis ile, kendisi ile alâkalı. Şahsa ait, nefse dair. nefsî nefsî : Benim nefsim, nefsim nefsim mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir. neft : Neft yağı. Çam gibi bazı ağaçlardan çıkarılan, tutuşabilen bir yağdır ve boyacılıkta vesair sanayide kullanılır. neft (nefit) : Çömleğin kaynayıp taşması ve içinde yemeğin kuruması. * Galeyan. nefta : (Nifta) (C: Nefat) Çalışmaktan dolayı elde çıkan kabarcık. neftî : f. Neft yağı renginde olan, siyaha yakın koyu yeşil. nefuh : Sütü sağılmadan çıkıp akan deve. nefur : Ürken, ürküp kaçan. * Herkese iyiliği dokunan kimse. nefuz : Çocuk düşüren kadın. nefy : Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek. * Gr: Bir şeyin olmadığını ifade eden (olumsuzluk) edatı. nefy edâti : Arabçada 'Lâ', Farsçada 'Nâ' gibi olumsuzluk bildiren edât. nefyan : Vurma ânında yara ve cerahatten akan kan. nefz : Saçma, yayma. Neşretme. * Silkmek. * Nazar etme, bakma. negatif : Fr. Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi. * Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi) negühide : f. Çirkin, kötü. neha : Pek akıllı adam. * İhtiyacı terkeylemek. (Güya kendi nefsi cihetinden menedilmiş demektir.) nehabik : Bildikleriyle amel etmeyip halka da öğretmeyen. nehabir : (Nühbur. C.) Kum yığınları, kum tepeleri. nehafe : Tıksırmak, aksırmak. * Nefes verip almak. ◊ Zayıflık.nehak : Eşek anırtısı. nehake(t) : Bahadırlık, kahramanlık, şecaat. * Keskinlik. nehamî : Demirci. nehar : (C.: Enhür) Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık. * Toy kuşunun yavrusu. * Altın. neharen : Gündüzün. Gündüz vakti. neharî : Gündüzlü, gündüz ile alâkalı. * Yatılı olmayan mekteb veya talebe. nehave : (Et) çiğ olmak. nehb : Yağma, yağmacılık, çapul. * At oynatmak, koşturmak. * Kahr ile bir kişinin malını elinden almak. nehbe : Kapmak. nehber : Helâk olacak yer. nehc : Yol, usul. * Doğru yol. nehd : İri gövdeli ve karınlı at. nehda' : İyi otlar yetişen kumlu arâzi. nehdan : Dolu, dolmuş. nehec : (C: Menâhic) Yol, tarik. * İstikâmet. nehel : Susuz olmak. * İçmenin evveli. * Yaşlı, ihtiyar. * Semiz etli deve. nehem : (Nehim - Menhum) Aç gözlü oluş. şikemperver olmak. Doymak bilmemek. Bir şeye çok düşkün, şehvetli, haris. neheng : (C.: Nehengân) f. Timsah. nehengân : (Neheng. C.) f. Timsahlar. neher : Genişlik, bolluk. * Nehir, ırmak. nehhab : (Nehb. den) Yağmacı, çapulcu. nehhac : (Nehc. den) Kılavuz, rehber, mürşid. Doğru yolu gösterici. nehhal : Toprak kazan, kazıcı. nehham : Yüksek ve gür sesli kimse. * Arslan. nehhas : Nehs'in mübalağası. * Bir kişinin lakabı. ◊ Esirci.nehhat : Yüce avazlı, gür sesli kişi. nehhat (nühhat) : Çalıştırılan sığır. * İnce. * Hımar, eşek. * Sadaka toplamaya memur olan kişinin işini bitirdikten sonra ücretini alması. nehib : (Nehb. den) Korku, dehşet, ürküntü. * Yağmacı, çapulcu. ◊ İnlemekle ve ses ile olan ağıt.nehide : Kalın kaymak. nehif : Zayıf. nehih : Boğaz içinden gelen ses. nehik : Bahâdır, kahraman. * Arslan. * Keskin kılıç. * İyi huylu kimse. ◊ Anırtı, eşek anırtısı.nehim : Aç gözlü, doymaz. * Yırtıcı. * Arslan kükremesi. nehir : Burun içinden çıkan ses, hırıltı. nehire : Çürümüş, ufalanmış, rüzgârla savrulur. Delik deşik, göz göz olmuş. * Rüzgâr estikçe ses verir kemik, çürümüş kemik. (Nâhir de denir) ◊ Ayın evveli.nehit : İnlemek. * Şiddetle teneffüs etmek, nefes alıp vermek. ◊ Eşek anırtısı. Hımar avazı.nehite : (C.: Nehâyet) Tabiat. nehiy : Yasak etmek. Menetmek. * Gr: Emrin menfi şekli. nehizet : Tabiat. * At kulağına benzer dokunmuş nesne. nehk : Zayıf etmek, zayıflatmak. * Eskitmek. * Mübâlağa etmek. ◊ Eşek bağırışı.nehme : Hastaların ve çocukların yiyeceğe karşı olan hırsı, oburluğu. nehmet : Himmet, maksat, yüksek himmet. Harislik. şehvet. nehnehe : Dar kaftan, dar elbise. nehr : Boğazlamak, kesmek. * Namazda sağ elini sol eli üzerine koymak. * Sadr, göğüs. ◊ Çay, ırmak. * Vüs'at, bolluk. Genişlik.nehren : Nehirden. Nehir yoluyla. nehreyn : İki nehir. nehrî : (Nehriye) Nehirle ilgili, nehre ait. nehs : Kabzetmek, almak. * Yılan sokması. * Eti ön dişiyle almak. ◊ Çok yaramaz nesne.nehş : Yılan sokmak. * Almak, kabzetmek. * Ön dişiyle bir nesneyi ısırır gibi tutmak. * Et almak. nehsek : Yaban havucu. nehşel : Kurt, zi'b. * Çakır. * Erkek ismi. neht : Çağırmak. * Ses, avaz. * Men'etmek, engel olmak. ◊ Yontmak. Oymak.nehud : f. Nohut. nehur : Burnuna vurmayınca veya burnuna parmak sokmayınca sütünü salıvermeyen deve. nehus : (C.: Nehâyıs) Gebe eşek. nehuset : (Bak: Nühuset) nehva : Bir şey kasdetmek. Bir şey söylemeği istemek. * Bir şey yapmağa evvelden hazırlanmak. nehy : (Bak: Nehiy) nehz : Durmak, kıyam. * Def'etmek, kovmak. * Yakın olmak. * Berkitmek için devenin memesine eliyle vurmak. * Dolması için kovayı suya vurmak. ◊ Süngü demirini inceltmek. * Kemik More…nehzat : Hareket, davranma, kalkışma. Yola çıkma. neib : Karga sesi. * Ağaçtan yemiş indirmek. * Süt sağmak. nek' : Dizine ayağın arkasıyla vurmak. * Def'etmek, kovmak. nek'a : Kalkan dikeni üstündeki kızıl kap. * Her kırmızı olan şey. nekâ' : Yarayı kaşımak. * Soymak. * Çok azap etmek, acı çektirmek. nekab : Devenin tabanı aşınmak. nekabet : Muayyen zümrelerin başları. * Bir topluluğun vaziyetlerine nezâret etmek, kontrol. nekâbet : Dönme, vazgeçme, cayma. nekad : (C.: Nukyud-Nikâd) Ayakları kısa, yüzü çirkin koyun. * Büyümesi geç olan çocuk. * Ağızda dişler çürüyüp ufanmak. * Davarın tırnağı soyulup yüzülmek. nekahet : Hastalıktan yeni kalkıp henüz iyileşmiş, iyiliğe yüz tutmuş olmak hâli. Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl. * Fehmetmek, anlamak, bilmek. * Seri intikal etmek. Çok çabuk anlayış. nekais : (Nakise. C.) Nakiseler. Noksanlar. nekaiz : (Nakize. C.) Nakizeler. Birbirine zıd şeyler. nekâl : Şiddetli azab. İşkence ve ukubet. * İbret. nekam : (A, uzun okunur) Bir kimseyi kötü bir fiilinden dolayı şiddetle cezalandırmak. İntikam almak. nekâre : Güçlük, zorluk. * Belirsizlik. nekave(t) : Her şeyin iyisi, seçkini. * Temizlik, paklık. nekâyat : Çarklar. * Vakitler. nekayi' : (Nakia. C.) Ziyâfetler. nekaz : (C: Enkâz) Her nesnenin kötüsü, kıymetsizi. nekb : Musibet ve kedere uğrama. * Meyletmek, eğilmek. * Udul etmek, vazgeçmek, haktan dönmek. nekba : Esince adamı eğip düşüren rüzgâr. Fırtına. nekbe : (C.: Nekebât) şiddet, meşakkat. * Bir şeyin kesilmesiyle olan cerahat. nekbet : (C.: Nekebât - Nükub) Talihsizlik, şanssızlık, bahtsızlık. * Musibet, felâket. * Düşkünlük. nekbethane : f. Tâlihsizlik yuvası. * Mc: Dünya. nekbetî : f. Tâlihsiz, bahtsız, şanssız, uğursuz. nekbetzede : f. Felâket görmüş, musibete uğramış. nekd : (Nekâde) (C.: Enkâd) Hayırsız olmak. nekda' : Sütü olmayan deve. nekeb : Hastanın iyileşmesi. * Devenin omuzlarında olan bir hastalık. neked : Sıkıntı, dert, keder. Belâ, musibet. nekefe : (C.: Nüküf-Nükfân) Çene altında olan küçük bez. nekel : Kuvvetli kişi. nekes : (Nâ-kes) Cimri, tamahkâr, hasis. nekesan : Ardına dönmek. nekf : Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek. * Kuyudan su çekmek. * Arlanmak. nekh : (Nikâh) (C.: Enkihe) Tezevvüc, evlenme, cimâ etme. * Akit. nekhet : (Bak: Nükhet) nekib : (C.: Nukabâ) Halkın iyisi. * Kâhya. * Kefil. * Müfettiş, kontrolcü. ◊ Deve, at ve eşek ayaklarının dâiresi.nekibe : Nefsi mübârek. nekir : 'Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan. * Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)' nekire : (C.: Nekerât) Belirsiz. nekise : Hilâf, ters. * Nefs. nekkad : Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse. * Paranın sağlamını kalpından ayıran. * İmam, hatib ve kayyum gibi hizmet sahiblerinin, vazifelerine devam edip etmediklerini murakabe ve devam More…nekkar : Ağaçkakan kuşu. * Değirmenci. * Çok hayırlı. * Çok kokulu. nekl : Yular. At gemi. * Ezâ, cefâ etmeğe ve işkence yapmağa yarayan şey. nekmet : (Bak: Nikmet) nekr : Zeki, akıllı kimse. Pek zeyrek olan. * Dehâ, fetânet. nekre : Belirsiz olan. * Çıban ve yaradan çıkan kan ve irin. * Garip ve gülünç fıkralar. * Hoş sohbet ve hazır cevap kimse. * Gr: Belirtilmemiş isim, neye delâlet ettiği belli olmayan (harf-i More…nekre-gû : f. Tuhaf hikâyeler fıkralar anlatan. Gülünç sözler söyleyen. neks : Sözünden dönmek. * Bozmak. Çözmek. * Üzmek. * Dağıtmak. * Münhal ve muhtel olmak. ◊ Çok çekinmek, kaçınmak.nekş : Kuyunun çamurunu temizlemek. * Bir şeyi bitirmek. Bir işden fâriğ olmak. * Bir şey üzerine gelip toplanmak. neks (nüküs) : Başaşağı etmek, ters döndürmek. * Aynı hastalığın geri gelmesi. (Bak: Nüks) nekt : (C: Nikât) Süngüyü yere vurmak. * Taan etmek, çekiştirmek. neküs : (Nekis - Neküs) Baş aşağı etmek. nekz : Vurmak. * Kovmak, def'etmek. * Yılan sokmak. * Azalmak. * Suyun, yer tarafından emilmesi. ◊ Gayret etme, uğraşma, çok çabalama.nell : Yüz üstüne bırakmak. nem : f. Rutubet, az yaşlık. Hafif ıslaklık. nema : Gelişme, büyüme. * Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek. * Faiz. nemadâr : f. Çoğalan, ziyadeleşen. Artan, büyüyen. nemaik : (Nemika. C.) Mektuplar. nemaim : (Nemime. C.) Dedikoducular, çekiştiriciler. nemarik : (Nemraka. C.) Yastıklar. nemas : Kılın ince olması. nemat : (C: Enmut-Nimât) Usul, tarz. * Yol, tarik. * Örtü, ihram. * Topluluk, insan cemaati. * Döşek yüzü, yatak yüzü. nemçe : Tar: Osmanlılar tarafından Avusturya ve Avusturyalı mânasında kullanılan bir tâbir idi. nemdar : f. Nemli, ıslak, yaş, rutubetli. nemed : f. Keçe. nemed-pâre : f. Keçe parçası. nemed-puş : f. Keçe giyen. Derviş. nemed-zîn : f. At eğeri altına konulan keçe. nemedîn : f. Keçeden yapılma. nemek : f. Tuz. Milh. * Lezzet, tat. * Bağlılık, hak. nemek-çeş : f. Tadına bakma, tatma. nemek-dân : f. Tuzluk, tuz kabı. nemek-efşan : f. Tat veren. Lezzetlendiren. * Tuz serpen. nemek-haram : f. Tuz haini. * Mc: Nankör. nemek-helâl : f. Tuz hakkı tanıyan. Bağlı, sâdık kimse. nemek-perver : f. Sâdık ve bağlı kimse. nemek-şinâs : f. Tuz tanıyan. * Mc: İyilik bilen. nemek-sud : f. Tuzlanmış, tuza bastırılmış, tuzlu şey. * Pastırma. nemekîn : f. Tuzlu, lezzetli, tadı yerinde. * Tuzlu gözyaşı. nemeş : Dağınık, parçalanmış şeyleri toplamak. * Nakış hatları. * Yüzde olan siyah ve beyaz noktalar. nemf : Küçük kurt (böcek). nemga : Çocukların beyni deprendiği yer. * Dağ üstü. nemidanem : Bilmiyorum. nemididem : Görmüyorum. nemika : (C.: Nemâik) Mektub. Name. nemime : Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme. nemimekâr : f. Koğucu, fitneci, dedikoducu, münafık. nemin : Fısıltı. * Koğucu. nemir : (C.: Nümur) Kaplan. ◊ Tatlı su.nemire : Dişi kaplan. * Yün kaftan. nemis : Bittikten sonra yine biten ot. nemk : Yazmak. * Düzeltmek. nemkeşide : f. Islak, nemli, yaş, rutubetli. neml : Karınca. neml suresi : Kur'an-ı Kerim'de 27. Sure olup Süleyman Suresi de denir. Mekkîdir. nemle : Bir tek karınca. * Vücutta olan karıncalanma. nemm : Birinin sözünü başkasına götürüp ikisinin arasını bozma. Koğuculuk. nemmal : Koğucu, dedikoducu, münafık. nemmam : (Nemmas) : Koğuculuk ve nemimecilik eden. Dedikoducu. nemnak : f. Nemli, yaş, ıslak. nemnakî : f. Nemlilik, ıslaklık, yaşlık, rutubet. nemreka : (C.: Nemârık) Yastık. nemrud : Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm More…nems : Süt ve yağın ekşimesi. * Ekşimek ve kokmak. * Sırrı ketmetmek, gizlemek. nemş : f. Hile, oyun, dalavere, desise. nemy : Kaldırmak. * Yetiştirmek. neng : f. Ayıp, utanma, hayâ etme. * Ün, şöhret, nam. ner : f. Erkek, er. nerbdan : 'f. Merdiven. (Neverdi bâm'dan alınmıştır. Neverd; kıvrım, büküm; neverdiden; tayyetmek, dürmek; bam, ban; tavan mânalarına gelirler. Üst kata merdivenle çıkıldığından, neverdibâm More…nere : f. Dalga. * Erkek. nergis : (Nerges - Nercis) İri papatya biçiminde ortası yeşil veya sarı, yaprakları gri ve sarı bir çiçek. Suyu, uyuşturucudur. Mahmur bakışı andırır. nergis-dân : f. Nergis saksısı. nergisî : f. Nergis biçiminde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi. neriman : f. Pehlivan, yiğit, kahraman. nerimanî : f. Nerimanlık, kahramanlık, yiğitlik. nerm : (Nermi - Nermin) f. Yumuşak. nerm nerm : f. Yavaş yavaş, âheste âheste. nerm-âhen : f. Gevşek şey. nermdil : f. Yüreği yumuşak. Merhametli. nermgû : f. Yumuşak sözlü. nermî : f. Gevşeklik, yumuşaklık. nermin : f. Yumuşak. nermiyet : Yumuşaklık, gevşeklik. nermligam : (Nerm-ligâm) f. İtaatli, muti, söz dinler. * Başı sert olmayan at. nermsaz : f. Yumuşak adam. nerre-şir : f. Erkek arslan. neş' : Bir nesneyi zorla çekmek. neş' (nüşu') : Yiğit olmak. * Yüksek olmak. * Rüzgâr esmek. * İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak. nes'e : Veresiye alma. Vade ile alma. * Tehir etmek. neş'e : Gönül açıklığı, sevinç. * Yeniden meydana gelmek. Yeniden olan şey. * Yiğit olmak. * Yüksek olmak. neş'e-nisar : f. Neşe dağıtan. neş'e-yab : f. Keyifli, neşeli, sevinçli. neş'et : Meydana gelmek, vücuda gelmek. Büyüyüp kat ve kamet sahibi olmak. Yetişmek, ileri gelmek. * Çıkmak. Kaynak olmak. nes'î : Câhiliyet devrinde belirli vakti geciktirilmiş haram aylar. nesa : (C.: Ensâ) Uyluk başından tırnağa kadar varan bir damar. * Te'hir etmek, sonraya bırakmak. neşa : Nişasta. neşabet : Okçuluk san'atı. nesai : (Bak: Kütüb-ü sitte-i hadisiyye) nesaic : (Nesice. C.) Dokumalar. Dokunmuş kumaşlar. Ette ve deride olan nescler, dokular. (Bak: Nesc) neşaid : (Neşide. C.) Meşhur kaside ve beyitler, mısralar. nesaih : (Nesâyih) (Nasihat. C.) Nasihatler, öğütler. nesaik : (Nesike. C.) Kesilen kurbanlar. nesaim : (Nesim. C.) Hafif ve lâtif rüzgârlar. nesais : (Nesise. C.) Fesatlık için yapılan fısıltılar. nesak : Tarz, usul, yol, şekil, üslub. neşak : Burna su ve sâire çekme. Burunla çekme. nesaksâz : f. Tertib eden, düzenliyen, tanzim eden, düzen veren. neşame : Yüksek beyaz bulut. nesar : (C.: Nüsür - Ensür) Bir kuş adı. Gerges de denir. neşasa : Beyaz yüksek bulut. neşastec : Nişasta. neşat : Sevin. Şen şâd ve hoşdil olmak. Sürur, keyf. * Bir iş işlemek. Çalışmak. neşat-âver : f. Sevinç ve sürur getiren. neşat-bahş : f. Sevinç ve neşe bağışlayan. neşat-efza : f. Neşe ve sevinç artıran. neşât-engiz : f. Sevinç uyandıran. neşb : (İğne ve diken) batma, girme. nesc : (Nesic) Dokunuş, dokuma. * Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, More…neşc (neşic) : (C.: Enşâc) Sesli sesli ağlamak. * Ses. nescî : Nesc ile alâkalı. nescolmak : Dokunmak, örülmek, örülü hâle gelmek. Kumaş dokunması, bez dokunması. (Canlıların vücudundaki nescolunmak gibi) neşd : Talep etmek, istemek. * Yüksek yerde düz yer olmak. * Kaybolan şeyi aramak. * Bir şeyi gereği gibi bilmek. neseb : Sülâle, hısımlık, karabet, soy. Baba soyu, atalar zinciri. * Vuslat. neşeb : Mal, mülk. neseben : Soyca, sülâlece, soy bakımından. nesebî : Neseb ve soya âit. Sülâle ile alâkalı. neşef : İçmek. * Sinmek. * İçine girmek, dühul etmek. neşefe : (C.: Nüşüf) Ayağın kirini temizlemede kullanılan taş. nesel : Davar sağıldıktan sonra meme başlarında arta kalan sütü. * İki tarafı saf saf ağaçlar olan yol. nesem : Soluk ruh, nefes. Rahatı mucib hâlet. * Rüzgârın lâtif, hoş esmesi. neseme : (Nesme) : (C: Nüsüm) Nefs. İnsanın ve her nesnenin başlangıcı. neşer : Dağılmış, intişar etmiş, münteşir. nesevî : (Neseviye) Kadına mensub, kadınla alâkalı, kadınlık. neseviyyet : Kadınlık. nesf : Bir yapıyı temelinden yıkma. neşf : İçmek, suyu emerek içmek. * Sızmak. Sünger gibi sızmak. * Suyu çekmek. nesfe : Dökülmüş ve saçılmış un. nesg : Gitmek. * Almak. * Ağaç kesildiğinde çıkan su. * Vurmak. * Dürtmek. neşg : Aşk galebe edip haykırıp çağırmak. * Tâlim etmek. neshî : Nesihle alâkalı, neshe ait. * Bir cins yazı. nesi' : (C.: Ensâ) Yolcuların ve misafirlerin konakladıkları menzilde düşürdükleri esvap. * Unutkan. * Unutulan. Unutulmuş olmak. ◊ Te'hir, sonraya bırakma.nesib : Asil kadının vasfı. * Edb: Kasidenin âşıkâne olan mukaddemesi. nesic : (C: Nüsüc) (Nesc. den) Dokunmuş, nescolunmuş. nesice : (C: Nesâyic) Dokunmuş, nescolunmuş şey. neşide : Manzume. Şiir. * Yüksek sesle okunan şiir. * Darb-ı mesel (atasözü) derecesinde kullanılan meşhur beyit veya mısrâ. neşidehân : f. Neşide okuyan. nesie : Veresiye almak. Satın alınan şeyin bedelini vermeyip sonraya bırakmak. nesif : İki kişi arasındaki sır. nesig : Ter. nesik : Düzenli, tertibli, nizamlı * Süslü, bezenmiş, donanmış. nesike : Hak yoluna kesilen kurban. * Altın veya gümüş külçesi. (Bak: Akika) nesil : Kazıldığında çıkan kuyu toprağı. ◊ Erimiş mumsuz bal. ◊ (Bak: Nesl)neşil : Çömlekte pişmiş et. nesim : Hoşa giden, hafif ve lâtif esen rüzgâr. nesimî : Hafif hafif ve lâtif bir tarzda esen rüzgârla ilgili. nesir : Hayvan aksırması. neşir : Dağıtma, yayma, herkese duyurma. nesire : Kuyu toprağı. nesis : Aşırı derecedeki açlık. * İnsan gücünün sonu. İnsanın en son tâkati. * Son nefes. ◊ Bir sıvının sızıp kabından dışarı çıkması.neşiş : Kaynayan şeyden çıkan ses. nesise : (C.: Nesâis) Fesatlık için yapılan fısıltı. neşit : Neş'eli, sevinçli, şenlikli. Faal. neşita : Bir şeyin, aramaksızın bulunması. * Ansızın bulunan nesne. * Gâzilerin kastettikleri yere varamadan yolda buldukları ganimet. nesk : Bir kelâmı başka kelâma atfetmek. neşk : Burna çekme. nesl : Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak. * Halk. * Çocuk hâsıl etmek. * Kıl yolmak. * Mumsuz, süzme bal. ◊ Kuyudan toprak çıkarmak. * Sadaktan ok çıkarmak.neşl : Taan etmek. * Cezbetmek, kendine çekmek. neslan : Çok yelmek. Evmek. nesle : Geniş gömlek. neşm : Zerdali ağacı gibi bir ağaç. * Bir çiçek cinsi. nesme : Fık: Satın alınan köle. nesnas : Koğuculuk eden kişi. * Maymun. nesne : şey, herhangi bir şey. neşneşe : Koyun derisini yüzmek. * Zırh sesi. * Su kaynarken ötüp ses çıkmak. nesr : Hamele-i Arş'tan olan bir melek. * Akbaba, kartal. * Nuh kavminin putlarından birisinin ismi. * Yarayı deşmek. * Kuşun, eti didiklemesi. * Birinin aleyhinde konuşmak. * Güneyde bir More…neşr : Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak, şâyi kılmak. * Başıboş cemaat. * Bulutlu günde yel esmek. * İzhar etmek. * Katetmek. * Mecnun veya hastaya duâ yazmak veya okumak. More…nesre : Büyük geniş gömlek. * Hayvanın tiksirip burnundan sümüğünü çıkarması. * Menazil-i kamerden iki yıldız. nesren : Nesir olarak, manzum olmadan yazılan yazı. * Çoğaltmak suretiyle. neşren : Yayılmak suretiyle, neşir yoluyla. Yazarak, dağıtarak. neşrî : Neşir ile alâkalı. nesrin : Yabani gül. neşriyât : Gazete, kitap, radyo ve sâir vasıtalarla neşrolunmuş, yayılmış şeyler. ness : İfşa etmek, açıklamak. * Gayret ve hamiyyet etmek. ◊ Sürmek, sevk. * Kurumak.neşş : Kaynamak, galeyan. * Her nesnenin yarısı. * Davarın tezce derisini yüzüp etinden ayırıp çıkarmak. * Yirmi dirhem. * Karıştırmak. neşşab : Okçu, ot atan. nessabe : Nesepleri iyi bilen kimse. neşşabe : Ok yapıcılık, ok yapma sanatı. nessac : Dokuyucu, dokuyan, çuhacı. nessaf : Gagası büyük bir kuş. neşşaf : Bir şeyi kendine çeken. * Emen. neşşal : Pişmemiş yemeğe saldıran. nessar : Dağıtan, saçan, neşreden. * Parlatan. nest : Sâkin olmak. neşt : Yılan sokmak ve ısırmak. * Bir yerden bir yere gitmek. * Çözmek. * Çıkarmak. * İpi bağlamak. nesteinu : Biz senden yardım, inayet dileriz, istiane ederiz meâlinde duâ. nester : (Nesteren-Nesterin-Nesterun) f. Ağustos gülü, yaban gülü. neşter : Ameliyat bıçağı. Hekim bıçağı. nesterinzar : f. Gül bahçesi. Güllük. nesuc : Üstünde yük doğru durmayan deve. neşur : Ziyadesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan. neşut : Bir balık cinsi. * Kovası katı çekilmeyince su çıkmayan kuyu. nesv : İzhar etmek, göstermek, açıklamak. neşv : f. Canlıların büyümesi, yetişmesi, boy atması. * Yeniden hayata gelmek. neşv ü nema : Büyümek ve gelişmek. neşvan : Sarhoş. neşvar : Davar gevişi. neşvat : (Neşvet. C.) Keşifler, neş'eler, sevinçler. neşve : (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif. * Büyümek ve yetişmek. * Koklamak. * Rayiha. * Bir şeyi tekrarlamak. * Mest ve sarhoş olmak. * İyice duyup vâkıf olmak. neşvebahş : f. Keyif ve neşe veren. Neşelendiren. neşvedâr : f. Keyifli, neşeli. neşvegâh : f. Neşe ve keyif yeri. neşvemend : f. Keyifli, neşeli. neşverüba : f. Neş'e verici. neşvet : Keyif, neşe. Sevinç sarhoşluğu. neşveyab : f. Neşeli, keyifli. nesy : Unutma, nisyan. * Unutulmuş. nesyen mensiyyen : Tamamıyla unutulmuş, tamamen hatırdan çıkmış. neşz : (C.: Enşâz-Nişâz) Yüksek yer. neta : (Nütü') Yaranın şişmesi. * Yüksek olmak. netaic : (Netayic) (Netice. C.) Neticeler. netane : Çirkin kokmak, pis kokmak. netb (nütüb) : Büyük olmak, gövdeli olmak. netc : Doğurmak. netf : Kıl yolma. netg : Alayla gülmek. * Bir kimseyi ayıplamak. neth : Koparmak. * Çıkarmak. ◊ Terlemek, sızmak.netice : (C.: Netâic) Son, gaye. Semere, hülâsa. * Döl, evlâd. neticebahş : f. Neticelendiren, sonuçlandıran. Netice veren. neticepezir : f. Son bulmuş, neticelenmiş. netk : Atmak. * Yüzmek. * Kendine çekmek, cezbetmek. * Depretmek, silkmek, harekete geçirmek. * Oğlu ve kızı çok olmak. ◊ Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek.netl (netel) : Önüne çekmek. * Deve kuşu yumurtasının içini su ile doldurup bir yere gömmek. netn : Fena kokmak. Kötü, kerih koku. netnun : Bir ağaç cinsi. netr : Cezbetmek, kendine çekmek. * Taan etmek, çekiştirmek. * Bozulmak, fâsid ve zâyi olmak. nets : Deri yüzmek. * Bir şeyin yerinden ayrılması. netş : Çıkarmak. * Yolmak. netuc : Çıkma. *Ağaç posası. neur : Çivit. neuzü : Sığınırız meâlinde fiil. nev : f. Yeni, tâze, cedid. Son zamanda çıkmış. nev' : Çeşit, sınıf, cins. * Taleb etmek. Meyletmek, eğilmek. İki yana sallanmak. nev'an : Cins bakımından, çeşitçe. * Biraz. nev'î : Nev'e ait, çeşit ile alâkalı. nev'i şahsina münhasir : Sadece şahsına benzer çeşit, başka benzeri olmayan. Eşi bulunmaz olan. nev'umma : Bir derece, bir suretle. nev-a-nev : f. Yeni yeni. nev-amuz : f. Acemi. Yeni alışan. nev-arus : (C.: Nev-arusân) f. Yeni gelin. nev-ayin : f. Yeni tarz, yeni üslub. * Yeni üslub çıkaran. nev-icad : f. Evvelce yok iken sonradan yapılmış. Yeniden meydana getirilmiş. nev-inan : f. Acemi at, bineğe yeni alıştırılan at. neva : f. Ahenk, ses, güzel sadâ, nağme, avaz. * Musikide bir makam ismi. * İntizamlı hâl. * Azık, zahire, rızık. ◊ Bir yerden bir yere nakletmek. * Hıfzetmek, korumak. * Sohbet etmek. More…neva-saz : f. Çalgıcı, okuyucu. nevabig : (Nâbiga. C.) Şerefli ve ulu kimseler. * Sonradan şâir olan kişiler. nevabit : (Nabite. C.) Nebatlar. Bitkiler. * İmar ve ihdas. * Dünya ahvâlinden habersiz. * Taze, genç kimse. nevabiz : (Nâbıza. C.) Nabız damarları. nevaciz : (Nâciz. C.) Azı dişlerinin arkasındaki altlı üstlü bulunan dişler. nevad : f. Zarar, ziyan, hasar. * Mahzen. * Dil. nevade : Torun. nevadi : (Nâdi. C.) Toplantılar, meclisler. nevadir : Az olanlar, nâdirler. nevafil : (Nâfile. C.) Farz ve vâcib olandan başka ibadetler. Nâfile (yani sevab için kılınan) namaz veya tutulan oruçlar. nevafis : (Nefsâ. C.) Loğusalar. Yeni doğum yapmış kadınlar. nevager : f. Okuyucu, hânende. nevah : Kül renkli beyaza benzer kumru gibi bir kuş cinsidir ve sesi gayet lâtiftir. nevahi : (Nehy. den) Yasak edilmiş şeyler. * Allah (C.C.)tarafından menedilmiş olanlar. ◊ (Nahiye. C.) Taraflar, yanlar, nahiyeler.nevaht : f. Okşama. * Saz çalma. nevahte : f. Okşanmış. * Saz çalmış. nevahten : f. Çalgı veya saz çaldırmak. nevaî : f. Ahenkle, makamla ilgili. nevaib : (Naibe. C.) Musibetler, kazalar, belâlar. nevair : (Naire. C.) Ateşler, alevler. ◊ (Naure. C.) Bostan dolapları.nevaket : Hamakat, ahmaklık. nevakis : (Nakus. C.) Çanlar. İbadet vakitlerinde kiliselerde çalınan çanlar. ◊ (Nâkis. C.) Başlarını devamlı olarak önlerine eğen adamlar. ◊ (Noksan. C.) Eksiklikler, noksanlar.neval(e) : Bahşiş. Kısmet, tâli', nasib. * Yiyecek içecek. * Bir tek porsiyon. nevale-çin : f. Yiyecek toplayan, kısmetini alan. nevamis : (Namus. C.) Namuslar, kanunlar, şeriatlar. (Bak: Desâtir) nevar : (C.: Niver) Ürkmek, korkmak. nevasi : (Nâsiye. C.) Alınlar. * Bir topluluğun ileri gelenleri. Ulular. ◊ İyi cins bir beyaz üzüm.nevat : Çekirdek, hurma çekirdeği. * Yirmi veya on adet. * Bir veya on okka altın. Beş dirhem altın. * Düşman. nevati : (Nevtî. C.) Gemiciler. nevatih : şiddetler. nevatir : (Nâtur. C.) Hamam hademeleri. * Bostan bekçileri. ◊ Kirişi kesik olan yay.nevaye : Devenin semiz olması. nevaz : f. Okşayıcı, taltif edici, iyi edici. (Bak: Nüvaz) nevazende : f. Okşayan, okşayıcı. nevazic : (Nâzıc. C.) Kıvama gelmişler, olgunlaşmışlar. nevazil : Nezleler. * Hâdiseler. Belâlar. nevaziş : (Nüvaziş) f. Okşayış, iltifat. nevazişgâr : f. Gönül alan, okşayan. İltifat eden. nevazişgârane : f. Gönül alarak, okşayarak, iltifat ederek. nevb : Yakınlık. * İsabet. nevbahar : f. İlkbahar. nevbaharî : f. İlkbaharla ilgili. nevbave : f. Yeni yeşillik. * Turfanda yemiş. * Hediye, armağan. nevbe : (C.: Nüveb) Nöbet. nevbenev : f. Tâzeden tâzeye. Yeniden yeniye. nevber : f. Turfanda meyve. * Memeleri yeni belirmeye başlamış kız. nevbet : Nöbet, sıra. Sıra ile görülen iş. nevbet-zen : f. Belirli vaktin geldiğini bildiren, nöbet çalan. nevbetî : f. Mehter başı. nevbünyan : f. Yeni yapılı, yeni yapılmış. nevbüride : f. Yeni koparılmış, yeni kesilmiş. nevcah : f. Bir makama veya memuriyete yeni geçmiş olan. * Tahta yeni oturmuş (padişah). nevcet : Fırtına. nevcivan : f. Genç, delikanlı. nevcivanî : Gençlik, delikanlılık. nevdel : Sarkık ve sülpük olmak. neve : Torun. neved : f. Doksan. 90 nevend : (Nevende) f. Postacı. Atlı postacı. * Hızlı giden at. neverd : f. Dönen, gezen, dolaşan. nevesan : Kımıldama, hareket etme. nevey : (Nevât. C.) Çekirdekler. neveyat : (Nevâ) Nüveler, çekirdekler. nevf : (C.: Envâf) Hörgüç. * Uzun ve yüksek olmak. nevfel : Deniz, derya, bahr. * Atâsı çok olan kişi. Çok bahşiş dağıtan. nevfele : Tuzluk. nevfer : Nilüfer çiçeği. nevgüşade : f. Yeni açılmış. nevh : Yükseltmek, yüceltmek. * Kuvvetli ve kavi olmak. nevh (nevha) : Ağıt etmek. * Bağırıp çağırarak sesle ağlamak. nevha : Ölüye sesli ağlamak. * Nağme ile güvercin ötmesi. nevhast : Taze ve genç hayvan. nevhat : Sakalı yeni çıkmış genç. nevheves : (C.: Nevhevesân) f. Bir işe yeni olarak ve büyük bir hevesle başlayan. * Sık sık iş değiştiren. Hevesi çabuk geçen. nevhiz : f. Genç, taze. * Yeni çıkmış, yeni yetişmiş. nevi : f. Yenilik. nevid : f. Müjde, beşaret, iyi ve sevinçli haber. nevin : f. Yeni, yepyeni, yeni şey. nevis : Kuvvet. nevk : f. Sivri uç. nevka : Ahmak, akılsız kimse. nevkar : f. Acemi. İşe yeni başlamış. nevl : Yolcuların verdiği vapur parası. Gemi kirâsı. * Bahşiş, atiyye. nevm : Uyku. Uyumak. Rüya. * Sönmek. Sükun. (Bak: Kaylule) nevmî : Uyku ile alâkalı, uykuya âit. nevmid : f. Ümidsiz, me'yus, mükedder, cesareti kırılmış. nevmidâne : f. Ümitsizce, kederli ve ümidsiz olarak. nevmidî : Ümidsizlik, cesaret kırıklığı. nevnihal : f. Taze fidan, yeni filiz. nevniyaz : f. İşe yeni başlayan. nevpeyda : f. Yeni çıkma. nevr : (C.: Envâr) Parlaklık. * Ağaç çiçeği. Tomurcuk. nevrah : f. İlk olarak seyahata çıkan. Yeni yolcu. * Yeni yol. nevrec : (Nevâric) Kağnı. nevred : f. Gezen, yol alan, dolaşan. nevres : 'Su kuşlarından mavi renkli bir kuştur; başının yarısı siyah yarısı beyaz olur; güvercin büyüklüğündedir. Su üstüne yakın uçar ve balık gördüğü gibi kapar.' ◊ More…nevresid : f. Yeni yetişmiş, yeni yetişme. nevreside : f. Yeni yetişmiş, yeni yetişme. * Tâze, genç. nevresidegân : (Nev-reside. C.) Yeni olgunlaşmağa başlamış olanlar, yeni yetişmeler. Gençler, tazeler. nevresm : f. Yeni çıkma. * Yeni moda. nevreste : (C.: Nevrestegân) f. Yeni yetişmiş, yeni bitmiş, yeni meydana gelmiş, yeni hâsıl olmuş. nevroz : Fr. Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı. nevrüste : f. Yeni yetişme. nevruz : f. Yeni gün. İlkbahar. Baharın ilk günü sayılan ve güneşin Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22 Marta rastlayan gün. Bu tarihte gece ve gündüz müsâvi olur. İranlıların yılbaşısıdır. nevruziye : Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume. nevs : Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Kaçmak, firar etmek. * Vahşi hımar, yabani eşek. ◊ Asılmış olan bir şeyin hareket etmesi, sallanması. Hareket etme. Deprenme.nevş : Bir şeyi el uzatıp almak ve istemek. * Yürümek. * Sür'atle deprenip kalkmak. * Alıp yemek. nevşah : f. Yeni dal. * Yeni bitmiş geyik boynuzu. nevsale : f. Genç. Küçük. Tâze. nevşe : f. Genç hükümdar. * Yeni damat. nevsefer : f. Yeni yolculuğa çıkan. nevşüküfte : f. Yeni açılmış (çiçek). nevt : (C.: Envât-Niyât) Bir yere asma. Kaldırma. nevta : Göğüste olur bir verem. nevtî : Gemici. nevür : Çivit. * Damga için kullanılan içyağı isi. nevvab : Nâiblik eden. Birinin yerine vekil olarak iş gören. nevvah(e) : Ağlayan, çığlık koparan. nevvar(e) : Nurlu, aydın. Aydınlık. nevz : (C.: Envâz) Dere, vâdi. nevzad : f. Yeni doğmuş. * Yeni doğmuş çocuk. nevzemin : f. Yeni çeşit, yeni tarz. nevzuhur : f. Yeni çıkma. Yeni zuhur etme. ney : Kamıştan yapılan damaksız düdük. * Kamış kalem. * Mc: Kâmil insan. * Farsçada : Yokluk. (Bak: Nay) ney' : Susuzluk. * Meyletmek, eğilmek. neyb : Dişle ısırmak. neyçe : f. Küçük ney. neydelan : Kâbus denilen ağırlık ki uyku arasında olur. neyelan : İsteğe ulaşma. Arzulanan şeye vâsıl olma. neyfak : Tilki derisinden olan kürk. neyh : Vücudun kemikleri taze iken pekişmek. neyistan : f. Kamışlık, sazlık. neyk : Cima etmek. neyl : Merama erme. İsteğe ulaşma. * Ulaşılan şey. neynüfer : Nilüfer çiçeği. neypare : f. Kamış parçası. neyrenc : (C.: Neyrencât) Tılsım. neyrencât : (Neyrenc. C.) Tılsımlar. neyrib : Koğuculuk, dedikoduculuk. neyruz : Yaz günü. neyseb : Karıncaların birbirine bitişerek yol almaları. neyşeker : f. Şeker kamışı. neysitan : f. Sazlık, kamışlık. neyt : Cenaze. * Ölüm. * Duâda tazarru etmek. * Tıb: Kalbin asılı olduğu damar. * Derinliği adam boyu miktarı olan kuyu. ◊ İnlemek. * Şiddetle teneffüs etmek.neytal : (C: Neyatîl) Belâ, musibet, felâket, meşakkat. * Kova. * İçki ölçeği. neyy : Pişmemiş çiğ et vs. * Devenin semiz olması. * Semiz ve besili deve. neyyif : Küsur. Ziyade. Artık. Fazla. * İhsan. * Yakın. neyyir : (Nur. dan) Nurlu, parlak, ışıklı cisim. * Yıldız. Cisim halindeki nur. * Güneş, şems. neyyirat : (Neyyir. C.) Nurlular, nur saçanlar. neyyireyn : Cisimlenmiş iki nur, yâni: Güneş ile Ay. neyz : Çok olmak. neyzar : f. Kamışlık, sazlık. nez' : Çekip koparmak, ayırmak. * Can çekişmek. * Çekip almak. Kuyudan kovayı çekip çıkarmak. * Saymak. * Kaldırmak, yok etmek. ◊ Halkı birbirine düşürmek, ifsâd, bozmak.neza' : Başta, alnın iki yanında saç olmayan açık yer. nezafet : Temizlik, paklık, pakizelik. nezahet : Ahlâk temizliği, temizlik. * İncelik, rikkat. nezair : (Nazire. C.) Nazireler, benzerler, emsâl olanlar. nezaket : Naziklik, incelik, zariflik. Kaba olmamak. Edeb, terbiye. nezale : Sefillik. * Hasislik. nezare : Azlık. Kıllet. ◊ Korkutmak.nezaret : (Nedâret) Tazelik. Parlaklık. Letafet. nezaret (t) : (Nazar. dan) Bakmak, seyir, bakış. * Nâzırlık etmek. Göz etmek. * Tenezzüh. * Reislik. * Vekillik, nâzırlık, bakanlık. nezaza : Az olmak, kıllet. * Her nesnenin bakiyyesi, artığı ve âhiri. nezb : Çağırmak. * Ses, sadâ, savt. nezd : f. Yan. Yakın. Karib. * Göre, nazarında, fikrince. (Arapçadaki 'ind' mânâsındadır) nezdik : f. Yakın, karib. neze : Hafif deve. nezel : Menzil, mekân. nezele : Akmak, seyelan. nezevan : Atlama, sıçrama. nezf : Kuyunun suyunu tamamen boşaltma. * Aklı gitme, sarhoş olma. Zevâle gitme. nezg : İfsad etmek, halk içine fitne ve fesad bırakmak. Vesvese. nezga : Taan etmek, çekiştirmek. nezh : (Nezih) Nezihlik, temizlik, saflık. * Hiçbir kötü hareketi olmamak. * Kerim, pak, pâkize. nezia : (C.: Nezâyı') Aşiretinden başkasına nikâhlanmış olan kadın. nezib (nezâb) : Geyik ve sair hayvanların cima zamanı çıkardıkları ses. nezif : (Nezf. den) Çok kan kaybından kuvvetsiz kalan kimse. * Sarhoş kimse. nezih : (Nezihe) Pâk, temiz. (Bak: Nezh) nezihâne : f. Temizce, iyice, güzelce. nezil : Misafir. İnen, konan. ◊ Menzil, mekân.nezir : (Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ('Beşir' in zıddıdır) * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup More…nezire : Nezredilmiş olan şey, adak. nezk : Yaramaz söz. * Süngü ile vurmak. nezk $ : Hafiflik. * Acele. * Sebkat. nezle : (C.: Nevâzil) Burnun akmasını mucib olan hastalık. * Vücudun herhangi bir organından cerahat veya başka bir maddenin akması. nezr : Adak adamak. * Fık: Cenab-ı Hakka ta'zim için mübah bir fiilin yapılmasını deruhde etmek, öyle bir işin yapılmasını kendi nefsine vacib kılmaktır. ◊ Suâlde ısrar etmek. * More…nezur : Evlâdı az olan kadın. nezv : Sıçramak. nezz : Hafif zeki kimse. * Susuz nadas. nezzam : Nizâm veren, düzenleyen, tertipleyen. nezzare : Seyirci, seyreden, bakan. Nezaret eden, müfettiş, mürakabe ve kontrol eden. Vekillik eden. ni : f. Nefy edatıdır. (Bak: Na-Ne) ni'me : Ne iyi, ne âlâ, ne güzel. ◊ (C.: Niam) Mal. * Sanat.ni'met : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık. ni'met-şinas : f. Kendisine yapılan iyiliği bilip unutmayan. ni'tal : Kova. niac : (Na'ce C.) Dişi koyunlar. nial : (Na'l. C.) Ayakkabılar, pabuçlar. * Hayvanların ayaklarına çakılan demirler, nallar. niam : (Ni'met. C.) İyilikler. Yiyecekler. Nimetler. * Hidayetler. nibah : Köpek havlaması. nibal : Küçük tepe. * (Nebl. C.) Oklar. nibras : (Süryânice) Lâmba, çıra. nibz : Hurma ağacının dış kabuğu. nicad : Kılıç bağı. nicaf : Kapının üst eşiği. nicar : Asıl. nida' : Seslenmek, çağırmak, haykırmak, bağırmak. Ses vermek. * Gr: ünlem (!) nidal : (Nizâl) Özür beyan ederek bir zararı def etmek. nidd : Aynı, eş. Benzer, denk. nidre : Et parçası. nifa' : Menfaat, fayda. nifak : Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. * İhtiyaca sarf olunacak şeyler. nifakî : Nifakla alâkalı. nifar : İntikal etmek, göçmek. * Dağılıp kaçmak. * Ürkme, korkma, çekinme. * Nefret gösterme. nifas : Yeni doğurmuş kadının hâli. Loğusalık. Böyle bir kadına 'Nüfesâ' da denir. Hanefi Mezhebine göre bu hâl kırk gün devam eder. nifaz : Çocuğa sarılan bez. Çocuk bezi. nigâh : (Nigeh) f. Bakmak, nazar etmek. Bakış. nigâhban : Bekçi. Gözcü. Gözleyen. nigâhbanî : f. Bekçilik, gözcülük. nigâhdar : f. Bekçi, gözcü. * Koruyucu, muhafaza eden, saklayıcı. nigâl : f. Ateşli kömür parçası. nigâr : f. Güzel yüzlü sevgili. * Nakış. Resim. * Nakşeden. * Put, sânem. * Resmi yapılmış, resmedilmiş. nigârende : f. Ressam. nigârhane : f. Resim ve heykeller bulunan yer. Resim ve heykel sergisi. * Ressamların çalıştıkları atölye. * Puthâne. * Güzelleri çok olan yer. nigârin : f. Resim gibi güzel sevgili. * Resimlerle ve nakışlarla süslü. nigâriş : f. Resim yapma. Tasvir yapma. nigâristan : f. Resim ve heykel sergisi. * Güzelleri çok olan yer. * Puthane. nigâşte : f. Resmolunmuş. Musavver. * Yazılmış. nigeh : (Bak: Nigâh) nigeh-endâz : f. Bakan, bakıcı, bakıveren. nigehbân : f. Gözcü, gözetici, bekçi. nigehbânî : f. Bekçilik, gözcülük. nigehdâr : f. Gözcü, bekçi. * Saklayıcı, koruyucu. nigeran : f. Bakıveren, bakıcı. nigin : f. Mühür, hâtem. * Yüzük. nigindân : f. Yüzük mahfazası, yüzük kutusu. niginsây : f. Mühür kazıcı. Hakkak. nigu : f. Güzel, iyi, hasen. niguhâh : f. Hayır temenni eden, iyilik isteyen. niguhide : f. Çekiştirilmiş, zemmolunmuş, gıybet edilmiş. niguhiş : f. Çekiştirme, gıybet, zemm. nigun : f. Tersine dönmüş, altüst olmuş, başaşağı. * Ters, uğursuz, aksi. nigunbaht : f. Tâlihi ters dönmüş, tâlihsiz, şanssız. nigunsâr : f. Başaşağı. nih : f. (Nihâden: 'Koymak' mastarından emir kökü) Koy. * Memleket, şehir, belde. niha (niyâha) : Yas tutmak. nihab : (Nehb. C.) Çapullar, yağmalar. nihad : f. Huy, tabiat, hilkat, bünye, yaratılış. nihade : f. Konmuş, konulmuş. nihadî : f. Yaradılışta olan, fıtrî. nihaf : (Nahif. C.) Cılız, zayıf kimseler. nihaî : (Nihâiye) Sona ait, son ile alâkalı, sonuncu. nihal : f. Taze, düzgün. Fidan, sürgün. nihalan : (Nihal. C.) f. Taze fidanlar, sürgünler. nihale : f. Yeni, taze fidan. * Avcı korkuluğu. * Sahan altlığı. * Döşenecek şey. Döşeme. nihalî : f. Sahan altlığı. nihalistan : f. Fidanlık. nihan : f. Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. * Sır. nihanhane : f. Saklanacak yer. Mağara, bodrum, mahzen. nihanî : f. Gizlilik, saklılık. nihas : Kağnı tekerleğinin etrafına takılan çenber, yuvarlak demir. * Kavafların kullandığı nesne. ◊ Asıl. Tabiat.nihavend : İran'ın batı tarafında meşhur bir şehir adı. * Musikide bir makam. nihavendî : f. Nihavend şehrine ait. Nihavendli. nihayet : Son, uç, son derece. * Çok. nihle : Cenab-ı Hakk'ın ihsanı. Atıyye. * Millet. * Yol. Tarik. * Diyânet. Mezheb. ◊ (C.: Nihal) Millet. * Yol. * Diyânet. * Bahşiş, atâ. * Dâva.nihrir : (C.: Nahârir) Tecrübeli, bilgili, fâzıl, âlim, mâhir kimse. nihv (nihâ) : (C.: Enhâ) Tulum. Yağ tulumu. nihvar : f. Gururlu, kibirli, kendini beğenmiş adam. nihy : Gölcük. nijad : f. Nesil, soy, neseb. * Cibilliyet, tabiat. nijm : f. Bazı kış sabahları inen koyu sis. nik : (C.: Niyâk) Dağın yüksek yeri, dağ tepesi. * Kızgın, hiddetli, gadaplı kimse. ◊ f. İyi, güzel, hoş.nik ü bed : İyi ve kötü. nik-terin : f. Çok iyi, hepsinden iyi olan. nikab : Yüz örtüsü, peçe, perde. nikabe (nekabe) : Kâhyalık. * Ululuk. nikâbet : Rüzgârın ters yönlerden esmesi. nikâh : Evlenme. Şeriata uygun şekilde evlenme. * Resmi evlenme muâmelesi. (Bak: Mücâhede) nikahter : (Nik - ahter) f. Tâlihli, şanslı, mutlu. nikal : Devenin suyu içip gittikten sonra gelip yine içmesi. nikâl : f. Ateşli kömür parçası. ◊ Dizgin demiri.nikam : (Nikmet. C.) İntikamlar, öc almalar. nikan : (Nik. C.) f. İyiler, iyi kimseler. nikar : İnat. Kin. nikaşe : Nakış yapma san'atı. Nakışçılık. nikat : (Nokta. C.) Noktalar. nikât : (Nükte. C.) Nükteler. İnce mânâlar. * İnce mânâlı, şakalı ve zarif sözler. nikâyet : Düşmanı kılıçtan geçirme. nikbaht : (Nîk-baht) f. Bahtlı, tâlihli, şanslı. nikbaz : (Nîk-bâz) f. Davranışları ve işleri iyi olan. nikbe : (C.: Nakıb) Zarar ve ayıp verecek derece eziyet. nikbin : (Nîk-bin) f. İyi gören, iyimser, her şeyi iyi tarafından gören. nikda : Yaş kanbel otu. nikendiş : (Nîk-endiş) f. Her vakit iyilik düşünen. Herkesin iyiliğini istiyen. nikfercam : (Nîk-fercâm) f. Sonu, âkıbeti hayırlı ve iyi olan. nikhaslet : (Nîk-haslet) f. Ahlâkı ve huyu iyi olan. nikhu : f. Güzel huylu, iyi huylu. nikî : f. İyilik, iyi olma. nikk : Kurbağa sesi. nikkirdar : (Nîk-kirdâr) f. Hareket ve davranışları iyi ve beğenilir olan. nikl : (C.: Enkâl) Köstek. * Kayd. * Dizgin demiri. nikmanzar : (Nîk-manzar) f. Görünüşü ve manzarası güzel olan. nikmet : Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat. ◊ (Bak: Nikmet)niknam : f. İyi nam kazanmış, iyi ünlü. niknihad : (Nîk-nihâd) İyi huylu. nikris : (Nıkrîs) (C.: Nekaris) Ayak ağrısı. niks : Elbisenin ve örülmüş şeylerin eskilerini bozup gidermek, tekrar yine iplik yapmaya kabil olanı ip eğirip yenilemek. ◊ Ters doğan çocuk. * Zayıf ve cılız adam.nikter : (Nik-ter) f. Çok beğenilmiş, çok iyi. niku : Güzel, iyi, hoş. nikubaht : f. Bahtı açık. nikukâr : f. İşleri doğru ve iyi olan, iyi işli. nikuyî : f. Güzellik, iyilik. niky : İlik. nikz : (C.: Enkaz) Bina yıkıntısı. nil : Mısır'ın bir nevi hayat menbaı olan en büyük nehrinin ismi. ◊ Vesime adı verilen boya otu. * Çivit boyası.nile : f. Çivit. nilî : Mavi, çivit rengi. nilî perde : Gökyüzü, sema. nilu-berg : f. Nilüfer. nilüfer : f. Beyaz, mavi ve sarı çiçekler açan bir cins su bitkisi. * Bursa yakınlarında akan bir akarsu. nim : f. Yarım, nısf, buçuk, yarı. ◊ Eski kürk. * Bir ot cinsi.nimal : (Neml. C.) Karıncalar. nimar : (Nimr. C.) Kaplanlar. nimat : (Nemat. C.) Örtüler, ihramlar. nimbismil : f. İyice boğazlanmayıp yarı kesilmiş olan. nime : f. Yarım, nısf, yarı. nime nime : f. Parça parça, yarım yarım. nimgerm : f. Pek sıcak olmayan. Ilık. nimhab : f. Yarı uykulu, mahmur. nimhande : f. Gülümseme, tebessüm. nimküşte : f. Yarı öldürülmüş, yarı kesilmiş olan. nimlahza : f. Yarım bakış. Gözucuyla bakış. * Çok kısa zaman. nimmanzur : f. Yarı görülen. Bulanık olarak görülen. nimmest : f. Sarhoşça. nimmürde : f. Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan. nimmuzlim : f. Yarı karanlık. nimnigâh : f. Yarı bakış. Gözucuyla bakma. nimnime : Birbirlerine yakın çizgiler. * Tırnakta olan beyazlık. nimnimeteyn : Tırnak işareti. nimpuhte : f. Tam pişmemiş, yarı pişmiş. nimr : (C.: Enmâr - Nümur - Nimâr) Kaplan. nimre : Dişi kaplan. nimres : f. Yarı ham, yarı olgunlaşmış olan. nimruz : f. Yarı gün, öğle. nims : Firavun faresi dedikleri küçük hayvan. * Sansar. ◊ Bir ot cinsi.nimşeb : f. Geceyarısı. nimsüfte : f. Yarım olarak söylenmiş, tam denmemiş. nimten : f. Mintan. nimzinde : Yarı canlı. Ölü ile diri arası. nimzulmet : f. Yarı karanlık. ninan : (Nun. C.) Balıklar, semekler. nir : (C.: Nirân-Enyâr) Öküz boyunduruğu. * Bez damgası. * Irgaç. niran : (Nur ve Nâr. C.) Nurlar, ziyalar. Ateşler, nârlar. nirenc : (C.: Nirencât) Düzen, hile. * Resim, taslak. nireng : f. Düzen, hile, aldatmaca. * Taslak, resim. * Büyü, efsun. niru : f. Kuvvet, güç, zor. nirumend : f. Güçlü, kuvvetli, zorlu. nirumendî : f. Kuvvetlilik, zorluluk, güçlülük. niş : f. (Arı, akrep gibi böceklerde olan) İğne. * Diken. * Ağu, zehir. nis' : (C.: Ensu') Gizlemek. * Gitmek. * Sarkık olmak. * Kuzey rüzgârı. nis'a : (C.: Nüsu'-Ensu'-Ensâ') Devenin göğsü için yapılan enli kolan. nisa : (C.: Nisvân) Kadınlar. nişa : f. Nişasta. nisa suresi : Kur'an-ı Kerim'in dördüncü suresi. nisa' : Bir cins beyaz elbise. nisab : 'Zekât ölçüsü, ölçü miktarı. * Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı. * Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had. * Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 More…nisacet : Dokumacılık. nişad : Bir kimseye yemin vermek. nisaf : Bir şeyi tam olarak ikiye bölme. nisaî : (Nisâiye) Kadınlarla alâkalı, kadınlara dâir. nisal : (Nasl. C.) Ok ve kargı gibi şeylerin uçlarındaki sivri demirler. nişan(e) : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya More…nişande : Hedef. Nişan olarak dikilmiş şey. nişane : (Bak: Nişan) nişangâh : f. Hedef yeri. Nişan tahtası. * Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım. nisar : Saçan, saçıcı mânasına gelir ve kelimeleri sıfatlandırır. Meselâ: Pertev-nisar $ : Işık saçan. ◊ Saçmak, dağıtmak. * İ'ta etmek. Vermek.nisarçin : f. Saçılan şeyleri toplayan. nisbet : Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü. * Rağmen. İnat olarak. İnat olsun diye. nisbeten : Nisbetle, kıyaslanarak. Öncekine göre. Bir dereceye kadar. Şöyle böyle. nisbî : (Nisbiye) Kıyaslama ile olan. Diğerine, öncekine göre. Diğerlerine göre kıyaslıyarak olan. Nisbete, ölçüye göre. nişde (nişdân) : Talep etmek, istemek. * Söz vermek, and vermek. nişdet : Araştırıp sorma. * Kaybolan bir şeyi arama. nişe : f. Çoban düdüğü. Kaval. niseb : Nisbetler, kıyaslamalar ve ölçüler. nişest : f. Oturan. nişeste : (C.: Nişeste-gân) f. Oturan, oturmuş. nişeste-gân : (Nişeste. C.) f. Oturanlar, oturmuş olanlar. nişestgâh : f. Oturacak yer. nisf : Yarım, yarı. nisfet : (Bak: Nasfet) nisfiyet : Yarımlık. Yarı yarıya bölme. nish (nisâh) : Terzilik. * Bir şeyi temizleyip yaramazını içinden çıkarıp hâlis yapmak. nişhar : f. Diken batmış, iğnelenmiş. nişib : f. (Yukarıdan aşağıya) iniş. nişib ü firaz : İniş ve yokuş. nişibgâh : f. Çukur yer. nişimen : f. Oturacak yer. nişimengâh : f. Durak, yurt. Toplanılacak yer. nişin : f. 'Oturan, oturmuş' gibi mânâya gelir ve başka kelimelerle birleşir. nişinende : f. Oturan, oturucu. nist : f. Değildir, yoktur. nişter : f. Hekim bıçağı, neşter. nistî : f. Yokluk, adem. nisun : (Nisvan. C.) Kadınlar. nisvan : (Nisa. C.) Kadınlar. Nisalar. nişve : Koklamak. * Bilmek. * Haber vermek. nisvî : Nisa taifesine mensub. Kadınlarla alâkalı. nisyan : Unutmak, hatırdan çıkarmak. nit' : Ağız tavanının pütür yerleri. nita' : (C.: Nutu') Deri döşek. nitab : Baş. * Boyun damarı. nitac : Yavrulama, yavru doğurma. nitaf : (Nutfe. C.) Saf ve duru sular. ◊ Ter.nitah : Tos vurma, toslaşma. Boynuzla vurma. * Vuruşup kavga etme. nitak : Kemer, kuşak. * Kuşak yeri. * Peştemal. nitasî : Anlayışlı tabib, doktor. nitnit : Uzun boylu adam. niva : Düşmanlık. * Besili, semiz deve. nive : f. İnleme, ağlama, sızlanma. nivend : f. İdrak, anlayış, akıl. niver : f. Âlemde meydana gelen hâdiseler, haller. niya : (C.: Niyâgân) Dede, cedd. niyabe : Nöbet. niyabet : Nâiblik, vekillik. Kadı vekilliği. niyagân : (Niyâ. C.) Dedeler, ceddler. Ecdad. niyam : (Nâim. C.) (Nevm. den) Uykuda olanlar, uyuyanlar. ◊ f. Kılıf, kın. Kılıç kını.niyamger : (C.: Niyamgerân) Kın veya kılıf yapan san'atkâr. niyar : (Nâr. C.) Ateşler. niyat : (Niyâta) Bir damar ismi (yürek onunla bağlıdır.) ◊ (Niyet. C.) Niyetler.niyaz : f. Yalvarma, yakarma. Dua. * Rağbet ve istek. * Hâcet, ihtiyaç. niyazkâr : f. Yalvarıp yakaran. Dua eden. İhtiyacı olan. niyazkârâne : Yalvararak, niyaz ederek. * Muhtaç olarak, muhtaçlıkla. niyazmend : (C.: Niyazmendân) f. İhtiyacı olan, muhtaç. * Yalvaran, yakaran, niyaz eden. niyere : (Nâr. C.) Ateşler. niyet : Kasd. Kalbin bir şeye yönelmesi. niylec : Çivit. niyy : Çiğ, olmamış, ham. niyyat : (Niyet. C.) Niyetler. niza : Cima etmek. niza' : Çekişme, kavga. nizal : Nişan, işaret, alâmet. nizam : Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış. * İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide. * Bir işin sebat ve kıyamına medar, More…nizamât : (Nizam. C.) Nizamlar, muntazam şeyler, düzenler. nizamen : Nizam dairesinde. Nizama ve kanuna tabi olarak. nizamî : Düzenli, tertipli, usulüne uygun. * Kanun ve nizama ait, onunla alâkalı. nizamiye : İlk askerlik devresi. * Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire. * Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı. nizar : Korkutup, uygunsuz şeylerden vazgeçirmek için söylenilen söz. ◊ (C.: Nuzarâ-Nizâr) Her nesnenin misli ve benzeri. Nazir. ◊ Zayıf, arık, düşkün, bitkin.nizaret : f. Zayıflık, arıklık. nize : Mızrak. nizedâr : f. Mızraklı. Kargılı. Süngülü. nizek : f. Câriye. * Küçük mızrak, süngü. nizezen : f. Mızrakla vuran. * Mızrakçı. nizk : Küçük süngü. nizv : (C.: Nuzuv, Enzâ') Gitmek. * Sebkat etmek. * Kesmek, kat'etmek. * Çekip çıkarmak. * Bırakmak. * Zayıf deve. * Eski elbise. nobran : Sert mizaçlı, inatçı, nâzik olmayan. noksan : (Nuksan) Eksik, kusurlu, nâkıs. * Eksiklik, azlık. Eksilme, azalma. * Yokluk. noksanî : Eksiklik ve noksanlıkla alâkalı. noksaniyet : Eksiklik, noksanlık. nokta : (Nukta) Benek. * Durak, mevki. Mahâl. * Göze ârız olan leke. * Durak işareti. * Tek karakol, tek nöbetçi. * Yazıdaki durak işâreti. * Mat: Hiçbir uzunluğu olmayan şekil. noktateyn : İki nokta. normal : Fr. Kanun, usul ve âdetlere uygun olan. Uygun. * Mat: Bir eğri çizgiye teğet olan doğrunun değme noktasından bu doğruya çizilen dik çizgi. nota : (İtalyancadan) Emir ve istek bildiren yazı. * Bir şeyi sonradan hatırlamak için konan işaret. * Resmi ve siyasi mektup, muhtıra. * Mülâhazat. * Hesap pusulası. * Müziğe ait yazı. nu'fe : Erkeklerin iki yanına sallanan saçı. nu'm : Sürur, neşe, sevinç, neşat. nu'man : (Niam. C.) Dört ayaklı hayvanlar. * Kan. * İmam-ı Azam Hazretlerinin adı. * Şakayık-ı nu'man denen bir lâle çiçeği. nu'nu : Uzun boylu adam. nu'nua : Devenin boyun eti. * Horozun boyun tüyü. nu're : (C.: Near-Nerât) Eşeğin burnuna giren bir cins sinek. nu'z : Hicaz'da yetişen misvak ağacı. nuaa : Yumuşak ot. nuak (naik) : Çobanın koyuna haykırıp çağırması. nüame : Eksen. Çark veya çıkrık ortasındaki mihver. nüamî : Güney rüzgârı. nüans : Fr. İnce fark. nuas : Uyuklama, uyuşukluk. (Bak: Nüas) nüas : Uyuklama, uyku gelip basma. * Hislere ârız olan uyuşukluk ve fütur. Pineklemek. nüasî : Uyuklama ile ilgili. nübah : Havlama. nübea : (Nebi. C.) Nebiler, peygamberler. nübele : (C.: Nübel) İstincâ taşı. * Kesek parçası. nüble : İhsan, atiyye. Fazl. nübta : Atın kolanı veya karnı altında olan beyazlık. nübu' : Suyun, yerden çıkıp akması. nübub : Bitmek. nübut : Suyun, yerden çıkıp akması. nübüvvet : (Nebi. den) Peygamberlik, nebi olmak, nebilik. Allah'ın (C.C.) emriyle vazifeli olarak insanları doğru yola çağırmak. nüc'a : Otlu yer istemek. nüceba : (Necib. C.) Necib kimseler. Nesli, soyu sopu temiz ve pâk olan kişiler. nücebe : Lütuf ve keremi çok olan. Cömert insan. nüceym : Yıldızcık. Küçük parıltısı olan. Küçük yıldız. nüch (necâh) : Zafer bulmak. Hâlâs olmak. Kurtulmak. İhtiyaçlarını giderip zafer bulmak. nücme : Bir ot cinsi. nücu' : Yemeğin hazmolup sindirilmesi. * Eser yapmak. * Duhul etmek, girmek. nücum : Tulu' etmek, doğmak. * Görünmek, zuhur etmek. ◊ (Necm. C.) Yıldızlar.nücum-perest : f. Yıldıza tapanlar. nücumî : Yıldızlarla ilgili. * Yıldızlarla uğraşan. nüd'e : Mal çokluğu. * Kavs-i kuzeh. Gökkuşağı. * Et köpüğünün üstü. * İç yağı. nüda : (C.: Endâ-Endiye) Yağmur. * Boğaz ıslatıcı nesne. * Çiy, rutubet. * Atâ, bahşiş. * Sesin uzaklara gitmesi. nüdbe : Ölen bir kimsenin iyilikleri, mehasini sayılarak ağlamak. nüdema : (Nedim. C.) Nedimler. nüdfe : Atılmış az nesne. * Sağılmış az süt. nüdga : Tırnak sonunda olan beyazlık. nüdha : Genişlik, vüs'at. nüdub : (Nedebe. C.) Yara izleri, nedbeler. nuf : f. Yankı. Aks-i sadâ. nüf'e : (C.: Nifâ) Seyrek ve dağınık olan ot. nufaha : Su üzerindeki kabarcık. nüfase : Diş arasında kalan yemek parçası. nüfaz (nüfâze) : Ağaçtan veya başka birşeyden silkmekten ve hareket ettirmekten dolayı düşen nesne. nüfesa : Loğusa kadın. nüffaha : (C.: Nefehâ) Suyun üstünde olan kabarcığı. nüfha : Yüce beyaz tepe. nüfture : (C.: Nefâtir) Müteferrik, dağılmış ot. nüfuk : Helâk olmak. nüfur : Ürküp kaçma, dağılma, firar etme. * İntikal etme. * Hacıların Mina'dan Mekke'ye doğru gitmeleri. nüfus : (Nefs. C.) Nefisler, canlar, şahıslar. nüfuş (nefâş) : Yabana yayılmak. * Davarların geceleyin yayılıp çobansız otlamaları. nüfuz : Sözü geçer olmak, sözü dinlenmek. * Vücudundan işleyip geçmek. İçine alan. nüfz : Arka ve kürek eti. nüfza : Bir yere saçılmış veya dökülmüş olan kan. nügak (nagik) : Çobanın koyuna çağırıp haykırması. nugaşi : Kısa boylu adam. nugbe : (C.: Nugab) Bir içim su. nuger : f. Köle, kul. nugerî : f. Kölelik, kulluk. nugnug : (C.: Negânig) Boğaz içinde olan et. * Kulak içinde fazlalık olan nesne. nugre : (C.: Nugur-Nugrân) Serçe kuşu büyüklüğünde olup kırmızı olan bir kuşun adı. nugz (nagz) : Kürek ucuna bitişik olan kıkırdak. nüh : f. Dokuz. nuh suresi : Kur'an-ı Kerim'de 71. Suredir ve Mekkîdir. nüha : Yüksek olmak. * Miktar. * Bir kimse hakkında olan yasak ve men. nuha' : Boyun kemiği içindeki murdar ilik. nuhaa : Tükürmek. nühab : Deve öksürüğü. nühak : Eşek anırtısı. nühale : Kepek. nüham : Bir kuş cinsi. nuhame : Balgam. nühame : Tükrük. nuhas : Bakır. Bakır para. * Kızgın mâden. * Kıtr. Ateş. Tunç ve demir döğülürken sıçrayan şerâre. * Dumansız alev. * Bir şeyin aslı. * Tütün. nühas : Bakır. * Duman. (Bak: Nuhâs) nuhasî : Bakırlı, bakırla alâkalı, bakırdan. nuhat : Nahiv (gramer) âlimleri. ◊ Hıçkırma.nühat : Mağrur ve kibirli kimse. Kendini beğenmiş insan. nühate : Yonga. Talaş. nühaz : Deve öksürüğü. * Devenin göğsünde olan bir hastalık. ◊ Yokuş. * Güç yer.nuhbe : Herşeyin seçkini, iyisi. * Seçkin, seçilmiş, müntehab, güzide. * Korkak. nühbe : Gadapla ve kahirle cebren alınan mal. ◊ (C.: Nuheb) Her nesnenin iyisi.nühbur : (C.: Nehâbir) Kum yığını. nuhî : Nuh (A.S) ile ilgili. * Pek eski. nuhl : Karşılıksız hediye ve hibe. nuhla : Atiyye, hediye. nuhre : Kemik dokusunun çürümesi. ◊ Burun deliği.nuhrub : (C.: Nehârib) Kaya yarığı. * Arı kovanı. * Arı sesi. nühs : Kuş ismi. ◊ Dağ.nuht : Çocukla birlikte karından çıkan su. nühu' : Kusmak. nühud : (Nühuz) Kalkmak, kıyam etmek, yerinden yükselmek. * Şiddetle muharebe etmek. ◊ Atın iri gövdeli olması.nühüft : f. Saklı, gizli. nühüfte : f. Saklı, gizli. nühüftegî : f. Gizlilik, saklılık. nuhul : Zayıflık, arıklık. nühul : Arık, zayıf olmak. * Arılar. Bal arıları. (Bak: Nuhul) nühüm : f. Dokuzuncu. nuhur : (Nahr. C.) Ayların evvelleri. * Göğüsler. (Bak: Nahr) nühur : Akarsular, nehirler, ırmaklar. ◊ (Nahr. C.) Kurbanlar. ◊ f. Göz, basar, ayn. ◊ Ayların evvelleri.nuhuset : Uğursuzluk. nühuset : Yaramazlık, uğursuzluk. (Mübârek'in zıddı) nuhust : f. Birinci, ilk, evvel. nühust : f. İlk gelen, evvel doğan, evvelki olan. nuhustîn : f. Birinci, ilk, evvel. nuhustzâd : f. İlk doğmuş olan. Evvel doğan. nühüve : (Et) çiğ olmak. nühuz : Hareket etme, deprenip kalkma. nühye : (C.: Nühâ) Akıl. * Gayet. Son. nühza : Devenin göğsünde olan bir hastalık. nühze : Fırsat. nuk : f. Okun ucu, temren. Kuş gagası. * Gaga gibi sivri uçlu olan şey. ◊ (Naka. C.) Dişi develer.nuka : Her şeyin kötüsü. nukaa : Birşeyi ıslamada kullanılan su. nükaf : Deveyi öldüren bir verem. nükah : Tatlı soğuk su. nükas : Devenin dudağında olan bir hastalık. nukat : (Nokta. C.) Noktalar. nükat : (Bak: Nikât- Nüket) nukave : Temizlik, paklık. * Her şeyin iyisi, seçkini. nukaye : Her nesnenin iyisi. nukaz : Küçük serçe kuşu. nukaza : Binâdan yıkılmış veya örülmüş iplikten sökülmüş nesne. nukbe : (C.: Nukab) Yol. * Yırtık, delik. * Paçasız don. * Levn, renk. * Pas. nüket : (Nükte. C.) Nükteler. Herkesin anlayamıyacağı ince mânâlı ve zarif sözler. nükhet : Râyiha. Ağız kokusu. * Günahlı sözler. Hoş olmayan günah olan söz, kelime. nükke : Zayıflıktan dolayı sesi çıkmayan deve. nükr : Anlayışı, fikri, ferâseti iyi olmak. * Zorluk. * İnkâr. nukre : Külçe hâlinde gümüş. * Ense çukuru. nükre : Bilinmezlik. * Zorluk, güçlük. * Kabile ismi. nüks : Hastalığın geri dönmesi, depreşmesi. nuksan : Eksilmek, noksanlaşmak. nukta : (C.: Nukat-Nukut-Nikât) Nokta. nükte : İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. * Yere ağaçla More…nükte-âmiz : f. Nükte karıştıran. nüktebîn : f. İnceliği gören, nükteyi anlıyabilen. Kavrayışlı, anlayışlı, zeki. nüktedân : f. Nükte bilen. İnce ve zarif kimse. nüktedânî : Nüktecilik, nüktedanlık. nüktedâr : f. Nükteli söz söyleyen. Nükteli konuşan. nüktegu : f. Nükteli konuşan, nükteli söz söyleyen. nükteguyî : f. Nükteli konuşma. Nükteli söz söyleme. nükteperdaz : (C.: Nükteperdâzân) f. Nükteli söz söyleyen, nükteli konuşan. nüktepira : f. Nükteye süs veren. nüktesenc : (C.: Nüktesencân) f. Nükteyi değerlendiren. Nükteden anlayan. Nükteyi yerinde kullanan. nüktever : f. Nükteyi anlamakta mâhir olan, nükte bilen. nüku' : Kısa boylu kadın. nükub : Rücu' etmek, geri dönmek. * Udul etmek, ayrılmak. * (Nekbet. C.) Tâlihsizlikler, şanssızlıklar. Felâketler, musibetler, düşkünlükler. nukud : (Nakid. C.) Nakidler, paralar, akçeler, madeni paralar. nukul : Nakiller, rivâyetler. Başkasından anlatılanlar. Hikâyeler. nükul : Vazgeçme, geri dönme, cayma. nukuş : Resimler, nakışlar. nükus : Ardına dönmek. nukz : (C.: Enkâz) Binâ yıkıntısı. nul : f. Kuş gagası. nülk : Alıç adı verilen dağ yemişi. nüma : f. Gösteren veya gözüken mânasında olup, birleşik kelimeler yapılır. nümayan : f. Görünen, aşikâr olan, gözükücü olan. Parlayan. nümayanter : f. Fazla görünen, en çok görünen. nümayende : f. Gösterici. nümayiş : .f Görünüş, gösteriş, dış görünüş. Gösteri. nümayişgâh : f. Gösteri yeri. nümayişkâr : f. Gösterişli. numid : f. (Bak: Nevmid) nümruk (nümruka) : (C.: Nemârık-Nemârıka) Yüz yastığı. numruka : (C.: Nemarik) Küçük yastık. numud : (Bak: Nümud) nümud : f. Gösteren, görünen, benzeyen. nümudar : f. Görünen. * Nümune, örnek. numude : f. Gösterilmiş, gözükmüş olan. Nişan verilmiş. (Bak: Nümune) nümude : f. Görünmüş, gösterilmiş, gözükmüş. nümun : f. Gösteren, benzer, müşabih olan. nümune : f. Örnek, misâl, misal olarak gösterilen. Düstur ve misâl olacak şey. nümunehane : f. Nümunelik şeylerin konulduğu yer. * Müze. nümur : (Nimr. C.) Kaplanlar. nümüvv : Bereketlenip artmak. * (Canlılarda) büyümek, yetişmek, gelişmek. nümuzec : Enmuzec. Örnek, nümune, misal. nümy : Pul. nun : Kur'an alfabesinde yirmibeşinci harf. Ebced hesabına göre değeri ellidir. * Divid, kalem. * Kılıcın ağzı. Kılıç. * Çene çukuru. * Balık, semek. nur : Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. nur suresi : Kur'an-ı Kerim'in 24. Suresinin ismi. nur-i ayn : f. Göz nuru. * Pek sevgili olan. nuran : Nurlu, parlak. nuranî : Nurlu, ışıklı, nura yakışır, parlak, münevver. nuraniyyet : Nurlu olanın hali, parlaklık, nurluluk. nurbahş : f. Işık saçan, aydınlatan, parlatan. nurefşan : f. Etrafı aydınlatan, nur saçan, ışık veren. nuri : Nura mensub, nura ait. * Erkek ismidir. nuriye : Nura âit, nura mensub. * Kadın ismidir. nurpaş : f. Nur saçan, nur saçıcı. nurtal'at : Nur yüzlü. nurun ala nur : Daha âlâ, daha iyi, nur üstüne nur. nuş : f. İçen, içici. * Tatlı şerbet gibi içilecek şey. * Zevk ve safâ. nuşa nuş : f. İçtikçe içerek, tekrar tekrar içerek, defalarca içerek, içe içe. nüşab : (Nüşabe. C.) Oklar. Temrenli oklar. nüşabe : (C.: Nüşab) Ok. Temrenli ok. nuşadur : f. Nişadır. nüsafe : Buğdaydan ayrılan saman. nüşafe : Sütü sağdıklarında üzerine gelen köpük. nüsah : Nüshalar, sahifeler, yazılı şeyler. nusaha : (Nasih. C.) Nasihat edenler, öğüt verenler. nüsal : Hayvandan dökülen tüyler. nusara : (Nasir. C.) Yardımcılar. nüsare : Saçılan şey. * Yemek döküntüsü. nüşare : Kesilen ağaçtan dökülen talaş, yonga. nusb : (C.: Ensâb) Meşakkat, zahmet, elem. * Zehir, ağu. * Belâ, musibet. * Put, sanem, heykel. nüşbe : Sırnaşık. Ciddi olmayan adam. nuşdaru : f. Panzehir. * Tiryak. * şarap. nuşe : f. şâd ve sevinçli. Mesrur olan. nuşende : (C.: Nuşendegân) f. İçki içen kimse. nush : Nasihat, ögüt. nusha : (Bak: Nüsha) nüsha : (C.: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret. * Muska, duâlı kâğıt. * Gazete ve dergilerde (sayı). nuşhand : f. Tatlı gülüşlü. nüşhar : f. Geviş. nüshateyn : İki nüsha. nuşiden : İçmek mastarındandır. İçen ve içiçi gibi mânâlara gelir. nuşin : f. Lezzetli, tatlı. nuşirvan : İran'da Milâdi (531 - 579) tarihleri arasında hükümdarlık etmiş Sâsâni padişahı olup adâlet ve doğruluğu ile meşhur olmuştur. nüşk : Buruna birşey koymak. * Koklamak. nüşka : Davarın boynuna takılan ip. nüşre : Sihir, efsun. nusret : (Nusrat) Yardım. Cenab-ı Hakkın yardımı, hususen ruhani muavenet. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı, düşmana gâlib olmak. nussa : Saç kırpıntısı. nussah : (Nâsih. C.) Nasihat edenler, öğüt verenler. nussar : (Nâsır. C.) Yardımcılar. nusu' : Çok beyaz olmak. * Hâlis olmak. nüsu' : Diş etlerinin sıyrılarak dişlerin meydana çıkması. nüşu' : İlâç içirmek. nüşub : Dühul etmek, girmek, dâhil olmak. * İlgilendirmek, alâkalandırmak, taalluk etmek. nüşuh : Az miktar su. nüsük : (Nüsk) Allah için ibadet etmek. nüşuk : Buruna çekilen ilâç, toz, enfiye vs. * Buruna çekme. nusul : Huruç etmek, çıkmak. * Dühul etmek, girmek. (Ezdaddandır) * (Nasl. C.) Mızrakların uçlarındaki sivri demirler. Temrenler. nüsul : Tüy dökme. nüsur : (Nesr. C.) Nesirler, manzum olmayan yazılar. Dağıtmalar. * Çok çocuk doğuran kadın. ◊ (Nesr. C.) Kartallar. Akbabalar (kuş).nüşur : Neşirler. * Yaymalar, dağıtmalar. * Öldükten sonraki dirilmeler. nusus : (Nass. C.) Nasslar. (Bak: Nass) nüşus (neşs) : Yüksek olmak, yücelmek. * Nefret etmek. nüsüse : Kurumak. nüşut : Tohumun baş vermesi, uç göstermesi. nüşuta : Devenin ayağındaki ilmikli düğüm. (İcabına göre çekip uzatılarak çözülür.) nüşuz : Yüksek olmak, yücelmek. * Kadının, erkeğinden kaçıp nefret etmesi. nüşuze : Kadının, kocasından nefret edip kaçması. * Fık: Kocasına karşı üstünlük iddia eden kadın. nütac : Doğurmak. * Gebe devenin karnındaki yükü. nutfe : Duru ve sâfi su. * Meni. Rahimde iki yarım ve ayrı cinsten hücrelerin birleşmişi. * Taşmış, dökülmüş su. * Deniz. ◊ (C.: Nütef) Parmak ile yolunan şey.nutî : (C.: Nevâti) Gemici. nutk : (Nutuk) Söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet. * Dervişlerce büyüklerin manzum sözleri. nütu : Yumru, çıkıntı. * Yumruluk. nutu' : (Nat'. C.) Meşinden yapılmış döşekler. * Sofra bezleri. nütuc : Doğurucu hayvan. * Doğurması yakın olan. nutuf : (Nutfe. C.) Nutfeler, dölsuları, spermalar. nutuh : Boynuzuyla vuran davar. nüub : Seri seyir. nüume : Yumuşaklık. nuumet : Yumuşaklık. nuut : (Na't. C.) Vasıflar, keyfiyetler, umuma şâmil sıfatlar. * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm hakkındaki medhiyeler. nüut : (Bak: Nuut) nüütî : (C.: Nevat) Gemi reisi, kaptan. nüv' : Açlık. nüvah : Ölü için sesle ağlama. nüvaht : f. Çalgı çalma. nüvat : (Nüve. C.) Nüveler, çekirdekler. nüvatî : (C.: Nüvâta) Gemici, mellah. nüvaz : f. 'Okşayıcı, taltif edici, iyi edici' mânâsına kelimenin sonuna gelebilir. nüvb : Bir siyahi kabile adı. * Bal arısı sürüsü. nüvbe : Yetişmek. * Siyahi bir kabile. nüve : Çekirdek, asıl, menba. nüveyt : Çekirdekçik. nüvid : f. Müjde, beşaret. Hayırlı haberlerle tebşir. nüvis : f. Yazan, yazıcı. nüvisende : f. Yazıcı, kâtib. nüvişt : f. Yazılı, yazılmış. * Mektub. nüvne : Çene çukuru. nüvre : Alçı taşı. * Kireçten yapılan. nüvvar : (C.: Nevâre) Ağaç çiçeği. nüy'e : Ham ve çiğ olmak. nuyan : f. Şehzâde. Pâdişah oğlu. nüyub : (Nâb. C.) Azı dişleri. nüz' : Erkek ister kösnek davar. nüza : Koyunda olan öldürücü bir hastalık. nuzar : Altın. * Her nesnenin hâlisi ve iyisi. * Necid diyârında yetişen bir ağacın adıdır, ondan tas ve kâse yaparlar.Yemişin tam olarak yetişmesi, olgunlaşması. * Etin kemikten dökülür derece More…nuzera : (Nazir. C.) Akranlar, eşler. nüzera : (Nezir. C.) Doğru yola getirmek için korkutmalar. nüzfe : (C.: Nüzüf) Az miktar, cüz'î. nüzhet : f. İç açıklığı, safa, eğlenme, gönül ferahlığı. * Temizlik, paklık. * Karışık, bulaşık ve kalabalık yerlerden uzak olmak. Buud. nüzhet-efzâ : f. Eğlenceli ve gönül açacak yer. nüzhet-pezir : f. Safa ve neşe bulmuş olan. nüzl : (C.: Enzâl) Konak yeri. * Misafir için hazırlanan yemek. nüzu' : Çekilmiş. * Su çeken deve. nüzü' (nez') : İfsad etmek, bozmak, aldatmak, yaramaz nesneye kandırmak. nuzub (nazab) : Sinmek. * Iraklık, uzaklık. * Suyun, toprak tarafından emilmesi. nüzul : İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak. * Nüzül, felç hastalığı. * Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları. nüzur : (Nezir.C.) Nezirler, adaklar. (Bak: Nezr) ◊ Korkutmak.nüzzar : (Nâzır. C.) Bakanlar. Nâzırlar.