A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
mâ : f. Biz mânasınadır. (Bak: Şahıs zamiri) * Mim ile elif harfinden ibâret 'Mâ'. Arabçada muhtelif isimleri vardır. Ve çeşitli mânalara gelir. Cansız şeylere işaret eder. 'Şu More…mâ' : Su. Ab. ma' : Yer yüzüne yayılıp döşenmek. ma'bed : (Mâbet) (İsm-i mekân) İbadet edilen yer. (Mescid, câmi gibi) ma'bed-i fersude : f. Eskimiş, yıpranmış mâbed. ma'ber : (C.: Maâbir) (Ubur. dan) Geçit, kemer, köprü. * Geçilecek yer. ma'bud : (Mâbud) Kendine ibadet edilen Allah (C.C.) ma'bude : Şirk, evham ve putperestlikten doğan kadın heykeli ve emsali put. ma'c : Süratle gitmek, hızlı gitmek. * Yürürken dolaşmak. ma'cel : (C.: Maâcil) Yol. Menzile ulaştıran yol. ma'ceme : Sabırlı, tahammüllü kimse. ma'ces : Yay kabzası. ma'cez : Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer. ma'd : Taze hurma. * Taze ot. * Yumuşak. * Yoğunluk, gılzat. * Gitmek. * Çekmek. ma'dele(t) : (Ma'dilet) Adalet eylemek. Hak ile hükmeylemek. * Adalet yeri. ma'deletgüster : f. İnsaflı, adaletli, vicdanlı ve doğru kimse. ma'deletkâr : f. Âdil, adaletli. ma'deletperver : f. Doğru, insaflı, adaletli ve vicdanlı kimse. ma'den : Maden. * Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. * Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer. * Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden More…ma'denî : Madenden yapılmış. * Madenle alâkalı. ma'deniyat : Madenî oluşlar. Madenler. Madenden çıkan şeyler. Maden ilmi. ma'dil : Sapılacak yer. Ma'dul. ma'din : (C: Meâdin) Hak Teâlâ'nın yerde halk ettiği. * İkamet ettikleri mevzi. ma'dud : Hesabedilen. Sayılan. Addedilen. * Muayyen. Belli. ma'dudat : Yumurta gibi sayı ile satılıp alınan şeyler. ma'dum : Mevcut olmayan. Yok olan. Yok. ma'dumat : Yok olanlar. Yokluklar. ma'dumiyet : Yokluk, ma'dumluk, yok olma. ma'fuc : Dübürüne vurulmuş. ma'fun : Bozulmuş ve çürümüş şey. * Kokmuş et. ma'füvv : Suçu afvedilmiş. Bağışlanmış. * İstisnâ edilmiş, müstesnâ kılınmış, ayrı tutulmuş. ma'hed : (C.: Maâhid) Sözleşilen ve antlaşma yapılan yer. Buluşma yeri. ma'hud(e) : Vaad edilen. Söz verilen. Belli olan. * Mezkur, sözü geçen. * Mc: Fena bilinen kadın. ma'hudiyyet : (Ahd. den) Söz verilmiş olma. Ahdedilmiş bulunma. Belli olma. ma'k : (C: Emâık-Emâik) Derinlik. * Sahradan bir taraf. ◊ Ovmak. * Tehir etmek, sonraya bırakmak.ma'kad : Ahidnâme yapılan, anlaşma akdedilen yer. ma'kal : (C: Meâkıl) Sığınacak ve saklanacak yer. * Kale. ma'ked : (C: Meâkıd) Akdedecek yer. ma'kes : Akis yeri. Akseden yer. (Ayna güneşin ma'kesi olduğu gibi.) ma'kid : Düğüm yeri. Bağ. Akdedilecek yer. ma'kil : Melce'. Sığınacak yer. ma'kud : (U, uzun okunur) Akdolunmuş, bağlanmış, düğümlü, bağlı. ma'kul : Akla yakın, aklın kabul edeceği. ma'kulat : (Ma'kul. C.) Aklın uygun bulduğu, ancak akıl ile bilinir ve nakle müstenid olmayan meseleler ve ilimler. (Bak: Akliyat) ma'kule : Diyet. ma'kuliyet : Akla uygunluk, mantıki oluş. * Menkul olmayış. ma'kum : Kapalı. ma'kus(e) : Tersine dönmüş, aksetmiş, başaşağı çevrilmiş, zıddı. * Uğursuz. ma'kusen : Ters olarak, aksine, zıddına olarak. ma'kusiyet : Terslik, zıdlık, aksilik. ma'l : Evmek, acele etmek, tez tez gitmek. * Alıp kaçmak. ma'lat : (C.: Maâli) Derin ve yüksek fikir. * Ululuk, şeref, itibar. ma'leb : (C.: Meâlib) Oyun yeri. ma'lef : (C.: Maâlif) Ot ve saman gibi hayvan yemi konan yer. Samanlık. ma'lem : (C.: Maâlim) Eser, iz, nişan, alâmet. ma'lufe : Yulaf verilen davar. ma'lul : İlletli, hasta, sakat, kötürüm. * Harpte bir uzvunu kaybetmiş gazi. ma'lulen : Mâlul olarak, sakat olarak. ma'lulîn : (Ma'lul. C.) Sakatlar. Hastalıklı ve illetli kimseler. ma'luliyet : Hastalıklı olma, illetlilik. ma'lum : Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) bir nâmıdır. Onun geleceği, melekler, resuller ve nebiler tarafından mâlum olduğundan ve dünyaya teşriflerinden evvel kendilerinin ta'zim edilmesi ve ona More…ma'lumat : Bilinen şeyler, bilinenler. Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler. ma'lumatfüruş : f. Mâlumat ve bilgi satan. Bilgiçlik taslıyan. ma'lumiyet : Ma'lumluk. Bilinme, belli olma. * Bilinen ve belli olan şeyin hâl ve sıfâtı. ma'ma' : Kimseye birşey vermeyen kadın. ma'maa : (C: Meâmi) Acele etmek. * Ateşten çıkan ses. * Bahâdırların cenk içindeki haykırmaları. ma'mafih : Öyle olmakla beraber. ma'mean : Çok fazla sıcaklık. ma'mer : Geniş menzil. ma'mul : (Amel. den) Yapılmış, işlenmiş. * Gr: Avamil'in ikinci bâbı. ma'mulât : İmal edilmiş, yapılmış şeyler. Makine veya elle işlenmiş eşya. ma'mulün bih : Kendisi ile amel olunan. (Hukuk, nizam, program kaidesi) ma'mur : İ'mar edilen, tamir edilmiş. ma'mure : İnsanların bulunduğu bayındır yer. Ma'mur olan yer. Şehir, kasaba. ma'muriyet : Bayındırlık, ma'murluk. ma'n : Az miktar. * Kolay. ma'na : (Mânâ) İç, içyüz. Bir sözden veya birşeyden anlaşılan. Lâfzın delâlet ettiği şey. * Rüya, düş. * Dilemek, irade. ma'nat : Dilemek, iradet. * Kasdolunmuş nesne. ma'ne : Ekmek. * Az olan akıcı su. * Şey. ma'nidar (mânidar) : 'f. Bir mânâyı mutazammın olan. * Nükteli, ince mânâlı. Bir mâna ifade eden. Bir mânayı şâmil olan. (Farsça bir ifade olup, mânâ; ma'ni diye okunmuştur.)' ma'nidarane : f. Mânâlı şekilde. ma'ra : Vücudun çok zaman çıplak olan yeri. ma'raz : (Ma'rez-Ma'riz) Bir şeyin arzolunduğu yer. Göründüğü yer. Sergi, meşher. ma'razgâh : Arzolunan yer, sergi. ma'rec : Çıkacak yer, merdiven. ma'ref : Yüzün, devamlı olarak açık görünen yeri. ma'refe : Atın yelesi bittiği yer. ma'reke : Muhârebe meydanı, çarpışma yeri. * Çarpışma. Kıtal. Cenk. ma'ret : Kabahat, suç, ayıp, günah. ma'ric : Merdiven, yükseliş yeri. ma'rife : Gr: Arabçada mübhem olmayan ' ' harf-i ta'rifi ile bildirilen kelime. Böyle bir kelimeden tenvin kalkar, kelime belirli olur. (Bak: Lâm-ı ta'rif) ma'rifet : Bilme, bir şeyi cüz'i vecihle bilmek. * Hüner. Üstadlık. San'at. * Tuhaflık, garib hareket. * Vasıta, tavassut. * İlim ve fenlerle tahsil olunan mâlumat. İrfan kazanmak. (Bak: More…ma'rifet mertebeleri : (Bak: Yakin) ma'rifetperver : f. Hünerli, marifetli. ma'riz : (Ma'raz. dan) Bir şeyin görünüp çıktığı yer. Bir şeyin bildirildiği, arzolunduğu makam. ma'ruf : Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. * Şeriatın makbul kıldığı veya emrettiği. * Adl, ihsan, cud, tatlı dil, iyi muamele. (Bak: Emr-i bi-l ma'ruf) ma'rufat : Bilinen şeyler. Şeriatın emrettiği hususlar. ma'rufiyet : Ma'rufluk. Ünlülük, meşhurluk, tanınmışlık. ma'rur : Uyuz. ma'ruş : Üstü çardak şeklinde yapılı bina. ma'ruz : Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak. * Arzolunmuş, arzolunan. * Serilmiş, yayılmış. * Verilmiş, sunulmuş. * Anlatılmış. * Bir şeye karşı siper alan. ma'ruzât : (Ma'ruz. C.) Arz olunanlar. Arzedilenler, takdim edilenler. Küçükten büyüğe bildirilenler. ma's : Tıb: Adalelerin tutulması, kasların büzülmesi. Kramp. ◊ Ovmak. * Dürtmek.ma'sara : (Üzüm ve susam gibi şeylerin) sıkıldığı yer. ma'şeb : Otlu yer. ma'şer : Cemâat, müttehid cemâat. Birinin ehil veya iyâli. İns ve cin cemaatı. * Bölük, topluluk. ma'sere : (Ma'seret) Zorluk, güçlük. ma'şerî : Cemiyete âit. Topluluğa âit. Ortaklaşa. Pek çok. ma'siyyet : İtaatsizlik, günah, isyan. ma'şuk(a) : Aşk ile sevilen, sevgili. ma'şukiyet : Sevilme hâli. Sevilen bir kimsenin hâli. ma'sum : Günahsız, suçsuz. ma'sumâne : Günahsızcasına, suçsuz olarak. ma'sume : Suçsuz kadın veya kız. ma'sumiyet : Ma'sumluk, kabahatsizlik, suçsuzluk. ma'sur : Sıkılmış. Suyu veya yağı çıkarılmış. ◊ Zor, güç, zorlaştırılmış.ma'şuş : Zayıf ve cılız adam. ma'tab : (C: Meâtıb) Helâk olacak yer. ma'tebe : Kızgınlık ve hiddetle hitabetmek. ma'tuf : Ait ve râci' olan. * Bir tarafa meyletmiş. Mâil olan. * İsnadedilen. Yöneltilmiş. ma'tufun aleyh : f. Bir rabt edatı ile kendisine bağlı olan kelime (Bak: Harf-i atıf) ma'tuh(e) : (Ateh. den) Bunamış, bunak. * Sakat, kötürüm. Amelmânde. ma'tuhane : Bunakçasına, bunamışçasına. ma'tuk(a) : (C.: Maâtik) (Atâk. dan) Azat olunmuş. Azatlı. ma'tut : Mağlup, yenilmiş. ma'v : Olmuş taze hurma. * Ses, avaz. ma'vel : Ağıt edecek yer. ma'y : Su arkı. Su mecrâsı. ma'yub : Ayıplanmış. Ayıplanan. Bir kusuru ve eksiği olan. ma'yubat : (Ma'yube. C.) Ayıplanacak şeyler. Eksiklikler, noksanlıklar, kusurlar. ma'yuben : Kusur ve ayıp sayılarak. Ayıplanarak. ma'z : Keçi. Karaca. ◊ Çekmek.ma'zad : Alemi, giyen kişinin pazusuna gelen alemli elbise. ma'zel : (C: Meâzil) Irak, uzak, baid. ma'zeret : Elde olmadan suç, kabahat işleme. * Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme. ma'zeretcu : f. Özür arıyan. ma'zerethâh : f. Özür dileyen. Afvedilmesini isteyen. ma'zeretmend : f. Özürlü, kusurlu. Mazeretli. ma'zil : Ayrı. Ayrı bir yer. * Uzak. Baid. ma'zire : (C: Meâzir) Özür etmek. ma'zub : Kötürüm kimse. ma'zul : (Azl. den) İşinden çıkarılmış, kovulmuş, azledilmiş. ma'zulen : Azledilmiş olarak. İşinden çıkarılmış olarak. ma'zulîn : (Ma'zul. C.) İşinden çıkarılmış olan kimseler. Azledilmişler. ma'zuliyet : Azledilme hâli. Açıkta kalınış. ma'zur : Özürlü. Özrü olan. ma'zuriyyet : Ma'zurluk. Özürlülük. ma'zuz : Katı, şiddetli, şedid. maa : (Beraber) mânasında bir kelimedir maab : Ayıp, eksiklik. * Ayıp şey, utanılacak nesne, ayıp yeri. maabid : (Meâbid) (Mabed. C.) İbadet edilen yerler. Mâbetler. * (Abd. C.) Hizmetçiler. Kullar. maabîd : (Ma'bud. C.) Ma'budlar. maabir : (Ma'ber. C.) Köprüler, geçitler, kemerler. maacil : (Ma'cel. C.) Yollar, maacîn : (Ma'cun. C.) Macunlar. Hamur kıvamındaki yoğurulmuş şeyler. maad : (Meâd) (Avdet. den) Âhiret. Dönülüp gidilecek yer. * Dönüş. * Ahiret işleri. Uhrevi işler. maada : Başka. Fazla. Bundan gayrı. (Bak: Adâ) (İstisnâ kelimesidir) maadin : (Maden. C.) Madenler. maafir : Hemedan'da bir kabilenin adı. maahid : (Ma'hed. C.) Buluşma yerleri. Anlaşma yapılan ve sözleşilen yerler. maahu : Onunla beraber. Onunla. maak : Meslek, mezheb. * Sığınacak yer. maakat : Derinlik. maakid : (Ma'kad. C.) Ma'kadlar, akdedilecek yerler. Toplantı yerleri. * Düğümler. Düğüm yerleri veya noktaları. maakil : (Ma'kıl, Ma'kale ve Ma'kule. C.) Sığınacak yerler. * Kan pahaları. maakim : (Ma'kım. C.) Eklemler, eklemeler. maakka : Çocuğun, anababaya isyan etmesi. Veledin valideyne itaatsizliği. maal : Yükseklik. İlerilik. Şereflilik. maal-esef : Yazık ki. Maalesef. maalcemaa : (Maa-l-cemâe) Cemaatle beraber, cemaatle birlikte. maalem : İz. Eser. Nişân. * Dinî mes'ele. maalî : şerefler. Yükseklikler. * Yüksek fikirler. * şerefli vazifeler. maalif : (Ma'lef. C.) Ot, saman gibi yem konan yerler. Samanlıklar. maalim : (Ma'lem. C.) Dinî inançlara, itikadlara dair mes'eleler. * İzler. Nişanlar. Eserler. maaliyat : İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler. maami' : (Ma'maa. C.) Ateş çatırtıları. maan : Birlikte. Beraber. ◊ Menzil, mekân.maanî : (Mâna. C.) Mânalar. * Belâgatın üç şubesinden biri. Lafzın muktezâ-yı hâl ve makama uygunluğuna mahsus bir ilim adı. (Bak: Belâgat) maar : Ar ve hayâya sebep olacak şeyler. maarî : İnsanın daima çıplak kalan organ veya azası. maarîc : (Mi'rac. C.) Merdivenler. maarif : Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat, bilgi. * Meharet. Üstadlık. Hüner. * Marifetler. Mâruflar. Kültürler. * Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri. * Bir memleketin okullarını ve tahsil More…maarif-mend : (C.: Maarifmendân) f. Bilgili, bilgi sahibi. Kültürlü. maarif-perver : f. Maarifin yayılıp intişar etmesine çalışan. Maârife ait şeyleri muhafaza eden. maarik : (Ma'rek ve Ma'reke. C.) Savaş meydanları, muharebe alanları. Harp sahaları. maarîz : (Mi'raz. C.) Kapalı mânâlar. * Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler. maariz (meâriz) : (Muarraz. C.) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler. maas : Ayağın siniri çekilip büzülmek. * Ayağın eğri olması. maaş : Geçinilecek şey. Yaşayış. Aylık para. maaşat : (Maâş. C.) Maaşlar. Memur, emekli, dul, yetim vs. gibi kimselere verilen aylıklar. maaşen : Yaşayış bakımından. maasî : (Ma'siyyet. C.) Günahlar. * İsyanlar. maasir : (Ma'sara. C.) Üzüm, susam gibi şeylerin sıkıldığı yerler. maaşir : (Ma'şer. C.) (Bak: Ma'şer - İlticâ - Melce'). maatif : (Ma'tıf ve Mı'taf. C.) Gözlenilecek veya bakılacak yerler. maatîr : (Mı'târ. C.) Devamlı güzel koku sürünenler. maavil : (Mi'vel. C.) Taş, kaya parçalamakta kullanılan sivri kazmalar. maavin : (Maunet. C.) Yardımlar, muâvenetler. * Yol yiyecekleri. Azıklar. maayib : Ayıplar. Lekeler. Kusurlar. maayir : Ayıplanmış. maayiş : (Maişet. C.) Geçinmek için gerekli şeyler. maaz : Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek. * Bir nesne güç gelmek, zor gelmek. ◊ Sığınacak yer. Penah.maazalik : Şu var ki. Bununla berâber. maazallah : Allaha sığındık. Allah korusun. maazim : (Mu'zam. C.) Bir şeyde en büyük kısımlar. maazir : (Bak: Meâzir) maaziyadetin : Fazlasıyla, ziyadesiyle, çok miktarda, bol bol. maba'di : (Mâbadi) Sonrası. Bundan sonrası. mabaki : Geri kalan, kalan, artan. mabeyn : Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası. * Haremle selâmlık arasındaki oda. * Padişah yakınlarının bulunduğu oda. mabguz : (Bugz. dan) Nefret ve buğzedilmiş. Sevilmemiş. mabsara : Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olan hususlar. mabtaha : (C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer. mac : Tuzlu su. maç : f. Öpüş. macc : Ağzından sular akan yaşlı deve. macera : Olup geçen şey. Baştan geçen hadise. maceraperest : f. Maceracı. Macera meraklısı. macid : Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. * Hoş. Nâzik meşreb. macin : (C: Micân) Her dileğini yapan kimse. * Hile yolunu öğreten. maçin : 'Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb More…macun : Hamur kıvamındaki ilâç. * Hamur gibi yoğurulmuş şey. macuşun : Gemi, sefine. * Boyanmış elbise. mad : Yumuşak taze ot. madahik : (Madhek. C.) Güldürücü ve komik kimseler. Soytarılar. madak : Sıkıntı, darlık. madalle : Yolun kaybolduğu yer. madalya : İtl. Büyük işlerde muvaffak olanlara veya büyük fedakârlık ve kahramanlık gösterenlere hediye ve hatıra olarak verilen ve çok defa yuvarlak biçimde, göğüse takılacak şekilde olan kıymetli More…madarib : (Madrab. C.) Darbedilecek, dövülecek yerler. madca' : Yatılan yer. * Kabir. Mezar. madde : Zahir duygularla hissedilen, ruhâni olmayıp, ağırlığı olan, cismâni bulunan. * Asıl, esas, cevher, mâye. * Bend, fıkra, kısım. * İlm-i Kelâmda: His âzâmız üzerine bir takım muayyen ihtisâsât More…maddeten : Cismen. Madde ve cisim olarak. * İş olarak, iş ile. * Gözle görülür ve elle tutulur şekilde. maddî : (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait. * Paraca ve malca. * Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren. * Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler. More…maddiyat : (Maddiyet. C.) Maddi ve cismâni şeyler. Gözle görülüp elle tutulur cinsten şeyler. maddiyet : (C.: Maddiyât) Gözle görülüp elle tutulan şey. Cismâni. maddiyyun : (Maddiyun) Maddeciler. made : f. Dişi. Erkeğin zıddı. mâder : f. Ana. Çocuğu doğuran. Ümm. mâderane : f. Annece. Anaya yakışır surette. mâderender : f. Üvey ana. mâderî : f. Analık. Annelik. mâderzâd : f. Anadan doğma. Anadan doğduğu gibi. madg : Çiğneme. Ağızda çiğneyiş. madgare : Mukabil iki tarafın şiddetli hücumları ile meydanda gelen savaş. madhek : Maskara. Gülünecek şey. Soytarı. Komik. madih : (Medh. den) Öven, medheden. ◊ Keskin.madiyan : f. Dişi at. Kısrak. madreb (madrib) : (C.: Madarib) Darb edilecek, vurulacak yer. * Kakma, çakma yeri. madrebe : Kılıncın ağzı. madrub : Vurulmuş. Döğülmüş. Çarpılmış. Darbolunmuş. * Damgalanmış. * Mat: Darbedilen (çarpılan) sayı. madrubeyn : Mat: Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. madrus : Örülerek yapılmış. Örülmüş şey. mafsal : Tıb: Vücuddaki kemiklerin ekli olan oynak yerleri. Eklem. maftur : (Fıtrat. dan) Yaradılışta olan. Fıtratta bulunan. * Yaradılmış. magabbe : Akıbet, son, netice. magabin : (Magben. C.) Kasıklar, uyluk kemikleri. magabit : İmrenilme. Gıpta edilme. magafir : (Miğfer. C.) Çelik başlıklar, miğferler. ◊ Çirkin kokulu bir zamk.magak : f. Çukur. magakçe : f. Küçük çukur. Çukurcuk. magale : şer, kötü. magalib : Üstün gelen, galebe eden. magalik : (Mağlak. C.) Kilitler, sürmeler. magamiz : (Magmaz. C.) Karanlık yerler. Karanlık ve çukur yerler. ◊ Ayıplı, ayıplanmış.magani : (Magni. C.) Evler, hâneler, menziller. maganim : (Magnem. C.) Ganimetler. Düşmandan ele geçirilen mallar. magarat : (Magare. C.) Mağaralar. magare : (C.: Magarât) Mağara. magarib : (Magrib. C.) Batılar, magribler, garplar. * Akşamlar. magarim : (Magrem. C.) Diyetler. * Ödenecek borçlar. magaris : (Magris. C.) Fidanlıklar, fidan bahçeleri. magas : (C: Emgâs) Kıymetli iyi deve. magasil : (Magsel ve Magsil. C.) Gusülhâneler, yıkanılacak yerler. magavir : (Mugâvir. C.) Kıtal eden, harbeden, çarpışan. magazi : Muharebeye âit hikâyeler. Gazâ hikâyeleri. * Savaşlar, muharebeler, gazalar. magazin : Çeşitli mevzulardan bahseden resimli mecmua. magbat : (C.: Magabit) Gıpta edilecek ve imrenilecek yer. magben : (C.: Magabin) Uyluk kemiği. Kasık. magbun : (Gabn. dan) Alışverişte aldanmış olan. * Şaşkın. Şaşırmış. magbuniyet : Şaşkınlık. magbut : (C.: Magabit) İmrenilmiş, gıpta edilmiş. magd : Kurutan otu. * Yerüç otu. magdub : Hiddet ve gadaba uğramış. Doğru ve hak dini tanıyamamış ve rahmetten mahrum kalmış. Lütf-u İlâhîden mahrum olmuş. * Fık: Gasbolan mal. magduben : (Gadab. dan) Öfke ve hiddet ile. Gadap ile. magdubun minh : Fık: Malı gasbolan kimse. magdur : (Mağdur) Gadre, haksızlığa uğramış ve gadir görmüş. magdure : Mağdur kadın. Haksızlığa uğramış ve gadir görmüş kadın veya kız. magduriyyet : Mağdurluk. Gadre uğramış kimsenin hali. magfele : Dudak altında biten kılların çevresi. magfiret : (Mağfiret) Cenab-ı Hakk'ın kullarının günahlarını örtmesi, affetmesi, rahmeti ile lütfu. magfur : (Mağfur) Rahmetlik olmuş. Günahlarının afvı için kendine dua edilmiş olan. Allah'ın, kendisini affı için dua edilen ölmüş kimse. magib : Kaybolma. magin : Mazaryon otu. magiz : İçinde ağaç bitmiş olan su birikintisi. magl : Yürek ağrısı, kalp ağrısı. maglak : Kilitlenecek yer. maglata : Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz. magle : Yılda iki kez doğuran koyun ve keçi. maglub : (Mağlub) Yenilmiş. Kendisine galib gelinmiş. Yenilen kimse. maglubane : f. Mağlub olana yakışır surette. Yenilmiş bir kimseye uygun şekilde. maglubiyyet : Yenilme. Bir kuvvetlinin idaresi altında bulunuş. magluk : Kapalı. Kilitli. maglul : Susuz kalmış. Su sıkıntısında bulunan. * Eli bağlı. Zincirle bağlanmış kimse. * Hapsedilmiş olan. magma : yun. Jeo: Yanardağlardan çıkan hamur kıvamındaki yoğun madde. magmag : Boğaz düdüğü. * Yemeği yağlı yapmak. magmaga : Karışmak, ihtilat. magmas : (C: Megâmıs) Çok fazla çukur olan yer. magmum : Gamlı. Kederli. Tasalı. Sıkıntılı. * Bulutlu. Kapalı. magmumâne : Kederlice. Gamlı olarak. * Mübhem olarak. magmumiyet : Kederli, gamlı olma. * Hava bulutlu ve kapalı olma. magmur : Şöhretsiz. Adı sanı silinmiş olan. * Harap. Yıkık. magmuriyet : Mağmurluk, viranlık, haraplık. * Adı sanı kaybolmuş. magmuz : Kabâhatli, suçlu. magn : (C: Megân) Menzil. magna : Durmak. magnatis : Mıknatıs. magnem : (C.: Maganim) Ganimet. Harpte düşmandan ele geçirilen mal. magnetik : yun. (Manyetik) Mıknatıs gibi çekici kuvveti olan. magre : (C: Migrât) Aşı dedikleri kırmızı balçık. magrefe : Geniş yer. magrem : Bir şeye çok düşkün, haris kimse. Tutkun. Aşık. * Borçlu. * Zarar, ziyan. * Cürüm, cinayet. magres : Fidan bahçesi. Fidanlık. magrib : (Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı. magruk : Gark olmuş. Suda batmış olan. magrukîn : (Mağruk. C.) Suda Boğulanlar. magrur : (Mağrur) Gururlu. Boş bir şeye güvenen. Fâni ve faydasız şeylere güvenip kendini aldatan. Mütekebbir. Kibirli kimse. Müteazzım. magrurane : f. Gururlanarak. Kendini beğenircesine. Kibirlenerek. Güvenilmesi boş olan şeye güvenip kendini aldatırcasına. magruren : Gururlanarak. Güvenerek, itimad ederek. * Aldanarak. magruriyet : Gururluluk, kibirlilik. * Bir şeye itimad edip, güvenip aldanma. * Kibirlenme, gurulanma, övünme, tefahhur, tekebbür. magrus(e) : (Gars. dan) Toprağa dikilmiş. magruz : Taze. Bayatlamamış ve bozulmamış. mags : Bağırsak ağrısı. magsel : (C.: Magasil) (Gasl. den) Gusülhâne. Ölü yıkanan yer. magşi : (Gaşy. den) Baygın. Gaşyolmuş. Kendinden geçmiş. magşiyane : f. Bayılmış gibi, baygıncasına. magşiyy : Aklı gitmiş hayran kimse. magşiyyen : Bayılmış olarak, baygın bir halde. magşiyyün aleyh : Bayılmış, baygın. magsub(e) : (Gasb. dan) Zorla ve cebren alınmış. Gasbolunmuş. magsul : Gaslolmuş. Yıkanmış. Gusletmiş. magşuş : Katışık. Karışık. Saf olmayan. magşuşe : Gümüş ve bakır karışığı akçe. magşuşiyyet : Halis ve saf olmayış. Karışıklık. magt : Çekmek. magtus : Su, gaz veya hava gibi şeylerin içine batırılmış. magtuş : Karanlık yer. maguse : Medet gelmek, yardım gelmek. magv : Kedi miyavlaması. magz : Beyin. * Öz. İç. Lüb. İlik. * Dimağ. magza : Maksad, gaye, meram, istek, arzu. * (C.: Magazi) Harb hikâyeleri. Muharebe ve gazaya ait hikayeler. * Savaş, muharebe, gaza, harb. magzab : Gazap edecek yer. magzebe : Hiddetlenme, öfkelenme, kızma. * Hiddet ve gazabı icâb ettiren şey. magzub : (Bak: Magdub) mah : Mahveden. * Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) bazı kitablarda geçen bir ismidir. Nübüvvet ve risaletinin nuru, küfür karanlıklarını mahvettiğinden bu isim verilmiştir. ◊ (Meh) f. More…mah be mah : Aydan aya. mahabib : (Mahbub. C.) Sevilen ve muhabbet edilenler. Mahbublar. mahabir : (Mahber. C.) Mürekkep hokkaları. mahabis : (Mahbus. C.) Hapsedilmişler, mahbuslar. Bir yere kapatılmış olanlar. ◊ (Mahbes. C.) Ceza evleri, zindanlar. Hapishaneler.mahabiz : (Mahbeze. C.) Ekmekçi fırınları. mahacce : Geniş yol. mahacir : (Mahcer. C.) Göz çukurları. mahadim : (Mahdum. C.) Mahdumlar, oğullar. mahafet : Korku. Korkmak. mahafetullah : Allah korkusu. mahaffe : Mahfe. Deve veya katır üzerine konan ve içinde iki kişi oturabilecek yeri olan kapalı mahmil. mahafil : (Mahfil. C.) Mahfiller. * Toplantı yerleri. Oturulup görüşülecek yerler. * Büyük câmilerde eskiden hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıklarla çevrilmiş olan yerler. mahafir : (Mihfer. C.) Beller, kazmalar. mahak : Her arabî ayın son üç gecesi. mahakim : Mahkemeler. mahakk : Mehenk. Ayar taşı. mahale : Çare, tedbir. * Hile. mahalib : (Mahleb. C.) Yırtıcı hayvanların tırnakları, çengelli pençeleri. mahall : Yer. Mekân. Cây. mahâll : (Mahall. C.) Yerler. Mekânlar. mahalle : (C.: Mahallât) Şehir ve kasabaların bölündüğü parçalardan herbiri. mahalletan : Çömlek ve değirmen. mahallî : Bir yere mahsus. Yerli. mahamid : (Mahmedet. C.) İyi ve güzel huylar. İyi hasletler. * Şükürler, senâlar, medihler. Şükür edilmeğe değer davranışlar. mahamil : Deve üzerine konan oturulacak sepetler. Mahmiller. * Kılınç bağ askıları. * İhtimâller. mahane : f. Aylık maaş. maharet : (Bak: Mehâret) maharib : (Mihrâb. C.) Mihrâblar. maharic : Çıkacak yerler. Huruc edecek yerler. maharim : (Mahrem. C.) Mahrem olanlar. Haram olan şeyler. maharit : (Mahrut. C.) Mahruti şekilller. Koniler. mahas : Udul etmek, dönmek. mâhasal : Hâsıl olan, meydana gelen. * Netice, sonuç. mahasin : (Mehâsin) İyilikler. İyi ahlâklar. * İnsanın vücudunda hüsün ve cemal yerleri. * Güzel tavırlar. * İnsanın yüzüne güzellik veren bıyık ve sakal. mahaşşe : Kıç, dübür, makad. mahatim : (Mahtum. C.) Bağlanmış ve kilitlenmiş şeyler. * Mühürlenmiş şeyler. mahatt : Konak, menzil. Yolculuk esnâsında inilip durulacak yer. mahatta : İstasyon. mahavif : (Mahuf. C.) Tehlikeli ve korkulu yerler. mahavir : (Mihver. C.) Mihverler, eksenler. mahayil : Alâmet, işaret. * (Mahile. C.) Hayâl eserleri. mahaz : Su akacak yer. * Tıb: Doğum ağrısı. Doğum esnalarında gelen sancı. mâhâzâ : Bu nedir? * Bu değil. mâhazar : Daha evvelden hazır olan. Hazır olarak ne varsa. mahazi : Rezalet ve kepazelik sebebi olan kötü huylar. mahazil : (Mahzul. C.) Rezil ve kepaze olmuş kimseler. mahazin : (Mahzen. C.) Mahzenler, sığınaklar, bodrumlar. mahazir : (Mahzur. C.) Korkulacak ve sakınılacak şeyler. Maniler, engeller. ◊ (Mahzar. C.) Mahzarlar, mürâcaatlar. Umumi istidatlar.mahazz : Kat'edecek, kesecek yer. mahba : (C: Mehâbi) Elbise saklayacak mevzi. Kiler. mahbel : Hayvanın gebelik zamanı. mahber : (Mahbere) Mürekkep hokkası. Divit. mahbes : Hapishane. Hapsedilen yer. Cezaevi. mahbez : (C.: Mahâbiz) Ekmekçi dükkânı. Ekmekçi fırını. mahbub : Muhabbet edilen. Sevilen. mahbubat : Sevilenler. Sevgililer. mahbube : (Hubb. dan) Sevilmiş veya sevilen kadın. Muhabbet edilen kadın veya kız. * Vaktiyle çok kıymetli ve pahalı olan lâle cinsinden bir çiçek. mahbubiyyet : Sevilen olmak. Mahbub olmaklık. Sevilecek hâlde bulunuş. mahbuk : Katı, şiddetli, şedid. mahbun : Kıtlık için saklanan şey. * Edb: İkinci harfi düşürülmüş vezin. mahbus : Hapsedilmiş olan. mahbushane : f. Cezaevi, hapishâne, zindan. mahbusîn : (Mahbus. C.) Hapsolunmuş kimseler. Bir yere kapatılmış olanlar. mahbusiyet : Hapislik, mahbusluk. Hapis kalınan müddet. mahc : Cima etmek. * Kovayı azıcık çekip yine dolsun diye suya vurmak. ◊ Soymak. * Yontmak.mahcah : Lâyık olacak mevzi. mahçe : f. Minare, kubbe, sancak gibi şeylerin başına konulan hilâl. mahçehre : f. Ay yüzlü. (Aslı: Mâhçihre'dir.) mahcer : Ev, hane. Hususi yer. * Göz çukuru. mahcir : (C: Mehâcir) Göz çukuru. * Gözün çevre yanı. Yüzde perde varken gözden ve etrafından görünen yerler. * Bahçe. mahcub : Utanan. Utangaç. * Perdeli, örtülü. Kapalı. * A'ma. * Yaşmak veya perde ile mestur olan. mahcubâne : f. Utanarak, utanmış bir hâlde. Sıkılganlıkla. mahcube : Namuslu ve utangaç kadın veya kız. Sıkılgan kadın. * Kapı ardına konulan ağaç. mahcubiyet : Utangaçlık, sıkılganlık, mahcubluk. mahcuc : Kasdolunmuş olan. * Çok gidilip gelinen. * Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan. * Mekke-i Mükerreme'nin bir adı. * Kendi yerine hacca gidilmiş olan. mahcucun anh : (Bak: İhcac) mahcur : (Hacr. den) Huk: Hacir altına alınmış, malını kullanmaktan men' edilmiş, hacredilmiş. mahcuz : (Hacz. den) Huk: Hacz edilmiş. Mahkeme kararıyla rehin altına alınmış. mahdem : Baldırın köstek takacak yeri. mahdu' : Hileye aldanmış olan. Kandırılmış kimse. * Boyun damarı kesilmiş kişi. mahdud : Tesviye edilmiş. Silinmiş, düzgün. * Meyvesi çok olup da dalları eğilmiş. ◊ Sınırlanmış, çevrilmiş. Az sayılı. Hududlanmış. ◊ Dikeni kesilmiş ağaç.mahdudiyet : Sınırlılık. Darlık. mahdum : Oğul. Evlâd. * Kendisine hizmet olunan. Efendi. mahdumiyet : Mahdumluk, oğulluk, evlâtlık. * Efendilik. mahdure : Örtülü ve kapalı kadın veya kız. mahduş : Vesveselendirilmiş, kuşkulandırılmış. * Tırmalanmış. mahe : f. Matkap, burgu. mahfas : Yuva. mahfaza : (Hıfz. dan) Küçük kutu, kap. Zarf. mahfed : (C: Mehâfid) İkamet yeri. Oturulan yer. * Bir renk cinsi. mahfel : (C: Mehâfil) Dernek yeri. mahfî : Gizli, saklı. mahfil : (C.: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri. * Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer. mahfiyyen : Gizlice. Gizli ve saklı olarak. mahfuf : Zarar gelmesin diye etrafı çevrili, kuşatılmış. mahfuk : Hafakanlı, ikide bir yüreği oynıyan. mahfur : Kazılmış toprak. Hafriyat olunmuş. mahfuz : (Hıfz. dan) Hıfzolunmuş, saklanılmış. * Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. * Korunup gözetilmiş. * Gizlenmiş, saklanmış. ◊ Alçalmış veya alçatılmış.mahfuz liman : Bütün rüzgarlara kapalı olan ve her türlü hâllerde emniyet ile barınmağa müsâit bulunan limanlar. mahfuzat : (Mahfuz. C.) Mahfuz olunmuş, gizlenilmiş şeyler. * Hıfzedilip ezberlenmiş şeyler. mahfuzen : Polis veya jandarma gibi resmi bir muhafaza altında olarak. mahh : Yumurtanın akı. mahi : (Mahv. den) Yok eden, mahveden, perişan eden. ◊ f. Balık. Semek.mahic : Sâfi, saf, katıksız. mahiciyy : Palan vurdukları at. mahidan : f. Balık havuzu. mahifüruş : f. Balık satan. Balıkçı. mahigir : f. Balık tutan. Balık yakalayan. Balık avlayan. mahihar : f. Balık yiyen. Balık avlayan, balıkçıl. mahik : (Mahk. dan) Yok eden. Silen. Ortadan kaldıran. mahile : (C.: Mahâyil) Düşünmeğe sebebiyet veren işaret, alâmet. mahin : (C.: Mihne-Mihan) Hizmetkâr. mahir : Becerikli, hünerli, san'atkâr. mahirane : f. Ustaca, ustalıkla, maharetle. mahîs : Kaçacak yer. Kaçamak. * Kurtulmak. mahiyan : (Mâh. C.) Aylar. * (Mâhî. C.) Balıklar, semekler. mahiyane : f. Ay hesabıyla verilen ücret. Aylık. mahiyat : Mahiyetler. Esaslar. Hakikatlar. İç yüzleri. mahiyet : Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. mahiyye : Aylık. mahiz : (C: Muhaz) Ağrısı tutmuş hâmile kadın. mahîz : Hayız hali zamanı. (Bak: Hayız) mahîza : (C: Mehâyız) Hayız bezi. mahk : Gidermek. * İptal etmek, saymamak. * Eksik, noksan. ◊ İnat etmek. * Birbirini tutup çekmek.mahkede : İkamet mevzii, oturulan yer. mahkeme : (Hüküm. den) Dâvaların görülüp hükme, karara bağlandığı yer. İcra-yı adalet için çalışan resmî daire. mahkî : Hikâye olunmuş. Anlatılmış. Rivayet olunmuş olan. mahkiyyun anh : Kendisinden bahsedilen, kendisinden anlatılan. mahkud : Hased edilen, hased olunan. mahkuk : Hakkedilmiş. Sert bir şey üzerine sert kalemle kazılarak yazılmış. mahkûm : Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan. * Birisinin hükmü altında bulunan. * Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma. mahkun : Suçsuz, masum. mahkur : (Bak: Muhakkar) mahl : Kıtlık, kaht. mahlas : Nâm. Lâkab. Bazı muharrirlerde olduğu gibi, isme ilâve edilen başka bir isim. * Halâs olacak, kurtulacak yer. mahlasname : şiir söylemeye yeni başlayan bir şâire, usta şâir tarafından mahlas verildiğine dair yazılan manzume. mahleb : (C: Mahâlib) Kedi, arslan gibi hayvanların pençesi. ◊ Bal. * Süt sağacak kap. * Bir cins ot.mahlece : (C: Mehâlic) Hallaçların yün ve pamuk attıkları yer. mahlefe : Söğütlük. mahlu : Hal' edilmiş. Tahtından indirilmiş padişah. * Reddedilmiş olan. mahlub : Sağılmış hayvan. mahluc : (Pamuk gibi) Atılmış, hallaçlanmış. mahluce : Rey ve fikri doğru olmak. mahluf : Yemin etme, and içme, kasem etme. mahluk : Yaratılmış. Yoktan var edilmiş olan. ◊ Traş olmuş.mahluka : Başkasının olup da benimsenen manzum parça. mahlukat : (Mahluk. C.) Yaratılmışlar. Mahluklar. Allah'ın yarattığı şeyler. mahlul : Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş. * Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras. ◊ Delinmiş. * Öbür tarafına işlenmiş olan şey.mahlulat : Mirasçısı olmadığı için evkâfa veya hükümete kalan miraslar. mahluliyet : Mahlul olma hali, mahlulluk. mahlut : (Halt. dan) Karıştırılmış. Katılmış. Karışık. mahluta : Bulgurla karışık mercimek çorbası. mahmasa : Azlık. * Açlıktan zayıf düşme. mahmel : Üzerine yük konulan şey. mahmi : Korunan, himaye gören. Hıfzolan. mahmidet : (C.: Mahâmid) Övme, senâ etme, medhetme. mahmidetsâz : f. Senâ ve medheden. mahmil : Harameyne hacı kafilesi ile birlikte gönderilen hediyeler. * Deve üzerine konulan sepet. Mahfe. Sürre. * Bir ibareye hamledilen mâna ihtimâllerinden her birisi. mahmiye : (Himâye. den) Bir şeyi koruma, muhafaza ve himâye etme. * (Muhâfazalı) büyük şehir. mahmud : Medh olmaya müstehak, medhe lâyık. Öğülmüş, medh ü senâ olunmuş. * Peygamberimizin isimlerindendir. * Tar: Ebrehe'nin Kâbeyi yıkmak için getirdiği filin adı. mahmudiye : Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi. * Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın. * Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş More…mahmul : Yüklenilmiş. Hamlolunmuş. Bir şey arkasına yüklenmiş olan. Üzerine alınmış. * Gr: Bir cümlede fâile yükletilen işi, oluşu veya hâli gösteren fiil. * Man: Müsned, haber. 'İnsan More…mahmule : Yük. Hamule. mahmulen : Mahmul olarak, yüklü olarak. mahmum : Hummaya, sıtmaya tutulmuş. Sıtmalı olan. Ateşli olan. Mecnun. Saçma sapan konuşan. mahmumane : f. Sayıklarcasına, sayıklıyarak. * Ateşler içinde, ateşli olarak. mahmur : (Hamr. dan) Sarhoşluğun verdiği sersemlik. * Uyku basmış ağırlaşmış göz. Baygın göz. mahmurane : f. Baygın bir şekilde. Mahmurcasına. mahmuz : (Mihmaz. dan) Binilen hayvanın sür'atini arttırmak maksadıyla dürtme için potin yahut çizmenin ökçesine takılan demirden yapılmış âlet. * Kovanların çerçevelerine peteği tesbit etmek More…mahn : Kuyudan su çıkarmak. * İmtihan etmek. * Bahşiş vermek. * Vurmak. ◊ Cima etmek. * Ağlamak. * Kuyudan su çekmek. * Uzun boylu adam.mahnak : Boğazın boğacak yeri. mahniye : (C: Mehâni) Derenin dar ve kısık yeri. mahnuk : Boğulmuş. Boğazı sıkılmış. Boğuk. mahnukan : Boğazı sıkılarak, boğulmuş olarak. mahnun : Sar'alı. Cin taifesi dokunmuş hasta. Mecnun. mahpare : f. Pek güzel kimse. * Ay parçası. mahperver : f. Mehtaplı. mahpeyker : (Bak: Mehpeyker) mahr (muhur) : (C: Mevâhır) Yarmak. * Yükseltmek. * Rüzgârın çıkardığı gürültü. mahra : Değerli ve itibarlı insan. * Uygun, münâsib ve elverişli şey. mahrab : (C: Mehârib) Cenk edecek, dövüşülecek yer. mahref : Bostan. Hurmalık. * Yemiş sepeti. mahrefe : Yol. mahrek : Koz: Bir gezegenin bir devrede üzerinden gittiği farzedilen dâirevi hat, hareket yeri. Mermi yolu. ◊ (Mahrak) Yakılacak yer. Bir şeyin yandığı yer.mahrem : Gizli. * Dince ve şer'an müsaade olunmayan. * Birisinin hususi hâllerine ait gizli sır. * Nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan yakın akraba. (Baba, dede, anne, nine, erkek ve More…mahreman : (Mahrem. C.) Sırlar. Gizli şeyler. Esrar. * Sırdaşlar. mahremane : f. Gizli ve saklı olarak. Mahrem bir tarzda. mahremiyyet : Gizlilik. Mahrem olma hali. mahru : (C.: Mâhruyân) f. Ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak olan. Güzel. mahrub : Mahrum edilmiş. Elinden varı yoğu alınmış. Bomboş bırakılmış. ◊ Harabedilmiş, dağıtılmış.mahruf : Toplanılmış devşirilmiş meyve. mahruk : Yanan. Yanmış. mahrukat : Yakılacak madde. Yanan şeyler. mahrum : Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak. * Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan. * İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan. mahrumane : Mahrumcasına. Bahtsız ve nasipsizcesine. mahrumiyyet : Elde edemeyiş. Yokluk. Mahrumluk. İstediğini elde edememe. mahrur : Hararetli. Ateşli. İçi hararetli olan. mahrurâne : f. Ateşli ateşli. Hararetli bir surette. mahrus : Himâye edilen. Korunan. Gözetilen. ◊ Hırsla istenilmiş.mahrusa : Büyük şehir. mahrut : Geo: Tabanı daire olup, yan kenarları bir noktada birleşen geometrik şekil, koni. ◊ Kasnı denilen zamkın ağacı.mahrutî : Mahrut şeklinde olan. Altı daire ve üstü sivrilerek bir noktada birleşen, huni şeklinde olan. Konik. mahrutiyyet : Mahrutilik, konik olma hâli. mahruyan : f. Güzeller, ay yüzlüler. * Mc: Veliler. Allah'a itaatten ayrılmayan manevî güzellik sâhibi kimseler. mahruz : Kepâze, rezil, rüsvay, aşağılık, âdi. İtibarsız. mahs : Hâlis olmak, saf ve katışıksız olmak. ◊ Hayaları çıkarılmış. İğdiş edilmiş.mahş : Yakmak. mahsad : Ekini biçilmiş yer. mahsebe : şüphe etme, şüphelenme, sanma. mahser : Huy, tabiat. mahşer : Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı. * Çok kalabalık. mahsub : Sayılmış. Hesaplanmış. Hesabına kaydedilmiş. * Bir zata mensub kabul edilen. ◊ Kızamık çıkarmış kişi.mahşub : Kesilmeye elverişli olmadan kesilen ağaç. mahsubât : (Mahsub. C.) Hesab edilmiş olanlar. Hesaba dahil edilmişler. mahsuben : Hesaplanarak. Hesaplı olarak. Hesabına kaydedilerek. mahsubiyet : Mahsubluk, mensubluk. mahsud : Kendine hased edilen. Kıskanılan kimse. ◊ Biçilmiş ekin. * Ekini biçilmiş tarla.mahşud : Toplanmış. Yığılmış. mahsuf : Husufa uğramış. Gölgelenmiş. Perdelenmiş. mahsul : Husul bulan. Hâsıl olan. * Elde edilen şeyler. * Toprak ve hayvanlardan elde edilen şey. mahsulât : (Mahsul. C.) Mahsuller. Hâsılat. Tarladan, bahçeden veya hayvanlardan elde edilen gıda maddeleri. mahsuldar : f. Verimli, bereketli. Mahsul veren. mahsun : İstihkâmlı. Kuvvetlendirilmiş. Sarp, sağlam ve metin kılınmış. mahsur : Etrafı çevrilmiş. Muhasara altına alınmış. Hasrolunmuş. Hududlanmış. Kuşatılmış. ◊ Fersiz göz. Yorulmuş, uzun uzadıya bakmaktan donuklaşmış ve göremez olmuş göz.mahşur : Toplanmış. mahsus : Ayrılmış, tâyin edilmiş. * Herkese âit olmayıp bazılara âit olmuş olan. Yalnız birine âid olan. Hususileşmiş. Müstakil. * Bile bile, istiyerek. * Yalandan, şakadan, lâtife olarak. More…mahşuş : (Haşşe. den) İçine girilmiş. * Buğzedilmiş. * Gizlice bir şey verilmiş. * Karalanmış. ◊ Kuru ot.mahsusa : Mahsus, hususi. mahsusat : Gözle görülen, hisle anlaşılan şeyler. (Ma'kulât'ın zıddı) mahsusen : Ayrıca, bile bile, mahsus olarak. mahsusiyet : Mahsusluk. Hususi olma hâli. mahşüv : Fazla. * İçi doldurulmuş. maht : Çıkarmak. * Çekmek. ◊ şiddetli.mahtab : (C: Mehâtıb) Odun yığacak yer, odunluk. ◊ (Bak: Mehtâb)mahtam : (C: Mehâtım) Burun. mahtid : Kişinin durduğu mekân. mahtube : Evlenmek için istenilen kadın. mahtum : Mühürlenmiş. Damgalanmış. * Kilitlenmiş. * Bağlanmış. mahtumane : f. Bir kitabı hatmettikten sonra verilen ziyafet. mahtun : Sünnet olunmuş. Hitan edilmiş. mahtur : (Hatar. dan) Hatara, tehlikeye yakın. * Düşünme. Fikir ve endişe. mahtut : (Mahtute) Çizilmiş. Çizgilenmiş. Yazılmış. mahudane : Bir ot adı. mahuf : Korkulu. Tehlikeli. mahule : Kocası ölmüş kadın. mahur : f. Kumarhâne. Meyhâne. mahuza : Temiz. İtibarlı, şerefli, asil. * Saf, hâlis, katıksız. mahv : Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma. * Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli. mahv ve sekir : Fenafillâh makamında kendi varlığını hiç görmek ve bu mânevi hâlin zevk ve te'sirinden ruhi bir coşkunlukla kendinden geçme hâli. mahva : Secdede karnını uyluklarından çekip ayıran kimse. mahvar : f. Ay gibi. mahvare : f. Aylık maaş. mahve : Kuzey rüzgârı. mahveş : f. Ay gibi. mahviyyet : Alçak gönüllülük. Tevâzu. Kendi kusurunu bilip kendine haddinden fazla kıymet vermemek. Tevâzu içinde olmak. mahy : Gidermek. mahya : Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim. * Dam çatısında iki eğik More…mahyane : f. Aylık. Aydan aya verilen maaş. mahyere : Muhayyerlik, beğenip seçmede serbestlik. mahz : Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet. * Tâ kendisi. * Sadece. * Su katılmamış hâlis süt. ◊ Yoğurdu çalkalayıp yağını almak. ◊ Nikâh.mahza : Ancak. Yalnız. Tek. * Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam. mahzan : Ancak. Yalnız. Sadece. Tek. mahzane : Güvercinlik. mahzar : (Huzur. dan) Hazır olma. Gösteriş, görünüş. * Huzur yeri. Büyük bir insanın önü. * Birçok kimse tarafından imzalı dilekçe. * Mahkeme sicili. mahzem : (C.: Mehazim) Atın kolan yeri. mahzen : Hazine ve define gibi şeyleri koyacak yer. * Erzak yeri. * Bodrum. Yeraltı. ◊ Yalnız, ancak, tek.mahzî : Kepâzelik ve rüsvaylığa sebep olan huy. Rezil olmağa sebebiyet veren kötü huy. mahzu' : Boyun eğmiş. mahzub : Boyanmış. mahzud : (Mahdud) Silinmiş, tesviye edilmiş. * Düzgün. * Meyvesinin çokluğundan dalları basıp bükülmüş. mahzuf : Silinmiş. * Yerinden düşürülmüş. Kaldırılmış. Hazfolunmuş. * Edb: Noktasız harflerle yazılmış olan. (Bak: Mücerred) mahzul : Hakir. Kıymetsiz. Perişan. Hor. Rüsvay. mahzulen : Hakir, kepaze, rezil ve rüsvay olarak. mahzum : Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve. * Her delinmiş nesne. mahzun : Tasalı. Kederli. Hüzünlü. Gamlı. ◊ Hazinede saklanan şey.mahzunane : f. Kederlice, düşünceli, üzgünce. mahzuniyet : Mahzunluk. Kederli ve kaygılı oluş. Üzüntülü olma. mahzur : Hazer edilecek şey. Özür. Korkulacak şey. Müsaade olmayan. Mâni. Çekinilecek şey. ◊ (Hazr. dan) Haram. Memnu şey. Yasak olan şey.mahzurat : Hazer edilip korunulacak şeyler. Yasak olanlar. Engeller. ◊ Yasaklar. Mâniler. Haram şeyler.mahzure : (C.: Mahzurât) Şer'an yasaklanmış olan şey. Men ve haram edilmiş şey. ◊ Çekinme, sakınma, içtinâb etme. * Cidâl, muharebe.mahzuz : Memnun. Hoşnud. Zevkli. Hoşlanmış. Hazzetmiş. mahzuzât : Hoşa giden şeyler. Hazlar. mahzuziyet : Mahzuzluk, hoşlanma, hoşa gitme. maî : Su cinsinden. Akıcı, su renginde, mâvi. Katı ve sert olmayıp su gibi, akıcı olan. maîb : (C.: Maâyib) Kusur, eksiklik, noksanlık. Leke. * Ayıplanmış. maic : Dalgalı deniz. maide : Yemek sofrası. Üzerinde nimetler bulunan sofra. Ziyafet. * Kur'an'ın 5. Suresinin adıdır ve Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. maidesâlâr : f. Sofracı başı. maika : Derin, amik. mâil : Eğik. Bir tarafa eğilmiş. Eğri. * Meyilli. Hevesli. İstekli. * Düşkün. * Benzer. maîl : Ehil, iyal, çoluk çocuk. mâile : Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri. * Eğri, eğilmiş. mâiliyyet : Eğiklik. Meyillik. main : Saf, akar su. * Göz önünde akan su. * Cennet şerbeti. * Zâhir, görünen. * Göz değmiş, nazar değmiş. main mehin : Zayıf, hakir su. * Meni. mais : Ağaçları sık bitmiş olan yer. maişet : (Ayş. dan) Yaşayış. Yaşama. Ömür. * Yaşamaya lüzumlu bulunan maddeler. maişetgâh : f. Maişet yeri. Geçim te'min edilen yer. maiyyet : Beraberlik. Arkadaşlık. * Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında bulunan hey'et. * Yan. Nezd. maiz : Keçi. * Az miktar keçi. Ufak keçi sürüsü. ◊ (C.: Mevâız) Keçi.majüskül : Büyüklük bakımından diğerlerinden biraz daha farklı olan harfler. mak : (C: Amâk-Emâık) Göz pınarı. mak' : Atmak. * Emmek. mak'ad : Oturulacak yer. Minder. * Oturulduğunda bedene temel olan âzâ. Kıç. mak'ade : Kurbağa. maka : Hıyarşenber denilen nebat. makabih : (Makbaha. C.) Çirkin ve yakışıksız davranışlar. makabir : (Kabr. C.) Kabirler. Mezarlar. makade : Davar yedmek. makadim : (Makdem. C.) Geri gelmeler. Dönüp gelmeler. makadir : Mikdarlar. Kısımlar. Ölçüler. * Muayyen ve mâlum olan kısımlar. ◊ (Ka, uzun okunur) Kuvvetler. Kudretler.makal : Söz. Lâkırdı. Kavl. Söyleyiş. makalat : (Makale. C.) Makaleler. Söz ve yazılar. Bahisler. makale : Söylenen söz. Söyleme. Söyleyiş. Kelâm. Nutuk. * Bir bahsin kaleme alınışı. makalid : (Ka, uzun okunur) Hazineler. * Kilitler. Anahtarlar. makalim : (Maklem. C.) Ucu budanmış ve sivrilmiş şeyler. makam : Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. * Musikide usul. Tempo. makamat : (Makam ve makame. C.) Makamlar, mertebeler. * Cemaatler, cemiyetler, kalabalıklar, topluluklar. makame : (C: Makamât) Meclis. * Topluluk, cemaat, cemiyet, kalabalık. * Nutuk tarzında söylenen sözler. makami' : (Mikmaa. C.) Gürzler, topuzlar. makani' : (Mıkna' ve Mıknaa. C.) Başörtüleri, eşarplar. makariz : (Mikrâz. C.) Makaslar, kesecek âletler. makarr : (Karar. dan) Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht. makasid : Maksadlar, istekler, gayeler. Niyetler. makasim : (Maksim. C.) Su taksim edilen yer. makasir : (Maksure. C.) Bir hânedeki en mahrem taraflar. Bir evin en mahrem tarafları. * Câmilerde etrâfı parmaklıklarla çevrili yüksek yer. makass : Makas. makati' : (Ka, uzun okunur) Kesmeler. Kesişmeler. Kesişen yerler. * (Kat'. C.) Sözdeki veya nazımdaki durak yerleri. Heceler. makatil : (Maktel. C.) Katlin yapıldığı yerler, öldürme fiilinin geçtiği yerler, makteller. makatir : (Maktar. C.) Damlalar, katreler. makavid : (Mekud. C.) Yularlar. makavil : Sözler. Kaviller. Lisânlar. Diller. makazz : Başın arka tarafından iki kulağın arası. makbah : (C: Mekâbih) Çirkin olmak. Çirkin olacak yer. makbaha : (C.: Makabih) Kabih, yakışıksız ve çirkin hareket. makber(e) : (C.: Mekabir) Mezar. Kabir. makbiz : Kılıcın ve yayın kabzası. makbuh : Beğenilmeyen. Çirkin ve kabih görülen. makbuha : Kabih olan ve hoşa gitmeyip beğenilmeyen hâl veya iş. makbul : (Makbule) Kabul olunan. Beğenilen. Sevablı. ◊ Ayağı bağlı olan.makbuliyet : Beğenilmişlik, makbullük. makbur : (Kabr. den) Gömülmüş, defnedilmiş, kabre konulmuş. makbuz : (Kabz. dan) Alınmış, kabzolunmuş. Alınan. * Daraltılmış, sıkılmış. * Bir şeyin alındığına karşı verilen imzâlı ve mühürlü kâğıt. makbuzat : (Makbuz. C.) Alınan paralar. Satıştan veya borçlulardan toplanan paralar. makdem : (C.: Makadim) (Kudum. dan) Dönüp gelme. Gelme. makderet : (Kudret. den) Kuvvet, kudret, güç, zor. makdis : Mukaddes yer. makdud : Uzun boylu kişi. makduh(e) : (Kadh. den) Beğenilmemiş, ayıp. makdunis : Maydanoz. makdur : Güç. Kuvvet. Kudret. * Takdir olunmuş. Allah'ın takdiri. Daha evvelden takdir olunmuş. makdurat : (Makdur. C.) Takdir-i İlâhi olanlar. Güç ve kuvvet. Elden gelenler. Takdir edilenler. maket : Fr. Bina, şehir gibi eserlerin, belirli bir ölçüde küçültülmüş modeli. makh : Sür'at, hız. makhur : (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş. makhurane : Kahr ve gazaba uğramış hâlde. Gazaba uğramış olanlara benzer şekilde. makhuriyet : Kahrolmuşluk, ezilmişlik, bitkinlik. Allah'ın kahr ve gazabına uğrama. maki : Coğ: Çalı ve küçük ağaçlarla kaplı arazi. makid : Kesilmeyen ve daimi olan. makîl : Öğle uykusuna yatılacak yer. Kaylule yeri. Rahat edecek yer. Kuşluk uykusu. makinist : Makine ustası. Makineyi çalıştırmakla vazifeli kişi. makir : Hile yapan. Mekreden. makis : (Mâkise) Durup dinlenen, duraklayıp eğlenen. ◊ Öşür ve vergi toplayan kimse.makîs : (Kıyas. dan) Kıyas edilebilen. Benzetilebilen. makit : Dar yer. makît : Buğz edilmiş. Mebğuz. Nefret edilmiş, sevilmemiş, menfur. makiyan : f. Tavuk. makk : Yarmak. makl : Suya batırmak. * Nazar etmek, bakmak. makleb : Kalbetme. Bir şeyin altını üstüne çevirme. * Kalbedilecek, çevrilecek veya değişecek yer. maklete : Helâk olacak yer. maklu' : Sökülmüş, kökünden çıkarılmış, kal' olunmuş. makluan : Sökülerek, kökünden çıkarılmış olarak. maklub : (Kalb. den) Altı üstüne çevrilmiş, kalbolunmuş. Ters döndürülmüş. Başka şekle sokulmuş. * Harfleri tersinden okunduğu zaman yine aynı olan kelime veya cümle. (Anastas mum satsana cümlesi More…maklubiyet : Ters döndürülmüşlük, altı üstüne getirilmişlik. Maklub olma hâli. maklud : Fitil gibi bükülmüş olan. maklum : Yontulmuş ve kesilmiş olan. makluv (makliyy) : Pişirilmiş kebap. makmaka : Sözü boğazı içinden söylemek. makmene : Lâyık ve münâsip olacak yer. makna' : Kanaat edip râzı olacak yer. * Şâhid, adâlet şâhidi. maknat : Ümit kesecek yer. maknee (makneut) : Güneş görmeyen yer. makr : Çok acı olmak. makrebe : Hısımlık, yakınlık. Karâbet. makreme : (Bak: Mikrame) makru' : Okunan. Okunmuş olan. makruf : Töhmetli kimse. * Yabana atılmış nesne. makruh : Yaralanmış, kahredilmiş. Mecruh. makrun : (Karn. dan) Ulaşmış. Kavuşmuş. Yakın. * Müsaadeye mazhar. * Çatık kaşlı olmak. makruniyet : Yaklaşma. Yakınlık. makrut : Selem ağacının yaprağıyla dibâgat olan gön ve sahtiyan. makruz : (Karz. dan) Ödünç verilmiş. İkraz edilmiş. Borç olarak verilmiş. maks : Suya dalmak. Daldırmak. maksad : (C.: Makasıd) (Kasd. den) Kasdolunan ve istenilen şey. Merâm, gâye. maksal : Mahsul ekilen yer. maksar : Nihâyet, son, netice. maksara : (C: Mekâsır-Mekâsir) Köşk, kasr. maksebe : Sazlık, kamışlık. maksee : Hıyar tarlası. maksim : (C.: Makasim) Taksim edilecek, dağıtılacak yer. * Suyun kollara ayrılma yeri. Masluk, savak. maksud : Kasdedilmiş. Kasdedilen. * İstenilen şey. İstek. Arzu. Gâye. maksüe : Hıyar tarlası. maksum : Taksim edilmiş, ayrılmış, bölünmüş. * Kısmet, nasib. maksur : (Kasr. dan) Kasrolunmuş, kısaltılmış, kasılmış, alıkonulmuş. * Mahbus. * Kasrolunmuş nesne. * Gelinin üzerine tutulan duvak. * Gr: Bir kısım arapça kelimelerin sonunda yâ şeklinde yazılan, More…makşur : Soyulmuş, kabuğu çıkarılmış. maksure : (C.: Makasir) Câmilerde etrafı parmaklıkla çevrilmiş biraz yüksekçe yer. maksus : Kesilmiş, kırpılmış. maksuv (maksiyy) : Kulağının ucu kesilmiş deve veya koyun. makşuvv : Men' ve kahrolmuş. Tab'ından çıkarılmış. makt : Kin, hiddet. İğrençlik. Şiddetli buğz. ◊ Vurmak.makta' : 'Kesilen yer, kat'edilen yer, kesinti yeri. * Uzun bir cismin enliğine kesildiği yerin görünüşü. * Edb: Her manzumenin, hususen gazellerin ve kasidelerin ilk beytine matla', More…maktaa : Eskiden üzerinde kamış kalemin ucu kesilerek düzeltilen kemikten veyâ mâdenden yapılmış âlet. maktane : Pamuk tarlası. maktar : Damla, katre. maktel : Birinin öldürüldüğü yer. Bir katlin yapıldığı yer. maktem : Tozlu yer. maktu' : (Maktua) (C.: Makati') Kesilmiş, kat olunmuş. * Pazarlıksız, değeri ve pahası biçilmiş. * Götürü. maktuan : Götürü olarak, toptan. maktul : Öldürülmüş, katledilmiş olan. maktulen : Öldürülerek, katledilerek. maktulîn : (Maktul. C.) Öldürülmüş insanlar. Vurulmuş veya katledilmiş kimseler. maktur : Katranlı. Katran sürülmüş. makul : (Kavl. den) Denilmiş, söylenilmiş. * Söylenilen söz. makulat : (Makule. C.) Çeşitler, takımlar. Kategoriler. makule : Takım, çeşit. Kategori. makv : Cilâ yapmak. * Yıkamak. * Saklamak. makya : Kusmak. * Kusma yeri. makye : Duracak yer, konak yeri. makzaba : Yonca ekilen yer. makzî : Kaza olunmuş, ödenmiş, te'diye olunmuş olan. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl edici olan. Ödeyici. Sâhib-i mucib ve muris. * Fık: Kendi irade ve kesbimizin neticesi olmak üzere More…makzuf : (Kazf. den) İftira edilmiş. Namusu hakkında lâf edilmiş. * Hazfolunmuş. Atılmış. mal : f. 'Süren, sürülen, sarılan, takılan' anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen) ◊ Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan More…mal müdürü : Kazâ mâliye memuru. mal-i hulya : f. Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller. malak : Manda yavrusu. Buzağı. malakelam : Diyecek yok. Söz götürmez. malamal : Çok dolu, lebâleb, ağzına kadar dolu. malanihaye : Sonsuz, nihâyetsiz. Uçsuz bucaksız. malarya : ing. Sıtma. malaya'ni : (Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz. mâlâya'niyyât : Faydasız boş sözler, boş konuşmalar, faydasızlık. malayutak : Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz. malaz : Sürülmüş toprak. * Sular altında kalmış tarla. maldar : f. Malı mülkü çok olan. Zengin. maldarî : Zenginlik, servet. male : f. Duvarcı malası. malemyekün : Sözden ibâret. malezim : (Mâlezime) Lüzumlu ve gerekli şey. Malzeme. malî : (Maliye) Mala ve paraya mensub. Mal ve para cinsinden. Mala ait. ◊ f. Dolu. * Fazla, çok.malide : f. Sürülmüş, sürmüş. malih : Tuzlu. malihulya : (Bak: Mâl-i hulya) malik : Sâhib. Malı elinde bulunduran. Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan. * Her şeyin sâhibi olan Allah. * Cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı. malikane : 'f. Büyük ve gösterişli köşk. * Tar: Bir kimseye, gelirinden hayatı boyunca istifade etmek; fakat satamamak ve miras bırakamamak şartıyla verilen beylik arazi.' malikî : (Bak: İmam-ı Mâlik) malikiyet : Malik ve sahib olma. maliş : f. Sürme, sürüştürme. malişgâh : f. Yüz sürülecek yer. malişger : f. Sürtücü, oğucu. * Tellak. maliyat : Maliye işleriyle alâkalı. Maliye bilgisi. maliye : Devletin gelir ve masraflarının idaresi. * Gelir gider hesablarına bakan resmi dâire. maliyet : Kıymet. Mâlolma değeri. maliyyun : Maliyeci. malizme : Eskiden yirmi sayfadan meydana gelen cüz, broşür. malkoç : Osmanlı İmparatorluğu devrinde akıncıların başı. * Akıncı beylerinden meşhur bir hânedan. malperest : f. Malı, mülkü ve parayı çok seven. Mala düşkün olan. mamelek : Elinde bulunan şeyler, sâhib olduğu şeyler. Nesi var ise, hepsi. * Huk: Bir şahsın alacak ve borçlarının hepsi. mameza : Geçen veya geçmiş şey. Geçmiş zaman. Mazi. mamhuran : Adilcevaz, Patnos, Erciş ve bilhassa Beytüşşebab havalisinde meskun olan bir aşiret ismi. mamisa : Bir ot cinsi. mamizan : Vers denilen ot. manahnü fîh : Üzerinde durduğumuz, bahsini ettiğimiz mes'ele. Hakkında konuştuğumuz. mancinik : Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti. manda : Fr. Kendini idare edemeyen bir memleket ahalisini başka bir yabancı devletin idare etmesi. * t. Camız denen hayvan. Kömüş. mande : f. Kalmış, gitmemiş olan. mandira : 'yun. Süt ve süt ürünlerinin elde edildiği; süt veren hayvanların barındığı yer.' manen : Mânâca. Mânâ cihetiyle. Ruhca. Esasca. Bâtınen. İç varlık bakımından. manend : f. Benzer. Denk. Eş. Gibi. manende : Benzeyen, mümâsil. manevî : (Ma'nevi) Mânaya âit. Maddî olmayan. Mücerred. Ruhani. maneviyyat : Maddi olmayan kuvvet. Mânâ âlemine âit olanlar. maneviyyun : Allah'a, dine, mukaddesata inanmış olanlar. manevra : Fr. Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli. * Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te'sirli bir More…manga : Ask. Tek bir kumandanın kolaylıkla sevk ve idare edebileceği kadar erden kurulu küçük askerî birlik. (Yaklaşık olarak on erden kurulabilecek olan mangada birkaç makinalı tüfek veya tabanca More…mâni' : Men'eden. Geri bırakan. Esirgeyen. Engel. Özür. mânia : Men'eden şey. Engel. Özür. Zorluk. manivela : Ağır şeyleri çekmek ve kaldırmak için vasıtanın dönen merkezine bir ucu takılıp döndürülen kol. manken : Fr. Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb. insan şekli. mansab : (Mınsab) Rütbe. (Bak: Mansıb) manşet : Fr. Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık. * Bir gömleğin kol kısmına geçirilen ve elbisenin kolundan dışarı çıkan kumaş parçası. mansib : (Nasb. dan) Devlet hizmeti. * Memuriyet. * Bünyad. Merci'. mansibdâr : f. Mansıbda bulunan. mansub : Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş. * Konulmuş, dikilmiş. * Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan. mansubîn : (Mansub. C.) Memuriyette bulunanlar. Hizmette olanlar. mansur : Yardım edilen, yardım görmüş. * Gâlib, muzaffer. (Bak: Mensur) mansuriyyet : Allah'ın (C.C.) yardımıyla muvaffak ve muzaffer olma, başarma. mansus : Nass ile sâbit kılınmış. Âyetle tesbit edilmiş. İzhar ve beyan edilmiş. * Kur'anda açıkça anlatılmış. mantik : (İntak. dan) Konuşturan, söyleten. * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi. * Akıl, nutuk, söz. mantikan : Mantığa göre. Mantıkça. mantikî : Mantıka dâir. Aklî ve müsbet olan düşünce, fikir. Mantık kaidelerine uygun. mantikî kirâet : Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini More…mantikiyyât : Mantıkla alâkalı mes'eleler. mantikiyyun : Mantıkla uğraşanlar. Mantık âlimleri. mantuh : Boynuzlu hayvan tarafından yaralanan veya öldürülen. mantuk : Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. ' Şu kitabı satın aldım', sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır. * Söz, nukut, mânâ, More…manyatizma : Birisinin bâzı hareketleri ile başkası üzerinde uyuşukluk verici te'sir. (Bak: İpnotizma) manyetik : (Bak: Magnetik) manzam : (C.: Menâzım) Sıra, dizi. manzar : (Manzara) (Nazar. dan) Bakılan yer, görülen yer. Görünüş. manzara : Dışarıyı görecek pencere. manzaranî : Gösterişli ve güzel adam. manzarî : Güzel, gösterişli ve yakışıklı adam. manzud : Sık yetişmiş ağaç. * Üstüste istif edilmiş. manzum : Ölçülü, mizanlı, tertibli. * Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler. (Kaside ve şiirler gibi). * Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş. manzumat : Manzumeler. manzume : Tertibli, ölçülü yazı, şiir. Vezinli ve kafiyeli olan söz. * Sıra, dizi. Sistem. manzur : Görülen, bakılan, nazar edilen. * Beğenilen. manzure : Belâ, musibet, felâket, âfet. * Noksan ve kusuru olan, ayıplanacak kadın. mar : f. Yılan. mar-efsa : f. Yılan tutan, yılan efsuncusu. * Yılan sokmuş kimseyi tedâvi eden kişi. mar-gir : f. Yılan tutan, yılan tutucu. maran : (Mâr. C.) f. Yılanlar. maraton : yun. Kırk kilometreden uzun bir yolda mukavemet için yapılan hız koşusu. maraz : Hastalık, illet, dert. Belâ. marazî : (Maraz. dan) Hastalıkla alâkalı. Hastalığa ait. Hastalıklı. maraziyyât : Hastalıklar ilmi, patoloji. mareşal : Fr. (Bak: Müşir) marhic : Yılan balığı. marhuk : Kuşkonmaz bitkisi. maric : Dumansız ateş, alev. * Dumansız barut. marid : Azgın, sapkın. İnad ve isyanda benzerlerinden çok ileri gitmiş olan. Kibir, inad ve dinsizlikle tanınmış olan. Mütemerrid. marik : Dinsiz, mürted, hak dinden çıkan. marin : (Mârına) Çekiçle dövülerek açılmağa müsait olan. * Kireçtaşı. * Çeşitli renklerde olan bir çeşit toprak. ◊ Burun ucunda olan yumuşak kemiksiz yer.maristan : f. Hastahâne. mariz : (Maraz. dan) Hasta. İlletli. Dertli. ◊ Hasta, alil, mariz.marizane : f. Hasta olarak. mârr : Geçen, geçmiş, yürüyen. mârre : Fık: Herkesin gittiği umumi yoldan yürüyen. mârrîn : (Mâr. dan) Geçenler. mârrin ü âbirîn : Gelip geçenler. Gelen giden. marsus : (Bak: Mersus) martulos : (Martoloz) Osmanlı Devletinin teşekkülü sıralarında ve yeniçeri teşkilâtından önce, Hristiyanlardan, ordunun geri hizmetlerinde çalışmış olan teşekküllerden biridir. Silâhlanmış kişi More…marzat : Rızâ. Memnuniyet, hoşnudluk. marzî : Razı olmağa dâir. * Kabul edeceği, razı olacağı. marziyat : Razı olunacak şeyler. Allah'ın rızasına dair olanlar. marziye : Razı olma, hoşnud olma, memnuniyet. mas : Yeyni, hafif kimse. mas' : Davarın kuyruğunu salması. * Vurmak. * Parlamak. mas'ad : (C.: Masâid) Yukarı çıkılacak yer. Suud yeri. masa' : Kılıçla vuruşmak. maşaallah : Allah'ın istediği gibi. * Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâdır.) masabak : (Bak: Masebak) masad : (C: Musdân-Emside) Dağın yüksek ve yüce yeri. masadak : Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. 'Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı' gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de More…masadir : (Masdar. C.) Masdarlar. masaff : Savaş, muhârebe, harp, cidâl yeri. masaha : Sıhhat mevzii. * Kamer, ay. masaib : (Bak: Mesaib) masaid : (Mas'ad. C.) Yukarı çıkacak yerler. masaif : (Masif. C.) Sayfiyeler, yazlıklar. Yaz mevsiminde oturulacak yerler. masak : Darlık. masal : Az miktar olan şey. masale : Sızıntı. masam : Duracak yer. masame : Duracak yer. masan : Eşya saklanacak yer. masani' : (Masna. C.) Sarnıçlar. Su mahzenleri. masari' : (Mısrâ'. C.) Mısrâlar. * (Masra'. C.) Güreş meydanları. masarif : (Masraf. C.) Sarfiyatlar, masraflar. (Masârifât da denir.) ◊ (Masruf. C.) Harcananlar, sarfolunanlar.masarifat : (Masârif. C.) Masraflar, giderler. Harcanan paralar. masarîn : Bağırsaklar. masbah : Doğacak zaman ve yer. masbu' : Kibirli, gururlu, mağrur. Kendini beğenmiş. masbug : (C.: Mesâbig) Boyalı, boyanmış. Mülevven. masd : Cima etmek. * Emmek. masda' : Taşlık yerlerden geçen düz yol. masdar : 'Bir şeyin sudur ettiği (çıktığı) menba. * Gr: Fiilin şahsa ve zamana bağlı olmayan şekli, fiil kökü. Okumak, yazmak, kitabet, kıraat, ahz, almak... gibi. Masdar kelimesi.; ism-i More…masdu' : Baş ağrısına tutulmuş olan. Başı ağrıyan. masduk : Doğruluğu kabul edilmiş, tasdik edilmiş. masduka : (C.: Masdukat) Doğru söz. Hakikat ve gerçek olan kelâm. masdum : Çarpılmış. Kendisine vurulmuş. masdur : Gönderilmiş, yollanmış olan. * Göğsü incinmiş veya ağrımış olan. maşe : f. Maşa. masebak : Geçen, geçmiş olan, geçmişteki. maselef : Evvelki, geçmiş. masfuf : (Masfufe) Saf bağlamış, dizilmiş. Sıra ile dizilmiş. mash : Tutmak. * Çekmek. mash (musuh) : Sâbit olma. * Mahvolup belirsiz olmak. * Kısa olmak. mashara : Maskara, soytarı. * Tuhaflıklar yapan kimse. * Komik, gülünç. * Zevklenme, eğlenme. * Kepaze, utanmaz, rezil. ◊ (C: Mesâhır) Büyük taşlı yer.mashub : (C.: Mesâhib) Beraber alınıp götürülmüş. Kucaklanmış. mashuben : Beraberce, birlikte olduğu halde. Yanında bulunarak. masî : f. Pervasız, korkusuz. maşî : (Mâşiyye) (C.: Müşşât) (Meşy. den) Yürüyen, yürüyücü. masi' : Sağlam vücutlu kimse. masif : (C.: Mesâif) (Sayf. dan) Yazlık. Yazın oturulacak yer. Sayfiye yeri. masik : Yapışkan. * Zapteden, istilâ eden, tutan. masile : Üzerinde mum veya fitil yakılan çıra ve şamdan. masir : Mâni, engel. masîr : (C.: Masâyi) (Sayruret. den) Sürüp giden. * Karargâh. * Suyun aktığı yer. * Rücu etmek, dönüp gitmek. * Dönüp varılacak yer. masit : Acı su. * Bir ot cinsi. maşita : (Meşşâta) Baş tarayan. masiva : Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler. maşiye : (C.: Mevâşi) Koyun ve keçi gibi hayvan. * Oğlu ve kızı çok olan kadın. maşiyen : Yaya olarak, yürüyerek. mask : Muhkem, sağlam. (Müe: Maske) maskat : Düşülen yer. masku' : Kırağı düşmüş yer. maskul : Cilâlanmış, saykal vurulmuş. Mücellâ. masl : Tarhana. * Yoğurt ve süt içinde bulunan yeşilimsi su. maslahat : 'İş, mes'ele. * Sulh yolu. * Fayda, maksad, keyfiyet. (Zıddı; mefsedettir)' maslahatbîn : f. İş yapabilen. İş görmesini bilen. maslahatgüzâr : f. İş bilir. * Elçi vekili. Elçi namına işleri tâkible vazifeli kimse. maslahatkârâne : f. Maslahata, işe ve maksada uygun surette. maslahatşinâs : f. İşten anlıyan, iş bilen. maslak : Su yolu üzerinde bulunan su haznesi. * Dâima akan su borusu. * Büyük yalak. masliye : Tarhana çorbası. * Koruk aşı. maslub : Salbolmuş, asılmış. Asılarak idam edilmiş. masluben : Asılarak, asılmış olduğu hâlde. Asılma suretiyle. masmasa : Ağzın önü. masna' : (Masnaa) Su mahzeni. Sarnıç. * Şimdiki Arapçada: Fabrika. * Bucak, köşe. masnea : İçine yağmur suyu toplanan büyük havuz. masnu' : (Sun'. dan) San'atla yapılan, yapılmış. Yapma, yapmacık. masnuat : San'atkârâne yapılan şeyler. Yapılanlar. masnuk : Nezleli kimse. mason : Fr. Duvarcı mânasına bir kelimeden alınmış isimdir. Dinsiz, imânsız mânâsına kullanılır. Fermeson veya farmason da denir. masr : Parmak uçlarıyla süt sağmak. * Bir şeyi incelemek. * Az olmak. * Dağılmak. (İmtisar veya immisar ile aynı manadadır.) masra' : Çarpışma, ölme. * Güreş meydanı. masraf : Sarfedilen, harcanan. Gider. masrif : (Sarf. dan) Sarfetme ve harcama mahalli. maşrik : (Bak: Meşrık) masru' : Sar'a hastalığına tutulmuş, sar'alı. masruan : Sar'alı olarak, sar'a hastalığına tutulmuş olarak. masruf : Sarfolunmuş, harcanılmış olan. mass : Emmek. Bir şeyi eme eme içmek. ◊ Yakın olan. * Dokunan. Değen. ◊ (Mâssa) Emici, massedici.massa : Maraz, hastalık. * Zahmet. massetmek : Emmek, emerek içmek. mast : f. Yoğurt. mastaba : (C.: Masâtıb) Sedir, peyke. mastaki : Sakız. mastihi : Kıbrıs ve Sakız adalarında yetişen bir ağacın adı. mastub : Damarlardan taşmış kan. mastur : (Satır. dan) Çizilmiş, yazılmış. masube : İsâbet etmiş (felâket, musibet, belâ, âfet). masug : Kalıba dökülmüş. * Örneğe uygun. * Düz. masun : Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. * Sâlim, sağlam. masuniyet : Eminlik, sağlamlık, muhafaza altında bulunmak, dokunulmazlık. masur : Birbirine katılmış şey. Mümtezic. masus : Sirke ile pişmiş güvercin. masvat : Çok bağıran. masver : Sütsüz keçi. * Sütü zor çıkan deve. masyef : (C.: Mesâyıf) Yaz gününde oturulacak yer. * Su yolunun eğri büğrü yeri. mat'am : (C.: Matâim) Yemek yenilecek yer. Yemek odası. mat'um : (C.: Mat'umat) Yenecek yemek. Taam. mat'umat : (Taam. dan) Yemekler. Taamlar. Yenecek şeyler. mat'un : (Tâun. dan) Belâya tutulmuş. Musibet ve tâuna giriftar olmuş. * (Ta'n. dan) Ayıplanmış. mat'unen : Vebâya tutularak. mata : (C.: Emtâ) Arka. matabi' : (Matbaa. C.) Matbaalar, basımevleri. matabih : (Matbah. C.) Mutfaklar. Yemek pişirilen yerler. matabîh : (Matbuh. C.) (Tabh. dan) Tabholunmuş yani pişirilmiş şeyler. mataf : (C.: Matâif) (Tavâf. dan) Tavâf edilecek, etrâfı ziyaret edilip dolaşılacak yer. matahir : (Mathare. C.) Mataralar, su kapları. * Gusülhâneler. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yerler. mataif : (Matâf. C.) (Tavaf. dan) Tavaf edilecek, etrâfı ziyaret edilip dolaşılacak yerler. mataim : (Mat'am. C.) Yemek yenilecek yerler. Yemek odaları. mataîm : (Mıt'âm. C.) Oburlar, doymakbilmez kimseler. * Başkalarını beslemeler. matain : (Matin. C.) Balçıkla sıvanmış yerler. mataîn : (Mıt'ân. C.) Mızrakla yaralamakta mâhir ve usta olan. matalil : (Matlul. C.) Nemli, ıslak ve yaş şeyler. matamih : (Matmah. C.) Göz dikilen şeyler. Göz dikilen yerler. matamîr : (Matmure. C.) Mezarlar, kabirler. * Bazı şeyleri saklamak için kullanılan toprakaltı yerler. matar : (C.: Emtâr) Yağmur. matara : Askerlerin kullandığı üzeri aba ve çeşitli kumaşlarla kaplı madeni su şişesi veya yolculukta kullanılan deriden yapılmış su kabı. matare : Kuşu çok olan yer. matarid : (Mıtred. C.) Mızraklar, zıpkınlar. matarih : (Matrah. C.) Bir şey atılan yerler. * Tarhedilecek yerler. matarik : (Mıtrak ve Mıtraka. C.) Demirci çekiçleri. matavi : (Matvi. C.) Kıvrımlar. Bükülmüş şeyler. mataya : (Matiyye. C.) Binek hayvanları. matbaa : (Tab'. dan) Tab'edilen yer. Kitab, gazete ve sâir yazıların basıldığı yerler. Basımevi. matbah(a) : Mutbah. Yemek pişirilen yer. matbu' : Tab' olunmuş. basılmış, kitap veya gazete haline gelmiş. Basılıp matbaadan çıkmış olan. matbuat : Tab' edilmiş neşriyat. Basılmış şeyler. (Kitap ve gazeteler gibi) matbuh : (C.: Matâbih) (Tabh. dan) Kaynatılmış veya haşlanmış (ilâç). * Pişirilmiş yemek. matbuhat : (Matbuh. C.) Kaynatılmış veya haşlanmış ilâçlar. * Pişirilmiş yemekler. mate : Öldü. mateahhar : (Mâ-teahhar) Sonra gelen. Sonradan gelen. matekaddem : (Mâtekaddem) Geçmiş zaman, mâzi. * Sâbık. Geçen şey. * Önceleri. mâtem : Ağlama. Üzüntü veya kederden ağlayıp sızlama. Kederinden yas tutma. mâtemdâr : f. Mâtemli, acılı, yaslı. mâtemengiz : f. Mâtemi ve yası iktiza eden. mâtemfezâ : f. Yası ve mâtemi ziyadeleştirip arttıran. mâtemhane : f. Ağlanılan, yas tutulan yer. mâtemî : Yaslı, mâtemli, üzüntülü. mâtemkünân : f. Yas tutup mâtem ederek. mâtemzede : Mâtemli. Yaslı. materyal : Fr. Bir işin meydana çıkması için lâzım gelen şeyler. materyalist : Fr. Maddeci. Her şeyi madde ile kıymetlendiren. (Bak: Maddiyyun) materyalizm : Fr. Maneviyatı ve Allah'ı inkâr eden maddiyyunların mesleği. matfa : (İtfâ. dan) Söndürülmüş. math : El ile vurmak. * Yalamak. * Birbiri ardınca sulamak. mathare : (C.: Matâhir) Gusülhâne. İçinde yıkanılıp temizlenilecek yer. * Su kabı, matara. mathum : Dolu, dolmuş. mati' : Uzun, tavil. * Her nesnenin iyisi. matîn : (C: Metâyın) Balçıklı yer. matir : (Matar. dan) Yağan, yağıcı. matîr : Yağmurlu gün. matîrat : Tehlikeli yerler. matîta : (C: Metâyıt) Havuz dibinde kalan balçıklı bulanık su. matiyye : Binek hayvanı. Binek. * Gerinip sevinerek yürüyen. matl : Atlatma, geçirme, defetme. * Çekme. matla' : Güneş veya yıldızların doğdukları yer, ufuktan çıktıkları yer. * Yıldız veya güneşin zuhur etmesi. * Edb: Kaside ve gazelin kafiyeli olan ilk beyti. (Bak: Musarra') matlab : İstek, istenilen şey. * Hallolunacak mesele. Mebhas. * Kaziye. matlub : İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş. matlubat : (Matlub. C.) İstenilen, talebedilen ve aranılan şeyler. * Alacaklar. Ödünç olarak verilmiş olan şeyler. matlul : (C.: Matâlil) Yaş, ıslâk. * Islanmış, nemlenmiş. matma' : Tamâ edilecek şey. Çok istenilecek şey. matmah : Tamâh olunan şey, hırsla göz dikilerek bakılan şey veya yer. matmazel : Fr. Evli olmayan gayr-ı müslim kız. matmu' : (Tama'. dan) Tama' olunmuş. Hırsla istenen şey. matmur : Gömülmüş, defnedilmiş. Toprak altına konulmuş. matmure : Toprak altında bazı şeyleri saklamağa mahsus yer. * Kabir, mezar. matmus : Gözü doğuştan değil de, sonradan kör olmuş adam. matneb : (C: Metânib) Omuz. * Omuzla boyun arası. matrah : (C: Matârih) (Tarh. dan) Mahal, yer. * Tarh olunacak şey, tarh edilecek nesne. * Bir şey atılan yer. matran : Taç giymiş piskopos. matred(e) : Irak eden, uzaklaştıran. matris : Fr. Dizilmiş harflerin hususi bir mukavva üzerine alınan kalıbı. * Dizme makinelerinde harf kalıbı. matrud : Kovulmuş. Tardedilmiş. Uzaklaştırılmış olan. matrudîn : Kovulmuş olanlar. Kovulmuşlar. matruh : Tarh edilmiş, çıkarılmış. * Belirtilmiş, konulmuş (vergi) * Temeli atılmış (Binâ). matruk : Gevşek ve uyuşuk adam. * Kuruduktan sonra yine yağmurla tazelenmiş. matruş : Traş olmuş. Sakalsız. * Sağır kimse. matt : Çekmek. matta : İncil kitaplarından birisinin adı. Tahrif edilmiş dört yüz muhtelif İncil içinden seçilen biri. (Bak: Havari) mattal : (Mattâle) Devamlı olarak borcunu ileri atıp geciktiren. matte : Vesile, sebep. matv : Çekmek. matvî : Bükülü, dürülmüş, kıvrılmış şey. matviyy : Dürülmüş nesne. matviyyât : Dürülmüş ve bükülmüş olanlar. Kitap sahifeleri gibi toplanmış olanlar. matviyyen : Sarılı olduğu halde. Dürülerek. Kıvrılarak. mauk : şer, yaramaz. maul : Üstün gelinmiş. maun : Eve lâzım şeyler. Ev eşyası. * Malın zekâtı. * Ufak tefek ihtiyaçlar. * Nefaseti sebebi ile (nefsin çok hoşuna gittiğinden) kimseye verilmek istenmeyen şey. ◊ Yardım, imdat. * More…mâun suresi : Kur'an-ı Kerim'in 107. Suresidir. 'Eraeyte Suresi' de denir. maune : Mavna. Yük taşıyan büyük kayık. maunet : Yardım. İmdat. * Azık. Yol yiyeceği. * Cenab-ı Hakk'ın salih kullarına olan imdadı, inayeti. * Huk: Masarif. maviye : Billur taşı. mavna : Limanlarda, şamandıralara bağlı olarak yükleme ve boşaltma yapan gemilerden, kıyılara römorkör yedeğinde yük götürüp getiren tekne. mavtin : (C.: Mevâtın) (Vatan. dan) Vatan. Yurt edinilen ve yerleşip oturulan yer. mavzer : Alm. Mavzer adında bir Alman'ın yaptığı çaplı harp tüfeği. Askerlikte kullanılan bir silâh. maye : Damızlık. * Esas. Temel. * Bir şeyin mayalanması ve ekşimesi (tahammürü) için konulan madde. * Para, mal. İktidar. Güç. * İlim. * Dişi deve. mayedar : f. Kudretli, paralı. mayhoş : f. Biraz ekşice lezzetli tatlı. mâyi' : Akıcı. Akıcı madde. mâyiât : (Mâyi'. C.) Akıcı cisimler. Su halinde bulunan, akan şeyler. mayih : (C: Mâha) Kova doldurmak için kuyu içine inen kişi. * Bahşiş veren, atâ eden. mâyiiyyet : Mâyilik, akıcılık, sıvılık. mayin : ing. Karada ve denizde, daha çok gizlendirilerek konulan ve temas edilince patlayan bomba. mayir : (C: Miyâr) Taamlandıran, yiyecek veren. mayu'kal : Anlaşılır. mayu'ref : Bilinmez. * Minder altında saklanan şey. mayuhdes : Sonradan olan. maz' : Gön yağlamak. * Ağaç kabuğunu soymayıp üstünde bırakmak. ◊ Çiğnemek.maz'a : Her nesnenin bakiyyesi, artığı. maz'uf : Zayıf ve cılız. Zayıflamış. maza : (Mezâ) Geçti (mânasına fiil). maza ma maza : Olan oldu. Geçen geçti. mazaci' : (Mazca. C.) Kabirler, mezârlar. mazacir : (Mazcer. C.) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler. mazağ : Çiğnenecek veya çiğnedikleri yemek. mazahir : (Mazhar. C.) Mazharlar. Eşyanın görüldüğü, çıktığı yerler. * Nâil olmalar. * Şereflenmeler. mazak : Darlık. mazalim : (Mazleme. C.) Haksızlık ve adaletsizlikler. Zulümler. * Adâlet dâiresi. mazalle : (C.: Mazâil) (Zıll. dan) Gölgelik yer. ◊ Yol aranılan yer.mazallenişin : f. Gölgelikte oturan. mazamîn : (Mazmun. C.) Mânâlar, mefhumlar, kavramlar. * Ödenmesi gereken şeyler. * Cinaslı, nükteli sözler. mazanne : (Mazınne) Zannolunduğu yer. Zan götüren. * Ermiş sanılan. mazarr : Zararlar, ziyanlar. Mazarrât. mazarra : Meşakkat, zahmet. * Ziyân. mazarrat : Zararlar. Ziyanlar. Mazârr. mazayik : (Mazîk. C.) Zor güç işler. * Sıkıntılı ve dar yerler. mazaz : Musibet, felâket ve belâ acısı. * Acıma, üzülme, kederlenme. mazbata : Bir toplantıda konuşulanların neticesinin yazılı şekli. Kararnâme. mazbut : Zabtolunmuş, elegeçirilmiş. * Sağlam. * Yazılmış. Kaydedilmiş. Hatırda tutulmuş. Derli toplu. * Muhâfazalı. Korunmuş. * Belli, belirtilmiş. mazbutât : '(Mazbut. C.) Ele geçirilmiş; kaydedilmiş; hatırda tutulmuş şeyler. Mazbut olan şeyler.' mazca' : (Madca) Yatılacak yer. Mezar, kabir. mazcer : (C.: Mazâcir) Gönül daralacak ve sıkıntılı yerler. mazem : İki dağ arasında olan dar yol. * Dar olan her yer. mazfuf : Yanında olan şeyleri tamamen tükenmiş olan kimse. mazg : Ağızda çiğneme. mazgal : yun. Eskiden kale, hisar, sur veya şato duvarlarında açılan iç yanı geniş, dış yanı dar gözleme siperi. mazhak : (C: Mezâhık) Gülünç kimse. mazhar : Sahib olma, nâil olma. Şereflenme. * Bir şeyin göründüğü, izhar olunduğu yer. Çıktığı yer. mazhariyet : Mazhar ve nâil olma. Elde etme. Muvaffakiyet. mazi : Geçmiş zaman. Geçen, geçmiş olan. * Gr: Bir işin geçen zamanda yapıldığını bildiren fiil. Fiil-i mâzi. Mazi sigası. mazif : Herkese sofrası açık olan ev. Kapısı açık, misafir sever ev. Misafirperver olan hâne. mazife : İzâfe olunmuş. * Keder, hüzün, tasa, gam. mazig : Çiğneyen, çiğneyici. mazîk : Dar yer. mazille : Kıldan yapılma büyük çadır. mazîm : Mazlum. mazin : Karınca yumurtası. * Bir kabilenin adı. mazinne : (C: Mezânin) İçinde bir şey olduğu tahmin olunan yer. mazir : Ekşi, hâmız. mazîr : Ekşi, hâmız. mazîre : Ayran. maziryun : Şahtere otu. maziyan : Kendisinden küçük arklara ayrılan büyük su arkı. maziyat : Geçmişler. Geçen zamanlar. maziye : Şarap, hamr. * Beyaz iyi bal. * Beyaz ince yumuşak gömlek. mazîz : Musibet ve belâya uğramış. Felâket acısına giriftar olmuş. mazleme : (C.: Mezâlim) Zulüm ve adaletsizlik. Haksızlık. Can yakma. mazlum : Zulüm görmüş. Kendine zulmedilmiş. * Halim, selim, sakin, sessiz. mazlumane : Zulüm görmüşe yaraşır surette. * Sessizce. Sessizlikle. mazlumîn : Zulüm görmüş kimseler. mazlumiyyet : Mazlumluk. Zulüm görmüşlük. * Sessizlik, yavaşlık. mazmaz : (İbranice) Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Suhuf-u İbrahim ve Tevrat'taki ismi. mazmaza : Gusül veya abdest alırken, elleri yıkadıktan sonra üç kere ağız dolusu su alıp ağızda çalkalamak. mazmi : Sulanan ekin. mazmum : (Zamm. dan) Zammolunmuş. İlâve olunmuş. * Yapışmış. * Zamme ile okunan. mazmun : Meâl. Mâna. Mefhum. * Nükteli, san'atlı, ince söz. * Ödenmesi lâzım olan. * Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey. maznuk : Nezle olmuş. Nezleli. maznun : (Zann. dan) Zannolunmuş. Zan altında bulunan, kendisinden şüphe edilen. * Huk: Bir suç dolayısı ile sorguya çekilen kimse. Sanık. maznunîn : (Maznun. C.) Zan altında bulunanlar. Şüpheli kimseler. mazra : Ayran. Bir nevi yemek. mazrac : (C: Mezaric) Eski elbise. mazrahî : Akbaba. * Ulu, şerefli kimse. * Her beyaz nesne. mazreb : Vuracak yer. * İlikli kemik. mazrub : (Zarb. dan) Zarbolunmuş. Çarpılmış. Dövülmüş. * Basılmış, damgalanmış. * Mat: Çarpılan. (Bak: Madrub) mazrubeyn : Birbirine çarpılan iki sayıdan herbiri. mazruf : Zarflanan. Sarılıp muhafaza edilen. Zarfa konan. mazrufât : (Mazruf. C.) Zarflı olanlar. mazrufen : Zarf içinde olarak. Zarflı surette. mazrur : Zarar etmiş. Ziyan görmüş. mazrus : Örülmüş, örülerek yapılmış. Diş takımı. mazufe : İzâfe olunmuş. mazz : Gönlün gamdan ve tasadan yanması. * İkrar etmek, kabul etmek, açıktan söylemek. ◊ Nar.me'baz : (C: Meâbiz) Diz altındaki çukur. me'bele : Deve duracak yer. * Devesi çok olan yer. me'cel : (C: Meâcil) Su toplanan yer. me'cur : Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse. * Kiraya verilen. me'd : Yumuşak taze ot. * Titremek. * Sallanmak. me'dübe : Ziyafet. Düğün. me'haz : Menba'. Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Bir şeyin aslının alındığı kaynak. me'hazî : Me'hazle ilgili. Bir şeyin aslının alındığı kaynakla ilgili. me'hul : Ma'mur, imar edilmiş. me'huz : Ahzolunmuş. Çıkarılmış. Alınmış. * Ödünç olarak başka bir yerden alınmış. me'huzât : Alınmış olanlar. Alınan paralar ve bu paraların defterde yazılı kısmı. me'k (mü'k) : (Amâk-Emâk) Göz pınarı. me'kel : (Ekl. den) Yemek yenecek yer. Geçim yeri. * Yemek. me'kele : (C.: Meâkil) Yenilecek, eklolunacak şey. me'kul : Ekl olunmuş, yenmiş şey, yiyecek. me'kulât : (Me'kul. C.) Yenilecek gıdâ maddeleri. me'kum : Tilki ve tavşan ini ve yatağı. me'le : (C: Miâl) Hazırlanmak. * Şişman kadın, semiz avret. * Bahçe. me'luf : Alışılmış. Ünsiyyet edilmiş. * Alışık. Huy edinmiş. me'lufiyet : Alışıklık, ünsiyet. me'luk : Deli. Divâne. me'lum : Kederli. Eleme, derde tutulmuş. me'men : Sağlam. Güvenilir. Emin yer. me'mul : Umulan. Ümid edilen. Beklenilen. me'mum : İmama uyan kimse. İlerdekine uyan. me'mume : Beyine ulaşan yara. me'mun : Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan. * Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı. me'mur : Emir ile hareket eden. Emir altında olan. Vazifeli. Kendi istediği gibi olmayıp başka emre göre çalışan. Bir emir alan. Bir işe tâyin olunmuş adam. me'muren : Me'mur olarak, memurlukla. Bir iş ile vazifelendirerek. me'murîn : (Me'mur. C.) Devlet hizmetinde bulunan kimseler. Me'murlar. me'muriyet : Me'murluk. Vazife, görev, hizmet. me'n : (C: Müün-Me'nât) Böğür. * Yer kazmakta kullanılan ucu demirli ağaç. me'ne : Böğür, hâsıra. me'nub : (Bak: İhcâc) me'nuf : Burunda hastalığı olup koku alamayan. me'nus : Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. * Beğenilmiş. Mergub. me'nuse : Ateş. me'nusiyet : Alışılmış olma. Alışılma. Ünsiyet edilmiş olma. me'nut : Hased olunmuş kişi, mahsud. me'r : Katı, şiddetli, şedid. * Fesad. me'ruş : Yer. Arz. Yeryüzü. me'ruza : Ağaç kurdunun yediği ağaç. me's : İnsanların arasını bozmak, araya fesad sokmak. me'sar : (C.: Meâsır) Hapsetmek. * Hapsedecek yer. me'sede : Arslanlı yer. me'sem : (Me'seme) Günah. Kabahat, suç. me'sere : (Meâsir) Eskiden kalma güzel eser. * Cömertlik. * Güzel hareket ve fiil. me'sum : Günahlı, suçlu, maznun. me'sur : Esir edilmiş. * Hürriyeti alınmış olan. me'sur(e) : Ecdaddan rivayet edilen. * Meşhur. * İtibarlı. Beğenilmiş olan. * Rivayet yolu ile öğretilmiş meşhur ve mühim haberler. * Bir kılınç ismi. me'tem : (C: Meâtim) Kadınlar cemiyeti. me'tî : Gelecek yer. me'v : Çekmek. me'va : Mekân. Varılacak yer. Mesken. * Sığınacak yer. me'vum : Koca başlı ve gövdeli kimse. me'yus : Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik. me'yusâne : Ümidsizlikle. (Bak: Ye's) me'zak : (Me'zel) : Dar yer. me'zem : (C: Meâzim) Dağ içinde olan dar yol. Cenk yeri, dövüş meydanı. me'zene : (C.: Meâzin) (Ezan. dan) Ezan okunacak yer. me'zer : (C: Meâzir) Sığınacak yer, melce. me'zun : İzinli, izin almış. Salâhiyetli. * Diplomalı. İcâzetli. me'zunen : İzinli olarak. me'zunîn : (Me'zun. C.) Mezunlar. İzin almış kimseler. Salâhiyetliler. İcâzet sahibleri. Diplomalılar. me'zuniyet : Me'zun olma. İzinli ve salâhiyetli olma. Diplomalı olma. me-ra : f. Beni. Benim. Bana. meab : Dönülecek yer. Sığınılacak yer. Melce'. ◊ Ayıp yeri. * Ayıp.meabid : (Bak: Maâbid) mead : Ahiret. (Bak: Maâd) meadib : (Me'debe. C.) Ziyâfetler. meadin : (Bak: Maâdin) meahiz : (Me'haz. C.) Me'hazler. Bir şeyin çıktığı veya alındığı yerler. Kaynaklar. meakil : (Me'kele. C.) Yenilecek şeyler. Yemekler. Erzâk. meâl : (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum. * Mânası. Kısaca mânası. * Kaymak. * Husul yeri, peyda olunacak yer. * Son, sonuç. meâlen : Mânâca aynısı olmadan eksiği ile anlaşılan neticesi. Mânaya göre. (Bak: Te'vil) meâlî : Kısaca mânasına ait. mealî : (Bak: Maâlî) mealim : (Bak: Maalim) mealperver : f. Mânâlı. * Mâna anlatan. meân : Mekân, menzil. meann : Enli, geniş. * şişman gövdeli kimse. * Hatip. mear : Arlanacak, utandıracak şey. ◊ Saç ve sakalın dökülmesi.mearib : İhtiyaçlar, hâcetler, lüzumlu ve istenen şeyler. İstekler. mearic : (Mi'rac. C.) Mi'raclar. Merdivenler. Çıkılacak yerler. mearic suresi : Kur'an-ı Kerim'in 70. Suresi olup Seele veya Mevaki Suresi de denir ve Mekkîdir. mearre : Keffaret, diyet. * Elem, meşakkat, dert, günah. measi : (Bak: Maâsi) measim : Günahlar. * Günah işlenecek yerler. measir : (Me'sere. den) Güzel eserler. Nişanlar. İzler. meass : Çok cür'etli. Hiç çekinmeyen. ◊ Talep mevzii, isteme yeri.meayib : Kusurlar, ayıblar, lekeler. (Bak: Maâyib) meaz : (Bak: Maâz) meazib : (Mi'zab. C.) Oluklar. Su yolları. meazif : Sazlar. Çalgılar. Saz âletleri. meazin : (Me'zene. C.) Ezan okunan yerler. meazir : Perdeler. Hicablar. * Özürler. ◊ (Mi'zer. C.) Peştemallar.meb'as : (C.: Mebâis) Yollanma, gönderilme. meb'at : Yaban sığırının yatağı. * Davar ve deve yatağı. * Mekân, menzil. meb'uc : Karnı delinmiş. meb'us : Gönderilen. Ba's edilen. * Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen. * Allah tarafından gönderilmiş olan. * Öldükten sonra diriltilen. meb'usân : f. Meb'uslar. Milletvekilleri. meb'usiyet : Mebusluk. Milletvekilliği vazifesi. mebad : (Mebâdâ) f. Sakın, olmaya ki... mebadi : (Mebde. C.) Mebdeler, başlangıçlar, ilk unsurlar. * Çekirdekler. * Prensipler. mebahis : Bahisler. Mebhaslar. * Araştırma yerleri. mebal : (Bevl. den) Sidiğin çıktığı yer. mebaliğ : (Meblâğ. C.) Paralar, akçeler. mebani : Temeller. Esaslar. * Yapılar. Binâlar. mebde' : Baş taraf. Başlangıç. Başlama. * Kaynak. Kök. Temel. Esas. mebdeiyet : Başlangıç olma işi. meberrat : (Meberre. C.) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan işler. meberre : (C.: Meberrât) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan iş. meberret : Nöbet şekeri. mebga : Talep mevzii, isteme yeri. mebguz : Sevilmemiş. Buğzedilmiş. Nefret edilmiş. mebhas : Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz. * Arama, araştırma yeri. * Bir şeyin arandığı yer. mebhur : Nefes darlığına mübtelâ olan, hırhır soluyan. mebhus : Bahsolunan. Bahsolunmuş. Evvelce bahsi geçmiş. mebhut : Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem. mebi' : (Bey'. den) Satılmış şey. mebit : (Beyt. den) Geceleyin kalınacak yer. Geceliyecek yer. mebiz : (C.: Mebâyiz) Tıb: Yumurtalık. mebkale : (C: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer. meblağ : Para, mevcud para miktarı. * Yetişmek. meblevle (mibvele) : İçine bevledilen kap. meblu' : (Bel'. den) Yutulmuş. meblul : Nemli, yaş. Islak, ıslanmış. mebna : Temel. Yapı yeri. * Üss-ül esas. Asıl ve esas. mebni : Yapılmış. Kurulmuş. * Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak. * ... den dolayı... e binâen. * Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine More…mebrade : Soğukluk. * Soğukluk verecek zaman ve mekan. mebrez : Abdesthâne. mebrud : Soğuk, soğumuş. mebruk : Tebrike şâyeste kimse. Tebrike değer nesne. mebrur : Hayırlı. Makbul. Beğenilmiş. Sadık olmakla makbule geçmiş olan. mebruz : Gösterilmiş, ibraz olunmuş. * Açılmış mektub. mebsem : (C: Mebâsim) Tebessüm etmek, hafif gülümsemek. mebşure : Yüzü ve vücudu güzel yaratılmış kadın. mebsus : Dağılmış. Yayılmış. Herkesçe duyulmuş. şayi' olmuş. mebşuş : (C.: Mebâşiş) Silinmiş. İzi eseri kalmamış. mebsut : Açılmış. Yayılmış. Serilmiş. * Mufassal. Etraflıca beyan olunan. Bast olunmuş. Uzun uzadıya anlatılmış. mebsuten : Mebsut olarak. mebtun : Karnı hasta olan kimse. mebtuş : Tutulmuş. * Hışım olunmuş. mebtut : Kesilmiş ve ayrılmış. mebtute : Fık: Üç talak ile boşanmış olan kadın. mebyet : Geceliyecek yer. Gece vakti kalınacak yer. mebzul : Bol. Çok sarf olunan. Ucuz. mebzulî : Bolluk, çokluk, kesret. mebzuliyyet : Ucuzluk. Bolluk. meç : Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç. mec' : Hurmayı sütle ıslatıp yemek. mec'ul : Yapılmış. Meydana çıkarılmış. İkame ve ihdas olunmuş olan. meca' : Açlık. mecaa : Hilebazlık etmek, hile yapmak. mecadif : (Micdâf. C.) Kayık veya sandal kürekleri. mecadil : (Micdel. C.) Köşkler, kasırlar. mecae : (Mecâet) Açlık. Acıkma. mecal : Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat. mecalî : (Meclâ. C.) Aynalar. mecalis : Meclisler. Toplantılar. Toplantı yerleri. mecami' : (Mecmua. C.) Mecmualar. Dergiler. mecamir : (Micmer. C) İçlerinde tütsü yakılan kaplar, buhurdanlar. mecane : Ne bulursa sakınmadan yapmak. Mecnunluk. mecanik : (Mencenik. C.) Mancınıklar. (Bak: Mancınık) mecanin : Mecnunlar. Deliler. mecarî : (Mecrâ. C.) Mecralar. Su yolları. Su yatakları. mecaz : Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime More…mecaze : Cevizlik yer. mecazen : Mecaz olarak. Gerçek değil de mecaz yoliyle. mecazî : Mecazla ilgili. mecazib : (Meczub. C.) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar. mecbe : Geniş ve işlek yol. mecbee : Mantar yetişen yer. mecbub : Hayası ve zekeri kesilmiş. mecbul(e) : (Cibillet. den) Yaratılmış. Yaratılışında bir hâl veya sıfat bulunan. mecbur : Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş. * Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.) mecburen : İster istemez. Cebirle. Zaruret icâbı. Zorla. mecburî : Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde. mecburiyet : Zora tutulma. Mecburluk. mecc : Ağızla su püskürmek. * Sulu şeyler atmak ve saçmak. meccan : Parasız, karşılıksız, ücretsiz, bedâva, meccânen. meccanen : Ücretsiz, parasız. meccanî : Bedavacı. Parasız. meccaniyet : Ücretsizlik, meccanilik. mecd : Büyüklük. Azamet. * şeref, itibar. mecdere : Lâyık olacak mekân. mecdeye : Kıtlık yeri. mecdud : Rızkı bol, nasibli, bahtiyar. * Kesilmiş, maktu. mecdul : Sağlam ve muhkem şey. * Sağlam yapılı ve kemikli kimse. * Bükülmüş. mecdur : Tıb: Çiçek çıkarmış kimse. mecellat : (Mecelle. C.) Mecmualar, kitaplar, dergiler. mecelle : Mecmua. Fikir topluluğu. Risale. Kitab. Hikmetli sahife. * Fıkıh kitabının muâmelât kısmının toplu bir parcası. * İslâm Hukukuna dâir bir mecmua. mecenne : Kalkan, siper. * Delilik, mecnunluk, divanelik. mecer : Koyunun karnındaki kuzu büyüdükçe durmaya kadir olmaması. * Büyük asker. * Susuzluk. mecerre : (Mecerret-üs Sema) Kehkeşan, Samanyolu denilen büyük, parlak yıldız kümesi. mecfer : Beli kalın olan at. mechel : (C.: Mecâhil) Belirtisiz, işaretsiz, nişansız. * Yolu ve izi olmayan çöl. mechele : Birini câhilliğe sevkeden şey. mechud : (Cehd. den) Çalışmış uğraşmış, didinmiş, cehdetmiş. * Kuvvet, kudret, güç. mechul : Bilinmeyen. Belli olmayan. mechulat : (Mechul. C.) Mechul olan ve bilinmeyen şeyler. mechuliyet : Bilinmezlik, mechullük. mechure : Harf, hareke ile okunduğu vakit, nefesin hapsolunup sesin âşikâr olmasında okunan harfler. Bu harfler nefesi kendileri ile cereyandan men'ederler. mechuriye : Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş. meci : (Meciyyen) Gelme, geliş. mecid : Azametli. Şerefli. Gâlib. * Esmâ-i İlâhiyedendir. mecidiye : Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para. mecl : Elin kabarması. * Balta gibi bir nesne tutmaktan veya çalışmaktan dolayı elin kabarıp nasırlanması. mecla : (C.: Mecâli) Ayna, mir'at. * Çıkma ve görünme yeri. * Başın tepesinde kıl bitmeyen yer. mecleb : Beyaz çiçekli bir otun adı. (Adam boyu uzar ve yaprağı zerdaliye benzer.) meclis : Oturulacak, toplanılacak yer. * Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu. * Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina. meclis-ara : f. Meclisi süsleyen. meclis-efruz : f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan. meclis-füruz : f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan. meclisî : Meclisle alâkalı. Meclise ait. meclisiyan : Meclis ehli. Mecliste bulunan âzâlar. meclub : Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış. * Tarafdarlığı kazanılmış kimse. * Aşık. Tutkun. meclubiyet : Tutkunluk, meclubluk. meclüvv : Parlak, cilâlı. Mücellâ. mecma' : Toplanılacak yer. Kavuşulan yer. mecmece : Yazının karışık olması. * Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip gizlemek. mecmede : Buzluk, karlık. mecmu' : Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey. mecmua : Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. * Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle. * Kolleksiyon. mecmuan : Toptan, birden, toplu olarak. mecmuiyyet : Topluluk. Bütünlük. Tamlık. mecneb : Çok şey. mecnub : Güney rüzgârı yetişen kişi. * Akciğer zarı iltihabı olan kişi. mecnun : Deli. Çılgın. * İnsanlara çok hususta uymayan. * Birini çok fazla sevip aklını kaçıran. Âşık. mecnunane : f. Delice, divanece. Mecnunlara ve delilere yakışır surette. mecnuniyet : Delilik. Mecnunluk. mecr : Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek. * Çokluk asker. * Akıl. mecra : Suyun aktığı yol. Su yolu. Kanal. * Cereyan eden yer. * Bir haberin yayılma yolu. * Bir şeyin dolaştığı yer. mecruh : Yaralı. Yaralanmış. * Huk: İnandırıcı sözlerle çürütülmüş fikir, davâ. mecruhîn : (Mecruh. C.) Yaralılar. Yaralanmış olanlar. mecrur : Sürüklenmiş. * Gr: Başında harf-i cer bulunan kelime. İzafet halinde son kelime. Cerr'li okunan kelime. (i, ı diye okunan kelime, yani esreli) mecs : Ovmak. Dibagat etmek. mecube : Cevap. mecus : Kulakları küçük olan adam. * Ateşe tapan kişi. mecusi : Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan 'Ateşperestlere' bu isim verilmiştir. * Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse. More…mecusiyân : (Mecusi. C.) Mecusiler. Ateşe tapanlar. mecusiyet : Mecusilik. mecved : Doymaya yakın olmak. * Yağmur taneleri değmiş cisim. meczir : (C: Mecâzir) Deve boğazlayacak yer. meczub : Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divane. Mecnun. meczubîn : (Meczub. C.) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar. meczum : Kat'i niyet edilmiş, cezmolunmuş. Kat'i karar verilmiş. * Gr: Son harfi harekesiz okunan kelime. Cezimli kelime. (İlim, kilim, kitab kelimelerinin son harflerinin okunduğu gibi.) More…meczur : Cezr olunmuş, kare kökü alınmış sayı. (On sayısı yüz sayısının meczurudur, yani kare köküdür.) meczuz : Kesilmiş, münkatı'. med : Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. * Çoğaltmak. * Bir şeye dikkatlice bakmak. * Nihayet, son. * Sönmek. Bir şeyi söndürmek. * Yardım etmek, mühlet vermek. * Yâr ve yâver olmak. * Tarlaya fışkı More…med'î : Dâvet edilmiş, davetli. Çağrılmış. med'uv : Davet olunan. Çağırılmış. Davetli. med'uvven : Çağrılarak, davetli olarak, davet olunarak. med'uvvîn : (Med'uvv. C.) Davetliler, davet olunmuşlar, çağrılmış olanlar. meda : Mesafe, nihâyet. Son. medaci' : Yatacak yerler. (Bak: Madcâ') medafi' : (Medfa. C.) Ask: Toplar. medafin : (Medfen. C.) Mezarlar, kabirler. Gömülecek, defnolunulacak yerler. medahek : (Bak: Madhek-Mudhike) medahil : (Medhal. C.) Girişler. Girilecek yerler. medaih : Medhetmeler. Övmeler. Medhedişler. medain : (Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler. * Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber More…medak : Bir şeyi ezmekte kullanılan yassı taş. medami' : Göz yaşları. * Gözler. medar : Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. medare : Kova gibi dikip su çekmekte kullanılan deri. medaric : (Medrec ve Medrece. C.) Merdivenler. * Meslekler, yollar. medaris : Medreseler. Ders okunan yerler. Talebe-i ulumun ikametgâhları. Din, imân, ahlâk dersi ve fenni ilim okutulan ve aynı zamanda talebenin ikamet ettiği mektebler. medas : Harman yeri. medase : Harman yeri. medayih : Medhe lâyık işler ve hareketler. medayin : (Midyân. C.) Dâima borçlanan kimseler. medbee (medbe) : Kabaklık, kabağı çok olan yer. * Kul, abd. medbug : Dibâgat olunmuş, tabaklanmış. medbur : Zengin. Malı mülkü ve serveti çok olan. * Yaralı, mecruh. medcen : Bulutlu gün. medd işareti : Harekenin uzun okunacağını gösteren işaretin adı. * Hemze ile elifin birleşmesi. medd ü cezir : Coğ: Deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi. meddah : (Mübalâga ile) Çok çok medheden, sena eden. * Edb: Taklidli hikâyelerle halkı eğlendiren hikâyeci. meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah. mededcu : f. Meded isteyen, yardım arayan. mededcuyane : f. Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette. mededhâh : f. Meded isteyen, yardım bekleyen. mededhâhî : f. Meded arayıcılık, yardım isteyicilik. mededkâr : f. Yardımcı, muin, nâsır. Nusret veren. mededkârane : f. Medet ve yardım edercesine. mededkârî : f. Yardımcılık. mededres : f. Yardımcı. İnâyet eden. Yardım eden. Mededresân da denir. mededresanî : Yardımcılık. Yardım ve inâyet edicilik. medeni : Faziletli, terbiyeli, kibâr. * Medineli. Şehirli. * Kur'an-ı Kerimin Medine şehrinde nâzil olan âyet ve sureleri. medeniyet : Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli. medenk : f. Kapı sürgüsü. Kilit. meder : Tezek, toprak tezeği. * Çakıl. Kuru çamur. Kuru balçık. * Köy, mahalle. medfa' : (C.: Medâfi') Ask: Top. medfee : Deve sürüsü. Çok miktar deve. medfen : Mezar. Defnedilen, gömülen yer. medfu' : Dışarı çıkarılmış, def olunmuş, kovulmuş. * Verilmiş, vezneden çıkarılmış. medfuat : (Medfu'. C.) Defedilip dışarı çıkarılmış olanlar. * Sarfedilmiş ve verilmiş paralar. Harcanan veya kasadan çıkan paraların, hesap defterinde kaydedildiği hâne. medfun : Defnedilmiş. Gömülmüş. medh : Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek. Övmek. ◊ Büyük bahşiş.medha : Deve kuşunun yumurtladığı yer. ◊ Övmek, medhetmek.medhal : Girilecek taraf. Dahil olacak yer. * Giriş. Esere başlangıç. Önsöz. Mukaddeme. medhaldar : f. Bir işte parmağı olan. Bir işe karışmış olan. medhaza : (C: Medâhız) Ayak kayacak yer. medhene : Yağhâne. medhiyat : (Medhiye. C.) Medh etmeler, övmeler. medhiye : Birini medhetmek için yazılan yazı. medhul : (Dahl. den) Ayıplanacak kusuru olan. * Dile düşmüş. * Kendisine birşey girmiş olan. medhun : f. Tabaklanmış deri. medhur : Uzaklaştırılmış veya kovulmuş olan. Tardedilmiş olan. medhuş : Dehşete uğramış. Şaşırmış. Korkmuş. medhuşâne : Ürkmüş gibi. Ürkmüş bir hâlde. medi : (C: Emdiye) Bir yerde birikip toplanmış su. medibb : Selin aktığı yer. medid : Devamlı. Çok uzun süren. * Uzatılmış. Çekilmiş. medîh : (Medh. den) Övmeye ve medhetmeye sebeb olan şey. Övme mevzuu. ◊ Keskin.mediha : Medih için yazılan kaside, övme. medihagû : f. Medheden, öven. medihasenc : f. Medihnâme yazan, övücü yazılar yazan. medîn : Borçlu. * Kul, köle, abd. medine : Şehir. * Hicazda Hz. Peygamberin (A.S.M.) türbesi bulunan şehirdir. Buranın İslâmiyyetten evvel ismi 'Yesrib' idi. medkuk : Döğülmüş, toz hâline getirilmiş. medl : Zayıf, yeyni kimse. medlebe : Çınarlık. medlul : Delâlet olunan. Gösterilen. * Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan. medluliyyet : İşâret ve delil olma hâli. medma' : (C.: Medâmi') Göz. Ayn. * Gözyaşı. medmec : Kadeh. medmum : Kırmızı renkli olan. * Dolu, dolmuş. medn : Durmak, ikamet. medr : Havuzun içini sıvamak. * Düzmek. medraa : Ferâce, kaftan, çarşaf. medrec(e) : (C.: Medâric) Basamaklı yol. Merdiven. * Meslek. * Tarikat. * Dar yol. Dağ yolu. medrese : (Ders. den) Ders görülen yer. Ders okutulan yer. İslâmi ilimleri okuyan talebelerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları vakıf odalarının bulunduğu binâ. medresenişin : Medreseli. Medresede oturan. medruk : Anlaşılmış, derk olunmuş. medrus : Eskimiş elbise. * Deli, mecnun. * Ders olarak okunmuş. medş : Elin zayıf olması. Elin eti az ve siniri sarkmış olması. medsus : Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan. * İçine desise karışmış şey. meduf : Islanmış. * Dövülmüş. medyum : (Medyom) Lât. İspirtizmacılık için vasıtalık eden. medyun : Borçlu. Vereceği bulunan. meeka : Ağlamaktan ârız olan hıçkırık. * Gayretlenmek, gayrete gelmek. meenne : Alâmet, nişan, işaret. mef'at : Yılanlı yer. mef'em : Karnı geniş olan kişi. mef'ul : Yapılan iş. Fâilin eseri. * Gr: Fâilin fiilinin te'sir ettiği şey. 'Nuri kitabı okudu' cümlesinde, kitab mef'uldür. mefad : Fayda vermek. mefafun : Aklı ve fikri zayıf olan. mefahim : Mefhumlar. Anlaşılan şeyler. Anlaşılan mânâ ve mefhumlar. mefahir : İftihar edilecek, övünülecek şeyler. Mefharetler. mefahis : (Mefhas. C.) Kuş yuvaları. mefail : (Mef'ul. C.) İşlenmiş ve yapılmış işler. mefaka : Ansızın tutmak. mefalis : (Müflis. C.) Müflisler. İflâs edenler. mefarik : (Mefrak ve Mefrik. C.) Başın tepe kısımları. Başta saçın ikiye ayrıldığı noktalar. mefariş : (Mefruş. C.) Kadın eşler. mefasid : (Mefsedet. C.) Fesadlıklar. Bozgunculuklar. Münafıklıklar. mefasil : (Mafsal. C.) Mafsallar. Vücuttaki oynak yerleri, eklenti yerleri. mefat : (Bak: Müfad) mefatih : (Miftah. C.) Anahtarlar. mefatir : Yaradılıştan olan huylar. Fıtri olan huylar. ◊ (Muftır. C.) Oruç açanlar, iftar edenler.mefaviz : (Mefâze. C.) Sahralar, çöller. mefaz : Feyz, halâs, zafer. * Korkulardan, acılardan kurtulup murada ermek. mefaze : (C.: Mefâviz) Çöl, sahra. mefdere : Dağ keçisinin durağı. meferr : Kaçılacak yer. mefhar : İftihara, övünmeğe, sevinmeğe sebeb olan. İftihara vesile olan şey. mefharet : Birine şeref veren şey. İftihar edilecek, övünülecek şey. mefhas : (C.: Mefâhis) Kuş yuvası. mefhum : Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ. ◊ Kömürleşmiş olan.mefîs : Kaçacak yer. mefkad : Kaybolacak yer. mefkaret : İhtiyaç, zaruret. mefkud : Kaybolmuş. Olmayan. Yok. Gayr-ı mevcud. * Fık: Ölü veya diri olduğu bilinmeyen, kayıp kimse. mefkudiyet : Mefkudluk. Bulunmama, kayıplık, yokluk. mefkuk : (C: Mefakik) Ayrılmış olan. * Sökülmüş, çıkarılmış. mefkur : (C.: Mefâkir) Omurga kemikleri kırılmış olan hayvan veya insan. mefkure : (Fikir. den) Gâye. Gâye olan şey. Tasavvur hâlindeki gâye. İdeâl. mefluc : Felc olmuş. İnmeli. Kımıldayamaz hâle gelmiş. meflucen : Felce uğramış olarak. Mefluc olarak. mefluk : Yoksul, zavallı, biçare, miskin. meflul : Kınında bulunan kılınç. * Kapalı, kilitli. mefrah : Kuluçka çıkarma yeri. Folluk. mefrak : (C.: Mefârik) Başın tepesi. Tepe kısmı. Başın üstünde, saçların ikiye bölündüğü yer. mefrat : Çok büyük. mefred : Çok büyük, kocaman, aşırı derecede iri. mefreş : Eskiden göç sırasında yatak ve şilte taşımada kullanılan meşinden veya çadır bezinden yapılmış harar. mefrug : (C.: Mefârig) (Ferağ. dan) Başkasına bırakılmış, feragat edilmiş. mefrugün bih : Bir kimseye bırakılan şey. mefrugün leh : Kendisine bir şeyin mülkiyeti ve tasarruf hakkı bırakılmış olan kimse. mefruk : Ovulmuş nesne. * Zâ'ferân ile boyanmış nesne. ◊ Bölünmüş, ayrılmış tefrik edilmiş.mefruş : Döşenmiş, ferş olunmuş, serilmiş. * Nikâhlı karı. mefruşat : (Ferş. ten) Ev döşemeğe yarayan şeyler. Kilim, halı v.s. mefruz : (Farz. dan) Farz olunmuş. Farz hâline gelmiş. Çok lüzumlu. Farz kabilinden olmuş. * Var sayılan. ◊ İftira olunmuş, ayrılmış, bölünmüş.mefsah : Bozma. * Feshedecek, bozacak yer. ◊ Geniş olacak yer.mefsaka : (Fısk. dan) Günah işlenen yer. mefsedet : Bozukluk, fenâlık, fesatçılık. Münâfıklık. mefsil : (C: Mefâsıl) Her âzada olan ek yerleri. Mafsal. mefsud : Kendinden kan alınmış kimse. mefsuh : Hükümsüz bırakılmış. Yürürlükten kaldırılmış. Battal edilmiş. mefsuhiyet : Mefsuhluk. Yürürlükten kaldırılma hâli. Hükümsüzlük. meftah : Hazine. meftuh : Açılmış. Fethedilmiş. * Ele geçirilmiş, zabtedilmiş. * Gr: Fethalı (üstünlü) okunan harf. meftuhane : f. Başlangıç için verilen ziyâfet. Bir kitabı okumaya veya yeni bir derse başlarken, talebelere hocası tarafından verilen başlama ziyafeti. meftuk : Fıtıklı. meftul : (Fetl. den) Bükülmüş, kıvrılmış. Fitil hâline getirilmiş. meftum : Sütten ve memeden kesilmiş çocuk. meftun : Fitne ve belâya tutulmuş olan. Âşık. Mecnun. * Cünun. Fitne. meftunane : Meftuncasına, kendinden geçmiş olarak, tutkuncasına. Şaşarak, hayrancasına. meftuniyet : Tutkunluk. Aşıklık. meftur : Füturlu, kederli, üzgün, bezgin. mefturane : f. Bitkin bir halde, bezmişcesine. mefturiyet : Bıkkınlık, bitkinlik, bezginlik. meftut : Ufalanmış, parça parça edilmiş, parçalanmış. mefza' : Korku. Korku yeri. * Sığınacak yer. mefzaha : Rezilliğe ve kepâzeliğe sebebiyet veren şey. mefzul : Üstün gelen. Fazla gelmiş olan. mefzur : Eskimiş. * Parçalanmış. megad : 'Bir ot cinsidir, ağaca sarmaşır çıkar; üzüm çubuğundan ince olur ve yaprağı uzun olur.' megafir : (Miğfer. C.) Miğferler. Eskiden muharebelerde başa giyilen demir başlıklar. megafon : Sesi yükseltip büyüten alet. megak : Mezar, kabir, çukur. meganim : Ganimet malları. Harbde alınan mallar. megavil : (Migvel. C.) Hançerler. Ufak ve ince kılınçlar. meger : f. Meğer, halbuki, ancak, oysa ki, şu kadar ki. meges : f. Sinek. megesgir : f. Örümcek ağı. megesran : f. Yelpâze. megesvar : f. Sinek gibi. Sinek şeklinde. meglul : (Bak: Maglul) megmum : (Bak: Magmum) megs : (Bak: Meges) megz : (Bak: Magz) meh : f. Ay. Kamer. (Bak: Mah) * Senenin onikide biri. Ay. meh-ru : (C: Mehruyân) f. Ay yüzlü, güzel. meh-ruyan : f. Ay yüzlüler. Ay gibi parlak olanlar. * Mc: Manevî güzellik. Ahlâk sahibi ve dindar olanlar. meh-şid : f. Ay, kamer. * Ay ışığı, mehtâb. mehab : Dehşetli ve heybetli yer. mehabb : (Mehebb. C.) Rüzgârın estiği yerler. mehabbet : (Bak: Muhabbet) mehabet : Heybet. * Hürmetle karışık korku. * İhtiram. Azamet. Büyüklük. mehabil : (Mehbil. C.) Tıb: Rahim yolları. mehacim : (Mihcem. C.) Hacamat şişeleri. * Çekip emmeye yarayan âletler. mehafet : (Bak: Mahafet) mehah : Tazelik, güzellik. mehail : (Mehil. C.) Tehlikeli ve korkunç yerler. mehak : Durgun suyun yeşilliği. mehakim : (Bak: Mahâkim) mehal : Süre, mühlet, vâde. * Korku yeri. mehalik : (Mehleke. C.) Tehlikeler. Tehlikeli işler. Korkulan yerler. mehamid : Şükür ve hamdler. Medihler. Sebeb-i şükür ve hamd olan hasletler. mehamil : Mahmiller. * İhtimaller. (Bak: Mahmil) mehamm : (Mühim. C.) Mühim şeyler. Kıymetli işler. Umur-u azime. * Düşündürücü şeyler. mehammşinâs : f. İşinin ehli. İşden anlıyan. mehan : Ağızdan akan su, ağız suyu. ◊ (Bak: Mühan)mehane : Hakaret. mehanen : Küçümsenerek, hafifsenerek. mehanet : Küçültme. Küçük görülme. * Hor ve zelil olmak. Zayıf ve zebun olmak. * Tedbiri azca olmak. mehanne : Burun. mehar : f. Dizgin, yular. * Devenin burnuna takılan burunluk. ◊ Noksan, eksik. * Merci.meharet : Ustalık, beceriklilik, üstadlık. Meleke ve mümârese. * Kur'anda meharet: Hıfzın kuvvetiyle harflerin mahreçlerine riâyettir. meharic : (Mahrec. C.) Mahreçler. Dışarı çıkacak şeyler. mehaş : Ev eşyası. Mal, mülk, metâ. mehasin : (Bak: Mahasin) mehat : (C: Mehâ-Mehevât) Billur taşı. * Güneş. * Dağ sığırı. * Tazelik. * Güzellik. mehatt : Menzil, konak. mehave : Doğru. * İnce olmak. mehavi : (Mehva. C.) Çöller, sahralar. * Vâdiler. * İki yükseğin arası. mehavif : Korkulu yerler. mehaz : Su akacak yer, su mecrası. * Gebe kadının ağrısının tutması. * Gebe deve. mehaza : İşlek yol. mehazin : Mahzenler. Hazineler. Mal doldurulan yerler. mehbel : Rahim sonu. (Veled yatağı derler) * Veled yolu. mehbil : (C.: Mehâbil) Rahim yolu. * Rahim, döl yatağı. mehbit : Bir şeyin indiği yer. İnilecek yer. Yukarıdan aşağı inilecek yer. Düşülen yer. mehbut : Hastalık veya bir illetten zayıf nahif olmuş olan. ◊ Korkudan şaşırmış. Hayret ve korkuya kapılmış.mehc : Cömert, eli açık. mehcebin : f. Ay alınlı. Alnı ay gibi parlak olan. mehcenet : Küçük hurma ağacı. mehcur(e) : (Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel. * Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış. mehcuriyet : Uzaklık, ayrılık. * Bırakılıp unutulma, metrukiyet. mehcüv : Hicvolunmuş. Zemmolunmuş. Kötülüğü ilân ile zevklenilmiş. mehd : Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer. * Yeryüzü. * Yayıp döşemek. * Kâr kazanmak. * Hazırlanmak. mehd-ara : f. Beşik süsleyen. mehded : Hindibâ otu. * Acı marul. mehdiyye : Mehdiye âit ve mensub olan. Mehdiye dâir ve müteallik. * Hediye. Armağan. mehdum(e) : (Hedm. den) Yıkılmış, hedmolunmuş, yıkık. mehdur : (Hedr. den) Yazık edilmiş, ziyan edilmiş. Boş yere gitmiş. mehebb : (C.: Mehâbb) Rüzgârın estiği yer. mehel : (C: Mühul-Emhâl) Yavaş yapmak. * Sonraya bırakmak, te'hir etmek. mehenk : Ölçü. Miyar. * Altın ve gümüş ayarını anlamaya mahsus taş. Üzerinde altın tecrübe edilen siyah taş. mehere : (Mâhir. C.) Mâhirler, ustalar, üstadlar. Hüner sahibi ve elinden iş gelen kimseler. mehfak : Bol nesne. mehîb : İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli, korkunç kimse. * Arslan, esed, gazanfer. mehîl : Korkulu yer. Korkunç ve tehlikeli yer. mehîn : Hor ve hakir. Zayıf. Zebun. * Az şey. * Rey', fikir ve tedbirde temyizi zayıf, ahmak. mehîr : f. Ay, kamer. mehîre : Usta, mâhir, hünerli. * Hür olan kadın. * Nikâh bedeli çok olan kadın. mehist : f. Ağır, sakil. mehîz : Ayran. * Yağı alınmış yoğurt. mehk : Suyun rengi yeşil olmak. ◊ İyice ezme.mehl : Vakit verme. Vâde. Mühlet. Bir işi belli bir zamana kadar te'hir etme. mehleke : (C.: Mehâlik) Tehlikeli yer veya iş. mehlika : f. Güzel. Ay yüzlü. mehme : (C.: Mehâme) Irak, uzak. * Issızlık. * Korkunç sahrâ. Büyük çöl. mehmed : Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur. mehmedcik : Kahraman ve mücahid mânasında Türk askerine verilen ünvandır. mehmum : Endişeli. Düşünceli. mehmuse : Gizli. Gizlenmiş eşya. * Örtülmüş. * Tecvidde: Gizli okunan harfler. Fısıltı ile okunan harfler. sözü, bu harfleri toplamıştır. Bunun zıddı 'Huruf-u mechure' dir. mehmusen : Gizli olarak. mehmuz : Gr: Hemzeli kelime. Harfin kökünde hemze varsa o kelimeye denir. mehn (mihn) : Hizmet. * Mübtezellik, değersizlik. mehpare : f. Ay parçası. * Çok güzel kimse. mehpeyker : Nurlu, ay yüzlü. Yüzü ay gibi parlak ve güzel olan. mehr : Aşk, şefkat, muhabbet. * Güneş. * Huk: Mihr. Evlenme muamelesinde erkek tarafından kadına verilen nikâh bedeli. mehrak : (C: Mehârik) Sahife, sayfa. mehreb : Sığınılacak yer. * Ürküp kaçma. mehrec : (Bak: Mahrec) mehrecan : Eylül ayının onaltıncı günü. mehru' : Sar'alı kimse. Sar'a hastalığı olan kişi. mehtab : f. Mâhtâb. Ay ışığı. mehter : (Mih-ter) f. Daha büyük. * Reis. * Seyis. Osmanlı askeri mızıkası ve buna mensub müzikçiler. * Vaktiyle Bâb-ı âli çavuşu. * Rütbe, nişan veya vazife alanların evlerine müjde götürenler. * More…mehterân : (Mehter. C.) Mehterler. mehterhane : f. Tar: Zurna, nakkare, nefir, zil, davul ve kösden kurulu askeri mızıka takımı. mehtuk : (Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş. mehub : Heybetli. Azametli. Korkunç. * Arslan. mehul : Benli, benekli. ◊ Yumuşak yay.mehv : İnce kılıç. * Sulu süt. mehva : (C: Mehâvâ) Sahrâ, çöl, * Uçurum, yar. * İki dağ arası. * İki şeyin arası. mehvare : f. Ay gibi. * Aylık maaş. Aylık ücret. mehvat : Çöl, sahra. * İki şeyin arası. mehveş : f. Ay gibi. * Mc: Güzel. mehyum : Şaşmış, hayrette kalmış, şaşırmış. * Sevgi ve aşkdan serseme dönmüş. mehzul : Düşkün. Zayıf. Arık. mehzum : Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan. meik : Gayretli kişi. * Hiddeti galip kimse. mein : Ağlanacak ve inlenecek yer. mejeng : f. Keder, hüzün, tasa, gam. * Hoşa gitmeyen, beğenilmeyen, nefret edilen, iğrenilen. mek'um : Ağzı bağlı deve. meka : (C: Emkâ) Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar. * Canavarların inleri ve yatakları. mekabir : (Bak: Makabir) mekad(e) : Yakın olmak, yakınlık. mekadir : (Bak: Makadir) mekahil : (Mikhal, mikhel ve mükhüle. C.) Göze sürme çekecek âletler, miller. mekaid : (Mekide. C.) Hileler, aldatmalar, düzenler, dalavereler. mekal : (Bak: Makal) mekamin : (Mekmen. C.) Gizlenilecek yerler, pusular. mekân : (Kevn. den) Yer. Durulan yer. Ev, hane, mesken. Mahal. mekâne : (C: Emkine-Emâkin) Kudret, kuvvet, güç. mekânen : Mahal ve yer bakımından. mekânet : Ağır başlılık. * Kuvvet. Güç. mekanik : Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap. * Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası. * Kafa yormaksızın el veya makina ile More…mekânis : (Miknese. C.) Süpürgeler. mekanizma : Lât. Bir şeyin makina kısmı. * Mc: Oluş ve işleyiş. Meydana çıkış. mekâre : Eskiden kira ile tutulan yük hayvanı. * Tar: Osmanlı ordusunda taşıma işlerinde kullanılan hayvanlara verilen ad. (Mekâre denilen at, katır, deve gibi hayvanlar, harp zamanlarında halktan More…mekârib : (Mikreb. C.) Çift sürülen sabanlar. mekârih : (Mekrehe. C.) İnsana tiksinti veren şeyler. * Sıkıntılar, dertler. mekârim : (Kerem. C.) Keremler. İyilikler. * Güzel ahlâk sahibi olmak. * Ahlâk-ı hamide, Cenâb-ı Hakk'ın sevdiği, beğendiği güzel ahlâk. mekârimkâr : f. Cömert, eliaçık. Kerem sâhibi. mekarîs : (Mıkrâs. C.) Makaslar, kesecek aletler. mekâsib : (Mekseb ve Meksib. C.) Kazançlar. Kazanç yer ve araçları. Kesbedilen ve kazanılan yerler. mekâtib : (Mekteb. C.) Mektebler, okullar. mekâtîb : (Mektub. C.) Mektublar. mekâyid : (Mekide. C.) Hileler, düzenler, aldatmalar. mekâyil : (Mikyâl. C.) Ölçekler, tahıl ölçekleri, kileler. mekayîs : Mikyaslar. Ölçüler. * Mukayeseler. mekâza : Şiddetli mümârese. Alışkanlık. mekbir : İhtiyarlama, yaşlanma. mekbud : Ciğerinde hastalık olan. mekbut : Mahzun kişi. Hüzünlü, üzüntülü kimse. mekd : Azlık. * İkamet, oturmak. mekdur : Kederlenmiş, kederli. mekene : Kertenkele yumurtası. meker : (C.: Mükur) Bir ağaç cinsi. mekerr : Cenk edecek yer, savaş meydanı. mekfere : Örtecek, sertredecek yer. mekfuf : Kulplarından sıkıca bağlanıp heybe gibi asılmış. * Kilitlenmiş. * Heybe. * Dürülmüş, toplanmış. * Men olunmuş. Yasak edilmiş. mekful : (Kefâlet. den) Kefil olmuş veya kefil olunmuş. mekhul(e) : (Kuhl. dan) Sürme çekilmiş, sürmeli. mekîd : Tuzağa düşen veya düşecek olan. mekîde : (C.: Mekâid) Hile, aldatma, düzen, dalavere. mekîdet : Düzen, hile, fesat. mekîl : Ölçmek. * Kilo ile ölçülen şey. mekîlât : (Mekîl. C.) Buğday, arpa gibi kile ile ölçülen şeyler. mekîn : Yüksek rütbe sâhibi. Vakarlı. Temkinli. Nüfuz ve iktidar sahibi. * Yerleşmiş. Oturmuş. Sâkin, Muhkem. mekînet : Onur, vakar, ciddiyet, ağırbaşlılık. mekir : (Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.) mekîs : Vakarlı. Onur sahibi. Ciddi ve ağırbaşlı kimse. mekk : Emmek. * Helâk etmek. * Noksan etmek, eksiltmek. mekkâr : Hilekâr. Düzenbaz. Çok aldatıcı. Mekir yapan. mekkârî : Mekkârlık, hile, düzen. Hilekârlık. mekke : Hicaz'da Kâbe'nin bulunduğu en mukaddes şehrin ismidir. Aynı zamanda Hazret-i Peygamber'in (A.S.M.) doğduğu şehirdir. mekkî : Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub. * Mekke'de nâzil olan âyet veya sure. mekkuk : (C.: Mekâkik) Birbuçuk sa' alır kile. mekla' : Otlu yer. meklum : Yaralı, mecruh. Yaralanmış. mekmen : (C.: Mekâmin) Gizlenilip pusu kurulan yer. Pusu yeri. mekmene : Pusu, gizlenilecek yer. * Define, hazine. mekmun : Gizli. Saklı. mekn : Kudret, kuvvet, güç. meknan : Bir ot cinsi. mekne : (C: Miken-Mekenât) Kuş yuvası. mekniyyat : (Mekniyye. C.) Kinayeli cümleler. meknun : Örtülü, gizli. Saklı. * Dizilmiş. Dizili. Manzum. meknus : Süpürülmüş. meknuz : Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz. mekr : (Bak: Mekir) mekre : (C: Mekârih) Şiddet. * Bıkkınlık. * Kerahet, iğrençlik. mekreme : İzzet, ikram yeri. Seha, cud, şeref. Cömertlik. mekrub : Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan. mekrubiyet : Kederli, hüzünlü ve tasalı olma. mekruh : İğrenç, nahoş görülen şey. * Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş. * Mihnet. Şiddet. mekruha : Keder, mihnet. şiddet. mekruhat : (Mekruh. C.) Mekruh olan şeyler. mekruhiyet : İğrençlik, mekruhluk. mekrume : (Bak: Mekreme) meks : (C.: Mükus) Bir şeyin pahası noksan olma. * Öşür. Vergi. Vergi almak. ◊ Durma, eğlenme, bekleme.mekseb : (C.: Mekâsib) (Kisb. den) Kazanç, gelir. * Kazanç yeri. Kazanç vasıtası. meksefe : (Bak: Miksefe) meksub(e) : Kesbolunmuş. Kazanılmış. * Sonradan tahsil olunmuş, elde edilmiş. * Yüksekten dökülen. * Çağlayan. meksuf : Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış. ◊ Kesafetli, sık ve çok olmuş. Koyu.mekşuf : Keşfolunmuş, meydana çıkarılmış. Açık. Belli. meksur : (Kesr. den) Kırılmış, kesrolunmuş. * Gr: 'İ' şeklinde kesreli okunan harf. ◊ Çoğaltılan, çoğaltılmış.mekteb : (C.: Mekâtib) Yazı yazacak yer. * Okul. mektub : Yazılı, yazılmış kâğıt. mektubat : Mektublar. Yazılı kâğıtlar. * Bazı meşhur ve mühim kitapların ismi. * Bir yerden başka bir yerdeki şahsa gönderilen yazılı kâğıtlar. * Risale-i Nur Külliyatından bir mecmuanın ismi. mektuf : İki eli arkasına bağlanmış olan. mektum : Gizli. Saklı. Gizli kalmış. * Hükümetten gizli tutulan. mektumat : (Mektume. C.) Hükümetten kaçırılarak gizlenmiş ve yazdırılmamış nüfus, mal veya gelir. mekur : Hileci, yalancı, dolandırıcı. mekyes : Akıllılık ve ferâsetle bilinen kimse. mekyul : Kile ile ölçülmüş. mekzebe : Yalan söz, doğru olmayan kelâm. Palavra. mekzube : Palavra, yalan söz. mekzum : Kederli, hüzünlü, tasalı, üzüntülü, gamlı. mel' : Seri seyr. mel'ab : (La'b. dan) Eğlence yeri. Oyun yeri. mel'abe : (La'b. dan) Oyun. Eğlence vasıtası. Oyuncak. mel'abegâh : f. Oyun oynanan yer. Mel'abe yeri. mel'an : Dolu olan, taşkın. mel'ane(t) : (La'n. dan) Lânete sebeb olan. Lânete müstehak iş. * Yol ayrımı ve insan menzili. mel'anet-piş : f. Mel'unluktan başka işi olmayan. İşi gücü mel'unluktan ibaret olan. mel'anetkârane : f. Lânete müstehak surette. mel'em (mil'em) : Ölçüsünde cimrilik yapan. mel'eme : Cem'etmek, toplamak. * Terbiye etmek, düzeltmek, ıslâh etmek. * Yara yırtığını bağlamak. mel'ub : Salyalı ağız. mel'un : Lânetlenmiş. Lânete lâyık. * Kovulmuş, tard olunmuş. mela : (C.: Emlâ) Ova, sahra. * Vakit. * Sıcak kül.MELA'Â : Meşveret. * Cemaat. Güruh. * Bir kavmin ileri gelen mes'uliyetli şahısları. * Huy, ahlâk. (Bak: Mele') * Doldurmak. More…mela' : Otu olmayan yer. melab : Bir cins güzel koku. melabis : Elbiseler. Giyecek şeyler. melace : Husumeti uzatmak, düşmanlığı çoğaltmak. melaci' : (Melce. C.) İlticâ edilecek ve sığınılacak yerler. melagim : Ağız çevresi. melah : Atın ayağında olan verem. ◊ f. Çekirge.melaha (müluha) : Tuzluluk. * Güzellik. ◊ Tatsızlık, tuzsuzluk.melahat : Yüz güzelliği. Cemal. * Tuzluluk. Tuzlu su. melahi : Oyunlar, eğlenceler. Cümbüşler. melahide : Mülhidler. Dinsizler. İmânsızlar. melahif : (Milhaf ve Milhafe. C.) Sarınacak veya bürünecek şeyler. Yorganlar. melahim : Muharebe ve cenk yerleri. (Bak: Melhame) melaib : (Mel'ab-Mel'abe. C.) Oyuncaklar. Oyun oynanacak yerler. melaik : (Mil'aka. C.) Tahta kaşıklar. melaik(e) : (Melek. C.) Melekler. Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, makamları sabit, kendileri ma'sum mahluklar. melain : (Mel'un. C.) Herkesin nefretini kazanmış olanlar. La'netlenmiş olanlar. ◊ (Mel'ane. C.) Lânet edilecek iş ve hareketler.melak : Lütuf, muhabbet, sevgi. ◊ Mala.melal : Can sıkıntısı. Usanç. Gamlılık. Zaaf ve fütur. melal-aver : f. Usanç verici, usandıran, sıkan. melam : Kınanmış. * Rezillik. Hakirlik. Kıymetsizlik. melamet : Kınanmışlık. İtab ve serzenişlik. Rezillik ve rüsvaylık. melamet-zedegân : (Melametzede. C.) f. Ayıplanmış, kınanmış kimseler, azarlanmış olanlar. melametzede : (C.: Melametzedegân) f. Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış. melamî : Kınanmış ve ayıplanmışlardan olan. * Hükema-i Kelbiyyun. (Bak: Kelbiyyun) * Melami adındaki tarikata mensub olan. melami' : (Lem'a. C.) Parıltılar. Aydınlıklar. melamih : (Lemha. C.) Lemhalar. Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri. melamiyyun : (Melamî. C.) Melamî tarikatından olanlar. melas : Saracak ve dürecek yer. ◊ Kaypakça olmak.melaset : Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet) melassa : Hırsız ve haydut yatağı. melavet : Vakit, zaman. melaz : Sığınılacak yer. Melce'. melaze : Badem ağaçları olan yer. ◊ f. Küçük dil.melazib : (Milzâb. C.) Çok tamahkâr ve cimri olanlar. melazz : Yalancı, kezzab. (Melzuz. C.) Leziz nesneler, lezzetli şeyler. melbes : Giyecek şey. Elbise. melbes ü me'kel : Giyecek ve yiyecek. melbus : Giyilen. Giyilmiş olan. * Giyinmiş. Elbise giymiş. melbusât : Giyilecek şeyler. Elbiseler. melc(e) : Emmek. melce' : Sığınılacak yer. Halas olacak, kurtulacak yer. meld : Yumuşak olmak. melda : Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız. meldug : (Ledg. den) Zehirli bir hayvan tarafından ısırılarak sokulmuş. mele' : (C.: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri. * Hırs, tama'. * Zan. * Güzellik. * Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir. * Dolu More…meled : Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik. melek : Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahluk. * Güzel huylu ve güzel olan kimse. (Bak: Melâike) meleka : Düz kayacak nesne. melekât : (Meleke. C.) Melekeler. Tecrübe neticesi elde edilen alışılmış bilgiler. İsti'datlar. meleke : Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret. * Mümârese. melekî : (Melekiye) Meleğe mensub, melekle alâkalı. * Paklık, temizlik, ismet. * Hükümdara, melike âit. Melikle alâkalı. melekut : Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münâsib ruhu, canı, hakikatı. Bir şeyin iç yüzü, iç ciheti. * Hükümdarlık. Saltanat. * Ruhlar âlemi. melekutiyân : Melekut âleminden olanlar. melel : Bıkma, usanma, bezme. melem : Yaramaz tenbel kimse. melevan : Gece ve gündüz. melez : (Meles) İki ırkın karışması neticesi hâsıl olan yeni bir nesil. Ayrı iki cinsten doğmuş olan. * Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık. melfuf : Sarılı. Bir mektup veya bir şey içine konulmuş olan. melfufat : (Melfuf. C.) Zarf içinde veya tezkereye ilişik yazılar. melfufen : Sarılı olarak. Melfuf olarak. Leffen, ekli olan şey. melfuha : (C: Melâfih) Ana karnındaki erkek çocuk. melfuz : (Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş. * Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf. melfuzât : (Melfuz. C.) Konuşulan şeyler. melh : Kibirlenmek, gururlanmak. * şiddetli seyir. ◊ Yemeğe tuz koymak. * Çocuk emzirmek.melhame : Kanlı harb. * Büyük muharebe sahası. melhec : (C: Melâhic) Darlık. melhed : Kabrin çukur açılacak yeri. melhem : Hurma ağacı çok olan yer. melhez : (C: Melâhız) Darlık çekecek yer. melhub : (Lehb. den) Alevli, alevlenmiş. melhud : (Lahd. dan) Mezara sokulmuş, kabre konulmuş. Lâhid içine konulmuş. melhuf : Hasrette kalan. * Kederli, tasalı. * İmdad bekleyen. melhufân : (Melhuf. C.) Kederliler, tasalılar, kaygılılar, üzüntülüler. * Hasrette kalanlar. melhufîn : Hasrette kalıp yardım isteyenler. melhuk : Karışmış, kavuşmuş. İltihak etmiş. melhuz : Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla gelebilen. Olabilir. melhuzât : (Melhuz ve Melhuze. C.) Olabilir şeyler. Hatıra gelen şeyler. İhtimâller. meli' : Otu olmayan yer. melîh : (C.: Milâh-Emlâh) Güzel, şirin. Sâhib-i melâhat. * Tuzlu. ◊ Tatsız tuzsuz yemek.melik : Mülk ve melekut sâhibi. Padişah. Mutasarrıf. * Bir kavmin başı. Mâlik. (İsimdir) melîk : Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Memleket sahibi. Padişah. Kadir. (Daimî sıfattır.) melîkâne : f. Hükümdar ve melike mensub. Onunla alâkalı. melîke : Kadın hükümdar. Hükümdar karısı. Kraliçe. melîl (melile) : Kül içinde pişirilen ekmek. * Hararet, sıcaklık. * Üzgün, kederli. Melul. melîs : şişman ve tenbel olan kişi. ◊ Bir şeyi şiddetle tutmak.melît : Cenin. meliyy : Uzun zaman. * Zengin. Varlıklı. Maldâr. Gani. Eşraf. melk : Dalkavukluk. * Yumuşaklık yapmak. * Mahvetmek. * Yıkamak. * Emmek. * Vurmak. ◊ Kudret, kuvvet. Şiddet. * Mübalağa.melkean : Kötü, yaramaz kimse. melkeme : El ile vurulan yerin yarası. melkuha : (C: Melakih) Anasının karnında olan çocuk. melkut : Yerden kaldırılıp alınan şey. * Sokağa, virâneliğe, câmi veya kilise kapısına bırakılmış çocuk. mell : Küsmek, darılmak. * Yorgunluk. * Kakma, dürtmek. * Mahzun olmak, kederli olmak. * Hamuru külün içinde pişirmek. mella : Zengin kimse. mellah : Dalkavukluk eden, yaltaklanan. Tez tez yürüyen, hızlı yürüyen. ◊ (C.: Mellâhân-Mellâhin-Mellâhun) Gemici. Kaptan. Denizci.mellaha : Tuz çıkan yer. mellahan : (Mellâh. C.) Kaptanlar, denizciler, gemiciler. mellahe : Tuzla. mellahîn : (Mellâh. C.) Denizciler, gemiciler, kaptanlar. mellase : Yeri düzeltmede kullanılan âlet, sürgü. melle : Çukur. melmus : (C.: Melâmis) (Lems. den) El ile dokunulmuş. melmusat : (Melmus. C.) El ile dokunmalar. El ile temas etmeler. mels : Enemek. Hayvanı iğdiş etmek, erkekliğini gidermek. ◊ Yalan vâde, yalan söz. * Güzellik, hüsün.melsa' : Pürüzsüz ve düz yer. * şarap. melsuk : Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş. melsun : (C.: Melâsin) Yalancı, kezzâb. meltafa : Güzellik, lâtiflik yeri olan şey veya vasıf. meltem : Yaz mevsiminde karadan denize doğru esen rüzgâr. meltut : Karışmış, mahlut. melul : Usanmış. Bıkmış. Bezmiş. * Mahzun. melulâne : Acıklı ve mahzun bir hâlde. melum : Azarlanmış, tahkir edilmiş, levmolunmuş. melvan : Gece ve gündüz. melyene : Yumuşaklık. melze : At seğirtirken koltuklarını uzatmak. * Süngü ile veya gayrı nesne ile ta'n eylemek. melzum : Mevcud bir şeyle birbirinden ayrılmayan. Mevcud bir şeyle beraber bulunması lâzım gelen. Lüzumlu olmuş olan. Lüzumlu kılınmış. melzumiyet : Lüzumlu kılma. Melzumluk. mem'ud : Midesinde hastalık olan. memalik : (Memleket. C.) Memleketler. memalîk : (Memluk. C.) Köleler. kullar. memat : Ölüm. Ahirete göç etmek. (Bak: Mevt) memdud : (Medd. den) Uzatılmış, yayılmış olan. Çekilmiş. memdude : Balçıklı ve kesekli yer. memdudî : Tel çeken. memduh(a) : Beğenilmiş. Medholunmuş. Övülmüş. * Fık: Peygamberimizin (A.S.M.) sevmiş olduğu hareket, iş. memduhat : (Memduh ve Memduha. C.) Medhedilecek ve övülecek şeyler. Övülmeğe değer şeyler. memduhiyyet : Makbul oluş. Makbullük. Beğenilmiş oluş. memedd : (Masdar-ı mimî ve mekân ismi) Bir şeyin uzandığı, serildiği yer. memerr : Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri. memhur : Mühürlenmiş. Damgalanmış. memhure : Nikâh bedeli verilmiş olan kadın. ◊ Sürülüp nadas olmuş yer.memhus : Parlatılmış, cilâlanmış. * Etli, şişman, dolgun insan veya hayvan. memhuvv : (Mahv. dan) Mahvolmuş, perişan olmuş. memhuz : Yağı alınmış yoğurt. memîl : Meyletme, bir yana eğilme, temâyül etme. memkûr : (C: Memâkir) Av kanıyla kirlenmiş. * Kızıla boyanmış. memkure : Sirkeli ve sarmısaklı balık. memkûre : Uysal, yakışıklı. memkut : Düşmanlık edilen, hased edilen. memlaha : (Milh. den) Tuz çıkarılan yer. Tuzla. memleket : (C.: Memâlik) Bir devletin toprağı, ülke, yurt. * Şehir. İl, kasaba. * Bir insanın doğup büyüdüğü yer. memlu : Doldurulmuş. Dolu. memluh : Tuzlanmış. Tuzlu. memluhat : (Memluh. C.) Tuzlanmış şeyler. Tuzlu şeyler. memluk : Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr. * Birinin malı olan. memlukâne : f. Köleye yakışır hâlde. Kölece. * Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı. memlukiyyet : Esirlik. Hizmetkârlık. Kulluk. Kölelik. memlul : (Memlule) Usanmış, usanılmış, bıkılmış, bezilmiş. memnu' : Yasak. Menedilmiş. Mâni olunmuş. memnuat : (Memnu ve Memnua. C.) Yasak şeyler. memnuiyyet : Yasaklık. Haram veya yasak oluş. memnun : (Minnet. den) Hoşnud. Razı. Minnet altında bulunan. İyiliğe nâil kılınmış. Çok muteber olan şey. Çok beğenilen. Ölçülü ve hesaplı olan. * Kesilmiş. memnunen : Sevinerek, memnun olarak. memnuniyyet : Mesrur oluş. Şâdlık. Mesruriyet. memru' : Otlu yer. memşa : (Meşy. den) Ayak yolu. Üzerine basıp yürüdükleri yer. memsud : Vücudu kuvvetli ve sağlam yapılı olan. memsude : Devrik yüzlü, münkabız kimse. memsuh : Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan. ◊ El ile sıvanmış, mesh olunmuş. Temas edilmiş.memşuk : Yazılmış olan, meşkolunmuş. * Uzun boylu zayıf at. memsun : Mesâne hastalığına tutulmuş kimse. memsus : Massolunmuş, emilmiş. * Baldır, incik. ◊ Dokunulmuş.memtul : Çekiçle döğülerek işlenmiş. memtur : Üzerine yağmur yağmış. Yağmur yağarak ıslanmış. memut : Meyyit. Ölmüş. memzuc : Bitişik. Karışık. Karışmış. Birlik olmuş. Birbirine mezc olmuş. * Şakalaşmak. * Oynamak. men : (İsm-i Mevsuldür) Şahsa delâlet eder. 'O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki' gibi mânâlara gelir. İstifham için olur, yerine göre tesniye (Menân) şeklinde ve cemi (Menun) gibi More…men dakka dukka : Kapı çalanın kapısı çalınır.' Yâni, kim birisine bir kötülük yahut iyilik yaparsa ona o şey yapılır. Meselâ: 'Su-i zan eden su-i zanna mâruz olur.' men ene : Ben kimim? men hüve : O kimdir? men lehül hakk : Fık: Hak sahibi olan kimse. men lem yezuk lem yedri : 'Tatmayan bilemez. Kim ki tatmamış; o, tadını bilemez.' men' : Yasak etmek. Durdurmak. Bırakmamak. Bir şeyi diriğ etmek, esirgemek. men'a : Ölüm haberi. Vefat haberi. men'ab : Cömert. * Hızlı yürüyen. men'af : (C.: Menâif) Dağın sivri tepesi. men'at : Ölüm haberi. men'e : Dibâgat için ısladıkları deri. men'uş : Hayır ile yâdedilen ölü. * Yukarı kaldırılmış. * Fakir olduktan sonra sevindirilmiş. * Tabuta konulmuş. men'ut : Medhedilmiş. İyiliği, güzelliği söylenilmiş olan. mena : İki rıtıl. (İkiyüz altmış dirhem) menaat : Sarplık, çetinlik, kavilik, güçlük. menab : Birinin yerini tutmak, nâib olmak. Birisine vekil olmak. Vekillik yeri. menabi' : (Menba'. C.) Kaynaklar. Pınarlar. Nebeân eden yerler. * Her şeyin zâhir olduğu yerler. * Servetlerin çıktığı yerler. menabik : Batman. menabir : (Minber. C.) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler. menabit : (Menbet ve Menbit. C.) Çayırlar, otlaklar. menacil : (Mincel. C.) Ekin orakları. menacim : (Mencem. C.) Terâzi kolları. menadif : (Mindef. C.) Hallaç yayları. menadil : (Mendil. C.) Mendiller. Küçük havlular, peçeteler. menafi' : (Menfaat. C.) Menfaatler. Faydalar. menafih : (Minfâh. C.) Körükler. menafiz : (Menfez. C.) Delikler. Menfezler. * Nüfuz edecek yerler. menah : f. Geniş, bol, ferâh. * Dar. menahe : (C.: Menâih) (Nevha. dan) Ölü için ağlanacak yer. Mâtemhâne. menahi : (Nehi. C.) Menedilmiş şeyler. Şer'an yasak edilmiş olan şeyler. menahic : (Minhac-Menhec. C.) Açık ve geniş yollar. Bilinen büyük yollar. menahil : (Menhel. C.) Durak yerleri. Durulacak sulak yerler. * Hayvan sulanan yerler. menahir : (Menhar. C.) Hayvan kesilecek yerler. Hayvan boğazlıyacak yerler. Mezbahaneler. ◊ (Menhir. C.) Burun delikleri.menahis : (Minhas. C.) Uğursuz şeyler. menahit : (Minhat. C.) (Tahta veya taş) yontma âletleri. menahiz : (Minhaz. C.) Burun delikleri. menaî : (Men'â. C.) Ölüm haberleri. Vefat haberleri. Kötü haberler. menaif : Dağların sivri tepeleri. menaih : (Menâhe. C.) Ölü için ağlanacak yerler. Mâtemhâneler. menair : (Menâvir) Minâreler. * Nur yerleri. * Alâmet. menakib : (Menkıbe. C.) Menkıbeler. Hayat hikâyeleri. ◊ (Menkeb. C.) Yollar. * Omuzlar.menakir : (Münker. C.) Günah ve kötü şeyler. menakîr : (Minkar. C.) Minkarlar, gagalar. Yırtıcı kuşların gagaları. Taşçı kalemleri. menal : Yetiştirme, nâil olma, kavuşma. * Ele geçirilen şey. Nâil ve sahib olunan şey. menam : Uyku. Uyku zamanı. * Rüya. Düş. * Uyunacak yer, yatak odası. mename : Yatak, döşek. menamen : Uyuyarak. Uykuda olarak. menar : Nur yeri. Fener kulesi. * Câmi minâresi. * Yol işaretleri. menare : (C: Menâr-Menâvir) Alâmet, işaret. * Kandil. * Minare. menas : Sığınacak yer. Melce'. Penah. * Deprenmek. * Fevt. menasi' : (Minsa'. C.) Medine-i Münevvere'nin dışında meşhur bir yer. menasib : (Mansıb. C.) Devletin başlıca hizmetleri. Makamlar, rütbeler, pâyeler. menasik : (Mensek. C.) İbâdet edecek yerler. İbâdet ederken lüzum eden usul, yol ve tarz. menasim : (Mensim. C.) Yollar, tarikler, meslekler. * Alâmetler, izler, eserler, nişânlar. menasir : (Minser. C.) Yırtıcı kuşların gagaları. * Taşçı kalemleri. menaşir : (Minşâr. C.) Testereler. * (Menşur. C.) Tar: Padişâhın verdiği vezirlik veya müşirlik fermanları. * Mat: Prizmalar. menassa : Çeyiz odası. * Yüksek yer, çardak. menat : İslâmiyyetten evvel cahiliyyet devrinde Kâbedeki bir putun adı. ◊ Dönecek yer, merci'. * İlişip asacak yer.menatik : Mıntıkalar, bölgeler. menavir : (Minare. C.) Minareler. menaya : (Meniyye. C.) Ölümler. * Maksatlar. Gâyeler. menazi' : (Menze'. C.) Niza ve kavga edilecek yerler. menazil : (Menzil. C.) Menziller. İnecek yollar. Duralar. Konak yerleri. menazim : (Manzam. C.) Sıralar, diziler. menazir : Manzaralar. Seyredilecek, görülecek güzel yerler. Güzel görünüşler. menba' : Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar. menbat : Suyun çıktığı yer. Menba'. menbel : Tembel, uyuşuk. menber : (C: Menâbir) Yüksek olacak yer. menbic : Mevzi ismi. (Oraya nisbetle 'menbicâni' derler.) menbit : Otlu yer, otlak, çayır. menbuş : Açılmış, soyulmuş. menbuz : Piç. Veled-i zinâ. * Hemen doğmasını müteakib bir yere atılmış çocuk. menca : (Bak: Mence') mencat : Kurtulma, necât bulma. Halâs olma. mence : (Mencâ) Kurtulacak yer. Necat bulacak yer. * Necat bulma. Kurtulma. menced : (C: Menâcid) İnci ve altından olan gerdanlık. mencem : (C.: Menâcim) Terazi kolu. * Maden. mencenik : (Bak: Mancınık) mencenun : (C: Menâcin) Sığırın döndürdüğü dolap. * Sığırların çektiği kağnı. mencinik : (C: Mencınıkât) Mancınık. mencub : Dibâgat olunmuş deri. * Geniş kadeh. mencud : Kederli, tasalı, gamlı. mencuk : f. Bayrak direkleri ve minâre başına takılan küçük ay. * Sancak, bayrak. * Şemsiye. mend : f. Kelimelerin sonuna getirilerek 'sahip' mânasına edattır. mendeb : Tehlike. Ölüm. * Gürültü ve şamata ile ağlama. mendeme : Pişman olma. Nedâmet etmek. * Pişman olacak yer. mendil : (Mindîl) (C: Menâdîl) Mendil. * Küçük havlu, peçete. mendub : Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab. * İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp More…mendud : Meyvesi aşağıdan yukarıya yığılı, istifli. menduf : Didilmiş, atılmış. menduha : Genişlik. * Kifâyet, kâfi gelmek. * Mahlas. menea : (Mâni. C.) Engeller, mâniler, özürler. * Engel olanlar, mâni olanlar, geri bırakanlar. * Kuvvet ve cemâat. menend : (Mânende-Mânend) f. Nazir. Eş. Benzer. şebih. Müşabih. menfa : Nefyolunan yer. Birinin sürüldüğü yer. Nefiy yeri. menfaat : Fayda. Kâr. Gelir. İhtiyaç karşılığı olan şey. menfaatbahş : f. Faydalı, yararlı. Menfaat ve fayda veren. menfaatdâr : f. Menfaat ve fayda gören. menfaatperest : f. Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse. menfed : Tükenmek, yok olup gitmek. menfer : Geri kaçılacak yer. Nefret edilecek, sevilmeyecek yer. menfes : (Nefes. den) Nefes deliği. Nefes alacak yer. menfez : Nüfuz edecek delik, pencere. Delik. Ağız. Yarık. Girilecek yer. menfî : Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan. * Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün. * Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen. * Hakikatın aksini iddia eden. * Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya More…menfiyyen : Sürgün olarak. menfuh : Üfürülmüş. * Büyük karınlı. Nefholunmuş. menfur : Kendisinden nefret edilen, sevilmeyen. İğrenç. * Mebguz. menfus : Yeni doğmuş çocuk. menfuş : (Pamuk veya yün gibi) atılmış ve didilmiş. Dağılmış, didik didik edilmiş. mengene : Tazyik veya sıkıştırma için kullanılan demir veya tahta âlet. menguş : f. Küpe. menh : Verme, ihsan etme. ◊ Burun deliği.menhar : (C.: Menâhir) Hayvan kesilecek yer. Hayvan boğazlanan yer. Mezbaha. menhat : Mâni, nehyedici, engel. menheb : Yağma etmek. Yağma edecek yer. menhec : (C.: Menâhic) Geniş, açık yol. menhel : (C.: Menâhil) Hayvan sulanan yer. * Menzil, durak. Konaklanacak yer. menhere : (C: Menâhir) Mahalle arasındaki süprüntülük. menhî : Şer'an yapılması yasak olan, haram olan şey. menhir : (C.: Menâhir) Burun deliği. menhiyyat : Şer'an haram edilenler. Yasak edilmiş, İlâhi emirle men'edilmiş olanlar. Nehyedilenler. Yasak olanlar. menhub : Korkak adam. * Muhtar, müntehab, seçkin. menhub(e) : (Nehb. den) Talan edilmiş, yağma edilmiş. menhum : Nasıl yerse yesin karnı doymaz kimse. * Bir şeye çok hırs gösteren kişi. menhus : Kuyruğunun yanları uyuz olan deve. ◊ Uğursuz. Kötü. Meş'um. ◊ Zayıf, etsiz.menhuş : Yılan, akrep cinsinden bir hayvan tarafından sokulmuş. menhut : Yontulmuş. Tıraş edilmiş. Yontulmuş ağaç. meni : Erkek veya dişinin bel suyu. Döl suyu. Nutfe. Sperma. menî : f. Benlik. Benlik iddiası. Hodbinlik. meni' : Sarp. Çetin. Zor. El erişmez. Zabtı zor. menie : Ölüm, mevt. meniha : Hediye, armağan, bahşiş. menin : Toz. * Zayıf kişi. * Zayıf ip. meniş : f. Tabiat, huy, mizac. meniyye : Ölüm, mevt. * Takdir olunmuş olan. menka' : Su toplanan çukur. menkab (menkabe) : (C: Menâkıb) Dağ arasında olan yol. * Dar yol. * Güzel hareket ve fiil. * Delik açılacak yer. menkabe : Meşhur kimselerin ahvâline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe. menkal : Nakledecek mekân. menkase : Eksiklik, noksanlık. menkel : Ayak bileziği. Süs olarak kadınların ayak bileklerine taktıkları bilezik. menkib : (C.: Menâkib) Omuzbaşı. Omuz ile kol kemiğinin birleştiği yer. menku' : (Menkua) Haşlanmış. Suda kaynatılmış. menkub : (Nekbet. den) Dert ve meşakkatlere mâruz kalmış olan. * Rütbe ve haysiyyetten düşmüş olan. ◊ (U, uzun okunur) Delinmiş. Oyulmuş.menkuha : Nikâhlı karı. Nikâhlanmış olan kadın. menkul : Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen. * Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen. * Anlatılan. menkulat : Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler. (Bak: Mürtecel) menkur : Delinmiş. Oyulmuş. ◊ İnkâr olunmuş.menkus : (Nüks. den) Tersine çevrilmiş. Baş aşağı edilmiş. ◊ (Naks. dan) Noksanlaştırılmış. Eksik olan.menkuş : (Nakş. dan) Nakşolunmuş. İşlenmiş. Nakış yapılmış. Boya ile süslenmiş. menkuşe : Nakşolunmuş, işlenmiş. * Kemik çıkmış olan baş yarığı. menkut : (Nokta. dan) Noktalanmış. Noktalı. menkuz : Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış. menmul : (Neml. den) Üzerine karınca üşüşmüş olan şey. menn : Nimet vermek. İyilik etmek. * Minnet. * Rıza. * Esiri fidye almadan, ücretsiz salıvermek. * Kesmek. * Zayıf etmek. * Ettiği iyiliği başa kakmak. * İki batman ağırlık. * Kudret helvası. mennâ' : (Men'. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan. * Önleyici, men'edici. mennac : Çok bahşiş veren. İhsan eden. mennan : İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah) mennane : Malı, mülkü, serveti için kendisiyle evlenilen kadın. mensaf : (C: Menâsıf) Her şeyin yarısı. menşar : Yayıp dağıtacak yer. * Öldükten sonra dirilecek yer. menşat : (C: Menâşıt) Neşat, sürur, neşe. menşe' : (Neş'et. den) Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş'et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer. mensea : (C: Menâsi') Otu tez biten yer. mensec : (Nesc. den) Bez, çulha vs. dokunan yer. Örücü işyeri. Trikotaj atelyesi. menşed : İsteme, talebetme. mensek : (C.: Menâsik) İbâdet yeri. İbâdetgâh. * İbâdet yapma usulü. * Kurban kesecek yer. menşele : Küçük parmağın yüzük takılan yeri. menşer : Neşredilip dağıtılan yer. mensî : (Mensiyye) (Nisyan. dan) Unutulmuş, hatırdan çıkmış. mensib : (C: Menâsıb) Demir sayacak. * Asıl. * Mertebe, derece. mensic (mensec) : (C: Menâsic) Bez dokuyacak yer. * Boyun ile kürek arası. mensik (mensek) : (C: Menâsik) İbadet edecek yer. * Kurban kesilecek yer. * Kesilmiş kurban. mensim : (C.: Menâsim) Alâmet, işaret, nişân, iz, eser. * Yol, tarik. * Deve tırnağı. mensiyat : (Mensi. C.) Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler. mensiyet : Unutulma, hatırdan çıkma. mensiyy : Unutma yeri. * Hiç bahsedilmeyen terkedilmiş nesne. mensub : Bir şeye veya kimseye nisbeti olan, alâkası bulunan. Bir şeyle ilgili olan. ◊ (Bak: Mansub)mensubât : (Mensub. C.) Bir yere mensub olanlar. Bir yerin adamları. mensubîn : (Mensub. C.) Mensublar. Mensub ve alâkadar olanlar. Bir daire veya yerin adamları. mensubiyyet : Mensubluluk, ilgili, bağlı oluş. Alâkalı bulunuş. mensuc : (Nesc. den) Dokunmuş, dokunulmuş, dokunulan. Örülmüş. İşlenmiş. mensucât : Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar. menşud : Matlup, istenen şey. mensuh : (Nesh. den) Hükmü kaldırılmış. Nesholunmuş. Hükümsüz bırakılmış. mensuk : (Nesk. den) Düzgün olarak dizilmiş olan. mensur : (Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış. * Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek. * Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına 'mensur More…menşur : (Neşr. den) Neşrolunmuş. Dağıtılmış. Yayılmış. Herkese ilân edilmiş. * İşleri dağınık. Perişan. * Sultanın emri, mühürsüz mektubu, fermanı. * Bayrak. * Mat: Alt ve üst tabanları birbirine More…mensus : (Bak: Mansus) mentec : Doğuracak vakit. menuat : Men'etmeler. Yasaklar. menuc : Sütü diğer develerden sonra çekilen deve. menun : (Menn. den) Kesmek. * Vakit, zaman, ömür ve sâireyi kesen mânâsınadır. menut : Asılı, muallâk. * Bağlı. Mütevakkıf. Merbut. Vâbeste. * Bir milletten olmayıp sonradan o millete dahil olmuş olan. menvî : Kasdedilen. * Niyet. Maksad. Meram. meny : Meniyi dışarı getirmek. * Takdir etmek. * Okumak. * Hükmetmek. menzam : (C: Menâzım) Çeşitli şeyleri bir yere dizmek. menzehe : Gezinti yeri. menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe. menzilet : Derece, pâye, rütbe, mertebe. Yükseklik derecesi. * Konak yeri, inecek yer. Hane, ev. menzilgâh : f. Konak. Yer. Ev. Bir müddet durulan yer. menzilhane : f. Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer. menzilnişin : f. Yerinde oturan. menzu' : (Nez. den) Nez olunmuş, koparılmış. menzuf : Susuzluktan dolayı dili kurumuş kimse. * Kan kaybından dolayı dermansız ve güçsüz kalmış olan insan. menzul : (Nüzul. den) Nüzüllü, inmeli. menzur : (Nezr. den) Adanmış, nezrolunmuş, va'dedilmiş. Adak olarak belirtilmiş. menzut : Haris kimse. mer : f. Elli (Sayısı). Hamsin. (50) mer' : (C: Müru') Er, erkek. * Güzel manzara. ◊ Ot çok olmak.mer'a : Hayvanların otladığı yer. Kır. Mera. Çayırlık. Otlak. ◊ Aynalar.mer'abe : Ansızın olarak birdenbire korkutmak. * Tenha ve korkunç yer. mer'e : (Mer'et) Kadın. Zen. mer'î : (Mer'iyye) Riayet edilen, hükmü geçen. Makbul sayılan, hürmet edilen. ◊ Görmeğe âid. Görünür olan. Gözle görülen. Manzara.mer'iyyat : (Mer'î. C.) Gözle görülen şeyler. mer'iyyet : Mer'î oluş. Makbul olma. Muteber olma. Hükmü geçer olma. mer'ub : (Ru'b. dan) Ürkmüş, korkmuş. mer'uben : Ürkerek, korkarak, korku ile. mera : (C: Merâyâ) Sütü çok olan dişi deve. ◊ Boş yer. * Otsuz yer.meraa : Ucuzluk. merabi' : (Mürabba. C.) Mürabbalar, kareler. * (Merba. C.) İlkbaharda oturulan evler. merabih : (Ribh. den) Ticâretten elde edilen kazançlar. meraci' : (Merci. C.) Rücu edilecek ve dönülecek yerler. * Mürâcaat edilerek başvurulacak kimse veya yerler. merad : Boğaz. * Talep mevzii, isteme yeri. meradet : Kuvvetlilik, kavilik. Salâbet. merae : Hazmetmek. * Güzel manzara. merafik : (Mirfak. C.) Dirsekler. * Ev kilerleri. * Mutfaklar. merag : Davar ağnanmak ve toprağa yuvarlanmak. merah : Yer. Mekân. * Sevinç. * Rahat edilecek yer. * Meşhur bir nahiv kitabının ismi. ◊ (C.: Merahân) Aşırı derecede sevinme.merahil : (Merhale. C.) Menziller, merhaleler, konaklar, duraklar. merahilpeyma : f. Seyyah, yolcu. Seyahat eden kimse. merahim : (Merhamet. C.) Acımalar, merhametler. ◊ (Merhem. C.) Merhemler.meraî : (Mer'a. C.) Otlaklar, çayırlıklar. ◊ (Mir'at. C.) Aynalar, mir'atlar.merak : Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük. * Dalgınlık. Kara sevdâ. * Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı. ◊ Etsuyu. * Çorba.merakâver : f. Merak verici. Düşündürücü. Meraklandırcı. merakî : Vesvese ve kuruntu içinde bulunan kimse. * (Mirkat. C.) Merdivenler, basamaklar. merakib : (Merâkibe) (Araba, at, kayık, vapur gibi) binecek vasıtalar. Merkebler. merakid : (Merkad. C.) Merkadlar, kabirler, mezarlar. merakim : (Mirkam. C.) Kalemler. Yazma işinde kullanılan âletler. merakiz : Merkezler. Karargâhlar. Karar yerleri. meral : (Aslı, marâl'dır) Ceylan, karaca, dişi geyik. meram : Maksad. Niyet. Arzu. İstek. İçten tasarlanan. merambahş : f. Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren. merami : (Mermi. C.) Mermi atma yeri. Mermiler. * Nişan okları. meramir : Çok etli, şişman kişi. meranet : Yumuşaklık. * Bir mâdenin çekiç vasıtası ile dövüldüğünde yayılması vasfı. merare : (C: Merâir) Öd kesesi. meraret : Acılık. Tatsızlık. meraset : şiddet. merasî : (Mersâ. C.) Limanlar. Gemilerin sığınıp barındıkları yerler. ◊ (Mersiye. C.) Mersiyeler, ağıtlar.merasid : (Mersad. C.) Gözetleme yerleri, rasat yerleri. meraşid : (Merşed. C.) Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar. merasim : (Mersem. C.) Resmi merasimler. Âdet hükmündeki gösterişler. Resmi muameleler. * Şiveler. Âdetler. merati' : (Merta. C.) Çayırlıklar, mer'alar, otlaklar. meratib : Mertebeler. Basamaklar. Kademeler. Dereceler. meravih : (Mirvaha. C.) Etrâfı açık ve rüzgârlı yerler. Çöller, sahralar. Ovalar. ◊ (Mirvaha. C.) Yelpâzeler.meraya : Aynalar. Mir'âtlar. * Tıb: Hayvanın memeye süt gelen damarları. merazibe : (Merzuban. C.) Serhat beylerbeyi. merba' : (C.: Merâbi') (Rebi'. den) Yazlık. Yazın oturulan mesken. merba'-nişin : f. Yazlıkta oturan. merbaa (murabbaa) : Dört bucaklı. * Dört katlı. merbat : Davar bağlayacak yer. Ahır, ağıl. * Manastır. * Tekke. merbu' : Köle, kul, memlük. ◊ Orta boylu olan.merbub : Köle, kul. merbut : Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş, bitişik. merbutan : Merbut olarak. Bağlanmış ve ekli olarak. merbutât : (Merbut. C.) Rabt olunup bağlanmış şeyler. Ekli ve bağlı şeyler. merbutiyyet : Bağlılık. Mensub oluş. Mensubiyyet. Eklilik. merc : (Merec) Katıştırmak. * Kararsızlık. * Iztırab. * Bozulmak. * Boşa gitmek. * Serbest bırakmak, salıvermek. * Hayvanların salındığı otlak. mercan : Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi More…mercane : Mercan tanesi. (Bak: Mercan) mercefan : Leğen ve ibrik. merci' : Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. * Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse. mercu : Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan. mercu' : Geri döndürülmüş olan. mercuh : (Rüchân. dan) Başkası ona tercih edilmiş olan. * Fık: Mahkemede hasmından evvel müddeasını isbata salâhiyyetli olmayan şahıs. Evvelâ hak iddiaya salâhiyetli olan râcih, ikinci derecede More…mercum(e) : (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş. merd : Misvak ağacının yemişi. * Emmek. * Silmek. Mesh etmek. ◊ f. Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.merda : Yaralılar. Hastalar. merda' : (C: Merâd) Ot bitmeyen kumlu yer. merdan : (Merd. C.) Merdler. İnsanlar, erkekler, yiğitler. merdane : 'f. Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette. * Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi More…merdanegî : f. Cesurluk, yiğitlik, merdlik, erkeklik. merdbaz : f. Merd olmayan. Nâmerd. Sözünde durmayan. Orospu. merdbeçe : f. Yiğit oğlu yiğit. Merd oğlu merd. merdega : (C: Merâdıg) Boğaz ile göğüs arası. merdekuş : Merzencüş otu. merdî : f. Erlik, erkeklik. * Merdlik, cesurluk, yiğitlik. * İnsanlık, hamiyet. merdiven : (Bak: Nerdbân) merdiye : (Bak: Marziye) merdud : Reddolunmuş. Kabul edilmemiş. Geri döndürülmüş. Kovulmuş. (Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.) merdudiyet : Merdudluk. Kovulmuşluk, geri çevrilmişlik. merdüm : f. İnsan. Adam. merdüm-azar : f. İnsanları inciten. Halka eziyet veren. merdüman : (Merdüm. C.) f. İnsanlar, kişiler, adamlar. merdüme : f. Gözbebeği. merdümek : f. Küçük adam. Bebek. merdümgiriz : İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen. merdümhar : f. Yamyam. * İnsan eti yiyen vahşi hayvan. merdümî : f. Adamlık, insanlık. merdümküş : f. Katil. Adam öldüren. İnsan katleden. merdümzad : f. İnsan oğlu. Beni Adem. mereb : İnsan toplanan yer.ME'REBE (Me'ribe) : (C: Meârib) İhtiyaç. * Ümitli bulunma. Ümitvar olmak. merec : Kararsız ve mütehayyir olma. * Mecburi olma. mered : Kötülükte inad. * Sakal belirmemek, sakal çıkmamak. merede : (Mârid. C.) İnadçılar, muannidler, direnenler. merehan : Sevinç, ferah, sürur. * Zayıf olma. * Fâsid olmak. * Kurumak. merek : Köy evlerinin yanında ot, saman ve yaprak gibi şeylerin ve umumiyetle hayvan yiyeceklerinin muhafazasına mahsus kârgir veya kerpiçten yapılmış bina. Samanlık. meremmet : Onarma, tamir. * Üstünkörü tamir edip onarma. merere : (C: Merirât) Sert bükülmüş kıvrık ip. * Arsa. merese : (C: Mires-Emrâs) İp. merfak : Yumuşak yer. merfu' : Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş. * Hükümsüz bırakılmış. * Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) 'u, ü, o, ö şeklinde' More…merfuât : Bir yerde kullanılmak için kaldırılan eski eşya. * Gr: Mazmum olan, zamme ile harekelenmiş kelimeler. merfud : İhsan edilmiş, armağan olarak verilmiş, bağışlanmış şey. merg : f. Çayır. * Sebze. ◊ Tükrük. * Salya. ◊ f. Ölüm, mevt.mergâ merg : f. Umumi vebâ hastalığı. mergâ mergî : Hastalıktan dolayı umumi ölüm. mergam : (C: Merâgım) Girecek ve kaçacak yer. mergame : Kahretmek. * Galip olmak. mergub(e) : Rağbet edilmiş. Beğenilmiş. Çok kıymet verilen. Çokları tarafından istenen. mergul : (Mergule) Kıvrılmış veya bükülmüş saç. Kıvırcık saç. * Ahenkli ses. * Kuş sesi. mergzar : f. Çayırlık, çimenli ve sulak yer. Mer'a. merh : Un yoğurmak. * Deriye ve gövdeye yağ sürmek. * Yağ ile oğmak. * Bir yeşil ağaç. ◊ Fesâd.merha : Gözüne sürme çekmeyi âdet edinmeyen kadın. ◊ (C: Merâhi) Değirmen yeri.merhaba : Şâdlık, neşeli oluş. * Genişlik, vüs'at. * Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, 'rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz' mânasında söylenir. * Nazımda More…merhale : (Rihlet. den) Menzil. Konak. * İki konak arası mesafe. * Bir günlük yol. * Derece, kademe. merhalenişin : f. Seyyah, yolcu, turist. merhamet : (Rahm. den) Acımak, şefkat göstermek. Korumak, iyilik etmek. Biçârelere yardımda bulunmak. Esirgemek. merhametbahş : f. Merhamet eden. Merhametli. merhameten : Acıyarak, merhamet ederek. merhametgüster : f. Merhametli, merhamet edip acıyan. merhametpenah : f. Merhametli. merhametperver : f. Merhametli, esirgeyici, acıyan. merhametperverane : f. Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle. merhametperverî : f. Merhametlilik, esirgeyicilik. merhametşiar : f. Çok merhametli. merhametşiarî : f. Merhametlilik, merhametli oluş. merhaz : (C: Merâhiz) Don yıkayacak yer. * Abdest alacak yer. merheb : (C: Merahib) Kaçacak yer. merhem : Melhem. Deriye, yaraya sürülen ilâç. * Mc: Acıyı teskin eden şey. * Kederi, derdi gideren. merhemsâ(y) : f. Merhem süren. Çare ve deva bulan. merhemsâz : f. Çare bulan. Merhemci, ilâç yapan. merhemsâzî : f. Çare buluculuk. merhesa : (C: Merâhis) Mertebe, derece. merhub : Korkulan ve kendisinden kaçılan şey. * Aslan. merhum : (Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş. * Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa More…merhume : Vefât etmiş, rahmete kavuşmuş kadın. merhun : (Rehin. den) Rehin edilmiş olan. Ödünç alınan bir şeyi teminata bağlamak için, onun yerine verilen herhangi bir şey. * Belirli müddetle bir şeye bağlı olan. * Edb: Mânası diğer beyit ile More…merhuz : Yıkanmış, gusül etmiş. meri' : (C: Emrâ-Emru) Otu çok olan yer. * Ucuzluk olan yer. meric : Çalkantılı, dalgalı. merîc : Muzdarip, sıkıntılı. * Çeşitli nesne, muhtelif. Karışık, muhtelit. merîd : Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse. * Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma. * Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri More…meridyen : (Bak: Hatt-ı nısf-un nehar) merih : Koz: Güneş etrafında seyreden seyyarelerden dünyadan sonra güneşe en yakın olanı. (Aslı: Merrih veya Mirrih okunur.) * Mars. ◊ Beyaz servi.merik : Usfur otu. merin : Hal, durum. * Ahlâk. merir : (C: Merâyir) Uzun ve sağlam ip. merira (marure) : Buğday arasında olan acı bir tohum. merire : Azimet. (Ruhsat'ın zıddıdır) meriş : Üzerinde kuş tüyü olan nesne. merk : Kokmuş deri. * Derinin yününü yolmak. * Kazımak. * Nüfuz etmek, içine işlemek. ◊ f. (Bak: Merg)merkaan : Ahmak kimse. merkab : Gözetleme yeri. merkad : Uyku yeri. Yatacak yer. * Mezar, kabir. merkaş : Bir şeyin üstünde siyah ve beyaz noktalar olması. merkat : (Bak: Mirkat) merkeb : (Rekb. den) Binilen vâsıta. Binilen şey. * Eşek. merkel : (C: Merâkil) Yol. * Hayvan üstüne binen kimsenin iki tarafından ayağı dibindeki yer. merkez : (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret. * Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan More…merkezî : (Merkeziye) Merkeze mensub. Merkezde bulunan. Merkezle alâkalı. merkeziyyet : İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak. * Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi. merku' : Eski, yırtılmış elbise. merkub : (Rükub. dan) Üzerine binilmiş, bindirilmiş. * Üzerine binilen hayvan veya nakil vasıtası. merkum : (Rakam. dan) Yazılmış. Adı geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış. * Basit ve âdi insan. (Bak: Mezbur) ◊ Cem'olmuş, toplanmış, birikmiş.merkun : Büyük havuz. merkuz : (Rekz. den) Dikilmiş. Saplanmış. Batırılmış. Sâbit kılınmış. ◊ Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş. * Ayakla tepilmiş.merkuziyet : Dikilme, saplanma. merma(t) : Etli, şişman kadın. mermahur : Bir cins güzel koku. mermak : Yaramaz nesne. mermare (mermure) : Yumuşak vücutlu kadın. mermaz : (C: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer. mermerîs : Zahmet, meşakkat. mermi : (Remiy. den) Atılmış. * Ateşli silâhlar içine konan kurşun, gülle. Fişek. mermiyat : (Mermi. C.) Atılmış şeyler. * Ateşli silâhlarda atılan tâneler, mermiler. mermuk : Mahfuz, hıfzolunmuş. mermuz : (Remz. den) Açıktan belirtilmeyip, işaret ve remz ile anlatılan. İmâ edilmiş olan. mermuzat : (Mermuz. C.) İşaret ve remz ile anlatılan şeyler. mermuze : (C.: Mermuzât) İşaretle anlatılmış. Remzolunmuş. Açıktan değil de işaretle anlatılmış şeyler. (Bak: Mermuz) mern : (C: Emrân) Kürek. mernea : Ucuzluk. mernusa : Mübârek. merr : Geçmek. Mürur etmek. * İp. * Bel dedikleri âlet. * Demir külünk. merrat : Kerrât. Kerreler. Birçok def'alar. merre : Bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil. Def'a. Kerre. merreten ba'de uhrâ : Diğerinden sonra, tekrar. mers : Ekmeği suyla ıslatmak. merş (marş) : (C.: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak. * Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer. * İncitici söz. mersa : (C: Merâsi) Liman. Gemilerin demir atıp barındığı yer. merşa' : Her hayvanın yavuzu ve yırtıcısı. * Otu çok olan yer. mersad : Rasad yeri. Gözetleme yeri. (Bak: Mirsâd) merşe : Yuvarlak cisim. mersed : Arslan, esed. merşed : Hakiki maksada ulaştıran doğru yol. mersen : Burun. mersin (mersinî) : Mersin ağacı. mersiye : Birisinin ölümü hakkında yazılan, teessürü anlatan manzume. mersiyehân : f. Ağıt okuyan. Mersiye söyliyen. mersiyekâr : f. Ağıtçı. Ağıt ve mersiye okuyan. mersud : Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş, hesab edilmiş. ◊ Birbiri üstüne yığılmış kumaş.mersum : (Resm. den) Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. * An'ane, gelenek, örf ü âdât. * Adı ve bahsi geçmiş. Bahsedilmiş. mersus : Sağlam yapı. Birbirine kenetlenmiş, kurşun veya lehim ile birbirine bağlanmış sağlam yapı. merşuş : Saçılmış, dağılmış. mert : f. Çevik, zinde, hareketli. merta : Sür'atle yelmek. Seğirtmek. merta' : Otlak, çayır, mer'a, çimen. merteba' : Dağ üstünde olan yüksek yer. mertebe : Derece. Basamak. Rütbe. Pâye. mertub : (Ratb. dan) Rütubetli, ıslak, nemli, yaş. mertum : Kırılmış, parça parça olmuş, ufalanmış. ◊ Zor bir işi yapmağa memur edilmiş olan.mertus : Bir fesleğen çeşidi. merue : Hazmetmek. merv : Bir cins güzel koku. mervaha : (C.: Merâvih) Ova, çöl. Her tarafından rüzgâr esen yer. merve : Mekke-i Mükerreme'de bir tepenin adı olup hacılar, Merve ile Safâ arasında yedi def'a gidip gelirler. Bu, haccın rükünlerindendir. Bu gidip gelmeye 'sa'y' denir. More…merveb : (C: Merâvib) Yoğurt koydukları kap, yoğurt kabı. merveha : (C.: Merâvih) Ova, sahrâ. mervî : Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen. merviyat : (Mervi. C.) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler. mery : Sağılır davarın memesini meshedip sağmak. meryem : İsâ Aleyhisselâmın annesinin adı. (Süryânicede hâdim mânasınadır) (Bak: Zekeriyya) meryem suresi : Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir. merz : Parmak ucuyla çimdiklemek ve tırmalamak. ◊ f. Toprak, yer. * Sınır, hudut.merza : (Mariz. C.) Hastalıklar, illetler. Hastalar. merza' : Meme. merzaga : Bataklık, çamur. merzat : Rıza, hoşnutluk. Râzı olma, kabul etme. merzban : f. Sınır muhafızı, hudut muhafızı. Sınır beyi, vâli. merzbum : f. Hududu belli olan memleket. merze : Hamur parçası. merzegan : f. Cehennem. * Mangal. * Kabristan, mezarlık. merzencuş : Bir ot cinsi. merzgun : f. Tenâsül organı. merzî : (Bak: Marzi) merzih : Şiddetli ses. merzuban : (C: Merazibe) Mecusiler reisi. merzübum : f. İklim. merzuf : Ateş ile kızmış taş üzerinde pişirdikleri et. merzuk : Rızıklanmış, ihtiyaçları verilmiş. * Bahtiyar. Saadetli, mutlu. merzukiyyet : Rızıklanış. Bütün mahlukatın rızkını bulması hali. merzul : Rezil ve kepaze edilmiş. merzuz : Dövülmüş. * Parçalanmış. merzvan : f. Hudut muhafızı, sınır beyi. meş' : Kesbetmek, kazanmak. * Toplamak, cem'etmek. Davar sağmak. mes'a : (C. Mesâi) 'Sa'y: Çalışma' manasına mimli masdar. ◊ Çirkin yürümek.meş'ab : Yol, tarik. mes'ad : Merdiven. İp merdiven. mes'adet : Bahtiyarlık. Saadete sebeb olacak haslet. İyilik. mes'al : Boğazda öksürecek yer. meş'ale : Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil. Ucunda ateş yanan değnek. meş'alkeş : f. Meş'aleci. meş'ar : (C: Meşâır) Bilecek yer.Hasse. Duygu. * Hacıların ziyaret ettikleri yerler. mes'ele : Düşünülecek iş ve husus. Halledilmesi lâzım iş. Ehemmiyetli iş. * Savaş, muharebe, ceng, harp. meş'eme : Sol taraf. Sol. * Kötü. Uğursuz. mes'ud : Saadetli, iman ehli olan, bahtiyar. Mutlu. mes'udane : f. İman ehline, bahtiyar olana yakışır halde. Saadetlice. Cenab-ı Hakk'ın emrine, rızasına uygun şekilde. Sevinçli ve ferahlıkla. mes'udiyet : Mes'udluk, kutluluk, bahtiyarlık. mes'ul : Yaptığı iş ve hareketlerden hesap vermeğe mecbur olan. Mes'uliyetli. Bir işin idâresi kendisine âit olan. * Ceza verilmiş olan. mes'uliyet : Mes'ul olma hâli. Yaptığı iş ve hareketten hesap vermeğe mecbur oluş. meş'um : Kötü. Uğursuz. Bedbaht. meş'umâne : f. Kötü bir şekilde. Bedbahtcasına. meş'un : Dağınık saç. meş'ur : Bir şeyi iyice idrak eylemek. * Şuurlu. Kendini bilen. * Tanımak. meş'urat : (Meş'ur. C.) şuur hâlinde geçmiş şeyler. mesa : Akşam. Akşam vakti. Akşam olmak. * Gamlı olmak. * Öğleden güneş batıncaya kadarki vakit. meşa : Havuç. mesa' : Kuyumcu eşyası. meşa' : Duyulan, intişar eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan. * Bölünmeyip ortaklaşa kalmış olan. Müşterek olan. ◊ Evlad çokluğu.mesa'lebe : Tilkisi çok olan yer. mesab : Rücu edecek, geri dönecek yer. Kuyu ağzında su çeken kimsenin durduğu yer. * Havuz ortası. * Suyun biriktiği yer. mesabe : Derece. Menzile. Rütbe. * Sevab yeri. * Merci, melce'. mesabih : (Misbah. C.) Lâmbalar. Fenerler. Siraclar. mesacid : Mescidler. Namazgâhlar. Küçük namaz yerleri. meşacir : (Meşcer ve Meşcere ve Meşcire. C.) Koruluklar, ağaçlık yerler. meşad : Mukavemet ve galebe yeri. mesaet : Fena ve kötü bir iş yapma. Fenalık etme. meşaet : Taleb etme, isteme, dileme, arzulama. mesafat : (Mesâfe. C.) Mesafeler. Uzaklıklar. mesafe : Uzaklık. Uzunluk. * Ara. * Bir nevi uzaklık ölçme usulü. mesaff : (Saff. dan) (C.: Mesâff) Sıra sıra dizilme yeri. mesafir : (Mesfer. C.) Bir şeyin görülen tarafları. mesag : Açlık. * Geçmesi kolay olan. * İtibar, değer. * İzin. Müsaade. Ruhsat, cevaz. meşagil : Meşguliyetler. İşler. Meşgaleler. mesah (müsuha) : Yemeğin tatsız ve tuzsuz olması. mesaha : Genişlik. * Genişlik ölçme. meşahat : (Bak: Müşahha) meşahid : Meşhedler. Şehidlikler. * İnsanların toplanacağı yerler. mesahif : Sahifeler. Kitap sahifeleri. * Kur'anlar. Mushaflar. meşahir : Meşherler. Teşhir olunan yerler. meşahîr : Meşhurlar. Çok kimselerce tanınanlar. mesai : Çalışma. Çalışmalar. * İş zamanı. meşaî : Meşşaiyyundan olan kimse. (Bak: Meşşaiyyun) mesaib : Felâketler. Uğursuzluklar. Suubetler. Güçlükler. ◊ Musibetler. * Güçlükler.mesaid : (Mesâdet. C.) Saâdet ve mutluluğa sebep olan hâl ve ahlâklar. ◊ (Mas'ad. C.) (Sayd. dan) Av yerleri. ◊ (Mas'ad. C.) Yukarı çıkacak yerler.mesail : Mes'eleler. meşail : (Meş'al ve Meş'ale. C.) Meşaleler. meşaim : (Meşime. C.) Dölyatakları, ana rahimleri. meşaîm : (Meş'um. C.) Uğursuz olan şeyler. Meş'um şeyler. meşain : (Şeyn. C.) Kabahatler, ayıp ve lekeler. mesair : (Mis'ar. C.) Ateşi karıştırmağa yarıyan demirler. meşair : (Meş'ar. C.) Beş duygu, his. Hasseler. * Akıl ve vahiy. * Hacı olmadan evvel durulması lâzım gelen mühim makamlar. meşaiyyun : (Bak: Meşşâiyyun) mesaj : Fr. Sözle veya yazı ile gönderilen haber. * Bir devlet adamının veya makam sahibi şahsiyetin, diğer bir şahsiyete veya cemaate gönderdiği yazılı haber. mesak : Bir şey ileri sürmek. * Sevk edilecek yer. meşaki : (Mişkât. C.) İçerisine lâmba, kandil gibi şeyler koymak üzere duvarda yapılan küçük hücreler, oyuklar. mesakib : (Miskab C.) Delme âletleri, matkablar. mesakil : (Mıskal. C.) Cilâlayan veya parlatan âletler. mesakîl : (Miskal. C.) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri. mesakin : Meskenler. Oturacak yerler. mesakîn : (Miskin. C.) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler. * Oturanlar. mesakit : (Maskat ve Maskıt. C.) Bir şeyin düştüğü yerler. * İnsanın doğduğu yerler. meşâkk : Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler. meşâkka : Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak. meşakkat : Zahmet. Sıkıntı. Güçlük. Zorluk. (Bak: Himmet) mesalib : Eksiklikler. Ayıplar. Kusurlar. mesalih : (Maslahat. C.) Maslahatlar. İşler. mesalik : (Meslek. C.) Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar. mesall : Kabından çıkmış nesne. mesam : (Mesâmet) Duracak yer. mesamat : (Bak: Mesammât) mesami' : (Misma'. C.) Kulaklar. * İşitme âletleri. mesamir : (Mismar. C.) Mıhlar, çiviler. mesamm : (Mesemm. C.) İnsan veya hayvan cildi üzerindeki teneffüse yarayan küçük delikler, gözenekler. meşamm : (şemm. den) Koku alacak yer. Burun. Geniz. mesammât : (Mesâmm. C.) Mesammlar. Delikler, gözenekler. mesane : Sidik torbası. Sidik kavuğu. mesanî : (Mesnâ. C.) Bir şeyin tekrarı. İki. Çift. Mükerrer. mesanid : (Mesned. C.) Mesnedler. Dereceler. Rütbe ve mevkiler. meşare : Bostan. Tarla. * Çiftçiler arasında meşhur olan tahta yer. meşari' : Caddeler. Doğru ve açık yollar. * Su akan oluklar. mesarib : (Mesrebe. C.) Otlaklar, çayırlar, mer'alar. * Karından göğüse kadar olan yerde biten kıllar. meşarib : Meşrebler. Mizaclar. Tabiatlar. Huylar. * Fehimler. Anlayışlar. Ahlâklar. * Su içecek şeyler. Maşrabalar. * Köşkler. mesarih : (Mesrah. C.) Çayırlar, otlaklar, mer'alar. meşarik : Güneşin doğduğu taraflar. Şark tarafları. meşarit : (Mişrat. C.) Keskin bıçaklar. Ameliyatta kullanılan keskin hekim bıçakları. mesarr : (Meserret. C.) Sevinçler, meserretler. Sürurlar. Zevkler. mesas : Esas, asıl, kök. meşaş : Beyaz servi. meşatî : (Meştâ. C.) Kışlıklar. Kış mevsiminde barınılacak yerler. mesatir : (Mistar. C.) Cetveller, mistarlar. Çizgi çizme için kullanılan âletler. mesavi : (Su'. C.) Kötü haller. Fenalıklar. Seyyieler. (Mehâsinin zıddı.) ◊ (Mesvâ. C.) Meskenler. Haneler. Evler.mesavik : Misvaklar. meşavîz : (Mişvâz. C.) Sarıklar. meşayih : Şeyhler. Pirler. İhtiyarlar. mesbaa : Yırtıcı ve vahşi hayvanların çok olduğu yer. mesbah : Doğacak yer ve zaman. Tulu' edecek yer. Tulu' edecek vakit. mesbe' : Şarabı satın almak. * Dağ içinde olan yol. mesbere : Kadının veled getirdiği yer. * Devenin yavruladığı yer. meşbu' : Tok. Doymuş. Kanmış. meşbub : (C.: Meşâbib) İki ayağı beyaz olan at. * Güzel nesne. mesbuk : Geçmiş. * Sebkedilmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalmış. * İlmihalde: Evvelce imamla namaza durmamış olup, sonradan imama uyan. ◊ (Sebk. den) Kalıba dökülmüş.mesbut : Meyyit, ölü. * Deli, aklı gitmiş. meşc : Karıştırmak. Haltetmek. mescen : Cezaevi, zindan, hapishâne. meşcer : (Meşcere) Ağaçlık yer, koru, şeceristan. mescid : Secde edilen yer. Namazgâh. Cami yerine kullanılan namaz yeri. meşcuc : Yüzü gözü yaralanmış olan. mescud : Secde edilmiş. Kendisine secde edilmiş olan. Allah (C.C.) mescum : Saçılmış, dökülmüş. mescun : Hapsedilmiş. meşcun : Yarılmış. mescur : Sulu süt. * Dizilmiş salkım olmuş inci. * Yanmış. * Kızdırılmış. * Doldurulmuş. Taşkın su. * Alevli ateş, kızgın fırın. * Deniz. * Boş. * Muhtelit. * Mc: Firavun'un battığı deniz. mesd : İp bükmek. meşden : (C: Meşâdin) Buzağısı büyük olup anasından müstağni olan dişi geyik. mesdud : Seddedilmiş. Kapatılmış. Hududlanmış. meşdud : (Meşdude) Kuvvetlice bağlanmış olan. Sıkıca bağlı. Sıkı. meşduh : Şaşkın, şaşırmış. Ürküp korkmuş. mesdul : Salıverilmiş, serbest bırakılmış. meşe : Bir cins ağaç. Odunu sert, sağlam ve parlak olur. mesed : Hurma lifi. * Liften yapılan ip. * Deve kılından ve yününden yapılan urgan. * Yemen diyarında biten bir ağacın adı. * Bağ. meşegâh : f. Meşelik. Meşe ağaçlarının bulunduğu yer. meseke : (C: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik. mesel : Bir umumi kaideye delâlet eden meşhur söz. Ata sözü. İbretli ve küçük hikâye. * Dokunaklı ve mânalı söz. * Benzer. Misil. * Delil. Hüccet. ◊ Suyun aktığı yer.mesela : Misal olarak, söz gelişi, şunun gibi, örnek tarzında. mesele : Gölgelik. meselen : Misâl ve örnek olarak. Söz gelişi. Meselâ. mesemm : (C.: Mesâmm) Tıb: Cild üzerindeki küçük delik. Gözenek. mesemme : (C.: Mesâmm-Mesâmmât) Ciltteki ufak delik. Gözenek. mesen : Kişinin bevlini tutmaya âciz olması. Bir kimsenin, idrarını tutamaması. meser : f. Soğuk, berd. * Buz. meşere : Dış kısım. meserrat : (Meserret. C.) Meserretler, sevinçler, sürurlar. meşerre : Eyerin içine konulan yastık. meserret : Sevinç. şenlik. Sürur. meserretâver : f. Sevinç ve meserret getiren. Sürurlandıran. Sevindiren. Sevindirici. meserretefzâ : f. Meserret. Sevinç ve süruru arttıran. meserretengiz : f. Sevindiren. Meserret meydana getiren. meşfer : (C: Meşâfir) Sarkık hayvan dudağı. mesfiyy : Üç kez karısı ölmüş adam. (Üç kez kocası ölmüş kadına 'mesfiye' derler.) mesfu' : Nazar değmiş. meşfu' : Müşterek sınırlı gayrimenkul. mesfuh : Dökülüp akıtılmış olan. * Dağ eteği. mesfuk : (Sefk. den) Sefkedilmiş. Dökülüp akıtılmış olan. mesfur : Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.) mesgabe : Açlık. Meşakkat ve yorgunluk içinde açlık. meşgale : İş. Meşguliyyet. Boş durmayış. meşgel : f. Yol kesen, haydut, şaki, eşkiyâ. meşguf(e) : (Şagaf. dan) Âşık, tutkun. Sevgi ve aşk yüzünden deli olmuş. meşgul : (Şugl. den) Bir işle uğraşan. * Dalgın. * Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş. meşguliyet : Meşgul olma, bir iş yapma. * Uğraşılan ve meşgul olunan şey. mesgur : Dişi düşmüş kimse. mesh : Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek. * Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek. ◊ El sürme. * Silme. * Abdest alırken başı ıslâk temiz More…mesha' : İnişi ve yokuşu olmayan düz yer. Düzlük. * Ufak taşlı, otsuz düz yer. * Yürüdüğünde iki uyluğu birbirine sürüşen zayıf kadın. * Uylukları ince ve zayıf olan kadın. meshara : (C.: Mesâhir) Maskara. meşhed : Bir kimsenin şehid düştüğü yer. Şehidlerin mezarlığı olan yer. * İnsanların cemaat olarak hazır olacakları yer. * Şehâdet yeri. Hz. Hüseyinin (R.A.) Kerbelâdaki şehid düştüğü yer. * İranda More…meshek : Yel gidecek yer. meshele : Yumuşak yer. * Alçak yer. meşher : Teşhir yeri. Gösterme yeri. Sergi. meşhergâh : f. San'at-ı İlâhiyyenin gösterildiği yer, yeryüzü. * Teşhir yeri. Sergi. meşhud : Görünen. Şehadet edilen. * Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) dünyaya teşrifinden ve risaletinden önce meleklerce ve enbiya hazerâtının dilinde nübüvvet ve risaletlerine şehâdet edilmiş More…meşhudât : Görünenler. Seyredilenler. meşhudiyyet : Gözle görüş. şâhid oluş. şâhidlik. meshuf : Susamış. Suya kanamamış. meshuk : (Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş. meşhum : Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeyrek. Zeki. Akıllı. * Korkmuş. Korkutulmuş. * Çok güzel hareketli at. meshun : Isıtılmış. meşhun : Doldurulmuş. Dolu. Dopdolu. meshur : Büyülenmiş, kendine sihir yapılmış. * Büyülü gibi tutkun. meşhur : Tanınmış, herkesin bildiği. Çoklarının bildiği. meşhurat : (Meşhur. C.) Şöhret kazanmış ve meşhur olmuş kimseler. Şöhretliler. meshut : Beğenilmeyen iş. meşî : Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gitmek. meşîb : İhtiyarlık. Yaşlılık. Saç ağarması. meşîd : Harçla yapılmış sağlam bina. Sıvanmış bina. meşiet : Meşiyyet. Dilemek. İrade. Arzu. Matlub. Murad. İstek. mesih : Bir şey üzerinde eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. * İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak 'İsa More…meşih : Göğsü çukur, kanbur. mesiha : (C: Mesâyih) Gümüş parçası. * İyi ve yeni yay. meşihat : Mürşidlik, şeyhlik. * Eskiden İstanbul'da din işlerini tedvir eden Osmanlı Devletinin Diyanet İşleri Dairesi. mesihî : (Mesihiyye) Hristiyan. Hristiyanlığa âit. Hz. İsâ Aleyhisselâma âit ve ona müteallik. mesihiyyun : Hristiyanlar. mesik : Pinti, hasis, cimri. meşik : İnce uzun nesne. * Giyilmiş kaftan. mesil : Su yatağı. Suyun akacak olduğu yer, boru. ◊ Benzer. Misil. Gibi. Şibih. Eş. Nazir.meşim : Benli kimse. meşime : (C.: Meşâim) Dölyatağı, ana rahmi. mesir : Seyretmek. * Yol yol alacalı elbise. mesire : Seyredilecek, gezilecek yer. Tenezzüh ve gezme yeri. * Seyir. mesiregâh : f. Seyir yeri. Seyrangâh. mesis : Cimâ etmek. * Yapışmak. mesit : Küçük sel. meşiyyet : (Bak: Meşiet) mesk : (C: Müsuk) Deri. meşk : Yazı örneği. Öğretici yazı. * Bir şeyi uzatmak. * Uzun uzun yazmak. * Bilmeyene bir şeyi öğretmek. * Sür'at, hız. ◊ f. Kırba. Tulumdan yapılmış su kabı.meşka : Fark edip ayıracak yer. meşkâ : şikâyet etmek. meskab : Yakın olacak yer. meskat : (C: Mesâk-Mesâki) Su maslağı. ◊ Doğum yeri. * Düşecek yer.mesken : Ev. Sâkin olunacak yer. Hâne. meskene : Tevazu etmek, alçakgönüllülük göstermek. meskenet : Miskinlik. Tembellik. Uyuşukluk. Bitkinlik. Beceriksizlik. Fakirlik. Yoksulluk. meskenet-fiken : f. Miskinliği gideren. meskeniyet : Mesken oluş. Sâkin olup durulacak yer olmak. meskit : Düşecek yer. meşkû : Şikâyet etmek. meskub : Kalıba dökülmüş. Akıtılmış. ◊ Delikli. Delinmiş.meskuk : (Meskuke) Sikkeli. Damgası vurulmuş. * Para hâline konulmuş. meşkuk : şekli, şüpheli. Kendinden şüphe edilen. ◊ Yarılmış. Yarık.meskukat : (Meskuk. C.) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler. meşkukiyet : Şüphelilik. Şüpheli oluş. meşkul : Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at. meskum : Hasta ve yoksul kimse. meskun : İçinde oturanları olan yer. İnsan bulunan şenlenmiş yer. meskur : Sarhoş olan. meşkur : Şükre lâyık olan. Teşekküre ve kendine şükredilmeğe lâyık olan. Kendine şükür arzolunan. Az şükredene çok ihsan eden. meskut : Söylenmemiş. Sükut edilmiş. Hakkında bir şey söylenmemiş. meşküvv : Kendinden şikâyet olunan. mesl : (C: Mislân) Yer yarığı. meslah : (C.: Mesâlih) Tulu decek yer, doğacak yer. * Bir şey gözetecek yüksek yer. ◊ Mezbaha. Davar kesilen yer.meşlah : Meşlehe. Maşlah. Altı üstü bir olan ve kol yerine yarıkları bulunan bir çeşit elbise. meslaha : Sınır kalesi. Derbent. mesleb : Zorla birşey alınan yer. Zorla alma yeri. meslebe : (C.: Mesâlib) Eksik, kusur, noksanlık, ayıp. meslec : Karlık. meslek : Yol. Usul. Gidiş. * San'at. Geçim için tutulan yol. * Sistem. * Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol. meslekî : (Meslekiyye) Meslekle alâkalı. Mesleğe ait. mesles : (C: Mesâlis) Üçer üçer olmak. * Üç kıllı tanbur. meslu' : Vücudunda ur bulunan kimse. meslub : Selbedilmiş. Soyulmuş. Alınmış. Giderilmiş. mesluc : Yutulmuş, bel'olunmuş. meslufe : Düzelmiş yer. * Kabuksuz arpa ve buğday. mesluh : Derisi yüzülmüş. Teslih edilmiş. mesluk : Kaynamış. meslul : Çekilmiş. Kınından çıkmış kılınç. * Din uğruna kendini fedâ eden kahraman. * Tıb: Verem. meslus : Üç kat olan nesne. * Üçte biri alınmış. ◊ Deli, divane.meslut : Kemiği üzerinden eti sıyrılmış. * Tıraş edilmiş. Yontulmuş. ◊ Mağlub. Yenilmiş. * Zayıf, cılız, arık.mesmel : Sığınacak yer. mesmese : Karıştırmak. mesmese (mismâs) : Karışık ve mültebis olmak. meşmeşiye : Tas: Âlem-i gaybdan veya âlem-i misalden bir âlem. Bazı evliyanın keşfen müşahede ettikleri bir yer. (Bak: Meşhudât) mesmu' : Dinlenilen. İşitilen. * Duyulmuş. İşitilmiş. mesmua : Duyulmuş. Kulakla dinlenmiş olan. mesmuât : İşitilenler. Duyulanlar. mesmud : Fukarânın çok istemesinden vere vere hiç birşeyi kalmayan kimse. meşmul : (Şümul. den) Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş. * Bir şeyin içinde bulunan. meşmule : şarap. mesmum : Zehirlenmiş. Ağu katılmış. Zehirli. meşmum : Koklanmış. * Itır ve misk gibi güzel kokulu olan şey. mesmumen : Zehirli olarak. Zehirlenmiş olarak. mesmur : Cismen ufak olmakla beraber, sinirleri kuvvetli olan adam. mesmus : Zehirli. meşn : Kamçı ile vurmak. * Deri yüzmek. mesna : İkişer ikişer. * Derenin büklüm ve boğaz yeri. * Çalgının ikinci teli. ◊ Bevlini tutmaya kadir olmayan kadın. (Müz: Emsen)mesned : Dayanacak yer, nokta. * Mertebe. Makam. * Destek. mesnednişin : f. Bir mesned veya makamda bulunan. mesnevî : İkilik manzume. Her beyti ayrı kafiyeli olan manzume. mesneviyyat : (Mesnevî. C.) Mesnevi tarzında yazılmış olan eserler. meşnu' : Çirkin kimse. * Buğzolunmuş. meşnuf : Uzun başlı at. mesnun : Sünnet olan. Sünnet olmuş olan. * Âdet edilen şey. * Bilenmiş bıçak. * Üzerinden ömürler geçmiş olan. * Şekillendirilmiş. * Kalıba dökülmüş. * Kokusu değişmiş. mesra : Gece vakti yola çıkma. meşra' : Yol. Rah. Tarik. * Su oluğu. mesra(t) : Çok olmak. Çok olacak yer. mesrah : (C.: Mesârih) Çayırlık, otlak, mer'a. mesrat : Adet çokluğu. meşreb : Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol. mesrebe : (C.: Mesârib) Deve ve koyun sürülerinin çayırlık, mer'a, otlakları. * Vücudda karından göğüse kadar olan kıllı yer. meşrebe : (C: Meşârib) Maşrapa. mesrece : Gece kandili konulan şişe. meşref : İyi kılıçlar işlenir bir köyün adıdır. meşreka : Güneşte oturacak yer. meşrik : Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. * Şems-âbâd, güneşi bol yer. Kış vakti ısınmak için güneşe karşı oturacak yer. * Tövbe kapısının adı. meşru' : Doğru. Hak. Şeriatın kabul ettiği. Haram ve yanlış olmayan. meşrua : Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan. meşruat : (Meşru. C.) Hak ve meşru olan şeyler. Haram ve yasak olmayan şeyler. * Şeriatla alâkalı şeyler. meşrub : (Şürb. den) İçilecek şey. * İçilmiş, şürbedilmiş. meşrubat : İçilen şeyler. Herhangi bir içilecek şey. Şarap. ('Hamr' denen içkiye de şarap denir.) mesrube : Uzun saç. * Saç kesecek âlet. meşrube : İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer. mesrud : (Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş. ◊ f. Sihir, efsun, büyü.mesrudat : (Mesrud. C.) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler. mesrude : Ulaştırmak. * Zırh halkalarının birbirine girmesi. mesrue : Çekirgenin yumurtasını döktüğü yer. meşruh : Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzah olunmuş. meşruhât : Açıklama ve izahlar. meşruiyyet : Meşruluk. Meşru' olma. Kanuna, şeriata uygun bulunma. Yasak olmayış. mesruk : Çalınmış, sirkat edilmiş olan. meşrum : Yarılmış. mesrur : Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş. mesruriyet : Sevinçlik. Sürur içinde oluş. Dileğine ermiş olanın hâli. meşrut : Şartlı. Şart ile bağlı. meşruta : Bir kimseye veya bir zümreye bırakılmış, bazı şartlara bağlı oluş. * Sahibi tarafından veresesine satılmamak şartiyle bırakılmış ev vesaire. meşrutî : Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi. meşrutiyyet : Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi. mess : Yapışmak, değmek, dokunmak. * Meydana gelmek. meşş : Elini bez ile silmek. * Bir şeyi aldıktan sonra yine almak. * Davarın sütünü sağıp bazısını koymak. messah : Ölçü âletleriyle arazi ölçen. Mühendis. * (Mesh. den) Uğuşturan, mesheden. Masaj yapan. Dellâk. meşşaiyyun : Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi More…meşşat(a) : Tarak yapan, tarakçı. * Süsleyen, tarayan. mest : Ayakkabı. * Sarhoş. Aklı başında olmayan. Kendinden geçercesine haz duymak mânasında 'mest olmak' şeklinde kullanılır. ◊ Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı More…meşt : Baş tarama. * Tarak. meşta : (C.: Meşâti) (Şitâ. dan) Kış mevsiminde barınılacak yer. Kışlık otlak, kışla. mestan : (Mest. C.) f. Sarhoşlar. mestane : Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette. meştat : (C: Meşâti) Kışlak. mestî : f. Sarhoşluk. mestî-âver : f. Bayıltıcı, sarhoş edici. mestî-bahş : f. Sarhoşluk veren, sarhoş edici. Bayıltıcı. meştum : Şetm olunmuş. Sövülüp sayılmış. mestur : Örtülmüş. Setredilmiş. Gizlenmiş. (Bak: Tesettür) ◊ Satırlanmış. Çizilmiş. Yazılmış.mesture : Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın. * Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. meşub : Karışmış. mesubat : (Mesube. C.) İyiliğe karşı Allah (C.C.) tarafından verilen mükâfatlar. mesube : (C.: Mesubât) İyiliğe karşı Cenab-ı Hakk'ın vereceği mükâfat. mesube (musibe) : (C: Mesâyib) Belâ, zahmet. * Mekruh emir. mesuk : (Sevk. den) Sevkolunan. İleri sürülen, yollanan. Gönderilen. meşuk : Âşık, tutkun. mesulat : Azab, ukubet. Cezâ çekme. mesule : (C: Mesulât) Azap vermek, eziyet etmek. * Hayvanı oka nişan edip atmak yahut diri iken bir tarafını kesmek. meşum : Vücudu benekli adam. mesünn : (Mesünniyyet) Yaşlı olmak. (Bak: Müsinn) mesus : Yavan su. * Panzehir taşı. meşuş : Mendil. meşüvv : Müshil. mesv : Mürr dedikleri acı yemen zamkı. mesva : (Mesâvi. den) Mesken, hane, ev, me'va. Yurt. mesvere : (C: Mesâvir) Minder. meşveret : Danışma. Konuşup anlaşma. Fikir edinmek için konuşup görüşme. Görüşme meclisi. (Bak: istişâre) meşy : Yürüme. meşyen : Yayan olarak, yürüyerek. meşyuha : Yavşan otunun yetiştiği yer. meşyum : Bedeninde beni olan, benli adam. met' : Uzun ve yüce olmak. ◊ Vurmak. * Çekmek.met'abe : (C.: Metâib) Meşakkat, zahmet. Yorgunluk. met'ub : (Ta'b. dan) Bitkin, yorgun. meta : Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan 'Min' harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır. meta' : Fayda. Menfaat. * Kıymetli eşya. Tüccar malı. metab : Tevbe etmek. * Rücu etmek, geri dönmek, caymak, vazgeçmek. metabi' : (Matbaa. C.) Matbaalar, basımevleri. metabih : (Matbah. C.) Mutfaklar. metaf : Tavaf edecek yer. metafizik : (Bak: Mâba'det tabia) metaib : Yorgunluklar. Meşakkatler. Eziyet verecek şeyler. ◊ Seçilmiş ve güzel şeyler.metal : Lât: Mâden. * Matbaacılıkta harfleri teşkil için eritilen kurşun, karışık madde. metali' : Matla'lar. Tulu' edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerinin doğduğu yerler. * Ast: Herhangi bir yıldızın i'tidal-i rebii (Arz'ın güneş etrafındaki gezmesinde, 20 More…metalib : İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler. metanet : Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik. İnsanın, fikrinde sabır, azminde kavi ve akidesinde rüsuh sahibi olması. metarik : (Mıtrak ve Mıtraka. C.) Mızraklar. Tokmaklar. Çekiçler. Değnekler, sopalar. metavi' : (Mıtvâ. C.) İtâat edenler. Mutiler. metbene : Samanlık. metbu' : Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat. * Hükümdar. metbuiyyet : Kendine uyulmaklık. Başkasının kendisine tâbi olması. Birisine tâbi oluş. meters : f. Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. * Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç. meth : Yerinden koparmak ve çıkarmak. * Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması. * Vurmak ve uzaklaştırmak. ◊ Kuyudan su çekmek ve sulamak.methaf : Müze. metin : Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Bak: Metânet) metinâne : f. Metanetle, sağlamlıkla. metit : Çulha tarağı. metk : İğne ucu. Zeker ucu. metl : Tahrik etmek, kımıldatmak, harekete getirmek. metn : Sağlam ve sert yer. * Yüksek yer. * Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası. * 'Vurmak ve seyr' mânâsına mastar. * Bir yazının tamamı. Yazının aslı veya sureti. metod : Fr. Bir neticeye ulaşmak için takib edilen fikir yolu. Usul. Kaide. Yol. Sistem. metr : Kesmek. * Çekmek. * Atmak. (Bazan fercten kinâye olur.) metrebe : Fakirlik, miskinlik. metrud : (Bak: Matrud) metruk : Terk olunmuş. Bırakılmış. * Boşanmış olmak. * Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya. metrukat : (Metruk. C.) Bırakılan şeyler, metruklar, miraslar. metruke : (Terk. den) (Erkekten) boşanmış. * Kocası tarafından bırakılmış kadın. metrukiyyet : (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma. * Bırakılmışlık, kullanılmazlık. * Bir işten çekilip uğraşmama. mets : Necisle atmak. mett : Çekmek. * Ulaşmak. * Kuyudan su çıkarmak. metta : Hz. Yunus'un (A.S.) annesinin adı. mette : f. Burgu. mettiha (metyiha) : Hafif sopa. * Yaş çubuk. metuh : Devamlı suyu çekilen işlek kuyu. * Suyu ağzına yakın olan kuyu. metvî : (Bak: Matvî) mety : Çekmek. meunet : Birisinin ölmeyecek kadar yiyip içeceği. * Külfet. * Masraf. Bir şeyin toplamak, devşirmek, nakil ve boşaltmak ve saymak gibi levazımının teslim yerine kadar olan masraflarına denir. mev'a : Her nesnenin evveli. mev'id : Va'din yerine getirildiği yer. * Vaad etmek. Vaad. Söz vermek. mev'il : Sığınacak yer. * Sel suyunun karar kıldığı yer. mev'iza : Mev'ize. Öğüt. Nasihat. * Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek. mev'izakâr : f. Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih. mev'ud : Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vâdeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan. * Evvelden takdir olunmuş. mev'ude : Küçükken diri diri gömülüp öldürülen kızcağız. mev'üf : Afete uğramış nesne. mevacib : (C.: Mevacibât) Maaşlar, aylıklar. * Tar: Yeniçerilerin üç ayda bir defa verilen ulûfeleri. mevacibat : (Mevâcib. C.) Mevâcibler. Maaşlar, aylıklar. mevacid : Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri. (Bak: Vecd) mevadd : (Madde. C.) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler. * Kısımlar. * Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar. * Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası. mevahib : Hibe olunan şeyler. Karşılıksız verilenler. (Bak: Mevhube) ◊ Mevhibeler. İhsanlar, bahşişler.mevahif : Zayıf deve. mevahir : Yararak akıp gidenler. (Denizdeki gemi gibi) mevaid : (Mev'ud ve Miad. C.) Söz verilmiş vakitler. Vaad edilen muayyen, belli zamanlar. ◊ (Mâide. C.) Sofralar, mâideler.mevaiz : (Mev'ıza. C.) Öğütler, nasihatlar. mevaka : Hamâkat, ahmaklık. mevaki' : Mevkiler. Duracak yerler. mevakib : (Mevkib. C.) Cemaatler, kalabalıklar, güruhlar, topluluklar. mevakif : Durulacak yerler. Vakıflar. Durak yerleri. mevakin : (Mevkin. C.) Kuş yuvaları. mevakit : (Mikat. C.) Hacıların ihrâma girdikleri yerler. * Bir iş için tâyin edilen vakitler. ◊ (Mevkıt. C.) Evvelden belirtilmiş olan vakitler.mevalî : Efendiler. * Azad edilmiş köleler. * Azad edenler. * Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler. * Dost ve komşular. * Yardımcılar. mevalid : (Mevlid. C.) Doğulan yerler. Mevlidler. Doğma vakitleri. Milâdlar. ◊ Mevcudlar. Doğmuşlar. Vücud bulmuşlar. Mevludlar.mevamit : Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) İncil'deki bir ismi. mevani' : Mâni'ler. Engeller. Mâni olanlar. Mâniâlar. mevarid : Gelecek yerler. Varacak yerler. Caddeler, yollar. Bir yere vasıl olacak yollar. mevarîs : Miraslar. Verasetle nâil olunan mülk ve mallar. mevaşi : Davar, koyun, keçi, inek ve öküz gibi hayvanlar. mevasik : Mevsuk şeyler. Misaklar. Ahd ü peymanlar. Yeminler. Sözleşmeler. mevasim : Mevsimler. * Pazar yerleri. mevat : (Mevt. den) Cansız şeyler. Sürülmemiş topraklar. * Sahibsiz yerler. mevati : (Mevti. C.) Ayak basılan yerler. mevatî : Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı. * İşlenmemiş toprağa ait. mevatin : (Mevtın. C.) Yurtlar. Şenlendirilmiş ve bayındır yerler. mevazi' : (Mevzi. C.) Mevziler, yerler. mevazin : (Mizan. C.) Mizânlar. ölçüler. Terâziler. mevbed : Mecusiler reisinin ulusu. mevbik : (C.: Mevbikat) Korkulu yer. mevbikat : (Mevbik. C.) Korkulu yerler. mevbil : Kaba büyük sopa. * Bir kucak odun. mevc : Dalga. Denizin dalgası. * Titreşim. * Mc: Devir, devre. mevc-hîz : f. Dalga kaldıran. mevc-zen : f. Dalgalanan, dalgalı deniz. Dalga vuran. mevce : Bir dalga. * Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından herbiri. mevcedar : f. Dalgalı. mevcenümud : f. Dalga gibi. mevcub : Kendisine bir şey vâcib kılınmış. mevcud : Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. * Kâinat. Mükevvenat. mevcudat : Var olan her şey. Kâinat. Yaratılmış şeyler. mevcuden : Kendisi berâber olarak. Mevcud olarak. mevcudîn : (Mevcud. C.) Mevcudlar, var olan ve bulunan şeyler. Mevcudât. mevcudiyet : Mevcudluk, varlık, mevcud ve var olma. mevdu : (Mevdua) Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş. mevduat : (Mevdu. C.) Emanet bırakılmış şeyler. * Bankaya konan para ki, faizle olduğundan haramdır. (Bak: Riba) mevdud(e) : Sevilmiş, kendisine muhabbet edilmiş. Sevgi gösterilmiş. mevdune : (Mevzune) Altın, inci veya elmasla işlemeli şey. Murassa. mevecat : (Mevce. C.) Dalgalar. meveddet : Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek. mevetan : Canı olmayan nesneler. * İhya olunmayan, ekilip biçilmeyen arazi. mevfur : (Vefir. den) Tam olan şey. Çoğaltılmış. Çok. Kesir. Bisyâr. Evfer. * Edb: Aruz kalıblarından biri. mevh : Kuyunun suyu çok olmak. ◊ Avucuyla su içmek.mevhibe : İhsan. Sevgi. Hediye. mevhil : (Vahl. den) Çamurlu yer. mevhin : Gece yarısına yakın vakit. mevhub : (C.: Mevâhib) (Vehb. den) İhsan edilmiş, verilmiş, hibe olunmuş, bağışlanmış. * Fık: Karşılıksız olarak birine verilmiş. mevhubat : (Mevhub. C.) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler. mevhube : Verilmiş. İhsan edilmiş. Karşılıksız olarak birisine verilmiş mal. mevhum : Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim. mevhumât : Mevhumlar. Asılsız olduğu hâlde zihinde meydana gelen şeyler. mevhume : Vehim, kuruntu ve hayâl nev'inden bir şey. mevhun : Zayıf ve arık adam. Zayıflamış kimse. mevk : Bir şeyin ucuz olması. ◊ Örümcek, ankebut.mevki' : Yer. * Sınıflandırılmış yerlerden her biri. * Vapur, tren gibi yerlerde sınıflandırılmış, değeri yüksek olan yer. * Bir şeyin bulunduğu veya vukua geldiği yer. mevkib : Kafile. Alay. Atlı veya yaya giden kafile. Cemaat. mevkid : Ateş ocağı. mevkif : Durak. Durulacak yer. Ayakta duracak yer. İstasyon. mevkin : (C.: Mevâkin) Kuş yuvası. mevkit : (C.: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman. mevkud : (İkad. dan) Yakılmış. Yandırılmış olan. mevkuf : Durdurulan. Vakfedilen. Dâimi bir halde bırakılan. * Tevkif edilen. Tutulup hapsedilen. * Ait, bağlı. mevkufat : (Mevkufe. C.) Bir zaman için tutulup alıkonulmuş mal veya para. * Vakfedilmiş mal, emlâk. * Gelirden artıp hazineye mâl edilen para. mevkufen : Mevkuf olarak. mevkufîn : (Mevkuf. C.) Tevkif edilmiş kimseler. Tutuklular. Mevkuflar. mevkufiyyet : Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli. * Bağlı olma. mevkûl : (Vekâlet. den) Bir vekile emanet edilen. mevkûlün ileyh : Kendisine bir iş bırakılan adam. Vekil. mevkum : Hüznü şiddetli olan. mevkut : Vakitli. Vakti belli olan. Mahdud ve muayyen olmuş vakit. mevkute : Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuât. Gazete, mecmua gibi şeyler. mevkuze : Ağaçla vurulmuş. mevla : Sahib. Rabb. * Efendi. Köleyi âzad eden. * Şanlı. Şerefli. Mâlik. * Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (C.C.). * Terbiye eden, mürebbi. * Yardımcı, muavenet eden. * Dost ve komşu. * Azâd More…mevlana : Efendimiz, mevlâmız' mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır. mevlana cami : (Bak: Câmi) mevlevî : Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin tarikatından olan müslüman. mevleviyyet : 'Mevlevilik. Mevlevi tarikından olmak. * Mollalık. * Müderrislikten sonra gelen ilmiye sınıfından oluş. * Eyâlet kadılığı; yani, bir eyâletin bütün hukuki ve kazai işlerine bilfiil More…mevlid : Doğma. Dünyaya gelme. * Doğulan yer veya zaman. * Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğumunu anlatan manzum eser, dini manzume. (Bak: Süleyman Çelebi) mevlim : İncitip acıtan. Elem veren. mevlud : Çocuk. Yeni doğmuş çocuk. * Birisinin doğması. * Mevâlid-i selâseden herbiri. mevludat : (Mevlud. C.) Belirli bir zaman içinde doğanlar. mevludün leh : Çocuk kendisinin olduğu tebeyyün eden, bilinen baba. mevmat : (C: Mevâmi) Sahrâ. Çöl. * Yazı. mevn : Bir kimsenin zahmetini çekmek. * Nafakalarını vermek. mevr : Başka te'sirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. * Suyun yeryüzüne yayılması. * Hayvanlardan yün almak. * Yol, tarik. * Toz, gubar. * Rücu etmek, döndürmek. mevrid : Varılan yer. Vasıl yeri. * Cadde. Yol. Tarik. mevrud : (C.: Mevrudât) Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen. mevrudât : (Mevrude. C.) Gelen şeyler. mevrude : (C.: Mevrudât) Ulaşmış, gelmiş. mevrus(e) : Vereseye âit olan. Miras edilmiş. Miras edilen eşya. mevrusat : Mirastan gelenler. mevs : Ekmeği suyla ıslatmak. ◊ Yolmak. Traş etmek. ◊ Yıkamak.mevsik : İtimad etmek. Emniyet etmek. İnanmak. * Yemin. Sözleşme. mevsil : (Vusul. den) Kavşak. Kavuşacak yer. * Ek yeri. mevsim : (C: Mevâsim) Pazar yeri. * Arap pazargâhları. * Yılın dört kısmından biri. * Zaman. Vakit. Alâmet. mevsim be mevsim : Zaman zaman. Mevsimden mevsime, zamanı geldikçe. mevsuf : Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen. * Kendisinde bir sıfat mevcud olan, kendisine bir sıfat isnad edilmiş olan. mevsuk : Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan. * Sağlam. * Vesikalı. Delile dayanan hakikat. mevsukan : Sağlam, delile dayanır, itimad edilir şekilde. mevsukiyet : Sağlamlık, gerçeklik. İnanılır hâl. mevsul : Erişen. Vasıl olan. * Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş. Vasledilmiş. mevsule : Bitiştirilmiş. mevsum : (Vesm. den) İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. * Ad verilmiş, isimlendirilmiş. mevsume : Tamamen baştan aşağı süslü zırh. * Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak. mevsut : Ortada. Vasat olan. mevt : Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek. mevt-alud : f. Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi. mevta : Ölüler. Ölmüşler. Cenâzeler. mevta' : Ayağın bastığı yer. mevtaî : Ölü gibi, ölüye benzer. mevtan : (Mevetan) Cansız. * Baygın. mevtî : Ölümle ilgili, mevte ait. mevtin : (C.: Mevatın) Yerleşip oturulan, yurt edinilen yer. mevvac : Çok dalgalanan. Çok dalgalı. Fırtınalı. * Radyo. mevvar : Seri, çabuk, hızlı, sür'atli. mevz : Muz ağacı. mevzi' : Bir şey konulacak yer. mevzu' : Bahis. Üzerinde durulan mes'ele. * Aşağılanmış olan. * Konulmuş. Vaz olunmuş. * Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan. * Geçer olan, muteber, işlemekte olan, câri. mevzua : Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir. Müsellem ve âşikâr olan kaziyye, hüküm. mevzuat : Bahsedilen hususlar. Bir şeyin esasını teşkil eden hususat. Tatbikat halinde olan hükümler ve kaideler. mevzun : Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün. * Yakışıklı. * Her bir vasfı ölçülü ve i'tidal üzere bulunup, sırf iyi ve güzel şeylere nâil olan. mevzunat : (Mevzun ve Mevzune. C.) Vezinli ve tartılı şeyler. mevzunen : Vezinli olarak. Ölçülü olarak. mevzuniyet : Düzgün, hesaplı ve düzenli. * Mevzun olma hâli. mey : f. şarap, içki. (Bak: şarab) mey' : Eriyip akma. mey'a : (Mey'at) Yiğitlik başlangıcı. * Atı koşuya alıştırmak. * Erimiş sıvı madde. * Yere dökülen bir sıvının akıp gitmesi. * Bir şeyin ilk zamanı. Tâzelik vakti. mey-aşam : f. İçki içen. Şarap içen. mey-füruş : f. Şarap satan, meyhâneci, şarapçı. mey-gun : f. Şarap renginde olan, kırmızıya yakın olan. mey-güsar : f. İçki arkadaşı. Birlikte içki içen. mey-hane : f. İçki satılan ve içilen yer. mey-har : (Mey-hâre) f. İçki içen, içkici, ayyaş. mey-hoş : f. Ekşimtrak, mayhoş. mey-keş : f. İçki içen, şarap içen. mey-perest : (C: Meyperestân) f. Devamlı şarap içen. meyadin : (Meydan. C.) Meydanlar. Geniş yerler. Arsalar. meyamin : (Meymun. C.) Bereketliler, uğurlular. * Maymunlar. ◊ (Meymenet. C.) Bereketler, mutluluklar, uğurlar.meyan : (Bak: Miyân) meyasir : (Meysere. C.) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar. * Zenginlikler, servetler. ◊ Acem merkepleri. (Atlas ve ipek ile süslenen eşeklerdir.) ◊ (Meysur. C.) Kolaylaştırılmış More…meyazib : Oluklar. Su yolları. meyd : Deprenmek. Sallanmak. * Ziyaret etmek. * Hareket etmek. * Kırağı çalmak. * Meyletmek. * Neşv ü nemâ bulmak. * Başı dönüp midesi bulanmak. meydan : Arsa. * Geniş yer. * Etrafı çevrilmiş, üstü açık geniş yer. meydan dayaği : 'Eskiden askeri mekteblerle kışlalarda tatbik edilen cezalardan biridir. Meydanda tatbik edildiği için bu adı almıştır. Arkadaşını yaralamak, hoca ve zâbitine hakarette bulunmak gibi More…meyeh : Su, mâ. meyelan : Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam. meyezd : f. Düğün veya işret meclisi. meyh : şefâat etmek. * Vermek. * Avuçta su tutmak. * Sallanarak yürümek. ◊ Kuyunun suyunun çok olması.meyhem : Hâlin nedir, nasılsın?' mânasına kullanılır. meyl : Ortadan bir tarafa eğik olmak. * İstek. Yönelme. Arzu. * Sevme, tutulma, âşık olma. * Gönül akışı. meyla : Çok budaklı ağaç. meyla' : Otsuz sahra, çöl. * Acele, hızlı, seri. meylab : Za'ferân. meylak : Seri ve aceleci kimse. meylen : Eğilerek, meylederek. O taraftan olarak. meyletmek : Bir tarafa doğru eğilmek. Bir tarafa yönelmek. * Sevgisini vermek, eğilmek. Gönül vermek. meyliyat : Bir tarafa meyleden istekler. meymene : Sağ kol, sağ taraf. * Meymenet, yümn-ü bereket. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk. Kutluluk. meymum : Denize atılmış olan. meymun : Bereketli, uğurlu. Kuvvetli. Kutlu. meyn : (C.: Müyun) Yalan. Yalan söyleme. meys : Ceviz ağacı. * Sallana sallana yürümek. meyş : Halt etmek, karıştırmak. * Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak. * Yünü kıla karıştırmak. * Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe. meysa : (C: Miyes) Yumuşak yer. meysan : Sallana sallana yürümek. meyseme : (Vesm. den) Damga, damgalanmış. meysere : (C.: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh. * Zenginlik, servet. meysir : Meyser. Kolaylık yeri. Kolaylık. * Kumar. Arablar arasında ok ile oynanan kumar. * Kumar için kesilen hayvan. meysur : Kolay. Kolay olmuş. Asan. Kolay kılınmış şey. meysurat : (Meysur ve Meysure. C.) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler. meyt : (Meyyit) Ölü. Cansız. Ölmüş. Hareketsiz. meyt (miyât) : Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak. meyte : Hayvan leşi. meytehâr : Hayvan leşi yiyen. meyve : (C: Meyvecât) f. Meyva, yemiş. meyvebar : f. Yemiş veren, meyveli. meyvecat : (Meyve. C.) f. Yemişler, meyveler. meyvedar : f. Yemişli, meyveli, meyve veren. meyvefüruş : f. Meyve satan, yemiş satan. Manav. meyveha : (Meyve. C.) f. Meyveler, yemişler. meyyal : Çok meyleden, eğilen. Çok istekli, düşkün. meyyan : Yalancı. meyyit : (Mevt. den) Ölü. Cansız. Ölmüş. meyyit-i sâmite : f. Susan ölü. Sessiz ölü. * Hareketsiz. meyyitâne : f. Ölü gibicesine. Ölmüşçesine. meyyite : Hayvan leşi. * Kadın cenazesi. meyz : Ayırmak, birşeyi denklerinden üstün tutmak. * Bir yerden bir yere geçmek. meyzer : (C: Meyâzir) Peştemal. mez' : Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek. ◊ Evmek, acele, sür'at. * Kesmek.mez'ub : Koyununa kurt gelen. mez'uk : Mesrur, neşeli, sürurlu. * Tuzlu. mez'ur : (Mez'ure) Korkmuş, çekinmiş. meza : Geçti' mânâsına mâzi fiilidir. meza ma meza : Geçen geçti. Giden gitti. mezabbe : Keleri çok olan yer. mezabî : Yer yarmak, kazmak. mezabih : Mezbahalar. Hayvan kesilen yerler. mezabil : (Mezbele. C.) Mezbelelikler, süprüntülükler, çöplükler. mezabir : (Mizber. C.) Kalemler, kamışlar. mezabit : (Mazbata. C.) Mazbatalar, tutanaklar. mezad : Artırma ile yapılan satış. * Tuluk, dağarcık. mezade : (C.: Mezaid) Tuluk, dağarcık. mezahib : Mezhebler. İslâm itikadı ve amel hususunda esas ittihaz olunan yollar. (Bak: Müctehid) mezahim : Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar. mezahir : Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler. Eşyanın görünen tarafları. Zâhir ve meşhud olanlar. (Bak: Müzâhir) ◊ Çiçekli yerler.mezak : Tatmak. * Zevk tadacak yer. Damak. * Zevk. Tat duyma. ◊ Sür'atli yürüyen deve.mezalik : (Mezlaka. C.) Kaygan yerler. Ayak kayacak yerler. mezalim : Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler. mezamir : Zebur kitabının sureleri. * Düdükler. ◊ (Mızmar. C.) Koşu meydanları.mezamm : Zemmetmek. Ayıplamak. mezan : Zannolunan yerler veya şeyler. Zan ve şübhe verecek şeyler. mezar : Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. * Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber. mezar-i zâr : f. Ağlayan mezar. mezarat : (Mezar. C.) Kabirler. Mezarlar. mezare : Kalb katılığı. * Büyüklük, azamet. mezaret : Kalbin şiddeti. mezari' : (Mezru. C.) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar. ◊ (Mezraa. C.) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.mezarib : (Mızrâb. C.) Mızraplar. Kanun, ud gibi çalgı âletleri. mezarik : (Mızrâk. C.) Mızraklar, kargılar. mezaristan : f. Mezarlık. mezarre : Isırmak. mezaya : Meziyyetler. İyilikler. Hasletler. mezayik : Dar ve sıkıntılı yerler. mezbaha : Hayvanları kesecek yer. mezbele : (C: Mezâbil) Otun sıcaktan solacak olduğu yer. ◊ Çöplük. Pis şeylerin bulunduğu süprüntü yeri.mezbub : Sinekli. mezbube : Sineği çok olan yer. mezbuh : Kesilen. Zebhedilen. Boğazlanmış. * Kurban edilmiş. mezbuhâne : f. Boğazlanır gibi. Boynundan kesilircesine. * Çırpınarak, son ümid ve son kuvvetle. mezbul : Solmuş çiçek. * Zayıf, arık ve zebun olmuş olan. mezbur(e) : Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (Bak: Merkum) * Taş ile örülmüş kuyu. mezc : Katma. Karıştırma. mezcen : Karıştırmakla. Katma suretiyle. mezcetmek : Katmak. Karıştırmak. mezcî : Katıp karıştırmakla alâkalı. Mezce dair. mezcuc : Süngülenmiş. Süngü ile dürtülmüş. mezd : Misvak ağacının yemişi. meze : Tad. Çeşni. Zevk. * Eğlence, alay, lâtife. mezebbe : Sinekli yer. * Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı. mezellet : Alçaklık. Zelillik. mezemmet : Ayıplama. Kınama. Yerme. * Kınanacak, yerilecek iş. mezen : Usul, kaide. Yol. Âdet. Örf. mezfufe : Gönderilmiş. mezg : Yemeği ağızda çiğnemek. mezh : (Müzâh-Müzâha-Mizâh) : Lâtife, şaka. * Mezc, katma, karıştırma. mezhar : (C: Mezâhır-Mezâhir) Karın içi. * Damar. mezheb : Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır. * Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı More…mezher : Çiçeklik. Bir çiçeği içine alan şeylerin hepsi. mezhere : Çiçek yeri. Çiçek bahçesi. mezhüvv : Kibirli, gururlu. mezi : İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez) mezîd : Çoğalma. Ziyade etme. mezîk : Su ile karışık süt. mezil : Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan. * Ayağı uyuşmuş. * Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan. * Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse. mezillet : Yanlışlığa sebeb olacak şey. * Ayak kayacak yer. mezir : Zarif kimse. * Katı kalbli ve cesur. * İşlerinde nüfuzlu olan. ◊ Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.meziyyat : (Meziyyet. C.) Meziyyetler. Üstünlük vasıfları. meziyyet : İyilik. İyi ve salih hareket ve faaliyet. mezk : (Mezâk-Mezka) : Tatmak, tadına bakmak. * Tadacak yer. ◊ Yarma, yırtma. Kesme.mezkum : Zükâm hastalığına tutulmuş. Nezle olmuş, nezleli. mezkûr : Zikri geçen. Zikredilmiş. Evvelce bahsi geçmiş olan. (Bak: Mezbur-Merkum) mezl : Muztarib olmak, acı ve ıztırab çekmek. mezlaka : Ayak kayacak yer. Kaypak yer. * Mc: Yanlışlığa düşmeye sebeb olan hal. mezmere : Çok şiddetli hareket ettirmek. mezmum : Zemmolunmuş. Makbul olmıyarak ayıplanmış. Kötü. mezmun : (Bak: Mazmun) mezmur : Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat. * Hz. Dâvuda (A.S.) inen 'Zebur'un Surelerinden herbiri. mezneb : (C: Mezânib) Kepçe. * Suyun akacak olduğu yer. mezr : (Mezra) Zarif adam. * Bir kimseye düşmanlık etmek. * Parmakla çimdiklemek. * Su kırbasını tamamen doldurmak. * Tadını anlamak için biraz ağzına almak, içmek. ◊ Fâsit olma. Bozuk More…mezraa : Tarla. Ekilip mahsul alınan mülk, yer. mezrevan : Dizin aşağısındaki kaba etlerin etrafı. mezru' : (C.: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş. ◊ Ekilmiş. Tohum ekilmiş yer.mezruat : (Mezru. C.) Arşınlanmış şeyler. Ölçülmüş nesneler. ◊ Ekili olan şeyler. Ekili yerler.mezz(e) : Emmek, mass. mezza' : (C.: Mezâyi) Koğucu. * Yalan. * Sırrını gizlemeyen kişi. mezzah : Lâtifeci, şakacı. mezzer : Halep vilâyetinden getirilen siyah taş. mi'ber : Suyu geçmeğe yarıyan kayık, sal gibi vâsıtalar. * Köprü. Su geçme geçidi. ◊ (Mi'bere) İğne kutusu, iğne kabı.mi'caz : Mak'adı büyük olan. mi'cer : Bir cins kadın başörtüsü. Eşarp. mi'de : (C.: Miad) İnsan ve hayvanlarda, yenen şeyleri hazmetmek vazifesi olan bir iç uzvu. mi'kab : Kızdan sonra oğlan doğuran kadın. Bir oğlan sonra bir kız doğuran. mi'la : Çulhaların çukur içinde ayak ile basıp oynadıkları nesne. mi'lak (ma'luk) : (C: Meâlik) Üzengi kayışı. * Üzüm hevneği. * Et ve üzüm asılan çengel. mi'lat : (C: Meâli) Yas tuttuğunda, kadınların gözyaşı sildikleri bez. mi'mar : İmar eden. Hüner sâhibi. İnşaat plânlarını yapan ve bunların kurulmasına bakan san'atkâr. Binâ inşa eden mühendis. mi'marân : f. Mimarlar. mi'marî : (Mi'mariyye) Mimarlıkla alâkalı. Mimarlığa âit. * Bir yapı için mimara verilen para. mi'nas : Kız doğuran kadın. mi'rac : Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. mi'rac gecesi : Leyle-i Mi'rac da denir. Arabî aylardan Receb-i şeri'fin yirmiyedinci gecesidir. mi'raciyye : Mi'raca âid. Mi'rac hakkında. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mi'rac mu'cizesi hakkında yazılmış manzume veya bu hususta yazılan eser. mi'raz : (C: Meâriz) Zıpkın adı verilen yeleksiz uzun ok. * Bir sözün gizli mânâsı. Ta'riz. ◊ Süs için giyilen güzel elbiseler.mi're : (C: Miâr) Kin, adâvet, düşmanlık. mi'şab : Otu bol olan çayırlık yer. mi'sam : (C: Meâsım) Kolun bilezik takacak yeri. ◊ Nabız yeri. Bilek.mi'sar : (C: Meâsır) Yeni hayız görmüş ve büluğuna yetişmiş olan kız. ◊ (Mi'sara) Mengene.mi'şar : Mat: Onda bir. (1/10) * Bâzılarınca da binde bire denir. mi'şar (mişâr) : (C: Meâşir) Dülger testeresi. mi'sele : (Asel. den) Arı kovanı. mi'ta : (C: Mıât-Mıâtâ) Bahşişi ve hediyesi çok olan kişi. mi'tar : (C: Meâtır) Devamlı güzel kokular sürünen. mi'tîr : Güzel kokular sürünen. mi'van : Ahâliye yardım eden, halka yardımı çok olan kimse. mi'vel : (C.: Meâvil) Büyük taşları ve kayaları parçalamaya yarıyan sivri kazma. ◊ (C: Meâvi) Sivri külünk ve balta.mi'vez(e) : (C: Meâviz) Çocuk sardıkları bez, kundak. * Eski kaftan. mi'yar : Ölçü. Bir şeyin kıymet ve vasfını gösterir olan. mi'za : Ufak taşlı sert yapılı sağlam yer. mi'zab : (C: Meâzib) Dam oluğu. mi'zad : Ağaç veya tahta budama bıçağı. * Pazvant, kolçak. mi'zal : (C: Meâzil) Zayıf ahmak adam. * Silâhsız kimse. * Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse. mi'zar : (C.: Meâzir) Örtü, perde. mi'zef : (Mi'zefe. Azf) Çalgı âleti, saz v.s. mi'zene (mizene) : Ezan okunacak yer. mi'zer : (C.: Meâzir) Peştemal. mi-zenend : (f. Fiil) Söylüyorlar, vuruyorlar. ' : Zeden' vurmak' masdarındandır. mia : Günlük adı verilen zamk. miâ' : (C.: Em'â) Bağırsak. miad : Vaad edilen gelecek zaman veya yer. * Müsaade edilen zaman. * Kıyâmet. Mahşer. * Vaad. Müddet. miâî : (Miâiyye) Bağırsakla alâkalı. miat : (Mie. C.) Yüzler. Yüz sayıları. mibla' : (Bel'. den) Obur. mibnah : Heybe. mibred : Eğe. * Eğe cinsinden bir yazı âleti. mibree : Kalemtraş. Kalem açmağa yarıyan âlet. mibtan : Çok yemekten karnı şişen etli ve yağlı kişi. mibvel : (Mibvele) Sidik kabı. Küçük abdest edilecek delikli taş veya oluk. mibza' : Kan almakta kullanılan âlet. Neşter. mibzag : Nişter, kan alacak âlet. mibzel : (C: Mebâzil) Süzgeç. mibzele : (C: Mebazil) Her gün giyilen kaftan, günlük elbise. mibzer : Tohum ekmekte kullanılan bir âlet. micdaf : (C: Mecâdif) Sandal, kayık küreği. micdah : (C: Mecâdih) Kavut karıştırdıkları ağaç. * Menazil-i Kamerden bir yıldız. micdar : Bostan korkuluğu. Korkuluk. micdel : (C.: Mecâdil) Köşk, kasır, kâşâne. micene : (C.: Mevâcin-Meyâcin) Kassar tokmağı. micenn : Kalkan, siper. micerr : Gem çenberi. * Matkap kayışı. micerre : (C: Mecirr) Yer düzeltilen sürgü. * Demir kürek. ('Bel' denir) miceşş : El değirmeni. micesse : Ağaç budamada kullanılan keskin demir. michar : Yüksek sesle konuşan. miclat : Ağaç budamada ve bağ filizini kesmekte kullanılan demir. micmer : İçinde tütsü yakılan bakır yahut bronzdan küçük şamdan şeklindeki aletin adıdır. 'Buhurdan' da denilir. micr : Çenber. micrefe : (C: Micref-Mecarif) Ateş küreği. micsed : Cesede yapışık olan elbise. micvad : Güzel şiirler söyliyen şâir. micveb : Bir şey kesmeye yarıyan demir. micvel : Gömlek. * Küçük esvap. * Kalkan. miczaf : (C: Mecâzif) Gemi küreği. miczam : Pek keskin kılıç. miczem : Çok keskin kılıç. mid'a(t) : Şehrin burcu. mid'as : Çok işlek olduğundan yumuşamış olan yol. mida' : Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. * Yolun sıklaştığı yeri. mida' (midea) : (C.: Mevadi') Eski kaftan, eski elbise. midad : Yazı mürekkebi. Mürekkeb. midadiye : Mürekkep konan şey. Mürekkep hokkası. midae : Kırba. Deriden su kabı. İbrik. Matara. * Çeşme lülesi. * Abdest alınan yer. midaka (midakka) : Kendisiyle bir şey dövülüp ezilen şey. Havan. midanem : f. Biliyorum. midare : Çuvaldız gibi bir demir. (Kadınlar onunla saç düzeltirler.) midas : Pabuç. midde : Cerahat, irin. midevî : Mide ile alâkalı mideye ait. * Mideye yarar. midfa' : (C.: Medâfi') Ask: Top. midhane : Buhurdan. midhat : Medhetme, övme. midhatger : f. Övücü, medhedici. midilli : At cinsinin küçük çaptaki nev'ine verilen addır. Bu türlü atlar Midilli adasında yetiştirildiği için bu adı almıştır. midkas : İpek. midles : (C: Medâlis) Def'edecek yer. midmak : Binanın iskeleti. midmek : (C: Medâmik) Ziynet verecek âlet. * Haberi şâyi eden, duyuran nesne. midra : Boynuzdan veya demirden çuvaldız gibi bir nesne. (Kadınlar onunla saçlarını düzeltip islâh ederler ve tarakla da tararlar.) midrar : Yağmur yağdıran bulut. * Çok su döken. midras : Okuma yeri. * İçinde Tevrat dersi verilen ev. midre : Bahadır, kahraman. midrebe : Demir yerine ucuna boynuz takılan süngü. midvek : Bir şey ezmekte kullanılan taş. midyan : (C.: Medâyin) Daima borç eden kimse. mie : Yüz. Yüz sayısı. mieteyn : İki yüz. (200) mifad : Kebap demiri. mifer : Hizmetkâr, hizmetçi. mifezza : Tokmak. mifrak : (C: Mefârik) Başın ortası (saçın bölük olduğu yerdir.) mifras (mifrâs) : (C: Mefâris) Gümüş kesecek âlet. * Demir. mifsad : Kan almakta kullanılan âlet. Neşter. mifsal : Dil, lisan. miftah : Açan âlet. Anahtar. Kilidleri açan anahtar. miftele : Yün eğirmekte kullanılan çatal değnek. mifzal : Fazilet ve şeref sahibi. ◊ Gündelik iş elbisesi.mig : f. Duman, sis, duhân. * Kara bulut. migdad : Çok gadaplı, çok kızgın. migfer : 'Ateşli silâhların icadından evvel, muharebede kılıç, mızrak ve ok gibi harp âletlerinden korunmak için başa giyilen bir nevi başlık idi. Miğfer, zırh ile beraber bir bütün teşkil More…migferî : Miğfer şeklinde olan, miğfer biçiminde olan. * Miğferle ilgili. miglak : (C.: Megalik) Kilit, mandal. mignak : f. Dumanlı, sisli. Bulutlu. migrefe : (C: Megârif) Kepçe. migşa : Bahadır, kahraman. migsel : Tas, ibrik. Yıkanmada kullanılan kab. migtas : Burun, göz çanağı. migvel : (C.: Megavil) İnce kılıç. Hançer. migzel : (C.: Megazil) İplik eğirmekte kullanılan âlet. iğ. mîh : f. Çivi, mıh. Kazık. mih : (C.: Mihâ) f. Ulu, büyük. Azim, kebir. miha : Yaş değnek. mihad : Yer. Arz. * Beşik. * Döşeme. Döşek. mihadde : Baş ve yüz altına koydukları yastık. * Kazma. * Balta. mihaffe : Mahfe. Katır veya develerin sırtına konulan ve iki kişinin oturabileceği büyüklükte olan sepet. mihah : (Muhh. C.) Beyinler. * İlikler. mihak : (Mahâk-Muhâk) Her arabi ayın son üç gecesi. mihal : Kuvvet. Azab. Ukubet. mihamme : Küçük bakır ibrik. ◊ Yer süpürgesi.mihan : (Mihnet. C.) Mihnetler, sıkıntılar. ◊ (Mih. C.) Ulular, büyükler.mihanikiyyet : yun. (Mihanik. den) Makine sanayiini ihate eden fen ve ilimler. Makine gibi cansız şeyler. * Cansız ve duygusuz fakat ahenkli hareket ve hareket kabiliyeti. mihar : (Mühür. C.) At yavruları. Taylar. mihaşş(e) : Ot biçtikleri âlet. Orak ve tırpan. * Ot koydukları kap. mihatt : Deriden kıl ve yün yolacak demir. mihaz : Çizme mahmuzu. mihbasa : (C: Mehâbıs) Helva küreği. mihbat : Davar için ağaçtan yaprak dökmekte kullanılan sopa. mihbaz : (C.: Mehâbiz) Hallaç tokmağı. ◊ (C: Mehâbız) Hallaç tokmağı.mihbeb : Tâne tâne kesecek âlet. mihbere : (C.: Mehâbir) Mürekkep koydukları kap. mihcem(e) : (C.: Mehâcim) Hacamat şişesi. * Çekip emmeğe mahsus âlet. mihcen : (C: Mehâcin) Çomak. * Başı eğri ağaç. mihda : İçine hediye konulan kap. mihdame : Hizmeti çok olan kişi. mihek : f. Küçük çivi. * Karanfil. mihen : (Bak: Mihan) mihenk : (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti. * Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta. mihfak : Enli yassı kılıç. mihfar : Toprak kazan âlet. Kazma. mihfen : Değirmen sepeti. mihfer(e) : (C.: Mahâfir) Kazma. Bel. mîhî : f. Çivi şeklinde. Çiviye âit. mihîn : (Mihine) Daha büyük, daha ulu. mîhkadem : f. Ayağı kırık. mihkan : (Mıhkana) Şırınga. Tenkıye âleti. mihla(t) : İçine yulaf koyup davara vermekte kullanılan torba. mihlac : Yufka oklavası. * Yün ve pamuk atacak âlet, hallaç tokmağı. mihlaf : Vaadinde çok hilâf eden, sözünde durmayan kimse. mihlak : Ustura. mihleb : (C.: Mehâlib) Yırtıcı kuşların tırnağı, pençesi. * Orak, bıçak. ◊ İçine süt sağılan kap.mihman : f. Misafir. mihmandar : f. Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan. mihmandarî : f. Mihmandarlık. Misafir ağırlayıcılık. mihmanhane : f. Misafirhane. Misafir edilecek yer. Otel. * Mc: Dünya. mihmanî : f. Mihmanlık, misafirlik. mihmannevaz : f. Misafire iyi muamele ederek ikram eden. Misafir ağırlayan. mihmanperver : f. Misafir ağırlayan, misafire ikram eden, misafir seven. mihmanperverî : f. Misafirperverlik, misafir ağırlayıcılık. mihmanseray : f. Misafirhane. Otel. * Mc: Dünya. mihmel : (C.: Mehâmil) Kılıç bağı. * Büyük mahfe. mihmer : (C.: Mehâmir) Semer atı. mihmez (mihmâz) : Çizme mahmuzu. mihneka : (C.: Mehânık) Maktul. * Gerdanlık. * Boğacak âlet. mihnet : Zahmet. Eziyet. Dert. Belâ. * Mc: Tecrübe, sınamak. mihnet-âbâd : f. Keder, mihnet ve gam dolu olan yer. * Mc: Dünya. mihnetdide : f. Musibete uğramış. Keder ve mihnet görmüş. mihnetgâh : f. Keder, gam ve mihnet çekilen yer. * Mc: Dünya. mihnetkede : f. Gam ve keder çekilen yer. Nihnet yeri. * Mc: Dünya. mihnetkeş : f. Keder, eziyet ve mihnet çeken. mihnetzede : f. Afet ve belâya uğramış. Keder, mihnet ve musibete giriftar olmuş. mihr : (Bak: Mehr) mihrab : Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. * Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır. * Evin şerefli yüksek yeri, çardak. * Meclisin sadrı ve ekrem mevzii. * Mc: Harb âleti. * More…mihrace : (Hind'ce: Mahraca) Hindistan'da Hindu dininden olan hükümdarların büyüklerine verilen ünvandır. Hindu kral. mihraf : Hekimin yarayı muâyene ettiği âlet. mihrak : Fiz: Küre içi biçiminde (içbükey) bir aynaya müvâzi (paralel) gelen ışıkların, aksettikten sonra toplandıkları nokta. Yakıcı nokta. * Hareket merkezi. ◊ Çok hareket eden. * More…mihrakî : Mihrak noktasına âit. mihras : (C.: Mehâris) Dibek taşı. mihrat : (C.: Mehârit) Her yıl derisi kavlayıp soyulmak âdeti olan yılan. ◊ Tennur odunu karıştırdıkları âlet. * Çiftçi sabanı.mihrban : f. Merhamet ve şefkat sahibi. Muhabbetli, sevimli, yumuşak huylu ve güleryüzlü. mihrbanî : f. Dostluk, muhabbet, sevgi. mihre : f. Acemi ördekleri avlamak için su kenarlarına bağlanan ördek. mihref : (C.: Meharif) İçine yemiş koydukları kap. mihrez : İğne, ibre. mihrgan : f. Sonbahar. Güz mevsimi. * Eski İranlıların iki büyük bayramlarından birinin adı. mihrnaz : f. Naz güneşi. Çok nazlı. mihsad : Ekin orağı. mihsaf : (C.: Mehâsıf) Biz dedikleri ince uzun demir. mihşah : (C.: Mehâşi) Kaba kilim. mihsal : Ok yapılan demir. ◊ Kilit. * Zenbil. ◊ Keskin kılıç.mihsarre : Bir kimsenin elinde tuttuğu sopa veya değnek. mihsere : Süpürge. mihtab : Balta gibi odun kesmekte kullanılan âlet. ◊ Balta. Odun kesmekte kullanılan âlet.mihtat : Cetvel tahtası. mihter : (C.: Mihterân) Daha büyük. Daha ulu. mihterân : (Mihter. C.) f. Daha büyükler. mihterî : f. Büyüklük, ululuk, azimlik. mihval : Çok hilekâr. Hileci. Dolandırıcı. mihveka : Süpürge. mihver : Dünyanın kuzey ve güneş kutbu arasından geçtiği farz olunan hat, dönen bir şeyin ortasından geçen mil. Düzgün geometrik şekilleri iki eşit kısma ayıran doğru çizgi. Çark ve tekerlek gibi More…mihyac : Şiddetli. * Çok, ziyâde, fazla. mihyaf : Tez susayan davar. mihyal : Bir yıl ekilip, bir yıl ekilmeyen arazi. mihyat : İğne. mihza (mihzab) : Ateş karıştırmakta kullanılan ağaç. mihzab : Boyacıların elbise boyadıkları küp. mihzac : Çamaşır tokacı. mihzak : Çok gülen kadın. ◊ Makat.mihzar : Mânâsız ve saçma sapan sözler konuşan. mîk : Çabuk ağlayan, yufka yürekli olan. ◊ f. Çekirge.mik'ab : Geo: Küb. * Mat: İki defa kendisi ile çarpılan sayı. ◊ (C.: Mekâıb) Topuk mesti.mika : Muhabbet, sevgi. mikaa : Kassarların üzerinde bez döğdükleri ağaç. * Kassarlar tokmağı. * Yaşlı ve uzun boylu kimse. mikâil : Rezzakıyyet arşının hamelesi olan büyük Melek. Dört Büyük Melekten birisi. (Bak: Melâike) mikamme : Süpürge. mikass : (C: Makâs) Kesecek âlet, mikrâz. mikat : Bir iş için tayin edilen zaman veya yer. * Mekke-i Mükerreme yolu üzerinde hacıların ihrama girdikleri yer. ◊ Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.) * Kesilme More…mikat sünneti : Hacca niyet edenin ihrama girmesi. mikatî : Hacc mevsimini beklemek üzere Mekke-i Mükerreme'de kalan kimse. mikatt : (C.: Mikât) Üzerinde kalem kesecek âlet. mikatta : Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet. mikbes (mikbâs) : (C: Mekâbis) Ateş parçası. mikdad : Demir kesme âleti. mikdam : (C.: Makadim) Çok ayaklı. * Kıdemli. * Çok çabalayıp uğraşan. Fazlaca gayret sarfedip ikdâm eden. mikdar : Parça. Kısım. Bölük. * Kıymet. Değer. Derece. mikdeha : (C: Mekâdih) Kepçe. * Çakmak. mikele : Sofra takımı. mikhal : (C.: Mekâhil) Göze sürme çekmekte kullanılan âlet. mikla' : (Mıklât) (C: Mekâli) Çelik çeldikleri ağaç. * Kebap tavası. ◊ Sapan.miklad : (C.: Mekâlid) Anahtar, miftah. Kilit dili. * Hazine. miklat : Evlâdı yaşamayan kadın. * Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve. mikleb : Eski kitap ciltlerinin sol kenarındaki kapak. Ekseriya okunan yer belli olsun için araya konurdu.* Saban demiri. ◊ Eskiden ciltlenen kitapların sol tarafındaki fazlalık parçanın More…miklem (mikleme) : (C: Mekâlim) Kalem koyacak kap, kalemlik. mikleme : Kalemlik, kalem konacak âlet. mikma' : (C: Mekami') Fil başına vurdukları demir çomak. mikmaa : (C.: Mekami') Gürz ve topuz gibi parçalayıcı ve yarıcı silâh. mikna' : (Mıknaa) (C.: Mekani') Başörtüsü. miknatis : yun. Demir ve benzeri mâdenleri kendine çekici hususiyeti bulunan câzibe. * Başka te'sir altında kalmadan kuzey ve güney kutuplarına doğru yönünü değiştiren demir çubuk. (İki kutbu More…miknatisiyyet : Mıknatıs kuvveti ve hassası. mikne : (C: Mekenât) Süpürge. mikneb : (C: Mekanib) Otuz kırk kadar olan at sürüsü. * Avcılar torbası. miknese : Süpürge. miknet : Güç, kudret, kuvvet. mikneva : Hizmet eden, hizmetçi. mikra' : Balta gibi bir alettir ve onunla taş parçalarlar. ◊ Balta gibi bir âlet olup, onunla taş parçalanır. ◊ Hekimlerin, hastanın vücudunu dinledikleri âlet.mikraa : (C: Mekâri) Davul çomağı. * Çoban değneği. mikram : Çok ikram ve kerem eden. Bağışlayan, ihsan eden. mikram (mikrame) : (C: Mekârim) Kadınların başını ve yüzünü örttükleri nakışlı bez. mikrame : Nakışlı eşarp. Mendil. Havlu. Peştemal. mikrat : (C: Mekârâ) Su mecrâsı. (Her taraftan gelen yağmur suyu orada toplanır.) * Büyük havuz. * Büyük çanak. mikraz : (C.: Mekariz) Makas. Kesecek âlet. ◊ (C.: Mekariz) Makas.mikreb : (C.: Mekârib) Çift sürmede kullanılan saban. mikron : Fr. Metrenin milyonda biri. Milimetrenin binde biri. mikroskop : Fr. Gözle görülmeyecek kadar küçük cisimleri, çok defa büyük göstermeye yarayan âlet. miksaha : (C.: Mekâsih) Süpürge. miksal : Çok keskin kılıç. miksar : Çok konuşan, sözü uzatan, geveze. * Çoğaltan, teksir eden. mikşat : Hattatların, kamış kalemlerinin kabuğunu soymakta kullandıkları âlet. miksefe : (Kesâfet. den) İçine elektrik enerjisi yığılan âlet. (Kondansatör) mikseha : (C.: Mekâsih) Süpürge. miksir : Çok söyleyici, çok konuşan. mikta' : Kesecek âlet. miktal : (C.: Mekâtıl) Bıçkı. miktare : Kuş ayağına yapılan köstek. * Kelepçe. miktebe : Tabak üstüne örttükleri nesne. miktel : Onbeş sa' miktarı nesne alır ölçek. mikval : Çok konuşan. mikved : (C.: Mekavid) Yular. mikvel : Lisan. Dil. mikvem : (C: Mekâvim) Saban ağacının tutulacak yeri. mikves : Yay kabı. mikyal : (C.: Mekâyil) (Keyl. den) Ölçek. Tahıl ölçeği. mikyas : Kıyas edecek, ölçecek âlet. Ölçü âleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek. mikzaf : Kayık küreği. mikzef : Tanbur. mil : İğne gibi ince ve uzun bir âlet. * Göze sürme çekecek âlet. * Ucu sivri çelik kalem. * Sivri dağ tepesi. * Bir çarkın, üzerinde döndüğü mihver, eksen. * Elektromotordan iş tezgâhına kuvvet More…mil'aka : (C.: Melâik) Tahta kaşık. mil'aka-tiraş : f. Tahta kaşık yapan. mil'e : Dolu, dolusu. * Cemaat. (Bak: Mele') * Havuz. mila : Bir kap dolusu nesne. milad : (Velâdet. den) Doğum günü. * Hz. İsa'nın (A.S.) doğum günü kabul edilen yıl başı. miladî : Milada ait. Milada dayanan. Ekser Avrupalıların takvim başlangıcı yaptıkları Milad yılına ait. * İsa'nın (A.S.) doğumundan itibaren başlayan takvim ki, miladî tarih denir. milah : (Milh. C.) Milhler, tuzlar. milahat : Gemicilik. Gemicilik bilgisi. milak : Bir nesnenin kıyam ve sebâtına sebep olan nesne. milat : Duvara yaptıkları çamur. Sıva balçığı. milben : Kerpiç kalıbı. * Süt sağacak kap. mildem (mildâm) : Çekirdek dövdükleri taş. * Ahmak ve iri vücutlu kimse. mildes : Hurma çekirdeğini dövdükleri büyük taş. milel : (Millet. C.) Milletler. Bir millet sayılan topluluklar. * Bir din veya mezhebde olan topluluklar. milezz : Katı, şiddetli, şedid. milg : Ahmak. milh : (C.: Emlâh-Milha-Milah) Tuz. milha : (Milhât) (C.: Melâhi) Eğlence, oyun, cümbüş. ◊ (Milh. C.) Tuzlar. ◊ Kutu. Dağarcık.milhab : (C.: Melâhib) Kesecek âlet. * Ber nesnenin kabuğunu soyacak âlet. milhafe : Bürünecek şey. Yorgan. milhe : Güzel kelâm, lâtif söz. milhez : Mürekkep karıştırmakta kullanılan bir âlet. milhî : (Milhiye) Tuzla alâkalı. Tuzdan. mili : f. Kedi. milis : Fr. Orduya yardımcı halk kuvveti. milk : Mal cinsinden olan yer. Birisinin tasarrufu altında bulunan yer. Mülk. milka : Eskiden mürekkep hokkalarına konulan ham iplik. milkat : (C: Melâkıt) Tandırdan ekmek çıkaracak âlet. ◊ Cerrah cımbızı.milkdar : f. Hükümdar, pâdişah. Mülk sâhibi. milked : Nesne dövecek âlet. millet : Bir dinden olanların topluluğu. Din, dil ve târih beraberliği bulunan insan cemaatı. Sınıf. Topluluk. * Bir sülâleden gelenlerin hepsi. * Maddi, mânevi bir unsurdan sayılıp beraber More…millî : (Milliye) Din ve millete âit, milletle alâkalı, millete mensub. milliyet : Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hâl. Millet olma. Aralarında maddi mânevi birlik ve beraberlik râbıtaları bulunan topluluktaki vasıf. milliyetperver : f. Milliyetini seven. milsah : (C.: Melâsıh) Keten tarağı. milt : Nesebi bilinmeyen. miltan : Yağ değirmeni. miltat : Dimağa ermiş olan baş yarası. * Deniz kenarı. milvah : Tuzak yanında koydukları kuş. * Semiz olmayan hayvan. milvat : Mala. milzab : (C.: Melâzib) Aşırı derecede cimri, pek hasis. mim : Kur'ân-ı Kerim alfabesindeki yirmidördüncü harf olup, ebced hesabında kırk sayısının karşılığıdır. * Tarih yazarken bazan Muharrem ayına bir işaret olabilir. * Bir kitap veya ibarenin More…mimha : Meni silmeye mahsus bez parçası. mimhaza : Yayık. (Onunla yoğurttan yağ çıkarırlar.) mimî : (Mimiyye) Mim harfi ile alâkalı. İçinde mim harfi bulunan kelime. mimlaka : Yer düzeltecek taş. mimleha : Tuzlu yer. mimraz : Hastalıklı, illetli. mimsah : Yalancı. mimsaha : Adi basacak nesne. * Yüz silecek mendil. mimtar : Yağmurluk. min'am : Çok in'am ve ihsan eden. min.. ila : den... ye kadar. mina : Şişe, cam, billur. * Parlak saray. * Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert renkli sırça. mina' : (C.: Miyâni) Liman. mina-renk : f. Gök mavisi. minafam : f. Cam mavisi, sırça renkli. minarat : (Minare. C.) Minareler. minare : (C.: Minarat) (Aslı menare'dir) Nur mevzii. Ezan mevkii. minbaz : Hallaç tokmağı. minber : Camide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü. (Rif'at mânasına olan nebr'den ism-i âlettir.) minbeze : Yastık. mincab : Zayıf kimse. * Yeleği ve temreni olmayan ok. mincar : Havan. Havan eli. mincede : Küçük asâ, küçük sopa. * Yorgancı çubuğu. mincel : (C.: Menâcil) Orak. Ekin orağı. mincem : (C.: Menâcim) Terâzi kolu. mincere : Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya 'necire' derler.) mincilab : Murdar su, pis su. mindag : Hücum edecek âlet. mindas : Yeyni avret, hafif kadın. mindef : (C.: Menâdif) Hallaç yayı. mindel : Hırslı, doymaz ve açgözlü insan. Yırtıcı kimse. * Zorba, eşkiya. mindif : Atılmış pamuk. mindil : (C: Menâdil) Peşkir. Mendil. Bez parçası. minen : (Minnet. C.) Minnetler. minessera ilessüreyya : (Mines serâ il-es süreyyâ) Yerden göğe kadar. minfah : (C.: Menâfih) Körük. minfak : Çok fazla nafaka veren. minfeha : Peynir mayası. minh (minhü) : (C.: Minhüm) Ondan. (Müzekker hâli.) minha : (C.: Minhünn) Bundan, ondan. (Müennes hâli) ◊ (C: Minah-Menâyih) Atiyye, bahşiş.minhac : Meslek. Yol. Açık ve belli yol. * f. Büyük ve işlek cadde. minhar : Misafirperver. Misafir kabul edip ağırlayan. minhas : (C.: Menâhis) Uğursuz şey. minhat : (C.: Menâhit) Dülger rendesi. Taş veya tahta yontmada kullanılan âlet. minhüm : Onlardan. minkaa : Küçük taş çömlek. minkab : Delecek âlet. Ateş yakmak ve tutuşmak. minkal : (C: Menâkıl) Çamur teknesi. minkale : Geo: Yarım dâire şeklinde dereceli geometri âleti. İletki. minkar : (C.: Menâkir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. Taş yontmağa mahsus kalem. minkarî : Gaga biçiminde. Gagaya benzer olan. * Gaga ile alâkalı. ◊ Gaga biçiminde. Gagayı andırır tarzda.minkaş : (Minkaşe) Cımbız, kıskaç. * Demir kalem. minkaz : Uzunluğuna yarılmış, boylamasına bölünmüş. minmas : Kıl yolacak âlet. minnet : İyiliğe karşı duyulan şükür hissi. * Birisine iyilik etmek. * Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak. minnetdar : f. Bir iyiliğe karşı minnet duyan. Yük altında kalır gibi birisinin iyiliğine karşı mahcubiyet. minnetdarane : f. Minnetli olarak. Minnet eder surette. minnetdarî : f. Minnetdarlık. minnetdide : f. Minnet ve iyilik görmüş. minnetkeş : (C.: Minnetkeşân) f. Minnet altında bulunan. Minnet çeken. minnetkeşân : (Minnetkeş. C.) Minnet altında bulunanlar, minnet çekenler. minnetşinâs : (C.: Minnetşinâsân) İyilik tanıyan. Minnet bilir. minnetşinâsî : f. İyilik tanıyıcılık, minnet bilirlik. minşaa : Çulha mekiği. minsaf : (C: Menâsıf) Hizmetkâr, hizmetçi. minşakka : Yarık, çukur, oyuk. minşar : (C.: Menâşir) Testere, biçki. minsar (minsir) : Yardımı çok olan kimse. * Yardım edecek âlet. minsec : (C: Menâsic) Çulhaların bez tarağı. minsee (minessee) : Asâ, sopa. minsef : (C: Menâsif) Elek. Kalbur. Külünk. minşefe : Sünger, bez gibi su silmeğe mahsus nesne. minsega : (C: Menâsıg) Ekmekçilerin ekmek tozunu sildikleri nesne. * Yufka yuvarlağı. minşega : Ot ve yem koydukları kap. minşel (minşâl) : (C: Menâşil) Yemek çatalı. minser : '(C: Menâsir) Yırtıcı kuşların gagası. * Taşçı kalemi. * Yüz ile ikiyüz adet arasında olan asker. * Önlerinde ne bulunur yıkıp yakıp târumar eden asker. * Otuz ile kırk arasında olan at. More…mintaka : (Mıntıka) Muayyen bir yer. Havali. Taraf. Kısım. Kuşak. Kenar. Yeryüzünde bir kısım. Bölge. mintaş : (C: Menâtiş) Kıl yolacak âlet. Cımbız. mintîk : Çok düzgün konuşan. minu : Şişe, sırça, cam. * Zümrüt. * Cennet, firdevs. minval : Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. * Fayda. * Uslub, tarz. * Bez dokuyan cüllah. minyatür : Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca 'minyatura' kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış More…minzar : Ayna. Bakma âleti. Gözlük. ◊ Röntgen. * Bakma âleti.mir : Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli. mir'aş (mer'aş) : Çok yüksekten uçan güvercin. mir'at : Ayine. Ayna. * Meşhur bir cins lâle. mir'izza (mir'izâ) : Keçi kılının altında olan tiftik. mir-ab : f. Bir kentin su işlerine bakan kişi. mir-ahur : f. Sarayda at işlerine bakan memurun ünvanıdır. mira' : (Riya. dan) Riya etme, riyakârlık yapma. * Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme. * İçindekinin aksini söyleme. mirade : Mancınık taşı. mirades : (C: Merâdis) Kuyu içinde su var mıdır diye bilmek için bıraktıkları taş. * El değirmeni. mirah : Sürur, neşat, sevinç. miralay : Alay kumandanı. Albay. miran : (C: Mârin) Vahşi canavar yatağı. ◊ (Mir. C.) Beyler.miran aşireti : Cizre havalisinde Bühti ismi ile de anılan bir aşiret adı. mirar : Kerreler. Def'alar. miraren : Defalarca, birçok kere. miras : Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk. mirashar : f. Mirasyedi. Kendine kalan mirası yiyen. Mirashor. mirazza : Harmanı sürecek döven. mirba : Ganimet malının dörtte biri. mirba (mirbâe) : Gözcülerin üstüne çıkıp baktıkları yüksek yer. mirbaa : Asâ, değnek, sopa. mirbat : Davar bağlanacak bağ. mirbed : (C: Merâbid) Ev içinde olan küçük hücre (içine esvap koyarlar). * Davar ahırı. * Davar duracak yer. * Hurma kuruttukları yer. mircel : (C.: Merâcil) Kazan. mirda : Gemicilerin kullandıkları uzun ağaç. mirdiyan : (Mirdiyane) Mersin ağacı. miremme : Sığır ve deve gibi tırnaklı hayvanların dudağı. mirfa(t) : İttifak etmek, bir olmak, birleşmek. mirfak : Dirsek. * Mutfak. Kiler. * Semânın şimal tarafında bir yıldız ismi. mirfaka : Dirsek yastığı. mirfed : Büyük kâse. mirfeşe : Kürek. mirgah : Kaymak alacak âlet. mirha : İrhâ denilen yelmekle yelip seğirten at. mirha(t) : Salıverilmiş, bırakılmış perde. ◊ (C.: Merâhâ) Yürüyücü at.mirhaz (mirhâza) : Gasilhâne, abdesthâne, kenif. * Çamaşır tokmağı. mirî : Devlete âid. Devlet hazinesine mensub. mirkak : Oklava. mirkam : (C.: Merâkım) Kalem. mirkat : Merdiven. Basamak. Derece. mirken : (C: Merâkin) Don yıkayacak kap. * Küçük leğen. mirliva : Tugay kumandanı. Tuğgeneral. mirma(t) : (C: Merâmâ) Nişan oku. mirre : Kuvvet. * Öd. * Akıl. * Kat. * Sağlamlık. mirrid : Müfsid, kötü ve şerir kimse. mirrih : Uzun ok. ('Pertev oku' derler) * Yeleği olmayan ok. * Bir yıldız adı. ◊ Şâd, neşeli ve mesrur kimse.mirsad : Gözetleme yeri. Rasad yeri. * Gözetleme âleti. * Suçluları gözleyip duran. * Pusu. * Suçlular için hazır bekleyen. ◊ (C: Merâsıd) Geniş yol.mirşah : (Mirşaha) Süzgeç. mirşaha : Eyer altına konulan keçeyi davardan almak. mirsal : (C: Merâsil) Tenbel yürüyüşlü davar. * Küçük ok. mirsat : Gemi demiri. Lenger. mirşeka : (C: Merâşik) Terzi yüksüğü. mirşem : Ekmek tozunu silecek tüy süpürge. mirt : (C: Mürât) Yünden veya haz denilen kumaştan elbise. * Kadınların, esvapları üstüne giydikleri elbise. mirtac : Yarış atlarının beşincisi. ◊ Kapı kilidi. * Dar yol.mirtal (mirtale) : Bulaşmak. mirtaz : Dinin yasaklarından sakınan kimse. mirvaha : (C.: Merâvih) (Rih. den) Yelpaze. mirvaha cünbân : f. Yelpaze sallıyan. mirved : (C.: Merâvid) Milve makara ortasındaki demir, mihver. mirye : Şek, şüphe. * Münazara. Cedel. (Bak: Temâri) mirza : Reis. Bey. * Büyük kimselerin çocuğu. Beyzâde. * Bazı İslâm topluluğunda iyi sülâleden olanlara, şehzâdelere, seyyidlere verilen ünvân olmakla beraber, bugün bir isim olarak çokca More…mirzab : (C: Merâzib) Ululuk. * Uzun ve büyük gemi. mirzah : (C: Merâzıh) Çekirdek ve ona benzer şeyleri dövüp ezdikleri taş. ◊ Üzüm çubuğunu yerden kaldırıp bağlayıp sardıkları ağaç.mirzaz : Havan eli. mirzebe : (C: Merâzib) Tokmak. mis : f. Bakır. miş : f. Koyun, ganem. mis' : Şimal yeli, kuzey rüzgârı. miş' : Aşı dedikleri kızıl balçık. mis'ab : (C: Mesâib) Değirmen oluğu. * Havuz oluğu. mis'ad : Merdiven. Yükseğe çıkmakta kullanılan âlet. Asansör. miş'al : (C: Meşâıl) Köylülerin deriden yaptıkları ayaklı küp. miş'ar : Şan, şeref, haysiyet ve vakar. mis'ar (mis'âr) : (C: Mesâir) Uzun. * Ateş küsküsü yapılan ağaç. Ateş karıştırmağa mahsus âlet. miş'at : (C: Meşâi) Kuyunun toprağını çıkardıkları zenbil. mis'eb : Bal konulan tulum, bal tulumu. mişa' : Kumsuz yer. misafir : Seferde olan. (Bak: Müsafir-Mukim) misaha : Ölçmek, miktarını bilmek. mişail : (Bak: Mihâil) misak : Sürme, gütme, sevketme. * Havada uçarken kanadını birbirine vurup uçan güvercin. ◊ Anlaşma. Sözleşme. Yeminleşme. Verilen söz.misal : 'Bir şeyin benzer hali. Benzer. Örnek. * Düş. Rüya. * Ahlâk ve âdâbla ilgili kıssa ve hikâye. * Bir şeyin örneği ve sıfatı. Kısas. * Gr: İlk harfi harf-i illet olan (yani; elif, vav More…misaliyye : Misale dair. misane : Dizgin kayışı. mişar : Testere. misas : El sürme, değme, dokunma. * Cima etmek. * Almak. mişat : (Meşt. C.) Taraklar, baş taramağa mahsus taraklar. ◊ (Mışt. C.) Taraklar.mişatiye : Tarak kılıfı. misbah : Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. ◊ Lâmba. (Bak: Mısbah) ◊ Yüzgeç.misbar : (C.: Mesâbir) Yaraya konulan fitil. misbeke : Mâden eritilip dökülecek kap. mişceb : (C: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes. * Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye. mişcer : (C: Meşâcir) Çamaşır asacak yer. * Mahfe ağacı. * Ağaçlık. misdaga : Yüz yastığı. misdak : (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. * Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur. * Değer ölçüsü. ◊ (Bak: Mısdak)misdakiyyât : Mısdak ilmi. miselle : (C: Misâl) Çuvaldız. misellî : Çuvaldızcı kimse. misem : Dağlama eseri. * Dağ yapılan âlet. * Güzelin çehresindeki cemâl eseri. misenn : Bileği taşı. mişezar : f. Küçük koruluk, ağaçlık, meşelik. misfat : Süzgeç. Tasfiye âleti. misfen : Törpü. misfere : Süpürge. misgar : Sarı yüzlü. misha(t) : (C: Mesâhi) Demir kürek, bel. mishab : (C: Mesâhib) Sacayak. ◊ Bel âletinin sapı.mishal : Eğe, törpü gibi yontma aletleri. mishane : Taş parçaladıkları nesne. mishat : Şarap koyacak kap. mişhaz : Bileği taşı. misheb : Siyah at. mishel : Dil, lisan. * Eğe, törpü. * Ziynet verecek nesne. * Yabâni eşek. * Dizgin. mishelân : Geminin iki tarafındaki iki halka. misil : (Misl) Benzer. Eş. Nâzır. Tıpkısı. misilli : (Misillü) Benzeri. Gibi. Aynısı. mişin : f. Meşin. misk : Bir cins güzel koku ismi. (Asya'nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek ceylanın karınderisi altındaki bir bezden çıkarılır.) mişk : Aşı dedikleri kızıl toprak. misk ile anber : Tamamıyla isteğe uygun. (Misk ü anber de denir). mişka : Tarak. miska' : (C: Mesâki) Fasih dilli, güzel sesli kişi. miskâ' : Sıklık vermek. miska(t) : (C: Mesâki) Su bardağı. Su kovası. miskab : (C: Mesâkıb) Mâden, kemik veya tahta gibi şeyleri delmekte kullanılan âlet, matkap. ◊ Delme âleti.miskal : Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.) ◊ Cilâlayan, parlatan âlet. * İnce. Zarif. ◊ More…miskam : Hastalıklı, illetli. mişkas : (C: Meşâkıs) Ensiz uzun demir. miskat : Su kovası. mişkat : İçine lâmba konan küçük hücre. Duvarda içine ışık konulan yer. * Kandil. miskata : Düşürtücü ilâç veya sebep. misket : Fr. Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. * Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm More…miskin : Uyuşuk, tenbel, hareketsiz. Zavallı. * Cüzzam hastası. * Fık: Kendi kendini idâre edemiyen, iktisabtan âciz, mal ve mülkü hiç olmayan kimse. miskinâne : f. Tenbelcesine, miskincesine. misl : (Bak: Misil) mislah : Ham iken hurması dökülen hurma ağacı. mislak : Fesih lisanlı, güzel konuşan. * Kırkbeş sene yaşayan adam. ◊ Fesih, beliğ konuşan kimse.mislat : (C: Mesâlit) Anahtarın bir dişi. misliyet : Benzeri ve misli olmak. Benzerlik. misma' : (C.: Mesâmi') (Sem'den) Kulak. * Hastanın iç organlarını dinlemeğe yarıyan âlet. mişmaa : Şamdan. mismak : Çadırı yükseğe kaldıracak ağaç. mişmak : Kağnının iki kolu. * Bir nevi araba. mismar : Ensiz çivi, mıh. Demir kazık. mismas : Karıştırmak. mismaz : Deyyus kimse. mişmel : Kaftan altında götürüldüğü hâlde görünmeyen küçük kılıç. mişmiş : Zerdali, erik veya kayısı. ◊ Zerdali yemişi.misr : (C.: Emsâr) İki şey arasındaki perde, hâil. * Memleket. Şehir. * Afrika'nın şimalinde bir memleket ismi. * Bir hububat adı. misra' : Kapı kanadı. * Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz. mişrak : Her zaman güneşli olan yer. ◊ Güneşi bol olan yer.misram : (C: Mesârim) Orak. misran : Basra ile Kufe şehirleri. mişrat : (C.: Meşârit) Keskin bıçak. misred : Büyük taş, çanak. misrî : (Mısriyye) Mısırlı. * Mısır ülkesiyle alâkalı. missik : Çok cimri. Hasis ve tamâhkâr. mistaba : (C.: Mesâtıb) Peyke, sedir. mistabanişin : f. Sedirde oturan. mistah : Yatık bardak. * Çadır direği. * Hurma yayıp kuruttukları yer. mistar : Yazının güzelliğine, düzgünlüğüne yarayan âlet. Yazı yazarken satırları doğru gösterebilmek için lâzım olan çizgileri yapmağa yarayan âlet. * Sıvacıların bir âleti. ◊ (Bak: More…miştat : Kış günlerinde oturulacak yer. mistik : Fr. Mistisizm ile âlâkalı. * Fls: Bâtıni. Kalben çok dindar. Sofi. misva : Uylukları zayıf ve etsiz olan kadın. misvak : Kullanılması pek çok faydalı olan ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ehemmiyetle tavsiye ettiği, diş fırçası vazifesini de gören, hoş kokulu ve meyvesiz bir ağacın dallarından More…mişvar : Tarz, tavır, gidiş, gidişât. * Gümeçten bal peteği sağılan âlet. * Davar satılacak yer. mişvare : Testi, çömlek. mişvargâh : f. Gösteri yeri. * Pehlivanların güreştikleri saha. * At pazarı. Satılık atların koşturulduğu meydan. misvat : Çok haykıran, çok bağıran. * Ses kuvveti. ◊ Ekincilerin sürgüsü. ◊ Kazan kepçesi.mişvaz : Sarık. mişvel : Orak. misvele : (C: Mesâvil) Harman süpürgesi. mişvere : Minder. mişvez : (C: Meşâviz) Tülbend. mişya' : Boşboğaz. Çok konuşan. misyaf : Yaz günlerinde çok yağmur yağan yer. * Sakalı ağarmayınca evlenmeyen erkek. mişye : Bir yürüme çeşidi. misyed(e) : Av avlamağa mahsus âlet. Tuzak, kapan. misyon : Fr. Bir vazife ile bir yere gönderilen hey'et. * Bir şahıs veyâ hey'ete verilen vazife. misyoner : Fr. Hıristiyanlığı neşre ve tanıtmağa çalışan kimse. mişzeb : Dişli orak. * Bağcıların asma çubuğu kesecek âletleri. mit'am : (C.: Matâim) Çok yemek yiyen. Yemeği bol olan. ◊ Çok yeyici, fazla yiyen. ◊ Çok yemek yediren.mit'an : (C.: Metâin) At sürücüsü. mit'em : Bir defalık ikiz doğuran kadın. mita' : Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. * Geniş yol. * Yolların birleştiği yer. mitade : Matkap başı. mitam : Her zaman ikiz doğuran kadın. mitan : (C: Meyâtın) At yarıştırdıkları yer. mitat : (Bak: Midhat) mite : Bir nevi ölmek. mitfeha : Kevgir. mithan : Değirmen. mithar : Uzağa giden ok. mithara : (Tahâret. den) Matara. mithere : Su kabı. Matara. mitin : f.. Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç. miting : İng. İçtimaî ve siyasî bir mes'ele için yapılan büyük toplantı. mitla : (C: Metâli) Dikenli otlar biten yumuşak yer. mitlak : Sık sık kadın boşayan erkek. mitmer : Yapı ipi. mitoloji : Fr. Efsane bilgisi. mitrab : Neşeli adam. Neşesi bol kimse. mitrak(a) : (C.: Metârık) Sopa, değnek. * Tokmak. * Mızrak. * Çekiç. mitralyöz : Fr. Makinalı tüfek. mitred : (C: Metârıd) Avın ardından atılan kısa süngü. mitrede : Yünden veya haz denilen kumaştan yapılan elbise. mitres : Kapı ardınca koydukları ağaç. mitrî : Cendereci. mitv : (C: Mitâ) Hurma salkımı. mitva' : Çok muti', çok itaatli. miv : f. Kıl. mive : Meyve kelimesinin aslıdır. miyah : (Mâ. C.) Sular. miyan : f. Orta, ara, vasat, meyan. miyanbend : f. Kemer, kuşak. miyanbeste : f. Bel bağlamış. * Mc: Hemen işe hazır. miyane : f. Ara. * Orta, vasat. * Helva gibi bazı yemeklerin pişme kıvamı. * Ortaya serilen halı. * Gerdanlığın ortasındaki büyük inci. miyanî : (Minâ. C.) Limanlar. miyanser : f. Yarısı kıymetli taşlarla süslü bir cins taç. miyansera : (Miyânserây) Avlu. Ev meydanı. miyere : Taam, yemek. miysere : (C: Mevâsir) Eyer yastığı. * Eyer altına koydukları keçe. * Çul içine koyulan keçe. * Yatacak döşek, yatak. miz : Misâfir. * Sofra, mâide. * Temiz, pak. miz'a : Ayıracak alet. Kesecek alet. miz'ac : Bir yerde karar etmeyen kadın. mizab : (C.: Meâzib) Oluk, su yolu. mizac : Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey. mizac-dan : f. Mizac bilen, mizaçtan anlıyan. mizacgir : f. Mizâc ve keyiflere göre hareket eden. mizad : Sürur, sevinç, neşe. mizae : Abdest alacak kap. mizah : Şaka, lâtife. * Edb: Bâzı düşünceleri nükte, şaka veya takılmalarla süsleyip anlatan bir yazı çeşidi. Hoş, nükteli söz. (Zıddı ciddiyettir) mizah-nüvis : f. Eğlenceli mizahlı yazılar yazan. mizahî : Mizahlı, eğlenceli. mizan : Terazi, ölçü, tartı. * Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas. * Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir. * Mat: Yapılan More…mizbah : Bıçak. mizban : (C.: Mizbanân) f. Ev sahibi. Misafir kabul eden kimse. mizbanân : (Mizban. C.) Misafirleri ağırlayanlar, ev sahipleri. mizbed : (C: Mezâbid) Hayvan ahırı. mizber : (C.: Mezâbir) Kamış kalem. mizcel : Harbe' denilen küçük kılıç. mizdea : Yüz yastığı. mizebbe : Yelpaze. mizec : Küçük süngü. mizeffe : Gelin mahfesi. mizek : f. İdrar, sidik. mizfar : Zafer kazanan. Galib. olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz. mizkâr : Dâima erkek doğuran dişi. mizlac (mizlâk) : El ile açılan kilit. mizlaka : Uzun burunlu ışık fitili makası. mizman : f. Misâfiri ağırlıyan, misâfire ikram eden ev sâhibi. mizmar : Düdük, kaval. * Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi. * Hançere, nefes borusu. (Bak: Mezâmir) ◊ (C: Mezâmir) Meydan. At yarıştıracak ve at oynatacak yer. * İnce belli at. More…mizmar-zen : f. Düdük çalan. mizr : Bir nevi meşrubat. * Ahmak kimse. mizra : (C: Mezâri) Yaba, kürek. mizrab (mizrâb) : (C.: Medârib) Saz zahmesi. (Onunla saz çalarlar). mizrak : Ucu sivri uzun saplı harp âleti. Kargı. ◊ (C: Mezârık) Harbe, kısa kılınç.mizraka : Küçük şırınga. mizreb : Büyük çadır, oba. mizvac : Çok koca değiştiren kadın. Çok kocalı kadın. mizved : (C: Mezâvid) Azık koyacak kab. ◊ Dil, lisan.mizya' : Malını çok harcayan kimse. Malını fazlaca zâyi eden adam. mizz : Bir şeyin diğeri üzerine olan fazlı, üstünlüğü. ◊ Yemeğin lezzetinden ağzını şapırdatmak.moda : Fr. Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır. model : Fr. Biçim, örnek, şekil. * Resim yâhut heykel yapılırken bakarak benzetilmeğe çalışılan şey veyâ şahıs. modern : Fr. şimdiki zamana uygun, asri. (Bak: Medeniyet) moğol : Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş More…mola : İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak. * Denizcilike: Gevşetme, koyverme manâsındadır. molekül : Fr. Kim: Vasıflarını kaybetmemek şartıyla ayrılabilen herhangi bir maddenin en küçük cüz'ü, parçası. molla : Eskiden büyük âlimlere verilen isim. * Büyük kadı. * Efendi, hoca, Medrese talebesi. molla câmi : (Bak: Câmi) mollayane : Mollaya yakışır şekilde. Mollaca. moloz : Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar. * Bir işe yaramaz insan. mu'bile : (C.: Meâbil) Yassı, uzun ok temreni. mu'bir : Terkolunmuş, bırakılmış, terkedilmiş. mu'cem : İ'câm edilmiş, noktalanmış, noktalı. * Hadis şeyhlerinin herbirisi. * Harf-ı heca sırasına konularak, her birisinin tarikından müellife kadar gelen rivayetleri toplayan kitaba denir. More…mu'cib : (Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren. mu'cibe : Taaccüb edilecek, şaşılacak şey. mu'cir : Bir çeşit kadın başörtüsü. Eşarp. mu'ciz : İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan. mu'ciz-eda : f. Mu'cize gösteren. Başkalarının yapamıyacağı kadar mu'cize derecesinde iş ortaya koyan. Edası mu'ciz olan. mu'cizat : Mu'cizeler. Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler. mu'cizbeyan : f. Anlatış tavrı herkese benzemeyen. Tarz-ı beyanı mu'cize olan. Kur'an-ı Kerim. mu'cize : İnsanların, yapmasında âciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasib olan hârika. Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise. * Mu'cize, Halik-ı Kâinat tarafından More…mu'cizegu(y) : f. Mu'cize gibi söz söyleyen. mu'cizekâr : f. Mu'cizeli, mu'cize hâlinde, başkalarını âciz bırakan. mu'ciznüma : f. Mu'cize gösteren. mu'dal : (Mu'dıl) Güç, içinden çıkılmaz, girift. mu'dem : Bir şeyi yitiren, kaybeden. mu'dî : Sirâyet edici, bulaşıcı, sâri. mu'dil(e) : (C.: Mu'dilât) Zor, güç ve çetin. mu'dilat : (Mu'dal. C.) Büyük, ağır, çetin ve zor işler. mu'dim : Öldüren, idam eden. mu'kib : Ökçeli ayakkabı. mu'kir : Malı mülkü çok olan kimse. mu'lat : (C: Meâli) şeref kazanmak. * Yüksek derece. mu'lem : (İlm. den) Belirtilmiş, işâretlenmiş. mu'lin : İlân eden. Herkese bildiren. mu'nan : Su arkı, su mecrâsı. mu'reb : Gr: Sonu her çeşit harekeyi alabilir olan. Mebni olmayan. İrablanmış. Sonu harekelenmiş olan kelime. mu'rib : İzhar edici, izhar eden, gösteren. mu'riz : İ'raz eden. Yüz çeviren. Başka tarafa dönen. Ta'riz eden. Dokunaklı konuşan. mu'sade : (İ'sad. dan) Sımsıkı kapatılmış, kilitlenmiş olan. mu-sa(y) : f. Ustura. muabbir : (İbâret. den) Rüyâ tabir eden. Görülen rüyalardan mânâ çıkaran. muabbirîn : (Muabbir. C.) Görülen rüyalardan mânâ çıkaranlar. Rüya tabir eden kimseler. muaccel : Acele olunmuş, ta'cil edilmiş, mühletsiz. Peşin. Va'desiz. muaccelâne : Acele olarak. Peşin olarak. muaccelat : (Muaccel. C.) Peşin ödemeler. muaccele : Beylik ve evkaf kiralarından peşin alınan kısım. muaccelen : Peşin olarak. * Çabuk ve acele olarak. muacciz : Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık. muad : Geri çevrilmiş, iâde edilmiş, döndürülmüş. muadadat : Yardım etme, muvavenet etme. muadat : Karşılıklı düşmanlık, karşılıklı husumet. muadd : Hazırlanmış. İdâd olunmuş. muaddel : Tadil edilmiş. Eski hâli değiştirilmiş. muaddil : Tadil eden. * Düzelten. Müsâvi ve beraber kılan. Denkleştiren. ◊ (Muazzıl) Güçleştiren, güç duruma sokan, daraltan.muadelat : (Muâdele. C.) (Adl. den) Beraberlikler, musâvilikler. muadele : Müsâvilik, eşitlik. İki şey arasında mikdarca, vasıfca beraberlik. * Karşılıklı anlayış. * Adâlet. * Mc: Anlaşılmaz iş. Muammâ. muadelet : Müsâvilik, denklik. Karşılıklı uygunluk. Eşitlik. muadil : Müsâvi, eşit, denk. * Fiz: Eş değer. muaf : Afvolunmuş. İstisna edilmiş, ayrı tutulmuş. Bağışlanmış. Serbest. muafat : Afvetmek. * Sıhhat vermek. * Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse. * Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma. muafese : Tedavi etmek. muafî : Afiyet verici. * Belâ ve musibeti def eden. muafir : Yavaş yürüyen kişi. muafiyyet : Bir hastalığa karşı aşı ile elde edilen hâl. * Afvolunmuş olma. Bağışlanmış olma. muafname : f. Afv kâğıdı. Bir şeyin muaf tutulup afvedildiğini gösteren kâğıt. muahat : Kardeşlik edinme. muahed : Zimmi kâfir. muahedat : (Muâhede. C.) Muâhedeler, antlaşmalar. muahede : Karşılıklı yeminleşme, anlaşma. Devletler arasında andlaşma. muahede-name : f. Ahdleşmenin yazıldığı ve imzalandığı kâğıt. muahez : Muâheze olunan. Tenkid edilen, çekiştirilen. muahezat : (Muâheze. C.) (Ahz. den) Tenkid ve itirazlar. * Azarlama ve paylamalar. Çıkışmalar. muaheze : Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid. muahezekâr : f. Tenkid ve itiraz edici. * Azarlayıp çıkışan. Paylayan. muahhar : Sonraya bırakılmış, te'hir edilmiş, geriye bırakılmış. Sonradan. muahharen : Sonradan, bilâhare. Muahhar olarak. muahid : Andlaşma yapanlardan her biri. Yeminli ve anlaşmalı olanlardan her biri. * İslâm hükümetine vergi ödeyerek kendini himâye ettiren gayr-ı müslim. (Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) Arab More…muahiz : (Ahz. den) Çekiştiren, muâheze eden. Tenkid edip itiraz eden. muakab : Cezalandırılmış. muakabe : Bir kimseyi cezalandırma. Cezaya çarpma. muakade : (Akd. den) Mukavele yapma. Akid yapma. Anlaşma. muakara : Nefret etmek. muakib : Cezalandıran. * Takibeden. muakid : Birbiriyle akid yapan, sözleşen. muakkab : (Akab. dan) Ardına düşülmüş, tâkib olunmuş, peşinden gidilmiş. muakkad : İnce ve müşkil olan. Zor anlaşılan söz. * Ukdeli, düğümlü. muakkib : Ardına düşen, takib eden, ardından koşan. * Tağyir ve ibtal eden. muakkibât : Gece ve gündüz melâikesi. * Namazı müteakib otuz üçer defa tekrar edilen tesbih. (Bak: Tesbih) muakkibîn : Tâkipçiler, arkasından koşanlar, ardından gelenler. muakkid : Düğümleyen, sihir yapan, cadı. mualebe : Erkeğin, karısı ile oynaması. mualecat : Tedâviler, ilâç kullanmalar. * Bir hususta çalışmalar. mualece : Bir hususa çalışıp devam etmek. * Hastaya bakmak. İlâç kullanmak, ilâç vermek. * Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek. mualla : Yüksek, yüce, âli. Makamı ve rütbesi yüksek. muallak : Askıda. Hakkında karar verilmemiş, hallolunmamış. * Havada boşta duran. * Sürüncemede kalmış iş. * Edb: Açık hece, bir vokalle okunan hece. (Bak: Müsned) mualleka : (C.: Muallekat) Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar. * Kocası kaybolan kadın. * İslâmiyet'ten evvel Arabların meşhur edib ve şâirlerinin Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler. More…muallekiyyet : Muallak olma, askıda oluş, boşta durma. muallel : Sakat, eksik, noksan. * Hasta, illetli. muallem : Ta'lim görmüş, ta'limli. muallem asker : Tâlim görmüş asker. muallî : Yücelten, yükselten. * Sağılır davarın sağ tarafından sağmaya varan kişi. muallil : Ta'lil eden. Sonradan bir sebeb ve bahane ileri süren. * Eyyam-ı acuzdan bir gün. muallim : Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten. muallimât : Öğretici kadınlar, kadın hocalar. muallime : Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız. muallimîn : Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler. muamelat : (Muâmele. C.) Muameleler. muamele : (C.: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş. * Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş. muamere : İmaret etmek. muamil : (Amel. den) İş yapan. Muamele yapan. Muameleci. muamma : (Amâ. dan) Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl. muammem : Başı sarıklanmış. İmamelenmiş. Sarıklı olan. muammer : Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı. muammerîn : (Muammer. C.) (Ömr. den) Muammerler. Uzun ömürlü kimseler. muan'an : An'aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve râvilerin isimleri ile bildirilmiş olarak. muanaka : Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma. muanat : Bir şeyin zahmetini çekme. * Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma. Ona göz kulak olma. muanber : (Anber. den) Güzel kokan. Güzel kokulu. muanede : (Anud. dan) İnad etme, ayak direme. muanid : İnadcı. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen. muanik : (Unk. dan) Birbirinin boynuna sarılan, kucaklaşan. ◊ Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan.muanne : Muhâlefet etmek, karşı gelmek. muannid : İnadcı. Muânid. muannif : Ta'nif eden. Şiddetle azarlayan. muanven : İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı. muar : Ödünç alınmış olan mal. muaraza : Bir şeyden yan verip sapmak. * Biri ile yarışmak. * Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi. muare : Zarar etmek. muarefe : Karşılıklı görüşme ve tanışma. * Gr: Nekre olmayan kelime. Muayyen ve harf-i târifli olmak. (Bak: Lâm) muarekat : (Muâreke. C.) (Ark. dan) Vuruşmalar, savaşlar, kavgalar. muareke : (C.: Muârekât) Kavga. Vuruşma. Muharebe. Döğüşme. muariz : Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen. (Bak: Münâkaşa) muarizîn : (Muârız. C.) Muârızlar, muhalifler. Karşı gelenler. muarra : Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak. muarreb : Arablaştırılmış. Arablaşmış. muarref : Târif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Belli. Bilinen. * Gr: Harf-i târifli kelime. * Mat: Sınırlı. Hududlu. muarres : Çömlek koyacak yer. Gecenin geç vakitlerinde inilecek yer. muarrif : Târif edici. Anlatıcı. İzah edip bildirici. Tanıtan. Tercüman. muarrifân : (Tesniye şeklindedir) İki tarif edici. * f. Tarif ediciler. Muarrifler. muarrik : (Arak. dan) Tıb: Terletici ilâç. muarriye : Hekim bıçağı. muarriz : Dokunaklı söz söyliyen. muaşaka : Sevişme. Ziyadesiyle arz-ı muhabbet etme. Birbirini sevme. Karşılıklı aşk ve muhabbet. muasame : Hıfzetmek, korumak. muasara : (Muâsarat) (Asr. dan) Muâsır olma. Aynı asır ve zamanda yaşama. muasat : İtâatsizlik etme. Baş kaldırma. İsyân etme. muasere : Fakirlik. * Zorluk, güçlük. muaşere : Karışmak. muaşeret : Birlikte yaşanılanlar. * Sünnet dâiresinde insanlarla iyi münâsebet. muasfer : Usfur ile boyanmış nesne. muasî : İtaatsiz, isyan eden, baş kaldıran. muaşik : (Işk. dan) Seven, âşık olan. Muhabbet eden. muasir : Bir asırda yaşayanlardan herbiri. Hem asır olan. Aynı devirde yaşayan. muaşir : Muâşeret eden ve birbiriyle iyi geçinir olan. muaşirân : (Muaşir. C.) Muaşirler. Birbirleriyle iyi geçinen kimseler. muasirîn : (Muasır. C.) (Asr. dan) Aynı asırda yaşayanlar. Bir asırda yaşamış olanlar. muasker : (Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer. muassel : İçine bal katılmış. Ballı. muaşşer : (Aşr. dan) Onlu, onluk. On kısma bölünmüş. * Edb: Onar mısralık bendlerden teşekkül eden manzumeler. muaşşeş : Ağaçlarında kuş yuvası çok olan yer. muaşşir : (Aşr. dan) Ondalıkçı. Öşürcü. Aşar memuru. muatat : Birbirine atâ etmek, karşılıklı hediyeleşmek. * Vermek. muateb(e) : Azarlanılan. Tekdir olunan. Azarlanmış. * Paylamak, çıkışmak. muatib : (İtâb. dan) Tekdir eden, paylıyan, azarlıyan. muattal : Tatil edilmiş. Kullanılmaz olmuş. Battal edilmiş. Terkedilmiş. * İşsiz. Tenbel. muattar : Itırlı, kokulu. * Güzel kokulu bir lâle çiçeğinin adı. muattil : Atıl bırakan. İşsiz eden. İşe yaramaz hâle getiren. muattila : Boş bırakılmış. Atâlete atılmış. * Hâlık'a itikat etmeyen. (Bak: Ta'til) muattis : (Ats. dan) Aksırtan, aksırtıcı. muattiş : (Atş. dan) Susatan, susatıcı. muâvaza : İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile More…muâvazaten : Değiş yapma ile. İki tarafın da rızası dâhilinde değiştirme ile. * Hileli, dalavereli. muavede(t) : (Avdet. den) Dönüş, geri dönme, avdet etme. * Adet edinme. muaveme : (Ağaç) bir sene meyve verip, bir sene vermeme. * Bir seneliğine tutma. muavenat : (Muâvenet. C.) Muâvenetler, yardım etmeler. muavenet : Yardımcılık. Yardım. Teâvün. muavid : Geri dönen, avdet eden. muavin : Yardımcı. Yardım eden. Vekil. * Mekteblerde ve resmi dairelerde müdürden sonra gelen idare memuru. muaviye : Tilki eniği. muavvak : (Avk. dan) Ta'vik edilip geriye bırakılmış iş. muavvec : (İvec. den) Eğik, eğri, eğilmiş. muavvez : Gerdanlık. Nazarlık. Nüsha geçirilecek yer. * Evin etrafındaki mer'a. muavvik : Ta'vik eden. Geriye bırakan. Oyalanan. muavvizat : (Bak: Felak) muayede : (Îd. den) Bayramlaşmak. muayene : Zâhir ve âşikâre olmak, görünmek, belli olmak. * Gözden geçirme, yoklama, kontrol etmek. muayenehane : f. Hekimlerin, hastaları muayene ettikleri yer. muayere : Ayarlama. muayeşe : Beraberce hoşça geçinme. muayin : (Ayn. dan) Kat'i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan. muayyeb : (C.: Muayyebât) (Ayb. dan) Ayıplanmış. muayyebat : (Muayyeb. C.) Ayıp ve iğrenç şeyler. muayyen : Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış. muayyin : (Ayn. dan) Tâyin eden, belirten, belirtici. muazade : Yardım etme. muazale : Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme. * Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama. * Sözde kelimeleri tekrarla kullanma. muazere : İnadlaşmak. * Yardımlaşmak. * Birbirinden kaçmak. * Ekin kuvvetlenmek. ◊ Ma'zeret, özür dileme.muazid : Yardım eden. muazzam : Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca. muazzamât : Büyük ve ağır işler. Muazzam şeyler. muazzeb : Eziyet çeken, azap içinde bulunan. Sıkıntıda kalan. muazzef : Nefsin arzularını terkeden, zühd sâhibi. muazzel : Ayıplanmış, ta'zil edilmiş. Azarlanmış, paylanmış. muazzez : Çok aziz. Muhterem. Çok sevgili, kıymettâr, izzetlendirilmiş. muazzezen : İzzet ve ikram ile, ikram olunarak, ağırlanarak. muazzi : Sabredici. muazzib : Ta'zib edin, azapla eziyet veren. muazzir : (Özür. den) Ta'zir eden, sahte özür süren. mubadil : (Bak: Mübâdil) mubah : (İbâhe. den) İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey. mubahase : (Bak: Mübâhese) mubahat : (Mubah. C.) Mübahlar. Günahı, sevabı olmayan, işlemesi ne haram, ne de helâl olan şeyler. mubahhal : Cimri, tamahkâr, pinti. mubahhar : Tütsülenmiş. * Buhar hâline gelmiş, buharlanmış. mubarek : (Bak: Mübârek) mubareze : (Bak: Mübâreze) mubasara : Görme yarışına çıkma. İki kişinin, 'hangimiz evvel görüyor' diye bir yere bakması. mubaşeret : (Bak: Mübâşeret) mubassir : Gözetici, bekleyici, bakıcı. * Eskiden gümrüklerde muhafaza memuru ve mektebte talebenin inzibatına bakan memur. mubataşa : İki kişi elleriyle birbirlerini kucaklamağa çalışma. mubattin : Kin tutan, hased eden. * Karnı zayıf ve içine çökük olan. mubemu : f. Tel tel, kıl kıl. Birer birer. İnceden inceye, çok dikkatle. mubend : f. Saç bağı. mubid : Zerdüşt. Mecusi din adamı. * Tedbirli, akıllı adam. mubik : (C.: Mubikat) Helâk edici. * İsyan. * Büyük günah. mubikat : (Vebk. den) Helâk edici şeyler. Mühlik. mubsir : Görücü, gösterici, görünen, bilici, bildirici, vazıh ve âşikâr. * Mantık. Kelâm ve seyrin mutediline denir. mubsirât : (Mubsır. C.) Görünenler, görünen âlem. mubtal : İptal edilmiş. mubtil : İptal eden. muceb : İcâb etmiş, lâzım gelmiş. Bir söz veya emrin icâb ettiği şey, netice. * Büyük bir memurun, kendisine sunulan evrakı tasdik için ettiği işaret. mucer : (Ecr. den) Kiraya verilmiş olan şey. mucez : (İcaz. dan) İcaz yoluyla. Muhtasar ve mücmel bir tarzda. Kısaca. mucî : (Vecâ. dan) Acıtan, ağrıtan. muci' : (Vecâ'. dan) Elem ve acı veren. mucib : (Mucibe) İcâb eden, lâzım gelen. * Bir şeyin peydâ olmasına vesile ve sebep olan. Gereken. Gerektiren, lâzım gelen. mucîb : (Cevab. dan) İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevaplandıran. mucibat : (Mucib. C.) Sebepler. mucid : Yeni bir şey icad eden, meydana getiren, bulan. * Yaratan. Yoktan var eden. muçine : f. Cımbız. mucir : (Ecir. den) İcar eden, kiraya veren. (Bak: Mücir) muciz : Kısa. Muhtasar. Özlü. Az sözün çok mânâ ifâde edeni. mucîz : İcâzet veren, izin veren. muda' : Fık: Emâneten kendine bir şey bırakılan kimse. * Serkeş ve oynak olmayıp, mazlum ve sâkin olan at. mudarebat : (Mudarabe. C.) Mudarebeler, döğüşmeler, vuruşmalar. mudarebe : (Darb. dan) Döğüşme, vuruşma. * Bir taraftan sermaye diğer taraftan emek ile kurulan ticaret şirketi. mudarib : (Darb. dan) Döğüşen. Birbirlerine vuran. mudcer : (Ducret. den) Sıkıntılı olan. Sıkılmış. mudcir : (Ducret. den) Sıkıntı veren, sıkan, gamlandıran. mudga : Et parçası, bir çiğnem et. mudhak : Kendisine gülünen. Soytarı. Gülünç hâle düşen. mudhik : Güldürücü, güldüren, maskaralık ederek halkı güldüren. mudhikât : (Mudhike. C.) (Dıhk. den) Gülünecek şeyler. Mudhikeler. mudhike : Gülünç şey, gülünecek hâl. Komedya. mudî : Işık verici, parlak ve ruşen olan. mudi' : Fık: Malının muhâfazasını başkasına emânet ve havâle eden. mudîk : (Bak: Muzîk) mudill : İdlâl edici, yoldan çıkaran, eğri yola teşvik edici. mudille : (Dalâlet. den) Baştan çıkaran, azdıran, doğru yoldan saptıran. mudiyyen : Giderek, geçerek. mufad : (Bak: Müfad) mufadala : (Bak: Mufâzala) mufaddel : Faziletlendirilmiş, diğerlerinden ayrıca fazilet itibarıyla temayüz etmiş, yükselmiş. mufaddil : Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren. mufaddilîn : Faziletliler. Yüksek ve büyük zatlar. mufahham : Büyüklük kazanmış, kerem sahibi, itibarlı, azim, büyük. ◊ (Fahm. dan) Kömürleşmiş, kömür halini almış.mufarakat : Ayrılık, ayrılmak. mufarrit : (Fart. dan) Kusur yapan, eksik işleyen. Aşırı giden. mufasala : Ayrılma. mufassal : Tafsilli, tafsilâtlı, izahlı. Geniş mâlumatlı, kısımlara ayrılıp anlatılmış. mufassalan : Geniş, izahlı olarak. Tafsilâtlıca. Kısımlara ayrılıp anlatılmış olan. mufassil : Kısımlara ayrılan, fasıl fasıl ayıran, adalet eden. mufavvaz : Yapılması ısmarlanmış. mufavviz : Bir kimseye bir vazifeyi veren. Yapmasını ısmarlıyan. mufaz : Çok, bol. Bereketli, feyizli. mufazala : Fazilet ve meziyetle birbiri ile yarışma. mufazzal : (Fazl. dan) Başkalarına üstün tutulmuş. Tafdil edilmiş. mufazzaz : Gümüş kaplamalı, gümüşlü. mufazzih : Rezil eden. mufî : İfa eden, ödeyen, yerine getiren. mufsih : Fesâhetle ve düzgün olarak konuşan. muftir : (Fıtr. dan) Oruç açan, iftar eden. mug : (C.: Mugan) Mecusi. Ateşperest. Ateşe tapan. Zerdüşt dininde olan. mug-beçegân : (Mugbeçe. C.) f. Mecusi çocukları. * Meyhâne çırakları. mug-kede : f. Meyhane. * Ateşe tapanların ibadethanesi. mugabber : Tozlu nesne. mugabene : (Gabn. dan) İki taraf birbirini aldatma. mugabese : Karıştırmak. mugaddî : (Mugazzi) Gıdalı, besleyici, gıdası çok, faydalı. mugadere : (Mugaderet) Bırakmak, salıvermek. mugafaza : Ansızdan tutmak. mugalaka : Diğerleri karışmayarak iki kişinin atlarıyla yarışması. mugalata : (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji. * Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır. mugalatat : (Mugalata. C.) Safsatalar. Demagojiler. Mugalâtalar. mugalaza : Düşmanlık, husumet, adâvet. mugalebe : Üstün olmağa, galib gelmeyeğe çalışmak. Birisine galib gelmek. mugalgal : Haber. mugallat(a) : (Galat. dan) Yanlış telâffuz edilmiş. mugalleb : Defâlarca mağlup olan kişi. mugallî : (Galeyân. dan) İyice kaynatılmış. * Ihlamur, papatya gibi çiçeklerin kaynatılmış suyu. mugamere : (Ga, uzun okunur) Nefsini zorluğa ve şiddete zorlama. mugamese : Suya daldırışmak, birbirini suya daldırmak. mugameze : Birini göz işaretiyle zemmetme. mugamir : Nefsini tehlikeye koyan kişi. mugammed : (Gamd. dan) Örtülü, kılıflı. Kınına konmuş. mugammer : İşten anlamıyan bön kimse. mugan : (Mug. C.) f. Mecusiler, ateşe tapanlar. Zerdüştler. mugane : Ateşe tapan mecusilerin âyini. mugannî : Nağmeli ve çeşitli sesle okuyan, ahenkle okuyucu. * Hoş sesle öten. muganniye : Şarkıcı kadın. mugar : Düşman üzerine hücum etmek. mugarrak : (Gark. dan) Suya daldırılmış. * Gümüşle süslü. mugarrid : Pek güzel öten kuş. * Yüksek sesle nefse hoş gelen şarkılar söyliyen. mugas : Yaban narının kökü. mugasmer : Kaba dokunmuş kötü bez. mugassas : Kalıba dökülmüş. mugaşşî : (Gaşy. den) Bayıltıcı, bayıltan. mugattî : Perdelenmiş, örtülmüş. Üstü örtülü. mugavele : Bir kimseyi azdırıp yoldan çıkarmak. * Helâk etmek. mugavere : Yağma, çapul. mugayebe : Kaybolma. * Bir kimseyi arkasından zemmetme. Gıybet etme. mugayeret : (Gayr. den) Aykırılık. Uymazlık. Başka türlü olma. mugayir : Aykırı. Uymaz. Zıd. Başka türlü. mugaylan : Çölde yetişen bir nevi dikenli çalı. Deve dikeni. mugaylangâh : f. Dünya. mugaylanzar : f. Dünya. * Deve dikeni biten yer, dikenlik. mugayyeb : (C.: Mugayyebât) (Gayb. dan) Kayıp. Kaybedilmiş. mugayyebat : (Magibât) Zâhir duygularla bilinmeyen, bizce gaip olan, bilinmeyen şeyler. mugayyebe : Gizli şey. Görünmeyen ve saklı olan nesne. mugayyer : (Gayr. dan) Değiştirilmiş, başkalaştırılmış. Tağyir edilmiş. mugayyir : Tağyir eden, değiştiren. mugazane : Gözün yanlarında olan büklüm. mugazebe : Karşılıklı olarak birbirini kızdırıp gazaba getirme. mugazele : (Ga, uzun okunur) Aşıkane şakalaşma, lâtifeleşme. mugazib : Gadap etmek, kızmak, hiddetlenmek. mugbeçe : (C.: Mugbeçegân) f. Meyhaneci çırağı. * Mecusi çocuğu. mugber : (Gubar. dan) Gücenmiş, darılmış, küskün. * Tozlanmış, tozlu. mugbir : Gücenmiş. İğbirar sahibi. * Toz koparan. mugf : Uyuyan. mugfel : (Guful. den) Aldatılmış, iğfâl olunmuş. Kandırılmış. mugfil : Aldatan, iğfal eden. mugidd : Gadap edici, kızgın, hiddetlenici. mugîs : Yardım eden, yardıma koşan. Medet edici. Muin. mugişş : Birisini fenalığa bırakan, aldatan. muglak : (Galak. den) Kapalı, kilitli. * Anlaşılmaz, çapraşık söz. muğlakat : (Muğlak. C.) Kapalı ve anlaşılması zor olan şeyler. muğlakiyyet : Muğlak olma hali. Anlaşılmazlık. mugliyy : Kaynamış çiçek, papatya veya ıhlamur suyu. mugnat : İhtiyaç. mugnî : Def'edici, kovan. * Zengin eden, müstağni kılan. * Doyuran gönlünü tok eden. mugrak : (Gark. dan) Batmış veya batırılmış (suya). Gark edilmiş. mugre : Bulanıklık. mugrem : Âşık, tutkun. mugremun : Ağır borca uğratılmış olanlar. mugrib : Anka kuşu. mugrîl : şişmiş maktul. mugşa : (Gaşy. den) Bürünmüş, örtülmüş. mugtab : Gıybet söyleyici, gıybet eden. mugtanem : Ganimet olarak alınmış olan, alınan. mugtasib : Gasb eden, zorla alan. mugtebit : Gıbta olunmuş, hâli iyi olan kimse. mugtedî : (Gıda. dan) Gıda alan, gıdalanan. Beslenen. mugtelim : Hırs ve şehveti çok olan. mugtemiz : Gammazlıyan. mugtenem : (Ganimet. den) Ganimet olarak alınmış. mugtenim : Ganimet olarak alan. Bedava alan. Ganimet bilen. mugterib : (Gurub. dan) Batan, gurub eden. * Gurub. * (Gurbet. den) Gurbete giden. Gurbete çıkan. mugterif : Elini daldırarak avucuyla su alan. mugterik : Batan, suda boğulan, garkolan. mugtesil : (Gusl. den) Yıkanan, gusleden. mugve : (C: Mugveyât) Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp ağzını örttükleri kuyu. mugzib : (Gazab. dan) Gazaba getiren, kızdıran. muhab : Kendisinden ürkülüp korkulan. muhaba : Korku, perva, havf, çekingenlik. muhabbet : Sevgi, sevme. * Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye meyletmesi. muhabbetdarane : Muhabbete yakışır şekilde. muhabbetkâr : Muhabbetli, sevgi gösteren. muhabbetname : f. Sevgisini bildiren yazılı kâğıt. Aşkını bildiren yazı. muhaberat : Muhabereler. Haberleşmeler. Haberleşme yapan dâireler. muhabere : Haberleşme. Karşılıklı birbirine haber verme. muhabere memuru : Telgrafçı. muhabir : Haber veren, haberci. * Gazeteye havadis gönderen kimse. muhacat : (Hecv. den) Birbirini hicvetme. Karşılıklı olarak birbirlerini yerme. ◊ Bilmece hususunda birbiriyle zekâ yarışına çıkma.muhacce : (Hüccet. den) İddiâ edip münakaşa ederek deliller ve hüccetler gösterme. İsbatlar gösterme. muhacceb : Perdelenmiş, tecrid edilmiş. Perde ile ayrılmış. muhaccel : Ayağı sekili, beyazlı at. * Gerdeğe konulmuş. muhaccil : (Haclet. den) Utandıran, tahcil eden. muhacemat : Hücumlar, üşüşmeler. Her taraftan ve birden hücum etmeler. muhaceme : Hücum etme, saldırma. muhacerat : Göç etmeler, hicretler. Muhacirlik. muhacere : Birbirini men'etmek, birbirine engel olmak. muhaceret : (Hicret. den) Hicret etme, göç etme, göçme. muhacet : (Hecv. den) Karşılıklı olarak birbirini hicvetme, yerme. muhaceze : Fısıldamak. muhacim : Hücum eden, saldıran. muhacimîn : (Muhâcim. C.) Hücum edip saldıranlar, üşüşenler. muhacir : Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen. * Mc: Allah'ın yasak ettiğinden uzaklaşan. muhacirîn : Göç edenler, hicret edenler. İslâmiyetin ilk zuhurunda İslâm olanlardan Mekke'den Medine'ye hicret eden sahâbeler. (Bak: Ensar) muhadaa(t) : (Had'. dan) Aldatma, hile yapma, oyun etme. muhadat : Hediyeleşmek. Karşılıklı olarak hediyeler vermek. muhadda' : Aldana aldana bilgi ve tecrübe sâhibi olan. muhaddab : Boyanmış. muhaddar : Yeşil renkle boyanmış. Rengi yeşil yapılmış. muhadde : (Hadde. den) Bilenmiş. * Sınırlanmış, belirlenmiş, hudutlandırılmış. ◊ Muhâlefet, uyuşmazlık.muhaddeb : Kamburlu, tümsekli, üstü yumru olan. Dürbin camı gibi yumru olan. muhadded : Sınırı belirtilmiş olan. Sınırlanmış, tahdid edilmiş. ◊ Eti buruşmuş olan.muhadder : (Muhaddere) Kapalı, örtülü. * Nâmuslu müslüman kadını. muhaddes : Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirlimiş. Sadık-ül hads olan kimse. * Her zan, tahmine feraseti isabetli olan. * Nakil ve rivayet edilmiş olan. muhaddid : Keskinleştirici, bileyici. * Sınırlıyan, sınırını tâyin eden. Tahdid eden. Hududlandıran. muhaddir : Şişiren, kabartan. muhaddir(e) : Uyuşturucu ilâç. muhaddirat : (Muhaddire. C.) Uyuşturucu ilâçlar. muhaddis : Hadis ilminin bir çok usul ve füruunu bilen zât. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hâl ve sözlerini bize nakleden ve hadis ilminin mütehassısı. muhaddiş : Kulağı tırmalıyan. Tahdiş eden. muhaddisîn : Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler. (Bak: Hâfız) muhadea : Aldatmak, hilecilik, oyun etmek. muhademe : Hizmet etmek. muhadenet : Yakın ahbablık, samimiyet. Dostluk. ◊ Barışma. * Veda etme.muhadere : Sür'at etmek. muhadese : (Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme. muhadeşe : Tırmalama. Sıkıntı ve zahmet verme. muhadi' : (Had'. dan) Aldatan, kandıran. Hile eden, oyun yapan. muhadiane : f. Aldatarak, hile yaparak. muhadiş : Zahmet, ıztırab ve sıkıntı verici. Tırmalayıcı. muhafaza : Zarar ve ziyandan sakınıp korumak. * Himâye ve hıfzetmek. Gözetlemek. * Bir şeye devamlı olmak. muhafazakâr : f. Koruyucu. * Dinî amel ve işlere muhabbet eden. Dinî inanışında sağlam olan ve değiştirmeden muhafaza eden yüksek ve sâdık insan. muhafazat : Muhafızlık, koruyuculuk. muhafete : Söyleme, yavaş okuma. muhaffef : Hafiflendirilmiş, hafif edilmiş olan. muhaffif : (Hıffet. den) Hafifleten, hafifletici. muhafiz : Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bekçi. muhafizîn : (Muhafız. C.) Muhafızlar, bekçiler. Bir yeri koruyup bekleyen kimseler. muhaha : Kemikten çıkan nesne. muhak : (Mahâk - Mihâk) Her arabi ayın son üç gecesi. muhakat : Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek. * Birbirine hikâye söylemek. ◊ Bir kimseyi ahmak yerine koyma.muhakemat : (Muhakeme. C.) Muhakemeler. muhakeme : (C.: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafın mahkemeye baş vurması. * İki tarafı dinleyip hüküm vermek. * Düşünmek. * Zihinde inceleme yapmak. * More…muhakî : Benzeyen, benzer olan. muhakka : Çekişme. * Hak iddia etme. muhakkak(a) : (Hakk. dan) Hakikatı ve gerçeği belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. * Mutlaka ne olursa olsun. muhakkar : Hakir görülen. Hakarete uğramış. muhakkik : Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan. * Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi. muhakkikane : f. Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde. muhakkikîn : Hakikatı bulup meydana çıkaranlar. * İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri. muhakkir : Hakir gören, zelil ve hor gören. muhakkirâne : f. Tahkir edercesine. Hakarette bulunurcasına. muhal : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. muhalaa : (Muhâlaat) Birbirlerinden resmen ayrılma (karı-koca.) muhalat : (Muhal. C.) Mümkün olmayanlar. Muhaller. Muhal ve bâtıl olan şeyler. muhalata : (Halt. dan) Karışma, güzel uyuşma, anlaşma. muhalatât : Güzel anlaşmalar, karışmalar, uyuşmalar. muhale : Dostluk, sadâkat. muhalebe : Beraberce süt sağmak. muhalefet : Kabulsüzlük. Karşı durma. Uyuşmazlık. Zıt gitmek. Zıddiyet. Muvafık olmamak. muhalese : Bir şeyi alıp kaçmak. muhaleset : (Hulus. dan) Birbirlerine iyi muamele etme. Birbirleriyle dostça geçinme. muhalhil : Havayı hafifleten. muhalib : Süt sağan. * Devrin hayır ve şerli işlerini tecrübe eden. muhalif : Uymayan. Birbirine benzemiyen. Birbirine zıt olan. * Başka şekilde düşünen. * Karşı duran. ◊ Yardımcı.muhalifîn : Muhalif olanlar. Muhalifler. muhalla : Tahliye olunmuş. Boşaltılmış. * Serbest bırakılmış. ◊ Süslenmiş. Süs yapılmış.muhallak : Tıraş olmuş. * Hacıların Mina'da tıraş oldukları yer. muhallasa : Mevruz otu denilen bir nevi ot. muhalleb : Nakışı ve güzelliği çok olan elbise. * Cam. * Aldanmış. muhalled : (Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan. muhalledat : (Muhalled. C.) Dâimî olarak kalacak şeyler. * şâheserler. muhalledîn : (Muhalled. C.) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler. muhalledûn : Bâki ve dâimî olanlar. * Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar. muhallef : Bir ölünün bıraktığı mal. * Geride kalan. muhallefat : (Muhallefe. C.) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât. muhallefe : Ölen bir adamın dul kalan karısı. muhalles : Kurtarılmış. Tahlis olunmuş. muhallî : Süslendiren, yaldızlayan. ◊ Boşaltan. Tahliye eden.muhallid : (Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan. muhallik : Tıraş eden. * Tıraş olan. muhallil : (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden. * Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.) * Tıb: Şişlere, More…muhallim : Halim selim eden. Yavaş kılan. (Öfkeli birisini) yumuşatan. muhallis : (Halâs. dan) Kurtaran, halâs kılan, tahlis eden. muhallit : (Halt. dan) Karıştıran, tahlit eden. muhalün aleyh : Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs. muhalün bih : Fık: Birine havale olunan mal. muhalün leh : Lehine gönderilen' Alacaklı olan kişi. muhamat : Korumak. * Avukatlık etmek. * Birinden birşeyi def etmek. muhamere : Karışmak. * Gizlemek. muhamese : Fısıldaşma. muhamî : Avukat. * Himaye eden. muhammat : Kızdırılmış nesne. muhammed : Pek çok tekrar tekrar övülmüş, medhedilmiş meâlinde bir isim olup ilk olarak Peygamberimize (A.S.M.) verilmiştir. muhammed suresi : Kur'an-ı Kerim'in 47. Suresi olup Kıtal Suresi de denir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. muhammedî : Hz. Muhammed'e (A.S.M.) mensub olan. Müslüman. muhammediyyun : Müslümanlar. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) ümmetinden olanlar. muhammen : (Hamn. den) Tahmin edilen. Ortalama olarak bir değer kabul edilen. Sanılan. muhammer : (Himâr. dan) Kendine eşek denilmiş. Eşeğe benzetilmiş. Tahmir olunmuş. ◊ (Hamr. dan) Mayalanmmış, ekşiyip kabarmış. * Yoğurulmuş.muhammere : Başı beyaz, cesedi siyah olan koyun. * Örtülmüş nesne. muhammes : Beşli. Beş katlı. Tahmis edilmiş. * Edb: Her bendi beş mısrâlı olan manzume. * Birbiri ardından gelen ve kapalı olarak uç uca eklenmiş beş kenarın meydana getirebileceği çeşitli şekillerden More…muhammez : (Hamz. dan) Oksitlenmiş, paslanmış. muhammin : Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper. muhammir : (Hamr. dan) Tahmir eden. Mayalayan. Ekşitip kabartan. Yoğuran. ◊ Kızdırıcı ilâç.muhammis : Mısır, kahve gibi şeyleri kavuran veya kavurarak satan kimse. * Tava. muhan : Kendine ihanet olunmuş. * Alçak kimse. muhanna : Çarpık, bükük, eğri. * Kınalanmış. muhannes : Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı. * Korkak. Nâmerd. Kalleş. muhannet : Mumyalanmış, tahnit edilmiş. muhannit : Mumyalayan, tahnit eden. muharebat : (Muhârebe. C.) (Harb. den) Harpler, muhârebeler. Harbetmeler, savaşmalar. muharebe : (C.: Muharebât) Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal. muharece : Parmaklarıyla hesap edip taksim etmek. muharede : Men'etmek, engel olmak. muharef : Fakir. muhareşe : Kışkırtma, halkı birbirine düşürme. muharese(t) : (Hirâset. den) Muhâfaza, koruma. muhareze : Saklamak. muharib : Harbeden. Cenkci. Cengâver. * Cesur. Atılgan. Kahraman. * İyi harbeden. Harb usullerini iyi bilen. muharibeyn : İki savaşçı, iki cengâver, iki muhârib. muharrak : (Harik. den) Yakışmış, yanmış. Tahrik olunmuş. muharrece : Boynunda tasması olan köpek. muharref : (Harf. den) Tahrif edilmiş. Değiştirilmiş. kalem karıştırılmış. Bozuk. İfsâd ederek tahrib edilmiş. muharrefat : (Muharref. C.) Tahrif edilmiş ve değiştirilmiş şeyler. muharrem : Arabi ayların başı, birincisi. * Haram edilmiş olan. * Bu muharrem ayında Müslümanlıktan evvel Arablar arasında muharebe yasaktı. Bundan dolayı bu isim verilmiştir. * Haram kılınmış, tahrim More…muharremât : Haramlar. Haram edilen şeyler. Dinimizce helâl olmayan şeyler. muharrer : Tahrir olunmuş. * Yazılmış. Yazılı.Muharrer : İyice azadlanmış, tam hürriyetine kavuşturulmuş demektir. muharrerât : Yazılı şeyler. Yazılmış kâğıtlar. Mektuplar. muharrib : Tahrib eden. Harâb eden. Yıkan. Bozan. Perişan eden. muharribîn : (Muharrib. C.) Yıkıp yok edenler. Harab edenler. muharric : (Bak: Tahric) muharrif : Tahrif eden. Bozan. Silen. Hilecilik yapan. muharrik : (Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan. * Çok susatan, çok harâret veren. * Yakıp yıkan. ◊ Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran.muharrike : Hareket veren duygu. muharrir : Yazan. Tahrir eden. Kâtib. Kitab te'lif eden. Gazetede yazı yazan. muharrirîn : (Muharrir. C.) Muharirler, yazarlar. Eser sâhipleri, müellifler. muharris : Hırslandıran. Tamah ve hırsı artıran. muharriş : Tırmalayan, azdıran, tahriş eden. muharrisâne : f. Hırslandırırcasına. muharrit : İshâl verici bir ilâç. muharriz : Kışkırtan. Teşvik ve tahriz eden. muhaş : Yanmış nesne. muhasama : (Muhasamet) (C.: Muhâsamât) Muhalefet. İki taraf arasındaki düşmanlık. Birbiri ile çekişmek. Birbirine husumet etmek. muhasamat : (Muhasama. C.) Düşmanlık. İki taraf arasındaki husumet. muhasamet : (Bak: Muhasama) muhasara : Bir kişinin, diğer kimsenin elini tutup yürümesi veya ellerini birbirinin kuşağına sokup yürümeleri. ◊ Etraftan çevirmek. Kuşatmak. Düşmanı etraftan sarmak. Abluka etmek.muhasebat : (Muhasebe. C.) Hesap işleri, hesap görme işleri. Hesap dâireleri. muhasebe : Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam. muhasede : (Hased. den) Birbirini çekememe, hased etme, kıskanma. muhasib : Hesab eden. Hesap işi ile uğraşan. Muhasib. muhasim : Düşmanlık eden. Düşman olan taraflardan biri. Hasım olan. Birbirini dâva edenlerden her biri. Karşı tarafı tutan. muhasimeyn : Bir dâvâ veya çekişmede birbirine karşı olan iki kimse. muhasimîn : (Muhasım. C.) Düşmanlar, muhasımlar. muhasir : (C.: Muhasırîn- Muhasırûn) (Hasr. dan) Etrafının kuşatıp saran. Muhasara eden. muhasirîn : (Muhâsır. C.) Muhasara edenler, etrafını kuşatanlar. muhasirûn : (Muhasırîn) Düşmanı etraftan kuşatanlar. Muhasara edenler. muhaşşa : Hâşiye yazılmış. Tahşiye olunmuş. muhassal : Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Hâsıl olmuş bulunan. Toplanılmış, cem'olunmuş. Hülâsa. Sözün kısası. muhassala : (Husul. den) Elde edilen netice, hâsıl olan sonuç. * Fiz: Bileşke. muhassan : (Hısn. dan) Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlandırılmış. muhassas : Birine âid kılınmış. Tahsis edilmiş. Has kılınmış. Ayrılmış. Tâyin edilmiş. muhassasat : (Muhassas. C.) Devlet bütçesinden, devlet dâireleri için ayrılan para. * Bir kimseye verilmiş olan maaş veya tayın. muhaşşem : Sarhoş, mest. muhassenat : (Muhassene. C.) Üstünlük sebepleri. * Güzel, hayırlı ve faydalı işler. muhasser : Hasret kalmış, tahsir olunmuş. muhaşşi : Hâşiye yazan. Hâşiyeliyen. muhaşşî : (Haşyet. den) Korkutan, ürküten. muhaşşi' : Kibirli bir kimsenin kibir ve gururunu kıran. muhaşşid : Tahşideden. Bir yere toplayan. muhassil : Husule getiren. Hâsıl eden. Meydana getiren. ◊ Sütü çok emdiğinden hasta olan çocuk.muhaşşim : Keskinliği dolayısıyla sarhoş edici şey. muhassin : Kale gibi mahfuz ve sağlam kalan ve kendini haramdan koruyan. (Bak: Muhsın) ◊ (Hasen. den) Güzelleştiren, güzellik veren.muhaşşin : Öfkelendiren, kızdıran. Gücendiren. muhassir : Hasrette bırakan. * Mina ile Arafat arasında Muhassir vadisi. Ebrehe'yi mağlub eden Ebabil kuşlarının taş yağdırdıkları mevki. ◊ (C.: Muhassirîn) (Hasar. dan) Zarara More…muhassirîn : (Muhassir. C.) Zarar ve ziyan verdirenler. Hasara uğratanlar. muhassis : Tahsis eden. Has kılan. Hususileştiren. muhat : İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan. ◊ Burundan akan sümük. * Sümük gibi ve yapışkan cisim.muhatab : Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen. * Gr: İkinci şahıs. muhataba : Birbirine söz söyleme, hitabetme. * Mc: Çekişme. muhatabat : (Muhâtaba. C.) Konuşmalar. muhatara : Tehlike. Korkulacak hâle tutulmak. * Zarar. Ziyan. Korku. * Tehlike ve zarar ihtimali olan. muhatarat : (Muhatara. C.) Zararlar, ziyanlar, hasarlar. * Korkular. Tehlikeler. muhatib : (Hutbe. den) Birine söz söyliyen. Hitâbeden. muhattat : (Hatt. dan) Çizilmiş, resmi yapılmış. muhattata : İstasyon. muhattit : (Hatt. dan) Çizen, resmini yapan. muhavele : İsteme, taleb etme. Bir şeyi yapmaya girişme. muhaverat : (Muhavere. C.) Konuşmalar. Muhâvereler. Karşılıklı görüşüp konuşmalar. muhavere : (C.: Muhaverat) Konuşma. Görüşerek konuşma. muhaveze : Muhalefet, uyuşmazlık. muhavvef : Korkulu. Korkutulmuş. muhavvel : Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış. muhavven : Hâinleşen. Tahvin edilen. muhavvet : Etrafına sur ve duvar çekilmiş yer. muhavvic : Muhtaç edici. muhavvif : Korkutan. Korkutucu. muhavvifâne : f. Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle. muhavvil : Başka hâle koyan. Değiştiren. Tahvil eden. muhavvile : (Havl. den) Fiz: Elektrik cereyanını, akımını başka hâle koyan. Transformatör. muhavvit : Duvar çeken, tahvit eden. muhaya : Bölünemiyen bir şeyi nöbetleşe ve sıra ile kullanma. muhayee : Pay edilmesi ve bölünmesi mümkün olmayan bir şeyi sıra ile nöbetleşe kullanma. muhayene : Belirli bir zaman için kiralama. muhayya : Yüz, vech. muhayyeb : Yoksun bırakılmış, mahrum kılınmış. muhayyeben : Mahrum ederek. Yoksun bırakarak. muhayyel : Tahayyül edilmiş. Hayâl olarak düşünülmüş. Zihinde tasarlanmış. muhayyelat : (Muhayyele. C.) Hayâl edilmiş olan şeyler. Muhayyel olan şeyler. muhayyem : (Hayme. den) Çadırı kurulmuş ordugâh. * Kurulmuş çadır. * Çadırda yatan insan. Kamp yeri. muhayyemgâh : f. Ordu çadırlarının kurulduğu yer. Ordugâh. muhayyer : (Hayr. dan) Seçilmesi serbest olan. Seçmece. Beğenmece. muhayyib : Yoksun bırakan, mahrum kılan. muhayyibâne : f. Mahrum ve yoksun bırakırcasına. muhayyil : Tahayyül eden. Hayal kuran. Zihinde olmayacak şeyleri düşünen. muhayyile : Kuvve-i hayâliye. Hayâl kurma merkezi. Zihinde bulunan hayal kuvveti. muhayyir : İlmî şeyler arasında seçim yaparak beğenmeyi serbest eden. Muhayyer kılan. ◊ Hayret veren. Hayrette bırakan. Şaşkınlık veren.muhazah : Mukabele olmak, karşılık olmak. muhazane : Çocuklara şaşırtıp sevindirecek şeyler söylemek. muhazara : (C.: Muhazarât) (Huzur. dan) Hatırda tutulan şeyler. * Tarihi ve edebi fıkra ve hikâyeler anlatma. * Konferans verme. ◊ Yemiş olmadan henüz ham iken satmak.muhazarât : (Muhazara. C.) Akılda tutulan faydalı bilgiler veya hikâyeler. muhazat : Aynı hizâda bulunmak, karşı durmak, karşı olmak. ◊ Yüz yüze gelme, karşılaşma.muhazele : Hakirlik, aşağılık, rezillik. muhazere : Birbirini korkutmak. * İhtiraz etmek. * Uyanık olmak. muhazî : (Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel. muhazreb : Katı bükülmüş ip. muhazza : Birbirini tahrik edip bir işe kandırmak. muhazzab : Boyanmış, tahzib olunmuş. muhazzar : Yeşile boyanmış. Yeşil renk ile renklendirilmiş. muhazzi' : Saman ve ot kesmekte kullanılan bir çeşit ziraat makinesi. muhazzil : Alçaklık ve bayağılık içinde bırakan. Tahzil eden. ◊ Korkutucu.muhazzilâne : f. Alçaklık ve bayağılıkla. muhazzir : Tahzir eden. Sakındıran. Çekindiren. muhbir : Haber veren. Haberci. Haber toplayan. * Birisinin fenâlığını alâkadar makama haber veren. Jurnalcı. muhbit : Alçak gönüllü, mütevazi. Mütezellil. muhcen : Kısa boylu ve suyu az olan bir bitki çeşidi. muhda' (mihda') : Kiler. muhdar : (Muhzar) Hazırlanmış. * Amellerinin sâhifelerini müşâhede etmiş olarak. muhdec : İçine esvap koydukları küçük ev, kiler. * Azâsı noksan olan. muhdes : İhdas edilmiş. Sonradan meydana gelmiş, eskiden olmayan. * İlm-i Hâlde: Şer'î temizliği gitmiş, abdest veya guslü lâzım gelmiş olan. muhdî : (Bak: Mühdi) muhdis : Hâdiseye sebeb olan. İhdas eden. Yeni bir şey ortaya çıkaran. muheyh : Beyincik. muhfes : Seri, hızlı. muhh : (C.: Mihâh) İlik. * Beyin. * Cevher, madde. ◊ Yumurtanın sarısı. * Eskiyip köhne olmak.muhibb : Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen. muhibban : f. (Muhibbin) Dostlar. Muhabbet edenler. Sevilenler. Sevgi besleyenler. Bir kimsenin taraflıları. muhibbane : f. Severek. Dostça. Dosta yakışır surette. muhibbe : Kadın sevgili. Kadın dost. muhibbî : Muhibb ile alâkalı. * Kanuni'nin nazımda kullandığı mahlâs. muhîf : (Muhife) Korkunç. Korkutucu. muhikk : (Muhik) Haklı. Hakkı yerine getiren. Haklı olan. muhikkane : f. Haklı olarak. Haklı olmak suretiyle. İhkak-ı hak etmek suretiyle. muhîl : İhâle eden. Havâle eden. * Fık: Borcunu başkası ödemesi için havâle eden kimse. Başkasının borcuna nakleden. muhîlî : Hilekârlık. Sahtekârlık. Hile. muhill : (Halel. den) İhlâl eden. Bozan. Sakatlayan. Karıştıran. muhin : Zayıflatan, hor ve hakir eden. İhanet eden. muhiş : Korkutan, korku veren. muhîs : Zindan. muhiss : (Hiss. den) Hissettiren, duyuran. muhit : İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. * Etraf. Çevre. * Büyük deniz. Okyanus. * Mc: Büyük âlim. muhitat : (Muhit. C.) Çevreler, muhitler. muhkem : Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış. * Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz. muhkemat : Muhkem olanlar. Sağlam ve kuvvetli olanlar. * İçinde hüküm bulunan ve mânası açık olanlar. muhkim : Kuvvetleştiren, sağlam kılan, ihkâm eden. muhla : Ot biçecek âlet, orak. * Nalbantların tırnak yonacak âleti. muhled : Saçı ve sakalı geç ağaran kişi. muhles : İhlâsı dâimi olan. Devâmlı hâlis olan. ◊ Orta yaşlı kimse.muhlevlak : Düz kaypak nesne. muhlik : (Bak: Mühlik) muhlis : Hâlis olan. İhlâsı kazanmak için gayret gösteren, samimi ve itikadı doğru olan. Her hâli içten ve riyâsız olan. Katıksız. ◊ Saç ve sakalına kır düşmüş olan kimse.muhlisâne : f. Hâlisâne. Samimi olarak. Dostlukla. Riyâsızlıkla. muhlisen : Hâlis olarak. Muhlis olarak. muhmel : Tüylü ve saçaklı nesne. muhmid : Ateşin alevini bastıran. muhnak : (C: Mehânik) Zayıflamış davar. muhnik : (Hank. dan) Boğucu, boğan. muhnis : 'Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.' ◊ Birine verdiği sözü geri alan.muhraza : (C: Mehârız) Çöğen koyacak kap. muhrec : (Huruc. dan) Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş. * Bir şeyin sureti çıkarılmış. muhrenbik : Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse. muhrenşim : Azametli, kibirli kimse. * Zayıf ve rengi değişmiş kişi. muhrenzim : Gadaplı, hışımlı, kızgın. muhrez : Kazanılmış, elde edilmiş. * Sudaki balık, av hayvanları v.s. gibi, kimsenin malı olmayıp herkesçe faydalanılan bir şeyin ele geçirilmesi. muhrib : Harp gemisi. Torpidoları avlayan ve hızla giden bir nevi harp gemisi. ◊ Tahribeden. Yıkan. Muharrib. Harâb eden.muhribîn : (Muhrib. C.) Muhribler. Yıkıp yok edenler. Harâb edenler. muhrice : Çıkrıkçı. muhrik : Yakan. Yakıcı. * Çok acıtan. İhrak eden. muhrik-dem : f. Nefesi yakıcı olan. Âşık. muhriz : (İhraz. dan) Elde eden, kendi payına alan, kazanan. muhsan : Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse. muhsanat : (Muhsana. C.) Muhsan olan kadınlar. muhsane : Muhsan olan kadın. Temiz ve namuslu kadın. muhsar : (Bak: İhsar) muhsî : Sayı sayan. muhsin : İhsan eden, iyilik eden. Kerim. Cömert. * Allah'ı görür gibi O'na ibadet eden. ◊ Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.muhsinîn : (Muhsin. C.) Muhsinler. muhtac : İhtiyacı olan. Akşam evinde yiyeceğini bulamayacak derecede fakir olan. Bir şey kendine lâzım olan kimse. Bir eksiğini tamamlamak isteyen. Fakir. muhtacîn : (Muhtac. C.) Muhtaç kimseler. İhtiyaç sâhibleri. Fakirler, yoksullar. muhtaciyet : İhtiyaç sahibi olmak. Muhtaçlık, fakirlik, sefalet, yoksulluk. muhtal : (Hile. den) Hilekâr, dalavereci, hileci. ◊ Mütekebbir. Kibirli.muhtale : Hileci ve dalavereci kadın. muhtan : Kendisine hıyanet edilen kimse. * Hâin. Hıyanet eden. muhtar : İhtiyar eden. Seçilmiş olan. * Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür. * Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan More…muhtariyet : Muhtarlık. Kendi kendine hareket edebilme. İhtiyar ve iradesi kendi elinde olma. muhtasar : Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış. muhtasaran : Kısa olarak. Muhtasar olarak. Kısaltılmış tarzda. muhtasid : (Hasad. dan) Ekinci, çiftçi. İhtisâd eden, ekin biçen. muhtasim : Düşmanlık yapan. Adavet eden. Husumet eden. muhtasira : Kısaltma. Hülâsa. muhtass : (C: Muhtassin) (Husus. dan) Bir şeye veya bir kimseye ait olan. muhtassan : Ençok, bilhassa. Daha ziyâde. muhtassîn : (Muhtass. C.) (Husus. dan) Bir şeye mahsus olanlar, bir kimseye ait olan şeyler. muhtatib : Nikâhla isteyen. muhtatif : Göz kamaştıran. * Kapıp götüren. muhtazar : Hazırlanmış. * Ölüme hazır. muhtazi' : Boyun eğen. Tevâzu yapan. Alçak gönüllülük gösteren. muhtaziâne : f. Alçak gönüllülükle. Tevâzu ve mahviyetle. Boyun eğerek. muhtazib : Renklenen, boyanan. muhtazir : Can çekişen. muhtazirane : Can çekişiyormuşcasına. muhteba : 'Dizlerini yere dikip ellerini dizlerine kavuşturup oturan; dizlerini iple bağlayıp oturan kimse.' muhteber : Tecrübe ve imtihan eden, deneyen. muhtebes : (Habs.den) Hapsedilmiş. muhtebil : Delirmiş olan. muhtebir : Yoklayan, deneyen, tecrübe eden. * Sağlam haberi olan. İyice bilen. muhtebirâne : f. Yoklar ve denercesine. Tecrübe eder tarzda. muhtebis : Zorla alan. muhtebit : Gece vakti dilenen. muhtecib : Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen. muhted : (Hadd. dan) Hiddetlenmiş, kızmış. * Keskin. Keskinleşmiş. muhtedi' : Hilekâr. Dolandırıcı. muhtediâne : f. Hile ve dalaverecilikle. muhtefî : Gizlenen. Saklı, gizli. * İftira eden. muhtefid : Seri kesici olan. muhtekir : İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan. (Bak: İhtikâr) ◊ Hakir ve hor gören. Aşağı ve adi More…muhtekirâne : f. Vurgunculukla, ihtikârcılıkla. muhtekirîn : (Muhtekir. C.) İhtikâr edenler. Vurguncular. muhtelef : Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş. muhteli' : Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın. muhtelib : Hilekâr, aldatıcı, hile yapan, dalavereci. muhtelic : (Halecân. dan) (Kendi elinde olmıyarak) titreyen. muhtelif(e) : Çeşitli. Bir türlü olmayan. Birbirine uymayan. muhtelik : Yalancı. Yalan uyduran. ◊ Tıraş eden.muhtelim : İhtilâm olmuş. muhtelis : Beylik maldan çalan. Çalıp çırpan. muhtelisâne : f. Çalarcasına. Çalıp çırparcasına. muhtelit : Karışmış. Karışık. Karma. muhtell : Bozuk. Berbâd. Karışmış. İşgal ve ihlâl edilmiş. * İntizamsız. Nizamsız olmuş. * Fakir kimse. * Çok susuz kalmış olan. muhtemel : (Haml. den) Olabilir. Mümkün. Ümid edilir. Kabil. Me'mul. muhtemelat : (Muhtemel. C.) Olabilir ve umulur şeyler. İhtimâl dahilindeki şeyler. muhtemer : Mayalandıran. Ekşiyip kabartan. muhtemî : Perhiz yapan. İhtima eden. muhtemir : (Hamr. dan) Mayalanan. Mayalanarak ekşiyip kabaran. * Örtü ile örtünen. Yaşmaklanan. muhtenik : (Hank. dan) Nefes alamayıp boğulan. Boğuk. Boğulmuş. muhter : Yol, tarik. muhtera' : İcad edilmiş. İhtira' olunmuş. Uydurulmuş. muhteraat : Yeni icad edilmişler. Yeniden meydana çıkarılmış olanlar. İhtira' olunmuşlar. muhterem : Hürmet görmüş. İhtiram olunmuş. Kıymetli ve şerefli kimse. muhteri' : Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. Yeni bir şey meydana getiren. * Uydurma şeyler ortaya atan. Müfteri. muhteriâne : f. Yeni bir şeyler icad ederek. Yenilikler ortaya koyarak. * İftirada bulunarak. muhterib : (C.: Muhteribin) (Harb. den) Savaşan, harbeden, muhârib. muhteribîn : (Muhterib. C.) Harbedenler, savaşanlar, muhâribler. muhterif(e) : (Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri. muhterik : Ateşle yanmış olan. Yanan. muhteris : İhtiras sahibi. Çok fazla hırslı istiyen. ◊ (Muhteriz) Sakınan. Çekinen. Çekingen.muhteriz : Sakınan. Çekinen. Çekingen. muhterizâne : f. Sakınarak, çekinerek. Çekine çekine. muhteşem : Büyük, debdebeli, tantanalı. * Etraflı ve taraftarlarının çokluğu ile büyük. muhteşi' : Kendini aşağı gören. muhtesib : (Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur. * Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası. (Bak: İhtisab) muhteşid : Biriken, toplanan. muhtetib : (Hatab. dan) Koruluk, orman, meşelik. * Odun toplıyan. muhtetim : Sona erdiren. Hitâma vardıran. muhtetin : Sünnet olmuş. muhteva : Bir şeyin içindekiler. Kaplanan, içine alınan. İçindeki şey. muhtevî : İhtivâ eden. Bir yere toplayan. İçine alan. Kaplayan. muhteviyyât : İçindekiler. Kapladığı şeyler. muhtezen : Biriktirilip ambar veya hazineye konmuş. muhtezin : Kederli, hüzünlü, mahzun, mükedder. muhtezir : Sakınan, çekinen. (Bak: Muhteriz) muhtî : Hatâ işleyen. Günahkâr. Hatâlı. * Hatâya düşürten. Yanıltan. muhtir : (Hatır. dan) Hatıra getiren, hatırlatan. muhtira : Hatırlatmak veya hatırlamak için yazılan tezkere. muhvil : Bir yaş tamamlamış. muhyem : (C: Mehâyim) İkâmet yeri, oturma yeri. muhyî : Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir.(Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i More…muhzar : İnce belli. Beli ince olan. muhzin : (Hüzn. den) Hüzün verici. Acıklandırıcı. Kederlendirici. muhzir : (Huzur. dan) Eskiden şeriat mahkemelerinde mübâşir hizmetini gören kimse. Alâkalı kimseleri mahkemeye çağırmaya memur kişi. muîd : Yardımcı. Mubassır. * Dersi iade eden, tekrar ettiren. Muallim yardımcısı. * Geri çevirtici. * Bir şeyi âdet edinmiş olan. * Tecrübeli. Hâzık. * Güçlü. Kuvvetli. * Arslan. * Gazâ ve cihad More…muidd : Hazırlayıcı. Amâde edici. * İâde eden. * Sayan. muîl : Evlâd ü iyâli, yâni çoluk çocuğu çok olan kimse. muill : Hasta eden. muîn : Yardımcı. Muâvin. İane eden. muîr : Ödünç olarak veren. Borç veren. Karz-ı hasen tarzında veren. muizz : İzzet ve ikram eden. Ağırlayan. Aziz ve şerif eyleyen. muje : f. Musibet, belâ. * Keder, gam, tasa, hüzün. mujik : (Rusça) Rus köylüsüne verilen isim. muk : Göz pınarı. * Akılsızlık. * Kanatlı karınca. * Mest üzerine giyilen çizme. ◊ f. Diken.muk'abe : Kadeh gibi çukur göbek. muk'ad : Kötürüm. muka : Islık çalmak. muka'ar : (Ka'r. dan) Oyuk, çukur, çökük. muka'ariyet : Çukurluk, oyukluk. mukabbeb : (Kubbe. den) Kubbeli. mukabbel : (Kabl. dan) Öpülmüş, takbil edilmiş. mukabbil : (C.: Mukabbilîn) Öpen, takbil eden. mukabbilîn : (Mukabbil. C.) Öpenler, takbil edenler. mukabbiz : (Kabz. dan) Sıkan, daraltan. mukabede : şiddet ve zahmet vermek. mukabele : Karşılık, karşılamak. * Mücadele. * Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma. * Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.* Yüz yüze olmak. * Düşmanın More…mukâbele : 'Hapsetmek. * Sonraya bırakmak, tehir etmek. * Meşveret etmek, danışmak. * Bir kimsenin evi yanında bir ev satıldığında; 'başka kimse satın alsın, ben ondan şüf'a yolu ile More…mukabil : Karşılık olan. Karşı taraf. İvaz, bedel, karşılığı. mukad : Ağır yüklü. mukadded : Parçalanmış. mukaddem : Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan. * Askerin ön tarafına sevkedilen karakol. * Değerli, üstün. * Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen. mukaddema : Önce. Evvelce. Eskiden. Bundan evvel. mukaddemat : (Mukaddeme. C..) Başlangıçlar. Mebde'ler. İleride bulunanlar. mukaddeme : İlk söz. Başlangıç. * Önde gelen. Medhal. Giriş. * Man: İki kaziyeden ibaret olan sözün evvelki kaziyesi. mukadder : Tâyin olunmuş. * Kısmet. Kader. Miktarı tâyin ve takdir olunmuş olan. * Kazâ. * Kıymeti biçilmiş. * Beğenilmiş. * Yazılmış olan. * Edb: Yazılı olmayıp da sözün gelişinden anlaşılan. mukadderat : (Mukadder. C.) Kader. Ölçü ve miktarı tâyin olunan şeyler. Alın yazısı. (Bak: Kader) mukaddes : (Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi. mukaddesât : (Mukaddes. C.) Kudsi olanlar. Mukaddes olanlar. mukaddim : (Kıdem. den) Takdim eden. Sunan. Öne, ileriye geçiren. Öne koyan. * Cür'etli çeri kimse. * Gözün pınarı, ('mukdim-ül ayn' da derler.) mukaddimat : (Mukaddime. C.) Mukaddimeler. İlk gelenler. İlk sözler. mukaddime : Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. * Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapda olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dâir yazılan makale, önsöz. * Alın. Nâsiye. More…mukaddir : Takdir eden. Bütün mahlukatın ve her şeyin esaslarını tanzim ve takdir edip sıralayan. Allah (C.C.). Bir şeyin kıymetini biçen, takdir eden. Beğenen. mukaddirâne : f. Takdir edercesine, kıymetini bilircesine, kıymetine göre sıralarcasına. Mukaddire yakışır hâlde. mukaddirîn : (Mukaddir. C.) Kıymet ve paha biçenler. Takdir edenler. mukaffa : Kafiyeli, kafiyelenmiş. Birbirini tâkib eden. mukaffel : (Kufl. den) Kilitlenmiş, kilitli. mukaffî : Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. mukahhir : (Kahr. dan) Kahreden, tahkir eden, yok eden. mukalkal : Kararsız. * Şarap, hamr. mukalkale : şişe. Sürahi. mukalled : (Kald. dan) Boynuna gerdanlık takılmış. * Padişah tarafından nişan takılan kimse. * (Taklid. den) Taklid edilen. Örnek tutulan. Misal alınan. mukallef : Kalafatlanmış, taklif edilmiş. mukallib : (Kalb. den) Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka tarafa döndüren. mukallid : Benzemeye veya benzetmeğe çalışan. Taklid eden. * Bir şeyi boynuna takan, asan. * Kuşatan. mukallidâne : f. Benzetmeğe, taklide özenircesine. Taklid edercesine. Benzemeğe çalışırcasına. mukallidîn : (Mukallid. C.) Taklidçiler. Örnek ve misâl alanlar. * Takınanlar. Boyuna takanlar. mukallis : Ağaç oynatıcı. mukam : Durduracak mekân. İkamet mevzii. * Durmak, ikamet. mukame : İkamet, oturma. * İkamet yeri, vatan. * Ümmet. mukameha : Başını yukarı kaldırmak. mukamere : Kumar oynama. mukamik : Sözü boğazı içinden söyleyen. mukamir : Kumarbaz. Kumar oynatan. mukanat : Karıştırmak. mukanfez : Üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan. Kirpi. mukanna' : Peçeli. mukannen : (Kanun. dan) Muntazam. Tertibli. * Kanun ile vâcib ve mukarrer olan. * Zaman ve miktarı hiç şaşmayan. Tertibe dahil olarak kararlaşmış olan. mukannibe : Gelin süsleyen kadın. mukannin : Kanun yapan. İntizama koyan. Kanun tertib ve ihdas edici olan. mukannit : Yer altından kanalla su akıtan kişi. * Muti kimse, itaat eden, emre boyun eğen kişi. mukantar(a) : (Kantara. dan) Kemer şeklinde olan köprü. * Birbiri üstüne yığılmış çok şey. * Muhkem. mukantarat : (Mukantara. C.) Köprüler. Kemer şeklinde olan yapılar. mukaraa : (Kur'a. dan) Ad çekişme. Karşılıklı kur'a çekme. * Kılınç kullanarak döğüşmek. Cenkte, muharebede kahramanların birbiriyle vuruşmaları. * Bir şeyin taksiminde atışmak. mukaraza : Kazanca ortak olup zararı sermâyeye ait olmak üzere bir kimseye belirli bir miktar sermaye verme. mukarebet : (Kurb. dan) Akrabalık, yakınlık. mukarenet : (A, uzun okunur) Yakınlık. Ayrılmayıp musâhebe etmek. * Bitişmek. Birleşmek. * Uygunluk. * Bir yere gelmek. mukarib : Birbirine yakın ve karib olan. İyi ve kötü ortasında orta hâlli olan. mukarin : Yakın olan. Bitişen. Ulaşan. Ulaşmış olan. mukarnes : Kubbe biçiminde olan. * İşlemeli, nakışlı ve rengarenk olan. * Merdiven şeklinde dereceleri olan kubbe. mukarr : (Karâr. dan) İkrâr olunmuş. 'Vardır, öyledir evet.' denilmiş. mukarre : Göz yaşının durması. mukarreb : (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. * Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan. mukarrebun (mukarrebîn) : Büyük meleklerden bir zümre. * Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Cenab-ı Hakk'ın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar. * Yakınlaşmış olanlar. mukarren : Bağlanmış nesne. mukarrer : Kararlaşmış. Takrir edilmiş. Karar verilmiş. Kat'i. Şek ve şüpheden beri olan. Muhakkak ve müsellem olan. Anlatılmış. Bildirilmiş. mukarrerât : Kararlaştırılan şeyler, kararlar. mukarri' : Azarlıyan, paylıyan, başa kakan. mukarrib : Takrib eden. Yaklaştıran. mukarrih : (C.: Mukarrihât) Yara açan ilâç. mukarrihat : (Mukarrih. C.) Yara açmakta kullanılan etkili ilâçlar. mukarrin : Birlikte bulunduran. mukarrir : (Karar. dan) Yerleştiren. Takrir eden. Sabit kılan. * Tekrar eden. Dersi tekrar ederek anlatan müderris. mukarriz : (C.: Mukarrizin) (Karz. dan) Medheden, öven. Bir eseri medheden. mukarrizîn : (Mukarriz. C.) Medhedenler, övenler. Medih yollu yazı yazanlar. Bir eseri medhedenler. mukasat : Zahmet ve eziyet çekme. mukaseme : (Kısm. dan) Paylaşma, bölüşme, taksim etme. mukasim : (Kısm. dan) Paylaşan, bölüşen, taksim eden. mukasmel : Asâsı çok şiddetli olan. mukassa : Kısas etmek. * Üzerlerinde olan borcu birbirine takas edişmek. mukassat : (Kıst. dan) Taksitli. mukassatan : Taksitli olarak, taksitle. mukassem : (Kısm. dan) Ayrılmış, bölünmüş, taksim edilmiş. * Güzel yüzlü. mukaşşer : (Kışr. dan) Kabuğu soyulmuş. mukassî : (Kasvet. den) Kasvet verici. Sıkıntılı, kasvetli. Sıkıcı, dar. mukassim : (Kısm. dan) Ayıran, bölen, taksim eden. mukassir : Taksir eden, yapabilir iken yapmayıp çekinen. * Kusur işleyen. * Gücü yetmediği için yapmayan. mukataa : (Kat'. dan) Kesişmek. * Ülfeti terk eylemek. * Birbirinden kesmek ve kesişmek. * Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi. * Ekilen toprak için verilen muayyen vergi. More…mukatane : Mukim olmak, oturmak, ikamet etmek. mukatelat : (Mukatele. C.) (Katl. den) Muharebeler, savaşlar, kavgalar, dövüşler. * Vuruşmalar, düello yapmalar. mukatele : (A, uzun okunur) Birbirini vurmak, öldürmek. Vuruşmak, kavga, döğüş. mukatil : (Katl. den) Birbirini öldüren, birbiriyle vuruşan. Düello yapan. mukatilun : (Mukatil. C.) Düşmanla muharebe eden mücâhidler. mukatta' : Kesilmiş. * Parçalanmış. mukattaa : (Kat'. dan) Bitişik olmayan. Kesik, ayrı. mukattaat : (Mukattaa. C.) Kat' edilmiş, kesilmiş şeyler. * Kısaltmalar. * Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler. * Herbiri bir kelimeye delâlet eden harfler. mukattar : (Katr. den) İnbikten geçirilmiş saf su. Taktir edilmiş. Damıtılmış su. mukattarat : (Mukattar. C.) Taktir edilmiş, damıtılmış sular. mukavelat : (Mukavele. C.) Mukaveleler. mukavelat muharriri : Noter. Kâtib-i adl. mukavele : Kavilleşmek. Karşılıklı anlaşmak. Sözleşmek. * Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların yazıldığı kâğıt. mukavelename : Anlaşma yazılı olan kâğıt. Mukavele yapılan kâğıt. mukavemet : Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak. Muhalefetle kıyam etmek. mukavemet-şiken : f. Mukavemeti kıran. mukavemet-suz : f. Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran. mukavere : Zayıflamak. mukavim : Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen. Karşı duran. mukavimîn : (Mukavim. C.) Karşı koyanlar, direnenler. mukavva : (Kuvvet. den) Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş. mukavver : Ziftle karışık veya ziftle kaplı. * Yuvarlak kesilmiş. mukavves : (Kavs. den) Yay gibi bükülmüş ve eğri olan. * Kavis teşkil etmiş, bükülü. mukavvî : Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç. mukavvim : Kıvama getiren. Biçimine koyan. Tesviye ve tanzim edici. Eğriyi doğrultucu. mukayaza : Trampa etme, değişme. Mübadele. mukayefe : Firâset etmek. * Bir kimsenin ardınca gitmek. mukayesat : (Mukayese. C.) Mukayeseler. Kıyas etmeler. mukayese : (Kıyas. dan) Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma. mukayyed : Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. * Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. * Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip More…mukayyi : Kay ettiren, kusturan. mukayyiat : (Mukayyi. C.) Kusturucu ilâçlar. mukayyid : Kayd eden. Kayıt me'muru. Kayıt takan. mukayyidîn : (Mukayyid. C.) Kayıt memurları, mukayyidler. mukazefe : Sövüşmek. mukazzez : Heyeti hafif olan kimse. mukbil : Mübârek. İkbali kutlu, mutlu. Mes'ud. Bahtiyar. mukbilan : (Mukbil. C.) (Kabl. den) Mutlular, bahtiyarlar, mes'ud kimseler. mukbilîn : (Mukbil. C.) (Kabl. den) Bahtiyarlar, mutlular, mes'udlar. mukdim : İşine düşkün, gayret ve fedakârlıkla çalışan. Cüretli ve cesaretli olan. mukdimâne : f. Gayret ve dikkatle. mukes'al : İyi yonulmamış ok. mukhem : Cümle arasındaki lüzumsuz ve fazla kelime. mukibb : Lüzumlu olan, icab eden. mûkid : Ateş yakan. mukîl : Hataları, yanlışları afveden. mukill : Malı az olan. Fakir. mukillîn : Fakirler. Muhtaç olanlar. mukîm : İkamet eden. Ayakta duran. * Okuyan. * Bir memlekette devamlı duran. * Fık: Vatanında veya vatanı sayılan bir yerde onbeş günden fazla kalan kimse. (18 saatlik uzağa gidene More…mûkin : Şüphesiz ve kat'i olarak bilen. mûkinûn : Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar. (Bak: Yakin) mûkir : Yemişinin çokluğundan dolayı dalları sarkmış olan ağaç. mukirr : (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen. * Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse. mukît : Muhafaza eden. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve rızık veren. mûkiz : (Yakaza. dan) Uyandıran, ikaz eden. * Gaflet ve dalgınlıktan kurtaran. mukka : (C: Mükâyâ-Mükâki) Hicaz diyarında yaşıyan bir cins beyaz kuş. mukle : (C: Mukul) Gözün karası. Göz bebeği. * Göz. * Su taksimi için kullanılan taş. mukmah : Başını kaldırıp gözünü bir yere dikip duran kişi. mukmehun : Elleri boyunlarına bağlı veya boyunlarından zincir takılı olarak azab çekenler. * Başı yukarı kalkmış, gözleri bir yere dikilmiş ve etrafa bakamayan somurtmuş kimseler. mukmir(e) : (Kamer. den) Mehtaplı. Ay ışığıyla aydınlanmış. mukni' : İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden. * Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran. muknia : Kurbağa yavrusunun, yumurtadan çıktığı ilk hâli. mukraz : (Karz. dan) Ödünç verilmiş, borç verilmiş. İkrâz olunmuş. mukrem : Bir kavmin ulusu, seyyidi. mukri' : Kur'an-ı Kerimi kaidelerine uygun okuyan. mukrib (mukreb) : Nöbete tutulmuş at. mukrif : Babası köle, anası hürre olan kimse. * Anası arabi, babası arabi olmayan deve. mukrin : Birlikte. Berâber. mukriz : (Karz. dan) Ödünç veren. Borçla emânet para ve sâir şeyler veren. muksa : Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış. mukşa : Kabuğu çıkarılmış. * Derisi soyulmuş. mukşairr : Ürperen. muksem : (Kasem. den) Yemin edilmiş, kasem edilmiş. muksim : (Kasem. den) Yemin edilecek yer. * Yemin eden, kasem eden. muksit : Adaletle iş gören. Haklı hareket eden. * Nefsine lâyık görmediği zararlı şeyi başkasına da münasib görmeyen. muksitîn : (Muksit. C.) Haklı iş görenler. Hakkı edâ edenler. muktasir : Kısa kesen, uzatmıyan. muktataf : (C.: Muktatafât) (İktitaf. dan) Toplanmış, devşirilmiş. * Derleme, toplama. Derlenmiş. muktatafat : (Muktataf. C.) (İktitaf. dan) Derlemeler, toplamalar. Derlenmiş şeyler. muktatif : (İktitaf. dan) Derleyen, toplayan. mukteb : (C: Mekâtib) Yazı talim eden kimse. muktebes : İktibas olunmuş olan. Bir yerden alınan, bir kitab ve sâir yerden istifade ederek alınan. muktebesat : (Muktebes. C.) (Kabs. dan) Muktebes olan şeyler. İktibas edilmiş ve faydalanmak üzere alınmış olan şeyler. muktebis : (C.: Muktebisîn) (Kabs. dan) İktibas eden. Faydalanmak üzere aktaran. Birinin bilgisinden faydalanan. muktebisîn : (Muktebis. C.) (Kabs. dan) Aktaranlar, iktibas edenler. Faydalanmak için alanlar. mukteda : Kendisine uyulan. Önde giden. * Müçtehid. Pişivâ. Peşivâ. * Namazda kendine uyulan imam. muktedî : Tâbi olan, uyan. İmama uyan. muktedir : Güçlü, kuvvetli, becerikli. İşe gücü yeten. İktidarlı. muktedirîn : (Muktedir. C.) İktidar sahibleri. Muktedirler, gücü yetenler. muktef : Kendine uyulmuş, kendisi tâkib edilmiş' meâlinde olup, Hz. Resul-i Ekreme (A.S.M.) verilen isimlerden biridir. muktefa : (Kafâ. dan) İzinden gidilmiş. Ardına düşülmüş. Misâl alınmış, örnek tutulmuş. muktefî : Ardından giden. İzinden giden. İktifâ eden. Misâl alan, örnek tutan. muktehim : Mülâhazasız bir işe hücum edip giren. * (Bak: İktiham) muktela' : (Kal'. den) Kökünden koparılmış. Kökünden koparan. mukteli' : (Kal'. den) Kökünden koparan. mukterih : Bir şeye kasd eden, araştıran. * Yeniden meydana çıkaran. * Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden. mukterin : (İktiran. dan) Yaklaşan, yakın gelen, iktirân eden. mukteseb : (Bak: Mükteseb) muktesid : İktisadlı, tutumlu. Malını, ömrünü, vaktini boşuna geçirmeyen, lüzumsuz masrafta bulunmayan. (Bak: İktisad) muktesidan : (Muktesid. C.) Muktesidler. Lüzumsuz masrafda bulunmayan ve vaktini boşa geçirmeyenler. İktisadlılar, tutumlular. muktesir : Kısa kesen, iktisar eden. mukteza : Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen. (Bak: Dâll-i bi-l iktiza) muktezî : (Muktazî) Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış. * İktiza eden. Gerekli. Lâzım. mukteziyyat : İktiza eden şeyler. Gerekli olan ve icab eden şeyler. muktir : Dar hâlli, durumu sıkıntılı. * Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın. mukvere : İnce, zayıf kadın. mukza : Tamamlanmış. * Lüzumlu görülmüş. mukza' : Seri, hafif nesne. mukzî : Gerekli görülmüş. * Hüküm ve kazâ olunmuş. * Tamamlanmış. mukzi' : Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan. mulekkin : (Bak: Mülekkın) muli' : Tutkun, düşkün, ihtiraslı. mulif : (Ülfet. den) Alışık, alışmış. Ülfet etmiş. mulim : (Elem. den) Elem ve keder verici. mum : f. Yumuşak. * Mum. mumahele : Hile etmek. * Oyunla aldatmak. Hilekârlık. mumatele : (Bak: Mümatala) mumdar : f. Mum tutan. Işık veren. Işık tutan. mumîl : Bir tarafa doğru eğen. Meylettiren. mumiyan : f. Belleri ince olan güzeller. Kıl belliler. mumya : f. Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu. * Çok zayıf (kimse). mumza : (Mazâ. dan) İmza edilmiş olan. munassab : (Nasb. dan) Birbirinin üzerine tertiplenmiş olan. munazzaf : (Nazif. den) Temizlenmiş, arınmış, tanzif edilmiş. munazzama : Tanzim olunmuş, yoluna konulmuş olan. İntizamlı teşkilât. Nizamlı. Adaletli. munazzim : Sıralayıp dizen, tanzim eden. * Nazm yazan. Vezinli, kâfiyeli, tertibli yazan. mundak : Dövülüp ufalanmış. munfasî : Bir şeyden ayrılıp kurtarılmış olan. munfasil : İnfisal etmiş. Birbirinden ayrılmış. Yerinden ayrılmış, fasl olmuş. İşinden ayrılmış. munfasil zamir : Gr: Başka kelimeye bitişik olmayan zamir. Ene, Ente: Ben, sen.. gibi. munfasilan : Ayrı ayrı olarak. Ayrılmış olarak. Munfasıl tarzda. munfasim : Kırılan, kırılmış olan, kırık. Eksilen. munfatir : Yarılan, infitar eden. munfazih : Rezil ve kepaze olmuş. munika : Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel. munis : Alışılmış. Ehlileşmiş. Cana yakın. Sevimli. Ünsiyyet edilmiş. munise : Hayat yoldaşı. Can yoldaşı. munkabiz : Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı. * Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış. * Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız. munkalib : İnkılâb eden. Dönen. Dönmüş. Başka bir şekle ve kılığa girmiş olan. Değişmiş, değişen. munkariz : İnkıraz bulmuş. Batmış. Bitmiş. Son bulmuş. Mahvolmuş. Sönmüş. munsabb : (Bir denize veya nehire) dökülen, karışan. munsabig : (Sıbg. dan) Boyanan, insibâg eden. munsadi' : Yarılmış, bölünmüş. munsalih : Sulh üzere olan. Barış hâlinde olan. munsamî : Dökülüp akıtılmış. munsarif : (Sarf. dan) Geri dönen, çekilip giden. * Gr: Esre ve tenvin kabul eden isim. munsarih : (Sarâhat. dan) Açık, meydanda, zâhir. munsarim : Kesilen, kat edilen. munsif : İnsaflı. Merhametli. Hakkı kabul eden. Hakka riayet eden. munsifâne : İnsaflıca. İnsaflılıkla. muntabi' : (Tab. dan) Yaradılışdan olan, fıtraten. * Basılmış, tab' edilmiş, damgalanmış. * Hoş görülen, güzel. muntabih : (Tabh. dan) Pişmiş, pişen. muntabik : İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun. muntafi : Sönmüş. Sönen. * Bastırılmış. muntalik : (Talâk. dan) Salıverilmiş, bırakılmış. * Bağsız. * Kederi, hüznü ve gamı olmıyan. Sevinçli, mesrur, neşeli. muntamis : Belirsiz olan. İntımâs eden. muntasif : (Nısf. dan) Orta, yarı. * Yarıya varılmış, yarılanmış. muntasih : (Nush. dan) Nasihat dinliyen. Öğüt dinliyen. muntasihâne : f. Nasihat dinliyerek. muntasir : Öç alan. İntikam alan. muntavî : (Tayy. dan) Dürülmüş, dürülüp bükülmüş, devşirilmiş. muntavi' : Söz dinler. Muti. muntazam : Düzenli. Tertibli. İntizamlı. Düzgün sıralanmış. Her şeyin yerli yerinde olması. Derli toplu olma. muntazaman : İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda. * Devamlı ve sürekli olarak. Dâima. muntazar : Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen. muntazir : Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen. muntaziran : Bekliyerek, intizâr ederek. muntazirâne : f. Bekliyerek, muntazıran, intizâr ederek. muntazirîn : (Muntazır. C.) Bekliyenler, gözliyenler. İntizar edenler. munzacir : Yüreği sıkılmış. munzalim : Kendi isteğiyle veya istemiyerek zâlimin zulmüne boyun eğen. munzamm : Zamm edilen. İlâve edilen. * Ek. Üste konan, katılan. munzar : Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış. munzic : Hazmettirici, sindirici. * Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren. * Kemâle eren, inzâc eden. munzicât : Yaranın iltihabını yok edici, irinini akıtıcı (ilâçlar). mur : f. Karınca. Neml. mura : Kedi sesi. Kedi miyavlaması. murabaa : Yazlığa çıkmak üzere mukavele yapma. murabaha : Bir malı kâr ile satmak. * Bir miktar ilâve ederek ödünç para alıp vermek. * Fâiz ile para alıp vermek. murabata : Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip sebatla nöbet beklemek. * Mülâzemet etmek. * Bağlamak. murabba : Terbiye görmüş. * Kaynatıp kıvama geldikten sonra dondurulmuş. * Meyve suyu tatlısı. Reçel. Ezme. murabba' : Dört köşeli şekil. * Dörde çıkarılmış. Dörtlü. Dört şeyden olmuş. * Geo: Kare. murabbanişin : f. Bağdaş kurup oturan. murabbayat : (Murabbâ. C.) Kaynatılıp kıvamına getirildikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlıları. murabit : Kalbini Allah'a bağlayan. * Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet bekleyen. murabitîn : (Murâbıt. C.) Kalblerini Allah'a bağlayanlar. * Şeyhler, dervişler. murad : İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. * Gâye. Maksad. Emel. murafaa : Karşılıklı hak iddia ederek konuşmak. * Bir dâvâ için birisini hâkim huzuruna celb ettirmek. Yüzleşerek muhakeme olunmak. murafakat : Beraberlik, arkadaşlık. murafi' : (Ref'. den) Murâfaa eden. murafik : Refakat eden, beraber bulunan, yoldaş, arkadaş. muragabet : Arzu etme, dileme. muragib : Rağbet eden. murahham : Kısaltma. * Son harfleri veya heceleri düşürülmüş. murahhas : Devlet veya herhangi bir teşekkül nâmına, salâhiyyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen kimse. * Terhis edilen. İzin verilen. Tâlimat verilen kimse. murahhasa : Ermeni piskoposu. murahhasiyet : Murahhaslık, delegelik. murahhil : (Rıhlet. den) Bir yerden diğer bir yere göçüren. Terhil eden. muraî : Riayet eden. Bakıp gözeten. ◊ (Bak: Mürâi)murakabe : Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. * Kendini kontrol etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. * Hıfz etmek. * Beklemek. İntizar. * Dalarak kendinden geçmek. * Tas: Kendisini More…murakasa : (Raks. dan) Raksetme, dans. murakib : Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. * Hıfzeden. * Allah'a (C.C.) bağlanmış olan. murakka' : (Ruk'a. dan) Yamalı, yamanmış. murakkak : (Rikkat. den) İnce. İncelmiş. murakkam : (Rakam. dan) Yazılı, yazılmış. * Numaralanmış, numara konulmuş, sayı konulmuş. murakkan : Bozulmuş, aradan çıkarılmış. murakkik : 'Tecvidde bir harfi ince okumağa; terkik, ince okunan harflere ise; murakkık denir ki, şunlardır: Elif, nun, şın, ra, ha, dal, yâ, se, ayın, lam, mim, kef, sin, vav, fe, te, cim, he, More…murakkim : (Rakam. dan) Pusulanın iğnesi. muran : (Mur. C.) Karıncalar. murane : f. Karıncavâri, karınca gibi. murasade : (Rasad. dan) Rasad etme, gözetleme. * Dikkatle bakma. murassa' : Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı. * Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş. * Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit. * Bir nevi yazı. More…murassaat : (Murassa'. C.) Murassâlar. Cevher ve inciler gibi şeylerle. Süslenmiş olanlar. Takdir edilip yerleştirilmiş süslü ve kıymetli şeyler. murassas : Lehimlenmiş. * Kurşun veya kalayla kaplanmış. muravaga : Güreşme. muravaza : Bir kimseyi kahır veya hile ile iknâ etme, aldatma, kandırma. murazaa : (Rızâ. dan) Emzirme. murçe : f. Küçük karınca. murd : f. Mersin ağacı. murdar : f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. murdia : Süt emziren. Süt anası. muris : Getiren. Veren. Kazandıran. * Fık: Miras bırakan. murtabit : Bağlı. İrtibatlı. Birbirine bitişik. Ekli. murtad : (Bak: Mürted) murtaz : Alıştırılmış, tâlimli hayvan. murtazi' : (Rızâ. dan) Süt emen, irtiza eden. murteza : Beğenilmiş. Seçilmiş. Makbul. Rağbet gören. Beğenilen. * Hz. Ali'nin (R.A.) bir lâkabı. murzi' : (Rızâ. dan) Çocuk emziren. murzia : (Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın. mus : Bıçak. mus'a : (C: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi. * Bir kuşun adı. mus'ab : Aygır at. * Her nesnenin erkeği. musa : Vasiyet olunan mal. * Menfaat. musa bih : Vasiyyet olunan şey. musaara : Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek. musab : Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan. ◊ Sevab kazanmış olan. Ameline karşılık ecir kazanmış olan.musabbag : Boyalı, boyanmış. musabe : Musibet, belâ, âfet. musaberet : Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak. musabiyet : Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma. musadakat : (Sıdk. dan) Karşılıklı dostluk. musadda' : (Sad'. dan) Başı ağrıtılmış, rahatsız edilmiş. musaddak : Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tanınmış, isbat edilmiş olan. musaddar : (Sudur. dan) Çıkmış, sudur etmiş. musadde : Muhâlefet, uyuşmazlık, zıtlık. musaddi' : Tasdi' eden. Baş ağrıtan. Rahatsız eden. musaddik : Tasdik eden. İmzalayan. * Doğruluğunu kabul eden. musade : Avlanan canavar. musadefe : Bulmak. * Yetişmek. musadeka : Dostluk. musademat : Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler. musademe : İki şeyin birbiriyle çarpışması. Çarpışmak. Vuruşmak. musadere : Zulüm ve cebir etmek. (Bak: Müsadere) musaf : Cenk, harp.