A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
ha : harfinin ismidir. Ebcede göre beş sayısına delâlet eden ( ) harfi, mehmusedendir. Bazan başka harfe yâni 'yâ' veya 'hemze' veya 'elif'e kalbolur. Bir kelimenin More…ha(y) : f. Çiğneyen mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeker-hâ : Şeker çiğneyen. * Mc: Tatlı sözlü, güzel ve dokunmaz sözler söyleyen. hab : f. Uyku. Rü'yâ. hab (hâbe) : Günah. Suç. hab' : Gizli, saklı, hafi. * Gizlemek, örtmek, setretmek. hab-dide : f. 'Rüya görmüş.' Büluğa ermiş genç. hab-güzar : f. Uyuyan, uyuyucu. hab-nak : f. Uykusu gelmiş kimse, uykulu kişi. habab : (Habâbe) Son derece muhabbet. * Su üzerindeki hava kabarcığı. habaib : (Habibe. C.) Habibeler, sevgili kadınlar. habaik : (Habike. C.) Kehkeşanlar, samanyolları. * Çizgiler. habail : (Hibale. C.) Ağ, tuzak, bağ, kement. habais : (Habise. C.) Kötülükler. Murdar ve pis şeyler. habak : f. Mandıra, ağıl. * Dört yanı bir duvar veya set ile çevrilmiş yer, avlu. habal : Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık. * Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü. habala : (Hublâ. C.) Gebeler. habaleyat : (Habâlâ. C.) Hâmileler, gebeler. habar : (C.: Habârât) İmzâ. Mühür, damga. habarat : (Habâr. C.) İmzâlar. * Damgalar. habarîr : (Hıbrîr. C.) Dağçiçekleri. Dağda yetişen çiçekler. habaset : (Hubs) Murdarlık, pislik, kötülük. habat : Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz. * Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi. habaya : Gizli işler, gizli şeyler. * Defineler. habaz : Hareket. * Bâtıl olmak. * Eksilmek. habb : Tane, çekirdek. * Yuvarlak olarak hazırlanmış ilâç. * Buğday tanesi veya buna benzer tohum. ◊ Aldatıcı, kurnaz, hileci, hilekâr. * Denizin kabarması, denizde dalga olması.habbal : (Habl. dan) Urgan ve ip satan kimse. habbar : Terzi. * Mürekkepçi. habbas : Zindancı, gardiyan, hapseden. habbat : (Habbe. C.) Habbeler, tohumlar, tâneler. * Haplar. habbaz : (Hubz. dan) Ekmekçi. Ekmek yapan veya satan kimse. habbazî : Ekmekçilikle ilgili. habbe : Tane. Tohum. * İhtiyaç. * Parça. * Dirhemin 1/48 kadarı. ◊ Gammazlık yapan kadın. (Müz: Habb)habbe (hubbe) : Yol, tarik. habbeza : Ne güzel, ne sevimli, ne hoş' mânâsında bir takdir edatıdır. habbül büluğ : (Habb-ül büluğ) Erginlik çağındaki erkek ve kız çocukların yüzlerinde ve alınlarında çıkan sivilceler. habc : Devenin ot yemekten dolayı karnının şişmesi. * Vurmak. ◊ Vurmak, darbetmek.habcame : f. Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise. habe : f. Sıkılma, bunalma, darlanma, boğulma. ◊ Zarara ziyana uğradı (mânâsına fiil).habeb : Aldatma, kandırma. Hile, kurnazlık. habek : f. Üzülme, sıkıntı yapma. * Sıkılma, bunalma. habel : Ana rahmindeki çocuk, cenin. * Gebelik, gebe olma zamanı. * Fls: Musallat fikir. habele : Üzüm çubuğu. habellak : Küçük olup büyümeyen koyun. haben : Kısaltma, azaltma, kasma. * Edb: Aruzda 'fâilâtün' den 'ât' hecesini atarak, nazmı 'fâilün' veznine sokma. ◊ Siroz denilen ve karında su More…habendat : Şişman kadın. habenneka : (Bak: Hebenneka) habenta' : Kısa boylu, tıknaz kişi. haber : 'Hâriçten insanın fikrine intikal eden ilim. * Yeni havadis. Ağızdan ağıza nakledilen söz. * Peyam. Peygam. Nebe'. İlim ve malumat. Bilgi. * Hadis, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü More…haberdar : Haberli, vâkıf, bir mes'eleden haberi olan. haberî : (Haberiyye) Haberle ilgili. Haberden ibaret olan. * Gr: Yüklemle ilgili. haberkas : Küçük deve. * Küçük adam. haberpijuh : f. Haber almaya çalışan. Haber araştıran, haber toplayan. habeş : Afrika'nın Kızıldeniz sâhili güneyinde müstakil bir memleket. Bu memleket ahalisinden olan. * Beyaz ve siyah arasında koyu esmer adam. habes(e) : (Habis. C.) Kötüler. Alçaklar. Pisler. * Necaset denilen ve maddeten pis şeyler (Necis veya necaset-i hakikiye de denir.) habeşî : Habeş memleketi ahalisinden olan. Habeş'e mensub ve müteallik olan. * Koyu esmer renkli adam. * Hat, tezhib, minyatür gibi güzel san'atlarda kullanılan bir cins kâğıt. habetiktik : Atın tırnağı taşa dokunduğunda çıkan ses. habevkera : Belâ, mihnet. habgah : f. Yatak odası. * Uyunacak yer. habhab : (C: Habâhıb) Kısa boylu adam. ◊ Takunye. * Canbaz ayaklığı. ◊ Karpuz.habhabe : Yumuşaklık, rahavet. * Muzdarip olmak, acı çekmek. habhabî : İşsiz güçsüz boş olarak dolaşan adamlar. habi : Sürünüp emekleyen ufak çocuk. habib : (Hubb. dan) Sevilen. Sevgili. Seven. Dost. habîde : (C.: Hâbidegân) f. Uyuya kalmış, uykuya dalmış, uyumuş. habîe : Görülmemiş, daha henüz keşfedilmemiş. * Göze görülmeyen şey. * Kesilmiş, parça parça olmuş. habih : Ağaçla vurmak. * Bölmek. habîke : (C.: Habâik) Kehkeşan, samanyolu. * Çizgi. * (C.: Hubük) Dikkat ve itina ile, sağlam ve san'atlı dokunmuş, yol yol hâreli güzel kumaş. habil : Sihirbaz, efsuncu, büyücü. * Kement ile yakalanan canavar. ◊ İlk insan Hz. Adem'in (A.S.) oğullarından birinin ismi.habîl : Yiğit, bahadır, genç, delikanlı. * Tuzak, ağ. habile : Gebe, hâmile, yüklü. habîn : Zakkum ağacı. habir : Haberli. Haberdar. Agâh. Âlim. Arif-i billâh. * Herşeyi bilen Allah (C.C.) ◊ Taze ve yeni şey.habirâne : f. Bilgili ve haberdar olana yakışır şekilde. habis : Bağışlanan şey. Mukabilinde bir ücret istenmeyen şey. Parasız olarak verilen nesne. ◊ Hapseden. Tutan. Hapishâneye atan.habîs : (Hubs. dan) Fesadcı. Hilekâr. Alçak tabiatlı. Kötü. Pis. habis(a) : Un helvası. habistan : f. Yatakhane, yatak odası. habit : (Hübut. dan) Yukarıdan aşağıya inen. İnici. Düşen. Hübut eden. ◊ Susturucu. * Batıl kılan. İptal ettiren. * Değersizleşen.habît : Fâsid, yaramaz, bozuk. habiye : (C: Havâbi) Küp. * Küçük havuz. * Kuyu. habk : Bükmek. * Sağlam yapmak. * İyi dokumak. habl : İp. Urgan. Halat. * Tıb: Vücudda ip gibi olan âzalar. ◊ Bir şeyin bozulması. Noksan olmak. * Delirmek.hablullah : Allah'ın ipi. Kur'an-ı Kerim. Allah'a kavuşma vasıtası. İhlâs. İtaat. Cemaat. habn : Eteğini kaldırmak. * Bir şeyi kabzetmek, almak. ◊ Karnın şişmesi.habna' : Çıbanları olan kadın. habnadide : (Hâb-nâdide) f. Büluğa ermemiş çocuk. Erginlik çağına gelmemiş erkek veya kız. habname : f. Rüya kitabı. habr : (C.: Ehbâr) Alim ve sâlih kimse. Bilgili. Ehl-i ilim. * Ferahlık. * Nimet, vüs'at. * Refah, sürur. (Bak: Hibr) * Tıb: Dişlerin beyazına ârız olan sarılık. ◊ (C: Hubur) More…habra' : (C: Habâri-Haberât) Sedir ağacı biten düz yer. Yumuşak yer. habrekî : Kene böceği. habrence : Güzel yemek. * Yumuşak. habrîr : Şey mânâsına gelir bir isim. habs : Hapis, alıkoyma, bir yere kapatıp dışarı çıkarmama. Salıvermeme. * Zaptetme, tutma. ◊ Murdar, pis. Çirkin. * Ayıp, günah. ◊ Bir kaç şeyi birden karıştırmak.habş : Cemetmek, toplamak. habt : Yanlış hareket. * Maktulün kanının heder olması. * Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme. * Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma. More…habt u hata : Düzensizlik, yanlış, hata. habul : Hurma ağacına çıkarken kullanılan urgan. habus : Galip kimse. haby : (C.: Hıbâyâ) Örtmek. * Gizli olan. habz : Ekmek pişirmek. * Ekmek vermek. * Sözü birbiri ardınca söyleyip yürümek. * Devenin ayağını yere vurması. hac : (Hâcet. C.) İhtiyaçlar. * Devedikenleri. ◊ f. Put, haç.haç : (Ermeniceden) Put. Haç. İstavroz. haca : Haris olmak. * Akıllı. haca' : (C.: Ahcâ) Akıl. * Nahiye. hacac (hicâc) : Kaş kemiği. hacace : (C.: Hıcc) Su üstünde olan yağmur kabarcığı. hacalet : Utanma. Utanç. hacalet-âver : f. Utandırıcı. Utanç veren. hacamet : (Hacamat) Tıb: Vücudun bir tarafından kan aldırmak. hacat : (Hacet. C.) Hâcetler. İhtiyaçlar. hacb : Men'etme. Mahrum etme. hâcc : (C.: Hüccac) Hacca gitmiş kimse. Hacı. hacc : Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak. * Bir yere çok tereddütle varıp gelme. * Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh. * Bir şeyden feragat etmek. * Fık: İslâmın şartlarından ve More…hacc suresi : Kur'an-ı Kerim'in 22. suresidir. haccac : Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin More…haccal : Şatafatlı, debdebeli, gösterişli. haccam : Hacamat eden, kan alan. haccar : Taş işçisi, taş işinde çalışan, taşçı. hâcce : (C.: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız. * (C.: Hâcc) Bir cins diken. hacce : Cadde. hâce : f. Hoca, efendi, sâhib, muallim, âile reisi. hâce-sera : f. Haremağası, hadımağası. haceb : Gırtlak. hacebe : (Hâcib. C.) Perdeciler, kapıcılar. * İnsanın oturak yeri olan uzvu, kalça. (İkisine 'hacebetan' derler) hâcegân : (Hâce. C.) f. Hocalar. * Eskiden yüzbaşı rütbesi karşılığında sivil rütbe. * Bâb-ı Âli kalemleri efendilerinden hususi bir rütbe taşıyan adam. hacegî : f. Tüccar, ticaretle meşgul olan kimse. * Efendilik, hocalık. hacel : (Hacl) Utanma, sıkılma, hayâlılık. ◊ Keklik kuşu.hacelan : Ayağında köstek olan kişinin yürümesi. * Bir ayak üstüne yürümek. hacele : (C.: Hacel-Hacelân-Haclâ) Dişi keklik. * Çeşitli elbiselerle süslü gelin evi. hacen : Eğrilik. hacer : Taş, kaya. * İsmail Peygamber'in anasının ismi. hacerat : (Hacer. C.) Taşlar, kayalar. hacereyn : İki taş. * Mc: Altun ile gümüş. hâcet : (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık. hâcet-mendâne : f. Muhtaçcasına, ihtiyaçlı olarak. hâcet-mendî : f. Muhtaçlık, ihtiyaçlı olma. hâcetaş : f. Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri. hâcetmend : f. İhtiyaç sahibi, muhtaç. hâcetreva : İhtiyacı gideren, ihtiyaç olan bir şeyi te'min eden. hacevca' : Uzun ayaklı adam. * Uzun adam. haceze : Zâlimler. hacfe : (C.: Hucuf) Sade demirden olan kalkan. hachace : Korkudan melul olmak. * Sırrını demek isteyip yine dememek. ◊ Gizlenmek.haci : (C.: Hüccâc) Hacc farizasını yerine getirmiş olan müslüman. hacî : (Hicv. den) Hiciv yazan, hicveden, yeren. hâcib : Perde. * Perdeci. Kapıcı. * Eskiden Osmanlı İmparatorluğu zamanında Devlet Reisinin en yakın me'muru. Vezirler veya âmirler. * Kaş. hâcibeyn : İki kaş. hacîc : (Hâcc. C.) Hacılar. hacid : Uyuyucu, uyuyan. hacif : Karın gurultusu. hacil : Utanmış. Utanan. Utanmaktan yüzü kızaran. ◊ Ayaklarından üç tanesi beyaz olan at. ◊ Otu çok olan yer.hacim : Saldıran. Hücum eden. ◊ (Bak: Hacm)hacin : Küçük hayvan. * Büluğdan önce evlenmiş olan kız. hacir : Hicret eden. Bir yerden bire yere göçen. * Sayıklıyan. hacire : (C.: Hâcirât) Terbiye sınırlarına sığmayan kötü söz ve hezeyan. * (C.: Hevâcir) Günün en sıcak anları. hacirî : Yapıcı, kurucu. hacis : Tasa, keder, hüzün, gam. * Hâtıra. Kalb ve hissin en derin ve gizli sesleri. hacise : (C.: Hevâcis) Merak, kalbe gelen endişe. haciyan : (Hâcı. C.) Hacılar, hacc farizasını yerine getirmiş olan müslümanlar. haciyatmaz : Dibindeki ağırlıktan dolayı yere ne şekilde bırakılırsa bırakılsın, dik bir durum alan oyuncak. * Mc: Zor durumlarda kendisini çabucak toparlamayı beceren kişi. haciz : Ayıran. Bölen. * Vücudun içindeki bazı uzuvları ayıran karın zarı gibi zarların adı. * Haczeden. Borcunu ödeyemeyenin diğer mallarına el koyan. * Tıb: Bâdemin içindeki bazı oyukları ayıran More…hacl (hicl) : (C.: Ahcâl-Hucul) Köstek. * Bukağı. * Küçük deve yavruları. hacla' : Ayakları beyaz olan koyun. hacle : (Haclegâh) f. Gelin odası. Gerdek odası. haclet : Şaşırma, acaibine gitme, taaccüb. * Utanma, arlanma. haclet-âver : f. Utanç verici, utandırıcı. haclet-dih : f. Utanç verici, utandırıcı. haclet-engiz : f. Utandırıcı, sıkıltıcı. hacm : (Hacim) Bir cismin kapladığı yer. Cirm. Cüsse. * Emmek. Massetmek. hacmen : Büyüklükçe. Hacim bakımından. hacr : (Hicr) Men'etmek. Birisine bir şeyi yasak etmek. Malını kullanmaktan men'etmek. * Kucak. Ağuş. hacra' : Taş gibi katı ve sert olan şey. hacren : Malını kullanmaktan menetmek suretiyle. hacuc : şiddetli esen rüzgâr. hacun : Eğrilik. * Uzak. * Mekke'de bir dağ. hacur : (C.: Hucerât) Dere kenarı. hacz : Men'etmek. Mâni olmak. * İki şeyin arasını ayırmak. * Alacaklı, borçludan alacağını alabilmesi için borçlunun malına el konulmak. had : f. Çaylak kuşu.HAD' (Hıd') : Aldatmak. * Dühul etmek, girmek. * Kurumak. had' : Baş aşağı eğmek. * Tevâzu etmek. had'a : Kamçıdan çıkan ses. hadaa : (Hâdı'. C.) Hileciler, hilekârlar, aldatıcılar, dalavereciler. hadacir : Sırtlan. hadad : Mürekkep. * Nakış. * Akılsız, ahmak adam. * Kolay. ◊ Küçük, beyaz boncuk.hadade : Hamâkat, ahmaklık. hadae : İki yüzlü balta. hadafil : Eski kaftanlar, eski elbiseler. hadai' : (Hadîa. C.) Hileler, dalavereler, aldatmalar, yalanlar. hadaic : (Hidâce. C.) Deveye yüklenen yükler. hadaid : (Hadîd. C.) Demirden yapılmış şeyler. Sert şeyler. hadaik : (Hadîka. C.) Bahçeler. hadak : Patlıcan. hadaka : Elmas. * Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın. hadalet : Baldırı ve kolu etli olma. hadan : Necid'de bir dağ. hadane : Çocuk beslemek. hadar : Mukim olmak, ikâmet etmek, oturmak. ◊ Suyu çok olan süt. ◊ Çabuk yetişen ot.hadaret : Bir şeyin yanında bulunmak. * Huzur. Yakında olmak. * Hazır etmek. Hazır olmak. * Medeniyet. hadaset : Gençlik. Yenilik. Tazelik. Yeniden oluş. Bir şeyin evveli, ibtidası. hadb : Vurmak, darb etmek. * Deriyi etiyle ayırmak. * Isırmak. * Yalan söylemek. * Uzunluk. ◊ şefaat etmek.hadba' : (C.: Hudeb) Kalçaları sıyrılıp çıkan zayıf dişi deve. ◊ Uzun boylu akılsız kadın. * Yumuşak gönüllülük.hadbe : Arka yumruluğu, kamburluk. hadc : Deve palanı. hadd : Hudut. Çizgi. Sınır. * Cürüm. * Salahiyyet. * Şeriatça verilen ceza. * Derece. Son derece. Münteha. * İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. * Def etme. Men etmek. * Keskin. Sivri. * Sert. More…hadd-na-şinas : f. Haddini bilmez. hadda : Deve çobanı. hadda' : (Hud'a. dan) Aldatıcı, hilekâr, dalavereci. haddad : Demir işleri yapan usta, demirci, çilingir. * Muhâfız, bekçi, gardiyan. * Kapıcı. haddadî : Demircilik. haddam : Muvaffakiyetli kişi. * İşlerinde başarılı ve becerikli kimse. * Çalışkan ve gayretli olan. * Hademe, hizmetçi. haddan : İki yanak. haddas : (Hads. den) Anlayışlı, zeki, çabuk kavrayan. hadde : Erimiş madeni döküp tel yapmağa mahsus delikli maden levha. hadeb : Uzun boylu, akılsız kimse. ◊ Kambur olma, kamburluk.hadebe : Kambur, yumru. * Vücuttaki kamburluk. hadebiyyet : Yumruluk, kamburluk. haded : Engel, mâni, set. hadeka : Gözün siyahlığı, gözbebeği. hademat : Hademeler. Hizmetçiler. hademe : Hizmetçiler, hâdimler. * (C.: Hıdâm) Halhal. * Devenin ayağını bağladıkları kayış. hadeng : (Hadenk) f. Kayın ağacı. * Kayın ağacından yapılmış ok. hader : Uyuşma. hadernak : Örümcek. hades : Yeni olmak. Eskiden olmayıp sonradan görülmek. * Taze. Yiğit. Genç. * Fık: Abdest almayı icabettiren hal. Bazı ibadetlerin yapılmasına mâni olan ve necaset-i hükmiye sayılan hal. * Pislik. More…hadesan : Şanssızlık, kısmetsizlik, talihsizlik. * Kaza. hadesat : (Hades. C.) Hadesler. Pislikler. (Bak: Hades) hadeyan : Yelmek. hadf : Yürüme hızı. hâdî : Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete, doğruluğa eriştiren. Önde giden. hadî : Birinci. * Mazluma yardım eden. * Deveyi şarkı söyleyerek süren. hadî aşer : Onbirinci. hadi' : Alçaltıcı. * Gönül alçaklığı ve huzu ile muttasıf. ◊ Hileci, aldatıcı. * Bozuk, fena.hadîa : (C.: Hadâyi') Ustalıklı bir şekilde aldatma, oyun yapma. ◊ Davarın karnından gelen ses.hadiâne : f. Hile ile, hile yaparak. hadîb : Kınalı, kına yapılmış. * Boyalı, boyanmış. hadic(e) : Vaktinden evvel doğan erkek veya kız çocuğu. hadid : Demir, çelik. Sert, kavi olan. * Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz. * Hudut ve sınır komşusu. hadîd : Dağ eteği. * İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur. * Arz, yer, dünya. hadid suresi : Kur'an-ı Kerim'in 57. suresi. hâdife : Halktan bir kısım. hadîka : Etrafı duvarla çevrilmiş bahçe. Sulu, ağaçlı bahçe. hâdil : (Hadl. den) Aşağıya sarkıtılmış. * Gözlerinde ve ağzında çıban olan deve yavrusu. hadil : Yumuşak taze ot. * Islanmış, nemlenmiş. hadîle : Çayır, çimen. hâdim : (Hidmet. den) (C.: Huddâm) Hademe, hizmetçi, hizmet eden, işe yarayan. * İmân ve İslâmiye'te ve millete faydalı olmağa çalışan. * Erkekliği yok edilmiş olanlar. Bunlardan saraylarla More…hadim ağasi : (Bak: Hâdim ağası) hadime : (Hâdim. den) Kadın hizmetçi. hadîme : Su içinde eriyince pişmiş olan buğday. hadin : Bir kuş cinsidir. hadîn : (C.: Hudenâ) Sâdık dost, vefadar arkadaş. hadine : Süt nine. hadir : Öten güvercin. Kişneyen at. * Üstü koyu, altı sulu olan yoğurt. ◊ (C.: Hadere) Şişen aza, yumrulanan organ. ◊ Tembel, uyuşuk, uyumuş. ◊ Gevşek, tembel, uyuşuk.hadîre : Kalabalık olmayan topluluk. * Yaranın içinde toplanan kan ve irin. ◊ Hurması gök iken dökülen hurma ağacı.hâdis : Yeni. Sonradan olan şey. Değişen. Hudus eden. hadîs : Her söylenişinde yeni haber gibi dinlenmeğe lâyık. Peygamberimizin (A.S.M.) sözü, emri ve hareketi. Sünnet-i Nebeviyye. Hadisten bahseden ilim. (Bak: Tevâtür) hadîs-i mürsel : Peygamberimiz'den (A.S.M.) işitildiği bildirilen hadis-i şerif. hadîs-i şeyheyn : En muteber ve büyük hadis âlimlerinden İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim'den rivayet edilen hadis-i şerif. hâdisat : (Hâdise. C.) Yeni olan şeyler. Hâdiseler. hâdise : (C.: Hâdisat, Havadis) Vâkıa, olay. Yeni bir şey, ilk defa olan. Haber. hâdişe : Derisi parçalandığı halde kan çıkmayan yara. hadiyd : (Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer. * Dağ eteği. Zir. Alçak yer. * Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer More…hâdiye : Değnek, asâ, sopa. * Su içinden sivrilerek yükselen kaya. hadl : Meyletmek, yönelmek. hadleka : şiddetle bakmak. hadm : Birşeyi ağzına koyup, bir lokmada çiğneyip yemek. hadma' : Beyaz koyun. hadme : Ateş gürültüsü. hadr : Evmek, acele etmek. * Vücutta bir organın şişip yumrulaşması. * Men etmek, engel olmak. * Saçak bükmek. hadra : (Müennestir) Yeşillik. * Sebze. En yeşil. Pek yeşil. hadravat : (Hadrevât) (Hadrâ. C.) Yeşillikler, yeşillik. hadre : Yüz yüze olmak. hadreban : Feryadı şiddetli olan, çok fazla bağıran. hadrece : Bükmek. * Sağlam yapmak, sağlamlaştırmak. hads : Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. hadş : Kaşımak. * Tırmalamak. hadşe : (C.: Hadeşât) Vesvese, kuruntu, merak, ye's, üzüntü, hüzün. hadşe-aver : f. Rahatsızlık veren, insanı sıkıntıya koyan. hadşe-nisar : f. Merak veren, vesvese. hadsen : Sezmekle. Sür'atle intikal ve idrâk etmekle. hadsî : Hadsle. Hadse dâir ve müteallik. hadsiyyat : Mümkün olan şeyler. Olması ihtimali olan nesneler. Mümkinat. hadsiz : Hesapsız, sayısız. Belirli olmayan, çok. hadun : Memesinden biri diğerinden uzun olan koyun. hadur : Yemen diyarında bir şehrin adı. ◊ İniş. * Alçak yer.haduş : Pire. Sinek. hadv : Sürmek. hady : Evmek, acele etmek. * Rüzgârın esmesi. hafa : Berdi denilen otun beyaz ve yaş olan kökü. ◊ Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.hafa (hafâye) : Çok yürümekten adamın ayağının ve davarın tırnağının aşınması. hafa' : Yalın ayak yürümek. hafafîş : (Huffâş. C.) Yarasa kuşları. hafagâh : f. Gizlenilecek yer, gizlenme yeri, siper. hafair : (Hafîr. C.) Oyuklar, delikler, çukurlar. hafak (hafakan) : Muzdarib olmak, acı çekmek. * Deprenmek. hafakan : Sıkıntı. Kalb çarpıntısı. Iztırab. hafat : (Hâfe. C.) Sahiller, deniz kenarları, kıyılar. hafave : Bir kimseyi mübâlâga ile sormak. * Şefaat etmek. * İkramda ve iltifatta mübâlağa etmek. hafaya : (Hafi. C.) Gizli şeyler. Sırlar. hafaza : (Hâfız. C.) Muhafızlar. Muhafız melekler. hafc : Titremek. * Ayağını eğri basan. hafcag : Tatar beyi. (Aslı: Kıpçak) hafd : Evmek, sür'at. hâfe : (C.: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı. * İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik. hafe : İçine bal konulan sahtiyan tuluk. hafede : (Hafid. C.) Yardımcılar, hâdimler. hafef : Fakirlik. Darlık. * Şiddet. hafelleh : Ayaklarının uç kısmı birbirine yakın olup, ökçeleri uzak olan. hafender : Malını güzel tedbirlerle çoğaltan mal sahibi. hafer : Çukurdan çıkartılan toprak. * Dişin çürümüş kısmı veya kiri. ◊ Çok fazla utanmak.hafeş : Gözün küçük olması ve görme kuvvetinin zayıf olması. (Öyle kişiye 'ahfeş' derler.) ◊ (C.: Ahfâş) İğne ve iplik koyacak kap. * Sel.hafet : Islıklı yılan. haff : Bir şeyin etrâfını dolanan. Bir nesnenin çevresini dolanan. ◊ Tavaf etmek. * Süslemek. * Hizmet etmek. * Kesmek. ◊ Alaca renkli at.haffaf : Ayakkabı, terlik vb. gibi şeyler yapan ve satan. Kavaf. haffane : (C.: Haffân) Deve kuşu yavrusu. * Hizmet. * Maiyyet. haffar : Çukur kazan, kuyu kazan. haffe : (C.: Hıff) Çulhaların bez sardıkları ağaç. hafhafa : (C.: Hafâhıf) Köpeğin, yemek yerken ses çıkarması. * Sırtlan sesi. hafi : Yalın ayak yürüyen veya koşan. * Çok ikram eden insan. İnsanı güler yüzle karşılayan. hafî : Gizli. Açıkta olmayan. Saklı. * Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız. hafîd : Evlâd. Oğul. Torun. hafîde : Kız torun. hafif : Ağır olmayan. Hafif. Yeğni. hafîf : Kuş uçarken, at koşarken veya rüzgâr eserken meydana gelen hışırtı, hışlama. hafik : Ufkun nihayeti. Şark veya garb tarafı. * Vuran, çarpan, çırpınan. hafikan : (Hâfıkeyn) Mağrib ile maşrık. Şark ile garb. Doğu ile batı. hâfil : Dolu, mümteli. hâfir : Kazan, kazıcı, hafriyat yapan. Yerde çukur açan. hafir : (C.: Havâfir) Davar tırnağı. hafîr : Kazılmış yer. Çukur. Mezar. hafire : Evvelki hâline ve evvelki yerine dönmek. hafişe : Sel yolu. hafiy : Her şeyi arayıp bilmiş olan âlim. * Bir şeyi mübâlağa ile arayıp bilen kimse. hafiye : Saklı ve gizli şeyleri araştıran. * Casus. * Polis. hafiye (hâfiyye) : (C.: Havâfi) İnsan bedeninde gizli olan can. * Kuş kanadında ebâhirden sonra olan dört kısacık yeleklerin her birisi. * Gizli, mestur. hafiyen : İkram ederek. * Yalınayak olarak. hafiyy ü celî : Gizli ve âşikâr. hafiyyat : Gizli şeyler. Gizlilikler. hafiyyen : Gizlice, saklı olarak, gizliden. Aşikâr olmıyarak. hafiyyeten : Gizlice, gizli ve saklı olarak. hâfiz : Kur'ân-ı Kerim'i tamamen ezbere okuyan. * Kur'an-ı Kerim'in mânası ile beraber her şeyini yaşamaya ve muhafazaya çalışan. * Muhafaza eden. Koruyan. Hıfzeden. More…hafîz : Hodbinliği, kibri, serkeşliği kırılmış kimse. Aşağı basılmış. ◊ Esirgeyen. Koruyan. Muhafaza eden. Muhafız.hâfiza : Muhafaza eden. Ezberleme kuvvesi. Kuvve-i hâfıza. hâfiza-pirâ : f. Hafızayı süsleyen. * Uğur sayılarak ezberlenen şey. hafizallah : Allah korusun. Allah muhafaza etsin, Allah saklasın (anlamındadır). hafk : Naldan çıkan ses. hafl : Kederlenme, hüzünlenme, tasalanma. * Toplantı, toplanma. hafne : (C.: Hafenât) İki avuç dolusu olan şey. hafr : Ahdinde durmamak. * Kiraya vermek. ◊ Kazmak ve çukur etmek.hafriyat : Yeri kazıp derinleştirmeler. Kazılar. hafs : Toplama, cem'etme. Biriktirme. ◊ Her nesnenin boşu. ◊ Hız. Sür'at.hafş : Celbetmek, çekmek. * Yeri kazıp oymak. * Birbiri ardınca tez tez gelmek. ◊ Tıb: 'Tavuk karası' adı verilen bir göz hastalığı.hafsa : Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) zevcelerinden biri ve Hz. Ömer'in (R.A.) kızı. haft : Sâkin olmak. * Sözü gizli söylemek. ◊ Dövmek.hafta : f. Yedi günden ibaret müddet. Yedi günlük müddet. haftan : Eskiden savaşlarda zırh üzerine giyilen bir cins pamuklu elbise. * Kaftan. hafud : Karnındaki yavrusunu âzası belirmeden düşüren deve. hafur : Bir ot cinsi. hafv : Men etmek, mâni olmak, engel olmak. hafy : Gizlemek. * Setretmek, örtmek. * İzhar etmek, görünmek. * Parlamak, yıldıramak. hafz : Aşırı olmama hali. * Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat. * Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak. * Kelimenin son harfini esre, yâni 'i' diye okumak. * Sözü boğaz içinden More…hah : f. (Hasten : 'İstemek' mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen. hah na-hah : f. İster istemez. haham : Mûsevilerin dinî reisi, râhibi, âlimi. hahan : f. İstekli, arzulu, tâlib. hahem : (Hâsten) mastarından, 'İsterim' mânasına fiildir. haher : f. Kızkardeş. Hemşire. haher-zade : f. Hemşirezade, kızkardeş çocuğu. Yeğen. haherî : f. Hemşirelik, kızkardeşlik. hâhiş : f. Fazla arzu, isteyiş. hâhişger (hâhişker) : f. Arzulayan. İsteyen. İstekli. hâhişgeran (hâhişkerân) : f. Hâhişgerler, istekliler, tâlibler. haib : Mahrum. Ümidsiz. Kederli. Me'yus. Bi-behre olan. ◊ (Heybet. den) Kokan, Utanan. Utangaç.haiben : Muvaffakiyetsiz olarak. Mahrum olarak. haibîn : (Hâib. C.) Zarar ve ziyâna uğrayanlar. * Mahrum olanlar. * Me'yus olanlar, üzülenler. haic : (Hâyic) Coşkun, heyecanlı. haid : Pişman, nedamet eden, tövbekâr, nâdim. haif : (Havf. dan) Korkan. Korkmuş olan. ◊ Gadir eden, azarlayan. Zulmeden.haifane : Korkakcasına, ödlekçesine. haifen : Korkarak, korkakçasına. haik : (C.: Hayyak) Çulha. hail : Perde. Mânia. İki şey arasını ayıran. ◊ Korku ve dehşet veren.haile : Neticesi fâcialı tiyatro piyesi. Trajedi. (Bak: Dram) haim : (Hâyim) Hayrette kalan. Mütehayyir. Sersem. hain : Emanete hıyanet eden. İyiliğe karşı kötülük eden. hainane : Hâincesine, hâin bir kişiye yakışır şekil ve surette. hair : Hayrette kalmış, mütehayyir. Şaşırmış, taaccüb etmiş. hait : Bir yeri çevreleyen duvar. Tahta perde. Çit. haiz : Bir şeye sahip olma. Sahip. Mâlik. * Yer tutan. * Akranından mümtaz olan. ◊ (Bak: Hayz)hâk : f. Toprak. Turab.(Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.) ◊ Vasat. Vasatî. Orta.hak : (Bak: Hakk) hâk ile yeksan : Yerle bir. hak-bîn : f. Hakkı gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan. hak-endiş : f. Hakkı düşünen. Hakkı arayan, doğruluk için endişe eden. hak-gû : f. Doğru ve hak söyleyen. hâk-nişin : f. Dilenci, sâil, fakir. hâk-nişinî : f. Dilencilik, yoksulluk, fakirlik, sefâlet.HÂK-PA(Y) f. Ayağın tozu, ayağın toprağı. Ayağın batığı toprak. hâk-rah : f. Yol toprağı. hâk-rub : f. Süpürge. hâk-sar : f. Toz toprak içinde kalmış. Perişan hâlli. hakaid : (Hakd. C.) Kinler, garezler, hasedler. hakaik : (Hakayık) (Hakikat. C.) Hakikatler. hakalled : Dar gönüllü, bahil kimse. hakan : Eski Türklerde hükümdar mânasınadır. hakanî : Hâkan ile ilgili, hâkana mensub. hakaret : Küçüklük. İtibarsızlık. Hor ve hakir görmek. Küçümseme. Küçük görme. Tâzimsizlik. hakaret-âmiz : f. Hakaretle karışık. Hakaretle beraber. hakayik : (Bak: Hakaik) hakb : Devenin semerini karnına bağlamakta kullanılan ip. * Tutulmak. hakba' : Yaban eşeğinin dişisi. hakbîz : f. Toprak kalburu. hakd : Kin tutmak. Adâvetini gizlemek. (Bak: İhnet) hakdan : f. Dünya, arz, yer. hakek : Yumuşak beyaz taş. hakem : İki tarafın anlaşmak üzere hükmüne rıza göstermek için seçtikleri kimse. Haklı ve haksızın ayrılmasında aracılık eden. hakeme : (C.: Hakemât) Damak geminin halkası. hakemeyn : İki hakem. * Tar: Sıffîn Vak'asında Hz. Ali (R.A.) ile Hz. Muaviye (R.A.) arasında hakem seçilen Amr İbn-ül As ile Ebu Muse-l Eş'arî. hakesarî : f. Perişanlık, düşkünlük. hakeza : Öylece. Bunun gibi. Böyle. hakhah : Gecenin ilk saatlerinde gitmek. hakhaka : Zahmetli ve meşakkatli yolculuk yapmak. hakî : f. Toprak rengi. Toprakla alâkalı. ◊ Anlatan. Hikâye eden.hakî' : Kırağı. hakî-nihad : f. Mütevazi, kibirsiz, alçak gönüllü. hakib : Karnı guruldayan kişi. * Necaseti şedit kişi. hakîbe : Heybe. hakîk : Haklı, hak sahibi olan. * Müstehak, lâyık, münasib. hakikat : '(C.: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki. * Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve More…hakikat-bîn : f. Hakikatı gören, hakikatı anlayan. Hakikatşinas. Hakikata inanan. hakikat-gu : f. Doğru sözlü. Doğru konuşan. hakikat-i sâbite : f. Sâbit, değişmez hakikat. hakikat-perest : f. Hakkı ve hakikatı seven, hakikata inanan. Dürüst, hakikat âşığı. hakikat-şinas : f. Hakikatı doğru tanıyan, bilen. Hakikata imân eden. hakikat-şinasâne : f. Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette. hakikaten : Doğrusu, gerçekten, hakikat olarak. hakikî : Gerçek. Hakikate mensub. Sâhici, doğru. hakil : Erkek fâre. hakîle : Uzun buğday. * Bağırsak içinde olan su. hâkim : Galib. * Memleketi idare eden. * Mahkeme reisi. hakîm : Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. * Tabib, doktor. hâkimane : Hükmederek, hâkim olarak. Hâkime yakışır tarzda. hakîmane : f. Hikmetli olarak. Hakîm olana yakışır surette. hâkime : Kadın hâkim. hâkimiyyet : Hâkim oluş. Hükmediş. Âmirlik. Üstünlük. Müdahale ve rakibi kabul etmemek hali. hakin : Sidik zorluğu olan kimse. hakine : Boğaz altındaki çukurcuk. hakir : Küçük. Ehemmiyetsiz. Kıymetsiz. İtibarsız. Kudretsiz. hakirâne : f. Hakircesine. Hakir bir kimseye yakışacak tarz ve şekilde. hakister : f. Kül, ateş külü. hakiyan : (Hâki. C.) İnsanlar, nev'-i beşer, dünya halkı. hakk : (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate More…hakk-bînane : f. Hakkı tanıyana göre. hakk-bînî : f. Hakkı görme, hakkı tanıma. hakk-cu : f. Hak arıyan. hakk-güzar : f. Haktan ayrılmayan, hakkı tanıyan. hakk-şinas : f. Hakka riayet eden. Hakkı tanıyan. Hak ile amel eden. hâkka : Kıyamet günü. * Âfet. Devamlı musibet. hakka : (Hakkan) Doğru olarak. Gerçek. Hakikat olarak. Lâzım ve sâbit kılmak. hâkka suresi : Kur'an-ı Kerim'in 69. suresi olup Mekkîdir. hakkak : Hokkacı, kutucu. hakkâk : Hakkeden. Mühür vesair kazıyan. hakkâkî : Mühür ve saire kazıma, hakkâklık. hakkan : Hakikaten, doğrusu. hakkanî : Hak ve adalete uygun. Haklılığa uyar ve yakışır. hakkaniyet : Haktan ve doğruluktan ayrılmamak. Adalet üzere bulunmak. Adalet ve insaf ile lâzım olanı icra etmek. hakke : Arka yükü. * Diş. hakketmek : Oyarak veya kazıyarak işlemek, yazmak. hakkiyet : Haklılık. hakl : Ziraate uygun yer. hakle : (C.: Hıkâl) İçinde binâ ve ağacı olmayan mezrea. hakm : Atın ağzına gem vurmak. ◊ Bir nevi kuş.hakn : Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak. * Men etmek, engel olmak. hakr : Cem etmek, toplamak. ◊ Hor görmek.hâksarî : Perişanlık, düşkünlük, rezillik. hakud : Çok kin güden, hasetçi. hakv : (C.: Ahkâ-Hukka) Fota. Don. * Böğür. hakve : Yürek ağrısı. hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. * Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl More…hal : Küçük Hindistan cevizi. hal' : Kaldırma. Kal' etme. * Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek. * Mansıb ve mesnetten ihraç etmek. * Elbise gibi şeyleri soymak. * Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek. * Karısını More…hal' (hulâe) : Debbâğların dibâgat ettikleri derinin kazıntısı. * Vurmak. * Men etmek, engel olmak. * Hediye vermek, atâ etmek. * Cima etmek. hal' edilme : Hükümdarın tahttan indirilmesi. * Boşanmış olmak. * Kovulmuş olmak. hal-aşina : f. Hâl ve durumdan anlayan. hal-dar : f. Benli, benekli. hâlâ : (Hâlen) şimdi. Henüz. şimdiye kadar. Elân. hala : (C.: Hâlât) Babanın kız kardeşi, hala. Arapçada: Ananın kızkardeşi. Teyze. halâ : (Harf-i cerrdir) İstisnaya delâlet eder. ◊ Yaş ot.hala' : Koparmak. * Pişmiş et. halâ' : Boş, hâli. * Ayak yolu, abdesthane. * Devenin çökmesi. hala'la' : Erkek sırtlan. halâa(t) : Yüzsüzlük, utanmazlık, hayâsızlık. * Kötülüğünden dolayı ailesi ve cemaatı kendisinden ayrılan kimse. halab : f. Çamur, bataklık. Bataklık arâzi. halaca : f. Ayak yolu, abdesthane. halafet : Ahmaklık, hamâkat, budalalık. halahil : (Halhal. C.) Arap kadınlarının süs olarak ayak bileklerine taktıkları halkalar. Bunlar altun veya gümüşten yapılır. halaif : Halifeler. halaik : (Halayık) (Halk. C.) Mahlukat. Yaratılmışlar. * Huylar. Tabiatlar. halail : (Halile. C.) Nikâhlı kadınlar, zevceler, karılar. halak : Eskimiş ve yıpranmış bez. Paçavra. ◊ (Halka. C.) Halkalar. ◊ Nasib, hisse.halaka : (Hâlik. C.) Berberler. halakat : Halukluk, güzel ahlâklılık, iyi huyluluk. * Düzlük, dümdüzlük. ◊ Halkalar.halakî : Paçavracı. halakim : (Hulkum. C.) İnsan ve hayvanlarda boğazlar. halal : Dostluk, ahbaplık. * İki şey arasında açıklık olma. halal(et) : İki şeyin arası açık olmak. * Dostluk. Samimi dostluk. halale : Kadın eş. Halile, zevce. halaluş : f. Kavga, döğüş, şamata, gürültü. halas : 'Üzüm ağacına benzer bir ağaç (yanındaki ağaca sarılır gider; hoş kokusu vardır; akik gibi taneleri olur.)' ◊ Kurtulma, kurtuluş. Selâmete ermek.halaşe : f. Gemi dümeni. * Çörçöp. halat : (Hâle. C.) Halalar. Babanın kız kardeşleri. Arabçada: Ananın kız kardeşleri. Teyzeler. ◊ (Hâlet. C.) Haller. Suretler. Keyfiyetler. ◊ Kalın ip, gemi ipi.halavet : Tatlılık. Şirin olmak. halavetbahş : f. Zevk veren, hâlâvet veren. halavetyab : f. Zevk bulan, halâvet bulan. halayik : Cariye, hizmetçi. halb : Parçalama, pençeleme. * Birinin aklını başından alma. ◊ Süt sağmak.halba : Ahmak. Şaşkın. * Aldatıcı, hilekâr, sahtekâr. halbe : (C.: Halâbib) Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu. halbes : (C.: Halâbis) Bahadır, kahraman. Bir şeye sımsıkı bağlanıp ayrılmayan kişi. halbuki : (Hâl bu ki) Hakikat ve doğrusu şudur ki, öyle iken. halbus : Serçeden küçük bir kuş. halc : Pamuğu temizlemek, havalandırmak ve kabartmak için yay ile atmak. ◊ Çekmek. * Hareket etmek.halce : Uzak, ırak yer, baid. halcem : Uzun, tavil. hald : Devamlılık. Süreklilik. Dâimi. Bâki. hale : Annenin kız kardeşi. Teyze. Türkçede babanın kız kardeşine hala denir. Arabçada dayıya 'Hâl' denir. ◊ Ay ve güneşin etrafında bazen görünen parlak dâire.haleb : Süt sağma. Sağılmış süt. halebe : (Hâlib. C.) Kandıranlar, aldatanlar, hile yapanlar. ◊ (Hâlib. C.) Süt sağanlar.halebî : Halepli, Halep ahalisinden olan. halec : Çalışmaktan, yürümekten veya ibadetten kemiklerin ağrıması. halecan : Titreme. Kalb çarpıntısı. Heyecan. haled : Kalb. haledar : Haleli, halelenmiş. Parlak daireli. halede : Küpe. halef : Birinin yerine sonradan geçen kimse. Babadan sonra kalan oğul. halefen : Arkadan gelerek. halefiyyet : Haleflik, birinin yerine geçmiş olma. halek : Kara, siyah. halel : Bozukluk. Eksiklik. * Başkası tarafından verilen zarar. * İki şeyin aralığı. Boşluk. Açıklık. haleldâr : f. Bozma. Bozulma. Bozulmuş. halelpezîr : f. Bozulan, Halel bulan. Eksik. Fesad kabul eden. Bozuk. halem : Helâk olmak. * Dibâgat yaparken derinin kurtlanması. halemat : (Halme. C.) Meme uçları, meme başları. haleme : (C.: Halem-Halemât) Meme başı. * Büyük kene. * Bir ot cinsi. halen : şu anda, henüz, şimdiki hâlde. halenbus : Serçe renginde, ondan küçük bir kuş. halenc : (C.: Halânic) Ağaç, şecer. halesa : (Hâlis. C.) Hâlis, sâfi. hâlet : Suret. Hâl. Keyfiyet. halevar : f. Ay şeklinde olan, hilâl gibi olan. halevat : (Halâ. C.) Halvetler, boşluklar. * Yalnız bulunulacak yerler. halezon : Sümüklü böcek kabuğu. Kabuklu sümüklü böcek. half : Ardı. Arka. Kendinden sonra gelen. Arka taraf. half(e) : Yemin etmek. Andiçmek. Kasem etmek. halfe : Yerine adam koymak. * Kılavuz. ◊ Andiçme, yemin etme.halfî : Arka, ard ile alâkalı olan. halhal : Eskiden kadınların süs için ayaklarının topuklariyle baldırları arasına yani ayak bileklerine taktıkları altundan veya gümüşten yapılmış halka. Ayak bileziği. ◊ (C.: Halâhil) More…halhale : Esneklik, elâstikiyet. hali : Tenhâ. Boş. Sahipsiz. Issız. İçinde bir şey olmama. halî : Gamsız, kedersiz, gailesiz, dertsiz. * Evlenmemiş erkek, bekâr adam. ◊ Hâl ile, vaziyet ile. Tavra âit. şimdiki. Hâle mensub.hali' : Boşanmış erkek, zevcesini şer'an terketmiş adam. (Müennesi: Hâlia'dır.) * İtaatsız, isyan eden, utanmaz, kayıtsız, hayasız. * Kovulmuş. * Soyulmuş. halî' : Ailesinden ayrılan kimse. * Kurt. halib : (C.: Halebe) Aldatıcı, hilekâr, sahtekâr. (Müennesi: Hâlibe'dir.) ◊ Sütçü, süt satan kimse. * Sidik borusu.halîb : Taze süt. haliç : (Bak: Halîc) halîc : Liman. Boğaz. Kanal. Körfez. Koy. Denizin kara içine nehir gibi uzanmış kısmı. * Irmak. * Büyük çanak. * İp. * Deve ağzı. halic(e) : Hareket ettirme. Sarsma, oynatma. halice : Pamuk eğiren. haliçe : Küçük halı. Kilim. Seccâde. (Kaliçe de yazılır.) halîce : İçinde hurma ıslanmış süt. * Üzüm sıkıntısı. halid : (Hulud. dan) Sonsuz, ebedi. Daimi. halidat : (Hâlide. C.) Sürüp gidenler, devam edenler. halide : f. Saplanmış, dürterek bastırılmış. ◊ Hâlid'in müennesidir. (Bak: Hâlid)halif : İki dağ arasındaki yol. * Eski elbise. * Arkadan gelen. Sonradan gelen. Birinin yerine geçen. ◊ Yemin ederek sözleşenlerden herbirisi. ◊ (Half. den) Yemin eden. ◊ More…halife : Öncekinin yerine geçen. * Fık: İlâhî, yâni şer'î hükümlerin tatbik ve icrası için Peygamber'e (A.S.M.) vekil olan zât. İmam. İmamet-i kübra. (Namazda imama uyan cemaat gibi, More…halik : (C.: Huluk-Havâlık) Büyük dağ. * Ağaca dolaşmış olan üzüm çubuğu. * Süt ile dolu olan koyun memesi. * Tıraş eden. Berber. ◊ Helâk olan. Mahv olan. Fenaya giden. Fâni. Zâil. More…halika : (C.: Halayık) Tabiat, mahlukât. halike : Çok hırslı, haris olan nefis. halikî : Demirci. halikiyyet : Yaratıcılık. Halk edicilik. İcad ve takdir. halil : Samimi dost. Sâdık dost. * Nahif ve fakir kimse. halil (halile) : Zevc, koca. Nikâhlı karı. Zevce. haliliyye : Samimi dostluk ve kardeşlik. halilullah : Allah'ın dostu, Hz. İbrahim (A.S.). halîm : Yumuşak huylu. Hoş muamele yapan. (Bak: Elhalîm) halîmâne : f. Yumuşak surette. Yumuşak huylulara yakışır bir tarzda. halîme : Yumuşak huylu kadın. halin : Ahmak. hâlis : Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli. * Pek beyaz. * Evvelce karışık iken kusuru zâil olan. * Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Bak: İhlâs) (Müennesi: Hâlise'dir) halis : Bahadır ve haris kimse. halîs : Karışmış, muhtelif. * Siyah ile beyazı karışmış saç. * Tel. hâlisane : f. Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile. hâlisen : Halis ve katıksız olduğu halde. Hilesizce, doğru olarak. hâliset : Edb: İbarenin düzgün ve akıcı olması. hâlisiyyet : Doğruluk, hâlislik, hilesizlik. halît : Huk: Yol ve su gibi umumi olan araziler hukukunda ortak olan kimse. * Şerik, ortak. * Karışmış. ◊ Buz. Kırağı. Dolu.halita : Karışık halde olan. Karma. İki veya muhtelif maddelerden yapılmış. * Madenlerin birbirleriyle birleşmelerinden hâsıl olan mürekkep madde. halita-i dimağî : f. Akıldaki muhtelif mes'ele ve fikirler. Dimağdaki karışık, muhtelif bilgiler. haliye : (C.: Havâlî) Kendini süsleyen kadın. haliyen : (Hâli. den) Boş olarak, boş olduğu hâlde. ◊ Şimdiki hâlde, şimdiki zamanda.haliyyat : (Haliye C.) Bekâr kadınlar, evlenmemiş kızlar. haliyye : Bağından boşanmış deve. * Yabancı bir yavru emziren deve. * Büyük gemi. * Arı kovanı. * Ahlâktan kinâyedir. * (C.: Haliyyât) Bekâr kadın, evlenmemiş kız. halk : İnsan topluluğu. İnsanlar. * Yaratmak. İcad. Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi yaratmak, ibdâ' eylemek. * Bir şeyi yumuşatıp düzleştirmek. ◊ Boğaz. * Tıraş etmek.halka : Ortası boş yuvarlak şekil. * Dâire şeklinde olan şey. halkabeguş : f. Kulağı küpeli, kulağı halkalı. * Mc: Köle, esir. halkabend : f. Toplanıp yuvarlak meydana gelecek şekilde oturma. halkan : Yaradılışça, hilkatça. halkavî : Halka şeklinde. halkazen : f. Kapı çalan, kapı halkasını vuran. hall : Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma. * Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek. * Susam yağı. * Ezmek. * Açmak. * Dühul etmek, girmek. ◊ Sağlamlaştırmak. * More…hall ü akd : Çözme ve düğümleme. İdame etme. Müşkül mes'eleleri ve işleri halledip neticeye bağlama. hall ü fasl : Çözme ve ayırma. Açıklayarak bitirme. Bir mes'eleyi müsbet bir neticeye bağlama. hallac : Pamuk atan. Pamuğu didik didik eden. hallaf : Çok fazla yemin eden kimse. hallak : Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri (C.C.) ◊ İyi traş eden. Berber. * Hamal.hallal : Sirkeci, sirke yapan kimse. hallâl : Halleden, çare bulan, çözen. hallas : Yakalıyan, tutan kimse. hallat : Yersiz ve münâsebetsiz sözler konuşan. * Ortalığı karıştıran. halle : Fakirlik. * Hâcet, ihtiyaç.* Kum içindeki yol ve gedik. halledallah : Allah dâim ve bâki eylesin (meâlinde duâ). haller : Bakla. halli : Zengin, gani, malı mülkü çok olan. * Kuvvetli, kavi. ◊ (Halliye) Sirke ile ilgili.hallisnâ : Bizi halâs eyle, bizi kurtar (meâlinde duâ.) hallüsinasyon : Lât. Tıb: Hakikatte olmayan bir şeyi varmış gibi görme ve işitme. halme : Meme başı, meme tepesi. hals : Bir şeyi soymak. Çalmak. Kapmak. * Dibinden taze yetişen çayırla karışık olan kuru çimen. halsan : Kişinin dostu, sevgilisi ve yâri. halt : Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek. halta : Köpeklere takılan boyun halkası. Tasma. haltiyyat : Yersiz ve münasebetsiz sözler. halub(e) : Sağılan şey. haluf : Sütün veya yemeğin bozulması. haluk : İyi huylu. Güzel ahlâklı. İslâma yakışır ahlâkta olan. İnsâniyyetli. halum : Yaş peynir gibi olan koyu yoğurt. halvet : Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik. halvetgâh : f. Tek başına oturup ibadetle vakit geçirilen yer. * Halvet yeri. Gizli olarak görüşülecek yer. halvetgüzide : (Halvetgüzin) f. Halveti, tenha bir yeri seçmiş olan kimse. halvethane : f. Gizli ibadet yeri. * Gizli konuşup görüşmeye mahsus yer. halvetî : Halvete müteallik, halvetle alakalı. * İbadet ve zikirlerini tenhada yapan bir tarikat adı. * Halvetiye Tarikatından olan kimse. halvetnişin : Yalnız başına bir yere çekilip ibadetle meşgul olanlar. haly : (C.: Huliy) Altından ve gümüşten olan süs eşyâları. ◊ Ot biçmek.halz : Kabuğunu çıkarmak, derisini soymak. ham : f. Olmamış, pişmemiş, çiğ. * Nâfile, beyhude, boşuboşuna. * İşlenmemiş, üzerinde çalışılmamış. * Acemi kimse, tecrübesiz. Terbiye görmemiş kişi. ◊ f. Bükülmüş, kıvrılmış, More…ham madde : Bir şeyin meydana getirilmesi için işlenilen ana maddelerden her biri. ham' (him') : (C.: Ahmâ') : Kaynata. Zevc tarafından olan kimseler. ham' (humu') : Eğrilik, aksaklık. ham-be-ham : f. Kıvrım kıvrım. Büklüm büklüm. ham-ender-ham : f. Kıvrım kıvrım, büklüm büklüm. hama : Hıfzetmek, korumak. * Kovmak, defetmek. hama' : Kara balçık. hamaid : (Hamîde. C.) Bir kimsenin medhedilmeğe lâyık olan işleri. hamail : (Himâle. C.) Tılsım, muska. * Kılıç kayışı, kılıcı bele bağlamaya yarayan kayış. hamaim : (Hamâme. C.) Güvercinler. hamak : İki ağaç veya direk arasına asılarak içine yatılan ağyatak. hamakat : Ahmaklık. Budalalık. Bönlük. Anlayışsızlık. hamale : Bir mala kefil olma. hamam(e) : (C.: Hamâim) Güvercin kuşu. haman : Peygamber Hz. Musa (A.S.) zamanındaki Mısır Fir'avununun vezirinin ismi. hamarat : Becerikli, elinden iş gelir, cerbezeli. hamas : Verem. * Yumuşaklıkla ve kolaylıkla bir şeyi çıkarmak. hamaset : Yaradılıştan olan cesâret. Bahadırlık. Cesurluk. Kahramanlık. Yiğitlik. hamasî : Hamâsetle alâkalı. Fıtrî cesarete âit ve müteallik. hamasiyyat : Kahramanlık destanları. hamat : Kaynana. hamata : Katılık. * Yanmak. * Boğaz ağrısı. * Darı samanı. * Kalbin ortası. hamd : Medih, övmek.Cenab-ı Hakk'a karşı kulların memnuniyet ve sevinçlerini ve O'na hamd ve şükür ile medihlerini bildirmeleri, senâ etmeleri. hamd ü sena : Cenab-ı Hakk'a hamd ve O'nu isimleriyle medhetmek. hamde : Ateş gürültüsü. hamdele : Elhamdülillah' demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması. hâme : f. Yontulmuş kalem. hame : Yaş ot demeti, taze ekin destesi, bir sap üzere bitmiş taze ekin. * Havası bozuk hastalıklı yer. ◊ Kafatası, başın üst kısmı.hâme vü şemşir : Kalem ve kılıç. hame' : Uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Balçık. hâme-rân : f. Kalem yürüten, yazan. hame-zen : f. Üzerinde kalem kesilecek âlet. hamec : Zayıflık. hâmegüzar : f. Kalemle yazılmış. hamek : Her şeyin küçükleri. * Siyah bulut. hamel : Kuzu. * Ast: Burçlardan birinin adıdır. Bu burcu teşkil eden yıldızlar kuzuya benzediği için arapça kuzu demek olan hamel denilmiştir. Güneş bu burca 21 Mart'ta girer ve gece ile gündüz More…hamelat : (Hamle. C.) Saldırışlar, saldırmalar. * Atılmalar, atılışlar. hamele : Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar. hamer : Davarın arpa yemekten dolayı içinin ve ağzının kokması. hamh : Fahirlenmek, büyüklenmek, kibirlenmek. hamhama : Hımhımlık, sözü genizden söyleyerek konuşma. ◊ Atın yulaf ve su gördüğünde çıkardığı ses.hamî : Himaye edici, himaye eden. Koruyucu, koruyan. Kayıran. ◊ f. Gevşeklik, hamlık.hâmid : Cenab-ı Hakk'a hamd ü sena eden. Allah'a şükreden. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) isimlerindendir. hamid : Alevi sönen ateş. * Ölü, ölmüş. Sönmüş. idrâksiz. Sâkit ve sessiz. Ölü gibi halsiz olan. hamîd : Sena edilmeğe, medhedilmeğe elyak olan. Dünya ve âhirette hamd kendisine mahsus olan Allah (C.C.) * Isparta Vilâyetinin Osmanlılar devrindeki adı. hâmide : Uzun müddet geçmesi sebebi ile rengine tegayyür ve siyahlık gelip eskimiş olan. * Nebatsız kuru yer. * Yanmış kül olmuş. hamide : f. Kambur, eğrilmiş, kemerli. hamidegî : f. Kamburluk, eğri büğrü olmaklık. hâmidîn : (Hâmid. C.) Hamdedenler, hâmidler. hâmidûn : (Hâmid. C.) Hamdedenler, hâmidler. hamie : Hararetli, çamurlu, volkanlı, alevli, dumanlı. hâmil : (Hâmile) Yüklü yüklenmiş. * Gebe. * Taşıyan, götüren. * Hâiz. * Mâlik, sahib. * Uhdesinde bir poliçe bulunan. hamil : Kötü tanınmış olan kimse. hamîl : Kefil. * Başka yerden getirilen oğlan. hamîle : Sıklığından dolayı birbirine girmiş olan ağaçlar. * Ağaç ve ot bitmiş kumlu yer. * Döşek çarşafı. hamilen : Hâmil olarak. Taşıyarak, götürerek. * Hâmil olduğu halde. hamim : Sıcak ve kızgın su. * Yakın hısım, soy sop. * Samimi arkadaş. hamîme : (C.: Hamâyim) Her nesnenin iyisi. haminne : Hanım nine sözünün bozulmuş şekli, büyük anne. hamîr : (Hımâr. C.) Eşekler. Hımarlar. ◊ Hamur.hamîr(e) : Eyer yapmada kullanılan tüysüz beyaz deri. hamîr-gâr : f. Hamurcu, hamur yoğurucu. hamîre : Hamur içine katılan maya. hamiş : Mektubun altına sonradan yazılan sözler. Hâşiye. hamîs : Beşinci. Hamis günü. Perşembe günü. hâmisen : Beşinci olarak, beşinci olmak üzere. hamit : Şiddetli, sağlam. * Üzerinde kıl olmıyan yağ tulumu. hamit (hâmit) : Yanmış ve pörsümüş süt. hamiye : Tırnak kenarı. * Kızmış, kızgın. hamiyet : Gayret. * Nâmustan gelen gayretle utanma veya kızma. * İstinkâf etmek. * Mukaddesatı ve milletin haklarını, mâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam hasleti. İman More…hamiyet-füruş : f. Kendini beğenip hamiyetli olduğunu iddia eden. Hamiyetli olduğunu göstermeğe çalışan. hamiyet-kâr : f. Hamiyetli. Haysiyet ve şeref sahibi. hamiyet-mend : (C.: Hamiyyet-mendân) f. Hamiyetli. hamiyet-mendâne : f. Hamiyetlicesine. Hamiyetli olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette. hamiyet-mendî : f. Hamiyetlilik, hamiyetli oluş. hâmiz : Sirke gibi ekşi olan. Ekşiliği fazla olan, asit. hâmizat : (Hâmız. C.) Asitler. Sirke gibi ekşi olan şeyler. hâmiziyyet : Ekşilik, kekrelik. hamka : Ahmak ve budala kadın. hamke : (C.: Humuk) Bit. haml : Yük. * Sırtına yük alıp getirmek. * Kadının karnındaki çocuk. * İsnad. Yüklenme. ◊ Saçak. * Büyük saçaklı halı.hamle : Hücum etme. Atılış, saldırış. Savlet. hamlec : Bükmek. hamletmek : Yüklemek, zannetmek. hamm : Kuyuyu temizlemek. * Evi süpürmek. * Etin kokması. ◊ Çok sıcaklık, şiddetli hararet.hammadun : Çok hamdedenler. Çok çok şükür ve duâ edenler. hammal : (Haml. den) Bir ücret karşılığında eliyle veya sırtıyla yük taşıyan adam. * Mc: Kaba, görgüsüz, terbiyesiz. hammaliyye : Hamal ücreti. hammam : Banyo, hamam. hammamî : Hamam idare eden adam veya kadın. Hamamcı. hammamiyye : Edb: Divan Edebiyatında giriş kısmı hamam eğlencesi tasvirine tahsis olunan kaside. hammar : (Hamr. den) Şarap yapan veya satan kimse. Meyhaneci, şarapcı. * Tas: Mc: Mürşid, şeyh, kılavuz. ◊ Eşekçi.hâmme : Bir kişinin akrabası, yakınları. (Hâssa mânâsına da gelir, mukabili âmme'dir.) ◊ (C.: Hevâmm) Haşerât-ı muzırra, zararlı böcekler. * Binek hayvanı.hamme : (C.: Humm) Kaplıcanın sıcak suyu. * Kuyruk yağının kıkırdağı. * Kızdırmak mânasına mastar da olur. hammurabi : (Bak: Nemrud) hamnane : Kene. hamr : Ekşi. Şarap. İçki olup sarhoşluk veren şey. * Birine bâde içirmek. * Bir hususu söylemeyip setreylemek. Ketmeylemek. (L.R.) ◊ Yüzmek.hamra : (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk. * Şiddet ve meşakkatli geçen yıl. * Şiddetle olan ölüm. * Arap olmayan cinsten. * Yüzü kızarmış kadın. hamş : Kaşımak. * Tırmalamak. ◊ Baldırı ince olan.hams(e) : Açlık. * Yaradaki şişin inmesi. hamse : Mesnevi şekliyle yazılmış beş kitabdan ibaret bir takım demektir ki, böyle eser meydana getirmiş olanlara 'Hamsenüvîs', yâhut 'Hamseci' denilir. ◊ Beş More…hamşek : Mestin üstüne vurulan parça. hamsenüvis : f. Hamseci, hamse yazan. Mesnevi tarzıyla beş kitabdan ibâret bir takım yazan kimse. hamsîn : Elli. * Erbaîn denen kırk günlük kara kıştan sonra gelen elli günlük kış. hamşüde : f. Bükülmüş, eğrilmiş. hamsun : Elli sayısı. hamt : Misvak ağacı. * Ekşimiş süt. * Koyunun derisini yüzüp kebap yapmak. * Gadap etmek, kızmak. * Kibirlenmek, tekebbürlenmek. ◊ Şiddetli ve zahmetli olmak. * Çürümek. * Mütegayyer More…hamta : Üzüm çiçeğinin kokusu. hamtar : Dolu kırba. * Yay kirişi. hamul : (Haml. den) Sabırlı, metanetli, tahammüllü, dayanıklı kimse. hamulane : f. Tahammüllü kimseye yakışır şekilde. hamule : f. Yük. Yük taşıyan nakil vasıtalarının yükü. hamulî : Tahammüllülük, sabırlılık, dayanıklılık. hamum : İç yağı. hamun : f. Bozkır. Büyük sahra, düz ova. hamus : Sâkin olmak, susmak. hamuş : f. Susmuş. Sessiz. Sâkit. ◊ Sivrisinek.hamuşan : Mevlevi tâbirlerindendir. Konya'da Mevlâna'nın türbesi haricinde ve kıble cihetindeki büyük kabristana verilen isimdir. * Sessizler, susmuş olanlar, uykuda olanlar. hamuşane : f. Sessizce, ses çıkarmadan. Sessizliği andırır bir şekilde. hamuşî : f. Susma, sükut etme. Sessizlik, sükunet. hamvî : Sıcaklık. hamyaze : f. Esnek, elâstik, esneme. * Kötü hareket, fenâ iş. hamye : İçine yağ ve zeytin konulan kap. hamz : Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık. ◊ Ekşilik. Kekrelik.hamza : İstemek. Arzu etmek. * Ekşi olan her ota derler. hamze : Baklaya benzer bir bitki. han : f. Okuyan, okuyucu, çağıran manasına gelir. Meselâ: Duâ-hân : (Niyaz ve tazarrukârane bir tezellül ile) duâ okuyan. ◊ f. Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. * More…han u man : (Hanmân) Ev. Bark. Ocak. Ehil ve iyal. han-salar : f. Kilerci, sofracıbaşı. hana : Yaramaz ve boş sözler konuşmak. hanacir : (Hancere. C.) Gırtlaklar, hançereler. hanadik : (Handek. C.) Hendekler. Bir mekânın etrafına kazılan geniş ve derin çukurlar. hanadir : Görme kabiliyeti kuvvetli olan. hanadis : (Hındıs. C.) Musibetler. * Karanlık geceler. * Şiddetli hâller. hanak : (C.: Hınâk) Hiddetlenme, kızma. hanan : (Hân. C.) f. Hânlar, hükümdarlar, pâdişahlar, kağanlar. ◊ Merhamet, şefkat, acıma.hanasîr : Helâk olmak. hanasire : Hıyânet ehli, hâinler. hanat : (Hân. C.) Dükkânlar, meyhaneler. hanazîr : (Hınzır. C.) Hınzırlar, domuzlar. hanbelî : Dört hak mezhepten birisi. İmam-ı Ahmed bin Hanbel Hazretlerinin mezhebinden olan. (Bak: Mezheb, İmam-ı Hanbelî) hânçe : f. Küçük tepsi, ufak sini. hancer : Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere benzetirlerdi. hançere : Gırtlak, boğaz. handa hand : f. Devamlı gülme, sürekli olarak gülme. * Devamlı gülen, sürekli gülen. handan : f. Gülen, gülücü, mesrur. handan-ru(y) : f. Güler yüzlü, güleç, mütebessim. hande : f. Gülme, gülüş. handebahşa : f. Güldürücü, tebessüm ettirici. handebar : f. Güldüren, güldürücü. handeferma : f. Güldürücü, güldüren. handefeşan : f. Gülümsemeler dağıtan, gülmeler saçan. handehariş : f. Bir kimseye alay tarzında gülme. handek : Kale ve tarla gibi yerlerin etrafına kazılan geniş ve derin çukur. Hendek. handekâr : f. Gülen, tebessüm eden, gülücü. handekünan : f. Gülerek, güle güle. handemeşhun : f. Devamlı gülen. Çok gülen. handemu'tad : f. Devamlı gülmeye alışmış olan, her zaman gülme alışkanlığı olan. handen : f. Okumak. handenüma : f. Gülen. handeris : Eski şarap. handeriz : f. Gülüp duran, devamlı gülen. handeruy : f. Mütebessim, güler yüzlü. handezen : f. Gülen. handistan : f. Şaka, lâtife. hane : f. Ev, mesken, beyt. * Mat: Basamak, bölüm, göz. * Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir 'ek' tir. 'Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane' More…hane-füruş : f. Ev komisyoncusu, ev tellâlı. hane-gî : f. Evcil, evde beslenen. Evde bulunanlardan, evdekilerden. hane-gir : f. Bir yeri mekân sayan kimse. hane-harab : f. Câhil, bilgisiz. * Evi yıkılmış, evsiz barksız kalmış. * Hâli perişan olmuş kimse. * Mc: Müflis, züğürt, sefil. hane-huda : f. Ev sahibi, sahib-ül beyt. hane-küş : f. Mirasyedi, sefih. hane-suz : f. Ev yakıcı. * Mc: Gözü dışarda olan, kendi âilesini düşünmeyen kimse. hane-zad : f. Efendisinin evinde dünyaya gelmiş olan köle veya cariye çocuğu. haneberendaz : (Hâne ber-endaz) f. Ev yıkıcı. hanedan : f. Soyca dindar ve asil âile. * Peygamber (A.S.M.) sülâlesi. hanef : İstikamet, doğruluk. * Ayak eğriliği. * Eğrilik, udûl. hanefî : Dört hak mezhepten birisi. Veya bu mezhepten olan kimse. (Bak: İmam-ı A'zam) hanek : Ağzın tavanı, damak. hanen : şevk. * Nefsin cima arzusu. hânende : f. Okuyan, şarkı söyleyen. hânende-gân : f. (Hânende. C.) Hânendeler, şarkı söyleyenler, şarkıcılar. hânende-gî : f. Şarkıcılık, hânendelik. hanes : Burnun uç tarafının biraz yüksek olup geri kısmının basık olması. * Sığır burnu. haneş : (C.: Ahnâş) Avlanan haşere veya kuş. * Yılan. hanev : Eğmek. * Davar kösnemesi. hanez : Mütegayyer olmak, değişmek. * Kokmak. hanfec : şişman, etli kişi. hanfes : (C.: Hanâfis) Yellengen böceği. * Pislik yuvarlayan böcek. hangah : f. Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer. hangar : Fr. Eşyayı muhafaza etmek için yapılan üstü örtülü, yanları açık yer. * Uçakları barındırmaya mahsus garaj. hanhana : Sözü burun içinden söylemek. Hımhımlık. hani' : Karısını boşamış koca veya kocasından boşanmış kadın. hanif : İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı. * İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse. * Eğri. * Eski kötü More…hanife : Bir kabile ismi. hanifen müslimen : Müslim ve hanif olarak. hanik : (Hunk. dan) Boğucu, boğan. * Küçük dar yarık ve sokak. ◊ Boğmak.hanim sultan : Tar: Osmanlı hanedanında 'sultan' nâmı verilen İmparatorluk prenseslerinin kızlarına verilen resmi ünvan. hanin : Fazla istekten dolayı inleyiş, şiddetli ağlayış. Sızlanmak. * Şevk ve arzu. hanîn : Burun içinden ağlamak. * Burun içinden gülmek. hanîre : (C.: Hanâyir) Parmak başlarındaki boğum. * Kadınların yün ve pamuk attıkları yay. * Kirişi olmayan yay. hanis : Ettiği yemini yerine getirmeyen. Yeminini bozan. ◊ İki kat olmuş kimse.HANÎS : Zayıflık, gevşeklik. ◊ Sinen, dönen. (Bak: Hannas)hanîs : Yeminini bozan, ahdinde durmayan. Rücu' eden. Te'hir eyleyen. ◊ Kebap olmuş nesne.haniye : Şarap. * Erkeği öldükten sonra evlenmeyip, çocuğuna bakan kadın. hank : Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. * Bir şeyi çiğneyip damağıyla ezmek. * Davarın ağzına gem vurmak veya urgan koymak. ◊ (Hınk) Boğmak. Boğazını sıkıp öldürmek. Boğazı sıkılıp More…hankah : (Bak: Hangâh) hankan : Boğmak suretiyle, boğarak. hânmân : f. Ev-bark, ocak. hânmân-sûz : f. Ocak yakıcı, ev-bark yakan. hann : Yalvarmak. * İnlemek. * Esirgemek. hannak : Boğan, boğucu. hannan : Rahmetlerin en lâtif cilvesini gösteren, Rahman ve Rahîm olan ve çok merhametli olan. hannas : (El-Hannâs) (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan. More…hannasî : Şeytanla alâkalı. hansa : Sırtlan. hanşefir : Bela, zahmet. hansir : (C.: Hanâsir) Yaramaz, boş, faydasız. * Bir yerden taşınan veya göçen kimseler, eşya ve elbiselerini yükletip gittiklerinde yerde kalan kıymetsiz şeyler. hanşuş : Bakiyye, artan. hantal : Kaba, büyük ve ağır. hantem : (C.: Hanâtim) Kara bulut. * Desti. * İbrik. * Topraktan yapılan kap. hanun : Gümleyerek esen rüzgâr. hanut : (C.: Havânit) Meyhane, içki içilen yer. * Dükkân. ◊ Ölüyü, bozulup kokmaması için ilaçlama.hanve : Güzel kokulu bir ot. hanya' : Beli bükülmüş kadın. hanz : Kebap yapmak. hanzal(e) : Zakkum. Zakkum ağacı. Ebu Cehil karpuzu denilen portakal büyüklüğünde mevyesi çok acı bir nebat. Karga kabağı diye de adlandırılır. hapis : (Bak: Habs) hâr : f. Diken. har : (Her) f. Merkep, himar, eşek. * Çay ve havuz diplerinde olan balçık. * Mc: İdraksiz kimse. * Kargaşa. ◊ f. Hor, hakir, âdi. Aşağı. ◊ Yıkılmış, hedmolmuş.har' : Yarmak. har'abe : İnce kemikli, genç ve güzel kadın. * Uzun. * Yeşil üzüm çubuğu. har'et : Terslemek. har-ban : f. Eşekçi. har-bende : f. Seyis. Eşek ve katır gibi yük hayvanlarına bakan kimse. * Tar: Saray katırcıları. har-meniş : f. Eşek huylu, eşek tabiatlı. har-püşt : f. Diken sırtlı. * Mc: Kirpi. har-var : f. Eşek yükü. har-zar : f. Çalılık, dikenlik. hara : Deve kuşu yumurtasının yeri. * Ev ortası. hara' : Süstlük, zayıflık. harab : Viran. Issız. Yıkık. Perişan. harab-abad : f. Harabiyetle dolu olan yer. Tam harabe. harabat : Harabeler. Viraneler. Meyhâneler. harabe : Harab yer. Şehir veya ev yıkıntısı. Perişan yerler. harabenişin : f. Viranelerde, harabelerde oturan. harabezar : f. Viranelik. Yıkıntı yeri. harabiyet : (Harabî) Yıkılma. Yıkılış. Parçalanıp dağılış. Zillet ve sefalet içinde harac : Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna More…harac-güzar : f. Haraç verici. harafe : Aklın bozulması. Delilik. harafet : Hararetiyle dili yakan tad. harahir : (Harhara. C.) Tıb: Akciğerden gelen hırıltılar. * Uykuda iken horlamalar. haraib : (Harîbe. C.) Bir kimsenin geçineceği şeyler. haraid : (Harîde. C.) Kızlar, bâkireler. * Delinmemiş inciler. haraif : (Harife. C.) Ev için yapılan güz hazırlıkları. harait : Haritalar. harak : Korkudan veya utanmaktan dolayı dehşet içinde kalmak. ◊ Ateş, nâr.haram : Helâl olmayan, İslâmiyetçe ve dince nehyedilen şeyler ve ameller. Allah'ın izin vermediği, men'ettiği şeyler. Helâlin zıddı olan şey. harami : Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut. haramilik : Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az More…hararet : Sıcaklık. hararet-bin : f. Termometre. Sıcaklık derecesini gösteren âlet. haras : f. Dilsizlik, dilsiz olma. haraş : f. Hayvan ile döndürülen değirmen. harâs : f. Hayvanla döndürülen değirmen. haraset : Çift sürme. * Sürülen yer. Tarla. * Ekincilik, çiftçilik. haraşif : (Harşef. C.) Balık pulları. Pul pul olan şeyler. * Yaprakları balık puluna benzeyen bitkiler. harat : Davarın memesinde olan bir hastalık. (Sütün parça parça, ufanmış gibi çıkmasına sebep olur) haraz : Tasadan veya aşktan dolayı zayıflayan. harazet : Hastalığın uzaması, derdin müzminleşmesi. harb : İki veya daha çok devletin birbirleriyle siyasi alâkaları keserek silahlı kuvvetlerle çarpışmaları, vuruşmaları. ◊ (C.: Hırbân) Toy kuşunun erkeği. * Yarmak. * More…harb-gâh : f. Harp meydanı, savaş alanı, muharebe yeri. harb-gir : f. Harp yapan. Harpçi. harba' : Kulağı delik koyun. harbak : Yarmak. * Kat'etmek, kesmek. * İfsad etmek, bozmak. * Deva, ilâç. harbat : f. Ahmak, bön, ebleh. * İri yapılı kaz. * Kalıp ve kıyafeti yerinde olduğu halde ahmak olan kimse. harbcu : Kavga çıkarmaya istekli olan, savaş arzu eden. harbe : Tar: Kısa mızrak tarzında bir nevi silâhın adıdır. Eskiden 'Köylü' adı verilen yangın habercisinin taşıdığı ucu demirli değneğe de harbe denilirdi. Eski tüfekleri doldurmağa mahsus More…harbele : f. Kuyulardan su çekmeğe mahsus dolap. Bostan dolabı. harben : Savaşarak, harbederek, döğüşerek. Muharebe etmek suretiyle. harbes : Bir ot cinsi. harbeş : Fesâd vermek, ifsad etmek, bozmak. harbesisa : Şey' mânasına kullanılan bir isimdir. harbî : Dâr-ül harbde bulunan ve müslim olmayan kimse. Arada anlaşma yapılmamış düşman. * Harbe mensub ve müteallik. * Tüfek temizliği için kullanılan demir çubuk. harbiye : Harb işlerine ait. Harb okulunun adı. Harbiye mektebi. harbüş : Yırtıcı bir kuş. * Alaca yılan. harbüz(e) : f. Karpuz, kavun. harbüze-füruş : f. Karpuz kavun satan adam. harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. * Vergi. * Çıkmak. * Yeni çıkan bulut. * Yemâme vilayetinde bir yer. * Ecir. * Buğday. harca' : Ayakları beline varana kadar beyaz olan koyun. harce : (C.: Hurc-Haracât) Deve sürüsü. * Sık bitmiş ağaç. harcef : Soğuk rüzgâr. hardal : Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır. hardale : Hardal tanesi. * Nesneyi ufak edip kesmek. hardan : Kızgın, hiddetli, gadaplı. * Kast ve men'edici, engel olan. hare : f. Kaya, sert taş. * Bir cins dalgalı kumaş. ◊ f. Yiyecek.harec : Darlık, zorluk, sıkıntı. * Dar yer, sık ağaçlı yer. * Günâh. hared : Hışım etmek. * Menetmek, engel olmak. harekât : (Hareket. C.) Hareketler. hareke : Arapça harflerin u, e, i şeklinde okunacağını gösteren işaretler. (Zamme 'ötre' fetha 'üstün' kesre 'esre' (gibi) * Hareket lafzının Arapça terkibde aldığı More…hareket : Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı. harem : Herkesin girmesine müsaade edilmeyen yer. Kadınlara mahsus oda. (Misafirlere ve erkeklerin girmesine müsaade edilen yere de'selâmlık' denir.) haremeyn : İki mukaddes harem. Müşrik ve kâfirlere yasak olan mukaddes Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere. hares : (Haris. C.) Bekçiler, muhafızlar. ◊ Dilsizlik, ebkemiyyet.hareşe : Sinek. harez : (C.: Ehrâz) Çocukların oynadıkları ceviz. hareze : (C.: Harez-Harezât) Boncuk. harf : Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren şekilli çizgilerden herbiri. * Müstakil bir mânâya değil de başka harflerle birleşerek, başka muayyen ve müstakil çok More…harf be harf : Aynen, aslı gibi, olduğu gibi. harf-gir : f. Her işte ayıp ve noksan arayan. harf-i atif : Gr: İki kelime veya cümleyi birbirine bağlayan harf. Vav ve fe gibi. Arabçada on şekilde harf-i atıf şunlardır: Bunlar bir kelimeyi veya cümleyi diğer bir kelime veya cümle üzerine atıf ve More…harf-i cerr : Gr: Kelimenin sonunu esre ile (i diye) okutan harf. Bunlar arabçada şu şekil altında toplanmıştır. (Vav-ı kasem), (Ta-yı kasem) harf-i masdarî : Fiil mânasında olan bir kelimeyi, masdar mânâsına çeviren harf. harf-i nâsib : Muzari fiilinin sonunu üstün (e, a diye) okutan harf. (Bak: Huruf-i nâsibe) harf-i nidâ' : Ya, ey, â gibi harflerle çağırılanın ismine eklenen harf. Ünlem. harf-i zâid : Gr: Kelimenin bazı tasrifinde düşen harf. Fazla, zâid harf. Te'kid için yazılan harf. Sonradan ilâve olan harf. harfece : Güzel gıda. harfî : Harfe âit. * Sahibi tanıtmak için olan. * Başkasının mânası için yazılan. (Bak: Mâna-yı harfî) harfiye : Kendi başına müstakilen bir mânası ve te'siri olmadığı halde, kendi cinsinden bir topluluğun içinde olduğu zaman ancak bir vazife gören şeylere denir. harfiyen (harfiyyen) : Harfi harfine. Hiçbir değişiklik yapmadan. hargâh : f. Otağ. Büyük çadır. hargar(e) : f. Hakaret eden, hakaret edici. hargele : f. Eşek sürüsü. * Terbiyesiz, görgüsüz ve azılı kimseler. harguş : Tavşan. harhar : f. Devamlı arzu, sürekli istek. * Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı. * Devamlı kaşıntı. harhara : Uykuda horlamak. * Kedinin mırıldayışı. * İki dere arasındaki düzlük. harhişe : f. Kavga, gürültü, patırtı. harî : f. Hakirlik, horluk. ◊ Müstehak, lâyık.harî' : Kimseden çekinmeyen, fâcire kadın. * Çok gülen, gülegen. harib : Yıkan, harab eden. * Haydut. ◊ Kaçan, firar eden.harîb : Yağma olunmuş, soyulmuş, talan edilmiş. harîbe : (C.: Harâib) Bir kimsenin geçineceği şey. hâric : Bir şeyin veya mahallin veya memleketin dışında kalan. * Ecnebi. haric : Günahkâr, günah işlemiş. Allahın emrini dinlememiş olan. harîc : Dar, ensiz. * Kuşatılmış. harice temessül : Zihnî olan kelâmın hâricî âlemdeki kanunlara uygun şekilde tanzim edilişi. haricen : Dışardan, dıştan. Hariçten. haricî : Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü veche'ye More…hariciyye : Hariçle alâkalı. Dış işleri. * Ameliyatla tedavi edilebilen hastalıklar. * Haricilik. (Bak: Havâric vak'ası) harid : Öfkeli, hidetli, kızgın. ◊ Satın alma.harîd : Tek, ayrı. harid(e) : (C.: Harâid) Kız, evlenmemiş kız. * Delinmemiş inci. haridar : Satın alıcı, satın alan. haride : Satın alınmış. harif : (Hırfet. den) Meslekdaş, san'at arkadaşı. Teklifsiz dost. * Herif, âdi insan. ◊ Güz mevsimi, sonbahar. * Meyve toplama zamanı. ◊ Yemiş toplayan.harifane : f. Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan. harife : (C.: Harâif) Ev için sonbahar hazırlığı. harifî : Sonbaharla alâkalı. harik : Muhalefet eden, aykırı olan, karşı gelen. * Yırtıcı, yırtan. ◊ Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş. Ateş, od. ◊ Omuz küreklerinin arası. ◊ Zeyrek akıllı kimse.harîk : Erkekliği olmayan adam. ◊ Yangın, ateş.harîk-zede : (C.: Harikzedegân) f. Yangından zarar görmüş kişi. Evi ve eşyaları yanmış kimse. hârika : İmkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, hayranlık vren. Büyük ve görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli. ◊ Ateş, nâr, od.harîka : Acı, sızı. * Bulâmaç. Yulaf lâpası. hârika-pişe : f. Hârikalı. Hârika işler yapan. hârikat : (Hârika. C.) Şaşılacak şeyler, hârikalar. İnsanda hayret uyandıran şeyler. hârikavî : Harika cinsinden, harika gibi. hârikulâde : Fevkalâde, âdetin hâricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede. Son derece kıymet ve ehemmiyeti hâiz olan şey. hârim : Fakir. harîm : Herkesin giremiyeceği, dokunmıyacağı şey. Haram dairesi. * Şerik. * Bir kişinin olup, başkasının duhul ve taarruzundan masun yer. * Hacıların Mekke-i Mükerreme'de giydikleri libas. More…harîme : Bir kimsenin, istediği gibi kulanabilecek hakka sahib olduğu malı. harir : İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak. harîr : Su akarken çağlamak. * Yel eserken fışıldamak. * Horuldamak. harirî : (Kasım bin Ali) (Mi: 1054-1122) Irak'ta doğdu. İnhitat (çöküş) devrinin ediblerindendir. 'Makamat' adlı eseriyle şöhret bulmuştur. Bediüzzaman-ı Hemedanî'nin Makamları More…haririye : Un ve süt ile yapılan bulamaç. hâris : Muhafız. Bekçi. * Gözcü. Himaye eden. Bekleyen. ◊ Eken, ekici. Çiftçi.haris : Süngü demiri. * Soğuk olan şey. ◊ Son derece hırslı olan. ◊ Hırslı olan, haris.hariş : f. Kaşınma, kaşıma. harîs : Bir şeye fazlası ile düşkün. Hırslı. harîş : Bir cins yılan. harisa : İnsanın başında veya yüzünde kan çıkmaksızın yalnız deri yırtılmış olarak peyda olan yara. harîsa (hârisa) : Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut. * Kan çıkmayan azıcık baş yarığı. harîsane : f. Hırslıcasına. Çok haris olarak. Hırslılara mahsus bir tavırla. harîset : (C.: Harâyis) Zayıf deve. haristan : f. Çalılık, dikenlik. harîsun aleyküm : Tevbe Suresi'nin bir âyetinde geçen bu ifade, birinci derecede Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında olup ümmetini ve bütün insanları doğru yola irşadda yılmadan, büyük bir sebat ve azim ve More…harita : yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı. * Dağarcık, kulplu kese. hariye : Yavuz bir yılan. harîz : Tâkatsiz kimse, güçsüz ve kuvvetsiz insan. ◊ Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış.harizme : Azgın hayvanların ağzına ve ayının dudağının üstüne geçirilen demir halka. hark : Yarma. Yırtma. * Su akacak yarık yer. ◊ Yakmak. Yanmak. Yangın.hark ve iltiyam : Yarmak ve yapıştırmak. Yırtılmak ve iyileşmek. harka' : Kulağı delik koyun. * Çeşitli yönlerden esen rüzgâr. harkafa : (C.: Harâkıf) Kalça kemiği. Uyluk kemiğinin baş tarafı. harkahe : Koyuncuların kara evi. harkeket : (C.: Harâkîk) Uyluk başı. harkürre : f. Eşek yavrusu, sıpa. harm : Muhkem etmek, sağlamlaştırmak. * Davara yük vurmak. * İşinde çabuk çabuk olmak. * Udul etmek. * Kat'etmek. harmed : Kokusu ve rengi değişen. * Kara balçık. harmel : Üzerlik otu. harmeş : İfsad etmek, bozmak. harnub : Keçiboynuzu adı verilen bir cins yemiş. harp : (Bak: Harb) harpüşte : f. Balıksırtı şeklinde olan, harpuşta. harr : Hararet, sıcaklık. Sıcak. ◊ Yarmak.harr(e) : Hararetli. Kızgın. Çok sıcak. Yakıcı. harra : (Hurur) Yüksekten aşağı düşmek. harraka : Eskiden düşman gemilerini veya düşman şehirlerini ateşlemek için, yakıcı âletlerle donatılmış olan harp gemisi. harran : Susuz. harrare : Gürleyerek, çağlayarak akan su. harras : (Harâset. den) Çiftçi, ekinci. Toprağı işleyip ekin eken. ◊ Küp yapan. ◊ Yalancı.harrat : Doğramacı, çıkrıkçı. Tornacı. harraz : Terzi. harre : (C.: Hurer) Değirmenin buğday konulan deliği. ◊ (C.: Hırâr-Hırârât-Harrun) Kara taşlı yer.harrub : Keçiboynuzu' adı verilen bir yemiş cinsi. hars : Tarla sürmek. * Maarif. * Mal toplamak, kazanmak. * Teftiş ve tedbir eylemek. ◊ Tahmin etmek. * Yalan söylemek. * Acıkmak. ◊ Koruma. Muhafaza etmek. Hırz mânasınadır. More…harş : Kesbetmek, almak. * Tırmalamak. ◊ Avlamak. * Kaşımak.harşa : Bir cins ot. harsa' : Dilsiz kadın. * Gürlemeyen bulut. * Belâ. (Müz: Ahrâs) harşef : (C.: Harâşif) Kalkan balığı. * Balık pulu. * Enginar bitkisi. harsek : Küçük cisim. harsinî : Tunç. harşuf : Enginar bitkisi. hart : El ile ağacın yaprağını sağmak. * Ağaç kabuğu soymak, yaprak toplamak. * Nikâh. ◊ Katı katı ovmak. * Davarın yulaf yerken çıkardığı ses.hartavî : Tar: Sipahilerin yeniçeri keçesine mümasil olarak giydikleri toparlak keçe külâh. hartuc : f. Topa merminin ardından sürülen barut kesesi. haruf : Küçük kuzu, hamel. * Tâze et. harun : Musa Peygamber'in (A.S.) yardımcısı ve büyük kardeşi. * Bağdad Abbasî Halifelerinden Harun-ür Reşid. ◊ İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan.harunî : Hayvanın ilerlemeyip durması veya gerilemesi. Hayvanın huysuzluğu. harur : Sıcaklık. Güneşin kızgınlığı. * Gece esen sıcak rüzgâr. ◊ Yüksekten düşmek. * Akla gelmedik cihetten hücum etmek.harus : Sütü az olan kadın. * Evlenip hâmile olan kız. harut : Mukaddes kimse. * İpini sahibi elinden çekip kaçan davar. harut ve marut : Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen iki meleğin ismidir. harva : Büyük kumlu tepe. * Yüce, yüksek. * Bir dağın adı. hary : Noksan etmek, noksanlaştırmak, eksiltmek. harz : Dikmek. harze : Yaban şalgamı. harzem (harezm) : Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke. haş : f. Süprüntü, kırıntı, döküntü. * Kızgınlık, hiddet. ◊ Kalb.has ahur : Tar: Hükümdarın hayvanlarına mahsus ahır. has lafizlar : Bir mânaya mahsus olan lafızdır. Hasan, Mehmed, insan, erkek lafızları gibi. has' : Reddetme. * Uzak olmak. Uzaklaştırmak. has'am : Yemen diyarında bir kabilenin adı. hâşâ : Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun...(mânasına söylenir.) hasa : Saymak. * Taş atıp vurmak. ◊ Sığır terslemek. ◊ Toprak saçmak.hasa' : Suya kanmak ve kandırmak. * Dolmak. * Doymak. * Ufak taş. ◊ Saman parçası. * Hurma kabı. ◊ Bulamaç aşı. * Kavun.haşâ' : (C.: Ehşâ) Nefes tutukluğu. * Nefesin tutulması. * Nâhiye. * Kalb. hasab : Odun. hasad : Ekin biçmek. Ekin biçme mevsimi. hasadet : Hasedcilik, kıskançlık. Çekememezlik. hasafe : (C.: Hasif) Hurma yaprağından örülen kap. * Hurma yaprağı. hasafet : Rey sağlamlığı. Hükümde kuvvet ve olgunluk. haşafet : Kin ve düşmanlık, haset ve adavet. haşahiş : (Haşhâş. C.) Haşhaşlar. hasail : (Haslet. C.) Hasletler. (Bak: Haslet) hasais : (Hasîse. C.) Kötü huylar, fena tabiatlar. hasâis : Bir şeye, birine has olan keyfiyetler. haşaiş : (Haşiş. C.) Kuru otlar. hasak : Büyük bir kuşun adı. (Çin'de, Babil'de ve Türk vilâyetlerinde olur.) haşak : f. Süprüntü, çöp. Yonga. hasal : Ağacın, zeminde yanlara sarkmış uçları. * Bir işte ortaya konulan ödül. ◊ Yüreğin ağrıması.hasan : Nâmahremden korunur üzere olmak, korunmak. ◊ İyilik. Güzel muamelede bulunmak. ◊ Güzel. (Bak: Hasen)haşan : Kokmuş tuluk. hasanet : Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması. * Kadının kendisini haramdan koruması. hasar : (C.: Hasâret) Ziyan, zarar. ◊ Soğuk, berd.hasar-dide : f. Zarara uğramış, hasar görmüş. hasarat : (Hasâret. C.) Ziyan ve zararlar. Hasaretler. hasaret : Hasar. Alış-verişte zarar, ziyan. Yoldan sapmak. Sapıtmak. Dalâlete düşmek. ◊ Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması. * Dahâmet peyda etme, irileşme.haşari : Yaramaz, rahat durmaz, hırçın. hasas : Başta saçın az olması. haşas : Arz haşereleri. hasasa : (C.: Hasâs) Fakirlik. * Hali yaramaz olmak. * Küçük delik. * İki kişinin arasındaki açıklık. hasase(t) : Tamahkârlık. Cimrilik. Alçaklık. Hasislik. hasaset : İhtiyaç. Yoksulluk. Züğürtlük. * Rahne. * Kalbur ve elek gibi şeylerdeki küçük delik, gedik. hasât : Küçük taş parçası. Çakıl. * Tıb: Sidik yolunda taş peyda olmak. hasb : (Haseb) Birisinin sülâlesi cihetinden iftihar yolu ile saydığı iyilik. Mal, din, millet. Kerem, fiil ve amelde yüksek şeref, iyi iş, sâlih amel. Şeref, asalet, şan, kadr ve haysiyet. * More…haşb : Hayırsızlık. * Haşinlik. hasba : Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde 'haspa' şeklinde kullanılır. hasba' : (C.: Hasubâ) Ufak taş. haşba' : Kuru, yâbis. hasbe : Kızamık hastalığı. Tane tane gövdede çıkan bir hastalıktır. (Hasta kişiye 'mahsub' derler.) ◊ Re'y. Tedbir. (Aslı: Ecir ve sevab mânasına gelen 'hisbe' More…hasbel hamiyye : (Hasb-el hamiyye) Hamiyet icabı, hamiyet için. hasbel icab : (Hasb-el icâb) Durum icabı olarak, hâl ve durum iktiza ettiği için, durum dolayısıyla. hasbel iktiza : (Hasb-el iktizâ) İktiza ettiği için, gerektiğinden dolayı. hasbel kader : (Hasb-el kader) Kader cihetiyle. hasbel mevsim : (Hasb-el mevsim) Mevsime göre. hasbeten lillah : Allah rızası için. Allah yoluna. Karşılık istemeksizin. hasbî : Karşılıksız. Allah rızası için. hasbiye : âyetinin kısaca ismidir. hasbüna : Bize yeter. Bize kâfidir (meâlinde). hasda' : Yaprağı çok olan ağaç. haseb : (Bak: Hasb) haşeb : Kereste imâlinde kullanılan kalın ve kuru ağaç. haşeb-pare : f. Tahta parçası. Yonga. hasebe : Hurması çok olan hurma ağacı. haşebe : (C.: Haşebât) Odun, ağaç. Yonga. haşebiyet : Odunluk, odun niteliği. hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak. haşed : İnsan topluluğu, cemaat. hasede : (Hâsid. C.) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler. haşef : Hurmanın yaramazı. * Eski elbise diken. * Devenin sütünün çok olması. haşefe : (C.: Haşef-Haşefât) Sünnet mevziine varana kadar olan zeker başı. * Yaşlanmış kuru kadın. * Kuru hamur. * Yumuşak taş. ◊ Hiss. * Harekete ve yürüyüş sesine derler.hasek : Kin, adavet, hased. * Savaş âletlerinden, üç köşeli diken şeklinde bir silâh. haseke : (C.: Husek) Kin tutmak, adavet etmek. * Demir dikeni denilen üç köşeli diken. * Demirden yapılan üç köşeli 'bıtırak' denilen harp âletleri. haseki : Tar: Vaktiyle sarayda görevli bazı subaylara verilen isim. haşel : Bayağılaşma, rezil olma. Bayağılık, rezillik, âdilik. * Her nesnenin kötüsü. hasele : Tıb: Karnın göbek ile kasık arasındaki kısmı. hasem : Burnun yassı ve geniş olması. haşem : Burun içinde olan bir illettir ve kokuyu değiştirir. * Genzin tıkanıp burnun koku almaması.* Etin kokması. ◊ Taraftarlar ve hizmetçiler. Düşmanlarına karşı koruyanlar. Aile.haşem-nişin : f. Göçebe. haşeme : (C.: Haşem) Kol. Kollukçu. Hizmetkâr. hasen : Güzel. Hüsünlü. Güzellik. * Güzel olmak. hasenat : Güzellikler. İyi ameller. İyilikler. hasene : İyilik. Güzellik. Hayırlı amel. Allah rızasına çok uygun iş. * Eski altun paralardan biri. haşene : (Haşin. C.) Sert, katı ve kalb kırıcı olanlar. haser : Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması. haşerat : (Haşere. C.) Küçük zararlı böcek, akrep ve yılan gibi hayvanlar. * Mc: Zararlı ve kıymetsiz kimseler. haşere : Yabani arı, böcek, akrep ve yılan gibi zararlı mahluk. hasf : Ayakkabı dikmek. * Birbirine yapıştırmak. * Tasmalı nâlin. * Ağacın yaprağının dökülmesi. ◊ Ay tutulması. * Işığı sönmek.hasfolmak : Parlaklığı gitmek. hashas : Zâhir olma, açık ve âşikâr olma, görünme. ◊ Toprak. * Ufak taş. ◊ Seri, çabuk, hızlı. ◊ Koparılmış olmak. ◊ Cömert kimse.haşhaş : 'Kapsüllerinden uyuşturucu bir madde olan afyon; tohumlarından da yağı çıkarılan bir bitki. * Hazırlıklı. * Silâhlı ve zırhlı topluluk.' hashasa : Açık ve âşikâr olma. * Bir şeyi diğer bir şey içinde 'iyice birleşmesi için' karıştırıp sallama. haşhaşa : Silah sesi, yüksek ses. * Silâh. * Kuru ot. * Yeni kaftan. hashase : Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak. * Bir şeyi döndürmek. ◊ Kandırmak. * Koparmak. * Çok fazla deprenmek. ◊ Anlaşılmayan ses. * Hınzır avazı.hasî : (Has'. den) Herkes tarafından kovulan. Sürülüp tardedilen. ◊ Kuru.haşi : Kuru, yâbis. haşi' : Huşu içinde olan, alçak gönüllülük eden. * Kusurlarını düşünerek, ürpererek Cenâb-ı Hakka niyâz edip yalvaran. hâşian : Tevazu ve mahviyetle. Alçakgönüllülük göstererek. hâşiane : f. Hâşi' olarak. hasib : Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr. ◊ Hesab eden, hesab edici.hasîb : Muhterem, itibarlı, değerli ve soyu temiz kimse. şahsi meziyet sâhibi insan. * Muhâsebeci. ◊ Cömert kimse. Hayır sahibi ve eli açık adam. * Bolluk yer, ucuzluk.haşib : Yoğun, kalın. * Tam düzelmemiş olan kılıç. * Süslü, zinetli. haşibe : Tabiat, mizaç, huy. hâsid : Hased eden, kıskanan. hasid : Ekin biçen. hasîd : (C.: Hasâyıd) Tarlada kalan ekin. hâsidane : f. Kıskanarak, kıskançlıkla. Hased edercesine. hâsif : (Husuf. dan) Sararmış. Rengi, parlaklığı kalmamış. Husufa uğramış. hasif : Zayıf. hasîf : (C.: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu. * Yağmuru çok olan bulut. ◊ Ak ile kara, alaca renkli urgan. * İki çeşit renkten meydana gelen. ◊ Aklı başında, kâmil ve olgun More…haşif : Keskin kılıç. * Damdan aşağı asılmış olan karpuz. ◊ Eskimiş ve yıpranmış elbise.hasîfane : Aklı başında ve olgun olan bir adama yakışacak suretde. hasîfe : Gizlenen kin, hased ve düşmanlık. haşife : Adâvet, düşmanlık, kin. haşiîn : Huşu' içinde olanlar. hasik : Süngü demiri. hâsil : Peyda olan. Husule gelen. Çıkan, meydana gelen. hasîl : Ot. hasîl(e) : Sığır buzağısı. hâsilat : Gelirler. Kazançlar. Elde edilenler. Kâr. Mahsul. Îrad. hasîle : (C.: Hasâyil) Bakiyye, artan, geri kalan. ◊ İyeği arasında olan et.hâsili kelâm : (Hâsıl-ı kelâm) Sözün kısacası, sözün kısası. hâsim : Kat'eden, hasmeden, kesip atan. hasim : (Bak: Hasm) hasîm : Hasım olan, husumet eden, düşmanlık eden. haşim : Kuru ekmek kırıntısı doğruyan. Ezen, yaran, kıran, parçalayan. ◊ Haşmetli, gösterişli, muhteşem.haşime : Kemiği kırılmış olan baş yarığı. haşimî : Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) kabilesinden, O'nun sülâlesinden gelen. * Bir tarikat şubesinde olan. hasîn : Sağlam. Metin. Mustahkem. * Sağlam muhafaza eden. ◊ Küçük balta.haşin : Kırıcı, kalb kırıcı. Sert, katı. ◊ Korkak, korkan. ◊ Kokmuş tuluk.hasin(e) : (C.: Hâsınât) İffetli, namuslu ve şerefli kadın. hâsir : Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan. hâşir : Haşreden, toplayan. Cem'eden. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. Haşir meydanında bütün insanlar mübarek izlerinde haşr olup toplanacaklarından Delâil-i Hayrat'ta bu isimle More…hasir : (Hasr. dan) Muhâsara eden, etrafını çeviren, hasreden. hasîr : Feri gitmiş, donuklaşmış göz. * Hasret çeken. Meramına nail olamayan. * Yorulmuş. * Açılmış. * Zayıf. ◊ Hüsranda olan. Sapıtan, dalâlete giden. Azgın. * Eli boş. Müdafaasız. More…haşir : Toplayan, cem'eden, haşreden. hasiralti etmek : Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu More…hâsiren : Ziyana uğrayarak, zarar gördüğü halde. hâsirîn : (Hâsir. C.) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler. hâsirun : Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar. hasis : Çabuk. Çok aceleci. * Ayartılan, tergib ve teşvik edilen. ◊ Gizli ses. Ateş gürültüsü. * Fitil.haşiş : Esrar adı verilen 'Hint keneviri'nin yaprağı. * Kuru ot. hasis(e) : (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri. hasisa : Bir şeye mahsus hal. Kendine mahsus olup başkasında bulunmayan keyfiyet, karakter. haşişe : Ot. haşiv : (Bak: Haşv) haşiye : Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz. hasiyy : Hayası çıkarılmış, hadım edilmiş, burulmuş (insan veya hayvan). haşiyy : Kuru, yâbis. haşiyye : (C.: Haşâyâ) İçi dolmuş döşek. * Nihalî adı verilen sofra altı. hasiyyet : (Hassiyet) Hususi fayda, kuvvet ve menfaat, tesir, keyfiyet. hasl : Fena huylu olma. Kötü haslet sahibi olma. ◊ Zayıflık.haşl : Herşeyin âdisi, bayağısı. hasle : (C.: Husul) Hurma koruğu. ◊ Göbekle kasık arası.haslet : Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat. hasm : (Hasım) Muhâlif. Karşı taraf. Düşman. ◊ Kesip atma, kesme, kat'etme. * Kat'i olarak bir mes'eleyi hâlledip neticeye varma. ◊ Atâ etmek, hediye vermek. * More…haşm : İncitmek. * Gadaplandırmak, hiddetlendirmek. hasmane : f. Düşmancasına. Düşman gibi. Hasma mahsus halde. hasme : Kırmızı meşe. hasmen : Bir mes'eleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle. haşmet : (Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, 'haşem' den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme. * Hiddet, kızgınlık. * Alçak gönüllülük. haşmetli : (Haşmetlü) Tar: Haşmet sâhibi mânâsına gelir ve ecnebi hükümdarlarına verilen bir ünvandır. haşmetmeab : Haşmetli, haşmet sahibi mânâlarına gelir ve eskiden padişahlara karşı hürmet bildirmek için kullanılırdı. hasmî : Düşmanlık, husumet, adavet. hasna : Güzel kadın. Hüsün ve cemal sâhibesi. hasnâ : Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın. haşna' : Saliha kadın. haspuş : f. Hilekâr, hileci, iki yüzlü, mürai. haspuşî : Hile, riyâ. hasr : Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma. * Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak. * Sıkıştırma. Kısaltma. * Okurken tutulup kalmak. * Vakfetmek. * Zaman ayırmak. More…haşr : (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. haşr suresi : Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. haşr u neşr : Toplanıp dağılmak, yayılmak. haşrece : Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı. haşrem : Kireç taşı. * Alçak dağ. * Arı. hasreme : Üst dudağın alt dudak üzerine taşması. hasret : Özleyiş. İç çekme. Bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü. (Bak: Husr) hasret-fiken : f. Hasret düşüren, hasret döken. hasret-keş : f. Özlemiş, özleyen, hasret çeken. hasret-keşane : f. Hasret çekene yakışır surette. Özleyenler gibi. hasret-zede : (C.: Hasret-zedegân) f. Hasrete düşmüş, hasrete uğramış. hasretmek : Kısaltmak. Sadece bir şeye mahsus kılmak. Bir şey için vakfetmek. haşrî : Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair. hâss : (C.: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu. * Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan. * Tam ayar olan, yabancı maddelerle More…hass : Zannetmek. * Silkmek. * Davarı kaşağılamak. * Közün üstünde birşey pişirmek. * Katletmek, öldürmek. ◊ Tergib. Teşvik. Bir kimseyi bir şey için iknâ etmek. ◊ Duyan. More…haşş : Kat'etmek, kesmek. * Toplamak, cem'etmek. * Davara ot vermek. * Ateş yakmak. ◊ Girmek, dühul etmek.hâss ü âmm : Herkes, bütün herkes. hassa : (C.: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat. * Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni. More…hassa' : Hayırsız kadın. haşşab : Ağaçtan anlayan. * Ağaç satan. hassad : Orakçı, ekin biçen. haşşak : Bir nehir ismi. hassas : Duygulu, içli. * Alıngan. Çok ve çabuk hisseden. Hissi galib olan kimse. haşşaş : Esrar, eroin gibi uyuşturucu maddeler kullanan. Esrarcı, esrar içen. hassasane : f. Hassas ve duygulu olana yakışacak şekil ve surette. hassase : Hissedici kuvve. Hisseden, duyan. hassasiyet : Hassaslık. Duygulu olmak. İhtimamlılık. Dikkatlilik. hâsse : Duygu uzvu. Bir şeye mahsus kuvvet. Hâl. (Bak: Kuvve) hasseten : Hususi olarak, özellikle. Yalnız, ayrıca. hassiyet : (Bak: Hâsiyyet) hâst-gâr : f. İsteyen, talep eden, isteyici. hâst-gârî : f. Tâliplik, isteyicilik. haste : f. İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş. ◊ (C.: Hastegân) f. Rahatsız, hasta. ◊ f. Uzanmış. * Ayağa kalkmış.haste-gân : (Haste. C.) f. Hastalar, rahatsızlar, marizlar. haste-gî : f. Rahatsızlık, hastalık, maraz, illet. hasub : Kirişini atan yay. hasud : Çok hased eden. hasudane : f. Kıskançlıkla, hasetçilikle, hasud olan kimseye benzer surette. hasudî : Kıskançlık, çekememezlik, hasetçilik. hasun : Serçe gibi küçük ve alaca renkli bir kuş. hasur : Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen. * Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan. * Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez) * More…haşur : Her malın değerini bilip aldanmayan tâcir. hasus : Katı, şedid, şiddetli. haşuş : Abdesthane, helâ, tuvalet. hasv : Toprak saçmak. * Az birşey vermek. ◊ Men etmek, engel olmak.haşv : (Haşiv) (C.: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi. * Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot. * Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi More…hasva' : Toprak parçası. hasve : (C.: Husvât) Yudum yudum, azar azar içme. haşvî : Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan. * Haşve benziyen. haşviyyat : Söz arasında, lüzumsuz, fazladan olan sözler. haşyet : Korku ve dehşet. haşyeten : Ürkerek, korku ile. haşyeten lillah : Allah için korku. haşyetullah : Allah korkusu. hat : f. Çaylak kuşu. hat'are : Bir hâl üzerine karar etmeyip devamlı değişmek. hat'et : Vurmak, darb. * Düşürmek. * Cima etmek. hata : Yanlışlık. Yanılma. * Suç. Günah. ◊ Yarış atlarının sekizincisi. ◊ Kuzey Çin.hata ender hata : Kusur içinde kusur. Hatâ içinde hata. hata' : Saçak bükmek. hata-puş : f. Kabahatleri örtbas eden, suçları örten, hataları göstermeyen. hata-yi adlî : f. Adalet dairesine âit hata, yanlışlık. hatab : (Hatb) Odun. * Kinaye olarak 'Dedikodu, nemime' ye de odun denilir. hatabahş : f. Kabahatleri affeden, kusurları bağışlayan. hataen : Hatâ olarak, yanlışlıkla. hatai : Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller. * Türkistan'da More…hatair : (Hatire. C.) Mühim işler, ehemmiyetli ve önemli ameller. hataiyyat : Yanlışlıklar, yanlışlar. hatakâr : f. Yanlışlık yapan, hatâ eden, yanılan. hatal : Boş ve yaramaz söz. hatar : Bir şeyin etrafını çevreleyen çember nev'inden şeyler. * Çadırın eteklerine bağlanan parça. ◊ Tehlike. Uçurum, Emniyetsizlik. Korku.hatarat : Tehlikeler. Akla gelen fikirler. hatare : Hürmetli ve izzetli olmak. hatargâh : f. Tehlikeli yer, tehlikeli saha, tehlike yeri. hatariş : Deprenmek. hatarkâr : f. Hatarlı, korkulu. hatarnâk : f. Korkunç, korkulu, tehlikeli. hatat : Sütün kaymağı. * Tıb: Cilt iltihabından meydana gelen kabukların soyularak iyi olanları. ◊ Bağırma, çağırma, feryâd etme.hatatif : (Huttâf. C.) Kırlangıçlar. hatavat : (Hatvât - Hatuvât - Hutuvât olarak da yazılır) (Hatve. C.) Adımlar, hatveler. (Bak: Hutuvât) hataya : (Hatâ. C.) Hatâlar. Yanılmalar. hatayi : (Bak: Hatâi) hatb : (C.: Hatub) Mühim iş. * İstemek. * Konuşmak. * Nidâ. ◊ Odun toplamak.hatba' : Arkasında siyah çizgiler olan dişi eşek. (Müz: Ahtab) hatd : Durdurmak. İkâmet. hateb : (C.: Ahtâb) Odun. * Koğuculuk. hatel : Kahretmek. * Ahdini bozmak. * Aldatmak. hâtem : Mühür. Üzerinde yazı olan ve mühür yerine kullanılan yüzük. * Son. En son. hatem : Kırılmış olan şey.* Hayvanın çok yaşamaktan dolayı zayıf olması. ◊ Çok cömert ve eli açık adam.hatemane : f. Hâtem'e yakışacak şekil ve surette. Cömertçesine. hatemat : (Hatme. C.) Hatim etmeler. Sona erdirmeler. hateme : Allah, sona erdirsin.' meâlinde bir dua. hatemi : Mühür kazıyan, mühür yapan. Mühürle alâkalı. hatemkârî : Bir sathın 'yüzeyin' üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât. haten : (C.: Ahtân) Kadın tarafından olan kimseler. (Baba, kardeş ve emmi gibi) * Araplar, damat mânasına kullanırlar. hatenat : (Hatene. C.) Kaynanalar. hatene : (C.: Hatenât) Kaynana. hatf : Kapmak. * Şimşek gibi göz kamaştırmak. * Sür'atli olmak. ◊ Ölüm. Ölmek. Vefat etmek.hatî : Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren. ◊ Fakir kavutu.hatî' : Yaramaz kimse. hatîa : Ok atan kimselerin, baş parmaklarına geçirdikleri deri. hatib : Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse. * Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat. ◊ (Hatab. dan) More…hatîb : Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan. ◊ Odunu çok olan kimse.hatibane : f. Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına. hatîbe : Ormanlık, ağaçlık yer. * Odunluk. hatîce : (Hadîce) Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu. hatîe : Hatâ. Günah. Kabahat. Suç. hatif : Gayıptan haber veren cinnî. * Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı. ◊ Süratli kapıp götürücü. * Göz kamaştırıcı şimşek.hatîfe : Unu süt ile yoğurup pişirerek yapılan yemek. hatil : Taş duvarı takviye etmek için her bir-iki metrede çekilen tuğla veya kereste tabakası. ◊ Yorgun. * Devamlı yağan yağmur.hatim : Hitâma erdiren. Bitiren. * Mühür basan. ◊ Kadı, hâkim. * Sağlamlaştıran. ◊ (C.: Havâtim) Yüzük. ◊ Kırıcı, ufalayıcı.hatîm : Kâbe-i Muazzama'nın şimal tarafındaki taş. Duvar gibi olan sur. hatime : Son. Nihayet. Son söz. hatime-keş : f. Son veren, hâtime çeken, bitiren, sona erdiren. hatin : Sünnet eden. hatir : Muhâtaralı, tehlikeli, korkulacak durum. Büyük ve şerefli kimse. ◊ Zihin. Fikir. Gönül. Kalb. Hal. Tedbir. Vesvese.hatir-aşüfte : f. Gönlü perişan olan. hatir-azar : f. Hatır kıran. hatir-azürde : f. Hatırı kırılmış. hatir-güşa : f. Gönle ferahlık veren. İç açan. hatir-mande : f. Gücenmiş, kalbi incinmiş, hatırı kırılmış. hatir-nevaz : f. Gönüle okşayan, hatırnaz. hatir-nişan : f. Hatırda kalan, akılda duran. hatir-nişin : f. Akılda kalan, hatırda kalan. hatir-şiken : f. Gönül inciten, kalb kıran, hatır kıran. hatir-şinas : f. Gönül alıcı, hatır alıcı. hatir-zad : f. Akla gelen, hatıra doğan. hatira : Hatıra gelen. Hatırda kalan şey. * Bir kimseyi veya bir hâdiseyi hatırlatması için yazılan veya saklanan veya birisine verilen şey. hatirat : (Hâtıra. C.) Hâtıralar. Hatırda kalan şeyler. * Edb: Bir adamın yaşadığı zamana, bulunduğu işlere, görüştüğü kimselere dair düşüncelerini ve duygularını hâvi olmak üzere yazdığı eser. hatît : Hasis kimse. hatita : (C.: Hatâyit) İki tarafındaki yerlere yağdığı hâlde kendisine yağmur yağmayan yer. ◊ Bir malın değerinden indirilen tenzilât, iskonto.hatk (hatkân) : Yürürken adımların birbirine yakın olması. * Yönelmek, teveccüh etmek. hatla' : Kulakları sarkık olan kadın. (Müz: Ahtal) hatm : Hitâma erdirmek, bitirmek. Kur'an-ı Kerim'i veya herhangi bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. * Mühürleme. Mühürlenme. ◊ Hâlis, saf. * Sağlamlaştırma, More…hatme : Baştan aşağı (bütün Kur'ân-ı Kerimi) okuyup bitirmek. * Bir arada muayyen bir şeyi okuyup bitirmek. hatme-i hâcegân : f. Nakşi tarikatı mensublarının fikri ve nazarı mâsivadan tecerrüd ederek, topluca muayyen dua ve zikirlerini sonuna kadar okumaları. hatn : Damat. * Sünnet etme. hatn (hitn) : Beraberlik, misil, denk olma, eşitlik. hatne : Kaynana. hatr : Devenin kuyruğunu kâh yukarı kaldırıp ve kâh aşağı vurması. ◊ Atâ etmek, hediye vermek. * Sağlamlaştırmak. ◊ Ahdini bozmak, sözünde durmamak.hatra : Nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği. hatre : Bir kere emmek. hatrebe : (Hatribe) Dar gelirli olmak. * Maaş sıkıntısı. * Gevezelik etmek. hatreme : Sütlü bulamaç. hatreşe : Çekirgenin bir şeyi yerken çıkardığı ses. hatrib : Daima beyhude ve mânasız konuşan. hatt : Sınır. Çizgi. Hudud. * Yazı. El yazısı. * Nâme. Mektup. * Gençlerde yeni çıkan bıyık veya sakal. * Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol. * Deniz yalısı. * Gemilerin hareketteki istikameti. * More…hatt-i bâlâ : f. Tepelerin en yüksek noktalarından geçtiği itibar edilen çizgi. Zirvelerden geçen hat. hatt-i dest : f. El yazısı. hatt-i hümayun : f. Padişanın el yazısı. Padişahın emri. hatt-i istivâ : f. Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi. * Ekvator. * Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile More…hatt-i münhanî : f. Eğri çizgi. Eğilen hat. hatt-i müstakim : f. Doğru çizgi. * Doğru yol. Doğruluk üzere olan şey. hatt-i muvâsala : f. Erişme ve vâsıl olma yolu. Birbirine kavuşup buluşma ve birleşme yeri. Birbirine münasebet kurabilme yolu. hatt-i ufkî : f. Düz hat. Ufki hat. hatt-şinas : f. Yazı uzmanı, yazıdan anlayan. hatta : Harf-i atıftır, gaye bildirir. Ve (fazla olarak, kadar, bile, dahi, hem de...) mânalarına gelir. hattab : Oduncu. Odun satan. hattaf : Kırlangıç kuşu. * Kapıp kaçıran, kapıp aşıran. hattan : Sünnetçi. hattar : (Hatur) Gaddar. * Hud'akâr. Hilekâr. ◊ Süngü vuran.hattat : Çok güzel yazı yazan san'atkâr. hattiyye : (C.: Hatyât) Canı, kıymeti yüce olmak. * Küçük ok. hatun : (C.: Havâtın) Kadın. Hanım. * Tar: Yüksek şahsiyetli kadınlara veya hakan eşlerine verilen ünvan. hatut : Yeri tırnağıyla kazıyıp çizgiler çizen vahşi sığır. ◊ Tez yürüyüşlü yedek atı.hatv : Rengin değişmesi.* Engel olmak, menetmek. * İplik bükmek. ◊ Adım adım yürümek, adım atmak. ◊ Saçak bükmek.hatve : (Hutve) Adım. Bir adım atışta iki ayak arasındaki mesafe. Bir adım atmak. hatve-endaz : f. Adım atan. hatve-endazî : f. Adım atıcılık. hatve-şümar : f. Adım sayan. * Çekinerek ve ihtiyatla yürüyen. hav : Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy. * Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy. hav'eb : Basra yakınında bir mevkinin adı. * Çeşme. * Geniş dere. * Pek büyük kova. hava : (Hevâ) Hava. Dünyayı çeviren atmosfer. Cevv. Yer ile gök arası. * Hafif yel. * Bir binanın üzerine kat çıkma hakkı. * Bir yerin hâli ve sıhhat bakımından durumu. * Müzikte ezgili ses, sadâ. More…hava' : Hâli olmak, boş olmak. * Düşmek, sâkıt olmak. havabat : (Bak: Havbâvât) havacib : Hicablar, perdeler, örtüler. havadis : (Hâdise. C.) Yeni hâdiseler, yeni sözler. * Alâka ile karşılanan haberler. havafi : Kuş kanadında ebâhir yeleklerinden sonra olan dört kısacık yelekler. havafir : (Hâfir. C.) Kazanlar, yeri kazıcılar. * Hayvan, dâbbe tırnakları. havagazi : t. Isı veya ışık temin etmek maksadıyla yakılarak kullanılan bir gaz. havaî : (C.: Havâiyât) Havaya âit ve müteallik. Hava ile alâkalı. * Heves ve nefis hesabına olan, boşuna veya çirkin. Günahlı iş. Nefsâni hâl ve hareketler. havaic : (Havâyic) İhtiyaçlar. Hâcetler. Gerekli ve lüzumlu şeyler. havaiyyat : Havâi şeyler ve sözler. havak (havka') : Geniş yer, vâsi. havakîn : (Hâkan. C.) Hükümdarlar, hakanlar, padişahlar, başbuğlar. havale : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. * Görmeyi önleyen duvar gibi perde. * Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık. * More…havalename : f. Posta gibi vasıtalarla para göndermek üzere yazılan havale mektubu. havaleten : Havale suretiyle, havale olarak. havali : Çevre, civar, etraf, yöre. havan : İçinde çeşitli şeylerin dövülüp ufalandığı ağaç, mâden veya taştan yapılmış çukurca kap. * Tütün kesmekte kullanılan makine. * Başkalarına destek olacak gücü bulunmadığı halde, yardakçılık More…havanik : (Hânkah. C.) Tekkeler. havanit : (Hânut. C.) Dükkânlar. * Meyhaneler, işrethâneler. havare : f. Yiyecek, azık. havari : Yardımcı. * Hz. İsa'nın (A.S.) yardımcı ve sahabeleri olan 12 zâttan her biri. havaric : (Hâric ve Hârice. C.) Asiler, zorbalar, isyankârlar. * Hâricîler. Hâriçte kalanlar. (Bak: Hâricî) havarik : (Hârika. C.) Acib ve garip olan hâdise. İnsanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler. * Okun nişanı delerek öbür tarafından çıkıp gitmesi. havas : (C.: Ahvâs) Çukur ve kısık gözlü olmak. havaşi : (Hâşiye. C.) Bir yazının kenarına eklenen not veya açıklamalar. Hâşiyeler, derkenarlar. * Maiyet adamları. havasib : (Hâsıb. C.) Şiddetli rüzgârlar, fırtınalar. havasin : (Hâsına. C.) Namuslu kadınlar. havass : (Hasse. C.) Hasseler. Duygular. havâss : (Hâss - Hâssa. C.) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. * Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar. * Zenginler More…havâss u avâm : İleri gelen kimseler ve halk. havat : Tavşancıl kanadının fısıltısı. * Ses, sadâ. havatif : Göz kamaştırıcı şeyler. (Bak: Hâtıf) havatim : (Hâtem. C.) Mühürler, hâtemler. havatîm : (Hatime. C.) Sonlar, nihayetler. havatin : (Hâtun. C.) Şerefli kadınlar, hâtunlar. havatir : Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler. havayic : (Bak: Havâic) havaz : Kalbde olan gam ve tasa. havaze : (C.: Havâzât) Ziyafet. havb : (Hub - Havbet) Günah, ma'siyet. * Fakirlik. * Meşakkat. * Maraz, ağrı, dert. * Ana, baba. ◊ Fakir ve muhtaç olmak.havba' : Zât, nefs. havbavat : Nefsler. Zâtlar. havbet : (Havb) Açlık, hâcet, meskenet. * Çayırı, otlağı olmayan kır yer. havc : (Havcâ') Hâcet, ihtiyaç. havceb : (C.: Havâcib) Kırmızı gül. havcele : Ağzı büyük, kendisi küçük şişe. havceme : (C.: Havâcim) Kırmızı gül. havd : Güzel ahlâk. * Güzel ve yumuşak vücutlu câriye. havebe : Zayıf adam. havel : Eğrilik. * Şaşılık. Bir şeyin yerinden ayrılması. ◊ Mülk. * Haşmet.havelân : Dönme, dolaşma. * Değişme. haveme : Büyük, ulu, yüce. havene : (Hâin. C.) Hâinler, hıyânet edenler. haver : Zayıf olmak. * Yumuşak, çukur yer. * Denize suyun akıp döküldüğü yer. ◊ Gözün beyazının çok beyaz ve karasının da çok kara olması. ◊ f. Doğu, şark.haveran : f. Doğu ile batı. Şark ile garp. havernak : Irak'ta bulunan Numân-ı Ekber denen biri tarafından binâ edilmiş olan bir köşk. haverver : Şey mânasına gelir bir isim. havf : Korku, korkutmak. ◊ Kavim, kabile.havf ve reca : Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.) (Bak: Celâl) havfen : Çekinerek, korkarak, havf ederek, korku ile. havfezan : Tarhun otu. havfnak : f. Korkulu, korkutan, korkunç. havi : İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Câmi'. * Biriktirici. * Kuşatan. havî : Çekirge. havil : (C.: Huvel) Hizmetkâr. havit : Deve semeri. Devenin hörgücüne takılan küçük semer. haviye : Şenliksiz olan yer. Harabe. Issız, boş yer. * Sâkıt. Göçük, çökük. ◊ (Sukut mânasından) Cehennem'in 7. tabakası. En korkunç yer.haviyye : Çocuk doğuran kadına loğusa yemeği yedirmek. * Namaz kılan kimsenin, secde halinde iken, karnını uyluğundan yukarı tutması. ◊ (C.: Havâyâ) Yağlı bağırsak. * Bağırsak. * Deve More…havk : Ev süpürmek. * İhâta etmek, kaplamak. ◊ Bâdruç otu. * Bez dokumak. ◊ Halka' denilen yuvarlak.havkale : (C.: Havâkıl) İhtiyar, zayıf, kuvvetsiz ve çelimsiz adam. * Hızlı yürüme. havl : Güç. Kuvvet. * Muhit, etraf. * Yıl, sene. * Tahavvül, inkılâb. * Geçmek. * Bir hâlden bir hâle dönmek. * Rücu etmek. * Sıçramak. * Hile. havla' : Gözü şaşı olan kadın. (Müz: Ahvel) havle (havâl) : Çok fazla döndürmek veya dönmek. havleka : La havle velâ kuvvete illâ billah' demek. havlî : Bir yıllık. havm : Deve sürüsü. * Devretmek. havmane : (C.: Havâmin) Çok sağlam yer. havme : Tasarruf dâiresi. havn : Hıyanet etmek, hâinlik yapmak. havr : Rücu etmek, dönmek. * Eksiltmek, noksan etmek. havra : (Ahver'in müennesidir.) Çok beyaz veya çok beyaz gözlü. Ahu gözlü kadın. ◊ Yahudi mâbedi, sinagog. * Mc: Pek gürültülü yer.havran : Şam diyarından bir yerin adı. * Balıkesir'in bir ilçesi. havrem : Ayak ovup kir gidermekte kullanılan, kırmızı renkli delikli taş. havreme : Burun ucu. havs : Ayrılmak. * 'Haysü' mânâsına zarf-ı mekân için lügattır. ◊ Geceleyin istemek.havsa : Bağır. * Bağırın yanındakiler. havsa' : Bir gözü beyaz, bir gözü siyah olan koyun. ◊ Karnı sarkık olan kadın. (Müz: Ahves)havsal : Havuzun kenarında suyun durulduğu yer. havsala : Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış. Akıl. * Tıb: Kuş kursağı. Karın boşluğu. Cevf. * Mide. havsala-suz : f. Takati kaldıran, tahammülü mahveden. havşeb : Köstek yeri. havsere : Araptan bir kabile. havta' : Tavşan yavrusu. * Bir nevi sinek. * Delil. havtek(î) : (C.: Havâtik) Kısa boylu. havtel : Büluğa eren oğlan. * Bağırtlak yavrusu. havv (huvv) : Bal, asel. havva : Hz. Adem'in (A.S.) muhterem zevcesi, eşi. * Rengi esmere mâil kadın. * Yalancı, kezzab. havvas : Hurma yaprağı satan kişi. * Hurma yaprağından zenbil yapıp satan kişi. havvat : Bahadır, çeri, kahraman, öncü. havya : Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır. havyar : Balık yumurtası. Mersin balığı yumurtasından yapılan siyah, mugaddi ve leziz bir madde. havye : Tıb: Yaranın etrafındaki kabarık etler. havz : Suya girme. * Sakınılacak işe girişmek. * Başlamak. ◊ Seri sevk, yeynilik, sür'atli oluş, hızlılık. ◊ (C.: Hıyâz) Hususi suretle yapılan su havuzu. ◊ Cem' More…havza : Coğ: Açık ve düz deniz kıyısı. Kenar. * Memleket. * Taraf. * Sınır için: Bir şeyin çevresi içinde olan. ◊ Bir hükümetin idaresi altında bulunan bütün ülkeler.havzaa : Kumluktan alınmış bir miktar kum. havzan : Sarı çiçekli, güzel kokulu bir çiçek. Nilüfer çiçeği. * Tarhun otu. havze : Nâhiye. * Cemaat, topluluk. havzerî : Birbirinden ayrılmayı istemek. hay : f. Eyvah! Vay! hay'al : Yakasız gömlek. hay'ame : Yaramaz huylu, kötü mizaçlı. haya : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak. ◊ Yağmur. * Ucuzluk.haya-huy : f. Çığlık, vâveyla. * Çalıp eğlenmeden çıkan gürültü, ses. hayadar : f. Utangaç, çekingen, mahcub. hayadid : (Haydud. C.) Haydutlar, eşkiyalar. hayal : (C.: Hayâlât) Zihnen tasarlanan şey. Hakikatı bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli görünen şey. * Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir. hayal-i sefid : f. Beyaz hayal. hayal-perest : f. Hayalî şeylerle çok uğraşan. Çok hayal kuran. Dalgın. Olmayacak şeylerle avunan. hayal-perver : f. Hayale düşkün. hayalât : (Hayal. C.) Hayaller, hülyalar. hayalen : Hayal olarak. Zihinde tasarlayıp canlandırarak. hayalet : Göze görünen hayal, karaltı. hayalî : Hayale âit. Hayale mensub ve müteallik. * Hayal, yahut halk dili ile 'Karagöz' oynatanlar. hayaliyyun : (Hayalî. C.) Romantik şâirler, hayalî yazarlar. hayat : Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık. ◊ Kasaba ve köy evlerinde üstü kapalı, bir, iki veya üç tarafı açık sofa. * Avlu.hayat-bahş : f. Hayat bağışlayan, hayat veren, zindelik veren. hayat-engiz : f. Yaşamaya zorlayan, yaşatan. hayat-feza (efza) : f. Hayat artırıcı, hayat bahşedici. (Bak: Fezâ) hayatî : Hayata ve yaşamağa ait. Hayatla alâkalı. Hayat için mecburi olan. * Mc: Çok önemli bir şeyin bağlı bulunduğu başka bir şey. Temel. hayatiyet : Canlılık. Hayat işaretinin, alâmetinin görünür olması. hayatiyyun : Biyoloji âlimleri. hayaviye : Hayatla alâkalı âza. (Hayeviye diye de okunur) haybet : Mahrumiyyet. İsteğine erememek. Me'yus ve mahrum olmak. haybet-zede : f. Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan. hayd : (C.: Hayud-Ahyâd) Uzanmış büyük dağ burnu. hayda' : Sıcak günlerde uzaktan görenin su sandığı serap. haydar : Yiğit, cesur, kahraman. * Hz. Ali'nin (R.A.) bir nâmı, * Arslan, gazanfer. haydarane : f. Hz. Ali gibi. Kahramanca, yiğitçe, cesurca. haydarî : Kahramanlık, cesurluk, yiğitlik. Arslanlık. * Eskiden bazı esnaf ve köylülerin giydikleri kolsuz aba, hırka. haydariyye : Hırkanın altına giyilen kısa ve kolsuz elbise. hayde : Meyletmek, yönelmek, eğilmek. * Hakdan ve doğru yoldan ayrılmak. haydeb : Ulu ve yüce yol. haydo : (Kürdçede ism-i tasgirdir) Haydar demektir. (Ali'ye Alo denmesi gibi) haydud : (Haydut) Yol kesici. Dağ hırsızı. Eşkiya. haye : f. Yumurta. * Haya, husye. hayed : Gölgesinden ürken eşek. hayende : f. Ağızda çiğneyen. hayesan : Doğru yoldan dönmek, udul etmek. * Nefret etmek. hayevan : (Bak: Hayvan) hayevî : Canlı. (Bak: Hayaviye) hayf : (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.) ◊ Gözün birisi birine muhalif olmak.hayfane : (C: Hayfân) Alacalı çekirge. * Ayakları uzun olan at. hayfes : Kısa adam. hayhay : t. Baş üstüne, seve seve yaparım, öyle ya!, şüphesiz, elbette (gibi mânâlara gelir.) hayia : Şiddetli ses. hayic : Âşık, hayran. * Mest olmuş deve. hayide : f. Çiğnenmiş. * Ağızdan ağıza dolaşmış, bayat söz. hayide-gû : f. Değersiz sözler söyleyen kimse. * Değersiz şiirler yazan kimse. hayiflanmak : Acınmak, üzülmek. Esef etmek. hayih : Lâzım olduğu halde mevcud olmayan nesne. hayil : Kısır olan hayvan. * Engel, mâni. * Hicâb. hayim : Suyu, tahmin ettiği yerlerde arayıp bulamamak. * Susuz, atşân. hayir : Hayrette kalan, mütehayyir. Şaşıran. * Birikmiş su. ◊ Mütehayyir kimse. * Toplanmış su.hayirsever : İyilik ve yardım etmesini seven. hayiş : Sık bitmiş olan hurma ağaçları. hayize : Aybaşısı olan kadın. (Bak: Hayz) hayk : Sallanmak. * Dokumak. * Tesir etmek, etkilemek. ◊ Kaplamak.haykan : Büyük ve kalın olan. * Kısa boylu bir kimsenin yürümesi. * Omuzunu oynatmak. haykatan : Türraç kuşunun erkeği. hayl : At. At sürüsü. * Atlı sürüsü. * Zümre, güruh. * Düşünmek, hıfzetmek. ◊ Kuvvet. Havl.hayla' : Cin taifesinden bir nesne. * Sırtlan. * Korku. hayle : Zannetmek, sanmak. ◊ Keçi sürüsü.hayli : f. Oldukça. Epeyce. Çok. Bir takım. Kesir. Bol. haylulet : Kibir. * Taazzum. Gurur. * Su-i zan. * Korkmak. Tevehhüm etmek. ◊ Yolu kapamak. * Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak.haym : Yaramazlık yapmak. haymana : Başıboş hayvanları haylayıp salıverdikleri çayırlık yer. * Ankara'nın bir kazası. hayme : Çadır. hayme-gâh : (Haymegeh) f. Çadır kurulan yer. haymî : Çadır biçiminde olan. haymume : Korkaklık, cübün. hayn : Helâk olmak. haynunet : Yakın olmak, yaklaşmak. hayr : Meşru iş. Faydalı, nurlu ve sevablı amel. Halkın rağbet ettiği akıl, ilim. İbadet, adalet, ihsan, mal gibi nimet. (Bak: Hayrat) ◊ Sakınmak. * Büyük avlu.hayr-endiş : f. İyilik düşünen, hayırlı iş düşünen. hayr-hah : f. Hayır sâhibi. Herkesin manevî ve maddî iyiliğini isteyen. Allah rızası için ilm-i Kur'an ve imanla, manen ve maddeten hayırlı hizmetler etmeyi ve hayırlı işler işlemeyi seven. hayr-hahî : f. İyilikseverlik, hayırhahlık. hayran : Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş. hayrat : '(Hayr. C.) Sevap için Allah rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için More…hayre : (C.: Hayrât) İyilik, kerem. * Her nesnenin iyisi. hayret : Hiçbir cihete teveccüh edemeyip kalmak. Şaşkınlık. Ne yapacağını bilememek. hayret-bahş : f. Hayret veren, şaşırtan. hayret-bahşâ : f. Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren. hayret-engiz : f. Hayret veren. Hayret içinde bırakan. hayret-fezâ : f. Hayret veren, hayreti artıran. hayret-nümâ : f. Hayret gösteren, hayret veren. hayret-zede : f. Hayrete düşmüş ve şaşırmış olan. hayri : (Hayriye) Hayra âit. Hayırla alâkadar. hayriyet : Hayırlılık. Hayırlı olmak. hays : Hayvan leşinin kokması. * Bir kimseyi aldatmak. * Sözde durmamak, ahid bozmak. * Fâsid olmak. ◊ Saygı, hürmet, itibar. * Alâka, ilgi. Cihet, itibar. ◊ Darlık. * Udûl More…hayş : Nefret etmek. haysal : Patlıcan. hayse : Hurmayı yağla ve keşle karıştırmak. hayşe : (C.: Huyuş) Yaramaz keten ipliğinden dokunmuş bez. haysefuce : Gemi dümeni. haysiyet : İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe. haysiyet-şiken : f. Haysiyet kıran. haysü : İtibariyle, bakımından. * Hangi yerde? Hangi? haysü lâyeş'ur : Hissedilmeksizin. Bilinmedik, duyulmadık cihetten. hayşum : Geniz (burun) kovuğu. Nunlu sesler, gunne buradan çıkar. (Tecvidde bahsedilmiştir.) hayşumî : Genizden gelen. hayt : İp. Kalın ip. * İplik. Bağ. * İki şeyi birbirine bağlayan. * Dikiş dikmek. * Tanyeri ağarması. hayta : 'Serseri, serkeş kimse. * Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın More…hayta' : Deve kuşlarının uzun boyunlu olanı. haytel : Kedi. hayteur : Bir vaziyette durmayan. * Arslan. * Kurt. * Belâ. * Cin tâifesinden bir nesne. * Bir su böceği. haytî : Tel şeklinde olan. hayu : f. Salya, tükrük. hayunet : Vakit yaklaşma. hayvan : Canlı şey, insanla beraber her canlı. * İnsan olmayan idraksiz canlı yaratık. * Yük kaldıran, araba çeken ve binilen hayvan, beygir, katır v.s. * Mc: Akılsız ve idraksız insan, ahmak. (Aslı More…hayvanat : (Hayvan. C.) Hayvanlar. hayvanî : Hayvana, diriye âit ve ona müteallik. hayvaniyyet : Hayvanlık, canlılık, zihayat olmak. Akıl ve idrakten mahrumiyet. hayy : Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem' ve ihraz eylemek. hayyâkallah : Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir. hayyal : (Hayl. den) At terbiyecisi, at yetiştiren. ◊ Dalavereci, hileci, hilekâr.hayyale : Fikir sahipleri. hayyam : Çadırcı. hayyat : Terzi. Dikiş diken sanatkâr. ◊ (Hayye. C.) Yılanlar.hayyatîn : (Hayyat. C.) Terziler, dikiciler. hayye : (C.: Hayyât) Yılan. ◊ Gel... Haydi...hayyehele : Acele et (mânasınadır). hayyen : Diri olarak. Diri, canlı olarak canlı olduğu halde. hayyen meyyiten : Ölü ve diri olarak. hayyir : (C.: Ahyâr) Çok hayırlı. * Her zaman iyilik yapan kimse. Hayırsever, iyiliksever. hayyiz : Yer. * Cihet, yön. * Mekân. Vüs'at. (Cismin kapladığı hacim) hayyut : Erkek yılan. hayz : (C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. hayza : Tıb: Kolera denilen hastalık. hayzeran : Halk dilinde hezâren denilen bir cins sıcak iklim kamışı ki, sandalye vs. yapımında kullanılır. hayzerane : Gemi durak yeri, iskele, liman. hayzerî (hayzelî) : Dura dura yürümek. hayzeyun : Yaşlı, acûz, ihtiyar. hayzum : (C.: Hayazim) Göğüs tahtası. haz' : Muhalefet etmek. * Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak. haza : Bu. Şu. O. * Gr: İşaret zamiri. haza' : Asmacık denilen otun tohumu. (Sara hastalarına iyi gelir.) ◊ Kesme, yarma, ameliyat.hazab : Odun. * Yakacak nesne. hazabî : (Hizbâ. C.) Arızalı topraklar, engebeli yerler. hazad : Yaş ağaçtan kesilmiş budak ve diken. hazafir : (Hizfâr - Hazfur. C.) Cânibler. * Bir kavmin meşhurları, ileri gelenleri, şereflileri. * Hepsi. Tümü. Mecmu'u. hazain : (Hazine. C.) Hazineler. hazair : (Hazire. C.) Duvar veya çitle çevrilmiş ağıl. * Etrafı duvarla çevrili olan mezarlıklar. hazakat : İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak. hazal : Selem ağacının kökünden çıkan bir nesne ki, suda ıslatıp yerler. hazalan : (Bak: Hizlân) hazam : Sür'atle yürümek, hızla yürümek. hazama' : Kulağı enine yarılmış keçi. hazami : Güzel kokulu bir ot. hazan : Güz. Sonbahar. * Solgun. hazandide : f. Güz mevsimini görmüş, yaprakları sararmış solmuş. hazane : Mc: Gönül, kalb, yürek. hazangâh : f. Hazan yeri. * Dünya. Göçecek âlem. hazanî : f. Sonbahar ile alâkalı, güz mevsimine ait. hazanistan : f. Sonbahar görmüş, sararıp solmuş yer. hazanlika : f. Soluk yüzlü, sararmış, solmuş. Hazân yüzlü. hazannüma : f. Sonbahar görünüşlü. * Mc: Hüzün ve keder verici. hazanreside : f. Sonbahara erişmiş, solup sararmış. hazar : Sulh zamanı. Barış zamanı. * Bir kimsenin huzuru, yakını. * Mukim olmak. Yolcu olmamak. ◊ Tahta ve kereste kesmeğe mahsus su ile işler büyük bıçkı. ◊ Bir şeyi bir kimseye More…hazar ve sefer : Barış ve muharebe zamanı. * Evde mukim olma ve yolculuk. hazaret : (Bak: Hadâret) hazarî : Köyde ve kasabalarda yaşayanların yaşayış şekli ve tarzlarına ait. Şehirli. * Sulh ve asâyiş, sükun ve istirahat zamanlarına mensub ve müteallik. Barış ve güvenle alâkalı. hazaz : Yosun. hazaze : Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur. hazb : Hayvanın memesi şişip emziğinin deliklerinin dar olması. * Ucuz olmak. ◊ Yetişmek. ◊ Boyamak.hazbaz : Sinek. * Bir ot adı. hazd : Ağaçtan diken koparmak. * Ağacın kabuğunu soymak. * Çok hızlı ve şiddetle yemek yemek. hazef : Eski yazıda hepsi noktasız harflerden müteşekkil olarak yazılan şiirler ve nesirler. Hüner göstermek için bu şekilde yüz beyitlik kasideler yazan şairler vardı. ◊ Çamurdan More…hazef-pare : f. Çanak çömlek parçası, kırığı. hazef-rîze : f. Çanak çömlek parçası. hazefe : (C.: Huzef) Hicaz vilayetinde olan siyah renkli bir cins küçük koyun. hazefî : Çanak çömlek ile alâkalı. hazefiyye : Çanak çömlek gibi topraktan yapılan şeyler ve bunları yapma san'atı. hazel : Göz kapaklarında olan kabarcıklar. ◊ Gayret. * Men etmek, engel olmak.hazelan : Kızgın kimsenin yürümesi. hazelat : (Hazele. C.) Alçaklar, âdiler, kalleşler. hazele : (Hâzil. C.) Alçaklar, kalleşler, yüzsüzler. hazem : Dizme, sıralama. * Edb: İlk beytin ortasına birden dörde kadar harf ilâve etme. ◊ Göğüs kemiği. * Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.hazeme : (C.: Huzem) Kabuğundan ip ve urgan yapılan bir ağaç cinsi. ◊ Kısa boylu kadın.hazen : (C: Hızân) Etin kokması. * Toplamak, cem'edip yığmak. * Gizlemek, saklamak. ◊ (Hüzn) Keder. Tasa. Gam. ◊ f. Baldız.hazer : Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma. ◊ Gözün dar ve küçük olması. * Kabile. * Cemaat. ◊ Vahşi hayvanların yediği et.hazerat : (Hazret. C.) (Bak: Hazret) hazevan : Eti birbiri üstüne yığılıp cem'olmuş olan etli nesne. hazevver : Kısa boylu kimse. hazf : Aradan çıkarma, çıkarılma. Yok etme, silme, ortadan kaldırma, giderme, düşürme. * Selâm ve tahiyyatı uzatmayıp kısa kesmek. * Mahvetmek. * Vurmak. * Atmak. ◊ Parmağıyla taş More…hazhaz : Sütü çoğaltır nesne. * Bir nevi katran. ◊ Seri, sür'atli, hızlı. ◊ Kavi, sağlam.hazhaza : Sallama, el ile harekete getirme. hazî : Kâhin, keşiş, papaz. ◊ Ateş yakmak. ◊ Sarkıklık.hâzi' : (Huzu. dan) Alçak gönüllü, mütevâzi olan. hâziâne : Mütevâzi olarak, alçak gönüllülükle. hâzik : Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs. (Bak: Hazâkat) hazik : (C: Havâzik) Mesti dar olan. * Cânip, taraf. ◊ Süngü demiri.hazîk : Kesilmiş olan. hazikane : Mâhirâne, mâhir ve usta olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette. hazikiyyet : Mâhirlik, ehillik, ustalık, hâzıklık. hazil : Yüzsüz, alçak, âdi, dönek, kalleş. hazile : Kenarlarında kirpik bulunmayan kırmızımsı gözkapağı. hâzim : İhtiyatlı, akıllı, işinde gözü açık olan. hazim : Sür'atle kesen. * Çok çabuk yeyip bitiren. * Düşmanı hezimete uğratan. ◊ Basiretli, tedbirli.* Göğüs. Göğüs ortası. ◊ Hazmettirici, sindirici. ◊ Kesici, kesen.hazîm : Sarhoş. İçki içip akli müvazenesini kaybetmiş olan. ◊ Keskin kılıç.hâzimâne : İhtiyatlı davranan adama yakışır şekilde. hazimane : f. Tedbirli ve basiretli hareket eden. hazimli : Mc: Tahammüllü, müsamahalı, tolerans sahibi. hazin : (Hızane. den) Hazine nâzırı. Bekçi. hazîn : Hüzünlü. Keder meydana getiren. Acı uyandıran. hazina : Emzirici, emziren. Dadı. hazine : Define. * Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer. hazine-mânde : f. Şahıs üzerinden kaydı silinerek devlet hazinesine kalan mal veya para. hazinedar : f. Malı muhafazaya me'mur olan. hazinedarî : f. Hazinedarlık. hazir : Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan. * Müstaid olan. ◊ Hazer eden. Korkup çekinen. ◊ Takdir eden. * Ekşimiş süt. ◊ Korkan, korkak,hazîr : Su sesi, su şırıltısı. hazira : şehirli, medeni. * Bir yerde mukim olmuş, bir yere yerleşmiş. hazirbahş : f. Hazırlanmış, hazır olmuş. * Hazır ol! emri. hazircevap : Her söze derhal ve düşünmeden münasib cevap veren kimse. hazîre : Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca 'aside' derler.) ◊ More…hazirîn : (Hâzır. C.) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar. hazirlöp : Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta. * Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç. hazirûn : Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar. haziyy : Mertebeli, değerli kişi. * Yarış atlarının sekizincisi. haziz : (Bak: Hadıyd) hazîz : Bahtiyar. Mes'ud. Saâdetli. Nasibi olan. hazk : Nişan vurmak. * Kuşun terslemesi. ◊ Hapsetme. * Darlık. * Men'etme. ◊ Bağlamak.hazka : Mahâret, ustalık, mâhirlik. hazl : Terk etmek. * Rezil, rüsvay etmek. ◊ Badruç adı verilen ot. ◊ Kat'etmek, kesmek.hazm : Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek. * Birisine ansızın hücum etmek. * Ansızın bir şey üzerine inmek. * Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp More…hazm-i nefs : f. Tahammül etmek. Nefsini kırmak. Meydana gelen kendi ile alâkalı gördüğü bir kusuru kendi üzerine almak. Sabreylemek. Sindirmek. hazn : Sağlam yer. * Kabile ismi. * Arap beldeleri. hazne : Hazine. * Depo. hazr : Bir şeyi takdir ve tahmin etmek, nazar ile tahmin etmek. * Çehresini ekşitip çirkin olmak. hazra' : Küçük ve dar gözlü kadın. (Müz: Ahzer) hazrec : Sert rüzgâr. * Güney rüzgârı. hazreka : Darlık. hazret : '(Huzur. dan) Ön. Kurb. Pişgâh. * Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan; 'Hazret-i Kur'an, Hazret-i Peygamber, Hazret-i Üstad, Paşa Hazretleri' gibi.' hazrevat : (Hadravat, Hadrâ) Yeşillik. * Gökyüzü, felek. Asuman. hazuf : Sür'atle yürüdüğünden ayağı altından taşlar atılan eşek. hazul : Kimsesiz. Yardımsız olarak her şeyden mahrum sürünmek. hazume : Sığır, bakar. hazun : Yaramaz huylu kimse. hazur : (Hazer. den) Çok dikkatli, çok çekingen. hazv : Kat'etmek, kesmek. * Takdir etmek. ◊ Sarkık olmak.hazva' : Sarkık kulaklı eşek. hazve : (C: Hazavât-Hızâ) Küçük ok. hazy : Birbiri üzerine yığılıp toplanmak. ◊ Kat'etmek, kesmek.hazz : (C.: Huzuz) Deniz koyunu. (denizde olur) * 'Vurmak' mânâsına masdar. * Duvar üstüne direk koymak. ◊ Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali'. Nasib. Nimet More…hazza' : Nâlin yapıcı, nalcı. hazzaf : Çanak çömlek yapan veya satan. hazzal : Ehline ve ailesine sarfedecek birşey bulamayan fakir. hazzetmek : Hoşlanmak, zevk ve lezzet almak. he'he' : Deveyi yulafa çağırmak. * Gülegen adam. he'hee : Deveyi yulafına çağırıp hey hey demek. he'le (hâle) : (C.: Hâlât) Ay ağılı, dâire-i kamer. heb : (Vehb. den) Bağışla, lutfet (mânasına emir, duâ) heba : İnce toz. * Boş. Beyhude. Nâfile. Faydasız. İsraf. Ziyan. * Aklı az olan. hebaen mensura : Boşuna olarak. Faydasız yere dağılmış. hebal : Avcı, sayyad. hebb : Uykudan uyanmak. * Gâib olmak. hebbar : Çok fazla kılı olan sırtlan veya maymun. hebbe : Vak'a. * Zamandan bir asır. hebbihî : Sallana sallana yürüyen kişi. hebbur : Ufak inci. hebc : Vurmak. * Ağırlık. hebec : Devenin memesinde olan verem. hebenka : Ayak parmaklarını dikip ökçesi üzerine oturmak. hebenneka : Ahmaklığı darb-ı mesel olmuş bir kimsedir. * Mc: Zeki ve becerikli olmadığı halde kendini öyle sanan. hebeta : Çukur yer. hebh : Sallanmak. hebhab : Serap. hebhebe : Dâvet. hebhebî : Çoban. * Hizmete koşan yiğit. hebîb : Rüzgâr, yel. hebid : Hanzal otu tohumu. hebiha : Yürürken sallanan kadın. hebir : Çukur yer. hebit : Zayıf, ince deve. ◊ Korkak kimse.hebl : Ölüm, mevt. * Taaccüb makamında kullanılır. hebr : (C.: Hübur) Çukur yer. * Kesmek. * İki dağ arasında olan düz yer. * Etli, semiz olmak. hebra : Şişman kadın. hebrakî : Demirci. * Yabani öküz. hebre : (C.: Heberât) Et parçası. hebreme : Obur. Yemeğe düşkün. * Geveze. hebs : Şâdlık, sürür, neşe, neşat. * Döşemek. ◊ Hareket.hebş : Cem'etmek, toplamak. * Kazanmak, kesbetmek. hebt : (Hübut) İniş. Aşağı inme. * Aşağı indirme. Bir yere inip konmak. * Nüzul, illet, maraz. * Zayıflama. * Bir memlekete birisini dâhil ettirmek. * Eksiltmek. * Kötü bir hale uğratmak. More…hebul : Yavrusu kalmayan deve. hebut : İniş yer. hebv : Ateşin sönmesi. hebve : Toz. * Tozlu yol. heby (hebye) : Küçük câriye. hebz : Sür'at yapmak, hız yapmak. heca : (Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi. * Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek. * Şekil. More…hecace : (C.: Hecâcât) Kurbağa. hecagû : f. Nazım veya nesir yoluyla birinin aleyhinde bulunan. Birini zemmeden, bir kimseyi hicveden. heccav : Çok hicveden. Hiciv söyleyen. (Bak: Hicv) hece : (Hecâ) Bir defada söylenebilen, bir veya birkaç harfden meydana gelen sözcük. * Harfleri birer birer söyleyerek okuma. hecef : Yaşlı devekuşu. * Ağır ve boş kimse. hecemat : Hamleler, taarruzlar, hücumlar. hecenna' : Uzun ve şişman gövdeli kimse. * Başı dazlak, yaşlı kimse. * Başı dazlak olan devekuşu. heces : Gönüle düşen hatıralar. hechece : Çağırmak. heci' : Yer yarığı. * Derin dere. hecil : İki dağ arasındaki çukurca kısım. Vâdi. hecime : Tulukta biriktirilip ekşitildikten sonra içilen ve köremez denilen süt. * Yoğurt. hecin : Pek hızlı yürüyen bir cins deve. * Arap atı ile diğer cins attan doğmuş melez at. hecir : Yaz mevsiminde öğle vaktindeki sıcaklık. * Otun kuruması. * Büyük havuz. hecl : İki dağ arasındaki çukur ve düz yer. * Atmak. hecm : Hamle etmek. Saldırmak. * Büyük kadeh. hecme : şiddet, sertlik. hecmec : Koç. hecr : Ayrılık, firak. * Tıb: Sayıklamak. Hezeyan. (Bak: Hicr) * Çok sıcak günlerde öğle vakti. hecs : Gönüle düşen hâtıralar. hecv : (Hicv) Medh ü senânın zıddı. Kötüleme. Birisi hakkında kötülemek için söylenen söz veya manzume. (Bak: Heccâv) heda : Sakin olmak. hedad : Yemen'de bir kabile. hedahîd : (Hüdhüd. C.) Hüdhüdler, çavuş kuşları, ibibikler. hedaya : (Hediye. C.) Hediyeler. Lütuf ve ihsanlar. Bağışlar. hedb : Meyve toplamak. * Davar sağmak. hedbe : Ufak tesbih böceği. hedcan : Yavaş yürüyüş. hedd : Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek. * Zayıf ve korkak. heddam : Çok keskin kılıç. hedde : Duvarın yıkılmasından çıkan gürültü. hedeb : Ensiz, uzun ve ince yaprak. * Servi yaprağı. hedef : Nişan noktası. * Emel. Varılmak istenen gaye. * Yüksek, bülend. * İri vücudlu adam. * Bir işe yaramayan, tembel ve uykucu olan. hedef-i âmâl : Gaye-i hayâl. Ulaşmak istenilen hedef. hedel : Devenin dudağının sarkık olması. * Bir şeyi aşağı indirmek. hedem : Binadan yıkılan taş ve kerpiç. heder : Boşa gitme. Yok yere faydasız giden. * Ölüme giden. hedhed : Suâl etmek, sormak. * Ötmek. * Çocuk sallamak. hedhede : Bağırma, ötme. * Devenin bağırması, kuşun ötmesi. hedî : (C.: Hevâdî) Mürşid. * Boyun. hedîl : Erkek güvercin. Güvercin sesi. hedîr : Güvercin kuşlarının ötmesi. * Aygırın kişnemesi. hediye : Parasız verilen, bağışlanan şey. Armağan. hediyeten : Armağan olarak, hediye olarak. hediyy : (Hediye. C.) Atiyyeler, hediyeler. hedk : Kırmak. hedlak : Dudakları sarkık olan. hedm : Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek. * Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa) hedm (hidm) : (C.: Ehdâm) Eski elbiseler. hedmele : (C.: Hedmelât) Ağacı çok olan kumlu yer. hedn : Vakar, ciddiyet. hedne : Sükun, sessizlik, durgunluk. hedr : Galeyan etmek. * Ot büyümek. * Güvercin ötmek. heds : Sürmek. * Reddetmek. * Haykırıp bağırmak. heduc : Eserken gümleyen rüzgâr. hedy : Cenab-ı Hakk'ın rızası için veya ihramda iken yapılması yasak olan herhangi bir fiili işlemekten dolayı kusurunu affettirmek ricasiyle, keffaret olarak Harem-i Şerif'e götürülen More…hefaf : Hafif berrak nesne. hefafe : Parlamak. hefevat : (Hefve. C) Yanlışlıklar, yanılmalar. * Ayak kayması. Sürçmeler, kaymalar. heffat : Ahmak. hefhaf : Yeynicek, hafif mizaçlı kimse. hefhefe : İnce belli olmak. hefîf : Sür'atli seyir. heft : Hafiflik sebebiyle uçup dağılmak. * Hafif mizaçlı olup, her dile geleni söylemek. * Vurmak. ◊ f. Yedi sayısı.heft-ahter : f. Yedi gezegen. Yedi seyyâre. heft-gâne : f. Yedi türlü olan. Yedi tane. heft-hun : f. Cehennemin yedi tabakası. heft-kâr : f. Yedi türlü iplikle dokunmuş kumaş. heft-merd : f. Yedi büyükler. (Kutub, gavs, ebdâl, ahyâr, evtâd, nücebâ, nukabâ) heft-reng : f. Yedi renk. heftâd : f. Yetmiş. 70 heftan : Zırhın altına giyilen pamuklu elbise. * Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya More…hefte : Yedi günlük müddet olan hafta. heftüm : f. Yedinci. hefv : Açlık. hefvan : Yanılma, yanlışlık. * Süratle gitme, hızla gitme. * Ayak kayıp sürçme. hefve : (C.: Hefevât) Sürçme, ayak kayması. * Mc: Hata, yanılma. Zelle. hegemonya : yun. Kuvvetle ve kıymetli vasıflarla olan üstünlük. * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasi üstünlüğü ve baskısı. hehca' : Kerim, cömert kimse. hejdeh : f. Onsekiz sayısı. hek'a : Menazil-i Kamer'den bir yıldız. * Atın göğsü üstündeki dâire. hekheka : Az birşey verme. * şiddetli seyir. hekim : (Bak: Hakîm) hekir : Taaccüp eden, şaşıran. hekk : şiddetli yağmur. * Kılıçla vurmak. hekm : Halka şerle taarruz etmek. hekr : Taaccüp etmek, şaşırmak. hektar : Fr. Yüz ar değerinde ölçü birimi. hektometre : Fr. Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi. hekur : Uzun, tavil. hel : 'Arapçada soru cümlesinin başına gelen bir harf olup; em bel kad edatları yerinde ve ceza mânasına emri ve bazan isbat, bazan da nehiy için kullanılır.' hel min mezid : Daha yok mu? Daha olmayacak mı? mânâlarında kullanılır. hel' (hil') : Oğlak. (Müe: Hel'a) hela' : Korku. * Feryad. * Hırs. helahil : (Hülhül. C.) Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu. helahil-riz : f. Öldürücü zehir saçan. helak : Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr. helaket : Yıkılma. mahvolma. Felâket. helal : Allah'ın müsaade ettiği şey. Haram olmayan. Dinî bakımdan kullanılmasında, yenilip içilmesinde, dinlenmesi veya bakılmasında yahut dokunulmasında nehiy olmayan. * İhramdan çıkan hacı. More…helalî : Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez. * Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat. * Helâl ile alâkalı olan. helalli : Zevce, karı, menkuha. Nikâhlı kadın. helc : İtimat etmeyecek söz söylemek. helecan : (Bak: Halecan) helek : İki dağın arası. heleke : Helâk. * Düşen. helel : Örümcek ağı. * Korku. * Yağmur evveli. helesaya çikmak : Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin More…helezon : Saat zenbereği gibi gittikçe daralan daire şekli. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan. helezonî : Helezon şeklinde olan. Sümüklü böcek kabuğu şeklinde olan, gittikçe darlaşır daire biçiminde olan. helhel : Seyrek, ince, dakik şey. * Öldürücü zehir. helhele : Okuyucunun tesirli nağmeyi tekrar etmesi. * Unu seyrek elekten elemek. * Teenni ile encamını beklemek. * Bir şeye pek yaklaşıp çatmak. helîce : Saçaklı seccade. helikopter : Fr. Pervanesi tepesinde bulunan ve olduğu yerde durabilen, dikine kalkış ve iniş yapabilen bir uçak. helîle : Tıb: Tohumları tıbda müshil olarak kullanılan bir bitki. helîme : Buğday ve pirinç gibi bazı hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkanlı su. helkam : Yaşlı kadın, acuze. helkes : Alçak adam. hellab (hellâbe) : Yağmurlu soğuk rüzgâr. helle : (C.: Hilâl) Azıcık sesi yükseltmek. hellüm : Beri gel (mânasına gelir.) hels : Çok hayır. * Gizlemek, saklamak. ◊ Cemaat, topluluk.helsas : Cemaat, topluluk. heltat : Cemaat, topluluk. heltî : Bir ot cinsi. helu' : Sabrı az, hırsı çok olan. Sabırsız olup her halini halka şikâyet eden insan. heluk : Helâk olucu, helâk olan. * Fâcire kadın. Kötü hayata alışmış kadın. helümm : Tez getir' mânasına gelir. helümme cerra : (Helümme cerren) 'Var kıyas eyle... Çek beri getir.' gibi kinâye için söylenen bir tabirdir. helva' : Hızlı yürüyüşlü davar. helva-ger : f. Helvacı. helva-hane : f. İçinde helva pişirilen genişçe ve derinliği az tencere. * Tar: Saray için her türlü tatlı yiyeceklerin yapılmasına yarayan saray mutfağının bir bölümü. helvayî : Helva satan. Helvacı. helyostat : Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat. helyoterapi : Fr. Güneşle tedavi. hem : f. Birlikte, beraber olmak mânasını ifade eder. hem (hemm) : Gaile, müşkül iş. * Tasa, gam, keder, hüzün. hem-aheng : f. Uygun, münasib, denk. hem-an-dem : f. Hemen, derakab, derhal, o anda, çarçabuk. hem-an-gâh : f. Hemen, o anda. hem-aramiş : f. Birlikte dinlenen, beraber istirahat eden. hem-asil : f. Aynı asıldan. hem-aşiyan : f. Bir yerde beraber bulunan, bir yuvada birlikte olan. hem-aver : f. Efendileri aynı olan köleler. * Arkadaş, refik. hem-averd : f. Savaşan iki kişiden herbiri. hem-aviz : f. Harpte karşılaşan iki kişiden biri. hem-ayar : f. Eşit, denk, müsavi. hem-bar : f. Aynı yükü yüklenmiş olan, aynı yükü taşıyan. hem-ber : f. Beraber olan, birlikte oturan. hem-bu : f. Kokusu bir, aynı kokuda. * Mc: Âdet ve tarzları aynı. hem-ca(y) : f. Aynı yerde oturan. Hemşehri. hem-cenah : f. Denk, eşit, müsâvi. hem-cenb : f. Akran. hem-çü : f. Onun gibi. hem-çünan : f. Böylece. hem-daman : f. Bacanak. hem-dem : f. Canciğer arkadaş. hem-derd : f. Dert yoldaşı, dert arkadaşı. Aynı dert ve kedere düçar olanların beheri. hem-dest : (C.: Hemdestân) f. Birlikte çalışan, müttefik, arkadaş. * Ortak, şerik. hem-destî : f. Berâberlik, birlik. * Ortaklık, şeriklik. hem-dih : f. Köyleri aynı olan. Aynı köyden olan. hem-dil : f. Fikirleri, düşünceleri aynı olanların her biri. Bir maksad ve istekte bulunanları beheri. hem-duş : f. Omuz omuza gelen, eşit olan, müsavi olan. hem-fikr : f. Aynı düşüncede ve aynı fikirde olan. Kafadar. hem-firaş : f. Zevce. Karı. hem-ginan : f. Bütün insanlar, bütün nev'-i beşer. hem-guşe : f. Komşu. hem-hah : f. Arzu ve talebleri aynı olan, aynı istekleri olan. hem-hal : f. Aynı halde olan. İkisi beraber. hem-hane : f. Bir evde oturanların beheri. Arkadaş, refik. hem-hudud : f. Hudutları bir olan, sınırları birbirine bitişik olan memleket veya arazi. hem-huy : f. Bir ahlâk ve tabiatda bulunan. Huyları bir olan. hem-kadd : f. Boyları birbirine eşit olan, uzunlukları aynı olan. hem-kâr : f. Aynı işi yapan, aynı işte olan. hem-kiran : f. Aynı yaşta olan, yaşıt. * Kuvvette müsavi olan. hem-kitab : f. Aynı dersi gören, talebe, öğrenci. * Aynı dinde olan, din kardeşi. hem-kiymet : f. Aynı kıymette olan, kıymetleri eşit olan. hem-kün : f. Aynı cins işte çalışan, işleri ve meslekleri aynı olan. Meslekdâş. hem-nam : f. İsimleri aynı olan, adaş. hem-neberd : f. Savaş arkadaşı, muharebe arkadaşı. * Rakib. hem-nefes : f. Arkadaş, musâhib. hem-nesl : f. Aynı sülâle ve soydan, aynı nesilden, soydaş. hem-pa : f. Ayakdaş. Arkadaş. Yoldaş. hem-paye : (C.: Hempâyegân) f. Bir pâye ve rütbede olanların beheri. hem-rad : f. Kahramanlık ve cömertlikte müsavi olan kimseler. hem-rah : (C.: Hem-râhân) f. Yol arkadaşı, yoldaş. hem-raz : f. Sırdaş. En yakın arkadaş. hem-reng : f. Rengi bir olan, aynı renkte olan. * Mc: Huyları bir olan. hem-rev : f. Yol arkadaşı, beraber giden, yoldaş. hem-riş : f. Bacanak. İki kızkardeşle evlenen erkekler. hem-sabak : f. Ders arkadaşı. Aynı dersi okuyanların beheri. hem-saz : f. Uyan, uygun, muvafık, münâsib. * Arkadaş, refik, arkadaşlık. hem-ser : f. Arkadaş, Karı kocadan her biri. hem-şerr : f. Kötülükte beraber olan, kötülüğü birlikte yapan. hem-şikem : f. İkiz çocuk. hem-sohbet : f. Birbiriyle konuşan, sohbet eden, arkadaş. hem-sufre : f. Aynı sofraya oturan, sofra arkadaşı. hem-vare : f. Her zaman, dâima. hem-varî : f. Düzlük, düzolma. hem-zanu : f. Diz dize oturup konuşan, yan yana oturan. hem-zeman : f. Aynı zamanda işleyen. * Çağdaş, muâsır. Aynı çağda yaşayan insan veya geçen hâdiselerin her biri. hem-zen : f. Beraber vuran. Birlikte olan. hemahim : (Hemheme. C.) Üzüntüler, kederler, dertler, tasalar. hemal : f. şerik, ortak, eş, benzer, nazir. hemaluş : Kara balçık. heman : f. Derhâl, hemen, acele olarak, çarçabuk, o anda. heman (humân) : İnce zayıf süngü. * Huysuz ve kötü insan. hemana : f. Sanki, güya. * Aynen, tıpkı, tamamen. hemanend : f. Benzer, gibi. hemare : Her zaman, her an, dâima. hemazî : Sür'at, hız. hemde : Ölümle haşir arası. heme : f. Cümle. Hep. Bütün. heme ez ost : Herşey ondandır. heme ost : Hepsi odur. hemec : Kıymetsiz, değersiz. * Şaşkın. * Övez (denen at sineği). hemece : Zayıf koyun. hemegan : f. Cümlesi, tamamı, bütünü, hepsi. hemel : Çobanı olmayan deve. hemercel : Yorga at. hemeyan : Akmak, seyelân etmek. hemezat : (Hemeze. C.) Kuruntular, vesveseler, şüpheler, tereddütler. hemeze : Vesvese. Şeytanın desisesi. Kuruntu. hemger : f. Çulha dokuyucu. hemheme : Rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler. * Aslan bağırması. * Deve sesi. hemî : f. Tıpkı bu, bu bile. hemî' : Ölüm, mevt. hemicek : Şehre köyden yeni gelip bir şey bilmez şaşkın ve kaba adam. hemîm : Ağır ağır gitmek. * Otun tazeliğinden dolayı parlaması. hemîme : Yumuşak rüzgâr. * Ufak taneli yağmur. hemîsa' : Kuvvetli adam. hemîşe : f. Dâima. Her zaman. hemk : Bir kimseyi bir işle meşgul etme. Birini bir işe daldırma. * İnat etmek. * Sa'y etmek, çalışmak. * Cür'et etmek. ◊ Yumuşak. Kof.heml (hemelân) : Gözden yaş akmak. hemla' : Seri. * Kurt (canavar.) hemlece (himlâc) : Atın yorga olması. hemm : Gam, keder, tasa, hüzün. hemmame : Zehirli hayvan. Akrep. hemmas : Yavuz arslan. hemmaz : Koğucu. hemr : Su dökmek. * Göz yaşı akıtmak. * Süt sağmak. * Atâ etmek, hediye vermek. hemrace : Karıştırmak. hems : Gizli ses. Çok gizli. Sesi gizlemek. * Ağzı açmadan lokma çiğnemek. * Fütursuz olarak geceleyin yola gitmek. * Peçe. * Sıkmak. * Kırmak. hemş : Ameli seri olan, hızlı, hareketleri çabuk olan. hemşehri : f. Aynı şehirden. Aynı memleketli olan. hemsen : Gizli sesle. Gizli ses. Savt-ı hafi. hemşime : Kuru odun. Kurumağa yüz tutmuş ağaç. Ağaçları kurumuş yer. hemşire : f. Aynı sütü emen kızkardeş. Abla, bacı. * Hastabakıcı kadın veya kız. hemşire-zâde : f. Kızkardeş çocuğu. hemt : Karıştırmak. Değerini anlamadan almak. hemta : f. Eş denk. Benzer. hemu' : Göz yaşı akmak. hemyan : f. Kese, torba, çanta, dağarcık. hemz : Dürtme, kakma. * Parmaklarla sıkma. * Yere çalma, vurma. * Isırma, dişleme. hemze : ( ) Elif veya elif yerine kullanılan işaret. Elif, vav, ya, he üzerine konulan ve 'e' diye okutan işaret. * Parmakla sıkma, dürtme, sıkıştırma. hemzend : f. Beraber olanlar. Beraber çalışanlar. hen'a : Devenin boynunun altına konan işaret. * Menazil-i Kamer'den bir menzil. henabik : Halka nasihat edip, dediğini kendi yapmayan kimse. henae : Yemeğin sindirilip hazmolması. henazîr : Hınzırlar, domuzlar. henb : Vehamet. * Ağırlık. henbele : Topal sırtlanın yürümesi. henber : Kısa boylu kimse. henberît : Sırf yalan. hencam : f. Elinden iş gelmeyen, beceriksiz kimse. hencar : f. Kaide, kural, yol, usul. hend : İmsak etmek. hendek : (Bak: Handek) hendelîn : Sözü çok olan kimse. hendeme : Bir şeyi yerli yerince yapmak. hendese : Geo: şekil bilgisi. * Mat: Çizgi, yüzey ve hacim olarak bu üç şeklin özelliklerini ve ölçülerini inceleyen matematik kolu. hendesehane : f. Eskiden mühendis mektebi, teknik üniversitesi. * Bayındırlık ve belediye gibi dairelerin mühendislere mahsus şubesi. hendesî : Muntazam şekli ile alâkalı ve hendeseye dâir. Geometrik şekle dâir. * Geometri ile alâkalı ve müteallik. henene : Bir cins kirpi. henf : Sür'at yapmak, hız yapmak. hengâm : f. Zaman, devir, çağ,sıra, vakit, mevsim. hengâme : f. Seslerin birbirine karışmasından çıkan gürültü. Kavga, gürültü. Şamata. hengâme-gir : f. Meddah, oyuncu. Hikâye söyleyici, hokkabaz. * Diş macunu, leke tozu gibi şeyler satan çığırtkanlar. * Kavgacı, gürültücü. henî : Hazmı kolay olan, faydalı ve sıhhate uygun. henîe : şiddetli emir. henîen : Sıhhat ve afiyet olsun. henîen leküm : Size âfiyet olsun, şifa olsun. Helâl olsun. * Tebrik ederiz. henîn : Ağlamak. heniyye : Kolaylık, sühulet. henk : Darlık. Güçlük zorluk. ◊ Katı yağmur.henme : Gizli ses. henn : Ağlamak. * Ayıptan kinayedir. henne : Kişinin kendi karısı. hent : Bir nevi kirpi. * Göz içinde olan yağ. henüz : f. Daha, yeni, şimdiye kadar, ancak. hepten : Bütünüyle, tamamıyla. her : f. Bütün, hep, tamamen. her dem : f. Her zaman, her dakika. Dâimâ. her dem taze : Parlaklık ve tazeliğini dâima muhafaza eden. * Mc: Daima genç görülen, gençliğe heveskâr. her' : şiddet. * Etin iyi pişmesi. her'a : Küçük bir canavar. * Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın. her-ayine : f. Mutlaka, elbette. Behemehal, zaruri, herhalde. her-bar : f. Her defa, her kere. her-ca : f. Her yer. her-çend : f. Her ne kadar. Her ne zaman. herab : Kaçmak, firar etmek. heras : Dikenli ağaç. herave (hirave) : Ağır, yoğun asâ (baston). herc : İnsanların arasında meydana gelen fitne, fesad. * Söze dalıp çoğaltmak. Haltetmek. Sözü karıştırmak. * Kapıyı açık bırakmak. * İnsanların işlerinin karışması. * Seğirtmek. * Katletmek. More…herç : Karışıklık, gürültü. Nizamsızlık. herc ü merc : f. Darmadağınık. Karmakarışık. Allak bullak. hercaî : (Hercâyî) Her yerde bulunur, kendine mahsus belirli bir yeri bulunmayan. Serseri, derbeder. * Kararsız, sebatsız, vefasız, dönek, mütelevvin. hercan : Uzun ve kalın olan şey. * Hayvanın yab yab yürümesi. hercâyî menekşe : Bir cins menekşe. hercele : Karışık yürümek. herçi bad abad : f. Her ne olursa olsun. İster istemez. herd : Deve kuşunun dişisi. * Yarmak. * Kat'etmek, kesmek. hereb : Kaçma, firar. * şiddetli üzüntü, keder. herec : Sıcaklığın fazlalığından devenin gözünün kararması. herek : Asmaları, fidanları, fasulye gibi tırmanıcı nebatları bağlamak için yanlarına dikilen sırık, değnek. herem : Kocamak, yaşlanmak, ihtiyar olmak. * Mısır'da firavunlar zamanından kalmış piramit şeklindeki mezarların beheri. * Geo: Mahrutî şekil, piramit. heremdîde : f. Yaşlanmış, kocamış, ihtiyarlamış. herf : Acele. Sür'at, hız Hezeyan. hergâh : f. Her vakit, her an, her zaman. hergele : Binilmek ve yük taşımak için alıştırılmamış at, kısrak, beygir veya merkep sürüsü. * Böyle bir sürüye dahil olan hayvan. * Mc: Terbiye ve görgüden büsbütün mahrum adam. * Bir işe yaramaz More…hergiz : f. Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle. herhere : Su çağıltısı. * Koyunu çağırmak. * Aktığında sesi ve çağıltısı işitilecek kadar çok olan su. herhîr : Bir nevi yılan. heri' : Acele, sür'at. * Akıcı kan. * Korkak kimse. * Zayıf kimse. herif : (Bak: Harif) herifçioğlu : Kızılan kimse hakkında zamir gibi kullanılan argo bir tabirdir. herim : Çok ihtiyarlamış ve kocamış kimse. herime : Dişi arslan. herîr : Köpek uluması. * Köpek hırlaması. herise : Keşkek yemeği. herît : Ağzı büyük kişi. * Ferciyle dübürü bir olan kadın. herkele : İncelik, nezafet, hoşluk, letâfet. * İnce, zarif, lâtif, hoş. herkül : yun. Cesaretiyle meşhur olup, efsaneleşmiş bir Yunanlının adı. (Onlarda kuvvet sembolüdür) herm : Bir ot cinsi. hermele : Yolmak. herna' : Ufak bit. herr : Köpek uluması, köpek hırlaması. herru : Ne olursa olsun. Ya batar ya çıkar.' mânâsındaki 'ya herrû ya merrû tâbirinde geçer. hers : Tokmak ile dövmek. * Mersin ağacı. * Arslan. * Kedi. ◊ Ufak kurt.herş (herâş) : Yırtmak. * Çekişmek. herşebe : Yaşlı kuru kadın. herşefe : Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.) * Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın. * Çok eski olan kova. herseme : Arslan, gazanfer, esed, haydar. * Burun. hert : Dokunaklı söyleme, iğneleyici bir şekilde konuşma. * Yırtma. * Dürtme. herus : Eski elbise. herv : Dövme, sopalama. * Pişirme. * Afganistan'da bir şehrin adı. hervele : Yürüyüş. * Koşma. herya' : Ağaç hışırtısı. herz : Yırtmak. herze : f. Boş söz. Saçmasapan söz. Boş lâkırdı. herzederay : f. Mânâsız ve saçmasapan sözler konuşan. herzegû : f. Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen. herzehayî : f. Mânâsız konuşma, saçmasapan söyleme. herzeka : Çirkin gülmek. herzekâr : f. Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen. herzekârane : f. Saçma sapan konuşarak. Boş ve lüzumsuzca uydurmalarla, abuk sabukça. herzevat : (Herze. C.) Herzeler, mânâsız ve boş sözler. herzevekil : f. Kendine vazife olmayan şeylere karışan. Fodul, boşboğaz. Her şeye burnunu sokan. hesar (hesur) : Arslan. heşaş (heşuş) : Açık yüzlü şen yeynicek kişi. * Sağan kimseye sevip sütünü veren koyun. heşaşe(t) : Şâdlık, hafiflik, irtiyah. * Gevreklik. hesb : şeref. * Kifayet. heşeme : (C.: Heşemât) Dağ keçisinin oğlağı. heshese : Karışıp görüşme. heşheşe : Şâdlık etmek, neşeli olmak. heşîle : Sahibinin izni olmayarak bir adamın bindiği deve. heşîm : Ufalanmak. Kırılmış, ufalanmış olmak. * Kırılmış, ufalanmış kuru ot. hesis : Gizli ses, gizli kelâm. * Ezilmiş, ufalanmış nesne. hesm : Kaba yemek. Bütün bütün yutmak. * Kesmek. * Toplamak, cem'etmek. ◊ Kırmak. * Kesmek.heşm : Kırmak veya kesmek. hesmele : Gizli söz. hesr : İki kat edip eğmek. * Kırmak. hess : Dövmek. * Kırmak, ufalamak. ◊ Öldürmek, katl. ◊ Sıkmak.heşş : Gevrek, kolayca kırılabilir olan. * Keyifli, şen. heşt : f. Sekiz. heştad : f. Seksen. hestî : f. Varlık. Var olma. Mevcudiyet. heştüm : f. Sekizinci. het' : Dikkatle bakmak. Acele etmek. hetalan : Akmak. * Göz yaşı ve yağmur pespeşe gelmek. hetalla' : Uzun ve iri vücutlu erkek. hetepete : Kekeleme. Konuşurken şaşırıp tereddüd etme. heterojen : yun. Kim: Cinsi ayrı olan. Türlü özellikteki taneciklerden yapılan maddelerdir. hetf : Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak. hetil : Akıcı, akan. hetît : Birbiri ardınca tez tez gitmek. hetk : Yırtma Yarma. Perdeyi yırtmak. Rezil olmak. Rezil etmek. hetl : Ulaştırmak. * (Yağmur) çok yağmak. hetlan : Sürekli yağan hafif yağmur. hetm : Ön dişleri kökünden kırmak. hetma' : Dişsiz olup kurban edilemeyen hayvan. hetme : Çok kelâm, çok söz. hetmele : Gizli kelâm, gizli söz. hetn (hütun) : Yağmur yağmak. hetr : Bunama, alıklaşma. Ateh getirme, ihtiyarlıktan çocuk gibi olma. * Sersemleşme, aptallaşma. * Birisini kötüleme. * Acib emir. * Zahmet, meşakkat. * Enine yarmak. ◊ Ağaçla vurmak. More…hett : Yırtmak. * İkiye büküp kırmak. * Dökmek. hettak : Yırtıp parçalayan, paramparça eden. hettal : Dağ ismi. hettan : Hafif kimse. hetul : Çok miktar akmak. hev' : Kötü hırs. ◊ Himmet.heva : (C.: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı. * Yer ile gök arası. * Yukarıdan aşağıya inmek. * Her bir boş, ıssız yer. ◊ İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. More…heva vü heves : Zevk ve şehvetler. Boş ve geçici şeyler. heva-i nesim : f. Güzel, lâtif, hoş hava. Lâtif mânevi gıda. * Hava (Atmosfer.) hevaci' : Geyik. hevacir : (Hâcire. C.) Günlerin en sıcak olan anları. * Göçenler, göç yapanlar, hicret edenler. * (Hücr. C.) Hezeler, hezeyanlar, boş ve mânasız sözler. hevacis : (Hâcise. C.) Vesveseler, kuruntular. Akla gelen kötü düşünceler. hevadar : f. Hevalı. Nefsine uymuş. Küstah. * Etrafı açık, havalı yer. hevade : Yavaşlık. * Yumuşaklık. * Kavmin içinde salah ve muvâfakata sebep olması mümkün olan kimse. hevadî : (Hâdî. C.) Rehberler, deliller, kılavuzlar. * Hidayet edenler, istikametli ve selâmetli yolu gösterenler. hevadic : (Hevdec. C.) Kadınların binip oturmaları için devenin üzerine konulan küçük mahfeler. hevahah : f. Sevilen, muhib, dost. hevahat : Ahmak adam. hevahî : Bâtıl nesne. hevaî : f. Ciddi şeylerle alâkasız. Nefsine düşkün. Nefsine ve şehvetine mağlub. Hevâ ve hevese âit ve müteallik. hevaiye : Hava gibi hafif ve lâtif karakterde olan şeyler. hevakâr : f. Günahlı işlere hevesli. Hevâ ve hevesine bağlı. hevamm : Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit More…hevan : Hakaret, zillet, alçaklık, zelillik, aşağılık, horluk. hevaperest : f. Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil. hevas : Çok yiyen kişi. hevatif : (Hâtif. C.) Hâtifler. Gayıptan işitilen sesler. * Nidâ eden melekler. hevaya : Zayıflık. hevb : Yol, tarik. * Ateş alevi. * Karışık sözlü kimse. hevber : Kırmızı gül. hevc : (C.: Hüvüc) Uzun boylu ve akılsız olmak. * Rüzgârın sert esmesi. hevcele : Hiçbir işaret ve alâmet olmayan ev veya sahrâ. * Yürügen deve. * Uzun boylu, ahmak erkek. hevd : Tevbe etmek. hevda' : Deve kuşunun erkeği. hevde : Bağırtlak kuşu. hevdec : (C.: Hevâdic) Kadınların binmesi için devenin sırtına konulan ufak mahfel. hevek : Ahmaklık. heves : Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ile olmayıp nefis ile olan istek. heveş : (Karın) Göçük olmak. hevesat : f. Arzu ve nefsâni emeller. Boş, bâtıl ve günahlı şeylere dâir olan istekler. Hevesler. hevesdar : f. Hevesli. heveskâr : f. Hevesli istekli, arzulu. Meyli ve arzusu olan, heves eden. heveskârân : (Heveskâr. C.) İstekliler, hevesliler. heveskârî : f. Heveskârlık, heveslilik. hevesnâk : f. Hevesli, heves edici, istekli. hevesnâkân : (Hevesnâk. C.) Hevesliler, heves edenler. hevesperver : f. Hevesli, heveskâr. hevheve : f. Ağacın yapraklarının rüzgâr esmesi ile çıkardığı sesler. hevl : Korku. Korku verici. * Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak. hevl-âver : f. Korkunç, korku getiren, korku veren. hevl-engiz : f. Korkunç korkulu. hevl-nâk : f. Korkulu, korkunç. hevlul : Hafif adam. hevm : Uyuklayıp başını her tarafa eğmek. hevn : Kolaylık, sühulet. * Vakar. Teenni. * Sükunet. Sekine. Rıfk. * Ufak şey. Hor ve zelil olmak. hevr : Birisini itham etmek, töhmet. Zan. Takdir ve tahmin etmek. * Binayı yıkmak, yıkılmak. * Sulu, ağaçlı yer. * Koyun sürüsü. hevre : Dövmek. * Çok fazla yemek. hevs : Bir şeyi vurarak kırmak. * İfsad etmek. * Dolaşmak. * Davarı yavaşça ileri sürmek. hevş : Çok miktar. hevte : Suya gidecek yol. hevzeb : Yaşlı deve. hevzele : Depretmek, hareket. hey' : Gönül dönmek. * Yaramaz gönüllü olmak. * Korkak olmak. hey'a : Yere dökülen birşeyin akması. * Korkutucu ses. hey'are : Bir yerde karar etmeyen kadın. hey'at : Hey'etler. Ayrı ayrı mânalar. Kısımlar. hey'et : Şekil. Suret. Görünüş. * Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. * Gök ve yıldız ilmi. Astronomi. * Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti. hey'etşinas : f. Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan. hey'urur : Meşakkat, zahmet. heyakil : Heykeller. heyam : Hayranlık hâli. * Çok yumuşak kum. heyamola : Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir. * Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut More…heyatile : Hind taifesinden bir kavim. heyban : Korkunç, korku getiren. * Çok utangaç çekingen. * Korkak. * Çoban. heybe : Eşya koymaya mahsus iki taraflı küçük torba. heybet : Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet. heybub : Korkak. heyc : Heyecan, telaş. * Galeyan, tahrik. * Kavga, harp, savaş, cenk. heyca : Cenk, cidal, vuruşma, birbirini öldürme, kıtal. heycagâh : f. Muharebe meydanı, savaş yeri. heycemane : Büyük inci. heyd : Depretmek. * Zahmetli olmak. ◊ f. Ekinci yabası.heydeb : Yere yakın olan bulut. heydebî : Atın bir çeşit yürümesi. heyecan : Birden bire şiddetle hislenme. Ürperme. * Coşkunluk. Coşmak. heyef : İnce belli olmak. heyelan : Toprak kayması. heyeman : (Heym) Şaşkınlık. Tutkun olmak, âşıklık. heyf : Sıcak rüzgâr. heyg : Çoğaltmak. heyha : Deveyi yulafa çağırmak. heyhat : 'Teneffür ve tehassür ifâde eder; 'sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol' mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için More…heyî : f. Varlık, madde. heykel : Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli. * Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide. * Mc: Soğuk More…heykeltraş : Heykel yapan kimse. heyl : Dökmek. * Bir şeyi ölçüsüz def'etmek. heylele : Lâ ilâhe illâllah' demek. heyleman : Çok, kesir. heylulet : (Bak: Haylulet) heym : (Heyemân) Şaşkınlık. * Âşık olma, tutkun olma. * Yüzü yere koymak. heymere : Koca avret. İhtiyar kadın. heyn : (Heyyin) Kolay. Rahat. * Vakar. Sükunet. heyne : Tıb: Kolera hastalığı. heyneme : (C.: Heynem) Gizli ses. heyr : Rüzgâr adı. * Sağlam ve sert taş. heyra' : Korkak, ahmak kimse. heyrea : Çoban düdüğü. * Meyyitin kabrine toprak dökmek. heyrun : Bir nevi hurma. heys : Atâ etmek, vermek, bağışlamak. * Hareket. ◊ Yürümek.heyş : Hareket. * Davar sağmak. * Fitne. * Iztırab, acı. heysam : Arslan. * Kısa boylu kişi. heysar : Arslan. heyşe : (C.: Heyşât) Husumet, hasımlık. * Çekişmek, nizâ etmek. heysem : Toy kuşunun yavrusu. * Tavşancıl yavrusu. * Akbaba yavrusu. * Kurt eniği. heyşer : Ot. * Ağaç. heyşur : Ot. * Ağaç. heytal : Tilki. heytale : (C.: Heyâtıl) Helva kazanı. heytelek : Gel' mânasınadır. heyub : Azametli, heybetli, gösterişli. heyula : Zihinde tasarlanan korkunç hayal. * Gösteriş ve iriliği olduğu halde hiçbir te'siri ve değeri olmayan şey. * Eski felsefede: Eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı. Madde. (Bak: Esir) heyulâniyyun : Maddeciler. heyyin : Kolay, sühuletli. heyz : Kırık kemik sarılıp ovulduktan sonra tekrar kırmak. heyza : Fazlaca kusma, istifra etme. * Tıb: Kolera hastalığı. heyzale : İnsan sesleri. * Cemaat, topluluk. * Çok asker. * Büyük deve. * Belinden aşağısı şişman olan kadın. heyzam : Bahâdır, kahraman. heyzüm : f. Kuru odun. heyzüm-pâre : f. Odun parçası. hez : Eğlence. Ciddi olmayan söz. hez' : Kırmak. hezabir : (Hizebr. C.) Arslanlar, esedler. * Yiğitler, kahramanlar. hezar : f. Bin. (1000) * Pek çok. * Bülbül. hezaran : f. Binler. Binlerce. Pek çok. * Bülbüller. hezardasten : (Hezârdestân) f. Bülbül. hezaren : 'Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.' hezarfenn : f. Çok bilen, bir çok san'atı birden çok yüksek derecede yapabilen. * Minâre ustası. hezarmîh : f. Bin yerinden yamalı derviş hırkası. * Çok süslü. * Gök yüzlü. hezarpa : f. Çok ayaklı, bin ayaklı. * Kırkayak. hezarpare : f. Bin parça, çok ufak. hezartabe : f. Güneş, şems. hezaryar : f. Bin defa. Bin kerre. hezazîk : Süratle kat'etmek, çok çabuk kesmek. hezb : (C.: Hizâb-Ehazıb) Yağmur damlası birbiri ardınca damlamak. hezbe : (C.: Hüzub-Hizâb Hizabât) İri katreli yağmur. * Otu az olan yüksek tepe. hezec : Gök gürültüsü. * Güzel sesle şarkı söylemek. hezecat : (Hezec. C.) Yağmur çisiltisi. Yağmur sesi. hezeliyat : (Hezl. C.) Ciddi olmayan sözler. Saçma sapan konuşmalar. Deli saçması. hezeyan : Kötü sözler. Soğuk şakalar. * Sayıklama. Saçma sapan konuşma. hezeyanat : (Hezeyan. C.) Sayıklamalar. * Saçma sapan ve mânâsız konuşmalar. hezf : Yaşlı devekuşu. hezhaz : Aygırları boyunlarından sıkıp zebun eden yavuz aygır. ◊ Keskin kılıç.hezheze : Cisimlerin, hava yahut başka bir şey dokunmasiyle titremesi. hezî : Ahmak. * Vakit, saat. hezîc : Ahmak kimse. * Süratle yürüyen kimse. hezîl : Zayıf, arık. Bitkin. hezîm : Sağanaklı yağmur. * Gök gürültüsü. * Koşarken kişneyen at. hezîmet : Bozgunluk, mağlubiyet. hezîz : Deprenmek. hezk : şiddetli gök gürültüsü. * Uçurmak. * Yuvarlamak. hezl : Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak. * Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım. hezlâmiz : Şaka ile karışık söz. Mizahlı kelâm. hezliyât : (Hezl. C.) Mizah ve şakayla ilgili söz veya şiirler. hezm : Bozma, mağlub etme, hezimete uğratma. * Sıkıştırma, sıkma, bir şeyi sıkıp ezme. ◊ Çok çabuk kesmek. * Sür'atle yemek. ◊ Seğirtmek. * Taze olmak. * Kırmak.hezme : Elle basıldığında veya sıkıldığında oluşan çukur. hezmele : Bir cins yürüyüş. hezr : Saçmasapan, boş ve mânâsız söz. hezra : (C.: Hezrât) Vurmak. hezreme : Sür'atle okumak. Sür'atli kelâm. hezz : Hareket ettirmek. Depretmek. Tahrik. ◊ Hızlı okumak. * Süratli kesmek. ◊ Vurmak, dövmek. * Isırmak.hezza : İnsan topluluğu, hayvan sürüsü. hezzam : Keskin. hezzar : Devamlı saçmalayan adam. hezzuz : Keskin. hi : Arabça alfabede dokuzuncu harftir. Ebced hesabına göre 600 sayısına işaret eder. hi'ha' : Bir sapı kara ot. hiba : (C.: Ahbiye) Abadan veya keçeden yapılmış göçebe çadırı, oba. ◊ Bahşiş. * Kadına kocasından kalan hisse. * Vergi. ◊ Yağmurdan korunmak için kurulan çadır. Tente.hiba' : Atâ, bahşiş, hediye. hibab : Dostluk, sevmek. (Bak: Hubb) * (Habb. C.) Tohumlar, taneler. * Haplar. ◊ (C.: Havâbibe) Hısımlık, yakınlık, akrabalık, karâbet. ◊ Neşat, sevinç, sürur. ◊ Sevişmek, More…hibak : Yarpuz otu. * Yelmek. hibal : (Habl. C.) Urganlar. İpler, halatlar. hibale : (C.: Habâil) Maddi ve manevi şeylerde tuzak, ağ. * Kement, bağ. ◊ Kement.hibas : Su bendi. hibat : Yüzde olan dağ ve nişân. * Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret. ◊ (Hibe. C.) Bağışlar, hibeler.hibazet : Ekmek yapma mesleği, ekmekçilik. hibb : Bahadırlık, kahramanlık. * Gammazlık. ◊ Seven. Dost. Muhabbet eden, arkadaş. ◊ Kurnaz, aldatıcı, hileci kimse. ◊ Muhabbet. * Habib. Yoldaş.hibban : (Hibb. C.) Mahbublar, sevgililer. hibbe : (C.: Hibeb) Yırtık ve eski kumaş parçası. Paçavra. ◊ Hımhım otunun tohumu.hibe : Bağışlamak. Parasız ve karşılıksız vermek. Bağışlanan şey. * Hal ve şân. ◊ (C.: Hıbeb-Hıbâb) Yaban otlarının tohumu.hibe-name : f. Bir kimseye birşey hibe edip bağışlamak üzere yazılan kâğıt. hibeb : (Hibbe. C.) Paçavralar. Kesilmiş bez veya kumaş parçaları. ◊ Habbler. Taneler, tohumlar. (Hubub da denir)hibek : '(C.: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan More…hibher : Galiz, kaba. hibik : Uzun, tavil. * Hızlı yürüyüşlü at. hibk : Yellenmek. hibl : Yaşlı, ihtiyar. * Uzun boylu kimse. * Büyük deve. hibla' : Yeyici, yiyen. * İt, köpek, kelb. hibne : (C.: Hıben) Büyük çıban. hibr : (C.: Ahbâr - Hubur) Yahudi âlimi. * Salih âlim. * Sürur. * Ni'met. * Mürekkeb. * Eser, nişâne. hibrak : Yellenme. hibre : (Hibret) Bir şeyin iç yüzünü hakkı ile bilmek. ◊ Tecrübe etmek, denemek, sınamak.hibre (habre) : (C.: Hıber-Hıberât) Yemeni, alaca renkli bez. hibrir : (C.: Habârîr) Dağ çiçeği. hibriyye : Kepek. hibriziyy : Acem askerlerinden şanlı bir süvârinin adı. hibs : Suyun aktığı yöne konan ve içinde su biriken ağaç veya taş. hibse : Yaramaz, habis nesne. hibt : (Bak: Hebt) hibte : Azıcık süt. * Bir içim su. hibve (hubve) : (C.: Hubâ) Gökyüzüne yayılmış büyük bulut. * Dizlerini büküp, mak'adı üzerine oturup, elleri dizleri altından bağlamak. * Bele takılan şey. hîc : Deveyi azarlama ve zecir sesi. hiç : f.Değersiz, kıymetsiz. Yok olan, yok denecek kadar az olan. hîca : (Bak: Heycâ) hica : Akıllı. * Münasib, lâyık. ◊ Bulmaca, bilmece.hica' : Hicvetme, yerme. Birisi hakkında alay eder tarzda yazılar yazma. hicab : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Men'etmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek. hicab-aver : f. Hicab verici, utandırıcı. hicabat : (Hicab. C.) Perdeler. * Tılsımlar. hicabet : Kapıcılık. Perdecilik. * Teşrifatçılık, mabeyncilerin mesleği. Saray memurluğu. * Ortaçağ islâm devletlerinde vezirlik. * Kâbe perdeciliği. hicabî : Zar ve perde ile alâkalı ve ona müteallik. Perde ve örtüye âit. * Mahcub. Utangaç. hicac : Hüccet, delil, senet göstererek muaraza ve mübahase eylemek. * Tıb: Göz çukuru ve kaş kemiği. hiçahiç : f. Hiç. Yok. Bomboş. hical : (Hacle. C.) Gerdekler, gelin odaları. * Çadır kapısına asılan kalın perde. ◊ (Hecl. C.) Uçurumlar, derinlikler, yarlar, çukurlar.hicam : Hayvanlara takılan ağızlık. hicame : Deve ağzına ısırmasın diye takılan ağızlık. hican : İyi, kerim kimse. * Güzel ve beyaz deve. hicar : Aygır atın ön ayağını arka ayağının birisine sağlamak. * Devenin ayağını bileğinden semer ağacına bağladıkları ip. ◊ (Hacer. C.) Taşlar.hicare : (C.: Hıcer) Su üstünde olan kabarcık. * Taş. hicaz : Arabistan'da Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere'nin bulunduğu mıntıka. hicazî : (Hicaziyye) Hicaza mensub. Hicazla alâkalı. * Hicazlı Arap. hicce : (C.: Hıcec) Bir kere haccetmek. * Sünnet. ◊ Bir defa hacca gitmek.hiccîra : Âdet, usul, kaide. hiccira' : Şân. * Zât. * Âdet. hiccire : Âdet. * Halk. hicer : Her nesnenin kenarı. hichic : Tatlı su. * Erkek koyun. hiçî : f. Hiçlik. Yokluk. hicir : Başkalarından üstün ve faziletli olan. Bir kimsenin sireti ve mesleği. Huy, âdet, tabiat. hiciv : (Bak: Hicv) hiçkâre : f. İşi rast gitmeyen. hiçkes : f. Hiç kimse. hiçkirik : t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması. * Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek More…hicr : (Hicir) Men'etmek, bırakmak. * Şer'an haram olan şey. * Semud Kavmi'nin bulundukları vadinin ismi. (Bak: Hacr) ◊ Ayrılık. * Başkalarından ayrı fâzıl ve üstün More…hicr suresi : Kur'an-ı Kerim'in 15. suresidir. hicran : Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti kesmek. hicret : Bir yerden bir yere göç etmek. Kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak. * Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mekke'den Medine'ye hicret etmesi. İslâmiyetin ilk More…hicrî : Hicrete ait ve müteallik. hicrî tarih : Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mekkeden Medine'ye hicret ettiği günü başlangıç olarak alan tarih. Milâdi ve Rumi tarihler gibi oniki ay esasına dayanan hicri sene, Muharrem More…hicri' : Uzun boylu ahmak erkek. * Tazı, köpek, kelp. hicris : Tilki eniği. hicv : (Hiciv) Birini şiir ile zemmetmek, onu gülünç hale koymak. Bu şekilde yazılan şiir veya manzume. * Alay etmek. (Bak: Hecv) hicvî : Hicivle alâkalı. Hiciv denilen tarz-ı zemme ait ve müteallik olan şeyler. hicviyyât : (Hicviyye. C.) Edb: Hicivle ilgili manzume ve şiirler. hicviyye : (C.: Hicviyyât) Hiciv tarzında yazılmış manzume. hid' : Koyunlar ürküp dağıldıklarında, onları durdurmak için söylenen bir kelimedir. hida' : Hile. Düzen kurmak. Aldatmak için yapılan oyun. ◊ Hile.hidab : (Hadeb. c.) Kamburluklar, tümsekler, yumruluklar. hidac : Yapılan ibadette kusur, noksan, eksiklik. ◊ Eksik, noksan.hidace : (C.: Hadâic) Devenin sırtına yüklenen yük. hidad : Dul olan bir kadının mâtem tutup süsten vazgeçmesi. hidadet : Demircilik. hidae : (C.: Hıdâ') Dölengeç kuşu. * Sarfetmek, harcamak. hidafe : Etlilik, şişmanlık. hidak : (Hadeka. C.) Göz bebekleri, hadekalar. hidam : (Hizmet. C.) Hizmetler. Vazifeler. * (Hademe. C.) Devenin ayaklarına bağlanan halkalar, kayışlar. Ayak bilezikleri, ayak köstekleri. hidan : Ahmak, salak. hidane : (Bak: Hızane) hidare : Oturma, ikamet. hidas : Nihayet, son, netice, bitim. hidaş : Tırmalama. hidase : Pâk etmek, temizlemek. * Kahramanlık, yiğitlik. * Abdest bozmak. hidat : (Hâdî. C.) Hidayeti ve doğru yolu gösterenler. hidaye : Çaylak kuşu. hidayet : Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak. hidayet-edâ : f. Hidayete sebeb olan. Hidayet verici. hidb : Arkası yumru kimse, kambur. hidbar (hidbîr) : (C.: Hadâbir) Zayıflığından arkasında eti kurumuş deve. hidc : (C.: Ahdac-Huduc) Yük. * Deveye konulan mahfel. hiddet : Öfke. Kızgınlık. Gadab. Dargınlık. Hışım. * Keskinlik. hiddîs : Çok sözlü, çok konuşan. hideb : şişman gövdeli kimse. hidemat : (Hizmet. C.) Hizmetler. Vazifeler. Hizmetliler. ◊ (Bak: Hidemat)hidemm : Bahşişi çok olan kimse. hidfe : İnsan cemaati, insan topluluğu. hidîv : f. Vezir, âsaf. * Kral nâibi. * Osmanlı Padişahı Abdülaziz zamanında (1861 - 1876) Mısır valilerine verilen ünvan. Sultan Abdülaziz, hıdîv ünvanını Büyük Fuad Paşa'nın arzusu üzerine More…hidîvâne : f. Bir vezire veya Mısır hıdîvine yakışır şekil ve surette. hidk : Kesmek. * İhâta etmek, kaplamak, içine almak. hidmel : Eski kaftan, eski elbise. hidmet : (Bak: Hizmet) hidn : Koltuk altından yan başına varana kadar, kucak. * Nahiye. * Canip, taraf. hidr : Mâni, engel. * Perde, hâil. hidrellez : (Hıdırellez) Rumi Nisan ayının 23. gününe verilen addır. Bu tarih 6 Mayıs'a tekabül eder. Doğrusu Hızır ve İlyas'tır. hidroelektrik : Fr. Su gücünü kullanarak elde edilen elektrik. hidrofil : Fr. Suyu kolayca emen madde. hidrojen : Fr. (Bak: Müvellid-ül ma') hidsan : Sonradan olmuş nesne. hifa' : Her şeyin örtüsü ve perdesi. * Kırba örtüsü. hifaf : Tavaf etmek. * Ziynet vermek. * Yan, taraf. ◊ Yeyni, hafif.hifaz : Gayret. * Vefalılık. ◊ Gelin düğünü.hiff : Yağmurunu döküp hafiflemiş bulut. * Biçilmediğinden tanesi dağılmış ekin. * Bir nevi balık. ◊ Hafif, zayıf nesne.hiffe : Yeynilik.Hafiflik, zayıflık. hiffet : Hafiflik. * Mc: Onurlu ve vakarlı olmamak. Temkinsizlik. Akılsızlık. Hoppalık. hifrî : Bir otun adı. hifş : Küçük ev. hify(e) : Yalın ayak yürümek. hifz : Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza. * Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak. hifze : (C.: Hafâyiz) Gadap etmek, hiddetlenmek, kızmak. * Gayret etmek. hifzissihha : (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan More…hîk : Tulum.HİK (Heykal-Heykam) : Devekuşunun erkeği. * İnce uzun. hikab : Arap kadınlarına mahsus bir nevi kumaştır, onu bellerine kuşanıp süslerini ve zinetlerini ona takarlar. hikal : Zayıflık, süstlük. hikayat : Hikâyeler. hikâye : (Hikâyet) Bir hâdiseyi anlatmak. Anlatma. * Olmuş bir hâdise. hikâye-nüvis : f. Hikâye ve roman yazarı. Hikâyeci, romancı. hikâye-perdâz : f. Hikâye anlatan, hikâye ve roman söyleyen. hikb : (C.: Ahkâb) Uzun zaman, dehr. hikbe : (C.: Hıkeb) Yıl, sene. * Seksen yıl. hîkçe : f. Küçük tulum. hikd : Kin, buğz, adâvet. * İntikam almak için fırsat beklemek. hikem : (Hikmet. C.) Hikmetler. hikemî : Hikmet ve düşünceye ait. hikemiyyat : Hikmet ve felsefeye âit söz ve düşünceler. Yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hâdiseler bildiren yazılar, sözler. hikf : Kumun bir yere toplanıp yığılarak tepe gibi olması. hikk(a) : (C.: Hukuk - Hıkâk) Üç yaşını tamamlayıp dördüne girmiş deve. hikka : Dört yaşına basan dişi deve. hikkab : Uzun boylu, büyük karınlı kişi. hikke : (C.: Hikek) Kaşıntı. hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor) * Herkesin More…hikmet-amiz : f. Hikmetli, hikmetle karışık, hikmeti içine alan. hikmet-amuz : f. Hikmetli. * Hikmet öğreten. hikmet-eda : f. Hikmetli. hikmet-feşan : f. Hikmet neşreden, hikmet yayan. hikmet-füruş : f. Hikmet bildiğini iddia eden, hikmet satan. hikmet-i bedayi' : f. Güzel sanat bilgisi. Güzel san'at sevme (estetik). hikmet-i efgan : f. Ağlayıp sızlamanın hikmeti. Feryadın, inleyişin gizli sebebi. hikmet-nüma : f. Hikmet gösteren. hikmet-şinas : f. Hikmet bilen. hikmik etmek : t. Bir işten veyahut bir suale cevap vermekten kaçınmak için esassız bahaneler ileri sürmeye çalışmak. Tereddütlü davranmak. hil'at : Yüksek makamdaki zatların beğendiği kimseye ve takdir edilen zevata giydirdiği kıymetli, süslü elbise. Kaftan. hil'at-duz : f. Kaftan diken, terzi. hila' : (Hil'at. C.) Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen kaftanlar, hil'atlar. ◊ Göze çekilen sürme.hilab : Yırtıcı hayvan veya yırtıcı kuş pençesi. ◊ İçine süt sağılan kab.hilabe : Aldatmak, hud'a. hilace : Hallaçlık. hilaf : (C.: Ahlâf) Söğüt ağacı. * Muhalefet etmek, karşı gelmek. ◊ Ters, karşı, zıd. Karşı koymak. Muhalefet etmek.hilaf-girî : f. Muhalif taraftan olma, karşı tarafı tutma. Hilafgirlik. hilaf-i hakikat : Hakikata muhalif. Gerçeğe ve hakikata zıt. hilafen : Zıd olarak. Hilaf olarak. hilafet : Bir kimseye halef olmak ve onun yerine geçmek. * Din ve dünya işlerinde umumi reislik. hilafetname : Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü More…hilafetpenah : f. Hilafetin dayanak yeri. Halifeliği haiz bulunan, hilafeti koruyan kimse. Halife, padişah. hilafgir : (C: Hilâfgirân) f. Zıt düşüncede olan, karşı fikirde bulunan, aleyhinde olan. hilafî : Hilafa, ihtilafa sebeb olana dair. hilafina : Zıddına, tersine, aksine. hilal : Sâfi ve halis. * Sıdk ile dostluk etmek. * Ara. Aralık. * Zaman ve vakit. * İki şey arasına sokulmuş olan. * Buluttan yağmurun çıktığı yer. * Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri More…hilâl : Yeni ay şekli. Yeni ay. * Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir. * More…hilâl-ebru : f. Kaşı ay gibi olan. Hilâl kaşlı. Yeni ay gibi kaşı olan. hilâle : Ay ağılı, hâle. hilalet : Samimi dostluk. hilalî : Yeni ay şeklinde olan. * Bir yazı stili. hilalî saat : Kalıbı gümüş olmayıp bakır veya tombak olan eski saatlere verilen addır. hilas : Her nesnenin dibine çöken ağırlığı. ◊ Kara ile ak arasında olan çocuk.hilaş : f. Gürültü, kavga, patırtı, şamata. hilasî : (Hilâsiyye) Zenci ile beyaz melezi. hilb : Asma yaprağı. * Ciğer. * Tırnak. * Tarp bitkisi * Zampara genç. ◊ Kalble karın arasında olan perde.hilbace : Ahmak. hilbid : Küçük deve. hilbilab : Sarmaşık. hilbise : Şey. hilbus : Ahmak. hilcab : Büyük çömlek. hile : Sed. Hâil. * Çare. * Maslahat ve hayırlı işlerde tedbirli ve tecrübeli olmak. * Aldatacak tarz ve tedbir. Fend. Mekir. Dabara. * Zeval ve intikal. * Sahtekârlık, yalancılık, düzenbazlık. More…hilebaz : f. Hileci, yalancı, düzenbaz, oyuncu. hilekâr : f. Hileci, hilebâz. hilekârane : f. Hilekârcasına, hile yapanlar gibi. hilekârî : f. Hilekârlık. hileperdaz : f. Hile yapan, hileci. hilesaz : f. Oyuncu, düzenbaz, hileci. hilf : (C.: Ahlâf) Sözleşme, söz verme. * Yardımlaşma, dayanışma. Birlik maksadıyla ittifak. ◊ Birbirine yardım etmek. * Ahdetmek. ◊ Meme başı.hilfe : Muhalefet etmek, karşı gelmek. * Biri gidip diğeri geriye gelmek. * Biçildikten veya yandıktan sonra biten ot. * Sonra biten yemiş. hilhal : (C.: Helâhil) Hallacın bezi iyi dokuması. * Seyrek kalbur. hilîtec : Hindistan eriği. hilk : Hükümdar mührü. * Çok mal. ◊ Boğaz balgamı.hilkam : Arslan, esed. *İri yapılı, cüsseli, şişman. hilkat : Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış. hilkaten : Yaratılıştan. Doğuştan. hilkî : Hilkate âit, yaratılıştan. Yaratılışa dâir. Yaratılışta. * Zâti. ◊ (Bak: Hilkî)hilkid : Kötü ahlâklı ve ağır ruhlu kimse. hilkiyyat : Yaratılışla alâkalı, hilkatte olan evsaf. hilkiyyet : Yaratılışta olma, hilkî olma. hill : Helâl. Yapılması günah olmayan. * Harem-i Kâbe ile mikat arası, hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışında ihrama girilen yerin haricinde bulunan saha. ◊ Helâl. * Kâbe ile mikat More…hille : Mekân ismi. 'Büluğ' mânâsına mastar. ◊ İstasyon, durak. ◊ Kılıç gediği.hillet : (C.: Hillel - Hilâl) Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk. En güzel takdir edici ve samimi arkadaşlık. * Kılınç gediği. * Nakışlı deri. * Ağızda bâki kalan dişler. * Dişler arasında kalan More…hillevf : Kocamış, ihtiyarlamış. * Yalancı, hilekâr. hillîfî : Bir kimseyi yerine bırakmak. hilm : Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak. * Vakar. Sükûn. ◊ Dost.hilman : Çok, kesir. hilmî : Hilm'e ait ve hilm'e bağlı. hilmiyyet : Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk. hils : (C.: Ahlâs) Yünden veya kıldan yapılan ve palas denilen döşek. * Büyük ve kuvvetli olan dişi deve. hilt : Bir şeye karışık, karışmış bulunan. * Eski tıbda: Ahlât-ı erbaa (Kan, salya, safra, dalak) dan birisi. * Soyu, nesebi karışık kimse. hilta : İşret. * Muaşeret. hilv : Boş oluş. Boşluk. (Bak: Hulüv) hilya' : Yırtıcı hayvanların küçüğü. hilye : Güzel sıfatlar, iyi hasletler. * Süs, zinet. * Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) evsafı ve bundan bahseden kitab. ◊ Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz. * More…hilyun : Marçopa denilen ot. him : Deveye ârız olan susuzluk hastalığı. * Kürtçede: Temel, esas. ◊ Huy, mizac, tabiat.him' : Kurt. * Hırsız. hima : Kimsenin giremediği mahfuz otlak. * Sultan için korunup hıfz edilen çayır. himal : Yük getirmek, yük taşımak. himale : (C.: Hamayil). Kılıç kayışı. himam : Ölüm, mevt. himan : Susuz, susamış. himar : (C.: Humr-Humur) Kadınların başlarına sardıkları bez. ◊ (C.: Hamir - Humur) Eşek. ◊ Merkep. Eşek.himare : (C.: Hamâyir) Ayak üstü. * Havuzun etrafına koydukları taş. * Avcıların av vurmak için çevrelerine ev gibi dizdikleri taşlar. himarî : Himarla alâkalı. * Eşek gibi. himas : Karnı aç kimseler. himasa : İnce bellilik. himaye : Koruma. Korunma. Muzır şeylerden muhafaza etme. himaze : Katılık, şiddet. himbil : Budala ve miskin. himdid : Havuz dibinde olan döşeme. hîme : f. Kütük, odun, kereste. himem : (Himmet. C.) Himmetler. himhim : Burundan konuşan. Sesleri burnundan çıkararak konuşan kimse. * Burnundan çıkan ses gibi boğuk. * Arap diyarında biten bir ot. * Çok siyah. himl : Yük. Taşınan ağırlık. himlac : Kuyumcular körüğü. himlak : (C.: Hamâlik) Gözün etrafı. himm : Suyu çok olan kuyu. himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile More…himre : Bir şeyin bozulup şekil değiştirmesi. hims : Üç gün deveyi susuz bırakıp, dördüncü günü su vermek. * Alaca yemeni bez. himtat : Ot arasında olur bir nakışlı böcek. himve : Hastanın yemek yememesi. himyan : Dirhem koydukları kap ve kemer. himyata : (Süryanicedir ve Tevrat'ta geçer.) Resul-ü Ekrem Hz. Muhammed'in (A.S.M.) İbranice bir ismidir. himye : Tıb: Hastanın, hekim tarafından verilen ilaçlarla kanaat edip ve tavsiyelerine uyup o hududun dışına çıkmaması. ◊ Perhiz. Yiyecek ve içecekte sıhhat için gösterilen ihtimam ve More…himyet : Yemek yememek. Perhiz yapmak. himyevî : Perhiz ile alâkalı. hîn : An, zaman, vakit. Sıra. Çağ. * Kıyamet. hîna : f. Şarkı söyleme. hina : Hurma salkımı. * Bir çeşit katran. hina (hinnâ) : Kına. hîna ki : Vakta ki, ne zaman ki. hina' : Hayvanın kösneyip erkek istemesi. hinâ-ger : f. Şarkıcı, şarkı söyleyen. hinaf : Devenin yulardan burnunu çözmesi. * Deve bileğinde olan yumuşaklık. hinaî : Kına satan, kınacı. hinak : (Hanak. C.) Kızmalar, darılmalar, kin tutmalar, haset etmeler. ◊ İdam ederken boyna geçirilen ip.hinas : (Hünsâ. C.) Kendilerinde hem erkeklik, hem de kadınlık alâmetleri bulunan kimseler. ◊ (Hünsâ. C.) Kendisinde hem erkeklik ve hem de dişilik özelliği taşıyanlar.hinat : (Hınta. C.) Buğdaylar. hinata : Buğday satmak. hinaye : Burun ucu. hinber : (C.: Henâbir) Eşek sıpası. hinc : Her nesnenin aslı. * Meyl ettirmek, eğmek, yöneltmek. hincahinç : Ağzına kadar ve tıka basa dolu. Dopdolu. (Bu tabir bir yer veya taşıt için kullanılır.) hincer : (C.: Hanâcir) Hançer. hind : Hindistan'ın kısa adı. * Bir kadın adı. (Asr-ı saadette Hazret-i Hamza'nın ciğerlerini yiyen kadın, Ebu Süfyan'ın karısı.) * Fetva metinlerinde kadını temsil etmek üzere More…hindeb : (Hindebâ-Hindebâe) Hindibâ, gündöndü çiçeği. hindelis : Ağır yürüyüşlü deve. hindî : Hind'e ait. * Hind ahalisinden olan, Hindli. * Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı. * Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan More…hindis : (C.: Hanâdis) Katı karanlık. hindu : f. Satürn (Zühal) gezegeni. * Benek, ben. * Hind'in Brahman ahalisinden olan. * Hindliler gibi pek esmer adam. hindubar : f. Yazı hokkası. hinduvane : f. Kavun, karpuz. hinduvanî : Hindî kılıç. hîne : Bir vakit. hine : Onurlu olma hâli, gururluluk. hîneizin : (Zaman zarfı) o zaman, o sıra. hînen : Zamanca, vakta, vakitçe, zaman olarak. hinezkar : Kısa boylu kişi. hink : Kır at. hinme : Boncuk adı. hinn : Cinden bir tâife. hinna : Kına. Saça, sakala veya kadınların, parmaklarının uçlarına sürdükleri sarımtırak pembe boya ve bunun esası olan toz. hinna' : Kanat. hinnab : Uzun boylu. hinne : Cinnet, cünun, delilik. hinnus : (C.: Hanânis) Hınzır eniği. hinoğlu : Zamanın adamı, açıkgöz, hilekâr kimse. İblis, şeytan, zamane, cin fikirli. hins : Bâtıldan hakka veya haktan bâtıla meyletmek. Yeminini bozmak. Günah. ◊ (C: Ahnâs) Günah. * Yemin. * Ahdi bozmak. * Ağır yük.hinsare : Küçük ve kısa. hinsir : Küçük parmak. Serçe parmak. hinsîr : Alçak, soysuz, âdi. hinta : Buğday. hintar : Çok acıkmak. hinv : Eyer ağacı. * İyeği kemiğinin eğrice ucu. hinye : Yay. hinzab : Kısa boylu. * Yaban havucu. hinzib (hunzeb) : Kokmuş et parçası. Bir lâkap. hinziman : Cemaat, topluluk. * Taife. hinzir : (C.: Hanâzır) Domuz. (Beğenilmeyen birisine hakaret için mecazen söylenir.) * Pis ve katı kalbli kimse. hinzîre : (C.: Hınzırât) Hileci ve fitnekâr kadın. * Dişi domuz. hinziyan : Faydasız ve mânasız sözler konuşan. hinzîz : (C.: Hanâzız) Enenmemiş veya enenmiş erkek davar. hipnotizma : (Bak: İpnotizma) hipodrom : Fr. At yarışlarının yapıldığı alan. hipotez : (Bak: Faraziye) hir : Hırıltı. * Kavga, dövüş. ◊ Bir çeşit çiçek.hira : Mekke-i Mükerreme'nin civarında bulunan ve Hz. Peygamber'e (A.S.M.) ilk vahyin geldiği mağaranın ismidir. Bu mağaranın bulunduğu dağa Hırâ dağı denildiği gibi, Harrâ veya Cebel-i More…hirabe : Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma. ◊ Deve hırsızlığı yapmak.hirafe : Acılık. * Tezlik. hirak : Hareket. hiraka : Su dökmek. hirakl : Bir Rum padişahı. hiram : f. Sallanma, salına salına naz ve edâ ile yürüme. ◊ f. Salınarak eda ve naz ile yürüme. ◊ (Herem. C.) Piramitler, ehramlar.hiraman : f. Salınarak naz ve edâ yaparak yürüyen. hiramis (hirmis) : İnsanın üstüne sıçrayıp hamle eden arslan ve kaplan eniği. hiran : Yavuzluk etmek. * Muti olmamak, itaat etmemek. hiras : f. Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek. hiraş : f. 'Tırmalayan, kazıyan' anlamıyla bileşik sıfatlar yapar. Meselâ: Dil-hıraş : Gönlü tırmalayan, inciten. Samia-hırâş : Kulak tırmalayıcı. hirasan : f. Korkak, ürkek, korkan, çekinen. hirase : f. Bostan korkuluğu. Korkutacak şey. hiraset : Koruma. * Bekleme, bekçilik etme, muhafaza etme. ◊ (Bak: Harâset)hirave : Değnek, asâ. hirba : Bukalemun adı verilen keler cinsi. * Güneşin bulutlara aksetmesinden hasıl olan renkler. ◊ Bukalemun denen bir hayvan. * Mc: Devamlı fikir değiştiren kimse.hirbak : Sahabeden bir kimsenin adı ki, ona 'Zülyedeyn' de derlerdi. * Def'etmek, kovmak. * Yellenmek. hirbaş : Fesâd vermek. * Acı bir ot. hirbiz : (C.: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı. hirbüre : Kavun. hirc : (C.: Ahrâc) Yılan başı dedikleri ufak beyaz boncuk. * Günah. * Göz kamaşmak. hircab : Uzun. * Büyük çömlek. hircas : Gövdeli, iri vücutlu, cesim. hirçin : Pek inatçı, titiz. hirdavat : Ehemmiyetsiz şeyler, öteberi. * Demirden mâmul eski âlet. (Bak: Hurdevat) hirdebe : Korkak, ihtiyar, yaşlı kimse. hîre : (Bak: Hıyre) hired : f. Akıl, fikir, zihin. İnsandaki düşünce ve anlayış kuvvesi. hired-amuz : f. Öğretmen, muallim. hired-âşub : f. Akıl dağıtan. hired-fersa : f. Akıl yorucu. hired-mend : (C.: Hıredmendân) f. Akıllı, anlayışlı. hired-suz : f. Şaşırtıcı, akıl yakıcı. hiref : (Hirfet. C.) Meslekler, san'atlar. hirek : Karaman koyunundan daha küçük yapıda, yassı ve geniş kuyruklu bir koyun cinsi. hirfet : Geçinmeğe medar (sebeb) olan iş, san'at. Devamlı meşgul olunan iş. ◊ (C.: Hiref) Meslek, san'at.hirfu' : Pamuk. hirîd : f. Satın alma. hirîdar : f. Alıcı, müşteri, tâlib. hirîde : f. Satın alınan, satın alınmış. hiristiyanlik : (Bak: İsevî) hirizma : Azgın hayvanların ağzına veya ayının burnuna takılan demir halka. hirk : Törpülemek. * Kızgınlıktan dolayı dişini gıcırdatmak. * Bir şeyi dürtmek. hirk (hirrîk) : Cömert, kerim. hirka : Bez parçası. Bezden mâmul elbise. * Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir. hirkapuş : f. Hırka giyen, derviş. hirkapuşane : f. Fakircesine, dervişçesine. hirkapuşî : f. Fakirlik, dervişlik. hirkat : Hararet, sıcaklık, yanma. hirman : Mahrum olmak, mahrum kalmak. (Aslı, mahrum etmektir) ◊ Mahrumluk, mahrumiyet. * Ümitsizlik, ye's. ◊ Yalan, kizb.hirmas : Arslan, esed. hirmele : Akılsız kadın. hirmen : f. Harman. hirmet : Cima şehveti. hirnik : (C.: Harânik) Tavşan yavrusu. * Bir şâire kadın. hirpadak : Birdenbire, hemencecik. * Uygun bir şekilde, münâsib bir tarzda. Tıpatıp. hirpanî : f. Derbeder, perişan kılıklı, pejmürde. hirr : Kedi. hirran : Boyun eğen, itaat eden, muti. hirre : Dişi kedi. ◊ Susuzluk.hirrîc : Bir kimsenin çıkardığı nesne. hirrîf : Acılığından dili acıtan nesne. hirrik : (C.: Ehrak - Hurrak - Huruk) Cömerd, kerim. Zarif. hirrit : (C.: Harârit) Delil. * Hâzık. * Mâhir, maharetli. hirs : (Hurs) Takdir, kıyas. * Altın veya gümüşten halka. ◊ Saklamak. ◊ Ayı.hırs : Aç gözlülük. Tamahkârlık. * Kızgınlık. * Şiddetli istek, arzu. * Azgınlık. hirsa : Azıcık derisi yarılan baş yarığı. hirşa' : Yılan derisi. * Yumurtanın üst kabuğu. hirsek : f. Ayı yavrusu. hirseme : Ayakkabının başı. hirşemm : Yumuşak taş. hirsiyan : Karın derisinin içi. * Fil derisinin içi. hirsiye : Geceleyin çalınan koyun. hirt : Erkek keklik. * Hastalıktan dolayı, kesilmiş gibi parça parça olan bulaşık süt. hirta : (C.: Hırâ) Zayıf dişi koyun. hirtal : Uzun, tavil. hirtit : Kereviz. hirtopoz : (Argo) Anlayışsız, kaba, ahmak kimse. hirval : (Hervele) Yürümek ile koşmak arasında bir nevi yürüyüştür. hirvanî : Tar: Düz yakalı önü ilikli bir çeşit elbisedir. Şehzade Abdülmecid'in okumağa başlamasından dolayı yapılan törende, yakınlarının bu elbiseyi giymeleri istenmiş ve bu husus, devletin More…hirvat : Hırvatistan halkından veya bu halkın neslinden olan kişi. hirvatî : Tar: Sipahilerin başlarına giydikleri külâh tarzındaki başlık. hirz : Melce'. Sığınılacak yer. * Tılsım. Cenab-ı Hakk'ın muhafaza etmesine dair yazılı duâ. * Fık: Bir malın âdet üzere muhafazasına mahsus yer. * Muhafaza etmek. hirzun : Bir küçük canavar. hîs : Meşelik. * Arslan yatağı. ◊ Ürkmek. * Kaçmak, firar.hîş : (C.: Hişân) f. Akraba. Aynı soydan olan. hiş'a : Doğum anında ölen annenin karnı yarılarak çıkarılan çocuk. hisa : (C.: Ahsâ) Kumlu yerde olan dibi yakın kuyu. ◊ (C.: Ahsâ) Sığır tersi.hisa' : Hayvanın hayalarını çıkarma, eneme, burma. * İnsanı hadım etme. hisab : (C.: Hisâbât) Hesap, aritmetik. hisaba çekmek : Hesap sormak, hesap aramak. hisabî : Hesabını iyi bilen. * Mc: Tamahkâr, cimri, hasis, eli sıkı. hisal : (Haslet. C.) Hasletler, huylar, tabiatlar. Ahlâk. ◊ (Bak: Hısal)hisam : Düşmanlık, çekişmek, kavga, mücâdele. hişam : Kırmak. * Kesmek. hîşan : (Hîş. C.) f. Akrabalar. Aynı sülâleden olanlar. hisan : (Hasna. C.) Güzel kadınlar veya kızlar. ◊ Mümtaz kimseler, seçkin kişiler. ◊ Aygır, damızlık erkek at. ◊ Aygır, at.hisane : Berklik, sağlamlık, sertlik, muhkemlik. hisar : (Hasr. dan) Etrafını alma, kuşatma. * Kale. Etrafı istihkâmlı yer. hisar eri : Kale muhafızı. hisas : Hisseler. Paylar. Nasipler. * Kıssadan alınan dersler. hişaş : Başı küçük adam. * Küçük başlı yılan. * Devenin burnuna geçirdikleri burunduruk. * Kuşlardan, dimağı olmayan. * Çuval. * Cânip, taraf. * Sinir. ◊ İçinde ot olan çuval.hisase (hisse) : Kabahat. * Alçaklık, denâet. hîşavend : f. Akraba, soysop. hîşavendân : (Hîşâvend. C.) f. Akrabalar, soysoplar. hisb : Yay avazı. Ok atma sırasında yaydan çıkan ses. ◊ Ucuzluk, bolluk.hisban : Zan. * İtikat. hisbe : Ecir, sevap. * İslâm hukukunda, devlet muhasebesi. Muhasebe dairesi. * Huk: Hisbe, daha sonraki çağlarda zabıta, çarşı zabıtası, ahlâk zabıtası gibi değişik müesseselerin adı oldu. hişdar : f. Temizlik kurallarına çok sadık olan ve riayet eden adam. hişf : Geyik yavrusu. hisîl : Dağ ağaçlarından bir cins. * Kısa boylu adam. hisim : Soyca ve evlenme neticesinde aralarında bağ bulunanların beheri. Akraba. hişin : Kokmuş tuluk. hişir : Kavun ve karpuzun kabuk kısmı. * Olgunlaşmamış kavun. * Kötü bir tabaklama neticesinde, bazı kısımları sert kalan deri. * Mc: Kaba, görgüsüz ve salak kimse. hiskil : (C.: Hasâkil) Her canavarın yavruları içinde küçük olanı. hisl : (C.: Husul) Yumurtasından yeni çıkmış olan kertenkele yavrusu. hişm : f. Öfke, hiddet, gazap, kızgınlık. hişm-gîn : f. Dargın, öfkeli, kızgın, darılmış, gücenmiş. hişm-nâk : f. Kızgın, öfkeli, hiddetli, hışımlı. hişmet : Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak. * Gadap ve şiddet. Hiddet. hisn : Kale. Hisar. Sığınmağa, korunmağa mahsus sağlam yer. hişne : Kin tutmak. * Çirkin ve pis kokmak. hisrem : Koruk. * Bahil kimse. hisreme : Üst dudağın derisinin sarkık olması. ◊ Üst dudağın ortasında olan daire.hiss : Duymak. Farkına varmak. Duygu. * Bir kimsenin haline acıyıp rikkat ve şefkat eylemek. * Bir şeyi idrak edip şuur hâsıl eylemek. Bedendeki his uzuvlarından birisini müteessir eden bir şeyin More…hissa : (Bak: Hisse) hissan : Mümtaz ve belirli kimseler. Tanınmış iyi kimseler. Ekâbirler. hisse : Pay. Nasip. Kısmete düşen kısım. Vârise intikal eden kısım. hisse senedi : Sermayesi paylara bölünebilen ticaret şirketlerinde, ortalıkdan doğan hakları ve sermaye payını temsil eden değerli evrak. hisseçin : f. Hisse alma, pay alma. hissedar : Hisse sâhibi, hissesi olan. hissemend : f. Hisseli olan. Pay alan, nasipli. * Ders alan. hissen : His itibariyle, duygulanarak, hislenerek. hisset : Cimrilik. Bahillik. Tamahkârlık. * Alçaklık. ◊ (Bak: Hisset)hisseyab : f. Hisselenen. Faydalanan. Hisse alan. hissî : Duyguya ait, hisse müteallik. Ruhen ve kalben anlaşılan. Aklı muhakeme ile olmayıp his ile olan. hissîs : Hâslık. hissîsa : Bir kimseye, bir şeye mahsus olan hâl. hissiyat : Duygular. Hisler. hissiyet : Duygululuk, hissîlik. hişt : Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi. ◊ Küçük mızrak şeklinde, More…hişt-tabe : f. Tuğla ocağı. hişt-zen : f. Kerpiç veya tuğla yapan kimse. hiştek : f. Küçük kerpiç. hîşten : f. Kendi. hîştendar : f. Kendine iyi bakan, sağlığını koruyan. hişv : Geyik buzağısı. hişve : Yaramaz kimse. * Çok rezil kimse. hisve (hisye) : (C.: Haseyât) İki avuç dolusu. * Azeryun otu. hît : Devekuşu sürüsü. hit' : Suç, günah. Günah işlemek. hitab : Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (Bak: Fasl-ı hitab) ◊ Sözü âşikâre ve yüzüne söylemek. * Seninle gayrin arasında olan kelâm.hitabe(t) : Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek. * Man: Makbul ve zannî More…hitaben : Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek. hitabet : Hatiplik etmek. hitabiyyat : Hitabolunarak söylenen sözler. hitabiyye : Rafizî taifesinden bir bölük cemaat. hitafe : Çağırmak. hitam : Son, nihayet. * Bir şeye mühür basmak. Yazının veya istidanın sonunu mühürlemek. ◊ (C.: Hutum) Dizgin, yular.hitampezir : f. Biten, hitâm bulun, sona eren, nihayet eren. hîtan : (Hâit. C.) Duvarlar. Mânialar, hâiller, engeller. * Avlular. hitan : Erkek çocuğun sünnet edilmesi. * Tenasül uzvunun sünnet yeri. hitan(e) : Sünnet etmek. hitanet : Sünnetçilik. hitar : Misli, benzer, denk, eş. * Bir çevreyi ihâta edip çevresini dolaşan nesne. ◊ (Hatar. C.) Tehlikeler, hatalar. ◊ Saçma söz, mânâsız kelâm.hitat : (Hıtta. C.) Ülkeler, memleketler, diyarlar. hitban : Ebucehil karpuzu. hitbe : Huk: Bir kadının nikâhına talib olmaktır. Evlenmeyi taleb eden erkeğe: 'hâtıb', evlenmesi taleb edilen kadına da 'mahtube' denir. hitl (hetl) : Yorgun deve. * Yağmurun aralıksız olarak yağması. * Sürekli olarak gözyaşı akmak. hitr : (C.: Ahtâr) Boya otu. * Çok miktar deve. * Suyu çok olan süt. ◊ Faydasız ve mânâsız söz, boş lâf, yalan. ◊ Az miktar vermek.hitrafî : Demirci. * Kuyumcu. hitre : Azıcık vergi. hitta : Günahlardan istiğfar etmek. * Başkasının üzerinden suçluluğu kaldırmak. * (C.: Hıtat) Diyar, ülke, memleket. hiva' : (C.: Ahviye) Suya yakın toplanmış evler. * Kaplayıp, toplayıcı olan. hivan : (C.: Huvn) Sofra. hivar : Cevap vermek. hivel : Zeval. * Bir yerden başka yere intikal, tahavvül etmek. hivkal : Zayıf olmak, zayıflamak. hiyab : (Hiyâbet) Kabahat, suç, günah. * Kötü bir durumun başlangıcı. * Yokluk. hiyaban : f. Cadde. İki tarafı ağaç dikili yol. Bahçe yolu. İki tarafı ağaçlı muntazam yol. * Ortasından su akan ağaçlık yer. * Tahrân'da büyük bir caddenin adı. hiyabe : Ümitsiz ve mahrum olmak. hiyac : Vuruşma, kıtal. * Müteheyyiç olmak. Muztarib olmak. * Otun kuruması. hiyade : Evmek. * Tevbe etmek. hiyake : Dokumak. hiyaket : Dokumacılık. hiyal : Taraf, yan, cânib. Hizâ. * Bir hayvanın kısır olma hâli. ◊ Hayvanın kısır olması.hiyam : (Himân. C.) Susayanlar, suya ihtiyacı olanlar. ◊ (Hayme. C.) Çadırlar, haymeler. ◊ (Hayme. C.) Çadırlar.hiyan : Zaman, devre. hiyanat : (Hıyanet. C.) Hıyanetler, hâinlikler, kahpelikler. hiyanet : Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek. ◊ (Bak: Hıyânet)hiyaneten : Kötülükte bulunarak, hıyanet ederek. hiyanetkâr : Hıyanet eden. Hâin. hiyar : Hayırlılar. * (C.: Hıyârât) Huk: Bir işi yapıp yapmamada serbestlik. Genel olarak bir anlaşmadan vaz geçme. Hususi bir sözleşmenin fesh veya tasdiki. Muhayyerlik. Kendisinde böyle More…hiyarat : (Hıyâr. C.) İslâm hukukunda alışveriş meselelerine ait muhayyerlik hususları. hiyare : Otsuz, otu olmayan yer. hiyasa : Kulak halkası. * Dar etmek, darlaştırmak. * Dikmek. hiyaset : Dikmek. hiyat : (Hiyâtet) Bir şeyin etrafını çevirme. ◊ (Hâit. C.) Perdeler. Mânialar. ◊ İplik. İbrişim. * İğne. ◊ Çağırmak.hiyata : Hıfzetmek, korumak, muhafaza etmek. ◊ (Hiyatet) Terzilik. Dikiş yapmak.hiyata (hiyatet) : Terzilik, dikiş dikme işi. * Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi. * Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik. More…hiyatet-hane : f. Dikimevi, dikişevi, terzihane. hiyaz : (El-hıyaz) Havuzlar. * Kadınlarda aybaşları, hayız kanları. ◊ (Hayz. C.) Kadınlarda meydana gelen aybaşı halleri.hiyaz(a) : Suya dalmak. hiyazet : Toplama, bir araya getirme. * Bir şeyi kendine mal etme. ◊ İlâve etmek, toplamak.hiyel : (Hile. C.) Aldatmacalar, hileler, sahtekârlıklar. hiyela : Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik. hiyem : (Hayme. C.) Çadırlar. hiyerarşi : Fr. Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. * Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. * Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı More…hiyere : Beğenme, seçme. Benzerlerinden ayırma. * Seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, ayrılmış. ◊ Küfe yakınında bir şehrin adı.hiyeroglif : Fr. Eski Mısırlılar'ın yazısı. hiyfet : Korku. Gizlilik ve havf. hiyman : Susuz. hiyne : Vakar, ciddiyet. hiyre : f. Fersiz ve donuk göz. hiyre-bahş : f. Göz kamaştıran, aklı durduran. hiyre-çeşm : f. Kamaşık ve donuk gözlü. * Cesur, atılgan. * İnatçı, muannid. * Utanmaz, hayâsız, arsız. hiyre-dest : f. Aldığı işi bozar olan (kimse.). Eli sakar kişi. hiyre-gî : f. Kamaşıklık, donukluk (göz hakkında). Şaşkınlık. hiyre-küş : f. Sevilen, mahbub, sevgili. * Haksız yere adam öldüren. hiyre-re'y : f. Reyi zararlı olan, kötü reyli. hiyre-ser : f. Sersem, alık. hiyre-serane : f. Alıkçasına, sersemcesine. hiyre-serî : f. Alıklık, sersemlik. hîz : f. Yükselme. * Hislenerek coşma. * Dalga. ◊ f. Atılan, kalkan, sıçrayan.hiz : Sür'at, çabukluk.* Gayret, şevk. * Fiz: Alınan yolun zamana oranı. hiza : Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra. * Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler. * Nalin. * Taraf. hizab : f. Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga. ◊ Birşeyi boyamak için hazırlanmış terkib. ◊ Boya, levn. * Kına.hizab(î) : Kısa boylu bodur kimse. hîzab-engiz : f. Dalga kaldıran. hizac : Büyük tuluk. hizad : Dikensiz ağaç. hizak : (Hızka. C.) Yığınlar, kalabalıklar. hizam : Kolan ve bağırdak denilen nesne. (Beşikte çocuklara bağlarlar.) hizame : (C.: Hazâyim) Yular burunluğu. hîzan : f. Kalkan, sıçrayan. * Bitlis vilâyetine bağlı bir kaza ismi. hizane : Bir şeyi bir şeye ilâve etmek. * Fık: Hak ve salâhiyeti haiz olan kimsenin belirli müddet zarfında çocuğunu besleyip büyütmek ve terbiye etmek üzere yanında bulundurması. * Bir şeyi kucağına More…hizar : Bahçe çevresine yapılan duvar veya çit. hizaya gelmek : Yola gelmek, düzelmek. hizb : Cemaat. * Takın, kısım, fırka. Parti. * Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar. ◊ (C. Ehzâb) Erkek yılan. * Ok atarken yaydan More…hizba : (C.: Hazâbî) Engebeli arazi, ârızalı toprak. hizber : (Hizebr) (C.: Hezâbir) f. Aslan, gazanfer. * Mc: Cesur, yiğit, kahraman, yürekli adam. hizc : (C.: Ehzâc) Devenin içtiği havuzun dibinde kalan su. * Ateş yakmak. hizebr : (Bak: Hizber) hizebran : (Hizebr. C.) f. Aslanlar. hizecr : (C.: Hazâcir) Karnı büyük kişi. hîzem : f. Yakacak odun. Yakıt olarak kullanılan odun. hîzemkeş : f. Odun yaran veya taşıyan köylü. hîzende : f. Sıçrayıcı, fırlayıcı. hizf : (Bak: Hazf) hizfer (hizfâr) : (C.: Hazâfır) Taraf. Nâhiye. hizip gülü : Tezhib ıstılahlarındandır. Yazma mushaflarda hizblerin başına konulan işaretlere verilen addır. hizir (a.s.) : İkinci tabaka-i hayat mertebesine mazhar olan ve Kur'an-ı Kerim tefsirlerinde ismi zikredilen bir zât-ı kerim. (Bak: Meratib-i hayat) hizk : Kuşun terslemesi. hizk (hizak) : Zeyreklik, akıllılık. * Ustalık, mahâret. hizka : Yığın, kalabalık. hizlan : (Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak. * Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet. ◊ Rezil olma. Rüsvaylık. * Aşağı düşmek. * Muâvenetini, yardımını More…hizmet : Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat. hizmetgüzar : f. Komisyoncu. * Şunun bunun işini görüveren. hizmetkâr : Hizmet yapan kimse. Hizmetçi. hizriyye : (C.: Hızari) Sağlam, sert yer. hizve : Kadının, kocası yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması. ◊ Ganimet malını vermek. * Yan.hizy : Horluk, hakirlik. Züll. Sırrı fâş olmuş, rüsvay olmuş kimse. ◊ Hor ve zelil olmak. * Rüsvay olmak.hizye : Uzun kesilmiş et parçası. hizze : Sürur, sevinç, neşe, neşat. hizzeb : Soylu at. hizzet : Mertebe, menzile, derece. hobi : ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu. hoca : f. Muallim. Efendi. Muteber ve büyük zât. hod : f. Kendi. * Miğfer, baş zırhı. hod-be-hod : f. Kendi başına, kendi kendine. hodara : (Hod-ârâ) f. Kendini süsleyen, kendini medheden, öven. hodbin : f. Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatını tâkib eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli. hodbinî : f. Hodbinlik. Kendi menfaat ve lezzetini düşünmek. hodendiş : (Hod-endiş) f. Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. Başkasının işine yaramayan. hodfuruş : f. Kendini beğendirmeğe çalışan. Övünen. hodgâm : (Hodkâm) f. Kendi keyfini düşünen. Kendini beğenmiş. hodgeşte : f. Kendine dikkat etmeyen. hodküş : f. Kendini öldüren, intihar eden. hodnüma : f. Gösteriş meraklısı. Gösterişe meraklı olan kimse. hodperest : f. Mağrur. Kendini çok beğenen. Kibirli. hodpesend : f. Kendini beğenen. Mağrur. hodrey : f. Kendi bildiğine giden. Kendi rey ve fikriyle iş gören. hodri meydan : Kendine güvenen meydana çıksın!' mânâsında meydan okuma, kafa tutma. hodru : f. Kendiliğinden. hodser : f. Dikbaşlı, âsi, serkeş. * Kendi kendine giden, müstakil. hodserâne : f. Dik başlılıkla, serkeşcesine. Kimseyi dinlemeden. hodsita(y) : f. Kendini öven, medheden. hödük : Kaba, nezaketsiz. Gabi, acemi, vurdumduymaz. hokeç : Burulmuş erkek kuzu. hokka : Cam, seramik veya metalden yapılmış küçük kutu biçimindeki kap. (Bilhassa içine mürekkep konulur.) hokkabaz : Elçabukluğu ile birtakım şaşırtıcı oyunlar göstermeyi kendine meslek edinmiş kişi. * Mc: Başkalarını aldatarak yalan ve hile ile iş çeviren kimse. hol : ing. Sofa. höl : Yaşlık, nem, rutubet. holding : ing. Bir şirketin diğer bir şirkete, onun idaresine hâkim olacak oranda iştirak etmesini ifade eden hukuki alâka. homogen : Fr. Bütün elemanları aynı yapıda veya aynı keyfiyette olan. * Kim: Aynı cinsten olan. Çeşitli elementlerin birleşmesiyle meydana gelmelerine rağmen, bütün kütlelerinde aynı özellikleri More…hona : Erkek geyik. hoppa : Herşeye girişen hafif mizaçlı çocuk tabiatında olan kimse. Yersiz davranışlarda bulunan, dilediğince davranan kişi. Delişmen, şımarık. hor : f. Kıymetsiz, ehemmiyetsiz. Adi. * Güneş, ışık, aydınlık. * Yiyen, yiyici anlamında olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Miras-hor : Miras yiyen. horanta : f. Aynı çatı altında yaşayan kişiler, ev halkı. horasan : f. İran'ın doğusunda bir memleket adı. * Erzurum vilâyetine bağlı bir kasaba adı. * Tuğla tozu ile kireçten yapılan bir nevi sağlam harç ismi. * Kelime mânası: Doğan güneş. horasanî : f. Horasana ait. Horasanlı. * Sarıktan daha büyük görünen hoca kavuğu. horata : (Rumca) Şaka, eğlence, lâtife, mizah. horda : Fr. Göçebe ve ilkel olarak yaşayan, yağmacılık eden insan topluluğu. hörgüç : Devenin sırtındaki tümsek. horluk : Hakaret, zillet. hormon : yun. Salgı bezlerinden çıkıp kana katılan maddelerin genel adı. hornito : İsp. Küçük fırın. * Jeo: Genellikle patlamalar neticesinde meydana gelen, lâv fışkırmalarının volkan selleri yüzeyinde meydana getirdiği kabarcık. horos : Tar: Eskiden İstanbul'da ekmekçi, francalacı ve uncu değirmenlerinde mevcut üst ve alt taşlarının bulunduğu ve etrafından hayvanın döndüğü yere, esnaf arasında verilen addır. horst : Alm. Jeo: Bir çukur veya hendeğin, tersine, faylar arasında yükselmiş kesimi. hortlak : Bazıların hakikatsız ve batıl inanışına göre mezarda dirilip geceleri çıkarak dolaştığı tevehhüm edilen ölü. Cadı, vampir. hoş : f. İyi, güzel. * Tatlı. * Tuhaf, garip. hoş-alef : f. Çok fazla yiyen hayvan. * Mc: Helâl haram demeden her şeyi yiyen kimse. hoşa : f. Ne güzel, ne iyi, ne hoş. hoşab : f. Suyu, havası iyi olan yer. Parlak, berrak. Elmas, inci gibi şeylerin parlaklığı. * Hoşaf. hoşâmed : f. Hoş geldi. hoşâmed gû : f. Hoş geldin, diye söyleyen. hoşâmedî : Hoş geldin demek, hoş geldine gitmek. hoşane : f. Güzel, iyi, lâtif. hoşavaz : f. Sesi güzel olan. Güzel sesli. hoşayende : (C.: Hoşâyendegân) f. Hoşa giden, hoşlanılan, beğenilen. hoşbeş : Selâmsabah, hatır sorma, birbirine rastlayan iki ahbab arasında söylenilen ilk sözler. hoşbu : f. Güzel kokulu, hoş kokan. hoşbude : f. İyi oldu, iyi olurdu. hoşbuyî : f. İyi kokulu olmak, güzel kokmak. hoşdil : f. Memnun, neşeli. Gönlü hoş. hoşeda : f. Hareket ve davranışı hoş ve güzel olan. hoşelhan : f. Güzel ve hoş makale okuyan. hoşendam : f. Boyu bosu güzel ve düzgün olan. hoşgû : f. Hoş konuşan, tatlı dilli. Konuşmaları kırıcı olmayan. hoşgüvar : f. Hazmı kolay, tatlı, hoş, sindirici. hoşgüzeşte : f. Hoş geçmiş tatlı zaman. hoşhal : f. Hali vakti iyi, bahtiyar, mes'ud. hoşhan : f. Okuyuşu güzel hoşhiram : f. Güzel yürüyüşlü, güzel gidişli. hoşkadem : f. Uğurlu ayağı olan, ayağı uğurlu. hoşkalem : f. Kâtip. İyi yazı yazan. * Hilekâr, hileci. hoşkâm : f. Memnun, rahat, arzu ve isteklerine ulaşmış. hoşmanzar : f. Manzarası güzel. Güzel görünen. * Mc: Güzel yüzlü. Siması güzel olan. hoşmeniş : f. Huyu, tabiatı iyi. Güzel huyları olan. hoşmeşreb : f. Sevimli, güzel huylu. hoşneva : f. Sesi güzel olan. Güzel sesli. hoşnigâh : f. Güzel bakışlı. hoşnihad : f. İyi yaradılışlı, güzel huylu. hoşnişin : (C.: Hoş-nişinân) f. Göçebe. * Rahat yerleşmiş. hoşnud : f. Memnun, râzı, gönlü hoş edilmiş. hoşnudluk : Memnuniyet, râzılık. hoşnüma : f. Güzel görünen. hospodar : Osmanlı İmparatorluğunca XV. yy.dan 1866-1881'e kadar Boğdan ve Eflak'ı yönetmekle vazifelendirilen Romen prenslerinin ünvanı. hoşreftar : f. Gidişi, yürüyüşü güzel. Güzel gidişli. hoşru(y) : f. Tatlı yüzlü, sevimli. hoşsohbet : f. Konuşması tatlı, sohbeti güzel. hoşter : f. Daha lâtif, daha hoş. hostes : ing. Umumi taşıtlarda, daha ziyade uçaklarda yolcuları ağırlayan kız veya kadın. hotoz : Eski zamanda kadınların başlarına giydikleri süslü serpuş. * Hayvan, kuş ve tavuk tepesi. * Yapıların ve eşyaların üzerine konulan tepelik. hov : Av kuşuyla yapılan av. * Av kuşunu, yanına celbetmeye mahsus bir kelime-i beynelmileldir. hovarda : Sefih, çapkın. Malını mülkünü zevk u safa yolunda harcayan, sefâhette sarfeden. höyük : Kazıldığında içinden eski eserler çıkan alçakça toprak tepe. hu : O' mânasına zamir olup, Kur'an-ı Kerim'de, bir Allah'tan başka ilâh olmadığını ifade eden ve kelime-i tevhid olan bu lâfzında şeklinde 26 defa zikredilmiştir. Müstakil More…hub : f. Hoş, güzel, iyi. ◊ (Hâbb) Günah.hub-avaz : f. Güzel sesli, sesi güzel olan. huba'sen : (C.: Huba'senât) Yoğun ve katı nesne. hubab : Muhabbet. * Mahbub, sevgili olan. * Su üzerinde olan kabarcık ki, habab-ül mâ' derler. hubahib : Yıldız böceği. * Bahil bir kimsenin adı. hubak : (C.: Hubek) Suya ve kuma rüzgârın etkisiyle yol yol görünen yerler. huban : f. Güzeller, iyiler. hubanname : Edb: Güzel ve yakışıklı gençler hakkında yazılan kitap. (Güzel kadınlar hakkında yazılanlara ise 'zenanname' denilir.) hubar : Taşlı, yumuşak yer. hubara : (C.: Hubârât) Toy kuşu. hubas : Değirmen unluğu. hubase : Selin derede kazıp yıktığı yerler. ◊ Ganimet malı.hübaşe : (C.: Hübâşât) Kesbetmek, kazanmak, çalışmak. hubat : Cinnete benzer bir sefahet. hubb : (Hibâb - Hibb - Mehabbet) Sevgi, muhabbet, bağlılık, dostluk. Bir şeyi birisine sevdirmek. * Hulus, lüzum ve sübut. * Muhafaza ve imsâk. ◊ Hilekâr, dolandırıcı, aldatıcı, More…hubban : Habbeler, tâneler, tohumlar. (Hibeb de aynı meâldedir). hubbazî : Ebegümeci. hubbe : Dostluk. hubeb : (Habbe. C.) Buğday, mısır, arpa gibi ufak ve yuvarlak nebatatın taneleri. hübel : Cahiliyet devrinde Kureyşlilerin en büyük putu. hubesa : (Habis. C.) Habisler, pis şeyler. * Abdestsiz, gusülsüz gezen pis kâfirler. hubeyb : (Hubeybe) (C.: Hubeybât) Küçük tane, ufak tane, tanecik. hubeybat : (Hubeybe. C.) Küçük tanecikler. hubî : f. Güzellik. hubla : Gebe, hâmile. huble : Boyuna takılan süs eşyası. hubne : Koltuk altına koyup getirilen şey. * Kaftan eteği. * Don. hubr : Bilme, ilim. * Sınamak, tecrübe. hubre : Etten ve balıktan aldıkları hisse. hubru(y) : (C.: Hubruyân) Yüzü güzel olan. Güzel yüz. hubs : Kötülük, fenalık, yaramazlık. ◊ Vakfolan nesne.hubş : Sesi güzel olan bir kuş. hubse : Tutuk mânâsına bir isim. hubter : (Hub-terin) f. En güzel, pek güzel. hubu' : Çocuğun ağlamaktan dolayı sesinin kesilmesi. hübu' : (C.: Hebât) Doğum vaktinin sonunda doğmuş deve yavrusu. * Devenin boynunu uzatarak yürümesi. ◊ Uyumak. * Eşek gibi yürümek. * Boynunu uzatmak.hubub : (Hubüb) (Habâb. C.) Su üzerinde kabarcıklar. ◊ Tohumlar, tâneler.hübub : Esme. Üfürme. Rüzgârın hafif hafif esmesi. hububât : Habbeler, tâneli nebatlar, taneler. hubük : (Habîke ve Hibak. C.) Habîkeler ve hibaklar. (Bak: Habîke) hübük : (Habike. C.) Samanyolları. * Çizgiler. hubul : (Habl. C.) Urganlar, ipler, halatlar. ◊ El ve ayak kesmek.hubur : Sevinç, sürur, gönül ferahlığı. Şadüman olmak. * Âlimler. ◊ Haberler. Havadisler.hübur : Çukur. * Büyük tas. hubüs : Necaset, çirkinlik. hubut : Bâtıl olmak. Beyhude, işe yaramaz olmak. ◊ Aşağıya inme, düşme.hübut : Aşağı inme. İnmek. (Suudun zıddı) * Uyuşma, anlaşma. hübüvv : Ateşin sönmesi. hubz : Ekmek. hubze : Ekmek parçası. Bir parça ekmek. * Kül pidesi. huc : f. Horoz ibiği. * Kuş tacı, ibik. * Koç. * Horoz ibiği adlı bir çiçek. hüccab : (Hâcib. C.) Perdeciler. * Kapıcılar. hüccet : Senet. Vesika. Delil. Bir iddiânın doğruluğunu isbat için gösterilen resmi vesika. * Şâhid. hüccet-i katia : f. Kat'i delil. Bir şeyin doğruluğunu şeksiz, şüphesiz isbata vesile olan. hücciyet : İhticaca salih olma. Delil sayılabilme, sağlam delil kabul edilir olma. hücec : (Hüccet. C.) Deliller, senedler, vesikalar. hucee : Çok nikâh ve çok cima eden erkek. * Şişman ve ağır kimse. hücerat : (Hücürat-Hücrât) Hücreler. Hüceyreler. Gözler, odacıklar. huceste : f. Saâdetli, mutlu. Hayırlı, uğurlu, meymenetli. hüceste : f. Uğurlu, mübârek, mes'ud. huceste-hisal : f. Güzel huylu, tabiatı uğurlu. hüceyrat : Hüceyreler. Hücrecikler. Küçük odacıklar. hüceyre : Hücrecik. Canlı varlıkların veya nebâtatın vücudunu teşkil eden küçük küçük odacık halinde ve içi vücuda lüzumlu madde ile dolu hücrecik. En küçük canlı parça. * Küçük delik ve oyuk. hucne : Kuşak. hücnet : Kusur, noksan, ayıp. * Bayağılık, karışıklık, soysuzluk. * Sözdeki ayıp. hücr : (C.: Hevacir) Fuhş, hezeyan, kötü sözler. ◊ Kucak, âğuş.hücrat : (Hücre. C.) Hücreler, gözler, odacıklar. hucre : (Bak: Hücre) hücre : Oda. Odacık. * Hüceyre. En küçük canlı varlık. Canlı varlıkların en küçük yapısı. ◊ (C.: Hucer-Hucerât) Deve ağılı. * Duvar çevrilmiş yer. ◊ Medine-i Münevvere'nin More…hücrevî : Hücre gibi, hücre ile alâkalı, hücreye dâir. hücu : Zemmetmek, çekiştirmek, kötülemek. hücu' : Az uyku. Gece uykusu. hucub : (Hicab. C.) Perdeler, hicablar, hâiller. hücüb : (Hicâb. C.) Perdeler, hicablar. hücud : Uykusuz kalma. Geceleyin az uyuma. hücul : (Hecl. C.) Uçurumlar, çukurlar, derinlikler, yaralar. hücum : Saldırma. Hamle ile ileri atılmak. * Sert sözle birine çatmak, karşı çıkmak. hucurat : (Hücre. C.) Hücreler, odacıklar. hücürat : (Hücre. C.) Hücreler, odacıklar, gözler. hucurat suresi : Kur'an-ı Kerim'de 49. suredir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. hucze : (C.: Hucez) Kuşak yeri. * Ateşli odun parçası. hud : (Hâid. C.) Büyüklük. * Çok hürmet. * Bir Peygamber ismi. Rıfk, sükun ve vakar ile muttasıf olduğu için bu Peygambere Hud ismi verilmiştir. (A.S.) Yahudilere de bu isim söylenilmiştir. Nuh More…hud suresi : Kur'an-ı Kerim'de 11. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. hüd' : Sâkin olmak. hud'a : Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir. * Bir kere aldanmak. * Herkese aldanan. Safdil. hud'akâr : f. Oyuncu, düzenbaz, hilekâr. hud'akârî : f. Düzenbazlık, hilekârlık, oyunculuk. huda : f. Rabb. Sâhib. Cenab-ı Hak. Hâlık. hüda : Doğru yol göstermek. * Doğruluk. Hidâyet. * Kur'ân-ı Kerimin bir ismi. hudabin : Hakkı ve hakikatı gören. Cenâb-ı Hakk'ı tanıyan. hudadad : f. Allah vergisi. Mevhibe-i İlâhî. hüdafet : Semizlik, besililik, etlilik. hudahan : f. Şehâdet parmağı. hüdam : Deniz tutması. hudanegerde : f. Allah göstermesin. hudaperest : Allah'a ibadet eden. Dindar. hudapesend : f. Allah'ın beğeneceği şey. hudara : Karanlık gece. * Siyah bulut. ◊ f. Allah için, Allah aşkına.hudare : Deniz. hudaret : Yeşillik. Sebze. hudarî : Arı kuşu. hudari' : Bahil kimse. hudariyye : Tavşancıl kuşu. * Karanlık gece. hudaşinas : f. Allah'ı tanıyan, Allah'a iman eden. hüdat : (Hâdi. C.) Hidâyet edenler. hudavend : f. Allah, Hâlık, Rabb. * Sâhib, malik, efendi. * Hükümdar, hâkim. hudavendî : f. Hudavendilik, sâhiplik, hükümdarlık. hudavendigâr : f. Hükümdar, âmir, efendi, sahib. * Osmanlı padişahlarından 1. Murad Han Gazi'nin (1362 - 1389) lâkabıdır ve bu sebeple, şehzadeliğinde valilik yaptığı Bursa vilâyetine de Cumhuriyete More…hudaver : Sahip, mâlik. * Bey, hâkim, efendi. huday : f. Allah, Rabb. hudaygân : f. Büyük hükümdar, yüce sultan, ulu pâdişah. hudayî : f. Hudâlık, uluhiyyet. Allah'lık. * Allah'a mensub. hudayinabit : Ekilmeden biten ot veya ağaç. * Hiç bir talim ve terbiye görmemiş adam. hüdb : (C.: Ehdâb) Kirpik. * Mendil. * Testere çevresinde olan saçak. hüdbe : (C.: Hüdeb) Hamle yapmak. hüdbüd : Sütün koyu ve yoğurt olması. hüddab : Ensiz, ince, uzun yaprak. huddam : Hizmette bulunanlar. Hizmetçiler. * Cin taifesinden olan hizmetçi. hudde : Çukur. hudena : (Hadîn. C.) Sâdık dostlar, vefakâr arkadaşlar. huder : Kökü derin olan ot. hüdhüd : Bir kuş ismi. Çavuş Kuşu veya ibibik denilir. hudir : Yumuşak taze ot. hudiy : Dağ eteğinde olan taş. hüdlul : Kurt. (Canavar) hudm : Her nesnenin kökü. hudme : Çabuk kaynayan çömlek. hüdn : Barış, sulh, musalaha. hudr : Sıçramak. Seğirtmek. ◊ Yeşillik.hudra : (Bak: Hadrâ) hudre : Göz kapağının içinde çıkan çıban. hudret : Yeşillik. * Yeşil renklilik. hudrî : Kara eşek. hudu' : Eğilip tevâzu etmek. ◊ Alçaklık etmek.hüdu' : Kamburluk. hüdüb : (C.: Ehdâb) Sarık. * Kirpik, müjgân. * Havlu, el silmeye mahsus pamuklu bez. * Minder kenarında olan püskül. hudud : (Hadd. C.) Yanaklar. * Cemâatler. * Yeri kazmalar. Yeri yarık etmeler. * Çiçek yaprakları. ◊ (Hadd. C.) Sınırlar, hudutlar. * Uçlar. Bucaklar. * Şeriatın cezâ hükümlerinin More…hüdüd : Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak. * Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. (Bak: Tehdid) hududname : f. Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor. * Memleket dahilindeki bir More…hudumme : Kolları kalın olan. * Büyük emir. hudur : Aşağı indirmek. * Bir yeri şişmek. ◊ Hazırlık.hudus : Yeniden meydana gelme. Sonradan peyda olma. Yok iken vücuda gelme. huduş : Kaşımaktan ve tırmalamaktan dolayı olan yara. hufal : Çok. hufale : Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan. * Her kabuklunun arınıp pâk olanı. * Her nesnenin kemi ve yaramazı. * Yağ tortusu. * Şıra sıkıntısı ve kepeği. hufare : Ahd. * Ücret. * Hayâ şiddeti. hufas : Isırdığı yer acımayıp zarar vermeyen yılan. hüfat : Nazar etmek, bakmak. hufdud : Bir kuş ismi. huff : Abdest alınırken üzerine meshedilebilen mest vs. gibi ayakkabı. * Deve tabanı isimli bir nebat. huffaş : Yarasa. Gece kuşu. huffaz : (Hâfız. C.) Hâfızlar. hüffel : Memesi süt ile dolu olan koyun. hufne : (C.: Hufün) Çukur. hufre : Kazılmış çukur. Oyuk. ◊ Ahd, söz.hufreteyn : İki çukur. İki delik. hufte : (C.: Huftegân) Yatmış, uyumuş. hufte-gân : (Hufte. C.) f. Yatmış olanlar, yatıp uyumuş olan kişiler. hufte-gî : f. Yatıp uyuma. hufuf : Maişet şiddeti, geçim zorluğu. * Darlık. hufuk : Dolanmak. hufut : Sâkin olmak. Ateşin sönmesi. * Sesin kesilmesi. hufve : Yalın ayak olmak. hufye : Saklanma, gizlenme. * Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey. huh : (C.: Huvhât) Şeftali. * Duvardaki ışık girecek delik. huk : f. Domuz, hınzır. huk-ban : f. Domuz çobanı. hükâ' : Öksürük. hükake : Kazılan şeyin kazıntısı, talaşı veya yongası. hukb : (C.: Ahkâb) Seksen yıl. hükea : Ahmak kimse. hükemâ : (Hakîm. C.) Âlimler. Çok bilgili kimseler. hukerde : f. Terlemiş. hukeşan : f. Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri More…hukk : (C.: Hukuk-Hıkâk) Hokka. hukka : (C.: Hukuk) Küçük kutu. Hokka. hükkâm : (Hâkim. C.) Hâkimler. hükl : Karınca gibi sesi işitilmeyen hayvan. hükle : Dil tutukluğu, kekemelik. hükm : (Hüküm) Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik. * İrade. Kumanda. Nüfuz. * Kadılık etmek. * Tesir. Cari olmak. * Makam. * Bir dâvanın veya bir meselenin tedkik edilmesinden sonra varılan More…hükmberdar : f. Hükme muti olan, itaat eden, boyun eğen. hükmen : Hüküm yoluyla, hükmünde ve değerinde olarak. hükmî : Hükme dair. Hükme âit ve müteallik. Bir karara dayanan, itibâri olan. hükmî şahis : Şahıs gibi muamele gören cemiyet, şirket gibi birlik teşkil eden müessese. hükmkeş : Emre itaat eden, hükme boyun eğen. hukne : Tıb: Şırınga. * Şırınga edilen ilâç. hükre : Cem'olmak, toplanmak, birikmek. * Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak. * Azlığından bir yerde toplanan su. hüku' : Sâkin olmak. hukuk : '(Hakk. C.) Haklar. * İnsanın cemiyet hayatında riâyet etmesi lâzım gelen kaideler, esaslar, yâni; şer'i ve adli hükümler. Haklıyı haksızdan ayıran kaideler. * Şeriat kitablarında More…hukukçu : Hukuk mütehassısı. Hukuku meslek edinen kimse. Avukat, müdde-i umumi 'savcı' ve hâkim. hukukî : (Hukukiyye) Hukuka ait, hukuk işleriyle alâkalı. hukukiyyat : Hukuk bilgisi. hukukperver : f. Geçmişi unutmayan, haklara hürmetkâr kimse. Vefalı ve sâdık dost. hukukşinas : Hukukçu, hukuk ilmini bilen. * Vefâlı kimse. Sâdık dost. hükûmat : (Hükûmet. C.) Hükûmetler. hükümdar : f. Padişah, hüküm sâhibi. En yüksek reis. İmparator. hükümdaran : (Hükümdâr. C.) Hükümdarlar, Padişahlar. hükümdarane : Hükümdar gibi, hükümdara yakışır bir surette. hükümdarî : f. Hükümdarlık, padişahlık, şahlık. hükûmet : Bir memleketi idare edenler. Vekiller hey'eti. Devlet. hükûmet konaği : Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: 'Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet' tabirleri de kullanılırdı. hükümferma : f. Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden. hükümlü : Bir hüküm ve emri bildiren. * Mahkemece hüküm giymiş kimse. hükümname : f. Bir mahkeme veya hey'etin hüküm ve kararını hâvi vesika. Hükmü ihtiva eden kâğıt. hükümran : Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ. hul : (Hâyil. C.) Bela. Zahmet. * Mukabele etmek, karşılık vermek. hula' : Büyük emir (iş). hulabis : İnce ses. hülâgu : Mi: 1258' de Bağdadı zaptederek halkını kılıçtan geçirmiş, Abbasi Halifesi Musta'sımı ve bütün âile efradını öldürtmüştür. Cengiz Hanın torunu, Tülay Hanın oğludur. Tarihde en çok More…hulak : Boğaz ağrısı. hulalet : Samimi dostluk arkadaşlık. hülam : Sirke ile pişen sığır eti. hulam (hullân) : Kurban olmayan küçük oğlak. hülas : Zayıf davar. hulasa : Bir şeyin, bir bahsin özü. Kısaca esası. hülasa : (Bak: Hulâsa) hulasaten : Kısaca, özet olarak, hülâsa olarak, muhtasaran. hulave : (C.: Halâvi) Kafanın ortası. hulb : Kuyu dibinde olan balçık. * Ağaç dibinden çıkan budağın yaprağı. * Lif. ◊ Domuz kılı. Kalın kıl. Yele kılı. * Kıldan yapılmış kalem, kıl fırça.hülb : Kıl fırça, kıl kalem. * Kalın kıl kuyruk, yele kılı. hulbe : (C.: Huleb) Liften yapılan urgan. ◊ Hububattan olan böy.hülbe : şiddet. hulc : Küçük gemi. huld : Ebedilik. Sonu olmayan. Sonu olmamak. hulde : Köstebek. huldzar : f. Cennet. huleb : 'Bozrak bir ot ki, yer üzerine yayılır, sapı olmaz; yaprağını koparsalar sütü akar ve ekseriyâ geyik yer.' hulefâ : (Halife. C.) Halifeler. (Bak: Halife) hülefâ : (Halife. C.) Halifeler. huleke : Kum içinde olan küçük bir hayvan. hulel : (Hulle. C.) Elbiseler. huleyfe : Medine ehlinin ihramlandığı yer. huleyka' : At burnu. huleyme : (C.: Huleymât) Memecik. * Ciltte, bilhassa dil üzerinde bulunan küçük kabarcıkların beheri. hulf : Ahdinde durmamak. Ahdini bozmak. Sözde durmamak. * Nakz. hulfetmek : Sözünde durmamak.HULİYY : (C.: Huliyyât) Altun, gümüş, elmas, zümrüt, vs. gibi süs eşyası. Mücevher. hülhal : Saf su. hülhül : (C.: Helâhil) Öldürücü zehir. hulk : Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet. * İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller. hülk (hülke) : Yok olmak. Fâsid olmak. * Düşmek. hulkan : Huy ve tabiatça. Ahlâk cihetiyle. hulkî : Huy ile, hulk ile alâkalı ve hulka müteallik. hulkum : İnsan veya hayvan boğazı. Ağızdan mideye giden yol. hull (hill) : Dost. hullan : (Halil. C.) Sâdık dostlar, arkadaşlar. hüllas : İnsana ârız olan gevşeklik. hulle : Ağır, pahalı. * Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise. * Cennet elbisesi. * Fık: Üç defa kocasının boşadığı bir kadının dördüncü defa eski kocasına nikâh More…hulleb : Yağmursuz bulut. hullebaf : f. Terzi. hulledallah : Allah dâim ve bâki etsin. hullet : (C.: Hulel) İçten, samimi sevgi. Dostluk. Muhabbet. Haslet. hulliyyat : (Hulliyy. C.) Pırlanta, altun, gümüş gibi süs eşyaları. hulm : Rüya, hülya. * İhtilâm olmak. Açık saçık rüya. * Akıl. ◊ Geyiğin yataklandığı yer.hulse : Kapmak. * Karışmak. * Fırsat. hulta : Ortaklık, şirket. hulu : Hali olmak. huluc : Ayrılmak. * Çekilmek. * Yavrusu ayrıldığında sütü az olan deve. hulüc : Çok yeyici, fazla yiyen. hulud : Ebedilik. Devam üzere olmak. Bir şey aslî hâleti üzere dâim olmak. huluk : Huy. Tabiat. Ahlâk. huluka : (C.: Ahlâk-Halkân) Eski olmak. hulul : Girme. Dâhil olma. İçine gizlice giriş. * Birinin veya birkaç kimsenin sevgi veya itimadını kazanmak, içlerine onlardan görünüp girmek. * Halletmek. * Vuku' bulmak. Zuhur etmek. * Gelip More…hulule : Dostluk. hulüm : '(C.: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.) * İhtilam olmak. * Akıl.' hulus : Hâlislik. Saflık. * Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak. hulusi : Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan. hulusiyyet : Hâlislik. Samimi dostluk. huluskâr : f. Bir insana karşı samimi muhabbeti olan. * Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren. huluskârâne : f. Samimi muhabbet ve sevgi ile. * İkiyüzlülükle, dalkavuklukla. hulusname : f. Yalnız muhabbet, alâka ve bağlılığı göstermek üzere sunulan mektub. huluvv : Boş olmak, hâlî oluş. Boşluk. Boşta olmak. * Huk: Tarafların anlaşarak evlilik hayatlarına son vermeleri. * Huk: Bir gayr-i menkulün, muayyen bir bedel ile kiralanmış olmasından doğan More…hulv : Tatlı. * Hoş ve güzel. İyi. hulvan : Bir kimsenin hizmeti karşılığında, ücretinin haricinde verilen şey. * Kızın mihrinden, kişinin kendisi için aldığı miktar. * Vermek, bahşetmek. * Bir belde ismi. hulviyyat : Tatlı yemekler. Şekerlemeler. Tatlı şeyler. hulya : f. Kuruntu. Hayal. Vehim. Olmıyan bir şeyi düşünerek yaşamak. Akıldan geçen ve matmah-ı nazar olan husus. hülya : (Bak: Hulya) hum : f. Küp. * Şarap küpü. İçine şarap doldurulan küp. hüm : Onlar. (Bak: Şahıs zamiri) hüma : (İki kişiye işaret olan zamir) O ikisi. ◊ Bir çeşit diken.hümâ : f. Devlet kuşu. * Saadet. Mutluluk. hümâ kuşu : Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.) humahin : Yüzük yapılan bir cins siyah taş. humak : Kabarcık gibi bir şeydir ve insana ârız olur. humaka : Akıl azlığı, ahmaklık. humakî : (Ahmak. C.) Ahmaklar, salaklar. humal : Aksaklık. hümam : Himmetli. Bir işe sıkı sıkıya sarılıp o işi bitiren. Sahi ve civanmerd. * Aslan. * Büyük ve sağlam. humame : Süprüntü. humanizm : (Bak: Hümanizm) hümapaye : f. Çok yüksek dereceli. hümapervaz : f. Hümâ gibi yükseklerde uçan. * Mc: Yüksek himmetli. humar : Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı. * Sersemlik. * Bir şeyin acısı burnundan gelmesi. humar-âlud : f. Süzgün ve baygın göz. * Kendinden geçmiş, şaşkın. humaris : Sağlam, şiddetli, katı. humaşe : Diyeti bilinmeyen cinayet. humasî : Arabçada: Aslî harfleri, yani kök harfleri beş adet olan kelime. * Beşe mensub. * Beşli. humat : (Hâmî. C.) Himaye edenler, koruyanlar. hümat : (Bak: Humat) humayun : (Bak: Hümâyun) hümayun : f. Padişaha ait. * Mübarek. Kutlu. Uğurlu. Âlî. * Kuvvetli. (Bak: Hümâ kuşu) hümayunname : f. Padişah tarafından bir hükümdara gönderilen mektub. humaz : Kırmızı çiçeği olan bir bitki çeşidi. * Kuzu kulağı. humbara : f. Küçük küp. * Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana More…humbaraci : Ask: Yeniçeri teşkilâtı zamanındaki topçu eri. Bu teşkilâtın mensubları havan toplarıyla humbara attıkları için bu adı almışlardı. humbarahane : Humbara yapılan beylik fabrika. * Tar: Humbaracılar kışlası. humçe : f. Küçük küp. humeka : (Hamik. C.) Ahmak, sersem. humeme : (C.: Humem) Kömür. * Kara kül. * Her ateşte yanan nesne. humevî : Tıb : Sıtmaya ait. hümeyra : Pembecik. humeyya : şiddet. hümeze : (Hemz. den) Dürtüştürücü, kırıcı, ısırıcı, sıkıcı. * El ve kaş işâretleri ile ayıplama. * Bir kişinin ardından ayıplarını söyleyen. Gammaz. hümeze suresi : Kur'an-ı Kerim'in 104. suresi olup Mekkîdir. humhane : f. Meyhane. * Şarap küplerinin konulduğu yer. * Tas: Âşığın kalbi. humk : Ahmaklık. Bön olmak. Aklı az olmak. huml : Kaçmak. * Korkmak. hümluc : Demirciler körüğü. humma : Ateşli hastalık. Sıtma. hümma : (C.: Hümmeyât) Hastalıktan dolayı vücudda meydana gelen harâret. * Nöbetli hastalık. * Sıtma. hummali : Ateşli, kızgın. * Çok faaliyetli. Hararetli. hummaz : Kuzu kulağı. humme : Tamam oldu (meâlinde fiil). hümme : Kara. * Diş eti kararmak. hummere : (C.: Hummer) Kaya kuşu denilen başı kızılca serçe gibi bir kuş. hümmeyat : (Hümmâ. C.) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler. * Sıtmalar. * Nöbetli hastalıklar. hummisa : (C.: Hummis) Nohut. hummus : Nohut. humran : (Ahmer. C.) Kırmızılar. humre : (C.: Humur) Küçük seccade. * Namaz kılacak yer. * Küçük hasır parçası. * Güzelleşmek için kadınların yüzlerine sürdükleri şey. humret : Kırmızılık. Kızıllık. Masumane şefkat. hums : Beş bölükten birisi. Beşte bir. humsa : Boş böğürlü ve ince karınlı olmak. humse : Hürmet. humtane : Kadının kaynanası. humud : Düşme. Zayıflama. * Sâkin olmak. Soğumak. Ateş sönmiyerek alevi azalmak. * Bayılmak ve kendini kaybetmek. * Ne helâle, ne de harama iştihası olmamak. hümud : Elbisenin eskimesi. * Ateşin sönmesi. ◊ (Bak: Humud)humul : Bir kimsenin adı sanı batma, ünü ünvanı kaybolma. ◊ Mahfe taşıyan deve. * (Haml. C.) Yükler.hümum : Tasalar, kaygılar, kederler, gamlar, gussalar. hümumet : Pek fazla ihtiyarlık, çok yaşlılık. humuza : Ekşilik. humuzat : Ekşi şeyler. humuzet : Ekşilik. Kekrelik. humuziyet : Ekşilik. Kekrelik. humve : şiddet. * Suret. hun : f. Kan, dem. * Öç, intikam, öldürme. ◊ Hor ve zelil olmak.hun'a : şekk, şüphe, zan. * Töhmet. hun-ab(e) : f. Sulu kan, kanlı su, su ile karışık kan. * Mc: Kanlı gözyaşı. hun-alud(e) : f. Kana bulanmış. hun-aşam : f. Kan içici, kan içen. hunabis(e) : Arslan. * Zâlim ve kötü kimse. hunak : (C.: Havânik) Boğazda olan şiş. hunan : Kuşların boğazında olan bir hastalık. hünane : İç yağı. hunat'e : Kalın, yassı nesne. hunayis : Çirkin. hünba' : Ağır ve çirkin kadın. hunbaha : f. Kan bahası, diyet. hunbar : f. Kan yağdıran, kan yağdırıcı. hünbül : Kısa boylu. Kürk. hunçegân : f. Kendisinden kan akan. huncur : (C.: Hanâcir) Sütlü deve. ◊ Boğazın başı.hundure : Göz bebeği. hunefa : (Hanîf. C.) Allahın birliğine inananlar. (Bak: Hanîf.) hunefşan : f. Kan saçan, kan serpen. hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. hünermend : f. Hüner sahibi, hünerli, marifetli. hünermendî : f. Hünerlilik, mârifetlilik. hünerpişe : f. Mahâretli, mârifetli, hünerli. hünerver : f. Çok ustalıklı. Becerikli. Usta. Mahâret sahibi. hünerverân : (Hünerver. C.) Mârifetli, hünerli kimseler. hüneyhe : Saat. * Kıyâmet. huneyn : Mekke-i Mükerremeye üç mil mesafede ve Mekke ile Taif arasında bir vâdinin adı. hunfeşan : f. Kan saçan, kan serpen. hunhah : f. İntikam alıcı, öç alıcı, kan isteyen. hunhar : f. Kan içici. Zâlim. Kan akıtan. Öldüren, öldürücü. hunharane : f. Kan içercesine. Çok zâlimce. Öldürerek. huni : 'yun. Dar ağızlı kaplara sıvı dökmeye yarayan; ve yukarı kısmı genişçe, aşağı kısmı dar olan âlet.' hunî : f. Kanlı, kan dökmeye meyilli. hunîn : f. Kana bulanmış, kanlı. hunkâr : f. (Bak: Hünkâr) hünkâr : f. Hükümdar. Padişah. Sultan. hünkâr mahfili : Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin More…hunke : Tecrübe etmek, denemek, sınamak. hunnak : Tıb: Boğaz hastalıkları. hunne : Sözü burun içinden söylemek. hunpaş : f. Kan döken, kan saçan. hunrîz : f. Kan dökücü, kan döken, kan akıtan. hunsa : Hem erkek, hem de dişi olan. * Erkeklik ve dişilik alâmetlerini birlikte taşıyan bitki. hünsa : Erkek veya kadın olduğu belirsiz olan. * Aynı çiçekte dişi veya erkeklik uzvunun bulunması. hünsaiyyet : Aynı kimsede ve aynı zamanda hem erkeklik hem dişilik. huntuf : Sakalını yolan. hunu' : Horluk, zelillik, alçaklık. hünu' : Sindirip hazmetmek. hünud : Hindliler. hunük : f. Ne güzel! Ne hoş! Ne mutlu! hunus : Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek. * Örtülü olmak. * Tehir etmek, sonraya bırakmak. hunut : Mumyalama. * Bir ölünün uzun zaman çürüyüp kokmaması için kullanılan eczalar. hunuz : Kokup fenâ olmak. hunyâ : f. Şarkı söyleme. hunyâger : f. Şarkı söyleyen, şarkıcı. hunzub : Şişman gövdeli, boş konuşan kadın. hunzüb : (C.: Hanâzıb) Erkek çekirge. hunzüba' : Kuru. * Yellengen böceği. hunzul : Uzun boynuz. * Uzun zeker. hunzuvane : Kin tutmak. * Büyüklenmek, kibirlenmek. hur : '(Ahver. C.) Ahu gözlüler. Gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah; beyaz kısmı pek beyaz olan kızlar. * Cennet kızları, huriler.' ◊ f. Güneş. * Yiyecek şey. ◊ f. More…hur' : (C.: Hurü') Kuş tersi, necis. hür' : Fâsid kelâm, çirkin söz. hura' : Devenin delirmesi. hurac : Tıb: Bedenin çeşitli yerlerinde çıkan çıbanlar. hurace : Çıban. * İrinlenme. hurafat : (Hurafe. C.) Aslı esası olmayan, bâtıl rivayetler. Bâtıl inanışlar. Hurafeler. hurafe : Uydurma, bâtıl inanış. Masal. Efsane. Yalan hikâye. hurafe-varî : f. Hurafeye benzer. Hurafe gibi uydurulmuş. hurak(a) : Kav dedikleri nesne. * Tuzluk. huran : (Hur. C.) f. İri gözlü. * Cennet kızları. hürar : Devede olan bir zahmet. huraşe : Ufak parça, küçük şey. hurbe : (C.: Hureb) Kalça kemiğinin deliği. * Her yuvarlak delik. hurc : Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. ◊ Uzun dişi deve.hurcül : Uzun. hurd : f. Küçük. Ufak. İnce. * Kırık. * Ehemmiyetsiz, önemsiz. ◊ (Hurdenî) f. Yiyecek, azık.hurd u hâb : Yiyecek ve uyku. hurd ü mürd : f. Parça parça. Ufak tefek kimse. hurda : (Bak: Hurde) hurde : f. Bir şeyin küçüğü, ufağı. * Ufak şey, ufak parça. Ufak ve kırıntıdan ibaret olan. * Pek ince ve küçük. ◊ f. Yenilmiş.hurde tezyinat : Tezhibde küçük süsleme motiflerine verilen genel isim. hurde-hâş : f. Param parça, kırık dökük. hurdebîn : (Hurde-bîn) Mikroskop. Çok küçük, ufak şeyleri, mikropları gösteren âlet. hurdedan : f. Nükteleri ve incelikleri anlayan, bilen. hurdedanî : f. Nükte ve inceliği anlıyan, dikkatli kimse. hurdefuruş : f. Ufak tefek şeyler satan kimse. hurdegir : f. Sözün içinde tenkid edilecek noksan arayan. hurdengâh : f. Yemek odası. hurdenî : f. Yiyecek şey. hurdeşinas : f. Dikkatli. İncelikleri ve nükteleri anlayan. hurdevat : f. Kırık dökük, eski püskü şeyler, öteberi. Hırdavat. hurdsal : f. Genç. Yaşı küçük. hürer : (Hirre. C.) Dişi kediler. hüreyre : Kedi yavrusu. hurf : Üzerlik tohumu. hurfe : Bir yere toplanmış yemiş. * Baklet-ül hamkâ otu. ◊ Mahrumiyet, mahrumluk. Bedbaht oluş.huri : (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemeyecek derecede güzel olan Cennet kızları. hüri' : Bit. huriye : Huri gibi. hurk : Akılsız, bilmezlik. * Dehşet, şiddet. hurka : Yanmak. * Hararet. * Yanık çıban. hurkat : Yangın. Yanma. Yanıklık. * Bir nevi çıban. ◊ Cehalet, câhillik, akılsızlık, bilmezlik.hurkuf : Zayıf davar. hurkus : Pire gibi bir böcek (Az olarak kanatlanır uçar). hurlika : f. Çok güzel, huri yüzlü. hurma : f. Bir sıcak iklim meyvesi. * Hurma şeklinde yapılan hamur tatlısı. hürman : Akıl. hurmat : (Huremât - Hurumât) Haramlar. Dinin, yapılmasını menettiği şeyler. İşlenmesi günah olan işler. hurmet : (Bak: Hürmet) hürmet : Riâyet. İhtiram. * Haysiyet. Şeref. * Haram olma. Haramlık. * Irz, nâmus gibi başkasına helâl olmayan husus. hürmeten : 'Hürmet olsun diye; hürmet, saygı ve ikram maksadıyla.' hürmetkâr : f. Hürmet eden, saygılı. hürmüz : (Hürmüzd) Eski İran takviminde, güneş yılının ilk günü. * Zerdüştlerin bâtıl bir inanışları olan hayır tanrısı. * Jüpiter (Müşteri) yıldızı. hürnu' : Küçük canavar. hurnub : Keçiboynuzu dedikleri yemiş. hurpeyker : f. Huri yüzlü. hürr : Kimsenin baskısı, zorlaması olmadan meşru' dairede istediği gibi yaşayabilen. * Esir veya köle olmayan. Serbest. ◊ Arslan.hurras : (Hâris. C.) Muhafızlar, bekçiler, nöbetçiler. hurre : (C.: Harâyir) İyi. * Câriye olmayan kadın. hürre : Esir veya câriye olmayan hür kadın. hurrem : f. Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü. hurremgâh : f. Kalbi ferahlandıran yer. hurremî : f. Mesruriyet, sevinç, sürurlu ve sevinçli olma. hürriyet : Serbestlik, hür oluş. * Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' More…hurs (hirs) : (C.: Hursân) Altından ve gümüşten olan halka. * Kulağa taktıkları küçük halka. hurs(a) : Hurma budağı. * Şey. hurs(e) : Çocuk doğuşunda yapılan yemek. hursend : f. Kısmetine râzı olan, kanaatkâr, tokgözlü. hursendane : f. Kanaatkârâne, tokgözlülükle. hursendî : f. Tokgözlülük, kanaat edicilik. Göz tokluğu. hursî : Ev eşyası. * Her nesnenin fenâsı. hurşîd : f. Güneş. Afitab. Hur. Mihr. şems. hursîs : Metâ, mal. Kumaş. hurşun : (C.: Harâşın) Ufacık bıtırak. (Davarların tüyüne yapışır.) hurt : (C.: Hurut-Ahrât) Balta. İğne deliği, balta deliği, kulak deliği. hurtum : (C.: Harâtim) Burun. * şarap. huru' : Tanelerinden hintyağı çıkartılan ağaç. * Sütleğen otu. * Yumuşak ot. hurub : (Harb. C.) Harpler, savaşlar, muharebeler. ◊ Keçiboynuzu adı verilen yemiş.huruc : Çıkma. Dışarı çıkma, çıkış. * Ayaklanma, isyan etmek. huruc alessultan : Meşru hükümete karşı kıyam ve isyan etme. huruf : (Harf. C.) Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler. (Bak: Harf) hurufat : (Harf. C.) Harfler. Matbaada kullanılan dökme harfler. hurufiye : Fazlullah-ı Hurufi adında birinin kurduğu bâtıl bir meslektir. Harflerden kendilerince manalar çıkarıp, dine aykırı iddiaları olan bir dalâlet fırkasıdır. hurum : İhram. hurur : Düşmek, sukut. hurus : f. Horoz. huruş : f. Coşma. Gürültü. şamata. Telâş. huruşan : f. Çağlıyarak, coşarak, * Coşan, çağlayan. hury : Değirmen deliği. hurz : Oranlamak, yâni tahminle bir şeyin miktarını söylemek. hurze : (C.: Hurez) Dikiş. hus : Dikmek. * Darlık vermek. * İki şeyi bir araya getirmek. ◊ Bir kavim üzerine nâzil olan umur.huş : f. Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. * Ruh, can. * Ölüm, * Zehir. ◊ Vahşi hayvanlar.huş'a : Alçak küçük tepe. husa : (Husye. C.) Erkeklik bezleri, hayalar. ◊ Hurma yaprağı.hüşad : Suyu emmeyen sert arâzi. husaf : Hasad, hasad mevsimi. * Ekin biçme. husafe : Düşmanlık, adavet. Gizli kin, hased. husake : Düşmanlık, adavet. Hased, gizli kin. husale : Harman yerinde arta kalan tane. ◊ Kırıntı, ufalanmış şey.husam : Keskin kılıç. huşam : Kalın burunlu. * Uzun dağ burnu. hüsam : Keskin kılıç. husame : Keskinlik. hüsameddin : Dinin keskin kılıcı. huşar : Avaz, ses. husare : Arpa, buğday ve pirinç gibi hububâtın kabuğundan düşen parçalar. * Her kabuklu nesnenin, kabuğundan ayrılıp temizlenmesi. * Şirâ sıkıntısı. * Her nesnenin fenâsı. huşare : Bir yere giderken bırakılan faydasız şeyler. * Her şeyin kötüsü. husas : Sür'atle gitmek, seğirtmek, koşmak. husban : Hesab. * Azab. * Sıkıntı. * Şer. * Koltuk yastığı. hüsban : Azap. * Yıldırım. * Çekirge. * Saymak. hüsbane : Küçük ok. * Küçük yastık. huşdar : f. Akıllı, uslu. hüşdar : (Bak: Huşdar) huşe : f. Salkım. * Başak, sümbül. huşe çîn : f. Başak toplayan. Salkım toplayan. huşef : Yeşil sinek. husema' : (Hasım. C.) Muhalifler, karşı taraflar, hasımlar. * Adüvler, düşmanlar. huşenk : f. İdrak, akıl, iz'an. hüseyin : Küçük güzel. * Hazret-i Ali Radıyallahü Anhu'nun oğlu, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sevgili torunudur. hüseyn : (Bak: Hüseyin) husf : Her bir şeyin içi. hushus : Mübâlağa ile kandırmak. huşk : f. Kuru, yâbis. * Kaba, soğuk. huşk u ter : Kuru ve yaş. huşkar : İri öğütülmüş un. O undan olan ekmek. huşkcan : f. Kalın kafalı, câhil kimse. huşkî : f. Kuruluk, yubuset. huşkleb : f. Dudağı kurumuş, susamış. huşkmağz : f. Boşkafalı, câhil. huşksal : f. Kuraklık ve kıtlık yılı. huşkser : f. Ahmak, salak. huslet : Kıldan bükülmüş nesne. husm : (C.: Ahsam) Çuval ve heybe bucağı. huşmend : (C: Huşmendân) f. Akıllı, aklı başında. huşmendân : (Huş-mend. C.) Aklı başında olanlar, akıl sâhipleri. huşmendâne : f. Akıllıca, aklı başında olarak. husn : Perhizkârlık, iffet. hüsn : (Hüsün) Güzellik. İyilik. Eksiksizlik. Cemal ile kemal. hüsn ü aşk : Güzellik ve muhabbet: * şeyh Galib'in manzum hikâyesi. hüsn ü kubh : Güzellik ve çirkinlik. hüsn-aver : f. Güzelliği çoğaltan. Güzellik veren. hüsna : (Ahsen'in müennesidir) İyi zan. En güzel. Amel-i sâlih. Pek güzel. * Cennet. * İyi amel ve haslet. Cenab-ı Hakk'ı görmek ve Ona iman ve ubudiyetle şereflenmek. * Düşman üzerine More…huşne : Haşinlik. hüsnî : Güzelliğe dâir. Güzelliğe âit ve müteallik. hüsniyyat : Güzel olan hususlar. husr : Zarar. * Ele avuca girmemek. * Dalâlete gitmek. * Noksan. * Sapıtmak. ◊ Tıb: Peklik, kabızlık, inkıbaz. * İdrar tutulması.hüsr : Ziyan, kayıp, zarar. husran : Mahrumiyet. Kayıp. Çok büyük ziyan. hüsran : Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem. Mahrumiyet acısı. * Zarar, ziyan, kayıp. husrev : f. Hükümdar, şah. hüsrev : (Bak: Husrev) huşrüba : f. Akıl kapan, aklı baştan alan. huşrübude : f. Aklı kapılmış, aklı başından gitmiş. huss : Za'feran. * Hurma yaprağı. * Eğrelti otu. ◊ Karışmadık, sâfi olan. * Ayrı bir kavim. ◊ (C.: Husas) Kamıştan yapılmış ev.huşş : '(C.: Huşuş) Hâcet mevzii; helâ, tuvâlet. * Necâset mahreci.' huşşa' : (Haşi') Huşu içinde olanlar. Gözleri korku ve saygı ile düşkün bir hâlde olanlar. ◊ Kulak ardındaki yumruca kemik.hussad : Hased edenler. Kıskananlar. huşşaf : Yarasa kuşu. husser : Cübbesi ve zırhı olmayanlar. Çıplak kimseler. huşu' : Alçak gönüllülük. Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile karışık sevgiden gelen edebli bir hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda duyulan alçak gönüllülük. Sükun ve tezellül. husuf : Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi. * Bir şeyin nuru ve ışığı gitmesi. huşuf : (C.: Huşef) Seri, eli çabuk, hızlı. * Geceleyin yola giden deve. husul : Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek. husul-yâfte : f. Husule gelmiş, meydana çıkmış, hâsıl olmuş. husum : (Hasim. C.) Uğursuzluk. * İdman. Birbiri ardınca devam üzere olmak. * Bir şeyi kökünden kesip dağlayanlar. * Fırtına. ◊ (Hasım. C.) Hasımlar, düşmanlar.husumet : Düşmanlık. Hasımlık. Kincilik. Zıddiyet. Çekişmek. Dâvacı olmak. husun : (Hısn. C.) Kaleler. Korunacak sağlam yerler. huşunet : Kabalık, sertlik, inatçılık. husur : Yorulmak. * İncinmek. husure : Yoğunluk, kalınlık. Sütün yoğurt olması. husus : İş. Mevzu. Yol. Usul. Keyfiyet. Madde. Şey. Bir şeyin sairlerinden ayrıldığını ve temyizini bildiren cihet ve keyfiyet. hususa : Ayrıca, hususen, başkaca. hususat : (Husus. C.) Hususlar, bakımlar, işler. Tarzlar, şekiller. Mes'eleler. Maddeler. hususen : Bilhassa. Ayrıca. Başkaca. Buna mahsus olarak. hususî : Bir şeye aid olan. Herkese âid olmayan. hususiyat : Hususi olan şeyler. Hususiyyetler. hususiyet : Ahbaplık, tanışıklık, yakınlık. * Hususilik. husve : Kap içinde bir içim su. ◊ Topraklı yer. ◊ Haya, husye.huşyar : (Bak: Hüşyar) hüşyar : Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu. hüşyarane : f. Akıllıcasına. hüşyarî : f. Hüşyarlık, akıllılık. husye : Erkeklik bezi. Haya. Erkeğin yumurtalığı. husyetan : f. Hayalar, çift haya. Erkeklik bezlerinin her ikisi. hut : Balık. Büyük balık. * Şubat ayı içinde güneşin girdiği ve semanın cenub yarısındaki burcun ismi. hutab : (Hutbe. C.) Hutbeler.HUTAE : (C.: Hatâit) Kısa boylu kimse. hutaf : (C.: Hatâtif) Demir çengel. * Makaranın iki tarafında olan eğri demir. hütaf : Çağırma, seslenme. hutâm : Kuru cisim kırıntısı. * Yumurta kabuğu. * Çerçöp. hutame : Cehennemin beşinci tabakası. İnatçı münkirlerin yeri olup, Gayya Kuyusunun bulunduğu kısım. ◊ Sofrada kalan yemek artığı.hütame : Kesinti, kırpıntı. Parça. hutat : Dökülmüş ve saçılmış olan şey. hutbe : İlâhi emir ve nehiyleri cemaate beyan ve ihtar etmek. hutbehan : f. Hutbe okuyan, hatib. hutebâ : Hutbe okuyanlar. Hatibler. hutebâ-i umumî : f. Herkese hitâbeden, umuma ders verenler. hütke : Perde yırtılıp rezil olmak. hutm : Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler. hütr : Ahmaklık, hamâkat, budalalık. hutre : Bina için verilen yemek. * Tatmak. hutruş : Kısa. hutt : Emir. * Kıssa. hutta : Darp, vurmak. * Zor iş. * Başın önünde olan saç örgüsü. ◊ Haslet, huy.huttaf : (C.: Hatâtîf) Kırlangıç kuşu. hüttak : (Hâtik. C.) Bozanlar. * Yırtanlar. hutu' : Gitmek. hütu' : Boyun uzatmak. * Çok nazar etmek, çok bakmak. hutub : Zorluk, güçlük. * (Hatb. C.) İşler, maslahatlar. Mes'eleler. ◊ Erkek çekirge.hutuf : (Hatf. C.) Ölümler, vefatlar. hütul : Sürekli yağmur yağma. hutun : (Hutunet) Evlenme, tezevvüc, teehhül. * Damatlık, damat olma. hütun : Sürekli yağmur yağma. hutur : Akla gelmek. Hatırlamak. hutur etmek : Hatıra gelmek. hutut : (Hatt. C.) Yazılar. Çizgiler * Yollar. hutuvat : (Hutvât-Hutevat) (Hutve. C.) Adımlar. İzler. Yollar. Eserler. * Şeytanın aldatmaları. hutve : Adım atıldığı zaman iki ayak arasındaki mesafe. * İz. (Bak: Hatve) huule : Dayılık. hüv' : Kusmak. huva : Tembel olmak. huvaka : Süprüntü. hüval : Kundura kalıbının yukarı kısmını genişletmek için kullanılan takoz. hüvam : Hayranlık hâli. huvar : (C.: Ahvire-Hırân-Hurân) Anasından ayrılmayan deve yavrusu. (Anasından ayrılsa 'fasil' derler.) ◊ Bağırış, çığlık, sayha, avaz.huvase : (C.: Huvâsât) Karışık cemaat. hüve : Arabçada: O (mânasına işâret zamiri) hüve ahsen : O daha güzeldir, en güzeldir. hüve hakk(un) : O da haktır. O da bir haktır. (Bak: Ehakk) hüve hasen(ün) : O bir güzeldir, hasendir. hüve hüvesine : (Türkçe bir tabirdir) Noktası noktasına, hiç değişiklik yapmadan, aynen. huvela' : Çocuk anasından doğduğunda beraber çıkan ince nâzik deri. (Onda yeşil ve kızıl hatlar olur.) hüveyda : f. Aşikâr. Zâhir. Belli. Apaçık. huveyn : Hayvancık. Çok küçük canlı. hüveyna : Kolaylık, sühulet. huveynat : Çok küçük hayvancıklar. Mikroplar. huveysal : (C.: Huveysalat) Tıb: Ciltte peyda olan bir takım kabarcık. huveyza : İshal, iç sürgünü. hüvf : Soğuk rüzgâr. hüviyyet : Asıl. Mâhiyyet. Birisinin kimliği, kim olduğu, kökü, esası ve ne olduğu. * Cenab-ı Hakkın varlık sıfatı. * Hamiyyet ve istikametten, ulüvv-ü cenâbdan ibâret olan sıfât-ı hamide. huvta : Arpa, buğday gibi hububat için yapılan avlu veya anbar. huvvan : (Hâin. C.) Hıyanet edenler, hâinler. huvvara : Ağartılmış yemek. huvve : Karalık. Siyahlık. hüvve : (C.: Hevvât) Derinliği genişliğinden çok olan çukur yer. huy : f. Mizac, tabiat, ahlâk, âdet. * Ter. ◊ Boş ve hâli olmak.hüyam : Azgınlık. huyela' : Kibir, ucub. huygerde : f. Terlemiş. * Adet edinmiş, huy hâline getirmiş, alışmış. hüyu' : Korkaklık. huyul : (Hayl. C.) Atlı alaylar. * Atlar. * Kötülerin meydana getirdiği kalabalık. huyut : (Hayt. C.) İpler. İplikler. Lifler. Teller. hüyyam : (Hâim. C.) Sevgiden dolayı şaşırmış olanlar. huz : Tuz ağacı dedikleri nesnedir ve denize yakın yerlerde posası denize düşüp rüzgârla dalga döve döve kehribar olur. ◊ Al. (Ahz: Almak mastarından) Al emri.huz' : Alçaklık yapmak. huza'bîl : (C.: Huz'a) Batıl şeyler. Halkı güldürecek boş şeyler, nesneler. huzafe : Sahtiyan kırpıntısı. * Bez kırpıntıları. huzahiz : Suyu ve ağacı çok olan yer. * Şişman kimse. hüzahiz : Bağırgan deve. * Keskin kılıç. * Çok su. * Fitne. huzaka : Kıymetsiz ve rağbetsiz olan şey. huzakiyy : Lisanı fasih, konuşması açık olan kimse. * Eşek sıpası. hüzal : Zayıflık, bitkinlik. huzale : Saman ufağı. huzamî : Lavanta çiçeği. huzane : Kendileri sebebinden gam ve tasa çekilen çoluk çocuk. huze : Miğfer. huzem : (Huzme. C.) Demetler, desteler, huzmeler. huzene : Kulak. hüzhüz : Hafif ve zarif kimse. hüzî : Kedi yavrusu. hüzlul : (C.: Hezâlil) Küçük dağ veya tepe. * Hafif adam. huzme : Demet. Deste. Bir kucak şey. * Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua. hüzn : (Hüzün) Gamlı olmak. Keder Sıkıntı. hüzn-alud : f. Kederli. Hüzünlü. Gamlı. hüzn-amiz : f. Gam, keder ve hüzünle karışık. hüzn-aver : f. Keder veren. Gam veren. Hüzün verici. hüzn-efza : f. Keder ve hüzün arttıran. hüzn-engiz : f. Hüzün veren. Keder verici. huzne : (C.: Huzen) Sağlam ve sert olan. huzre : Arka zahmeti. huzret : Yeşillik. Ter ü tazelik. huzruf : (C.: Hazârif) Fırıldak. * Değirmen çarkının birisi. * Pervâne. huzu' : Mahviyet ve tevazu hali, alçak gönüllü olmak. Allah'ın azametini, celal ve cemalini, büyüklüğünü tahattur ve tefekkürden hâsıl olan, insandaki huzur ve huşu' hâli. huzub(e) : Semiz olmak, besili olmak. huzuk : Adımları birbirine yakın olan kısa boylu kimse. huzuka : Ekşilik. hüzul : Arıklık, bitkinlik, zayıflık. huzunet : (C.: Huzen) Sağlamlık. Kabalık, sertlik. huzur : Hazır olmak. Mevcud bulunmak. * Hürmet edilmesi lâzım gelen kimsenin yanında olmak. * İbadet neticesi hâsıl olan rahatlık, gönül ferahlığı. huzur ü hab : Rahat ve uyku. huzur ü sükun : Rahatlık ve eminlik. huzur-aver : f. Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren. hüzüv : Maskaralık. huzuz : (Hazz. C.) Memnuniyetler. Hazlar. Zevkler. Hoşlanmalar. ◊ (C.: Hızzân) Erkek tavşan. ◊ Acı bir devânın adı.huzuzât : (Huzuz. C.) İnsanın hoşuna giden şeyler. huzva : Bir yere toplanıp tepe gibi olan kum yığını. huzvane : Büyüklenmek, kibirlenmek. huzve : Parça. huzya : Ganimet malından vermek. huzye : (C.: Huzâyât) Küçük ok. huzzâk : (Hâzık. C.) İşinin ehli olanlar, ustalar, mütehassıslar. Hazâkatli kimseler. hüzzam : Müzikte bir makam ismidir. huzzân : (Hâzin. C.) Hazine muhafızları, hazinedarlar. huzzâr : (Hâzır. C.) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar. hüzzet : Boyun. hüzzü' (hüzâe) : Maskaralığa almak.