A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
gabane : Kişinin fikir ve tedbirinin zayıf ve eksik olması. gabari : Fr. Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü. gabavet : Ahmaklık, anlayışsızlık, bönlük, kalın kafalılık. (Fıtnetin zıddı) gabb : Sıtmanın gün aşırı tutması. gabe : Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı. gaben : Rey ve tedbirin zayıf ve eksik olması. gaber : Büyük meşakkat. gabere : Ağaçlık yer. * Bir şey üzerine çökmüş toz. gabes : Karanlık gece. * Biraz bulanık renkte olan beyazlık. gabeş : (C.: Agbâş) Gecenin sonu. gabgab : (C.: Gebâgıb) Çifte gerdan çene altı. Şakak. gabî : Ahmaklık eden, budalalık eden. ◊ Anlayışsız, ahmak, bön.gabîbe : Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt. gabin : Aldatıcı, hilekâr, alışverişte hile eden. gabir : İstikbal. * Gr: Gelecek zaman. * Kalan. gabîse : Keş ile karıştırılmış yağ. gabît : (C: Gubut) Çukur yer. * Bir dere ismi. * Üstüne mıhfe bağlanan çok kuvvetli hayvan. gabiyy : Zekâsı az olan. Geri zekâlı. gabn : Alışverişte hile ile çok kazanmak. Haram olan alışveriş. ◊ Aldatmak. Hud'a. * Noksan etmek, noksanlaştırmak.gabr : Bâki olmak, ebedi olmak. * Memede kalan süt bakiyyesi. gabra : Yeryüzü, toprak, arz. * Nebat envâından bir nev'i. * Kuraklık, kıtlık. * Çok tuzlu. * Toprak rengi. gabs : Karıştırmak. gabt : Koyun semiz mi diye el ile yoklamak. gabta : (Bak: Gıbta) gabye : Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur. gad : (Gadâ, gaden) Yarın, ertesi. ◊ Gelen, gelici.gada : (Gazâ) (Gadat. C.) Dağ armudu ağaçları. Dikenli ağaçlar. * Ateşi uzun müddet devam eden seksek ağacı. ◊ Öğle yemeği. (Bak: Gıda)gadab : (Bak: Gazab) gadair : (Gadire. C.) Saç örgüleri. gadak : Çok fazla, bol, kesir. gadarîf : (Gudruf. C.) Kıkırdak kemikleri, kıkırdaklar. gadat : Sabahın erken zamanı. Sabah vakti. gaddar : Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden. gaddarane : f. Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine. gaddare : Arapların cenbiyesine benzer pala nev'inden bir silâh. gade : Bedeni yumuşak olan kadın. gaden : Yarın, yarınki gün. gadir : (A, uzun okunur) Gadreden, fenalık eden, zulmeden, hıyanet eden. gadîr : Durgun su, gölcük, sel suyu birikintisi. gadîre : (C: Gadâir) Saç örgüsü. * Çulha çukuru. gadirî : (Gadiriyye) Gölde yaşayan hayvan veya bitki. gadiyye : (C.: Gadiyyât) Tan ağarmasıyla güneş doğması arası, sabahın erken saatleri. gadn : Sarkık ve sülpük olmak. gadr : Hâinlik, vefâsızlık, merhametsizlik. Muâmelede aldatmak. gadrdîde : f. Gadir görmüş, kendisine haksızlık edilmiş olan. gadve : Sabahtan öğle vaktine kadar yürümek. gaf : Fr. Beceriksizce ve yersiz söz yahut davranış. ◊ Ağaç cinslerinden bir nevi.gafa : Her şeyin kemi ve yaramazı. * Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.) gafak : Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl. gaffar : (Gufran. dan) Günahları örten, günahları bağışlayıcı. Mağfireti çok. * Kullarının günahlarını afveden. gafî : Her şeyin kemi, yaramazı, kötüsü. gafil : Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allah'ı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan. (Günde bir taşı binâ-yı More…gafilâne : f. Körü körüne, ihtiyatsızca, dalgınlıkla. Gafilcesine. gafilen : Habersizce, gafil olarak. gafir : Mağfiret eden, kusurları örten, afveden Allah (C.C.) gafîr : Çok fazla, sayısız, kalabalık. * Örten, etrafını çeviren. * Umumi. * Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler. gafir-üz zenb : f. Günahları örtüp afveden, suçları bağışlayan Cenab-ı Hak (C.C.) gafis : Kara ağaç. gafk : Hücum etmek, vurmak. * Birbiri ardınca cima etmek. gaflet : Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak More…gafleten : Dalgınlıkla, gaflet eseri olarak. gafr : Örtmek, setr etmek. * Menazil-i kamerden üç küçük yıldız. gaful (gafle) : Aldanmak. * Terk etmek. * Belirsiz ve idraksiz olmak. gafur : (Gaffar ile aynı mânadadır.) Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok afveden. gafve : Azıcık uyumak. gâh : (Geh) f. Yer. (Yer ve zaman bildiren 'ek' dir.) gâh bâ-gâh : f. Zaman zaman. gâh bâşed gâh nebâşed : Bazı olur, bazı da olmaz. gaheb : Gaflet. gâhî : (Gehî) Arasıra, zaman zaman. gahvare : f. Beşik. gaib : Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem. * Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse. gaibâne : f. Hazırda görünmeksizin, yüzyüze olmadan. Gizliden. gaile : Dert, sıkıntı, baş belâsı. Tasa, zor iş. * Düşünce. gair : Gayret. * İnsan topluluğu. gait : Necaset, neces, insan pisliği. * Çukur yer. Düz ve geniş yer. gaiyye : Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği. * Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm) gaiz : Kızgın, öfkeli, gayzlı. gaiza : Yere batan sular, eksilen su. * Bir malın değerinin eksilmesi, azalması. gak : Karga sesi. gakfeka : Doğan sesi. gal : (C: Gılâl) Ağaçlı çukur yer. * Muz ağacı. * Selem ağacının bittiği yer. * Bir ot cinsi. ◊ (Gâle) f. Uzak, baid, ırak.gala : Yüksek kıymet, pahalılık. * Bir şeyin haddini aşması. gala (galeyân) : Kaynamak. galak : (C: Ağlak) Kapı kilidi. galaka : Deri dibâgat ağacı. galal : (Gılâl) (Galle. C.) Zahireler. Mahsuller. * Akarât kiraları. galan : Çok susayan, çok susamış olan. galat : Hata. Yanlış. * Kaideye uymaz söz. galat-gû : f. Yalan yanlış söyleyen. galat-nüvis : f. Yalan yanlış yazan, yanlış tesbit eden. galatat : Galatlar, hatalar, yanlışlar. galba : Ağaçları gür ve sık olan koruluk, bahçe. * Pek yüksek ve büyük tepe. galc : Azgınlık. * Su içtikten sonra dil ile yalanmak. * Atın yelmeyip bir tarzda yürümesi. galeb : (Galb) Üstünlük. Yeğinlik. galebe : Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. * Bastırmak. * Yeğin olmak. galebe çalmak : Galib olmak, üstün gelmek. galel : (C.: Eğlâl) Koruluktan akan su. * Susuzluk. galeri : Fr. San'at eserinin sergilendiği salon veya koridor. * Tiyatroda seyircilere ait balkon. * Üstü örtülü uzun yer. * Yer altında açılmış uzun, dar yol. gales : Gecenin sonunda olan karanlık. galet : Hesapta yanılmak. galeyan : Kaynayış. Çoşup taşmak. Yerinde duramamak. * Tuğyan ve azgınlık. galfak : Geniş, vâsi. * Yumuşak. * Su içinde yetişen yassı yapraklı bir ot. * Kurbağa yosunu. galgale : Sür'atle gitmek. * Gecenin gitmesi. * Haber vermek. galî : Pahalı. Kıymetli. Ağır. * Haddini tecâvüz eden, haddini aşan. galib : Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser. galiba : Tahminen. Çok zaman. Her halde. Galiben, ekseriyetle. galibane : f. Muzaffer ve galib olana yakışacak şekil ve surette. galiben : Ekseriya. Çok zaman. Üstün olarak. Tahmin olduğu üzere. galibiyyet : Üstünlük. Yenmek. Mağlub etmek. galif : Gön ve deri dibâgat etmekte kullanılan bir ot. galil : (C: Gılâl) Güneşin harareti. * Susuzluk harareti. * Kin, hased. * Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği. galis : Arpa ve buğday karışımından yapılan ekmek. galîs (gals) : Kenger otu. galiye : Galeyan eden. * Değerinden çok pahalı. * Misk ve amberden yapılmış meşhur koku. * Hoş kokulu kıymetli madde. galiye-bâr : f. Güzel kokulu şey saçan. galiye-dân : f. Güzel kokulu şeylerin muhafaza edildiği kap, mahfaza. galiye-gun : f. Güzel siyah renkli. galiyun : Çoban mayası. galîz(e) : Çirkin. * Terbiye dışı. * Yoğun. Kaba. * Kokmuş madde. galk : Kapıyı kapamak, kapıyı kilitlemek. gall : Girmek, sokmak, akmak. * Boynunu, elini zincir ile bağlamak. * Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek. * Ganimet malından hırsızlık etmek. gallat : (Galle. C.) Mahsuller, zahireler. * El emekleri, çalışmanın semereleri. * Ev kirası gelirleri. galle : Mahsul geliri. Ekin, irat, gelir. * Akarât kirası. * Hammaliye kirası. * Susamak. galle-dan : f. Tahıl anbarı, zahire deposu. galle-füruş : f. Zahireci, zahire ve hububat satan. gals : Karıştırmak. * Lâzım olmak. * Cür'et etmek. galsame : Solungaç. Suda yaşıyan hayvanların nefes alma organları. * Gırtlak ağzı, hançere. * Boğaz deliğinin başlangıcı. galtan : f. Yuvarlanan, tekerlenen. galtîde : f. Tekerlenmiş, yuvarlanmış. galuta : (C: Gulutât) Kişiyi zora düşüren meseleler. galva' : Yiğitliğin başlangıcı. * Gençlik sür'ati. galve : (C: Galevât) Bir okatımı miktarı yer. galyot : Baş ve arka tarafları birbirinin aynı olan eski cins bir gemi. gam : f. Köy, karye. * Hatve, adım. * Ayak, kadem. ◊ (Bak: Gamm)gama : Örtmek, setretmek. gama' (gimâ) : Ev örtüsü, çatı. gamaim : (Gımâme. C.) Hayvanların, yem yemelerini veya ısırmalarını önlemek gayesiyle ağızlarına takılan torba gibi şeyler. gamak : Rutubet, ıslaklık. Rutubetli hava. gamam(e) : Bulut. Beyaz bulut. * Örtmek. gamare : Bönlük, ahmaklık, bilmezlik. gamas : Göz pınarından akan irin ve çapak. gamaza (gumuza) : Çukur, çukurluk. * Sözün anlaşılmasını zorlaştırmak. gamc : Suyu sora sora içmek. * Deve yavrusunun anasının karnı ve ayaklarının altına gelmesi. gamce (gumce) : Kabın dibinde kalan su. gamd : Zarf, mahfaza. Kın. gamem : Saçın, alnı ve başı örtmesi. gamet : Cinsiyet hücresi. gamez : Malın ve davarın kemi ve küçüğü. gamgama : Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı. * Kalb dinlendiğinde işitilen ses. * Sözü, belirsiz söylemek. * Kalbin bulunduğu yer. gamic : Huy ve tabiatı doğru ve istikametli olmayan. gamide : Yemen'de bir kabilenin adı. gamîl : Tüyü gitmiş yumuşak deri. gamîm : Yoğurt yapmak için kaynatılan süt. * Yoğurt. gamîn : f. Tasalı, hüzünlü, kederli, gamlı. ◊ Yumuşak.gamir : Ekilmemiş, terkedilmiş ıssız yer. * Faydalanılmamış şey. * Mamur olmayan harap yer. ◊ Kurumamış yeşil ot.gamîs : Üstü kuru, altı yaş olan ot. * Ağaç ve otların arasında olan küçük su arkları. gamiz : Anlaşılmaz, anlaşılması güç. * Kapalı ve karışık söz. * Çukur yer. * Zayıf kişi. gamiza : Kolay anlaşılmayan ince mes'ele. Derin. * Mâruf ve mütebeyyin olmayan hesab. gamîze : Akıl zayıflığı, ahmaklık, geri zekâlılık. gaml : Tüyünü yolmak için deriyi dürüp gömmek. gamm : Keder, tasa, dert, elem, kaygı. gamm-abad : f. Keder ve hüznü bol. Gamlı. gamm-alud : f. Kederli, gamlı, hüzünlü, kaygı veren. gamm-feza : f. Kederi artıran, hüznü çoğaltan. gamm-gîn : f. Kederli, hüzünlü, gamlı. gamm-güsar : f. Teselli veren, gam ve kederi defeden dert ortağı. Arkadaş. gamm-güsâr : f. Teselli veren, hüzün ve kederi defeden. gamm-hane : f. Hüzün ve tasa yeri. * Mc: Dünya. gamm-har : f. Kederlenen, hüzünlenen, tasalanan. gamm-nisar : f. Hüzün veren, kederli eden. gamm-penah : f. Tasalı yer, kederli yer. Kederin, tasanın sığındığı yer. gamm-perver : f. Keder veren, hüzünlendiren, gam artıran. gamm-zede : f. Kederli, hüzünlü, gamlı, tasalı. gammaz : Birisine iftira ederek zarar veren. Münafık, fitneci. * Adamın ayıplarını arayıp gizli şikâyet eden. * Tersane kethüdalarına mahsus altı çifte kayık. gammazane : f. Fitnecilikle, gammazlıkla, koğuculukla. gammaziyyet : Koğuculuk, fitnecilik, gammazlık. gamn : Yumuşaklık. gamr : Derinlik, suyun derinliği. Çok su, büyük deniz. * Uzun, geniş libas. * Cehalet, gaflet. * Şiddet. gamre : (C.: Gamerât) Tecrübesizlik, görgüsüzlük, anlayışsızlık. * İzdiham, kalabalık. * Fenalığa dalmak. * Şiddet. * Zahmet. gams : Suyu şiddetli içmek. * Bir şeyi hakir görmek, birisine iftira etmek. * Nimete şükretmemek. * Göz yummak. ◊ Yıldız kayması. * Suya dalmak.gamt : Minnetsiz ve şükürsüz olmak. * Horlamak, hakir görmek. ◊ Çok yemekten dolayı midenin şişmesi. * Ağırlık olmak.gamtaş : Gözü zayıf gören. gamus : Şiddetli emir. * Süngü ile vurup, ucunu diğer taraftan çıkarmak. * Karnındaki yavrusu belli olmayan deve. ◊ f. Manda, kömüş.gamuz : İtham olunan, töhmet altında bırakılan. * İçinden kan giden dişi deve. gamz : (C.: Gamuz) Göz yummak, gizli olmak, yumuşak muamele etmek. * Kolay görerek ihmal etmek. * Çukur yer. ◊ Kaş ve gözle işaret, göz kırpmak. * Çene veya yanak çukurluğu.gamze : Süzgün bakış. gamze-figen : f. Gamze saçan, süzgün süzgün bakan. gân : f. Cemi' yapmak için, sonu 'e' sesi ile biten kelimenin sonuna gelir bir 'ek' tir. Meselâ: Bendegân $ : f. Hizmetçiler, bendeler. gana : Kifayet, kâfi gelme. * Menfaat, fayda. ganaim : (Ganimet. C.) Harpte ele geçen mallar. Ganimetler. ganbot : Yapısı küçük olmakla beraber, nisbeten ağır toplarla mücehhez harp gemisi. gâne : f. Bazı sayıların sonlarına eklenerek 'lik' halinde sıfatlar yapılır. (Meselâ: Cihâr-gâne: f. Dörtlük.) ganec : Koca. * şeyh. ganem : Koyun. ganes : Su içtikten sonra teneffüs etmek. gang : ing. Haydut çetesi. ganî : Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol. ganim : Ganimet alan. ganimen : Ganimet almış olarak. ganimet : Harpte düşmandan alınan mal. * Çalışmaksızın ele geçen nimet. ganimîn : Harbe bizzat iştirak edip, ganimet almağa hak kazanan muzaffer mücahidler. ganiye : Çok hoş, çok lâtif. * Kadın şarkıcı. * Zengin kadın veya kız. ganm : Kabile ismi. gannac : (Gunc. dan) Çok işveli, çok nâzik. ganyan : Fr. At yarışında birinci gelen. gar : Mağara. İn. Kehf. * Defne ağacı. * Gayret. * Fesad. * Tren istasyonu. * Tıb: Beden âzalarında olan cep gibi çukur yer. ◊ (Ger) f. Kelimeye eklemekle nisbet veya fâillik mânası More…garabet : Yabancılık. Gariblik. * Tuhaflık. * Âcizlik, beceriksizlik. * Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak. * Iraklık. * Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında More…garabet-cu : f. Tuhaf şeylere meraklı olan, garip şeyler arayan. garabet-nüma : f. Yabancılık çeken. Garip, tuhaf. garabîb : Katı, siyah şey. * Koyu renkli. garabil : (Gırbâl. C.) Delikleri iri olan elekler, kalburlar. garabin : (Gırbân. C.) Kargalar. garaib : (Garib. C.) Acaib şeyler. Hayret edilecek şeyler. Tuhaflıklar. garaibat : (Garâib. C.) Garib ve şaşılacak şeyler. Alışılmadık, tuhaf ve acaib nesneler. garaibperest : f. Garib, tuhaf şeylere çok düşkün olan ve çok seven. garak : Suya batmak. garam : Helâk. Mahv. * Aşk. Sevdâ. şiddetli arzu. * Hedef. garamet : (C.: Garâmât) Diyet ve borç gibi şeyleri ödeme. Resim, vergi. garameten : Herkese eşit olarak, taksim ederek, paylaştırarak, hakkına göre. garan : Tavşancıl kuşunun erkeği. * Açlık. * Zayıflık. garare : (C: Garâyir) Büyük kıl çuval, harar. * Gafil olmak. garat : (Gâret. C.) Yağmalar. Çapulculuklar. garayir : (Garâre. C.) Büyük kıl çuvallar, hararlar. garaz : (C: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin. * Ok atılan nişan. * Izdırab. Acı. * Zelillik. garaz-alud : f. Garezi, hususi bir maksadı olan. garaz-kâr : f. Düşmanlıkla, eden, hased eden, kin güden. garazen : Düşmanlıkla, garez ederek. garazkârane : f. Hased ve düşmanlıkla. garb : (C: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı. * Sığır derisinden yapılan büyük kova. * Sakaların su koydukları büyük tulum. * Atıldıktan sonra bulunmayan ok. * Yürügen at. * Nasır acısı (gözde More…garben : Batıdan, garb cihetinden, batı tarafından. garbî (garbiyye) : Batı ile alâkadar, Avrupa'ya mensub. * Aşağı Mısır'ın batı kısımları. garbiyyun : Garplılar, Avrupalılar. Batı memleketleri ahalisi. garde : (C: Megârid) Mantar. gardiyan : Fr. Kolcu, nöbetçi, muhafız. gare : (C: Gârât) Bükmek. gareb : Gümüş kadeh. * Kavak ağacı. * Havuzla kuyu arasına dökülen su. * Bir nevi koyun hastalığı. gared : Güzel ses. gareng : f. Çığlık, feryat. garer : Sonu mâlum olmayan, neticesi bilinmeyen. gares : Açlık. garet : (A, uzun okunur) Yağmacılık. Düşmanın malını yağma etmek. * Göbek. garetger : (A, uzun okunur) f. Yağmacı. Çapulcu. garetgerân : f. Yağmacılar, çapulcular. gareyn : (A, uzun okunur) Alt ve üst çene, yâni ağız. * İki gar. garez : Kayıştan yapılan üzengi. * Ağaç üzengi. garf : (C: Guref-Agrâf) Kurtarmak. * El ile su almak. * Bir şeyi kesmek. gargara : Suyu, içilen ilâcı veya başka bir sıvıyı, boğazda oynatıp çalkalama. * Tavuk ve güvercinin ötmesi. * Can boğaza gelip tereddüt etmek. * Çömleğin kaynayıp fıkırdaması. * Çoban koyuna haykırıp More…garî : f. Kararsız, sebatsız. garib : (A, uzun okunur) Batan. Gurub eden. * İki omuz arası. * Devenin hörgücüyle boynu arası. garib(e) : Hayret verici. Tuhaf. * Kimsesiz. Zavallı. * Gurbette olan. garib-nüvaz : f. Kimsesizlere ve gariplere yardım eden. Biçareleri ve zavallıları koruyan. garibane : f. Garip gibi, garip kimselere yakışır şekilde, garipçesine. garîf : (C: Guruf) Birbirine girmiş sık ve çok ağaç. garik : Suda boğulmuş. garikun : Katran köpüğü. garîm : Alacaklı. * Hasım. Rakib. Borçlu veya üzerinde borçtan başka hakları olan kimse. garîn : Havuz dibinde olan balçıklı su. * Her nesnenin kap dibinde kalan çöküğü, tortusu. garîr : Kefil. * Güzel ahlâk. * Durumdan veya işten anlamıyan. garîse : Yeni dikilmiş fidan. gariyy : Cemil, güzel, hüsün. gariz : Taze nesne. garîze : Asıl. Yaratılıştan olan. Sevk-i İlâhi. Huy. garîziye : Tıb: Yaratılışa âit. Yaşamaya âit. Doğuştan. Normal. gark : Batmak, suda boğulmak. gark-ab : f. Suya batmış olan, boğulmuş. garka : Bir içim miktarı süt. * Suya batmış. garkad : Bir dikenli ağaç. * Medine-i Münevvere'de olan kabristana 'Baki-ul Garkad' denir. garkan : Batarak, boğularak. garm : Çekmek. garnizon : Fr. Bir şehir veya müstahkem mevkideki birliklerin tamamı. * Askeri birliklerin bulunduğu şehir. garr : Aldatmak. * Hırsa düşmek. * Alnında dirhemden büyücek beyazlık bulunan at. ◊ Beyhude ve bâtıl şey. * Gafil adam. * Aldatan. * Kuyu kazan.garra : Parlak. Beyaz. Güzel. Şa'şaalı. * Kur'an'ın kudsi nurlarının parladığı Medine-i Münevvere'nin bir ismidir. garran : f. Kükreyen, haykıran. Homurdanan. garre : Gafil kişi, gaflette bulunan kimse. garrende : f. Kükreyerek vahşileşen arslan ve benzeri yırtıcı hayvan. gars : Ağaç fidanı dikmek. * Dikilmiş fidan. garsan : Karnı aç kimse. garur : Dünyada insana gurur veren herhangi bir şey. * Aldatıcı. * Allahı unutturan. garv : Acip. garz : Doldurmak. * Noksan etmek, noksanlaştırmak. ◊ Batırma, sokma. İğne sokma.gasa : Uzunluk. gasagis : Arslan, esed. gasak : (Gusuk-Gasekan) İlk koyu karanlık. * Küfrün karanlığı. * Gözün dumanlanıp, seçemez olması. * Göz kararması. * Herhangi bir şeyin akması, dökülmesi. * Çok soğuk ve fena kokan içki veya su. * More…gaşam : (C: Guşâm) Mübâlağa ile zulmeden. gaşan : (Gaşayân) Gönül dönmek. * Akıl gidip, bihoş olmak. gasas : Dolu olma. * Yediği ve içtiği şeyin boğazda durması. gasase : (Gasis-Gususe) Davarın zayıf olması. * Sözün boş ve faydasız olması. * Yaradan irinin akması. gasb : Başkasına âit bir şeyi zorla, rızası olmadan almak. Zorla almak. * Zorla alınan şey. gasben : (Gasb. dan) Cebren alarak, zorla gasbederek. gasben anh : Ona rağmen. gasben ank : Sana rağmen. gasem : Gecenin sonunda olan karanlık. gaşemşem : Şecaatinden kimseye baş eğmeyen. * Başını döndürüp yabana iltifat etmeyen. * Zulmedici. * Methi istediği gibi yapamamak. gaser : Rüzgârın çukur yere getirip yığdığı. gaseyan : Mide bulantısı. Kusmak. gaşeyan : Kendinden geçmek. Kendini kaybetmek. Bayılmak. Gaşyolmak. gasgase : Silahsız savaşmak. gasib : Gasbeden, zorla alan. gasik : Gecenin ilk karanlığı. Gece. Karanlık. * Ay doğmak. gasîl : Yıkanmış. gasîme : Çekirgeli yemek. gasîre : Cemaat, topluluk. gaşiye : Perde. Örtü. * Kıyamet. * Dilenci ve cerrar. * Ziyârete gelen dostlar gurubu. gaşiye suresi : Kur'an-ı Kerim'de 88. suredir. Mekkîdir. gaşiye-dâr : f. At uşağı, seyis. gasl : Yıkama. Gusül. Şartlarına uygun şeklide boy abdesti almak. (Bak: Gusül) * Birisini döğüp vücudunu acıtmak. gaslak : Pişmemiş ve tuzlanmamış olan şey. gasm : Karanlık, zulmet. gaşm : Zulüm etmek, zulüm yapmak. gaşmere : Yönelmek. gasn : Kesmek. gasr (gasrâ) : Asılsız, alçak kimseler. gass : İncelik, zavallılık. * Biçare, zavallı. * Tatsız, yavan. gaşş : Örtmek, setretmek. ◊ Hâin.gass ü semin : Fakir ve zengin. Zayıf ve semiz. gassak : Ehl-i cehennemin vücudundan akan irin. * Çok soğuk ve fenâ kokulu içilmez şey. gassal : (Gasl. den) Ölü yıkayıcı. gassan : Dolu, mümteli. gasuk : Karanlık olmak. gasul : Su. Bir şey yıkamakta kullanılan su. ◊ Çöğen denilen şey.gaşum : Zâlim, gaddar. * Muannid, inatçı. gaşve : (Gışâve-Guşve) Perde, hicap, örtü. * Göz kararmak. gaşy : Bayılma, kendinden geçme. gaşy-âver : f. Baygınlık veren, bayıltan. gaşyet : Kendinden geçme, bayılma. * Örtmek. * Hayret. gaşyolma : Kendinden geçme. Kendini bilemez hale gelmek. gata : (Gıtâ) (C: Agtıye) Perde, örtü. gatamtam : Çok su. gatarif(e) : (Gıtrîf. C.) Başkanlar, başlar, reisler, önderler. * Soylu ve asaletli kimseler, itibarlı ve seçkin kişiler. gataş : (C: Agtaş) Karanlık. * Devamlı su akan gözdeki zayıflık. gatata : (C: Gıtât) Bağırtlak cinsinden bir kuş. gataye : Kertenkeleden büyük bir hayvan. gatfan : Ev içinde su dökmek için yapılan yer. * Erkek ismi. gatgata : Çömleğin kuruyup kaynaması. gatit : Horlamak. gatrafe : Büyüklenmek, ululanmak, kibirlenmek. gats : Batırılma, daldırılma. * Batırma, daldırma. gatt : Birbirine tâbi olmak. * Gizlemek. * Mükedder etmek, üzmek. * Suya dalmak. gâv : f. Öküz, sığır, bakara. gâv-ban : f. Sığır çobanı, sığırtmaç. gava : Yoldan çıkmış. Yolunu şaşırmış. Azgın. gavadî : Sabah bulutu. gavafil : (Gafile. C.) Gafiller, gaflette bulunanlar. gavail : (Gaile. C.) Musibetler, belâlar. * Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler. * Felâketler, âfetler.GAVALÎ $ (Galiye. C.) Güzel kokular. gavamiz : (Gamız. C.) Anlaşılması zor hakikatler. İnce ve derin mes'eleler. gavanî : (Ganiye. C) Zenginler. * Kadın şarkıcılar. gavaş : (Gaşiye. C.) Örtücü, örten. gavaşî : (Gaşiye. C.) Kıyametler. * Örtü. At takımından sayılan bir nevi örtü. gavaya : (Gaviyye. C.) Sapmışlar, sapıtmışlar. gavayet : Dalâlete düşme, hak yoldan sapma. * Azgınlık. gavc : Enli ve yassı olmak. * Muzdarip olmak, acı çekmek. gavelan : Acı bir ot. gavga : Çekirge. * İnsanların rezilleri. Adi, aşağılık olan kimseler. ◊ f. Döğüşme, kavga, vuruşma. Gürültü. Savaş, muhârebe, harp.gavî : (A, uzun okunur) Çok azgın. Çok sapkın. Yoldan şaşıp azıtan zâlim. gaviyy : Azgın. Zâlim. * Tek başına kalan. gavl : (C: Gavâyil) Helâk etmek. * Kin tutmak. * Çok miktar toprak. * Feyizden uzaklık. gavr : Bir şeyin dibi. Çukur. * Batmak. * Derinlik, nihayet. Kök, esas, temel. * Tefekkür, teemmül. * Dolanmak. * Hakikat. gavs : Suya dalmak. Dalgıçlık. * Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek. * İyi anlamak. * Maslahata gayret ile girmek. ◊ Çağırma. Nida. Medet More…gavsiyyet : Evliyaullahın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi olmak. (Bak: Aktab) gavt : Derin çukur. * Bir şeyin içine girme, batma, garkolma. gavta : Ağaçlık, sulak yer. * Toprakta çukurluk. ◊ f. Suyun içindeki derinlik.gavta-baz : f. Dalgıç. gavta-bazî : f. Dalgıçlık. gavta-gâh : f. Dalma yeri. gavta-har : f. Dalan, batan. gavun : (Gavi. C.) Azgınlar, azmışlar, doğru yoldan çıkıp dalâlete düşmüş olanlar. gâvur : Kâfir. Merhametsiz, inatçı. gavvas : Çok gayretli. Çalışkan. * Suya dalan. * İnci arayan dalgıç. gayahib : (Gayheb. C.) Gece karanlıkları. gayat : (Gâye. C.) Gâyeler. ◊ Çalgı.gayb : Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz. * Güman. Hislerle veya akıl ile bilinmeyen şey. gayb-aşina : f. Gaybı bilen. Gaybdan haberi olan. Gelecekten veya âhiretten haberi olan. gayb-bîn : f. Gaybı gören. Herkesin bilemediği geleceği feraseti ile hissedip bilen. İstikbalden haber veren. gayb-dan : f. Gaybı bilen. gaybet : Başka yerde bulunmak. Hazırda olmamak. Gıybet. Bir şeyin diğer bir şey içinde gaib olması. (Bak: Gıybet) gaybî : Hazırda olmayan. Görünmeyenlere âit. Hazır olmayanlara âit. Başka âlemdekilere âit. Âhirete âit. Gayba âit ve müteallik. gaybubet : Gayıplık, hazırda olmayıp başka yerde olma. gayda : (C: Guyed) Nazik ve yumuşak tenli genç kadın. (Müz.: Agyed) gaydak : Geniş. * Yumuşak. * Kerim kişi. İyi huylu kimse. * Keler yavrusu. * Büluğ çağına varmamış çocuk. gaye : Maksad, kasdedilen, netice, sonuç. gayed : Nazik ve yumuşak tenli olmak. gayet : Çok, pek çok. * Nihayet. Gaye. Encam. gayeten : Son derece, çok fazla olarak. gayetsiz : Nihayetsiz, sonsuz. gayf : Eğilmek, meyl. gayheb : (C.: Gayâhib) Gece karanlığı. gayir : Irak, baid, uzak. gayit : (C: Gaytân-Agvât) Çukur yer. * Kenef. gayk : (Gayuk) Fikri karışık olmak. gayl : Irmak, nehir. * Ağaç, şecer. * Cima etmek. * Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi. gayle : Şişman kadın. gaylem : Kul, cariye. * Kablumbağanın erkeği. * Mevzi ismi. * Mugaylân ağacı. gaym : Bulut. * Sisli bulut tabakası. * Pek susayıp hararetlenmek. gayme : Çok fazla susama, susuzluk. gayn : Susuzluk. * Arapçada 'ayn' harfinden sonra gelen harfin adı. gayna : Yaprakları çok olan yaş ağaç. gayne : Aralarından su akamayan birbirine girmiş ve dolaşmış ağaçlar. gayr : Diğer, başkası, mâadâ, âher, yabancı. (İstisnâ edâtıdır. Başlarına getirildiği kelimeyi nefy yapar.) gayr-endîş : f. Başkalarını düşünen, şefkatli ve cömert kimse. gayret : Dikkatle ve sebatla çalışmak. * Kıskanmak, çekememek. * Hareketli ve temiz hislerle çalışmak. * Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek. gayret-mend : f. Gayretli, çalışkan. gayret-şiar : f. Gayretli. çalışkan. gayretkeş : Çalışkan, çabalayıcı. * Bir tarafı tutan, taraftar. * Kıskanç. gayri : Başkası, diğeri. Artık. (Bak: Gayr) gayriyet : Ayrılık. Gayrılık. gays : İmdad. Yardım. * Yağmur. * Yağmurla meydana çıkan çayır. gaysan : Gençlik şiddeti. gaytale : (C: Gıytal) Sık bitmiş olan ağaç. * Seslerin karışması. gayub : (Gayâb-Gaybe) Kaybolmak. gayur : Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli. * Kıskanç. ('Gayyur' diye yazılması yanlıştır.) gayuran : (Gayur. C.) Çalışkanlar, gayretkeşler, gayretliler. gayurane : f. Gayretli olan kimseye yakışır şekilde, çalışkan kimseler gibi. gayy : Aklın istikametini, yolun doğrusunu kaybetmek. Rüşdün zıddı. gayya : Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer. gayyir : (Gayyür) Gayretli kimse. gayz : Bir şeyin pahası eksilmek. Hilkati noksan olma. Kıymetten düşük şey. * Suyun eksilip azalması, yere çekilmesi. ◊ Hiddet, kin, öfke, gadab. Dargınlık. Hınç.gayz ü gazab : Kızgınlık ve hiddet. gayz-efşan : f. Hiddetli, öfkeli, kızgın. gayza : Meşelik. gayzeran : İtburnu. gaz : f. Isırma, dişle tutma. * Diş. gaza : (C.: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek. gazab : Hiddet, öfke, dargınlık, kızgınlık. gazab-nak : f. Öfkeli, hiddetli, kızgın. Dargın. gazaben : Gazabla, hiddetle, öfkeyle. gazal : (C: Gazale-Gazelân) Ceylân. Geyik, âhu. Geyik yavrusu. * Şarkıcı, mızıkacı. *Güzel göz. gazale : Dişi geyik. * Güneşin yükselmesi. gazalî : Onyedinci asırda şiirleri ile tanınan Bursa'lı bir şâirin adıdır. ◊ (Bak: İmam-ı Gazalî)gazamir : Malı çok olan, zengin. gazanfer : Kahraman. * İri arslan. gazanferâne : f. Arslancasına, arslan gibi. gazar : Bir cins güvercin. * Çok, fazla. gazat : (C: Guzâ) Dağ armudunun ağacı. * Dikenli ağaç. * Seksek ağacı. gazât : Gazlar. gazaza : Eksiklik. gazb : Kızıl boya, kırmızı renkli boya. gazban : (Gadbân) Dargın, kızgın. gazbe : Sağlam, sert taş. gaze : f. Kadınların yüzlerine sürdükleri düzgün allık. ◊ f. Çocuk salıncağı.gazefe : Bağırtlak kuşu. gazel : Tek kişinin özel bir ahenkle okuduğu manzume. (Aşk ve nefis gibi hislere ait olup, anlamı dine aykırı olursa ve kadın sesi ile câiz değildir.) * Edb: Klâsik şark şiirlerinin en çok More…gazel-han : f. Gazel okuyan. gazel-hanî : f. Gazel okuyuculuk. gazel-nüvis : f. Gazel yazan. gazel-sera : f. Nazım şekilleri arasında gazel meydana getiren. gazeliyyat : Gazel tarzında yazılmış şiirler. gazem : Bir ot cinsi. gazete : Fr. Genellikle günlük çıkan ve büyük boy olan neşriyat organı. (Bak: Mürcif) gazevan : Hızlı giden iyi at. gazevat : (Gazve. C.) Din uğrunda yapılan harbler. gazf : Kulağın sarkık olması. * Kırmak. * Geceleyin karanlık olmak. gazgaza : Zillet, aşağılık. * Eksik, noksan. gazi : Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen. gazid : Katı sesli. * Yumuşak ot. gazif : Yumuşak, geniş. gazîme : Gazem denilen otun yetiştiği yer. gazir : İyi dibâgat olunmamış deri. gazîr : Bol, çok, kesretli, ziyade, fazla. gazir(e) : Mülâyim, yumuşak. Nâzik, uysal. gaziye : Çok karanlık olan yer. * Büyük nurlu şey. gaziyy : (C: Gazâ) Yeni doğmuş kuzu. gazîz : Gılâfından yeni çıkan çiçek. * Taze. gazl : İplik eğirmek, bükmek. ◊ Budaklanmak.gazm : Güçle ve şiddetle yemek. * Defetmek, kovmak. gazn : Hapsetmek. * Kırmak. gazr : (Gazâre) (C: Gazâyir) Men etmek, engel olmak. * Hapsetmek. * Geçim kolaylığı, maişet genişliği. * Büyük çanak. gazra : Ucuzluk. * Hayır. * Özlü balçık. gazreme : (C. Gazarim) Ölçüsüz, tartısız bir şeyi satmak. gazruf : (C.: Gazârif) Kıkırdak. gazub : (Gazab. dan) Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş. * Büyük yılan. * Abus deve. gazv : Seyelân etmek, akmak. * Münkatı' olmak, kesilmek. ◊ Kasdetmek. * Küffarla cenk edip savaşmak.gazva : Malın ve davarın kötüsü. gazve : Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza More…gazver : Bir ot cinsi. gazz : (Gadd) Utancından dolayı önüne bakmak. * Bir şeyin miktarını eksiltmek. * Hurmanın tomurcuğu. * Zerafet sâhibi. * Yeni buzağı. gazzal : Eğrilen iplik. gazze : Şam'ın doğusunda bir yerin adı. (Resullulah Efendimizin ceddi Hâşim'in kabri ordadır.) gebe : (Bak: Hâmile) gebeş : Koyunun erkeği. Koç. * Mc: Akılsız, ahmak adam. gebr : f. Ateşe tapan, mecusi. gec : f. Kireç, alçı, harç. gecbaz : Oyunda hile yapan, hileci. geçer akça : t. Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı. geckâr : (Gecger) f. Kireçle badana yapan. Kireç sıvacısı. ged : (Gedbe) f. Yoksul, dilenci, fakir, dilenen. * Dilencilik. geda : f. Fakir. Kimsesiz. Dilenci. geda-çeşm : f. Dilenci gözlü, yoksul gözlü. * Mc: Aç gözlü, gözü doymaz. geda-çeşmane : f. Açgözlülükle, açgözlücesine. gedayan : f. Fakirler. Kimsesizler. Gedâlar. gedayane : f. Dilencilikle. gedayî : f. Dilencilik. gedikli : t. Tar: Yeniçeri efradı arasında eskilikleri dolayısıyla imtiyazlı olanlar. Bunlar diğer yeniçerilerden ayrılmak için bellerine seraser denilen kumaştan kuşak sararlardı. * Yıkık, çentikli More…geh (gâh) : f. Kelimenin sonuna eklenerek yer veya zaman ifade eder. geh(î) : f. Ara sıra. Bazan. gehan : f. Zaman, an, vakit. gehvare : f. Beşik. gehvare-ger : f. Beşikçi. gehvare-nişin : f. Beşikteki çocuk. gele : f. Sığır, koyun ve keçi sürüsü. * Sürü. geleban : f. Sığırtmaç, çoban. gelu : f. Boğaz. gelu-gir : f. Dağ armudu. Ahlat. * Boğazdan geçmesi zor olan şey. gem vurmak : Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir. genc (gencine) : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz. gencur : f. Hazine muhafızı, hazinedar. gend : f. Pis koku, fenâ koku. genda(y) : f. Kokmuş, fenâ kokulu. gendeme : f. Siğil. gendide : Kokmuş. gendüm : f. Buğday. gendüm-gun : f. Buğday renkli. gendümnüma : f. Yüze gülüp aldatan. Hilekâr. gensoru : (Bak: İstizah) ger : f. İsimlerin sonlarına eklenir ve yapıcılık bildirir bir edattır. Meselâ: Ahen-ger $ : f. Demirci. Zer-ger $ : f. Kuyumcu. ◊ f. Türkçedeki 'eğer' kelimesinin More…gerçi : f. Öyle ise de, her ne kadar. gerd : f. Kelimelere eklenir ve 'Dönen, dolaşan' anlamlarını verir. Meselâ: Tiz-gerd $ : Çabuk dönen. ◊ f. Baht, talih. Fayda. * Toz, toprak. * Hüzün, keder, gam, tasa.gerd-âlûd : f. Toz toprak içinde. gerd-âlûde : f. Toza toprağa bulaşmış, tozlu topraklı. * Mc: Maddiyatı olan kimse, paralı, zengin. gerdâ-gird : f. Fırdolayı. gerdân : f. Dönen, dönücü. Çeviren. (Bak: Gerden) gerde : 'f. İsimlere eklenerek; etmiş, yapmış, eylemiş gibi mef'uller yapılır.' gerden : f. Dönen. Dönücü. * Boyun. * Şeci'. Bahadır. Pehlivan. gerden-bend : f. Boyuna bağlanan nesne, boyun bağı. * Gerdanlık. gerden-beste : f. Boynu bağlı. İtâatli. Boyun eğmiş. gerden-efraz : (Gerden-firâz) f. Kibirli, gururlu. Boyun kaldıran, başı yukarda. gerden-keş : f. Âsi, serkeş, isyankâr. * Mağrur, kibirli. * İnatçı, muannid. gerdena : f. Kuş veya kuzu çevirmesi. * Yürümeye yeni başlayan çocukları, yürümeye alıştırmak için yapılmış bir cins araba. * Kebap şişi. * Fırıldak, topaç. gerdîde : f. Tavır ve hâlleri değişmiş. gerdiş : f. Dönme, dönüş. Çevrilme, dolaşma. gerdun : f. Dünyâ, felek. * Dönen, dönücü, devreden, çevrilen. gerdun-mîna : f. Gök, sema, asuman. gerdun-sirişt : f. Mağrur, gururlu, kibirli kimse. * Zâlim, gaddar, kan dökücü. * Tenbel, uyuşuk. gerdune : f. Araba, otomobil. gergedan : Burnu üzerinde boynuzu bulunan ve file benzeyen vahşi bir hayvan. gerilla : (İspanyolca) Büyük bir kuvvete karşı, dağınık küçük kuvvetler tarafından yapılan çete harbi. gerk : f. Uyuz hayvan. germ : f. Sıcak. Kızgın. * Çabuk öfkelenen. * Gayretli, hamiyetli. Tez meşreb. germ ü serd : Sıcak ve soğuk. * Darlık genişlik, iyilik kötülük, acı tatlı. germ-mend : f. Acele eden, aceleci. germ-ran : f. Atı çok süren, hızlı at süren. germ-ülfet : f. Görüşmesi hararetli olan, hararetli ve sıkı-fıkı görüşen. germa : f. Sıcak. germa-germ : f. Pek kızışmış, kızışıp ısınmış. * Sıcağı sıcağına. germa-peyma : f. Sıcaklık ölçeği. Termometre. germabe : f. Sıcak su hamamı. Kaynarca, kaplıca, ılıca. germî : f. Hararet, sıcaklık, kızgınlık. germiyyet : Sıcaklık, hararet. Ateşli ve hızlı çalışma. gerziş : f. Zulümden şikâyet etme. geş : Edâ ve naz yaparak yürüme. * Lâtif, hoş, güzel. geşt : Seyretme, dolaşma, gezme, tenezzüh. * Geçme. geşt ü güzâr : Gezip tozma, gezme. geşte : f. 'Gezmiş, dolaşmış, dönmüş' anlamlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Ber-geşte $ : Altüst olmuş. Ser-geşte $ : Başı dönmüş. gestî : f. Çirkinlik. gev : (C.: Gevân) f. Yiğit, bahadır, kahraman. gev-çah : f. Dibi görünebilen pek derin olmayan alçak kuyu. gevah : (Bak: Güvah) gevahî : (Bak: Güvahî) gevan : (Gev. C.) Kahramanlar, yiğitler. gevar : t. Ark. Bahçeleri sulamak için çayırdan ufak bir arkla alının kol. gevare : (Gehvâre) Beşik. gevç : f. Ağaç zamkı. gevden : f. Sersem, ahmak, şaşkın, anlayışsız. geven : t. Çalı. Dikenli ve bir karış kadar boyunda bir nebat. Aslı Gevân'dır. gevher : f. Akıl ve edeb. * Asıl ve neseb. * Elmas, cevher, mücevher. İnci. * Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. * Noktalı olan harf. gevher-bar : f. Cevher yağdıran. gevher-efşan : f. Cevher saçan. gevher-füruş : f. Cevherci, kuyumcu, sarraf. gevher-nisar : f. Cevher serpen. * Mc: Düzgün konuşan, güzel söz söyleyen. gevher-nişin : f. Cevherlerle süslenmiş. gevher-paş : f. Mücevher saçan. * Mc: Çok güzel ve düzgün konuşan. gevher-şinas : f. Cevherden anlıyan, cevherci, kuyumcu. gevher-tab : f. Altun ve mücevherlerle işlenmiş kadın eşarbı. gevherî : f. Kuyumcu, cevherci. gevherîn : f. Mücevher gibi. * Mücevherli. gevsale : f. Bir yaşına girmiş sığır yavrusu. gevz : f. Ceviz. gez : f. Arşın, endaze. * İlgın ağacı. * Okun çentiği. * Tâlim için yapılmış kısa ok. geza : f. Isırıcı, ısıran. gezend : f. Musibet, belâ, felâket, âfet. * Elem, keder, hüzün. * Zarar, ziyan. gezide : f. Isırılmış, dişlenmiş. gibb : Nihayet, son, netice. * İki günde bir. Gün aşırı. * -den, -dan, sonra mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. gibben : Nâdiren, seyrek, arasıra. gibta : İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme. gibta-âver : f. Gıbta ettiren, imrendiren. gibta-fermâ : f. Gıpta verici, imrendirici. gibta-keş : f. İmrenen, gıpta eden. gibta-resâ : f. İmrendirici, gıpta ettirici. gida : Besleyici madde. Vücuda lâzım olan yenecek ve içilecek şeyler. * Kuşluk vakti yenen yemek. * Zihni ve kalbi olgunlaştıracak Kur'an ve iman ilmi ve Allah'a ibadet ve taat. gidaî : Gıda olabilen. Gıda cinsinden. gifare : Kat kat bulut. * Başa örtülen bez parçası. * Yama. gîl : (C: Guyul) Meşelik ve çalılık yer. * Arslan yatağı. Arslanların bulunduğu yer. gil : f. Su ile ıslanmış toprak, balçık. Lüleci çamuru, kil. gil-zar : f. Çamurlu yer. gilab : Birbirine galip olmasını dilemek. gilaf : Kın. Kılıcın kılıfı. Bir şeyin üzerinin örtüsü. gilal : (Bak: Galâl) gilale : (C: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek. * Küçük kaftan zıbını. gilaz : (Galiz. C.) Şedid. Sert. Kalın ve kaba şeyler. ◊ Yoğunluk, koyuluk.gilbit : Taşsız yer. gildirgiç : Mücellit ıstılahlarındandır. Kitapların kenarlarını kesmeğe mahsus, rende biçiminde bir âlettir. gîle : f. İki dağ arasındaki yol, vadi. * Şikâyet. * Üzüm tanesi. ◊ Bir kimseyi aldatıp bir yere götürüp öldürmek.giliger : f. Duvarcı, sıvacı. * Çamurcu. gilk : Acip ve garip. * Zahmet, meşakkat, güçlük. gill : Düşmanlık, garaz ve adavet, gizli kin ve haset. gill u giş : Aklın muhtelif fikirler üzerinde kararsızlığı. * Gönül darlığı. * Kin ve hile. Hıyanet ve adavet. gille-mend : f. Şikâyet eden, halinden memnun olmayan. gillim : Cimâı şiddetle arzu eden. gilman : (Gulâm. C.) Bıyığı yeni bitmiş gençler. * Cennet'te hizmet gören delikanlılar. * Köleler, esirler. gilman ü cevarî : Köleler ve cariyeler. gilme : (Gulâm. C.) Delikanlılar, gençler. * Esirler, köleler. gilt : Akdolunan pazarlığı bozmak. gilzet : Kabalık, sertlik. * Kalınlık, galizlik. gimar : (Gamr. C.) Gaflet. Cehalet. Şiddetler. Çok su. Büyük denizler. * (Gımr. C.) Çok susuzluk. * Kin tutma. gimd : (C.: Agmâd) Kılıf, kın, mahfaza. * Bakla, bezelye, fasulya ve benzerleri gibi şeylerin kabuğu. gin : f. Türkçedeki 'li, lu, lı' eklerinin karşılığıdır. gina : Zenginlik. Yeterlik. * Tok gözlülük. * Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak. * Bıkma, usanç. * Şarkı söylemek. Teganni etmek. gîne : Leşten akan murdar sarı su. gîr : f. (Giriften) 'Tutmak, yakalamak' mastarının emir köküdür. Türkçedeki: yapan, tutan, tutucu, dağılan, yayılan gibi mânalara gelir. Kelimenin sonuna eklenir. gîra : f. Müessir, te'sir eden, tutucu. gira : (Garrâ) Tutkal. gîra-gir : f. Tutan tutana. girajova ateşi : Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru More…giramî : f. Muhterem, aziz, hürmete değer. * Ulu, büyük. giran : f. Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu. * Sert. Katı. * Bıktırıcı. Usandırıcı. giran-baha : f. Kıymet ve pahası çok olan. giran-bar : f. Meyvesi çok olan ağaç. * Ağır yüklü. * Gebe insan veya hayvan. * Zengin, gani. giran-can : f. Ağır kanlı, ağır hareketli, can sıkıcı (adam). giran-canî : f. Can sıkıcılık. giran-dest : (C.: Girandestân) f. İşini ağır yapan kimse. Eli ağır kişi. giran-destmaye : f. Zengin, gani. Sermayesi ve malı mülkü çok olan. * Mârifetli, mahâretli, hünerli. giran-dud : f. Duman, sis. * Kara bulut. giran-guş : (C.: Giranguşân) f. Sağır, kulağı ağır işiten. giran-guşâne : f. Sağırcasına. giran-hab : f. Uykusu ağır olan adam. giran-har : f. Obur, çok yiyen. giran-hatir : f. Canı sıkılmış, gücenmiş. giran-huy : f. Fena mizaçlı. Kötü huylu. giran-kadr : f. Kadr u itibar sahibi. Hürmet edilen kimse. giran-kîse : f. Cimri, hasis, pinti. giran-maye : f. Kıymetli ve değerli olan şey. giran-rikab : f. Ciddi ve vakur kimse. * Harpte düşmana saldıran, azimli kişi. giran-saye : f. Yüksek makam ve mevki sahibi. * Ordu kumandanı. giran-seng : f. Ağır başlı kişi. Ciddi ve vakar sahibi kimse. * Sabırlı, kanaatkâr. giran-ser : (C.: Giranserân) f. Mağrur, kibirli, gururlu, kendini beğenmiş. giran-serî : f. Kibirlilik, mağrurluk, enaniyetli oluş, kendini beğenmişlik. giran-seyr : (C.: Giranseyrân) f. Hareketleri ve yürüyüşü ağır olan. giran-sirişt : (C: Giransiriştân) f. Tembel, ağır tabiatlı, ağır kanlı. girandi direği : Geminin ortasındaki en büyük direk. Bu yekpâre olmayıp üst üste dört direkten mürekkepti. giranî : f. Ağırlık, sıklet. girar : Devenin sütünün azalması. * Az uyku. * Miktar. * Cihet, Misâl. * Yol. * Birbiri ardınca olmak. * Her nesnenin kenarı. * Büyük kıl çuval. giras : Ağaç budağı. * Ağaç dikecek vakit. girbal : (C.: Garâbil) İri delikleri olan elek, kalbur. girban : (Gurâb. C.) Kargalar. girbil : Havuzun dibinde kalan balçıklı su. * Bardak ve şişenin dibinde olan tortu. girbin : Selin getirdiği çamur. gird : f. Yuvarlak. gird-alud : f. Toz toprak içinde kalmış, toza bulanmış. gird-gâr : f. Allah.Yaratıcı. Kudret sahibi. (Bak: Kird-gâr) GİRDİBAD $ : (Gird-bâd) f. Kasırga. Yel çevrintisi. Tehlike. Girdap. girda-gird : f. Fırdolayı, çepeçevre. girdab : f. Suların dönerek çukurlaştığı yer. * Tehlikeli yer. Mühlike. Tehlikeli yer ve zaman. girdar : f. Meşgale, meşguliyet. * Tarz, âdet, yürüyüş. girde : f. Yuvarlak, değirmi. * Evvelce yahudilerin, müslümanlardan ayırd edilebilmeleri için, omuzlarına diktikleri sarı renkte bir parça. * Açılmış yufka. * Yuvarlak yastık. * Gr: Bütün, hepsi, More…girdeban : f. Gözcü, gözetici. girdu : f. Ceviz. gire : (C: Guyer) Diyet. girgin : Her yere sokulan, herkesle görüşen, sokulgan. * Mensub, alâkalı, müteallik. girgira : (C.: Garâgır) Yaban tavuğu. girîban : f. Elbise yakası. girîban-çâk : f. Yakası yırtık. * Mc: Kederli, hüzünlü, üzüntülü. girîban-gir : f. Yaka tutan. girîbanî : f. Bir çeşit gömlek. girift : f. Yakalama, tutma. * Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. * Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. * Türk More…giriftar : f. Tutulmuş. Yakalanmış. girifte : f. Yakalanmış, tutulmuş. * Bir hastalığa mâruz kalmış, hastalığa yakalanmış. * Esir. girifte-dem : f. Nefesi tutulmuş. girifte-gî : f. Tutkunluk. * Hastalık hali. * Esirlik. girifte-hâtir : f. Gücenik, kırgın. girifte-leb : (C: Giriftelebân) f. Dudağı tutulmuş. * Mc: Sessiz, sakin (kimse). girifte-ser : f. Aklı fikri dağılmış kimse. Dalgın kişi. girih : f. Bağ, düğüm. girih-bend : f. Bağcı, düğümcü. * Uçkur. girih-bür : f. 'Düğüm kesen'. Yankesici. girih-gîr : f. Düğümlü, dolaşık. girih-küşa : f. Düğüm açan, bağı çözen. * Mc: Müşkülâtları yenen, zorlukları halleden. girihçe : f. Küçük düğüm, düğümcük. giris(e) : f. Oyun, hile, dalavere. girişme : f. İşve, naz, cilve. Gözle kaşla işaret. girîv : f. Bağırma, feryat etme, çığlık atma, bağrışma. girive : (Girve) f. Çıkmaz yol. Çıkmaz sokak. * İçinden çıkılması müşkül olan durum. girizgâh : (Bak: Gürizgâh) girizî : (Bak: Gariziye) giriziye : (Bak: Gariziye) girk : Çok, kesir. girkî : Yumurta kabuğu. girnevk : (C: Garânik-Garânika) Su kuşlarından boynu uzun bir kuş. Telli turna. Kuğu kuşu. girr : İşten anlamayan ahmak kişi. girre : Gaflet. Boş bir şeye aldanan. * Tevbeyi sonraya bırakıp, aldanan. Övünen, gururlu. Gâfil. İşe yaramaz. girs : (C: Egrâs) Dikilmiş ağaç. * Çocukla birlikte anadan çıkan ince deri. gîrudar : f. Savaş, muharebe, cenk, cidâl, kavga. giryan : f. Gözyaşı döken. Ağlayan. girye : f. Gözyaşı. girye-bar : f. Gözyaşı döken, ağlayan. girye-dar : f. Ağlamış, göz yaşı dökmüş. girye-engîz : f. Ağlatacak sebep, ağlamaya sebep olan. girye-feşan : f. Acıklı acıklı ağlayan, gözyaşı saçan. girye-feza : f. Çok ağlatan, ağlamayı artıran. girye-künan : f. Gözyaşı dökerek, ağlayarak. girye-meşhun : f. Gözyaşı ile dolu. girye-nak : f. Ağlayan, gözyaşı döken. Ağlayıcı. girye-nümud : f. Ağlar gibi görünen, ağlamışa benziyen. girye-paş : f. Ağlayan, gözyaşı döken. girye-perverd : f. Ağlatıcı, gözyaşı döktüren, ağlamayı getiren. girye-rîz : f. Gözyaşı döken, ağlayan. girye-zar : f. Oturup ağlanılan, gözyaşı dökülen yer. giryende : f. Ağlayan, gözyaşı döken. giş : f. Kalb, yürek. gişa : Örtü, perde. * Zar. Deri. Kabuk. * Üst tabaka. * Zarf. Mahfaza. gişaş : Az, kalil. * Evmek, acele. gişavet : Göz kararmak. * Körlük yapan perde. Kabuk. * Baş örtüsü. gişe : Fr. Tren istasyonu, vapur iskelesi ve mağaza gibi yerlerde bilet veya paranın alınıp verildiği yer. gislîn : Yara yıkandığında içinden çıkan irinli ve kanlı su. * Cehennem ehlinin etleri ve kanlarının yıkandığı nesne. gişş : Hıyânet etmek, hâinlik yapmak. * Yaramaz olmak. * Saf olmayıp karışık olmak. gîsu : f. Uzun saç, omuza dökülen saç. gîsu-bend : f. Saç örgüsü, saç bağı. * Altundan yapılmış kadın tarağı. gişyan : Bürünmek, örtünmek. * Cimâdan kinâye olur. gita : Örtü. Örtünecek şey. Perde. gitarres : (C: Gatâris) Zâlim, mütekebbir, kibirli kimse. gîtî : f. Âlem, dünya. gîtî-ban : f. Hükümdar, padişah. gîtî-neverd : f. Dünyayı gezen, dünyayı dolaşan. gîtî-nüma : f. Dünyayı gösteren, cihanı gösteren. gîtî-sitan : f. Dünyayı zapteden, cihangir. gitrif : (C.: Gatârif) Başkan, reis. * Asil ve itibarlı kimse. Soylu kişi. ◊ Mütekebbir, gururlu, kendini beğenmiş.giya(h) : f. Nebat, bitki. giya-zar : f. Çayır, çimenlik, otluk. giyab : Görünmemek. Göz önünde olmamak. * Hazırda bulunmamak. * Bilinmeyen şeyler. * Arka. Arkasından. giyabe : Derinlik, dip. giyaben : Bulunmadığı halde. Mevcut ve hazır olmaksızın. * Mahkeme veya duruşmada olmadan. giyabî : Arkasından olarak. Kendi hazır olmadığı halde arkasından. Gayba âit. Gayba mensup ve müteallik. giyar : Keçe. * Ehl-i zimmetin nişanı. giyas : Medetkâr. Yardımcı. Nusrete yetişen. * Meded. Yardım. giyasa : Suya dalmak. gıybet : Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek. giyer : Halden hale dönmek. giyotin : Fr. Eskiden Fransa'da idam cezalarının infazı için kullanılan, kafa kesmeye yarar âlet. giza : Gıda, besin. (Bak: Gıda) gizlik : f. Uzun saplı kalemtraş. * Bıçak, çakı, kılıç gibi şeylerin keskin olan tarafı. gladyatör : Eskiden Roma sirklerinde vahşi hayvanlarla veya birbirleriyle boğuşan kimse. göden : Kalın barsağın son kısmı. gökdelen : t. Yirmi veya daha çok katlı bina. golfstrim : ing. Atlas Okyanusunda, Meksika Körfezinden başlayarak Norveç kıyılarından Avrupa Rusyası'nın kuzey kıyılarına kadar gelen ılık bir deniz akıntısı. gön : Tabaklanmış deri, her çeşit meşin, sahtiyan vesaire. gonce : f. Gonca. Tomurcuk. Çiçeğin açılmamış durumu. gönder : Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten More…götürü : Tartı veya ölçü ile olmayarak, toptan ve kesin olan. göynük : Arpa torbası. * Ufak süt kabı. * Kıldan yapılmış yoğurt torbası. göz boyamak : t. Mc: Aldatmak, hileye düşürmek. gözdaği : t. Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek. grafik : yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel. gramer : Fr. Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin ve harflerin hallerinden bahseden ilim. Dil bilgisi. granit : Fr. Jeo: Muhtelif renklerde çok sert bir çeşit taş. gu(y) : Diyen, söyleyen mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu $ : Doğru söyleyen. Suhan-gu $ : Söz söyleyen, konuşan. gubar : Toz. gubar-âlud : f. Tozlanmış, toza bulanmış. tozlu. gubare : f. Sığır ağılı, mandıra. * Sığır sürüsü. gubarî : Eski harflerle yazılan bir çeşit ince yazı. Bu isim Arapça toz demek olan gubardan alınmıştır. Yazı, toz gibi ince yazıldığı için bu adı almıştır. Eski Türk devletlerinde güvercin More…gubbe : Tavşancıl kuşunun yavrusu. gubeyra : Yaban iğdesi. * Habeş vilâyetinde darıdan yapılan bir cins şarap. gubre : Toprak renkli olmak. gubşe : Toprak renkli omak. gucme : Kabın dibinde kalan su. gücük : Kuvvetsiz, zayıf, gevşek. gudaf : (C.: Gudfân) Kuzgun. güdahte : f. Erimiş. gudat : Ayıp, zillet, noksanlık. * Ter u taze olmak. güdaz : f. Mahveden, yakan, eriten mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Takat-güdaz $ : Takati mahveden. güdazende : f. Eriten, eritici. güdaziş : f. Yakılma, yanma. gudde : Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş. gudek : f. Çocuk, tıfl. gudekâne : Çocukçasına. gudruf : (C.: Gadârıf) Kıkırdak, kıkırdak kemiği. gudüvv : Sabah vakti. * Sabahleyin bir şeye başlamak. gudve : (C: Gudevât) Sabah namazı vakti ile güneşin doğuşu arası. gufl : Belirsiz, işaretsiz. gufr : (C: Egfâr) Dağ keçisinin oğlağı. * Hastanın iyi olduktan sonra yine üzülüp hasta olması. gufran : Cenab-ı Hakk'ın günahları affedip örtmesi, rahmeti. güft : f. Dedi, söyledi. * Söz, kelâm. güft ü gu : Dedi kodu. Kîl ü kal. güft ü şenîd : İşitilen şeyler, duyulan şeyler. güftar : f. Sözler, lâkırdılar. güfte : Her hangi bir makama göre bestelenen manzume. * Farsça 'söylemek' demek olan 'güften' mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir. guful : Dikkatsizlikten veya şaşırmaktan dolayı bir işte hata yapma. gugird : f. Kükürt. guh : f. Pislik, necâset. güher-füruş : f. Mücevher satan. güher-pare : f. Mücevher parçası. güher-rîz : f. Cevher döken, cevher saçan. güherçile : Barut yapmaya yarıyan bir madde. guk : f. Kurbağa. gul : Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak. * Ölüm. * Belâ. ◊ f. Safdil, ahmak, bön, sersem.gül : f. Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır. gül-bağ : f. Gül bahçesi, gülistan. gül-i ruhsar : f. Gül yanaklı. * Mc: Mânevi çok güzellik sahibi. Çok sevilen. gül-nikab : f. Yüzü gülle örtülü, pembe yüzlü. gül-vend : f. En çok ceviz, incir, fıstık gibi şeylerden yapılan hediye, armağan. gülab : Gülsuyu. gülabdan : İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi. gulam : Genç, delikanlı. Bıyığı henüz bitmemiş genç. * Esir, hizmetçi, köle. gulame (gulme) : Cima arzusu. gulamiye : Tar: Cizye ve diğer vergileri tahsil edenlerin topladıkları paraların hazine veznesine teslim edilişi esnasında cizye veya vergi harç pusulalarının her biri için kendilerine verilen tahsil More…gulampare : Dost, sevgili, mahbup. (Halk ağzında kulampara şeklinde kullanılır.) gulan : Tadı ekşi olan ilâçlar. gulane : f. Üstün bir gayretle. Yüksek bir himmetle. gulat : (Gali. C.) Dinde, mezhebte çok ileri salâbet gösterenler. * Galeyân edenler. gulaz : Kalın, kaba. gülbank : (Gülbang) f. Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir. gülbeden : f. Vücudu gül gibi nâzik ve lâtif olan. gülbiz : Gül serpen. gülbün : f. Gül yetişen yer, gül köşkü. gülçe : (Gül-çe) f. Küçük gül, gülcük, çiçekçik. gülçehre : Çehresi gül gibi lâtif olan, çehresi gül gibi olan. gülçin : f. Gül devşiren, gül toplayan. güldan : f. Vazo, içine çiçek konan kap, gül mahfazası. güldehan : (Güldehen) f. Ağzı gül gibi güzel ve lâtif olan. güldeste : Çok güzel şeylerden bir tutam. * Gül demeti. * Müzikte makam adı. güle : f. Zülüf. Bükülmüş ve kıvrılmış saç. gülefşan : (Gül-efşân) f. Gül saçan. gülendam : f. Güzel endâmlı, boyu gül gibi nâzik ve lâtif olan. gulet : Fr. İki direkli ve yan yelkenli gemi. gulf : (C.: Eglaf) Kılıf. Kışır, kabuk. gülfam : f. Rengi gül gibi kırmızı olan, gül renkli. gulfe : Zekerin sünnet edilecek derisi. gülfeşan : f. Gül saçan, gül dağıtan. gülgeşt : (Gül-geşt) f. Gül gezintisi, gül seyri. gülgonce : f. Henüz açılmamış gül. gulgul(e) : Bağrışıp çağrışma. Şamata, gürültü. Velvele. * Ağız tarafı dar olan bir kabdan akan suyun çıkardığı ses. gülgun : f. Pembe, açık kırmızı. Gül renkli. gülgune : f. Gül renkli. * Gül yanaklı. * Kadınların kullandıkları gül rengindeki düzgün. gülhane : İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle More…gülhîz : f. Gül yetiştiren. gülî : f. Gül renkli. Gül gibi. gülistan : (Gülsitân) Gülyeri, gül bahçesi. gülizar : f. Gül yanaklı, alyanaklı. gull : Kelepçe. Suçlunun boynuna veya ayaklarına takılan zincir, pranga. güllabici : Tar: Akıl hastahanelerindeki gardiyanlar. Bunlar ellerinde kamçı olduğu halde deliler arasında dolaşıp azgın delileri döverek uslandırmak vazifesiyle mükellef olduklarından, dışarda bu türlü More…gülle : Top mermisi. (Vaktiyle demirden veya taştan yuvarlak olarak yapılırdı. Şimdi çelikten, silindir biçiminde ve ucu sivri olarak yapılmaktadır.) gullet : Sıcaklık. * Susuzluk harareti. gülnahl : f. Gül fidanı. gülnak : f. Hisar ve kale. gülnar : f. Narçiçeği. gülnefesî : f. Lâtif ve hoş sözlülük. * Güzel kokulu olmak. gülnihal : f. Gül fidanı. gülpuş : f. Gül örtülü, pembe yüzlü. gülreng : (Gül-reng) f. Gül renkli, pembe renkli. gülrîz : f. Gül serpen, gül saçan. * Meşhur bir cins lâle. gülru(y) : f. Yüzü gül gibi güzel ve kızıl renkli olan. Al yanaklı. gülruh : (Gül-ruhsar) f. Güzel yanaklı güzel, yanakları pembe olan güzel. gülşen : f. Gül bahçesi. Güllük. gülşen-ârâ : f. Gül bahçesini süsleyen. gülşen-gâh : f. Gül bahçesi. gülsitan : (Bak: Gülistan) gülten : f. Gül gibi lâtif ve nâzik vücutlu. gülu : f. İnsan veya hayvan boğazı. gülubend : f. Boyna sarılan sargı, boğaz sargısı. gulüf : (Gılâf. C.) Kınlar, mahfazalar, kılıflar. gülugîr : f. Boğazda kalan, boğazdan zor geçen (şey). * Ahlat armudu. gulul : Ganimet malında hıyanet etmek. gulumiyye : Cimaa şehveti olan kimse. gulüvv : Ayaklanma. Taşkınlık. * Üşüşme. Hücum. Saldırış. * Edb: Mübalağanın son derecesi. Üçe ayrılan mübalağanın diğer iki derecesinden biri tebliğ, öteki iğraktır. Aşağıdaki parçada mübalağa gulüv More…gulv : Haddini tecavüz etmek, haddini aşmak. * Yiğitlik zamanının evveli ve sür'ati. gülve : f. Fırın bacası. gulyabani : İnsanı felâkete attığına itikad edilen vahşi bir mahluk ismi. gülzar : f. Gül bahçesi. Gül tarlası. güm : f. Yitik, kayıp, zâyi. guma : Hava bulutlu olduğundan ayın görünmemesi. güman : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe. gümaşte : (C.: Gümaştegân) f. Vekil, vezir. gümgeşt : f. Kaybolmuş, yitirilmiş. gumgume : Nâra. * Avaz, ses. gümkerde : (Gümkerdepey) f. İzi kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş. * Yaptığı işi kimseye sezdirmeyen. gumme : Tasa, keder. * Kırba, tuluk gibi şeylerin derinliği. * Belirsiz mühim nesne. gümnam : f. Eseri kalmamış, adı sanı kaybolmuş, unutulmuş. gumr : (C: Agmâr) Bön, ahmak kişi. Gafil kimse. gümrah : f. Yolunu şaşırmış. Doğru yoldan sapmış. * Bol, gür. gümrahî : f. Sapıtma, doğru yoldan çıkmış olma. gumre : Kadınların yüzlerine örttükleri kırmızı bez. * Küçük kadeh. gümşüde : f. Telef olmuş, zâyi olmuş, kaybolmuş. gumum : (Gamm. C.) Tasalar, kederler, dertler, kaygılar, hüzünler. gumuz : Sözün kapalı ve karışık oluşu. gun : f. Tarz, gidiş, sıfat. * Renk. güna gûn : f. Türlü. Çeşitli nevilerde olan. Çeşit çeşit. Renk renk. guna-gun : f. Türlü türlü, renk renk. Alaca. günah : f. Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı iş. Allah'ın emirlerine uymayan hareket. (Bak: Kebâir-Cünha) günahkâr : f. Günah işleyen, günahlı. günahkârî : f. Günahkârlık. günahpişe : (C: Günahpişegân) Günah işlemeyi âdet haline getiren. günahpişegân : f. Günah işlemeyi âdet haline getirenler. günaşiri : t. İki günde bir. Bir gün olup ertesi gün olmayarak ve böylece sürüp giderek. günbed : f. Kümbet, kubbe, üst tarafı yuvarlak şekilde olan bina veya çıkıntı. gunc : Eda, naz, kırıtma, cilve. günc : f. Hazine. Köşe. Zâviye. güncayiş : f. Sığışma, sığma. güncîde : f. Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış. güncîden : f. Sığmak, girmek. güncişk : f. Serçe kuşu, usfur. gune : f. Tarz, gidiş, yol, tarz. Sıfat. gune gune : f. Türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk. güng : Dilsiz. güngörmek : Mc: İkbal, refah, saadet, mutlu olarak yaşamak. güngörmüş : Tecrübeli, iyi günler yaşamış. gunm : Bir şeye meşakkatsiz nâil olmak veya düşmandan doyumluk almak mânalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim olarak ıtlak olunur ki ganimet de, her iki mânada böyledir. gunne : Genizden söylemek, sesi burnundan çıkarır gibi okumak. Burundan gelen ses.(Tecvidde harfin vasıflarındandır) (Bak: İdgam) gunya : f. Geometride kullanılan bir âlet. Gönye. gunyan : Kimseye ihtiyacı olmayıp müstağni olmak. gunyat : Kudret, zenginlik. gunyet : Zenginlik. gunz : Tasa, keder. * Zahmet, meşakkat. gur : Kabir, mezar. * Meşhur pehlivan Rüstem-i İraninin lâkabı. * Yaban eşeği. gur-hane : f. Türbe. gur-ken : f. Mezarcı, mezar kazan. gurab : (C: Garbân-Egribe) Karga. gurabe : f. Kubbeli türbe. guraf : Büyük ölçek. güraz : f. Azgın erkek domuz. gürbe : f. Kedi. gurbet : Gariblik, yabancılık. Yabancı bir memleket. Yabancı yer. Yâd el. gurbet-zede : f. Memleketinden başka yerde bulunan, gurbete düşmüş olan. gürbüz : f. Yaşından fazla gösterişli, serpilmiş, vücutlu, genç irisi. * Cerbezeli. * Anlayışlı. İdrakli. * Kahraman, yiğit. gürcü (gürcî) : Güney Kafkasya'nın Gürcistan ahalisinden olan ve Gürcüce konuşan kimse. gürd : f. Cesur, kahraman, yiğit, bahadır. gürdas : f. Gaddar, zalim. gürde : f. Böbrek. gureba : (Garib. C.) Garibler. guref : (Gurfe. C.) Köşkler, kasırlar, çardaklar. gurema : (Gerim C.) Düşmanlar, adüvler, hasımlar, rakibler. * Alacaklılar. gurer : Her ayın ilk üç gecesi. gurfe : Yüksek, âli bina. * Yüksek derece. * Cennet köşkleri. gürg : (C.: Gürgân) f. Canavar, kurt, zi'b. gurgure : Atın alnında olan beyazlık. * Ulu, şerif kimse. gürgzade : f. Kurt yavrusu. gürihte : f. Kaçkın, kaçmış, kaçak. gürisne : (C.: Gürisnegân) f. Aç, fukara, fakir. gürisne-gân : (Gürisne. C.) f. Açlar, fakirler, yoksullar. gürisneçeşm : f. Pinti, cimri, hasis. Aç gözlü. gürisnegî : f. Açlık, sefalet. guristan : f. Mezarlık, türbe. Kabristan. güriz : f. Kaçma. * Kaçan. * Edb: Kasidelerde mevzuya girmeden evvel söylenen beyit. gürizan : f. Kaçan, kaçıcı. gürizende : (C: Gürizendegân) f. Kaçan, kaçıcı. gürizgâh : (Girizgâh) f. Kaçacak yer. * Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir More…gurl : Sünnet olmamış kimse. gurle : Sünnet olunacak deri. gurm : Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur) gürmih : f. Çivi. * Hayvan bağlanan büyük kazık. gurmul : (C: Garâmil) Erkek eşek. * At zekeri. gurr : Beyaz leke. gurran : f. Haykıran, gürleyen, homurdayan. gurre : 'Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak More…gurrende : f. Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen. gürs : f. Kir, leke, pas. Açlık, sefâlet. * Zülf, kâhkül. gurub : Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak. * Uzaklaşmak. Irak olmak. güruh : f. Bölük. Cemaat. Takım. Kısım. * Fevc. gurur : Kibir. Boş yere güvenmek. * Kıymetsiz şeylere güvenip mağrur olmak. gurve : Burnun ucundaki kıkırdaktan yapılmış yumuşak kısım. gürz : Silâhın icadından evvel kullanılan bir harp âleti. Gürz, yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. Gürzün Türkçesi More…gurz (gurza) : (C: Guruz-Ağraz-Guraz) Su taksim olunan yer. * Eyer kolanı. gurze : (C.: Guruz) Pamuklu elbisede kullanılan kaba dikiş. gurzuf : Kıkırdak. * Yumuşak olan kemik. guş : f. Kulak. * Mc: İşitmek. guş-asb : f. Rüya. * İhtilam. Uyurken cenabet olmak. guş-dar : f. 'Kulak tutan.' Sözü tam mânasıyla dinleyen, kulak veren. guş-hurde : f. Kulağı bükülmüş, terbiye edilmiş. guş-var : f. Küpe, kadınların kulaklarına taktıkları mücevher. guş-zed : f. Kulağa çarpan, işitilen. güşa : f. Açıcı, açan mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-güşa $ : Gönüle ferahlık veren. Gönül açan. gusa' : Sel köpüklerine karışmış çürük ağaç yaprakları tortusu, köpüğü. guşab : f. Pekmez. güşad : f. Açılış, açılma, açma. * Bir cins ok atma şekli. güşade : f. Ferah, şen, Açılmış, açık. güşade-dest : (C: Güşadedestân) f. Civanmert, cömert, eli açık. güşade-destân : (Güşadedest. C.) f. Cömertler, civanmertler, eli açıklar. güşade-dil : f. Gönlü şen. güşade-ebru : f. Güler yüzlü. Mütebessim. şen. güşade-hatir : f. Gönlü rahat. güşadname : f. Padişah fermanı. * Boşanma vesikası. gusale : f. Dana, buzağı. Sığır yavrusu. * Kösele. ◊ Yıkama suyu.guşane : Düşürülmüş hurma. * Hurma ağacı altına düşüp toplanan hurma. güsar : f. Yiyen, yiyici. İçen, içici manalarına birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Gam-güsar $ : Dert ortağı, arkadaş. gusas : (Gussa. C.) Kederler, hüzünler, kaygılar, tasalar. güşayende : f. Açan, açıcı. güşayiş : f. Açıklık, açılış, açılma. guşe : f. Köşe, kenar, bucak. guşe-bend : f. Köşebent. * Ciltli kitaplarda kapağın dört köşesine yapılan süsleme. guşe-gîr : f. Bir köşeye çekilen. guşe-nişin : f. Köşeye çekilen, münzevi, insanlardan uzaklaşan. guşetmek : İşitmek. Dinlemek, kulak vermek, mesmu' olmak. gusfend : f. Koyun. (Bak: Guspend) guşiş : f. Çabalama, uğraşma, çalışma. güsiste : f. Kopmuş, kırılmış. * Sökülmüş, çözülmüş, gevşemiş. gusl : (Bak: Gusül) guşmal : f. Yola getirme, te'dib etme, kulak bükme, ihtar etme. gusn : Ağaç dalı. Budak. * Tıb: Damar ve sinir gibi ayrılan bedenin cüzleri. ◊ Saç örgüsü.güsn(e) : f. Açlık, sefalet. gusne : Tek dal. guspend : f. Koyun, ganem. guspend-güşân : f. Kurban bayramı. gusre : Yeşile benzer bozrak renk. guss : Leîm, zayıf adam. * Bir şeyi beğenmeyip ayıplamak. gussa : Keder. Tasa. *Gam. * Boğaza takılan yemek. * Ağaç, diken. gussadâr : f. Kederli, tasalı. Kaygılı. Gussalı. gussanâk : f. Kederli, hüzünlü, tasalı, kaygılı. guşt : f. Et, lahm. güşta : f. Cennet, firdevs. güstah : f. Arsız, edepsiz, küstah, saygısız. güsterde : f. Döşenmiş, yayılmış. guştin : f. Etten, etten ibâret, etten meydana gelmiş. güşude : f. Açılmış. gusül : Boy abdesti. Temizlenmek. Maddi, manevi temizlik için şartları dahilinde yıkanmak. Taharet-i Kübrâ da denir. gusun : (Gusn. C.) Filizler, ağaç dalları. gusv : Zulmet, karanlık. gutat : Sabahın erken saatleri. gute : f. Su içine bir defa dalıp çıkma, suya dalma. gute-hâr : (Gute-hor) f. Suya dalan. gutguta : (C: Gatâgıt) Yeni doğmuş kuzu. gutme : Pelteklik, kekemelik. güva : f. şahit, delil. güvah : f. Şahit. Gören. Bilen. Tanıyan. güvahî : f. şahitlik. şahitlik etmek. güvar (güvara) : Hazmı kolay olan ve zaikaya hoş gelen, nefsin meylettiği şey. güvaraî : Tatlılık, hoşa gitme. güvarende : f. Hazmedilmesi kolay. güvariş : f. Sindirime yarıyan şeyler, hazme yardımı olan şeyler. guvas : Feryâd edip, 'imdat!' diye bağırmak. güvaş(e) : f. Boya, renk. guvat : (Gavi. C.) Azgınlar, sapkınlar. güveç : Yemek pişirmeye mahsus toprak kap. güverte : Geminin anbar veya kamaralarının üstü, gezilecek kısmı. guvl : (C: Agvâl-Gaylân) Cinden bir tâife. guvr : Bir ölçek. (12 senc miktarıdır: Senc: 24 batmandır.) guvta : Şam diyarında suyu çok olan ağaçlık bir yer.GUY : f. Söyleyen, konuşan, söyleyici. * Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu. * Baykuş. güya : f. Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet. * Söyleyen. güyan : f. Söyleyen. güyem : f. Söylerim (mânâsına fiil). güyende : f. Söyleyici. Söyleyen. Kail olan. guyî : f. Söyleyiş, söyleme. guyub : (Gayb. C.) Hazırda olmayanlar. Kayıplar. guyum : (Gaym. C.) Bulutlar. guyus : (Gays. C.) Yağmurlar. güz : Sonbahar. güzaf : f. Boş, bîhude. Lüzumsuz. guzame : Bir miktar süt. güzar : f. Geçiş, geçme. * Beceren, halleden, yapan. * Geçiren, geçirici mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dem-güzar $ : Zaman geçiren, vakit öldüren. güzare : f. Rüyâ tâbir etme, düş yorma. güzarende : f. Geçen, geçici. Geçiren, geçirici. güzariş : f. Rüya tâbir etme. ◊ f. Geçiş, geçme.güzaşte : f. Geçmiş, geçmiş olan. guzat : (Gazi. C.) Din için harbedenler. Gaziler. ◊ (Bak: Gudat)guzbe : Tez gadaplanan, çabuk kızan. guze : f. Koza. güzer : Geçiş, geçme. * Geçici, geçen. güzeran : f. Geçen, geçici. * Geçme. Geçiş. güzergâh : f. Geçit yeri. Geçilecek yer. güzername : f. Geçiş tezkeresi. güzeşt : f. Geçme, geçiş. Geçen. güzeşte : f. Geçen. Geçmiş. Geçmiş olan. güzîde : (Güzin) f. Seçilmiş. İntihab edilmiş. Beğenilmiş. güzîde-gân : (Güzide. C.) f. Seçkinler, beğenilmişler, seçilmiş olanlar. güzîde-suhen : f. Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan. güzîden : f. Seçmek. İntihab etmek. güzîn : (Bak: Güzîde) güzîniş : f. Seçiş, seçme. güzîr : f. Derman, çare, deva. guzn : (C.: Guzun) Derinin büklümü. guzr : Çokluk, kesret. * Devenin sütünün çok olması. guzruf : (C.: Gazârif) Kulak kemiği. * Kıkırdak. guzuza : Taze olmak. guzz : Oğuz Türkleri.