A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
c : Arabî ayların kısaltmalarında Cemaziyel Evvel ayının kısaltılmış hali. ç : Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, ebced hesabında 'cim' harfi gibi üç sayısının karşılıdır. câ : f. Yer. Mekân. Mevki. ca'ab : Bileyci. ca'am : Tama' etmek. ca'b : Kazmak. * Atmak. ca'be : Ok torbası, sadak. ca'ber(e) : (C.: Ceâbir) Kısa boylu kimse. ca'ca' : (C.: Ceâci) Taşsız yer. * Zindan. ca'caa : Değirmen sesi. * İsteklerde zorluk vermek. * Devenin çökermesi. * Çökmüş deveyi kaldırmak. ca'cere : (C.: Ceâcir) Hamurdan çeşitli şekiller yapıp, pekmez içinde pişirip yerler. ca'l : 'Yaratmak, halk. * Almak. * İş işlemek. Yapmak. * Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih More…ca'le : (C.: Cüul) Küçük hurma ağacı. ca'lî : Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve taklid. ca'liyyat : Yapmacık hareketler, sahte, düzme hâller. ca'liyyet : Yapmacık (olmak.) ca'ma : Yaşlı deve. ca'mus : (C.: Ceâmis) Pis, necis. ca'r : Yırtıcı kuşların pisliği. ca's : Pis, necis. ca'sûs : (C.: Ceâsis) Kötü huylu, kısa boylu. ca'v : Deve ve koyun tersini toplamak. ca'z : Yoğun, kalın nesne. ca'zerî : Kısa boylu, galiz, sitemkâr kimse. caadet : Etli, semiz ve kıllı kişi. * Su kenarında biter bir ot. * Bir kabile adı. ◊ Kıvırcıklık.caar : Sırtlan. çaba : Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç. cabe : Bir cevap. cabeca : f. Yer yer. Ara sıra. Yerden yere. Bazı yerlerde. cabet : Cevap vermek. câbi : (Cibâyet. den) Eskiden Evkaf gelirlerini ve zekâtları toplayan tahsildar. câbir : Cebredici, zorla yaptıran.* Galib gelen. * Şefkatsiz, merhametsiz. * Tekebbür ve taazzüm eden. * Aziz ve kavi olan. * Tıb: Kırıkçı, çıkıkçı. * Cebir ilminin ilk kurucusu olan müslüman âlimi. More…cabiye : (C.: Cevâbi) Cemaat. * İçinde su toplanan büyük havuz. * Şam diyarında bir şehir adı. cablus : f. Dalkavukluk, yaltaklanma. * Dalkavukluk eden, yaltaklanan. cablusî : f. Dalkavukluk, yaltaklanıcılık. çabük : f. Çabuk, seri, aceleli, hızlı, tez, hafif. çabük-hirâmân : f. Sür'atli yürüyen. Çabuk yürüyen. çabük-rev : f. Çabukça giden. çaçaron : İtl. Çok konuşan, çenesi düşük, geveze. çaçele : f. Postal, ayakkabı, çarık, pabuç. cadd : (Câdde) Ciddi, çalışkan, azimli.CA'D : Kıvırcık saç, şa're. cadde : Geniş, işlek, büyük yol. Anayol. şah-rah. cadi : Avrupa'da putperestlik çağından beri gelen bir inanca göre, şeytanın gücünü kullanarak büyü yolu ile insanlara kötülük eden, felâketler getiren kadın. Bu bâtıl inanç yüzünden birçok More…cadib(e) : Kusur görücü. Başkalarının noksan taraflarını gören. cadil : Gürbüz, kuvvetli, kavi, metin. cadis(e) : Viran, harap, yıkık. * Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi. cadu : f. Büyücü, cadı. * Hortlak, gulyabani. * Acuze, çirkin kocakarı. * Çok güzel söz. cadu-fenn : f. Büyücü, sihirbaz. cadu-ger : f. Büyücü, sihirbaz. cadu-suhen : f. Sihirlercesine söz söyleyen.CA'F : Atmak, yere vurmak. cafî : Cefa eden, eziyet veren. cafil : Yürürken çabuk olan kimse. cafûn : Karpuz. çağatay : Cengiz Han'ın oğlu Çağatay Han'ın ismine nisbetle Mâvera-ün Nehr taraflarında oturan Doğu Türklerine ve edebî lisan olarak kullandıkları Doğu Türkçesine verilen isimdir. çağdaş : (Bak: Asrî) cager : f. Kuş kursağı. çağla : (Çağala) Badem, erik, kayısı gibi yemişlerin yenebilen ham meyvesi. çağlar : Kayalara veya setlere çarparak, yerden köpürerek düşen su. Şelâle, çağlayan. çağz : f. Kurbağa. * Korku, havf. * Kapandığı halde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. * Ah ü fizar. İnilti. cah : (Câhe) f. Makam, mansıb. Kadr, itibar. çâh : (Çeh) f. Kuyu. Çukur. cahan : Yediği fayda etmeyip geç büyüyen çocuk. cahar : Kuyunun içinin geniş olması. cahb : (C.: Echibe) Ebücehil karpuzu. * Korkudan dolayı kederli olmak. cahcah : (C.: Cehâcih) Ulu, şerif kişi. cahcaha : Gönlünde olan sırrını gizlemek. * Çağırmak. * Su sesi. cahd : Bile bile inkâr etme. cahdel : Semiz. cahdem : (C.: Cehâdim) Ekin tarlası. cahder : Kısa boylu. cahf : Tekebbürlenmek, kibirlenmek, gururlanmak. ◊ Övünme, fahr. * şeref.cahfel : Dudakları kalın olan kimse. * Asker. * Zenginlik. cahfele : (C.: Cehâfil) At dudağı. cahh : Ayakları uzun, yeşil çekirge.* Adamın beli bükülüp eğilmek. cahî : (Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan. cahid : Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. More…cahif : Uykusunda dişini öttürmek. * Çok fazla hafiflik üzerine olmak. * Nefis, ruh. * İnsanın karnından çıkan ses. * Kısa. * Çok asker. ◊ Kişinin kendi yanında olan şeylerin More…cahil : Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy. * Allah'ı unutmuş olan. Gafil. cahilane : f. Câhillikle, câhilce, câhil kimseye yakışır şekilde. cahile : (C.: Cevâhil) Değirmen çarkı. cahim : Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş. * Cehennem'in bir tabakası. ◊ Çok sıcak yer.cahimî : Cehennem gibi. cahiyen : Aşikâr olarak, alenen. câhiz : Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi. * Patlak gözlü adam. cahiz : Cesur, cesaretli, yiğit. cahl : Çekirge gibi bir büyük arı. * Büyük kırba. * Ters yuvarlayan bir böcek. cahma' : Gözleri büyük ve çok kırmızı olan kadın. cahme : Nazar değdiren göz. * Kat kat ve şiddetli yanan ateş. cahmeriş : (C.: Cehâmir) Çok yaşlı kadın. * Eşek sıpası. cahre : Şiddet ve kıtlık yılı. * Yemek. cahreme : Darlık. * Kötü ahlâk. cahş : (C.: Cihaş-Cuhşâ) Eşek sıpası. * Kolan eşeğinin erkeği. cahşe : Eşek sıpasının dişisi. * Çobanın eline dolayıp eğerdiği ip. cahsuk : f. Orak. cahûd : (Cahd. dan) İsrarla inkâr eden. Muannidce, isnat edilen bir sözü kabul etmeyen. * Yahudi. cahûf : Mağrur, kibirli, kendini beğenmiş. cahzem : Gözleri büyük olan kimse. caibe : (C.: Cevâib) Halkın ağzında gezen haber. cail : Yapan, bir şey veren, kılan. * Yaratıcı. (Bak: Ca'l) ◊ Cevelân eden. Yerinde durmayıp hareket eden.cair : Mâni, engel. * Eğri. * Çok, kesîr. * Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden. caiz : Mümkün, olur, olabilir. * Fık: Yapılması sahih ve mübah olan herhangi bir fiil veya akit. caize : (Cevaz. dan) (C.: Cevaiz) Azık, yol yiyeceği. * Hediye, armağan, bahşiş. * Edb: Eskiden takdim olunan medhiyeli bir şiire veya bir san'at eserine karşılık olarak verilen para, hediye ve More…çak : f. Yarık, çatlak, yırtmaç. * Kılıç, bıçak gibi şeylerin sesleri. * Sabah vakti beyazlığı. * Küçük pencere. * Hazır. Amâde. ◊ f. İyi, güzel, sıhhatli, şişman.caka : (Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş More…çakacak : f. Silahlı çatışmadan çıkan ses. çakaloz : Çakıltaşı atan bir nevi küçük top. çakçak : Parça parça, yırtık pırtık. * Kılıç ve emsâli şeylerin sesleri. çâker : f. Kul, köle. çâkerâne : f. Kölecesine, köle gibi. çâkerî : f. Abd'e, köleye ait. * Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik. çakmakli : Ağızdan dolan ve tetik yerinde bir cins çakmakla ateş alan eski tüfek çeşitlerinden biri. çakşir : İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar. * Kuşların ayağındaki tüy. çakuç : f. Çekiç. câl : Akıl. * Rey. * Kuyu duvarı. çal : İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at. * Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. More…cal' : (Câli') Terbiyesiz. Kötü konuşan. cal(i) : f. Tuzak, ağ. * Misvak ağacı. çala : İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak. çalab : t. İlâh. Mâbud. Cenâb-ı Hak, Rab. çalak : f. Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Dâima çalışan. Her bir hareketi çabuk olan. * Akıl ve ferâseti açık. çalakî : f. Çeviklik, süratlilik, tezlik. çalbus : f. Dalkavuk, yaltakçı. çalçene : t. Durmayıp konuşan, geveze. cale : f. Nehrin bir kenarından diğer kenarına geçebilmek için ağaçtan, sazdan veya şişirilmiş tulumlardan yapılan sal. cali' : Açık-saçık kadın. Hayasız kadın. * Utanmaz, utanması kıt olan adam. calib : Çekici. Celbedici. Kendi tarafına çekip getirici olan. calif : Deri soyan, kabuk soyan. calife : Deri ile eti birlikte koparan yara. çâlik : f. Çelik çomak oyunu. çalim : Tavır, eda. * Kılıcın keskin tarafı, ağzı. calinos : (Kalinos) yun. İlk devirlerde yaşamış olan bir Yunan Filozofunun adı. calis : (C.: Cüllâs) Oturan, oturucu, cülûs eden. Tahta çıkan. çâliş : f. Savaşta düşmana karşı gurur ve naz ile yürüme. * Mukabil, karşı durma. * Savaş, muharebe, harp, ceng, mücadele. * Birleşme. caliz : f. Sebze bahçesi, bostan. Kavun karpuz tarlası. calût : (Bak: Yûşâ A.S.) cam : f. Cam, şişe, bardak, sırça. çam : f. Eğrilme, bükülme. * Salınma. cam-i zerrin : f. Altın kadeh. * Tas: Allah âşıkının kalbi. * Bir kasaba adı. * Bir şarab adı. came : f. Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas. çâme : f. şiir ve gazel. Manzume. came-gî : f. Hâdim ve hizmetçilere verilen ücret ve elbise parası. * Tüfek fitili. * Elbiselik kumaş.* Hizmetkâr, hademe, hâdim. çâme-gûy : f. Şair. camedar : f. Elbiseyi muhafaza eden kimse. * Vestiyer. camehab : f. Yatak. camekân : f. Elbise soyunulacak yer. * Camlık. cameşuy : (C.: Câmeşuyân) f. Çamaşırcı, çamaşır yıkayan. camger : f. Cam yapan sanatkâr, camcı ustası. camgûl : f. Külhanbeyi. camhane : f. Cam fabrikası. cami : 'İslâm mâbedi. İbadet yeri olan bina. * Cem'edici, toplayıcı, içine alan. * Cem'etmiş, toplamış bulunan, hâvi ve muhit olan. * Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâm bütün evvel More…camî : (Molla Camî) Hi: 817-898 Büyük bir İslâm müellifidir. Asıl adı: Abdurrahman'dır. Yüze yakın eser vermiştir. camia : Topluluk. Birlik. Kütle. * Dâr-ül fünûn. camid : (Câmide) Ruhsuz, sert, katı madde. Cansız. camih : Başı sert hayvan. camil : Çobanla olan deve sürüsü. camis : Cansız, camid. * Letâfeti gitmiş olan elbise. camit : Eski ve Ortaçağlarda Giresun ile Samsun arasında kalan dağlık mıntıkaya verilen ad. Osmanlılar zamanında bu kelime Canik olarak kullanılmıştır. çamulari : Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi. camus : Su sığırı. Manda. Kömüş. can : f. Yaşayış. Diride olan kudret, kuvvet. Hayat cevheri. can-aferin : f. Yaratıcı. can-azar : f. Can yakan, can inciten, eziyet veren. Acı çektiren. can-bahş : f. Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah. can-efşan : f. Bir dâvâ uğrunda canını veren, canını feda eden. can-fersa : f. Can dayanamıyacak derecede. can-geza : f. Ruh sıkıcı, can sıkıcı. Tehlikeli olan, öldürücü. can-gîr : f. Can sıkıcı, ruh sıkıcı. can-güzar : f. Cana dokunan, candan geçer olan. can-nisar : f. Canını harcayan, canını fedâ eden. can-şiken : f. Azrâil (A.S.) can-sitan : f. Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel. cana : f. Ey sevgili! Ey can! canan : f. Sevgili, güzel, sâhib-i cemâl. * Canlar, ruhlar. canavar : f. Can alıcı, kahredici. * Vahşi, yırtıcı hayvan. Kurt. canbaz : (C.: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz. * Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse. * Aldatan, hilekâr, hile yapan. * Eskiden atlı fedai asker. canbeleb : Ölecek halde, canı dudakta. candade : f. Bir şeye candan bağlanmış. Can vermiş, candan bağlanan. candane : f. Tepe ile alın arasındaki yer, bıngıldak. Beyin. candar : f. Diri, canlı, zihayat, ziruh. * Silâhlı kimse. * Muhafız, koruyucu, emniyet memuru. * Yol yiyeceği, azık. cane : f. Silah. çane : f. Çene. canfeza : Gönüle ferahlık veren, can artıran. * Ayın 23. gününe verilen ad.CAN-GÂH $_ : f. Can evi. * Can azaltıcı. canhiraş : f. Dayanamıyacak derecede acı ve keder veren. cani : 'Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan. Caniler nasıl haksız yere insanı öldürüyorlar ve onların hayatlarına son veriyorlarsa; kâfirler, inkârcılar, dinsizler More…canî : f. Candan sevilen. canib : f.Yan, yön. Cihet, taraf. Yüksek taraf. canibeyn : İki taraf, iki cânib, iki yan. canih(a) : (Cünha. dan) Suç işlemiş, mücrim, cinayet işleyen. caniha : Bir tarafa meyleden veya bir cenahı tutan. * Göğüs altındaki iyeği. canişin : Birinin yerine geçen, birinin yerine vekâlet eden. Vekil. cankurtaran : t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta. * Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans. cann : Ateşten mahlûk cinlerin babası olan. * Bir beyaz yılan cinsi. * Cin taifesi. İnsanlardan evvel yaratılan bir nevi mahlûklar, cinler. (Bak: Cinn) canperver : f. Kalbi ferahlandıran. Ruha hoş gelen. canrüba : f. Gönül alan, gönül kapan dilber. canşikâf : f. Can yaralayıcı, can yırtıcı. canşikâr : f. Öldürücü. * Mc: Can avlayan veya öldüren. Sevgili, mahbub. cansiper : (Cansupâr): f. Canını feda eden. cansiperane : f. Canını feda edercesine. cansuz : f. Can yakıcı, yürek tutuşturan. çap : f. Basma, baskı, tab. çapar : Postacı. çapkun : Seri ve yorulmaz neviden iyi bir at cinsi. çaplus : f. Dalkavuk, yaltakçı. çapûl : f. Yağma, saldırı. çapûlcu : Düşman toprağına atla hücum edip yağma eden. Akıncı, yağmacı. câr : Kadınların, elbisenin üstünde örtündükleri çarşaf. (Bak: Çarşaf) ◊ Çeken, sürükleyen. * Komşu. * Medet eden, yardımcı. * Müşteri.car : Faydasız bağırıp çağırmayı ve gevezeliği ifade eder ve ekseriya mükerrer kullanılır. çâr : f. Dört. Cihâr. çar : (Slavca) Eski Rus İmaparatorlarının ünvanları. * Bulgar kralı. çar naçar : f. İster istemez, mecburiyetle. çar u yek : Dörtte bir. çâr-bâliş(t) : f. Evvelce padişahların ve makamca büyük olanların üzerlerine oturdukları dört katlı şilte. * Dört unsur. çar-deh : f. Ondört. çar-gâh : 'f. Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub'dur. * Dünya, küre-i arz, cihan. * Türk musikisinde bir makam adıdır.' çar-guşe : f. Dört köşe. Dört taraf. Dört yön. çar-şeb : f. Cilbab, ferace, çarşaf. çar-şenbih : f. Haftanın dördüncü günü. Çarşamba günü. çar-tak : f. Çardak. * Dört köşe çadır. çar-yarî : f. Çar-yâra ait. Sünnîlik. çar-yek : f. Çeyrek, dörtte bir. * Saatin dörtte biri, onbeş dakika. * Mecidiye denilen gümüş sikkenin dörtte biri ki, beş kuruşluk bir gümüş sikkedir. çar-zeban : f. Geveze, çenesi düşük, lüzumsuz olarak konuşan. çâre : f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol. * Hile. * Bir def'a. * Ayrılık. çâre-cu : f. Çâre arıyan. çâre-sâz : f. Çâre bulan. çarh : Çark, tekerlek. * Felek, gök, sema. * Ok yayı. * Elbisede yaka. * Tef.* Devreden, dönen. * Çakır doğan. * Talih. çarha : f. Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. * Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap. cari : Akan, akıcı. * Geçmekte olan. * İnsanlar arasında mer'i ve muteber ve mütedavil olan. çariçe : (Slavca) Rus İmparatoriçesinin nâmı. carif : Yıkıp harap etmek. carih : Yaralayan. Yara açan. * Cerheden, çürüten. * Avcı hayvan. cariha : (Müe.) Yaralayan. * Kol, ayak gibi her bir vücud azâsı. carim : Cürüm ve kabahat sahibi. Suçlu. * Ailesinin maişetini kazanan. * Kesen. * Hurma toplayan. carin : Aşınmış ve eskimiş bez.* Belirsiz yol. * Yılan yavrusu. caris : Yaygaracı, geveze, terbiyesiz, güldürücü. Çala çaldıran. çariyar : (Bak: Çaryâr) cariye : Geçer olan, akıcı olan. Seyreden giden. * Güneş, şems. * Gemi. * Cenab-ı Hakk'ın in'âm eylediği rızık ve nimet. * Genç ve iyi hizmet eden kadın. Muharebede İslâm düşmanlarından More…çark : f. (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. * Vapur, değirmen ve dolap çarkı. * Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. * Dönerek More…çarmih : 'f. (Çar: Dört; Mıh: Çivi) Salib. Suçluyu haça germek için kurulmuş, haç şeklinde darağacı. * Geminin direkleri başından aşağıya inen kalın ipler.' çarpa : f. Eşek, deve, koyun v.s. gibi dört ayaklı hayvanlar. carr : Çeken, çekici. Sürükleyici. * Harf-ı cer. carre : Komşu kadını. * Yularından çekilen deve. çarşaf : Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. * Kadınların kullandığı baştan örtülen, pelerinli eteklikli sokak elbisesi. carşeb : f. Çarşaf, cilbab. çarsu : f. Dört taraf. Dört tarafı olan şey. * Çarşı, pazar. çarta(re) : f. Dünya, âlem, küre-i arz. * Dört unsur. * Dört teli olan kemençe. carû(b) : f. Süpürge. çârub : f. Süpürge. cârûb-zen : f. Süpürücü, çöpçü. çârub-zen : f. Süpürücü. carud : Nasrani rüesasından olup Şam'ın da reislerindendi. Kitablarında Hz. Peygamber'in (A.S.M.) vasıflarını görüp imân edenlerdendir. Asr-ı Saâdetten önce yaşamıştır. çaruğ : f. Çarık. çarüm : f. Dördüncü. carûr : Sel arkı. carûre : Kapı ökçesinin yeri. çaş : f. Tahıl yığını, hububat. caselik : Katolik. Başpiskopos, başpapaz, büyük papaz, patrik. casim : Şam diyarında bir köyün adı. casir : (Cesaret. den) Cesaret eden, cesur, cesaretli. caşiriyye : Kuşluk vakti yenen yemek. Kuşluk yemeği. çaşit : Casus. casiye : Diz çökmüş.* Topluluk, cemaat. * Yığın, taş yığını. câsiye suresi : Kur'an-ı Kerim'in 45. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. Şeriat, Dehir Suresi de denir. caslik : (Cesâlik) Nasrâniler hakîmi. * Çokluk, kesret. çaşni : Çeşni, lezzet, tad. Yemeğin tadına bakmak için ağza alınan miktar, tadımlık. cass : Alçı taşı. * Kireç. cassas : Sıvacı, kireççi. cast : f. Üzüm teknesi. Üzümün sıkıldığı yer. çaşt : f. Kuşluk yemeği. * Kuşluk vakti. casûm : Korkulu rü'ya, kâbus. casus : (C.: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına More…caub : Kısa adam. çavele : f. Güzel renkli bir cins gül. * Eğri büğrü, yamuk. cavers : Buğdaylar arasında biten bir cins sarı darı. câvid : (Câvidân, câvidâne, câvidânî) f. Sermedî, sonu olmayan, sonsuz, dâimî, lâyemut. câvidâne : f. Câvidân, ebedi, sonsuza âit, sonsuza müteallik. cây : f. Yer, makam, mevki. cay-baş : f. İkâmet yeri, oda, ev. Yurt, mekân, mesken. cay-gâh : f. Mevki, makam, rütbe. * Yer, mekân. cay-gir : f. Yerleşen, yer tutan, yerleşmiş. cay-mend : f. Yerinden kalkmayan, üşenen, tenbel. Rahatını bozmayan. cay-nişin : f. Yer tutan. Birinin yerine geçen. cayi' : '(C.: Ciya') Aç, acıkmış; aç olan.' cayid : Cömert, sahi. cayîfe : Karın içine geçmiş olan yara. cayiha : Şiddet. * Kıtlık. * Yemişe gelen âfet. cayir : Cevir ve cefâ eden. Eziyet veren. caymak : t. Vazgeçmek. Sözünden dönmek. cazgir : Yağlı güreşlerde pehlivanları seyircilere takdim edip dualarını okuyarak onları meydana çıkaran kimse. cazi : Ayaklarını dikip parmakları üzerine oturan kişi. cazi' : Üzüm çardağının üzerinde enine konulan, üzerine de üzüm çubukları serilen ağaç. cazib : Çekici, cazibeli. * Hoş görünüşlü olup dikkati çeken. cazibe : Çekme kuvveti. * Mc: Letafet zamanı. Hüsn-ü cemal. cazibe kanunu : 'Madde âleminde geçerli olan Cenab-ı Hakk'ın tekvini bir kanunudur. Bu kanuna göre iki madde birbirini aralarındaki mesafe ile ters orantılı; kütle ve miktarlarıyla orantılı olarak More…cazibedar : f. Çekici, câzibeli. cazim : Kat'i karar veren. * Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de 'câzim' denir. Meselâ 'Lem More…caziye : Doğurduktan sonra sütü azalmaya başlayan hayvan. cazû : f. Cadı. Büyücü, sihirbaz. cazz : Semiz,iri gövdeli adam. çe : f. Küçültme edatı olap bu mânâ ile Farsça isimlere eklenir. ◊ (Bak: Çi)ce'b : Kesbetmek, elde etmek, kazanmak. * Yaban eşeğinin büyüğü. * Kırmızı toprak boya. * Göbek. ce'cee : Geri durdurmak. * Deveyi suya çağırmak. * Eşek boncuğu denilen bir boncuk. ce'f : Düşmek. ce'r (cuâr) : Tazarru etmek, yalvarmak. * Çağırmak. ce's : Korkutmak, tahvif. ce've : (C.: Cââ-Cevâ) Çömlek. * Örtü. ce'vet : Kıtlık. * Bir şeyin üzerine örtülen. * Üzerine tencere konulan örtü. * Çömlek. ce'y : Isırmak. ceb' : (C.: Cebeât) Kızıl mantar.* (C.: Ecbu) Nakir dedikleri ağzı dar kap ki, içine su koyarlar. * Tehir etmek, sonraya bırakmak. cebabire : Cebrediciler. Mütekebbirler. Zâlimler. cebae : Üstünde birşey düzeltilen ağaç. ceban : Korkak, ürkek. cebanet : Korkaklık, ürkeklik. Korkulmayacak şeylerden bile korkmak. (Bak: Sırat-ı müstakim) cebb : Bir kimsenin zekerini ve hayasını kesip hadım etmek. * Devenin hörgücünü kesmek.* Kökünden kesmek. cebban : (C.: Cebâbin) Peynirci. cebban(e) : Sahrâ. Bayram namazını kılacak yer. * Mezarlık. cebbar : '(Sıfat-ı İlahiyedendir) İstediğini mutlak yapan, dilediğine muktedir olan. Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. İmar eden Cenab-ı Hak. Kullarını ıslah edip tevbeye götüren Allah Teâlâ More…cebbarane : Cebbarcasına. Cebbar olana yakışacak tarzda. cebbarî : Cebbara mensub, cebbarlık, cebredicilik. Cebbarlık eden. cebceb : Çok hasta deve yavrusu. cebe : Zincir veya halkadan örme zırh. Cevşen. cebe' : Kuyu içinden çıkan toprak ki, etrafına öbek öbek dökerler. cebe-pûş : f. Zırh giyen. cebeci : f. Eski Osmanlı İmparatorluğunun ordusunun zırhlı sınıfına mensub nefer. cebel : Dağ, yüksek tepe. * Mc: Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse. cebelistan : f. Dağlık, dağlık yer. ceberut : Azametin daha dâimîsi ve bâtınîsi. Büyüklük. Hâkimlik. Kudret, celadet. Fart-ı kibir ve azamet. cebha' : Büyük alınlı kadın. cebhane : f. Barut, kurşun, gülle, top, tüfek ve benzerleri gibi levazımat-ı harbiye ve bunların bulunduğu yer. cebhe : Yüz, ön taraf. Harp sahası. Muharebe edilen yer. * Alın. * Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı. * Gökteki ayın menzillerinden birisinin ismi olup arslan suretinin cephesidir, dört More…cebin : (Cebân) Korkak. Cesaretsiz. * Alın. cebin-sâ(y) : f. Alın sürücü, alın süren. cebir : Zabtetmek. Zor. Kuvvet. * Bir şeyi ıslah ve tamir etmek, düzeltmek. * Bâtıl bir fırka. * Mat: Harflerle yapılan hesab. * Tıb: Fevkalâde ameliyat, kırık kemiği sarıp bütünlemek. Kırık veya More…cebire : Çıkık veya kırık olan bir uzva sarılan tahtalar. ◊ f. Halkın bir işe hazırlık yapması.cebl : İhtira, ibda. Yoktan yaratma. cebrail : (Cebril, Cibril) Cenab-ı Hakk'ın emirlerini Peygamberlere (A.S.) bildiren büyük melek. Peygamberimiz Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Kur'ân-ı Azimüşşân'ı vahiyle getiren melek More…cebre : Kemik sarmakta kullanılan ağaç. * Tahta parçaları. cebren : Zorla. Cebir ve kuvvet istimali ile. Kuvvet kullanarak. cebrî : Zorla icra olunan, rızası olmadan zorla yaptırılan. * Cebriye fırkasından olan. cebriye : Cüz'i irâdeyi inkâr edenlerin bâtıl mezhebi. cebub : Sağlam yer. Muhkem. * Yeryüzü. * Katı ve galiz yer. cebz : Çekmek, cezb. çeç : f. Hububat elenen kalbur. * Harman savurmakta kullanılan yaba. çeçek : f. Gül. Çiçek. * Gönül. * Çiçek hastalığı. * Vücutda çıkan ben. ced' : Burun, kulak, el kesmek. * Hapsetmek. ced'a : Kestikten sonra geri kalan nesne. * Hapsetmek. ceda : Bol yağmur, rahmet. * Hediye, ihsan. İn'âm. * Avantaj, kazanç. ceda' : Kıtlık ve şiddet senesi. cedale(t) : Yer. Arz. Dünya. * Hurma koruğu, ham hurma. cedavi : f. Hizmetçi aylığı. cedavil : (Cedvel. C.) Cedveller. * Su yolları. * Listeler. cedaye : Geyik. cedb : Kısırlık. * Kusur. cedced : Pek düz yer. cedd : Babanın babası veya ananın babası. * Büyüklük, azimlik. * Kat'edip geçmek. * Tâli'li olmak. * Kesmek. cedda' : Küçük memeli kadın. * Susuz çöl. ceddat : (Cedde. C.) Nineler. Büyük anneler, anneanneler, babaanneler. cedde : (C.: Ceddât) Büyük vâlide. Annâne, nine. * Yeni olmak. ceded : Yassı, düz yer. cedef : (C.: Ecdâf) Makbere, kabir, mezar. * Yemen diyarından gelir bir otun adı. (Bir kimse bu otu yese su içmeye muhtaç olmaz.) cedel : Konuşmada kavga etme. Niza. Hakkı bulmak için olmayıp, galib görünmek için çekişme. (Diyalektik) * Man: Meşhur veya müsellem mukaddemelerden terekküb eden kıyastır. cedel-gâh : f. Çekişme yeri. * Mc: Dünya. cedelî : Tartışmaya, münakaşaya ait. Münakaşacı. Tartışmacı. cedeme : (C.: Cüdem) Yaramaz dişi koyun. * Kısa boylu erkek. cederî : Vücutta çıkan çiçek hastalığı. cedes : Kabir, mezar. cedgare : f. Reyler, tedbirler, çeşit çeşit yol. cedh : Bir şeyi başka bir şeyle karıştırmak. * Sütü su ile karıştırmak. cedi : Güneş medarının oniki burcundan birisi. Oğlak burcu. (Güneşin cenuba doğru inişinin en aşağı derecesini bildirir.) * Keçinin erkek yavrusu, erkek oğlak. cedib : Kıtlık olan yer. cedid : Yeni, kullanılmamış. cedidan : Gece ile gündüz. * Yenilenen iki şey. Yenilenenler. cedil : Devenin boynuna taktıkları ip. cedile : Kabile. * Nâhiye. * Kuş kafesi. cedir : Lâyık, münasib, uygun. * Nihâyet, son. * Etrafı duvarlı yer. cediyye : (C.: Cedâyâ) Gövdeye yapışan kan. cedl : Yaratmak, halk. * Kuvvet. * Sağlam bükmek. * Azâ, organ, uzuv. cedr : (Cidr) Duvar. Hâil, perde, zar. * Bir ot adı. cedûd : (C.: Cedâyid-Cüdüd) Sütü çekilmiş koyun. cedva : Bol yağmur, rahmet. * Armağan hediye. cedvar : Nebâtattan zerâvende benzer bir ottur ve mâcun yapılır. cedvel : Liste. * Su kanalı. Kanal. * Doğru, düz çizgiler çizmeğe mahsus âlet. cedy : (C.: Cidâ-Ecd) Oğlak. * Burç adı. cedye : (C. Cedâyât) Eyer altına konulan keçe. ceey : Su içmesi için deveyi çağırmak. cef' : Kenara çerçöp atmak. * Zâyi ve bâtıl olmak. * Koparmak. * Bir kabı eğip içindekini dökmek. cefa : Eziyet. Sıkıntı. Zulüm. * Bir şey yerinde durmayıp bir tarafa ayrılmak. cefa ender cefa : Cefa içinde cefa. Azab içinde azab veya ayrılık. cefa-dide : f. Cefa çekmiş, cefa görmüş. cefa-keş : f. Eziyete dayanan, cefa çeken, acıya katlanan. cefa-pişe : f. Gaddar, cebbar, zâlim. * Sevgili, mâşuk, sevilen. cefaf : Kuru olma, kuruma. cefakar : f. Eziyet eden, cefa eden. * Halk arasında: Eziyet çeken, cefa çekmiş mânalarında da kullanılır. cefale : İnsan topluluğu. cefaset : Hazımsızlık ıztırabı, sindirim zorluğu. cefcaf : f. Hayâsız, ahlâksız kadın. cefcef : Yüce, yüksek yer. * Katı yel. ceff : Kurumak. ceffah : Mütekebbir kimse, gururlu kişi. ceffar : (Cefr. den) Cifirci. Cifir yapan kimse. ceffe : Kalabalık, kütle. * Kalabalığın verdiği uğultu. ceffet : Cemaat, topluluk, çok adet. cefh : Fahirlenmek, mütekebbirlenmek, gururlanmak, kibirlenmek. cefif : Kuru, kurumuş. cefir : Ok koyulan kap, mahfaza. cefl : Yağmuru yağmış bulut. cefla : Umumi ziyafet. cefn : Göz kapağı. * Asma çubuğu. * Bıçak ve kılıç kını. cefnak : Gözleri büyük, rengi sarıya yakın bir kuşun adı. cefne : (C.: Cifân) Su kabı, tekne, teşt. Büyük çanak. cefr : Dört aylık keçi oğlağı. * Geniş ve örülmemiş kuyu. (Bak: Cifr) cefv : Kaba muâmele. cefve : Cefa, azar. cefvet : Nezaketsizlik, kabalık, saygısızlık. çeh : f. Kılıç, bıçak ve hançer gibi âletlerin kını, kılıfı. ◊ f. Kuyu, çukur.cehabize : Hakikatlerden, gerçeklerden haberi olanlar. cehad : Nimet az olmak. * Ot uzamayıp kalmak. * Su az olmak. ◊ Sağlam, katı yer.cehadet : Tezlik, acelecilik. cehalet : Bilmezlik, nâdanlık, ilimden ve her nevi müsbet mâlûmatdan habersiz olma. Cahillik. ceham : Yağmur vermeyen bulut. cehamet (cühumet) : Yüz pörtümek, donuk yüzlü olmak. cehan : f. Cihân, dünya, küre-i arz, arz. * Sıçrayan, fırlayan, acele ve çabuk hareket eden. çehan : f. Damlıyan, damlayıcı. çehâr : f. Dört, erbaa. çehâr-deh : f. Ondört. çehâr-gâne : f. Dört unsur. çehâr-pâ : f. Dört ayaklı hayvan. ceharet : Sesin yüksek olması. Ses yüksekliği. çeharüm : f. Dördüncü. cehbez : (C.: Cehâbize) Basiretli, ileri görüşlü kimse. cehcehe : Çağırmak. * Irak etmek, uzaklaştırmak. cehd : Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması. * Azim, gayret, fedakârlık.* Takat. cehele : (Cahil. C.) Câhiller. İlimden mahrum olanlar. Bilmeyenler. Nâdanlar. cehemiyye : Cebriye'den Cehm bin Safvan mezhebi üzere 'Cennet ve Cehennem fânidir, iman mârifettir ve ikrar değildir' diyen bir tâife. cehende : f. Fırlıyan, sıçrayan. * Sıçramış, fırlamış. cehende-gî : f. Fırlayış, sıçrayış. cehennem : 'Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların More…cehennem-nümun : f. Cehennem gibi çok azab verici. ceher : Gündüzleyin bir şeyi görememek. (O kimseye 'echer' derler) cehir : (Cehr. den) (C.: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen. * Güzel, dikkate değer. cehiş : Halktan uzak olan. cehiz : Karnından çocuk düşüren. cehl : Câhillik, bilmemezlik, ilimden mahrum olmaklık, nâdanlık, tecrübesizlik, gençlik. cehlistan : f. Cehâlet âlemi. Cahilliğin olduğu yer. cehr : Görünmek, zâhir olmak. * Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak. * Tecvid'de: Harf hareke ile okunduğu zaman, mahreçte aralık kalmıyarak nefesin akmayıp, küllisi veya More…cehre : Açıkta ve belli olan şeyler. * Pamuk ve ipek sarılan masura. çehre : f. Vech, yüz, surat. * Mc: Surat asmak, dargınlık. * Görünüş, şekil, zahir. çehre-nümud : f.Yüzünü gösteren, yüz gösterici. çehre-perdaz : f. Ressam. cehren : Açıktan, alenen. cehret : Görünmek, zahir olmak. cehreten : Aşikâr sûrette, aleni bir şekilde, açıktan açığa. cehrî : Aleni ve yüksek sesle vâki olan şey. cehş (cühüş) : Medet edişmek. Başka kimseye sığınıp arkalanmak. cehûd : Cıfıt, yahudi. cehûf : Kuyudan suyu alıp yukarı çekmeye mahsus kova. cehûl : Pek çok câhil. cehûlâne : Pek câhilcesine. cehûş : Oğlan, sabi. cehva' : Açık. cehve : İnsanın dübür yeri. cehvere : Zâhir olmak, görünmek. cehyer : Dişi ayı. cehzam : Başı büyük, yuvarlak yüzlü kişi. * Esed, arslan. çek : Çekoslovakya, Bohemya ahalisinden olan ve Çek'ce konuşan kavim ki, Osmanlı metinlerinde 'çeh' diye geçer. çekan : f. Damlamış, damlıyan. çeki : Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü. çekide : f. Gürz ve topuz gibi eski zamanlarda kullanılan savaş âletleri. * Damlamış. çekimser : t. Taraf tutmayan. çekre : f. Küçük su damlası. Su serpintisi. cel'ab : Medine yakınında bir dağ. * Gözü çok iyi görmek. cel'abe : Çok kuvvetli dişi deve. cel'ad : Yoğun gövdeli şişman, kaba kimse. celâ : Parlak, ruşen. Zâhir, açık. celâ' : Gurbete düşmek, memleketinden ayrı olmak. Şehrinden ve meskeninden çıkmak. * Başkalarını çıkarmak. * Açık haber. * Ruşen olmak, parlamak. cela'la' : Kirpi. celab : f. Salkım küpe. celabib : (Cilbâb. C.) Kadının bütün vücudunu örten ve dıştan giyilip bol olan çarşaf nevi. Yaşmaklar. Baş ve yüz örtüleri, ferâceler. (Bak: Tesettür) celacil : (Cülcül. C.) Küçük çanlar, ufak çıngıraklar. celadet : Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet. celafet : Kabalık, yontulmamışlık. celah : Başın iki tarafından saçın dökülmesi. * Devenin ağaç yemesi. celahiz : Kaba, ağır. celail : (Celile. C.) Celiller, büyük olanlar, yüceler. celal : (Celâlet) Nihâyet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım. celalî : Celal ismine dâir. İlâhi ve celale müteallik. Celal adlı kimselerle alâkalı olan. * Hicri XI. Asırdan önce Anadolu'da baş gösteren eşkiyaya verilen ad. * Sultan Celaleddin Melikşah More…celalli : Çok çabuk kızan kimse. celaze : Sazların perdeleri. celb : Kendi tarafına çekmek. Çekmek, götürmek. celbiz : f. Kement, ilmik. * Gammâz, koğucu, ara bozucu. celbname : f. Mahkemeye çağırma kağıdı, celb kağıdı. celbû : f. Nâneye benzer bir ot, sebze. celbûb : f. Sarmaşık (bitkisi.) celca' : Boynuzsuz koyun. celcele : Çan sesi. * Gök gürültüsü. * Depretmek. * Gitmek. celcelutiye : 'Peygamberimizin Resul-i Ekremin (A.S.M.) derslerine istinâden, aslı cifir ve ebced hesâbı ile alâkalı olarak Hz. Ali (R.A.) tarafından te'lif edilen Süryânice bir kasidedir. Esas More…celd : Lügat mânası, deri üzerine vurmaktır. * Fık: Muhsen olmayan mükellef zâni veya zâniyenin muayyen uzuvlarına vech-i mahsus üzere değnek veya kamçı ile vurmaktır. Bu ceza, mücrimin cildi yani More…celda : Sür'at. Çabukluk. * şecaat. celde : Fık: Suç işleyen birisine kamçı veya değnekle bir vuruş. cele : Başın ön tarafının saçı dökülmek. çele-çepe : f. Sağa sola. celeb : Kesilecek hayvanları ve bilhassa koyun sürüsünü celbederek kasaplara satan tacir. * Tar: İstanbul sarayında ilk işe başlamış olan acemi. ◊ f. Fahişe. Orospu. * Çan.çelebi : Efendi, kibar kimse. * Mevlâna postnişinine verilen ünvan. * Çelebi, Sultan Mehmed devrine kadar padişah oğullarına verilen ünvan idi. * Mevlânâ soyundan gelenlerle, mevlevilerin büyüklerine More…celece : (C.: Cülec) Kafa, baş. celed : Sütü ve yavrusu olmayan büyük deve. * Muhkem yer. * Samanla doldurulup anası önüne koyulan buzağı derisi. celef : Yerden balçık küremek ve gidermek. celem : Koyun kırkmakta kullanılan büyük makasın herbir yüzü. celenfea : Şişman karınlı büyük deve. çelenk : f. Eskiden kadınların süs için başlarına taktıkları mücevher veya madenlerden yapılmış sorguç. Halka şeklinde çiçek veya yapraklı dal demeti. celenza : Arkası üstüne yatıp ayaklarını kaldıran kişi. celesat : (Celse. C.) Meclisler, celseler. celevat : (Cilve. C.) Cilveler. Hüsn-ü zuhûrlar. celevla' : Mekân ismi. celh : Doldurmak, dolu olmak. celhe : (C.: Cülâhet) Gidermek. Yerinden ayırmak. * Nâhiye. celi : Parlak, açık, âşikâr, meydanda. * Kur'an harfleri ile yazılan bir çeşit yazı. celib : Satmak için bir yerden toplanılan şeyler. * Esir, köle, cariye. Satılık esir. celid : Fazla celâdetli, bahadır. * Rutûbetli, kırağı, çiğ. * Buz. celil : Celâlet ve celâdet sâhibi. Azîm, mertebesi yüksek. çelipa : f. Haç, put, sanem. * Eğik ve kıvrık çizgi. celis : Ekseri bir yerde oturan. Arkadaş. Birlikte oturan. ◊ Galiz, kaba nesne. Büyük ve sağlam olan şey.celiyyat : (Celi. C.) Aşikâr, açık, aleni, meydandaki şeyler. cell : (C.: Cülûl) Yerden birşey toplamak. * Gemi yelkeni.* Yaşlı olmak. * Kadr ve mertebesi büyük olmak. * Celil, büyük, ulu. cellad : İdama mahkûm olanları idam etmeğe vazifeli olan adam. * Mc: Merhametsiz. cellale : Necaset yiyen sığır. celle : Celil oldu, celil olsun meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir. ◊ Deve ve koyun tersi. * Az olarak insan More…celm : Kesmek, kat'etmek. * Ululuk, büyüklük. celmed : Kaya. Taş. celse : Bir meclis veya mahkeme hey'etinin toplanmalarından tâtile kadar olan müzakere müddeti. celu : f. Şakacı, lâtifeci kimse. * Kebap şişi. celvet : Yerini, yurdunu terketme. * Tas: Abdin fenâfillah olup halvetten ayrılması. celvetiye : Eskiden mevcud bir tarikat ismi. celz : Seyretmek. cem : Hükümdar, melik, şah. * Hz.Süleyman'ın (A.S.) nâmı. * İskender'in bir ismi. çem : f. Naz ve eda ile salınarak yürüme. * Ziynetli, süslü, düzgün. * Cürüm, kabahat, suç. * Taam, yemek. * Mâna. * Kazanılmış, toplanılmış. cem' : (C.: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar. * Az olarak cemaat için isim olur. * Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma. * Gr: Arabçada (ve More…cem'an : Bir yere toplamak suretiyle, toplanmış olarak. cem'are : Galiz, kaba nesne. Yüksek taşlar. * Kabile ismi. * Küçük kuş. cem'î : (Cem'. den) Cemiyete mahsus, cemiyetle alâkalı. cem'iyyat : (Cemiyet. C.) Cemiyetler. cem'iyyet : (Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et. * Bir yere cem' olma. * Mânevi birlik teşkil eden cemaat. cem'iyyetgâh : f. Toplantı yeri, toplanılacak yer. cemaat : Topluluk. Bir yere toplanmış insanlar. Takım, bölük. * Fık: Bir imama uyup namaz kılan müslümanların heyeti. Bir mezhebe tâbi bir heyet teşkil eden ahali. * Aralarındaki münasebetleri din, More…cemad : Cansız ve kurumuş olmak. * Yağmur yağmayan yer. * Sütü olmayan deve. * Donmuş, katı cisim. cemadat : Katı cisimler, cansızlar. cemadî : f. Ruhu olmayan, cansız madde. Câmid cisim. cemaet : Her nesnenin şahsı ve cüssesi. cemahir : (Cumhur. C.) Cumhuriyetler. cemal : Yüz güzelliği. Fertteki güzellik. * Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı ile tecellisi. * Hak ile söylenen doğru söz. * Hüsün. cemalullah : Allah'ın cemâli.CEMAM : Rahat olmak. Dinlenip yorgunluğu gidermek. İstirahat etmek. cemamih (cemûh) : Başı sert, yavuz at. cemaş : Kadın ile oynaşan kişi. cemaziyel ahir : Arabi ayların altıncısıdır. (Arabi aylar: Muharrem, Safer, Rabiyy-ül-evvel, Rabiyy-ül-âhir, Cemaziyel-evvel, Cemaziyel-ahir, Receb, şaban, Ramazan, şevval, Zilkade, Zilhicce'dir) cemaziyel evvel : Arabi ayların beşincisidir. * Bir kişinin mazisi, geçmişi. çember : (Bak: Çenber) cemceme : Sözü gizli söyleme, harfleri tâne tâne söyleyip açık beyan edememe. cemd : Donmak. cemder : f. Bir cins bıçak veya kama. cemed : Dondurmak. * Buz, kar. cemedî : (Cemed. den) Buz gibi, çok soğuk, bârid. cemel : Erkek deve. İbil. cemen : f. Çardak. çemen : Yeşil ve kısa otlarla kaplı yer, çimen. Ağaç ve çiçekleri olan yeşillik, çayır. * Pastırmaya konulan bir çeşit ot. çemenistan : f. Bahçe, çimenlik. çemenzar : f. Yeşillik, çayır. cemerat : (Cemre. C.) Cemreler. Şubat ayında azar azar artan sıcaklıklar. cemh : Sür'at yapmak, hız yapmak. * Huruç etmek, çıkmak. ◊ Gururlanmak, kibirlenmek.cemi' : Cümle, hep, bütün. * Gr: Çokluk bildiren kelime. Çoğul. cemian : Bütün, hep. cemil : Güzel. * Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden biri. cemile : Hoşa gitmek için yapılan hareket. cemilekâr : f. İyilik sever, güzel ahlâk ve huy sâhibi olan. cemir : Zaman, dehr. cemiş : Saçı yolunmuş. * Ot bitmeyen yer. ceml : Yağ eritmek. cemm : Çokluk. Mecmu. * Kuyuda biriken su. * Hırs ve tama ile mal biriktirmek. cemma : Boynuzsuz koyun. cemmal : Deveci, deve süren, deve sürücüsü. cemmaz : Hızlı giden. cemmaz-süvar : f. Hızlı giden bineğe binen kimse. cemr : İnsanların bir araya toplanması. * Atın sıçrayarak yürümesi. * Ateş ve küçük taş vermek. * Bir kimseyi def etmek, kovmak. cemra : Kuvvetli dişi deve. cemre : (C.: Cimâr) Şiddetli karanlık. * Ateşli kömür parçası, kor. * İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık. * Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları. cemreviyye : Divân şairleri tarafından bayramlar, baharlar gibi cemre sebebiyle, muasır olan büyük makamlı ve rütbeli kişiler için yazılan şiirler. cemş : Saçı yolmak veya traş etmek. * Gizli ses. * Parmaklarının uçları ile çekmek. * Gazel söylemek. * Oynaşmak. cemşasb : f. Hz. Süleyman Peygamber. (A.S.) cemum : Yorga at. * Yürürken eşinen at. cena : Yemiş toplamak. * Cem'etmek, toplamak. cena' : Arka yumruluğu. Kamburluk. cenab : Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi. ◊ (C.: Ecnibe) Evin etrafı, çevresi. * Cânib. * Nâhiye.cenabet : Pis. Gusletmesi lâzım gelen kimse. * Uzaklık. cenadif : Şişman, kısa boylu kimse. cenah : Kanat, taraf, kısım. cenaheyn : (Cenah. dan) İki kanat, iki yan, iki cenah. * İki hususiyetli. cenaib : (Cenayib) (Cenibe. C.) Yedek hayvanlar, yedek binekler. cenan : Gönül. Ruh. Kalb. Can. cenanî : Kalbe âit ve müteallik olan. Kalben duyulan. (Arabça müfred, birinci şahıs sigası ile 'kalbim' mânasınadır.) cenaze : (C.: Cenâiz) İnsan ölüsü. cenb : Yan taraf. Koltuk altının aşağısı. * Def'etmek, kovmak. * Müştak olmak. * Bir yere gitmek için bir yere inmek. * Birisinin sevdiğinden dolayı kararsız ve muztarib bulunmak. * Büyük ve More…çenber : f. Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. * Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta More…cenbî : Yan tarafa âit. cenbiyye : Arapların kullandıkları bir cins eğri kamadır ki, yan taraflarına takarlar. cencene : Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak. çend : f. Kaç tâne? Ne kadar? * Birkaç. Üç-beş gibi adet. * Herhangi bir şeyin yüzde biri. çendan : f. Gerçi, her ne kadar. O kadar. Pek o kadar. cendel : Nehirlerde bulunan ve büyükçe olan kaya. cendere : yun. Tazyik. Baskı, basınç. * Dar dere, boğaz. * Kalın oklava. * Çamaşır ütülemeye mahsus iki ağaç üstüvaneden ibaret alet. * Mc: Sıkı ve dar yer. çendî : f. Bir müddet, biraz. çendin : f. Kaç, kadar, ne kadar, bu kadar. ceneb : Susuzluktan böğrü ciğere yapışmak. çeneb : f. Sünnet. cenedil : (C.: Cenâdil) Taşlı yer. * Yuvarlak taş. cenef : Hata ve cehilden dolayı haktan meyletmek. * Zulmetmek. cenen : Mezar, kabir.CENG $ (CENK) : f. Top, tüfek ile harbetmek. Muharebe. Kavga. Harb. Savaş. çeng : f. Pençe. * El. * Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi. * Eğri büğrü. ceng-azmüde : f. Savaş tecrübesi olan kişi. ceng-cû : f. Kavgacı, dövüşçü, cenkçi. çengar : f. Yengeç. * Bakır pasından yapılan yeşil boya. cengaver : (C.: Cengâverân ) f. Cenkçi. Yiğit olan. Kahraman. İyi harbeden. cengel : f. Orman. Ağaç topluluğu. çengel : f. Pençe. * Bir şey asmağa yarayan alet. * Orman, ağaçlık yer. cengelistan : f. Sık ağaçlık, orman, sazlık yer. çengi : Zil ve kaşık vurarak oynayan dansöz ve rakkase ki, ekseriyetle çingene kızlarındandır. cengiz : (Temuçin) Moğol Devleti'nin hükümdarlığını yapmıştır. İslâmî medeniyetleri ve kıymetleri tahribeden zâlim ve müstebid bir hükümdar olarak tarihe geçen bir kimsedir. Milâdi 1229'da More…cengiziyan : f. Cengiz soyundan gelenler, bunlara tâbi olan kimseler. cenh : Kuşun kanadını vurması. cenî : Devşirilmiş, koparılmış olan. Meyve toplanması ve alınması. cenib : Garip. * Hurmanın iyisi. cenibe : (C.: Cenâib) Yedek hayvanı. cenin : (Cenne. den) Ana karnındaki harekete başlıyan çocuk. * Gizli ve mestur, saklı olan şey. ceniver : f. Sırat köprüsü. cenk : (Bak: Ceng) cenn : (Cünün) Bir şeyi setretmek, gizlemek. * Ana karnındaki cenin, gizli olmak. cennân : Bahçıvan. cennât : (Cennet. C.) Cennetler. cennetmekân : Yeri cennet olası, makamı cennet olan meâlinde olup, vefat eden makbul ve sâlih kimselere hürmeten söylenir. cennur : Arpa ve buğday döğdükleri yer. centilmen : ing. Kibar erkek, çelebi, görgülü kişi. cenub : Güney. Şimalin zıddı olan taraf. cenubî : Cenuba âit, güney tarafında, cenûba dair ve müteallik. çep : f. Sol, yanlış, falso. çep şüden : f. Solak olmak. * Mc: Doğruluktan yüz çevirmek. çep ü rast : Sağ ve sol. çep-endaz : f. Hileci,hilekâr, hile yapan kişi. çepel : Kirli, bulaşık, karışık, çamurlu. çeper : Cidar, duvar. cephane : (Aslı: Cebehane'dir) Barut vesair yanıcı maddelerin konulup, muhafaza edildiği yer. * Yanıcı maddeler levazımı. cer : f. Yarık, çatlak. cer' : Suyu yudumlayarak içme. cer'a : Kumlu, otsuz yer. çera : f. Niçin, niye böyle? * Mer'a. Otlak. cera' : Suyu sora sora içmek. cera'kuk (cera'kik) : Ekşi yoğurt. çera-zar : f. Otlak, çayır. cerab : Torba, dağarcık. cerad : Çekirge. * Mc: Yağmacılar gürûhu. cerade : (C.: Cerâd) Çekirge. çerag : f. Işık. kandil. Lâmba. Mum. * Kutlu, mutlu. * Otlak. Mer'a. * Otlama. * Tekaüd. * Talebe. çerag-çeşm : f. Evlat, çocuk, veled, insan yavrusu. çeragan : f. Etrafı aydınlatma, şenlik. Kandil donanması, çırağan. cerahat : Yaradan akan irin. Yaralı vücudda toplanan kandaki küreyvât-ı beyzâdan (ak yuvarlardan) mürekkeb kan. Yaradan akan beyaz akıcı cisim. cerahor : Tar: Osmanlılarda ordu hizmetlerinde kullanılan Hıristiyanlara verilen isim. ceraid : (Ceride. C.) Cerideler. Gazeteler. ceraim : (Cerime. C.) Cerimler, suçlar, kabahatlar, cinayetler. çerakise : (Çerkes. C.) Çerkesler. Kafkasyada yerli bir kabilenin adı. ceram : Hurma çekirdeği. * Kuru hurma. çeram : f. Otlak. cerame : Gövdeli olmak. Vücudu iri olmak. * Cesâmet. ceramika : Musul yakınında Acem asıllı bir kavmin adı. ceraye : Vakıf tarafından verilen erzak ve yiyecek. cerayet : Câriyelik hâli. cerazet : Oburluk. çerb : f. Besili, semiz, yağlı. * Muvafık, münasib, uygun. * Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden fazla ve üstün olma. çerb-ahur : f. İçinde yemi bol olan ahır. * Bolluk içinde yaşıyan kimse. çerb-dest : f. Eli işe yatkın. Sür'atli, eli çabuk. çerb-pehlu : f. Besili, semiz, gövdeli, yağlı. cerba : Uyuz kadın. cerban : Uyuz hastalığına tutulmuş olan, uyuz. cerbeya : Mağrib ile şimâl arasında esen yel. cerbeze : Aldatıcı sözlerle kurnazlık etme. Fazla sözlerle aldatıcılık. Haklı ve haksız sözlerle hakikatı gizleme. çerbî : f. Tatlılık, yumuşaklık. cerbiyye : Uyuz böcekleri. cercar : Yaban maydanozu. cercer : (C.: Cerâcir) Kağnı. cercere : Deve sesi. cercis : (A.S.) : (Circis) Taberi tarihine göre: İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistinde yaşamış ve onun şeriatı ile amel etmiş olan bir peygamberdir. Yedi sene içersinde tebliğde bulunarak More…cerd : Elbisesini çıkarma, elbisesinden soyma, çıplak hâle getirme. * Ot ve ağaç yetişmeyen yer. cerda : Mahrum, çıplak. * Tüysüz, dazlak. * Çorak, verimsiz toprak, arazi. * Karıştırılmamış. cerdahl : Büyük gövdeli deve. * İnsanların her işine itiraz eden. cerdak(a) : (C.: Cerâdik) Yufka ekmeği. cerea : (C.: Cere') Ot bitmeyen kumlu yer. cereb : Uyuz hastalığı, uyuzluk. cereb-nak : f. Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi. cerec : Yüzüğün, parmağa geniş olması. * Taşlı, sert yer. * Muztarib. Iztırab ve acı çeken. cerece : Büyük, geniş yol. * Ulu yol. cered : f. Yaralı, mecrûh. ◊ Çıplak olma.ceref : Bir kimsenin, kederden dolayı tükrüğünü yutkunup durması. cerem : Ayrılmak. * Günâh. Cinâyet. * Hurma toplarken yere düşenleri yemek. cerenfeş : Yanları etli ve büyük olan kişi. cereng : f. Kılıç veya topuzun çarpmasından çıkan ses. Zil veya çan sesi. ceres : Çan. * Zindan, hapis yeri. * Hayvanın boynuna asılan çıngırak. cereş : Bir şeyi iri dövme, iri öğütme. çeres : f. Zindan, hapishane. * Zulüm, işkence. * Mer'a, otlak. * Üzüm teknesi. ceres-dar : f. Çıngırak taşıyan, çıngıraklı. cerevhak : İplik yumağı. cereyân : 'Akma, akış, gidiş. Hareket. Akıntı. Gezme. Mürûr. Vuku, vâki olma. * Mc: Aynı fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyet ve hareket. Bu hareket; dinî, fikrî More…cerez : Davarın art sinirinde olan bir hastalık. cerez (cürüz) : Suyu kesik olan. * Otsuz yer. cerf : Ahzetmek, almak. * Yıkmak, harap etmek. * Yerden bel veya kürekle bir şey atmak. cergand : f. Bumbar dolması denen bir yemek çeşiti. * Işık. Işık konacak yer. cerge : f. Bir mevki'de bulunan insan topluluğu. cerh : Yara. * Baş ve yüzden başka uzuvlardan birisini yaralamak. * Bir kimseye söğmek. Taan etmek. Sözle gönül incitmek. * Birisinin fikrini çürütüp kabul etmemek. * Şahid, yalancı ve fâsık More…çerh : f. Çark. Dolap. * Felek. Talih. * Dingil üzerine dönen. * Gök. * Def. * Zenberek. * Mancınık. * Elbise yakası. * Ok yayı. * Çakır gözlü doğan kuşu. cerha : Yaralı, yaralanmış. cerhetmek : Yaralamak. Herhangi bir meseleyi hak ve hakikatle çürütmek. Yanlış veya yalanını bulup hurafe ve bâtıl olduğunu isbât edip herhangi bir kimsenin veya cereyanın fikrini kabul etmemek. çerhiden : f. Kendi etrafında dönmek. ceri' : (Cür'et. den) Cesur, yiğit, delikanlı, gözü pek, cesaretli, yılmayan. cerib : İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü. * Dönüm. * Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü. ◊ Uyuz hastalığına tutulan. More…cerid : (C.: Cerâyid) Hurma budağı. * Yaprağı dökülmüş olan hurma ağacı. cerid(e) : Çorak ve verimsiz yer. ceride : Gazete. * Resmi dâirenin büyük hesablarının kaydedildiği defter. ◊ f. Yalnız, tenhâ.cerih : (Cerh. den) Mecruh. Yaralanmış, yaralı. ceriha : Yara. Çürüklük. ceriha-dâr : f. Cerihalı, yaralı. cerim : Kabahatli, câni, suç işlemiş. * (C.: Cirâm) Kuru hurma. * Hurma çekirdeği. cerime : Suçludan alınan para cezası, cereme. * Günah, zenb, suç. cerin : (C.: Ecrân-Ecrine-Cürün) Hurma kurutma yeri. cerir : (C.: Cürür) Devenin boynuna taktıkları ip. cerire : Kabahat, suç. ceriş : İri bulgur. * İri dövülmüş tuz. ceriz : Tasalı kimse. Hüzünlü, kederli olan kişi. çerkes : Kafkas kavimlerinden biri. * Bu kavme mensub olan kimse. cerm : (C.: Cürüm) Bir cins Arap sandalı. * Kat'. Kesme. * Günahkâr olma, günah işleme. * Koyun kırkma. * Sıcak, sıcaklık. çerm : f. Hayvan ve insan derisi. Post. cermen : Germen, Alman. cermüze : f. Sefer ve misafirlik. cerr : Kendine doğru çekmek. Çekmek. Cezb. * Para almak. * Uçurum. * Kale hendeği. cerrah : Yarayı açıp tedavi eden, ameliyat yapan. Operatör. cerrahhâne : Osmanlılarda ordu için cerrah yetiştiren müessese. Yüksek dereceli okul. cerrahî : Tıpta operatörlük. * Ameliyatla ilgili. cerrar : Cer yapan, para toplayan. * Yavaş yavaş giden asker alayı veya ordusu. Harp âletleri ile cihazlanmış ordu. * Desti satıcısı. * Ağır ağır giden. * Traktör. cerrare : Sarı renkte küçük ve zehirli akrep. cerre : (C.: Cürr-Cirar) Topraktan yapılan desti ve bardak. * Ağaçtan yaptıkları su kabı. cerre çikma : Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle More…cerş : Bir şeyin kabuğunu soyma, bir şeyi kazıma. cers (cirs) : Gizli ses. * Arının ağaçtan ve çiçeklerden emmesi. * Bir miktar zaman. cerur : Çok miktar yemek. ceruz : Obur, çok yiyen. cerv : Küçük meyve. * Vahşi hayvan yavrusu. Enik. cervel : Taş. cery : Suyun ve diğer sıvıların akması. Cereyan. cerz : Kat', kesme. * Yok etme, mevcudiyetini kaldırma. * Katletme, öldürme. cerze : (C.: Cürüz) Yaş ot bağı. ceş : f. Mavi boncuk. çeş : f. 'Deneyen, sınayan, tadına bakan' mânâsına gelerek kelimelere eklenir. cesa : Bir kimsenin elinin, çalışmaktan dolayı iri ve katı olması. ceşa' : Çok hırslı olmak. cesale : Çokluk, kesret. cesamet : İrilik. Büyük olma, cesim olma. çeşan : f. Topuz, gürz. cesaret : Cesurluk, yiğitlik, korkusuzluk. cesaset : Tecessüs, casusluk. Merak. cescas : Kılı çok olan. * Bir otun adı. cesed : Ten, gövde, vücut, beden. Ruhsuz vücud. çeşende : f. Tadıcı, tadan, tadına bakan. ceşer : Davarı otlamaya çıkarmak. ceşib : Kaba ve galiz nesne. çeşide : f. Tadmış. Tadılmış olan. çeşiden : f. Lezzetine bakmak. Tadmak. cesim : İri vücudlu. * Kebir. Ehemmiyetli. Büyük. ceşir : Büyük çuval. * Ev önünde davar yürüyecek yer. ◊ Kir.ceşiş : Bulgur. cesis(e) : Hurma ağacının yeni çıkan budağı. (Fesîl-ün-nahl derler). ceşişe : Bulgur yemeği. cesk : f. Mihnet, keder, elem, gam, tasa. * Musibet, belâ, âfet, felâket. cesl : Kıllı kimse. * Çok nesne, kesir. cesle : Kara karınca. cesm : Devam etmek, mülâzemet. ceşm : Meşakkatli iş buyurmak, zor bir iş söylemek. çeşm : f. Göz. Ayn. Dide. çeşm-aşina : f. Göz aşinalığı olan, tanıdık. çeşm-aviz : f. Yüz örtüsü, peçe. çeşm-dar : f. Bekliyen, gözliyen. çeşm-deride : f. Sıkılmaz, utanmaz, arsız. çeşman : (Çeşm. C.) Çeşmler, gözler. ceşn : f. Ziyafet, şölen. * Îd, bayram. çeşn : (Çeşen) f. Bayram, îd. * Düğün. * Ziyafet, şölen. çespan : Lâyık, uygun, münasib, muvafık, yakışır. çespide : f. Lâyık, uygun münasib, muvafık, yakışır. cesr(e) : Büyük deve. cess : Koparmak. * Bal mumu. * İçinde arının kanadı ve gövdesi karışmış olan şey. ◊ Araştırma, tahkik etme, soruşturma. * El ile yoklama. * Yapışmak.ceşş : Dövmek. * Kırmak. * Vurmak, darp. * Bir nesneyi pâk etmek, temizlemek. cessame : Sefer yapmamış kişi. Seyahat etmemiş kimse. cessas : Gizli şeyleri araştıran, gizli şeylere merak eden. Tecessüs sâhibi. ◊ Kireç ile bina yapan. Badanacı.cessase : Kruvazör, harp gemisi. cest : f. Sıçrayış, atlayış. cestan : f. Atlıyan, sıçrayan. ceste : f. Azar azar, bir parça. * Sıçrayış, atlayış. Hatve. ceste ceste : Azar azar, parça parça, kısım kısım. cesten : f. Atlamak, sıçramak. Kaçmak, kurtulmak. Atılmak. cesur(e) : (Cesâret. den) Cesaretli, yiğit. cesurâne : f. Yiğitçesine, cesaretli olarak, yüreklice, cesaretle. çete : Bölük, birlik, takım. Bir reisin idaresi altında bulunan birlik. * Asker bölüğü, müfreze. * Çapulcu ve akıncı takımı. çetin : Sert. * İnatçı, dik başlı. * Zor, güç. çetr : f. Gece. * Gölgelik, çadır, şemsiye. çetu : f. Perde, örtü. çetuk : f. Serçe kuşu. cev : f. Arpa. cev'a : Bir kere acıkmak. cev'an : (Cu'. dan) Acıkmış, aç, midesi boş. cev-be-cev : f. Azar azar. ceva' : Geniş. * Hasta. * Kokmuş su. * Aşktan, gamdan veya tasadan dolayı kalbin yanması. cevab : Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık. * Kabul etmemek. Reddetmek. * (Câbiye. C.) Havuzlar. cevabat : (Cevâb. C.) Cevablar. Sorulan sorulara verilen karşılıklar. Mukabil sözler. cevaben : Karşılık ve cevap olarak. cevabî : Karşılık, cevap. * (Câbi. C.) Tahsildarlar, câbiler. cevad : (Cevvad) Çok çok ihsan eden. Çok cömert. cevadd : (Câdde. C.) Caddeler, büyük ve işler yollar, tarikler. cevahir : (Cevher. C.) Cevherler. Çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler, çok kıymetli mâden veya taşlar. * Mc: Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar. cevaib : Halk arasında gezen haberler. cevaiz : (Câize. C.) Câizeler, verilen bahşişler, armağanlar. cevâmi' : Toplu olan şeyler. * Câmi'ler. Mescidler. cevamid : (Câmid. C.) Cansız, donmuş şeyler. cevamis : (Câmus. C.) Camuslar, mandalar, kömüşler, su sığırları. cevanib : (Cânib. C.) Cânibler, yanlar, taraflar. cevanib-i erbaa : Dört taraf. cevari : (Câriye. C.) Akıcı ve câri olanlar. * Hizmetçi kızlar. * Câriyeler, kadınlar. cevarih : El, ayak gibi vücud azaları. cevasis : (Casus. C.) Casuslar. Gizli şeyleri araştıranlar. Gizlilikleri öğrenip bilenler. cevaz : Müsaadeli. Ruhsat, izin. Câiz olma. * Yol, tarik ve meslek. cevazinc : Nilüfer çiçeği. cevb : Kesmek. * Yırtmak. * Mesafe almak. cevca' : Uzun ayaklı adam. cevcem : Kızıl gül, verd-i ahmer. cevder : f. Öküz. cevdet : İyilik. Güzellik. Kusursuzluk. * Bir kimsenin, başkasının işini güzelce ve kusursuz olarak yapması. * Cömertlik. * Susuz olma. cevebe : (C.: Cüveb) Bulut aralığı. * Dağ aralığı. cevef : Bolluk. cevelân : Dolaşma. Kaynama. Yerinde durmayıp gezme. cevelângâh : Gezip dolaşılan yer. Cevelân yeri. Tâlim meydanı. cevf : Boşluk. Oyuk. Çukur. İç boşluğu. * Orta, yarı. * Kof. çevgan : f. Cirit oyunlarında atlıların birbirlerine attıkları değnek. * Baston, ucu eğri değnek. cevh : Ulaşmak. * Bittih-i şamî denilen karpuz. ◊ Akmak. * Koparmak.cevhan : Hurma kuruttukları yer. cevher : Bir şeyin özü, esası. * Kıymetli taş. * Çelik üzerindeki nakış. * Edb: Noktalı harf. * Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih. * Harflerin noktası. * Fls: More…cevher-dâr : f. Elmaslı. * Noktalı harf. Meselâ: Cim, şın harfleri gibi. * Eskiden kullanılmış tüfeklerden birinin ismi. * Siyah ve beyaz dalgalı, benekli kılıç. cevhere : Bir, tek cevher. cevi : Aşk galebesinden gelen şiddet ve hiddet, gam ve gussadan, müzahemeden gelen bir hastalık, maraz. * Kokmuş su. ◊ f. Akarsu, nehir, dere, çay.çevik : t. Tez hareketli. Oynak. Çabuk hareket edebilen. çevik çalak : Tez, hareketli, çalışan. Yerinde durmayıp hareket eden. cevin(e) : f. Arpadan yapılmış şey. Arpa unu. cevir : (Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm. * Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey. cevl : Tavaf etme. cevlan : Şam'da bir dağ. cevle : Dönmek. cevn : Ak, ebyaz, beyaz. * Kara, esved. (Ezdattandır) cevreb : (C.: Cevârib, Cevâribe) Çorap. cevs : Bir şeyi arayıp istemek. ◊ Kaba, büyük nesne.cevş : (C.: Cevâşin) Demir gömlek. * Göğüs. * Orta. cevsak : Kasr, köşk, konak. cevse : Köşk, kasr, konak. cevsek : f. Düğme. cevşen : Zırh. cevşen-pûş : f. Zırhlı, zırh giyen. cevşir(e) : f. Arpa çorbası. * Çulha. cevv : Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ. * Ev veya odanın içi. cevvad : (Bak: Cevâd) cevval : Dâim hareket hâlinde olan. cevvaz : Malı toplayıp hayır ve tasadduk etmeyen kimse. cevvî : Gök boşluğuna âit. Cevve dâir. cevz : (C.: Ecvâz-Cevzât) Ceviz. * Her nesnenin ortası. cevz (cevzân) : Malı toplayıp kimseye hayır ve sadaka etmemek. * Sallana sallana yürümek. cevza : Astr: İkizler burcu. Gökyüzünün kuzey yarım küresinde yer alan iki tane parlak yıldızlı bir burcdur. Güneş, mayıs ayında bu burca girer. cevzak : f. Kederlenme, elemlenme. cevzeka : (C.: Cevzek-Cevâzik) Pamuk kozağı. cevzekî : Koza satıcısı. cevzel : (C.: Cevâzil) Güvercin yavrusu. * İğne deliği. cevzenic : Cevizli helva. cevzine : Cevizli helva. cey'e : Gelmek. ceya' : Yağmur. ceyar : Gadaptan ve açlıktan dolayı göğüste olan hararet. ceyb : (C.: Cüyûb) Cep. Gömleğin (yarığı) açıklığı. * Yaka. * Kalb.* Geo: Sinüs. ceyd : (C.: Ecyed) Uzun boylu olmak. ceyder : Kısa boylu. ceyeşan : Kaynamak. * Hışm etmek. ceyl : (C.: Ecyâl) İnsan topluluğu, zümre, kavim. * Nesil, batın, kuşak. * Yengeç. ceylan : Geyik çeşidinden küçük, ince bacaklı, pek hafif ve çok koşucu bir kara hayvanı, gazâl. çeyrek : f. Dörtte bir (Bak: Çâr-yek) ceyş : Asker, ordu. En az dörtyüz nefer süvari ve piyadeden müteşekkil bir askeri kıt'a. * Dolup taşmak. * Ses, sadâ. ceyvad : f. İttika', günahtan sakınma. ceyyid : İyi, güzel, hoş. Saf. ceyz : Döndürmek. * Dar etmek. cez : f. Cezire, ada. Her tarafı su ile çevrilmiş olan kara parçası. cez' : Ağaç kökü, ağaçların alt kısımları. ◊ Dereyi enine kesmek.cez'(a) : Damarlı akik. Göz boncuğu adı verilen, kara alaca ve kıymetli bir süs taşıdır. cez'a : Az nesne. ceza : Karşılık, mukabil, ivaz. Cürüm veya günâh işleyenlere verilen azab. * Gr: Şart cümlelerinde ikinci kısım. (Bak: Şart) ceza' : (C.: Cezeân-Cizâ') Altı veya dokuz aylık koyun. (Kurban olması caizdir). * İki yaşına girmiş koyun. * Arslan, esed. * Hayvana yulaf vermeyip hapsetmek. ◊ Hüzünle ağlayıp More…cezaen : Cezâ olarak. cezair : (Cezâyir) (Cezire. C.) Cezireler, adalar. * Kuzey Afrikada Fas ile Tunus arasında olan ülke ve bu ülkenin merkezi olan şehir. cezalet : 'Rekâketsiz ifade. * Güzellik. * Müdebbirlik, akıllılık. * Azim, büyük. * Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. More…cezaze : Ekin biçmek. * Hurma kesmek. * Kıl ve yün kırkmak. cezb : Kendine doğru çekme. * İçme. cezbe : Tas: Meczubiyet, istiğrak. Allah'ı hatırlayıp Allah sevgisi ile kendinden geçer bir hale gelme. cezbe-eda : f. Cezbeli olmak. Çekici olmak cezbedar : f. Cezbeli, çekici. cezbetmek : Çekmek, ikna etmek, sevdirmek. cezea : (C.: Cezaât-Cizâ) Beş yaşına girmiş deve. * İki yaşına girmiş koyun. * Üç yaşına girmiş sığır ve at. cezeb : Adamın ağzında tükrüğü kesilmek. * Hayvanın sütü az olmak. cezebat : (Cezbe. C.) Cezbeler. (Bak: Cezbe) cezel : Yoğun ve kuru odun ağacı. * Kesmek, kat'. ◊ (C.: Cezlan) şâd olmak.cezer : Havuç. * Aslanın yediği et. cezf : Kesmek. * Sürmek. * Evmek. cezf (cüzâf) : Bir şeyi ölçmeden tartmadan almak. cezh : Hediye, atâ, bahşiş vermek. cezia : (C.: Cezâyi) Koyun sürüsü. cezil : Bol. Çok. * Edb: Peltek ve bozuk olmayan kelime. cezim : (Bak: Cezm) cezir : (Bak: Cezr) cezire : Ada. Dört tarafı su ile çevrilmiş toprak parçası.(Üç tarafı su ile çevrili kara parçasına yarımada denir.) cezl : Kalın odun. Tomruk. * Sağlam. Metin. * Güzel ve muhkem fikir. * Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime. * Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam. cezlan : Saadetli, mutlu, sevinçli. cezm : (Cezim) Kat'î karar. Yemin. Kararlaştırmak. * Kesmek. * Niyet. Tahmin. Takdir. * İlzam. * İcâbe. * Gr: Arabçada kelime sonundaki harfi sâkin okumak. Kur'ân-ı Kerim okurken harfleri More…cezm (cizm) : Her nesnenin aslı. * Ağacın kökü. * Kesmek, kat'. cezma : Kulağı kesik koyun. * Kulağı delik koyun. cezme : Kamçı. * Ağaç parçası. * İp parçası. ◊ Bir kere yemek.cezmen : Kestirip atmak sûretiyle. cezmî : Kat'î niyet ve karara ait. Cezm. cezr : Kök, asıl, temel. Bünyâd. * Kesmek. * Mat: Kendi misline darbolunmakla (çarpılmakla) bir sayı meydana getiren rakam (Kare kök). Üç, dokuzun cezri'dir. Dokuz, üçün meczuru'dur. More…cezre : Kasaplık koyun, keçi gibi davar. * Semiz koyun. cezrî : Köklü. Kat'î. Köke âit ve müteallik. cezu' : Çok sızlanan, kıvranan, feryad eden. Allah'tan gayrısından imdad bekleyen. cezur : (C.: Cüzür) Boğazlanacak deve. Hem erkeğe hem dişiye denir. (Boğazlanacak yere meczer derler. Boğazlayan kimseye cezzar derler.) cezz : Kesmek, biçmek. cezzab : Fazla çekici olan. Cezub. Çok cezbeden. cezzaf : Ağ ile balık tutan balıkçı. cezzar : Zâlim. Gaddar. Kanlı. * Deve kasabı. çi : (Çe) f. Ne? Nasıl? (Soru edatı) * Taaccüb ve hayret yerinde de kullanılır. ci'zare : Kısa boylu tıknaz kimse. çi-gune : f. Nasıl, ne çeşit, ne türlü. cial : (C.: Cüul) Ocaktan çömlek ve tencere gibi sıcak şeyleri tutup indirmekte kullanılan bez. ciale (ca'yile) : Rüşvet. ciar : Ucunu bir kazığa bağlayıp bir ucunu da beline bağlayıp kuyuya inilen ip. ciba : Toplanmış, birikmiş su. ◊ f. Odun.cibab : Car dedikleri kaftan. * Ağaç aşılamak. (Ekseri hurma ağacında kullanılır.) cibah : (Cebhe. C.) Cebheler, alınlar. cibal : (Cebel. C.) Dağlar. cibave : Toplamak. Cem'etmek. cibayat : (Cibâyet. C.) Vergi, câbilikler, gelir toplamalar. cibayet : Vergilerin, devlet gelirlerinin tahsili. * Büyük vakıfların ayrı vazifeliler tarafından idare edilen kısımları. cibill : (C.: Cibillât) Yaratılmak. * İnsanlardan bir grup. cibillen kesira : Çok insanlar. cibillet : Huy, fıtrat, yaradılış, tabiat, cibilliyet. cibillî : Cibilliyet. Yaratılıştan olan. Asıl maya, huy, tabiat, tıynet. ciblet : Yaratılmak. cibr : Az-çok, zorla olgunlaşmak, kemal bulmak. cibrîl : Cebrâil, Ruhül Kudüs. Cenâb-ı Hakdan (C.C.) Peygamberimize (A.S.M.) vahiy getiren melek. cibs : Kansız, hissiz. Hayırsız, alçak kimse. * Alçı taşı, kireç. cibt : Put, sanem, salib. cibve : Toplamak. Cem'etmek. cid : Gerdan. Süslemeye lâyık boyun. Güzel boyun. cidad : Hurma kesecek vakit. cidal : Sözle mücadele. Ateşli konuşma. Niza. * Muharebe. Cenk. Kavga. cidalcu : f. Harpçi. Kavgacı. cidale : (Bak: Cedalet) cidar : Duvar. * İki yeri birbirinden ayıran zar, perde. cidd : Çalışmak. Ciddiyetle yapmak. cidden : Şaka olmayarak. Gerçekten. Ciddi olarak. ciddî : Gerçek. Hakikat. * Ağırbaşlı, hâlleri sakin olan kişi. * Mühim. ciddiyat : Hakiki sözler. Ciddiyetler. ciddiyet : Ciddîlik. * Ağırbaşlılık, sakin hâllilik. * Ehemmiyet. cide : Batı Karadeniz bölgesinde Kastamonu vilâyetine bağlı bir ilçe.CİF : ing. Bir malın fiyatına, nakliye ve sigorta ücretinin de katılmış olduğunu gösteren bir kısaltma. çide : f. Devşirilmiş, toplanmış. cifan : (Cefne. C.) Çanaklar. cifar : (Cefr. C.) Geniş kuyular. cife : Kokmuş et, ölü hayvan, leş. cife-gâh : f. Leş ile, lâşe ile dolu olan yer.* Mc: Dünya. çifitlik : Yahudilik, Yahudi cinsiyet ve mezhebi. * Münâfıklık. cifne : (C.: Cifnân) On kişi doyabilecek kadar büyük çanak ve büyük tas. * Bağ çubuğu. cifr : (Cefr) Harflere verilen sayı kıymeti ile, geleceğe veya geçen hâdiselere, ibarelerden tarih veya isme dâir işaretler çıkarmak ilmidir. (Bak: Ebced, İlm-i Cifir) ciğer : f. Ciğer. Bağır. * Keder, sıkıntı, elem. * Avaz. ciğer-dâr : f. Yürekli, ciğerli, cesâretli. ciğer-der : f. Ciğer söken, ciğer parçalıyan. ciğer-dûz : f. Ciğeri delip geçen. ciğer-fürûş : f. Ciğerci, ciğer satan. ciğer-gûşe : f. Evlât, yavru. * Sevgili. Mâşuk. ciğer-hûn : f. Ciğeri kanlı. Çok acıklı. ciğer-pâre : f. Sevgili yavru, evlâd. ciğer-şükâf : f. Ciğer parçalayan. Çok acı veren. ciğer-sûz : f. Çok acı. Ciğer yakar derecesindeki teessür. çiğir : t. Yeni açılan patika yolu. * Ayak izi ile karlı yerde açılan yol. * Başkalarının da uyabileceği yeni bir tarz ve yol. * Çığın açtığı iz, yol. cihad : (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. cihadî : (Cihadiyye) Cihada mensub, savaş işleriyle alâkalı. * II. Sultan Mahmud devrinde harp masraflarına mukabil olmak üzere kesilmiş olan sikke. cihan : f. Dünya, kâinat, âlem. cihan-ârâ : f. Cihanı süsliyen, dünyayı bezeyen. cihan-bân : f. Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah. Hükümdar. cihan-bin : f. Dünyayı, cihanı gören. Allah. * Göz. cihan-cu(y) : f. Dünyaya hâkim olmaya çalışan sultan, hükümdar. cihan-değer : f. Cihan kıymetinde. Çok kıymetli. cihan-dide : f. Cihanı görmüş. Tecrübeli. * Meşhur, nâmdar. cihan-efruz : f. Cihanı, dünyayı aydınlatan. cihan-gerd : f. Dünyayı dolaşan, cihanı gezen. cihan-gir : f. Meşhur, cihanı zabteden, fâtih. cihan-nevred : f. Cihanı gezen, dünyayı dolaşan. cihan-nüma : f. Dünyayı gösteren harita veya coğrafya. * Çatının üzerinde her tarafa nezareti olan açık taraça. * Meşhur Türk Âlimi Kâtib Çelebi'nin 1654 (Hicri: 1065) tarihinde çizdiği Asya More…cihan-pesend : f. Cihana meydan okuyan. cihan-sâlâr : f. Cihanın başkanı, büyüğü ve kumandanı olan, padişah. cihan-sitan : f. Cihanı zapteden. Padişah, hükümdar. cihan-şümûl : f. Cihan vüs'atinde, dünya çapında, cihanı alâkadar eden. Dünyayı kaplayan. cihan-sûz : f. Cihanı yakan, güneş. * Mc: Çok zulmeden. cihaniyan : f. Dünya ahalisi olan insanlar. cihar : (Cehr. den) Sesle, sadâ ile ve alenen söyleme ve okuma. ◊ f. (Bak: Çâr)çihar : f. Dört. (Bak: Çâr) cihar-i yar-i güzin : f. Dört halife: Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (R.Anhüm) ciharen : (Cehr. den) Alenen, açık olarak. cihas : Kalabalık, müzâhame. cihât : (Cihet. C.) Cihetler, taraflar, yönler. cihât-i sitte : Altı cihet. Altı taraf. (İleri, geri, sağ, sol, yukarı, aşağı taraflar.) cihaz : Âlet ve edevat.* Gelinin lüzumlu şeyleri. Çeyiz. * Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya. cihazat : (Cehâzât) (Cihâz. C.) Cihazlar, maddî manevî âletler, lüzumlu edevat. cihet : (C: Cihât) Yan, yön, taraf. * Sebeb, mucib. * Vesile, bahane. * Evkafça olan vazife, maaş. * Yer, mahâl, semt. çihil : f. Kırk (sayı). * Mc: Çok, ziyade, fazla. cihnam : Derin kuyu. cihre : (C.: Cihar-Echâr) Bir kimseye sığınmak. cil : Cemaat, insan güruhu. Millet. Boy, aşiret, kuşak. çil : (Çihil-Çehl) f. Kırk. * Mc: Çok. cilâ : Parlaklık, parlatma, perdaht, lostura. cilahik : Eskiden kemankere ile ve şimdi de tüfek ile atılan yuvarlak nesne. cilanger : f. Çilingir. cilas : Beraber oturma. cilaz : Kamçının ucuna bağlanan kayış. ◊ Toz, gubâr.cilbab : Kadın feracesi. Çarşaf. (Bak: Celâbib, Tesettür) cilbend : Büyük cüzdan. Evrak koymaya mahsus birçok gözlere ayrılmış cüzdan şeklinde çanta ki, koltuk altına alınır. cild : Deri. * Meşin. * Kitab kabı. * (Masdar olarak) Kitabın dikilip kap geçirilmesi. * Bir büyük kitabın bölündüğü kısımların her biri. cild-ger : f. Ciltçi, mücellit. cildiyye : Cilt hastalıkları bölümü. çile : f. Eziyet. Sıkıntı. * İplik. * Yay kirişi. * Tas: Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek ibadetle geçirdikleri kırk gün. çilekeş : Çile çekmiş. Çile dolduran, dert çeken. cilen ba'de cilin : Devirden devire, asırdan asıra. cilf : Boş küp.* Kırılmış, ufanmış köpek esfeli. Arı kovanı. * Kuru ekmek parçası. Kuru ekmek kenarı. * Yüzülüp karnı çıkmış ve başı ile ayağı kesilmiş koyun. * Her nesnenin parçası. * Hoyrat, More…cilfe : Kalem yongası. cilhabe : Büyük olan şey, kebîr. cill : Ekin biçildikten sonra yerde kalan sap ki, 'anız' derler. cille : Büyük, ulu nesne. Kebîr ve azîm. çille : Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir. (Bak: Çile) cillevez : İnce kabuklu, uzunca fındık. * Köknar. cilm(e) : Üzüm çubuğundan kestikleri değnek. cilnar : (Cüllenâr) Gülnar. Nar çiçeği. cilse : Bir çeşit vurmak. cilt : (Bak: Cild) cilvah : Geniş ve dolu olan deve. cilvaz : (C.: Celâvize) Kethudâ. Reis. cilve : Esmâ-i İlâhînin tecellisi. * Tecelli. * Güzellere yakışır duruş ve davranış. Dilberâne hareket. Naz ve edâ. Hoşa giden görünüş. cilvegâh : (Cilve-geh) f. Cilve edilecek yer, cilve yeri. cilveger : f. Cilve ve naz eden. Cilveli. * Tecelli eden. cilvekâr : f. Cilveli. Nâzenin. cilvekünân : f. Cilve yaparak. cilvenümâ : f. Cilve yapan, cilve gösteren, cilve eden. cilvesaz : f. Cilveli. Nazlı. Gönül alan. cilvezet : Mâni olmak. Men'etmek. cilz : Süngü demiri. * Kamçının ucundan tuttukları yer. cilze : (C.: Cilzâ) Sert ve sağlam yer. cim : ( harfinin arapça adı olup ebced hesabında üç sayısının karşılığıdır. ◊ Gulamperest olan kimse.çim : f. Rutubetten hasıl olan yosun.* Kesilmiş çimenli yerler. cima' : Cinsi münâsebet. Çiftleşmek. * Zamm etmek. çimaci : Vapurda ve iskelede çımayı atıp tutmak vazifesiyle görevli tayfa. cimah : Binicisi zabtedemediğinden, atın serkeş olup binicisini istememesi. cimal : (Cemel. C.) Erkek develer. cimam : Kuyu içinde suyun toplanması ve çoğalması. cimar : Toplu kabile. * Süvari alayı. cimnastik : yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi. cimri : f. Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy More…cimse : Rengi gökrek kızıllığa yakın kıymetli bir taş. cin : (Bak: Cinn) çin : f. 'Derleyen, toplayan' mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. ◊ f. Büklüm. * Çatıklık. Buruşukluk. Kıvrım.cinab : Hayvanlara vurulan damga ve nişan. cinaî : (Cinâiyye) Cinayetle alâkalı. cinan : (Cennet. C.) Cennetler. cinare : Esterâbâd ile Cürcân arasına derler. cinas : Benzeyiş, münâsebet. * Edb: Birçok mânâya gelebilen söz, imalı, telmihli söz. telâffuzu bir, mânası ayrı olan kelimelerin bir sözde bulunması. Bunu yapmaya 'tecnis' denir, o More…cinayat : (Cinayet. C.) Büyük cezâları gerektiren suçlar. Cinayetler. cinayet : Adam öldürmek, katl. (Bak: Câni) cinayet-kâr : f. Cinayet işleyen. cinaze : Tabut. İçine cenaze konulan sandık. cincin(e) : (C: Cenâcin) Göğüs kemiği. çine : f. Kuş yemi. çinende : f. Devşiren, toplayan, toplayıcı. cinh : Gece karanlığı. cinn : Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. cinn sûresi : Kur'ân-ı Kerim'in 72. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. cinnet : Delilik. cinnî : Cinn taifesinden olan. cins : Nevi'. Boy, soy, kavim, kabile. Aynı çeşitten olmak. cinsî : Cinsle ilgili, cinsle alâkalı. ◊ Zırh yapıcı.cinsiyet : Bir kavim ve kabileye mensub olma. * Bir cins ile alâkalı olma. cinun (cinan) : Gece karanlık olmak. cinzab : Yaban havucu. çipil : Gözleri ağrılı ve kirpikleri dökülmüş kimse. * Çepel. cir : f. Aşağı, alt. * Eldiven, kayış vs. gibi şeyler yapılabilen tabaklanmış deri. cir'et : (Cer'et- Cür'et) Bahadırlık, kahramanlık, şecaat. * İkdâm etmek. cirab : (C.: Ecribe-Cireb Cerbân) Dağarcık. çirag : f. Fitil, kandil, mum, lâmba. * Çırak. * Talebe, öğrenci, şakird. * Tekaüd, emekli, emekliye ayrılmış olan kişi. ciraha : (C.: Cirâh-Cirâhât) Yara. ciran : (C.: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer. ◊ Komşular. * Müşteriler.ciranta : yun. Poliçeyi, senedi devir ve havale eden şahıs. ◊ yun. Bir senedi ciro eden kimse.cirar : (Cerre. C.) Toprak testiler. ciraye : Suyun ve diğer sıvıların durmadan akıp gitmeleri. cirban : Yaka. cirbet : Ekinlik, mezra. circir : Maydanoz. circis : Mühür yapılan mum. * Toprak. * Küçük üvez. ◊ (Bak: Cercis)cire : f. Çırak, uşak ve hizmetçilere verilen yevmiye, yemek ve para. çire : f. Mâhir, maharetli, becerikli. * Bahadır, kahraman, yiğit, cesur. ◊ f. Niçin? Çerâ?çire-dest : f. Becerikli, eli işe yatkın olan. çiregî : f. Bahadırlık, kahramanlık, yiğitlik. * Ustalık. Mâhirlik. ciret : Komşuluk. cirf : Büyük nesne. cirî : Yılan balığı. (Fâriside mermahi derler.) ciris : Sazan balığı. ciriş : Ceset. cirit : Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi. ciriyya : Tabiat, mizac, fıtrat, yaradılış. * Huy, haslet.Adet, alışkanlık. çirk : Kir, pas, pislik, murdarlık, necaset. * Yarada olan irin ve kan. çirk-âb : f. Pis su. çirkâf : f. Çirkef. Pis su. Pis. * Terbiyesiz. Edebsiz. çirkin : f. Güzel olmıyan. * Çok kirli. * Kanlı, irinli çıban veya yara. cirm : Vücud, ten, cüsse, hacim, büyüklük. * Cansız cisim. * Yıldız. cirman : Organlarla birlikte vücut. ciro : ing. Bir senet veya havalenin alacaklı tarafından diğeri namına çevrilmesiyle üzerine buna dair şerh verilmesi. cirre : Devenin karnından çıkarıp çiğnediği geviş. * Yapağı denilen yün. cirriyye : Kursak. cirs : Temel, kök, menşe, kaynak, menba. cirşab : Hasta olduktan sonra zayıflayıp gövdede çıban çıkmak. cirsam : Divanelik, delilik. * Öldürücü zehir. * Zatülcenb. ciryal : Altının kırmızılığı. * Bir cins kırmızı boya. * Temiz renk. * Şarap. cirye : Suyun akması ve şırıldaması. * Cereyan. cisad : Kan. Safran. çisan : f. Ne gibi? Nasıl? cisim : (Cism) Varlığı bilinen, hayyiz olan, mekânı, ciheti, uzunluğu, genişliği ve derinliği olan şey. cismanî : (Cismaniye) Bedene mensub, vücutla alâkalı. * Mânevi ve ruhani karşılığı. Maddi ve cisimli olmak. cismen : Cisim itibariyle, cisim olarak. Vücutça, bedence. cisr : (C.: Cüsûr-Ecsür) Köprü. Ağaçtan olan köprü. çistan : f. Bilmece. civan : f. Cevan. Taze. Genç. civanan : (Civân. C.) f. Gençler. civanî : f. Gençlik. civanmerd : Sözünde sağlam. İyilik sever. Kahraman. civar : Çevre, yöre, etraf. * Yakın yer, yakın komşu. civariyyet : Komşuluk, yakınlık, aynı civarda oluş. civata : Arkası iri başlı ve ucu somun geçmek üzere yivli vida. Başlıca potrelleri, demir ve tahtaları birbirine bağlamaya yarar. cive : f. Civa. (Hg) civelek : Tar: Yeniçeri Ocağı'nda bulunan ve aşçıbaşı maiyetinde yaver gibi kullanılan gençler. * Canlı, hareketli ve neş'eli deve yavrusu veya genç. ciya' : (Câyi'. C.) Karınları acıkmış olanlar, açlar. ciyadet : Tazelik, yenilik. * İyilik, güzellik. ciyef : (Cife. C.) Lâşeler, leşler. Cifeler. ciyet : Bozulmuş, değişmiş olan su. Bir yere toplanıp birikmiş olan su. çiz : f. Şey. Nesne. ciz' : Ağaç kütüğü. Ağaç kökü. Kuru direk. Hurma ağacının kökü. Hurma ağacı. * Çatı örtüsünde kullanılan ağaçlar. (Bak: Hanin-i ciz') ◊ Derenin dar ve kısık yeri.cizal : Hurma toplama. cizaret : Deve kasaplığı. cize : Dere kenarı. cizfe : Küçük sürü. cizirman : 'Hurma yaprağının aslı; yâni dibi ki, yaprağı dökülünce ağaçta kalır.' cizl : (C.: Cüzul-Eczâl) Büyük odun ağacının kökü, tomruk. cizle : Bir büyük yığın hurma. cizme : Deve sürüsü. * Koyun sürüsü. cizmir : Ağaç kütüğü. cizn : Kök. * Ağaç kütüğü. cizye : Vergi. Haraç. Müslümanların fethettikleri yerlerde, müslüman olmayanlardan alınan ve devlet teminatı altında bulunmanın karşılığı olan vergi. (Bak: Haraç) cizyedâr : f. Cizye adı verilen vergiyi toplıyan memur, cizyeci. coğrafya : 'Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, More…çolpa : f. Bir ayağı sakat olan. * Yürürken ilk defa sol ayağını atan. * Mc: Beceriksiz. Eli yakışıksız. cömert : Eli açık, ikramcı, kerem sahibi. çömez : Medresede talebeye ve müderrise hizmet ederek ilim öğrenen kimse. Talebe yamağı. conta : Birbirinin üzerine kapanan iki madeni parça arasında, açıklık kalmamasını te'min etmek için konulan karton, kösele, lâstik vs. şey. cop : Polis ve polis görevlisi askerlerin taşıdığı, kauçuktan yapılma sopa. çopra : Balık kılçığı. * Sık çalılık veya sazlık. * Uzunca boylu olan tatlı su balığı. cu : f. Custen fiilinin emir kökü. Gelecek misâlde olduğu gibi birleşik kelimeler yapılır. ◊ f. Akarsu, ırmak, nehir, çay.çü : f. (Teşbih ve tâlil edatı) Gibi. * Dikkat. * Ahenk. cu' : Açlık. cu'an : (Cu'. dan) Aç olarak, acıkmış olarak. cu'bub : (C: Ceâbib) Fitil ucu. * Çirkin ve kısa boylu adam. cu'bus : Ebleh, ahmak. cü'cü' : Gemi göğsü. Kuş göğsü. cu'l : Ücret, mukabil, karşılık. * Ayak kirası. * Padişahın etbâından aldığı mal. cu'mus : Pis, necis. cü'ne : Hokka. cu'şum : Galiz, kısa boylu adam. cu'şuş : (C.: Ceâşiş) Kötü huylu, kısa boylu. cü'şuş : Göğüs. Sadır. cü'zer : (C.: Câzer) Geyik buzağısı. * Yaban sığırının buzağısı. çub : f. Ağaç değnek, sopa. * Çöp. cüba' : Korkak. cübab : Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü. çuban : f. Çoban, sığırtmaç. cübar : Ziyan olmak. Heder olmak. * Üçüncü gün. cübb : Kuyu. * Küp. Kulpsuz desti. * Vaktiyle zindan gibi kullanılan çukur, susuz kuyu. cübbe : (C: Cübeb) Şeâir-i İslamiyeden olup, giyilmesi sünnet olan dış kıyafetini teşkil eden, bilhassa namazda giyilen uzun ve bolca bir libas. cübcübe : (C.: Cebâcib) Korkutmak. * Yağ koymağa mahsus deri zenbil ve büyük desti. * Çok su. * Erimiş yağ. cübcübiyye : İşkembe yemeği. (Onu pişirip satana işkembeci mânâsına 'cübcübî' derler.) çube : f. Oklava. çubek : f. Değnek, sopa. Davul tokmağı. cüble : Hörgüç. cübn : (Cübün) Ürkeklik. Korkaklık. Korkak olmak. * Peynir. cübne : Korkaklık. cübnî : Peynirci. * Peynir hâlinde olan şey. cübu' : Tehir etmek, sonraya bırakmak. * Yönelmek, rücu etmek. cübüll : (C: Cübüllât) Yaratılmak, hilkat. * Kesir, çok. cübün : Peynir. * (Cebin. C.) Alınlar. cuce : f. Civciv. cud : Cömertlik. Sahilik. Eli açık olmak. Muhtaçların vaziyetlerini, durumlarını bildirmeğe meydan vermeksizin lütuf ve ihsanda bulunma hâleti. Mücahede-i diniye ve neşr-i hakaik-ı Kur'aniye More…cud u kerem : Cömertlik, eli açıklık. cud u sehavet : Cömertlik ve eli açıklık, sahilik. cüda : f. Ayrılık. Ayrılmış. cüda' : Ölüm. Mevt. * Hayvana muzır olan otlak, çayır. cüdad : Çulha yumağı. * Eski kaftan. * Küçük ağaç. cüdat : (Câdi. C.) Dilenciler, sâiller. cüdayi : f. İftirak, ayrılık. cüdcüd : (C.: Cedâcid) Orak kuşu derler bir büyük böcek ki yaz aylarında öter. cüdd : Cem'etmek, toplamak. * Yol üstünde olan kuyu. cüddet : (C.: Cüded) Dağ arasındaki yol. * Şekil, tarz, işaret. * Çizgi. cüded : Dağ yolları. Yol gibi olan izler. * Bir rengi diğer renkten ayıran çizgi. cüdera' : (Cedir. C.) Yakışanlar. Lâyık olanlar, liyâkat sahibi olanlar. cüdere : (C: Cüder) Ur dedikleri yumru. (İnsan bedeninde çıkar) cüderî : Kabarcık denilen hastalık. * Çiçek hastalığı. cudi : Hz. Nuh'un (A.S.) tufandan sonra gemisi ile sahile çıktığı dağın ismi. * Şırnak İlinin 6 kilometre güneydoğusunda bulunan bir dağın adı. cüdran : (Cedr. C.) Duvarlar. cüdube : Kıtlık. cüdür : (Cidâr. C.) İnce deriler, zarlar. * Duvarlar, setler. cüfaen : Beyhude, boşuboşuna, faydasız yere. cüfaf : Kurumuş. cüfafe : Dağılmış kuru ot. cüfal : Selin kenara attığı çör çöp. * Davarın yünü ve kılı çok olmak. * Kıllı kimse. * Bol. cüfale : Su kenarında olan çörçöp. cüff : İçi boş olan şey. Kof. * Dimağa işlemiş olan baş yarığı. * Hurma çiçeğinin kabuğu. * Cemaat, topluluk. * Yarısı kesilip kova olmuş olan çürük ve eski kırba. cüfre : Bir şeyin ortası. Mezar. * Boşluk. Çukur. * Göğsün içerisi. Sadır. cüft : f. Tek olmayan. Eşi olan. Çift. cüfte : f. Benzer, eş, denk, müsavi. * İnsan veya hayvan sağrıs. * Hayvan çiftesi. cüfur : Zayıf olmak. cug : f. Öküz boyunduruğu. çug : f. Su arkı. * Boyunduruk. cugd : Baykuş. çuhadar : Ayak hizmetinde bulunan çuha elbiseli yahut çuhadan olan perdenin haricinde emre hazır bulunan hademe. cuhaf : Zarar ve ziyân edici, zarar verici nesne, muzır. * Çok yemekten şişip ishal olmak. * Ölmek, mevt. cühal : Zehir. cuhale : İğne deliği. cuham : İnsanı zayıflatan ve gözleri irinleten bir hastalık. cühd : Kuvvet, tâkat. cuhdub : (C.: Cehâdib) Ayakları uzun, yeşil çekirge. cühela : (Câhil. C.) Cehele, cühhâl. Cahiller. Bilgisizler. cühera : (Câhir. C.) Yüksek sesle açık olarak söylenenler. cuhfe : Medine yakınında bir yerin adıdır ve Şam ehli orada ihram giyerler. cühhal : (Câhil. C.) Bilgisizler, câhiller. cuhr : Yer deliği. cühud : Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek. * Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. More…cuhuz : Çıkmak, huruç. cul : (C.: Ecvâl) Akıl. * Rey. * Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı. ◊ f. Çaylak.cülab : Gülsuyu, cüllâb. * İshal veren şerbet, müshil. culah : f. Örümcek, ankebut. * Çulha, yâni dokuyucu, nessâc. cülahek : f. Örümcek, ankebut. * Küçük dokumacı. cülal : (Celil) Ulu, büyük nesne, azim. cülale : Büyük dişi deve. cülazî : Kocaman ve kuvvetli. İriyarı. * Hâdim, hademe, hizmetkâr. * Kilise veya manastır uşağı. * Papaz veya keşiş. cülb (cilb) : Su olmayan bulut. cülban : Burçak dedikleri hububat cinsi. cülbe : Yara iyi olduğunda üstünde olan ince deri. cülcül : (C.: Celâcil) Ufak çıngırak, küçük çan. cülcülân : Susam. cülesa : (Celis. C.) Beraber oturanlar. cülhab : Dere, vâdi. cülhub : Dizleri büyük olan kadın. cüll : (C.: Cilâl-Ecille) Çul. * Gül. * Her nesnenin büyüğü ve muazzamı. cülla : (C.: Cilel) Büyük emir. cüllab : f. Cülâb, gülsuyu. cüllah : Çok sel. cüllas : (Câlis. C.) Cülus edenler, oturanlar. cülle : Hurma koydukları kap. * Hurma yükü. cülmud : Kaya. cülmüd : Sesi çok çıkan ve kuvvetli olan kimse. cülüban : Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap. cülube : Başka yerden satmaya getirilen şey. cülud : (Cild. C.) Ciltler, hayvan derileri. cülul : Kişinin, yerinden başka yere çıkması. cülünbak : Diş gıcırtısı. * Kapı gıcırtısı. cülus : Oturuş. Oturma. * Padişahın taht'a oturması. cülusiyye : Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir. * Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş. cülza : Sağlam deve. cum'a : Toplanma. * Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine More…cum'a sûresi : Kur'an-ı Kerim'in 62. ve Medine-i Münevvere'de nâzil olan sûresi. cum'at : (Cum'a. C.) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar. cüma' : Toplamak. Cem'etmek. cümâde : Arabi ayların beşinci ve altıncısının adı. cümah : Kibirlenmek. cümale : (C.: Cümâlât) Gemi urganı. cümame : (C.: Cümâm) Yuvarlak inci. Kıymetli taş. Gümüşlü boncuk. Büyük inci tanesi. Gümüşten yapılıp dizilen inci gibi toplar. cüman : İri inci. cümane : Tek inci. cümase : Soğuk, berd. cümaz : Gümüşlü boncuk. cümbüş : (Bak: Cünbiş) cümcüme : (C.: Cemâcim) Baş kemiği, kafatası. * Ağaç çanak. * Arabdan bir kabile. cümd : (C.: Cümâd-Ecmâd) Yüce, sağlam mekân. ◊ Taş.cumeat : (Cum'a. C.) Perşembeden sonra gelen günler. Cum'alar. cümel : (Cümle. C.) Cümleler. Birden fazla anlama gelen sözler. Mecmular. (Bak: Cümmel) cumhur : Halk topluluğu. Hey'et, takım. Aynı kararı veya hükmü kabul edenler. * Âlimlerin çoğu, ekseriyeti. * Seçimle idare edilen devlet. * Bir yere toplanmış kum, toprak. cumhur reisi : Cumhuriyetle idâre olunan memleketlerde Devlet Reisi. cümhure : İçi boş kemik. cumhuriyet : Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) More…cumhuriyet-perver : f. Cumhuriyetçi, cumhurcu. cümle : Hep, bütün, tam. * Gr: Tam mânâyı ifade eden, kaideye uygun söz. cümle kapisi : Sarayın büyük kapısı. * Dış kapı. cümle şirân-i cihân : f. Cihânın bütün arslanları. cümle-i fiiliye : f. Fiil ile başlayan arabça cümle. Fiil cümlesi. cümle-i ismiye : f. İsimle başlayan arabça cümle. İsim cümlesi. cümleten : Bütün, hep, kâffeten, cemian, hep birden. cümma' : Bir araya gelerek toplanmış şey, küme. cümmah : Temrensiz, ucu yuvarlak ok. (Oğlancıklar onunla ok atmayı öğrenirlerdi) cümmar : Hurma yağı denilen beyaz bir maddedir ve hurma ağacının başından çıkar ve araplar onu yerler. cümmel : (Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced. (Bak: Ebced) * Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı. cümmet : Suyun biriktiği yer. * Başta toplanan saç. * Omuzlara inen saç. cümmeyz : İncire benzer bir yemişin adı. cümre : Süvari alayı, bin atlı cemaat. cümse : Hurma koruğu. cumu' : Toplanmalar. Cemi'ler. cumuat : (Cum'a. C.) Perşembe gününden sonra gelen günler. Cum'alar. cümud : Donuk. Katı. Sert. * Mc: Gayretsiz. * Soğukluk. cümudiye : Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg. cümum : Suyu çok olan kuyu. * Su kuyuda çok olmak (mânâsına mastardır). cümûs : Donmak. cümza : Seri davar. cümzan : Hurma nevilerinden bir hurma. cümze : Toplanmış hurma. çun : f. (Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir. çün : f. Gibi. * Zira, çünki, madem ki. * Nasıl, nice. cun (cuni) : Karnı ve kanadı kara olan bağırtlak kuşu cinsinden bir kuş. çun ü çira : f. Nasıl ve niçin. cünabe : f. İkiz çocuk. cünaf : Kuruluk. cünah : Bir şeyi basıp meylettiren sıklet demek olup, harec, sıkıntı ve alel-ıtlak ism-i vebal mânasına da gelir ki, 'günah' kelimesinin aslı budur. çunan : f. Öyle böyle. çünan : f. Böyle. Bu şekilde. Bunun gibi. cünbân : f. 'kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan, hareket eden' mânâlarına gelir ve sıfatlar yapar. Dünbâle-cünbân $ : Kuyruk sallayan. çünbek : f. Atlama, sıçrama. cünbide : f. Sallanmış, kımıldanmış, hareket etmiş. cünbiş : f. Kımıldanma, hareket. * Zevk, eğlence, cünbüş. cünbiş-geh : f. Cünbüş yeri, eğlence yeri. cünbüde : Kümbet, kubbe. cünbuh : Kalın, uzun ve yüksek nesne. * Büyük bit. cünbüş : Zevk, eğlence. * Hareket, kımıldanma. * Uta benzer bir çalgı. (Doğrusu: Cünbiş'tir). cünbüz : Kemer, kubbe, kümbet. cünd : Er, asker. Ordu. * Bir kimsenin yardımcıları. * Şehir. cündeb : (Cündüb) Bir nevi çekirge. * Mc: Yağmacı. cündî : Süvâri, sipâhi, ata iyi binen, binici. cündüb : (C.: Cenâdib) Bir nevi çekirge. cünduh : Büyük çekirge. cûne : (C.: Cuven) Attarların kutusu ve tablası. cüneyd : Küçük asker. Askercik. cünh : Koruma, esirgeme, himâye ve muhafaza etme. cünha : Suç, kabahat. Te'dib cezâsına müstahak olanın suçu. çunin : f. Böyle. çünki : f. Zira, şundan dolayı ki, şuna binaen ki, şu sebebden ki. cünnab : Bitişik olan iki yemiş. cünnar : Çınar. cünnet : Örtü, kadın başörtüsü. * Yağan. * Kalkan. cünu' : Yüzü üstüne düşürmek. cünüb : Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli. * Irak, uzak, baid. cünud : (Cünd. C.) Askerler. Ordu. cünuh : Yöneliş, meyil. cünun : Delilik, cinnet. Delirmek. * Çok olmak. * Otun uzaması. cur : Belde ismi. cur'a : Tek yudum. Bir içimlik. Bir yudumluk. cür'a : Bir yudumluk su. İçim, yudum. cür'a-riz : f. Damla damla döken.* Bir çeşit ibrik. cur'aten : Bir yudumluk. cür'et : Yiğitlik, cesaret. Korkmayarak ileri atılmak. cür'et-yâb : f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek, cür'etkâr. cür'etkâr : f. Cesur, cesaretli, yiğit, delikanlı, atılgan, gözüpek. cürade : Soyulmuş nesne. cüraf : Sel yolu. Selin aktığı mecrası. cürah : Yara. cürahüm : İri gövdeli davar. cüraşe : Tuz döğülürken etrafına düşen iri parçalar. cüraz : Polat. Demir. ◊ Keskin.cürbüz : İnsanlar arasında fesâdçılık yapan gaddâr kişi. cürce : (C.: Cürâc) Heybeye benzer bir kap. cürcur : Deve başı. cürd : Tüysüz, kılsız. * Cilt hastası (deve). * Tüyleri kısa olan (at). * Bitki örtüsü olmayan (arazi). * Piyâdesiz (süvâri). cürdan : At ve eşek zekeri. cürde : Çorak bölge. * Çıplak vücut. * Atlı asker. cürde askeri : Eskiden hacca giden kafilelerin muhafızlığını yapan asker. cürez : (C: Cirzân) Tarla faresi. cürf : Dere kenarında selin, dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.* Estiyan adı verilen bir ot. More…cürfüş : Yanları etli olan şişman kimse. curh : (Curha) Yara. Yaralama. cürh : (C.: Cüruh) Yara. cürha : Birtek yara. * şehadette yani şahidlikte bir tek hükümsüzlük sebebi. cürhüm : Yemende bir kabile. cürm : (Cürüm) Kabahat, kusur. Hatâ. İsyan. Günah. Kanun hilâfına hareket. cürm-nak : f. Suçlu, kabahatli. cürmane : f. Ceza, mücâzat. cürmuk : (C.: Cerâmik) Çizme. cürmuz : Küçük havuz. cürn (cerin) : (C: Cüren) Hurma kurutulan ve harman yapılan yer. curnal : (Bak: Jurnal) cürre : Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan. * Uçan her çeşit kuşun erkeği. * Bir zira' miktarı ağaç. cürre-baz : f. Atmaca kuşu. * Erkek şahin veya akdoğan. * Hızla uçan ok. cürş : Yemen diyarında bir yerin adı. * Başı tırnakla taramak. cürşu' : Büyük karınlı deve. cürsum : (C: Cerâsim) Her nesnenin aslı. cürsume : (Cürsâm) Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. İlk hücrelik. * Gırtlak kapağı. * Karınca yuvası. cürsun : Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç. cürub : Beddualar, bed ve kötü dualar, fenâ sözler. cürüf : Uçurum, yar. cüruh : (Cürh. C.) Yaralar. cürum : Sıcak, çukur yer. cürûn : Bezin eskimesi. * Yumuşak olmak. * Bir nesne aşınmak. * Alışkanlık, itiyat. cürüz : Verimsiz çorak yer. cürvaz : Karnı büyük olan kişi. cüryaz : (C: Cerâyız) Karnı büyük olan. cürz : (C: Cirzan) Köstebek. cürzum : (C: Cürâzim) Çok yiyen kişi. cuş : f. Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek. cuş u huruş : f. Kaynayıp taşma. Neş'e ve âhenk. Coşup taşma. cûş-aver : f. Coşturucu, coşmaya sebep olucu. cüşa' : Çok yemekten dolayı genirmek. cüsacis : Büyük deve. * Kılların veya otların sık ve çok olup birbirine karışması. cuşacuş : f. Çok coşkun, taşkın. Pek coşkun ve taşkın bir sûrette. cüsad : Karın ağrısı. cûşak : f. Kaynama. cüsal : Tarla kuşu. cüsale : Sonbaharda dökülen yapraklar. cüsam : Büyük, geniş. Eni fazla olan. ◊ Uykuda gelen ağırlık, kâbus.cuşan : f. Coşup kaynayan. cüşem : Deve göğsü. cüses : (Cüsse. C.) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler. cüseym : Cisimcik. Küçük cisim. cüseymat : (Cüseym. C.) Küçük cisimler, cisimcikler. cuşide : f. Coşmuş, kaynamış. cuşir(e) : f. Dokumacı. cuşiş : f. Kaynama, coşma. cüsman : Organlarla birlikte vücudun tamamı. * Her nesnenin cismi ve cesedi. cüşre : Öksürük. * Göğüs sertliği. cüsse : Gövde, kalıp, beden. cüsse-dâr : f. İri yapılı, cüsseli kimse, irikıyım kişi. cüst : f. Araştırma, arama. çüst : f. Çevik, çabuk hareketli. Seri-ül-hareke. * Dar, sıkı. * Muntazam, mükemmel, düzgün. Yakışıklı. cüst ü cu : Arayıp sorma, araştırma, arama. çüstî : f. Atiklik, çeviklik, çabukluk. cüsu : Diz üstünde çökmek. cüsu' : Tamahkârlık, pintilik, harislik, cimrilik. cüşu' : Durmak, kıyam. * Huruç etmek, çıkmak. * Hafif yay. cüsum : Kuşun, uyuması vaktinde göğsünü yere koyup çömelmesi. Çömelip oturmak. * Uykuda gelen ağırlık. Kâbus. * Oturmak. ◊ (Cisim. C.) Cisimler. Ecsam.cüşüm : Kısa boylu, tıknaz kimse. cüsur : (Cisr. C.) Köprüler. cüşur : Sabah yerinin ağarması. cüsüvv : Kurumak, yebs. * Donmak, cümud. cüsve : Bir yere biriktirilmiş taş. cüsy : Diz üstüne çökmek. cuudet : Kıvırcıklık. cuur : Hurmanın gayet yaramazı, iyi olmayanı. cüvad : Susamak. cüval : f. Çuval. çuvaldiz : Çuval ve ona benzer çul vs. dikmeye mahsus büyük iğne. cüvalik : (C.: Cevâlik) Çuval. cüvan : (Bak: Civân) cüvar : (Civâr) Yakınlık. Komşuluk. * Himâyet, korumak. * Riâyet. * Süt emen deve yavrusu. * Karga sesi. * Öküz avazı. cüveyre : Küçük câriye, câriyecik. cüvvet : Kırba yaması. * Bir parça yer. * Siyaha yakın boz renk. * Demir pası. cuy : f. Nehir, akarsu, ırmak, dere, çay. cuy-çe : f. Küçük ırmak. cuya(n) : f. Arayan, arayıcı. cuybar : f. Akarsu, nehir, dere, çay, ırmak. * Irmak kenarı. cuyem : f. (Cüsten, aramak mastarından 'arıyorum, ararım' mânasınadır.) (Bak: Cû) cuyende : f. Arayıcı, araştırıcı, isteyen. cüyud : (Cid. C.) Gerdanlar, boyunlar. cüyuş : (Ceyş. C.) Ceyşler, askerler, neferler, erler. Ordular. cüz : Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası. * Kitab forması. * Küllün mukabili. * Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası. * Kanaat. İktifâ eylemek. * Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi More…cüz'i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüz'e âit olan. Külli olmayan. cüz'iyyat : Cüz'î olan şeyler. Ufak tefek şeyler. Mânası düşünüldüğünde zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler. Mânası başka şeylere şâmil olmayanlar. cüz'iyyet : Azlık, cüz'î oluş. cüzae : Bıçak sapı. cüzaf : Götürü pazar. cüzam : (Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı. cüzame : Hasaddan sonra ekinden bâki kalan ekin. cüzare : Devenin etrafı (ayakları ve başı gibi.) cüzaz : Kesilmiş ve parçalanmış olan şey. cüzaze : (C.: Cüzâzât) Pâre pâre etmek, ayırmak, kesmek. Ağaçtan yemiş düşürmek. ◊ Bez kırpıntısı.cüzbend : Bir çeşit cüzzam hastalığı. * Ciltçi. cüzeyr : Kök dalı, ince kök. cüzeyre : Küçük ada, adacık. Etrafı su ile çevrili küçük kara parçası. cüzhan : f. Kur'ân-ı Kerim cüzlerini okuyan kimse. cüzur : (Cezr. C.) Kökler. cüzve : (Cezve-Cizve) (C: Cezey-Cizey) Kalın ağaç parçası. * Ateş közü. cüzzam : (Bak: Cüzam) cüzzet : Kaftan.