A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P
R
S
T
U
V
Y
Z
a : Nida edatı olup, kelimenin sonuna gelir 'ey' mânası verir. Aynı veya farklı iki kelime arasına gelirse, sözün mânasını kuvvetlendirir. 'rengârenk, lebaleb' gibi. 1928 More…a'ba : Ağırlıklar, yükler, mes'uliyetler. * Sandık. a'bad : Köleler. a'bel : (C: A'bile) Çok sert taş ki, kırmızı, beyaz veya siyah renkli olur. * Taşlık dağ. ◊ Ak, beyaz. * Ağaç yaprağının dökülmesi.a'bide : (Abd. C.) Köleler. Abid. a'cam : (Acem. C.) Acemler. İranlılar. * Arab olmayanlar. a'ceb : Çok acâyib. Pek tuhaf olan. a'cef : İnce, zayıf. a'cel : Daha acele, en çabuk. * Acele eden kişi. a'cemî : Aceme mensub. * Arapçayı iyi konuşmayan. Dilsiz. * Beceriksiz. a'cez : En âciz. Çok kudretsiz. * Mak'adı etli ve yumru olan. a'cube : (Bak : U'cube) a'da : En zâlim, en çok düşmanlık eden. ◊ (Adüv. C.) Düşmanlar.a'dad : (Adud ve Adad. C.) Bazular. Kollar. * Havuzun çevre kenarına konan taş. ◊ (Aded. C.) Adetler. Sayılar. ◊ İnce ve kısa kollu adam.a'dal : (İdl. C.) Eşitler, denkler, müsaviler. a'das : (Ades. C.) Mercimekler. a'deb : Erkeklerden arkadaşı ve yardımcısı olmayan. * Bir boynuzu kırık hayvan. a'del : (Adil. den) Adâletli, çok doğru. a'fer : Pek beyaz. * Beyazı kırmızılığına galip olan geyik. a'fes : Çıplak, uryân. a'fet : En güç sey. * Pek akılsız. * Peltek konuşan. Kekeleyen. a'kab : (Akab. C.) Bir şeyin hemen sonrası. a'kal : En akıllı. Pek akıllı. Daha akıllı. a'kar : Kısır. a'kas : Boynuzu kulağı ardında bitmiş veya boynuzu kulağı ardına gelmiş nesne. a'kef : Ahmak. a'la : Daha iyi. Pek iyi. En yüksek. Ziyâde ve mürtefi olan. a'lâ suresi : Kur'an-ı Kerim'in seksenyedinci suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. a'lal : (İllet. C.) Hastalıklar, marazlar, illetler. * Sebepler. a'lam : (Alem. C.) Alemler. Alâmetler. İzler. Nişanlar. * Bayraklar. * Büyük âlimler. * Büyük dağlar. a'lem : Daha iyi bilen. En iyi bilen. * Yarık dudaklı. * Alâmetli, belirtili. a'ma : Kör. Gözü görmeyen. * Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik. * Yağmur bulutları. a'mak : (Umk. C.) Derinlikler. a'mal : (Amel. C.) Ameller. İşler. Yapılan hayırlar. a'mam : (Amm. C.) Amcalar. a'mar : (Ömr. C.) Ömürler, yaşayışlar. * Mes'ut hayat. Hoşa gidecek garib ve tuhaf şeyler. * Sinler, yaşlar. a'mer : Yaşlı kişi. İhtiyar. a'meş : Gözünün yaşı durmayıp akan. * Tomlaç gözlü. a'mide : (Amud. C.) Direkler. Temeller. Sütunlar. * Mc: Büyük kimseler. Büyükler. a'nâ : (İnv. C.) Nahiyeler, taraflar. * Cemaatler. a'nâb : (İneb. C.) Üzümler. Yaş üzümler. a'nak : (E'nak) Boynu uzun. a'nâk : (Unk. C.) Boyunlar, gerdanlar. a'nan : Ufuklar. * Ağacın ucu. a'neb : Büyük burunlu adam, burnu iri olan adam. a'ni : Yani ben demek istiyorum ki (manasında). a'rab : Göçebe Araplar, çölde yaşayan Araplar. a'rabî : Çölde yaşayan Arab. a'rac : Anadan doğma topal (aksak). a'raf : (Arf. C.) Sırt, tepe. Özel manası Cennetle Cehennem arası bir yer.(Arf, herhangi bir yüksek yer demektir ki, bu münâsebetle atın yelesine, horozun ibiğine arf denilmiştir.) ◊ More…a'raf suresi : Kur'an-ı Kerim'in 7. suresidir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Suret-ül Mikat, Suret-ül Misak, Elif lâm mim sâd gibi isimleri de vardır. a'rak : (Irk. C.) Kökler, damarlar. a'raş : (Arş. C.) Tahtlar. * Çatılar, damlar. a'râs : Düğünler. * (İrs.C.) Evliler. * (Urs. C.) Nikâh merasimleri. a'raz : (Araz. C.) Arazlar, işaretler, nişanlar, alâmetler. * Tesadüfler. * Hastalık alâmetleri. * Kazalar, felâketler, musibetler. a'razi : Ârızî, tesâdüfî, rastgele. a'rec : Topal, aksak. a'ref : Pek ma'ruf, çok bilen. Arif. * Çok anlayışlı, fazla bilgili. * Yelesi ve boynu uzun olan at. a'rem : Alacalı, benekli (şey). a'sa : (Asâ. C.) Değnekler, sopalar, bastonlar. a'şa : Gözleri dumanlı olan adam. * Çeşitli yüzyıllarda yaşamış olan birkaç Arap şairinin adı. * Gece vakti gözleri görmeyen kimse. a'sâb : (Asab. C.) Sinirler. Damarlar. a'şab : (Aşb. C.) Tâze otlar. a'sac : Saçları alnı üzerine dökülmüş. a'sal : Dişinin ucu eğri olan. a'sam : (Usme. C.) Ön ayakları beyaz olan at, geyik veya koyun. a'sar : (Asr. C.) Asırlar. Yüzyıllar. a'şar : (Öşür. C.) Öşürler. Arazi mahsüllerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler. * Mahsül alan zengin müslümanların zekâtları. a'şarî : Ondalığa âit. Öşür hesapları nev'inden. On sayıları. Ondalık. a'sef : Zulmedip zorla birşey alan. a'sel : Eğri olan şey. Eğri dişli veya bacaklı kimse. a'sem : Eli bileğinden kurumuş kimse. a'ser : Çok zor ve çetin olan, dayanılması çok zor. * Solak. a'taf : (Atf. dan ) En âtifetli. Pek müşfik, çok merhametli adam. * Boynuzları birbirine eğilmiş koyun. (Müe: Atfâ') ◊ (Atf. C.) Meyiller. * Merhametler, şefkatler, lütuflar, More…a'vak : (Avk. C.) Mani olmalar. Alıkoymalar, durdurmalar. Vazgeçirmeler. a'vam : Yıllar. Seneler. a'van : Yardımcılar. Etbâlar. a'vaz : Karşılıklar. Bedeller. (Bak: İvâz) a'vec : Eğri büğrü. a'ved : Ençok faydalı. a'ver : Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm. a'vez : Mânâsı anlaşılmayan şey. * Anlaşılması zor olan şiir. a'ya : En kudretsiz, kabiliyetsiz. İktidarı hiç olmayan. a'yad : (İd. C.) Bayramlar. a'yan : (Ayn. C.) Gözler. * Bir yerin ileri gelenleri. * Meclis âzaları. Senato âzaları. * Muayyen ve müşahhas olan şeyler. * Altınlar. * Kaymakam. a'yar : (Ayr. C.) Eşekler. a'yen : Büyük ve iri gözlü. * Bakılan yer. * Çok açık, pek belli, bâriz. a'yes : (C.: İys) Beyaz deve. a'yün : (Ayn. C.) Gözler, aynlar. * Çeşmeler, pınarlar. Menba'lar. a'za : (Uzv. C.) Bedenin her bir uzvu. * Bir cemiyete mensup kimse. a'zam : Çok büyük. En büyük. Daha büyük. a'zamî : En fazla, en çok, nihayet derecede. a'zamiyyet : En fazla oluş. En fazlalık. a'zar : (Özr. C.) Özürler, mâniler, bahaneler, engeller. a'zeb : Karısı olmayan erkek. ◊ Çok tatlı. Pek hoş.a'zel : Yalnız veya silâhsız bulunan. ab : f. Su. * Mc : Yağmur. * Letâfet, güzellik. * İtibar. * Irz, nâmus. * Vakar. * Cilâ. *Keskinlik. ◊ Kusur, ayıp, noksanlık.ab'ab : Taze civanlık. * İbrişim halı. * Dağ tekesi. * Yumuşak yünden yapılan kisve. ab'âb : Uzun boylu kimse. * Güzel huylu ve sabırlı adam. ab-berin : f. Akarsu ve şelâle kenarlarında suyun tazyikle akmasından meydana gelen içi oyuk kovuk. ab-came : f. Su kabı. ab-çera : f. Kahvaltı. ab-dest : f. Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve More…ab-endam : f. Güzellik. Güzel endam. ab-gir : f. Suyun biriktiği yer, havuz. * Dokumacılıkta kullanılan fırça. ab-hane : f. Abdest bozacak yer. Helâ, tuvalet. ab-hurde : f. Su içen. ab-i zen : f. Küçük havuz. * Su birikintisi. * Yumuşak, lâtif sözlerle hatır alan ve bu manâda emir. (Bak : Avzen) ab-kend : f. Havuz, dere, su geçidi. ab-keş : f. Delikli kevgir. * Su çeken, sucu, saka. * Kadeh sunucu. ab-kur : f. Lâğım çukuru. Pisliğin aktığı yol ve delik. ab-nak : f. Sulu, ıslak, nemli. ab-rane : f. Su borularına ve su yollarına bakan mühendis. ab-şar : f. Şelâle, su akarken çıkardığı ses, şırıltı. ab-şinas : f. Sudan anlıyan. * Gemi kılavuzu. ab-süvar : f. Su üstünde yüzen. * Sudaki kabarcık. ab-vend : f. Maşrapa, bardak, su kabı. ab-yar : f. Sulayan. * Mc: Bereketlendiren, feyizlendiren. ab-yarî : f. (Asıl mânâsı sulama ise de, lisanımızda yalnız mecazi mânâsiyle bazı eski nesir yazarları tarafından kullanılmıştır). Yardım, itimat. ab-zen : f. Küçük havuz. * Banyo. âbâ : (Eb. C.) Babalar, pederler. * Mc : Mürşidler, ileri gelenler. aba : Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas, elbise. ◊ Kule.âbâ ve ecdâd : Analar, babalar, dedeler. aba' : Kaba, ahmak kişi. aba-puş : f. Aba giyen, derviş. * Fakir. âbab : Otu bol olan yerler, çayırlar, otlaklar, mer'alar. abab : (Abb) Suyu nefes almadan içmek. * Işık, nur, ziyâ. abad : Ebedler. Sonsuz gelecek zamanlar. ◊ f. Mâmur, şen. * Çok dolu.abadan : f. Mâmur, şen. İmâr edilmiş. abadî : Bayındırlık, mâmurluk, şenlik. * İmar edilmiş olan. * Hindistan'ın Devlet-âbad şehrinde ipekden yapılmış bir yazı kağıdı. abâdile : Abdullah isimliler. abajur : Fr. Lamba siperi. abak : İcab etmek. Lâzım olmak. * Yapışmak. abakiye : Lâzım olmak. * Yapışmak. * Zahmet. âbal : Develer. abal : Dağ kili. abalet : Ağırlık. abam : şişman kimse. âbar : (Bi'r. C.) Kuyular. Su kuyuları. * f. Hesap defteri. abat : Koltuk altları. abb : Işık, nur, ziya. * Güzelleşme. abbas : Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın amcalarındandır ve Mekke'nin fethinde Müslüman olmuştur. * Arslan, gazanfer. abbasî : Resul-i Ekrem'in (A. S.M.) amcası Hz. Abbas'ın neslinden gelen veya aynı sülâleden gelenlerin kurdukları devlete mensup olan. abd : Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). 'Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah More…abdal : t. Safdil, ahmak, bön. * Afganistan'da yaşıyan bir Türk kavminin adı, bu kavimden olan kimse. * Anadoludaki bazı göçebelerin adı ve bunlardan olan kimse. * Derviş, ermiş, kalender. More…abdan : (Ab. dan) Bahçe kovası, bahçe sulamaya mahsus süzgeçli kova. * Sidik kesesi, mesane. abdar : f. Parlak. * Sağlam vücudlu. * Su veren hizmetçi. * Mc : Ter u tâze, tap taze. abdest-hane : f. Ayak yolu, helâ. * Abdest alacak yer. abdestan : f. Su ibriği, abdest ibriği. abdiyet : Kulluk. * Kul olduğunu bilerek dininde, emredildiği üzere ibâdet ve itaatte bulunmak. abdulaziz : 32. Osmanlı Padişahıdır. Hilâfeti (Hi: 1277-1293) seneleri arasındadır. Mithat Paşa ve arkadaşları tarafından bilek damarları kesilerek şehid edilmiştir. abdulhamid ll : (mi: 1842-1918) 34' üncü Osmanlı Padişâhıdır. abdulkadir : Allah'ın kulu. abdullah : Allah'ın kulu. * Bu isim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek ve şerefli isimlerindendir. abe : İşaret, alamet. * Cemaat, topluluk. abe' : Kıymet. Ehemmiyet. Meta'. abece : Ahmak kimse. abed : Hayâ etmek. Arlanmak. * Hışım etmek, kızmak. * Uyuz hastalığı. abede : (ÎÂbid. C.) İbadet edenler. Âbidler. Tapanlar. abede-i esnam : f. Puta tapanlar. Putperestler. Heykele baş eğenler. âbek : Sulu, su dolu olan şeyler. * Çıban. * Civa. (Hg). abeket : (C.: Abekât) Tâne, az şey. * Tuluk içinde kalan yağ bakiyyesi. * Ekmek parçası. * Yılan başı dedikleri ufacık akça boncuk. abel : (C.: Abâl) Yassı ve enli yaprak. aberasyon : Fr. Sapma. aberat : (Abre. C.) Göz yaşları. abes : Oyuncak kabilinden faydasız ve boş amel. Lüzumsuz ve gayesiz iş. Tesadüfi. (Bak: Gaye) ◊ Davarın kuyruğunda kuruyup kalan bevl ve ters.abese : (Abs. den) Çehresini çattı, sureti kerih oldu (meâlinde). abese irca : Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. abese suresi : Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir. abesiyat : (Abes. C.) Faydasız ve boş şeyler. abesiyyun : Kâinatın ve hâdiselerin başı boş, faydasız ve gayesiz, kendi kendine, Haliksız olduğuna inanmak isteyen bâtıl yoldaki felsefeciler. abher : Nergis çiçeği, * Dolu kap. abî : f. Ayva. * Suda yaşayan ve suda meydana gelen. * Çok mâvi. ◊ Çekinen. * Tiksinen. * Sakınan. * Nazlanan. ◊ Kurban payı.abîd : Kullar. Köleler. abid : İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden. * Köle. ◊ f. Kıvılcım.abidane : f. Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette. abide : Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye. * Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a. * Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir. * More…abidevî : Abide gibi. Abideyi andıran, âbideye benzeyen şekilde. abik : Sebebsiz olarak sahibi yanından kaçan köle.* Civa. (Hg) abil : Koyun, at ve deve gibi hayvanlara iyi bakan. * Çayırda otlayarak suya muhtaç olmayan hayvan. abile : f. Su üzerindeki kabarcık. * Sivilce. Çıban. abir : (Ubur'dan) Bir yerden geçen, giden yolcu. Geçen. * Hz. İbrâhimin (A.S.) dedelerinden birisinin adı. abis : Denizlerdeki dokuzbin metreyi geçen derinlikler. ◊ Asık suratlı, ekşi yüzlü kimse. * Arslan. ◊ Alaycı, saygısız.abîse : (C: Abayis) Tarhana. abişhor : f. Hayvan sulama yeri. * İçme kabı. * Dinlenmek için kısa bir duraklama, teneffüs. * Günlük yiyecek. abist : f. Gebe, hâmile. abisten : f. Gizli, gizleme. * Gebe. * Dişilik. abistenî : f. Hâmilelik, gebelik. abiştgâh : f. Gizlenecek yer, gizli yer. abiy : Kısmet, nasib, abiye : Örtü ile yüzünü örten, utangaç kız veya kadın. abkame : f. Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. * Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir More…abkarî : Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil. * Bir kavmin seyyid ve şerifi, efendisi. Beşer san'atı olmayan. * Çok güzellik. * Bir nevi döşek.(Abkari: Esasen abkar'e mensub demektir. abl : Kalın, büyük nesne. * Bükmek. abla' : Ak nesne. * Beyaz taş. ablise : f. Tarlaya tohum atan, ekinci. abluka : İtl. Etrafını sarıp hâriçle alâkasını kesme. Bahren muhasara, denizden kuşatma. ablukayi bozmak : Muhasara hattını yarıp geçmek. abone : Fr. Gazete ve dergi gibi yayınlara peşin para vererek muayyen bir zaman için müşteri olan kimse. abonman : Fr. Bir imalâtçı ile müşteri arasında düzenli satın alma için yapılan anlaşma. aborda : İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye yanlamasına yanaşması. abr : Rüya tabir etmek. Düş yormak. * Yaş akıtmak. Sudan veya başka yerden geçmek. * Söylemeden bir şeyi düşünmek. abra : Bir değiş-tokuşta üste verilen şey. * Teraziyi ayarlamak için hafif gelen kefesine konulan ağırlık. abran : Ağlayan, ağlayıcı. abraş : Alaca benekli at. * Klorofil azlığından dolayı açık renkte lekeleri olan bitki yaprağı. abre : Göz yaşı. abs : (Ubus) Huzursuzluktan yüz ekşitmek, çehreyi çatmak. ◊ Karıştırmak, halt. * Güneşte keş kurutmak. ◊ Kurumak, katılaşmak.abş : Salâh. * Hüsn. İbâdet. * Gaflet. absal : f. Bahçe, koru, park. abt : Deveyi ve koyunu hastalanmadan sağ iken boğazlamak. * Kazılmamış yeri kazmak. * Yarmak. ◊ Yalan, Şübhe uyandırıcı hareket.abu : f. Nilüfer çiçeği. abus : Çatık çehreli. asık yüzlü. Yüzü ekşi. abv : Yüzün güzel olması. Nizamlı oluş. (Bak: Ta'biye) ac : Fildişi. * Dolu kap. ac'ac : Çağırış. ac'ace : Uzun uzun çağırmak. acac : Toz. * Tütün. * Bulut. * Duman. acafet : Zayıflık. Çelimsizlik. acaib : (Acib. C.) Şaşırtacak ve hayret verici şeyler. acaibat : Normale zıt şeyler. Acâib şeyler. acaiz : (Acuze. C.) Kocakarılar. İhtiyar kadınlar. acak : f. Toprak. acal : (Ecel. C.) Eceller. Ölümler, vâdeler. acalit : Yoğurt. açalya : yun. Fundagillerden, güzel çiçekli bir bitki ve çiçeği. acam : (Ecme. C.) Meşelik, kamışlık, ağaçlıklar. acan : f. Polis: Emniyet mensubu acar : (Ecr. C.) Sevaplar, ücretler, mükâfatlar. * Kiralar. açar : f. İştah açmaya yarayan turşu v.s. * İnişli yokuşlu yer. * Karıştırılmış, birleştirilmiş. acasa : Deve sürüsü. acb : Kuyruk sokumu. 'Us'us' denilen küçük kemik. Her şeyin kuyruk dibi ve nihâyeti. Fâtiha-i hilkat olan küçük kemik.Acb-üz zeneb diye Hadis-i Şerifte ismi geçen ve insanın kuyruk More…acc : Yüksek sesle haykırma, * Gürültü çıkarma. Deveyi döğme. acc(e) : Kalabalık. accac : Fırtınalı, rüzgârlı. * Gürültülü. aceb : Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli. aced : Kuru üzüm. acele : Çabuk, çabukluk. Bir işi çabuk yapmaya ve çabuk bitirmeye çalışma, ivedilik. acem : İranlı. Yabancı. * Arapça konuşmayanlar. Arab olmayanlar. * Çekirdek. acemâne : f. Acemlere yakışır suret. Yabancı gibi. acemceme : (C: Acemcemât) Kuvvetli, muhkem deve. aceme : (C: Acemât) Çekirdek. * Çekirdekten biten hurma ağacı. * Sert ve sağlam taş. acemî : Tecrübesiz. * Yabancı. * Yeni. Mübtedi. acemistan : f. İran ülkesi. acemiyan : f. (Acemi. C.) İranlılar. Acemler. * Acemiler, tecrübesizler. acente : (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru. * Bir şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili. * Memur veya vekilin memuriyeti ve idarehanesi. aceze : (Âciz. C) Âcizler. * Düşkünler, zayıflar. açi : (Bak: Zâviye) acîb : Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib. Taaccüb olunan şey. acib : Hayret veren. Şaşılacak şey. acîbe : Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici, şaşılacak şey. acic : Sesi yükseltmek. âcil : Aceleci. * Acele eden. Hemen. * Derhal. Peşin. * Çabuk. * Fık: Dünya. acil : Sonraya bırakılmış. Bir vâdeye bağlı. * Ahiret. âcilane : f. Acele edene ait. Acele olarak. * şimdiki zamana ait. âcilen : Vakit gelince yapılmak üzere. Bir vâdeye veya bir şarta bağlı bulunarak. ◊ Acele olarak. Serian, derhal, müstâcelen.acin : Rengi ve tadı değişmiş pis su. ◊ Yoğurma, hamur tutma.acinî : Hamur gibi yoğurulmuş, macun kıvamında. aciniyet : Mâcun halinde olma. Hamur gibi yoğurulmuş olma. acir : Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren. aciş : f. Üşüme, soğuktan üşüme. aciyy(e) : (c: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen çocuk. * Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk. âciz : Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan. âcizân : (Âciz. C.) Âcizler, beceriksizler, zayıflar, güçsüzler. âcizâne : f. Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük ifâdesi için söylenir) 'Allah'a karşı kusurlarını bilen bir mü'min âcizâne ancak Allah'tan rahmet diler.' More…âciziyyet : Acizlik, beceriksizlik, kabiliyetsizlik. * Fakirlik, tevâzu. açki : Cilâ, perdah, lostra. açkici : Cilâ ve perdah veren sanatkâr. acled : Yoğurt. aclez : Kavi, sağlam nesne. acm : (C: Ucum) Beş yaşına girmemiş deve. * Kuyruk dibi. * Isırmak. acmî : İnce fikirli. Akıllı, anlayışlı. acn : Yoğurma. Ma'cun kıvamına getirme. acul : Çok acele eden sabırsız. aculâne : Acele edene yakışır suretde. aculiyet : Acelecilik. Sabırsızlık. acur : Kabakgillerden bir hıyar cinsi. Üstü hafif olukludur. Bazıları tüylüce olur. acür : Yoğunluk, semizlik, besililik. * Yoğun. * Her nesnenin hacmi ve cüssesi olmak. ◊ Kerpiç, tuğla, kiremit. ◊ Kuyruk.acürî : Kiremitçi, tuğlacı. acüs : Almak, kabzetmek. * Gecenin sonu. acüz : (C.: Acâz) her nesnenin dibi, kökü ve sonu. * Yay kabzası. acuz(e) : Çok yaşlı kadın. Kocakarı. * Kılıç. * Şarap. * Sırtlan. acv : Çocuğa süt içirmek. acve(t) : Medine-i Münevvere hurmalarından bir çeşit, iyi hurma. acz : Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak. * Zarardan korunmak gücünün olmaması. * Bir şeyin geri tarafı. acz-alud : f. Âcizlik, kuvvetsizlik, güçsüzlük. acz-mendî : f. Âcizlik, iktidarsızlık. Fakr. acza' : Dübürü büyük kadın. * Kumdan yığılmış yüksek tepe. acze : (C.: Acâyiz) Her nesnenin sonu. * Kadın dübürü. âd : Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı. ◊ (Âdet. C) Âdetler.ad : İsim, nam, şöhret, şan, itibar, haysiyet. ada : Gr : Kendinden sonra gelen ismi cerreder. Harf-i cerr'dir. '...den başka, ...den gayrı' mânasına gelir. (Bak: Mâadâ) ◊ Etrafı su ile çevrili kara parçası. * More…âdâb : (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir. âdâb u erkân : Edebler, kaideler ve rükünler. Ahlâk ve terbiye kaideleri. adahi : (Udhiye. C.) Kurbanlar. adahik : (Udhuke. C.) Şakalar, gülünç şeyler. adak : Nezredilen şey. (Bak: Nezr) adakk : İnce, dakik. adal : Gümüşü az olan para. adalat : (Adale. C.) Adaleler. adale : Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir. adalet : Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini More…adaletkâr : f. Adaletli, insaflı, adalet sahibi. adâletkârane : f. Adâletlice. Adalet sahibine yakışır şekilde, insaflı ve haklı surette. adaletpenah : f. Adâletli. adall : Çok sapık, çok dalâlette. adam : İnsan. * Erkek kişi. * Birinin tarafını tutan kimse. * İyi ve terbiyeli yetişmiş insan. adamet : Ahmaklık, akılsızlık. adan : Deniz kenarı. adaptasyon : Fr. Tatbik etme işi. Bir şeyin bir başkasına göre ayarlanması. Bir canlının, yaşadığı muhite uyması işi. * Yabancı dilde yazılmış bir eseri yerli adlar ile ve yerli hayata uydurarak çevirme. More…adapte : Fr. Adaptasyonu yapılmış, tamamlanmış. adarr : En zararlı. âdat : Âdetler. (Bak: Âdet) adavet : Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz. aday : (Bak: Namzed) adb : Kılıç. * Kesmek. * Sövmek.* Yardımcı. adcem : Eğri burunlu. âdd : Kuvvet, salâbet. add : Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek. addar : Denizci, gemici taifesi. addetmek : Saymak. İtibar etmek. İttihaz etmek. âde : Âdet kelimesinin arabca terkiblerdeki kısalmış şekli. Meselâ: Harikulâde, alelâde, fevkalâde. aded : Sayı. Tane. Rakam. Miktar. adeden : Sayı bakımından, sayıca. adedî : (Adediye) Adede yani miktar ve rakama, sayıya mensub. âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber. adem : Yokluk, olmama, bulunmama. * Fakirlik. (Vücudun zıddı) adem-âbâd : f. Yokluk. Yokluk alemi. âdem-küş : f. Adam öldüren, katil. âdemî : İnsanlardan olan, insana âit, insana dair ve müteallik. ademî : Yokluğa ait. Ademle ilgili (Bak: Vukuât) âdemiyân : (Âdem. C.) İnsanlar. âdemiyât : (Adem. C.) Yokluklar. Ademler. âdemiyyet : İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır. ader : Yel inmekle hayası şişen kimse. ◊ Çok su.ades : (C. Adâs) Mercimek. adese : Mercimek. * Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı. adesî : Mercimeğe benziyen şey. âdet : Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde More…adetâ : Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz. adeten : Görenek şekliyle, âdet olarak. adevân (adv) : Sür'atle koşmak. adf : Yemek. adgâs : (Dags. C.) Desteler, demetler. * Karışık rüyalar. * Karışık söylentiler. adgâsu ahlâm : Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar. adhâ : Kurbanlar. Kuşluk vakti kesilen kurbanlar. Kuşluk vakti. (Bak: Îd) adham : Yoğun, kaba. * İri cüsseli adam. âdî : Üstünlük farkı olmayan. Kıymetsiz. * Her zamanki. * Âd kavmine âid. adid : (Adide) Çok. Bir çok sayı. Çok şeyler. Müteaddid. Birinin dengi. ◊ Hasım. * Arkadaş. * Isırma. Bir ısırımlık lokma. (Bak: Adûd) ◊ Kesilmiş ağaç. * Tepesine el yetişen More…âdih : Sihirbaz. * Soktuğu saat öldüren yılan. adihe : Bühtan, yalan. âdil : (Âdile) Adâlet eden. Allah'ın emirlerini noksansız tatbik eden. Doğru. Doğruluk gösteren. Adâlet sahibi. adil : Eş, denk, akran, benzeri. Ölçüde, miktarda eşit olan. âdilâne : Adalet sahibi bir adama yakışır surette. adîm : Mâlik ve sahib olmayan. Yok olan. Birşeyi olmayan. Fakir. âdin : Otlakta bulunan dişi deve. âdine : Cuma günü. âdiş : f. Ateş, nar. âdiyât : (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.) * Mc: Düşmanlık, zulüm. * Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat. * Uzaklık. (Kamus) More…âdiyat suresi : Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. âdiye : (C: Âdiyat) Gaza yolunda seğirten at. âdiyen : Her zamanki gibi. Adice. Fevkalâde olmayarak. âdiyye : İtiyad edilmiş. Alışılmış. âdiyyet : Adilik. Aşağılık. adk : Vurmak, darp. adl : Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk. * Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber More…adla' : (Azla') (Dıl'. C.) Kaburgalar. * Mat : Geometrik şekillerin kenarları, sayı kökleri. adlî : Adâlete mensup, adâletle alâkalı, ilgili.* Sultan II. Bayezid'in şiirlerinde kullandığı mahlası. adliye : Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire. adm : (C: İdâm) Yay tutamağı. * Deve kuyruğu. * Saban eğiği ki, ucunda demiri vardır. * Harman savurdukları yaba. ◊ Gazap etmek, öfkelenmek.admer : Arslan. * Şedit, şiddetli. * Belâ. * Çirkin yüzlü şişman kadın. adn : Vatan tutmak ve mukim olmak. * Cennette bir makam adı. (Bak: Cennet) adrahş : f. Yıldırım. * Gökgürültüsü. * Şimşek. adras : (Dırs. C.) Arka dişler, dişler. adrefut : Kelerden büyük bir hayvan. adrenalin : Fr. Tıb: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır. Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır. adreng : Fr. Keder, mihnet, sıkıntı. adret : Kaşları olmayan kimse. adub : Yardımcı. adud : Zalim. Iztırab veren. Hunhar. * Bir lokma. * Isırıcı köpek veya at. * Yavuz kişi. * Dar ve derin olan kuyu. (Bak: Adîd) ◊ Pazı. Kolun omuzdan dirseğe kadar olan kısmı. * Mc: More…adude : Yumuşaklık. Tazelik. adudî : Pazı kemiği ile ilgili. adulî : Gemici, mellah. adüvv : Düşman, hasım. adv : Yelmek. Seğirtmek. * Hazırlamak. adva : Hastalık başkasına bulaşmak. advan : Çok koşan kimse. adya' : Boynuzu ufak koyun. * Nebiyyi Zişân Aleyhisselam Efendimizin devesinin adı. adye : Koğuculuk, dedikoduculuk. * Yalan söylemek. * Sövmek. af'af : Devedikeni ağacının yemişi. afa' : Eşek sıpası. afaf : (Afâfet) Temiz olma. Masumiyet. Günahsızlık. afaif : Namus, ırz ve iffet sahibi, şerefli kadınlar. afak : Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire. * Etraf. Cihetler. * Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.) afakgir : Ufukları tutmuş, âleme yayılmış, şâyi, çok meşhur. afakî : Kâinat ve içindeki hâdiselere âid. Nefsin haricindeki âleme dair. * Kıymetsiz sözler ve meseleler. (Enfüsinin zıddı.) (Objektif) afar : Arap diyarında çok olan bir yeşil ağaç. * Hurma ağacını islah etmek. * Katıksız ekmek yemek. afaret : İfritçe, şeytanî, kötü niyet. afarit : (İfrit. C) Şeytanlar. İfritler. afaroz : (Bak: Aforoz) afat : Afetler. (Bak: Afet) afazî : Fr. Tıb: Organlarda bir işleme bozukluğu olmadığı halde, fikri kelime ile anlatamamak hâli. afen : Çürüme, pörsüme. Yemeğin kokması. (Bak: Ufunet) afend : f. Harp. Kavga. afer : Toprak. Yer. Arz. * Ekin suladıkları vaktin evveli. aferca : Yaramaz huylu. aferide : (C: Aferidegân) f. Yaratılmış, mahluk. aferin : f. Beğenmek, alkış, yaşa, varol. * Yaratan, yaratıcı. aferin-hân : f. 'Aferin' diyen. aferna' : Arslan. * Kuvvetli deve. afes : Burun eğriliği. afet : Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel. afetzede : (C: Afetzedegân) f. Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın, zelzele gibi bir felâkete uğramış. afetzedegân : (Afetzede. C.) f. Afete, belâya, felâkete uğramışlar. aff : İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek. afgan : Afganistan. Afgan krallığı, Afganistan milleti. afî : Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan. * Affedilmiş, bağışlanmış. * Yalvaran. * Uzun saçlı. * Tencere altında artaya kalan. afif : Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan sakınan. * Müstakim. afifâne : f. İffetlice. Temiz olarak. Nazif olarak. afik : Yalancı, iftiracı. ◊ Çok aptal.afil : Uful eden. Gurub eden. Batan. * Görünmez olan. Kaybolan. * Fâni, geçici. afilûn (afilîn) : (Afil. C.) Gelip geçici, fâni olanlar. * Gözden kaybolup gidenler. Uful edenler. afin : Affedenler. afinite : (Affinite) (Bak: Aşk-ı kimyevi) afir : Güneşte kum üstünde kurutulan et. ◊ Çok kötü niyetli.afire : Komşusuna bir şey vermeyen kadın. afiş : Fr. Duvar ilânı. afitab : f. Güneş. * Mc: Pek güzel. * Çok güzel yüz. afitâbî : Güneşe âit. * Güzelliğe dâir. afite : Dişi koyun. Koyun güdücü kız. afiyet : Sağlık, selâmet, sıhhatli olmak. afk : Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek. ◊ Rücu etmek, dönmek. * Kaybolmak.aflak : Çok gevşek şey. aforoz : R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden hariç addolunması. afra' : Beyazı kızıllığına galip olan geyik. * Ayın onüçüncü gecesi. afraze : f. Nur. Aydınlık, ışık. * Kandil fitili. afreye : Horoz ibiği. İnsanın ense saçı. * Davarın alın saçı. afruşe : f. Un helvası. afs : Hapsetmek. * Deve sürmek. * Arkasına ayağıyla vurmak. afsa : Boynuzu ardına kayık koyun. afşar : Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı. afşelil : Sırtlan dedikleri canavar. * Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru kadın. afsun : (Efsun) f. Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.) aft : Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik. aftab : f. Güneş. * Pek güzel şahıs. * Çok parlak çehre. aftâb-gerdan : f. Güneşten korunmak üzere başa giyilen şey. * Avcı kulübesi. aftab-gerdek : f. Kaya keleri. * Ayçiçeği. aftab-gerdiş : f. Yer yüzü. * Kaya keleri. * Devamlı güneş gören yer. aftab-gir : f. Güneşlik, şemsiye. * Güneş gören yer. aftab-perest : f. Nilüfer çiçeği. * Güneşe tapan kimse. * Ayçiçeği. aftab-ru : f. Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel). * Sevimli, dilber. * Güneşe karşı olan (yer). aftabe : f. İbrik. Su kabı. aftabî : f. Güneşlik, şemsiye, tente. * Güneşe ait, güneşle ilgili. afur : Boz tüylü ve kısa boyunlu olan geyik. * Zaman. ◊ Belâ kasırgası.afüvv : Affeden, merhametli. afv : Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek. ◊ Ayakla basılmadık yer. * Malın iyisi, helâli ve fazlası. * Terketmek. * Mahvetmek.afyon : Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde. ağa yeri : Topkapı sarayında hazine kethüdasının oturduğu yer. agâh : (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen. agâhân : (Agâh. C.) f. Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler. agâhî (agehî) : f. Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret. agal : Darıltma, kışkırtma. * Çiğnemeden yutma. * Ağıl. * Arı kovanı. agaliş : f. Kışkırtma. * Birşeye saldırmak için kışkırtma. agande : f. Sucuk, yastık, minder gibi zorla doldurulmuş olan şeyler. * Bir çeşit zehirli olan haşere, böcek. agarr : Çok sıcak gün. * Kendini beğenmiş. * Asil, âlicenâb. * Beyaz. agaşte : f. Bulaşmış. agavat : (Ağa. C.) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları. agayan : Ağalar. agaz : f. Başlama. Mübâşeret. agba : Daha küt, en küt. * Daha koyu, en koyu. agber : Çok tozlu. agbeş : Boz renkli. agbiya : (Gabi. C.) Ahmaklar, gabiler. ağda : Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her nevi şeker vesaire. agdef : Uzun ve sarkık kulaklı. agdiye : (Gada ve Gıda. C.) Yenip içilecek gıdalar. agel : (Bak: İkal) agende-guş : f. Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse. ageste : f. Islanmış, ıslak.* Bulaşmış. agfer : Mağfiret eden, bağışlayan, afveden. ağil (ağl) : Koyun, keçi vesair hayvanlara mahsus üstü açık, etrafı çit veya çalı çırpı ile çevrilmiş yer, mandıra. agin : f. Dolu, doldurulmuş. agirra : (Garîr. C.) Tecrübesizler, safdiller, acemiler. * Mağrurlar. agiş : f. İlişik, sarkık. * Uzatılmış. agisna : Bize imdad eyle, yardım ihsan eyle (meâlinde duâ.) agiyye : İçine su biriken çukur. aglak : (Galak. C.) Kilitler. * Kapalı, anlaşılmaz şeyler. aglal : (Gull. C.) Boyna geçirilen zincirler. * Kelepçeler, pırangalar. ◊ Ağaçlar arasında akan su. (Bak: Eglâl)aglaz : (Galiz. den) kaba ve galiz şeyler. agleb : Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ('Ağleben - Ağlebâ' şeklinde de kullanılır.) aglef : Sünnetsiz. * Sandıkta kapalı. * Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb. aglez : (Galiz. den ism-i tafdil) Pekçok kaba ve galiz. agma : Yıldız. Yıldız akması. agmad : (Gımd. C.) Bıçak ve kılıç kınları. agmak : Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek. * Buhar olup yukarı kalkmak, buharlaşmak. agmar : (Gamr. C.) Yüce kimseler. * Seller. * (Gumr. C.) Bilgisizler, cahiller. agmaz : (Gamz. C.) Göz yummalar, göz kırpmalar. agna : (Gani. den) Çok gani. En zengin. agnam : (Ganem. C.) Koyunlar, keçiler. * Hayvanlardan alınan vergi anlamında kullanılan bir tabirdir. agniya : (Gani. C.) Zenginler, ganiler. agniye : (Bak: Ugniye) agnostik : fels. Agnostisizm görüşünü benimseyen. agnostisizm : 'fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.' agra : Çok sevimli, yakışıklı. agrafi : yun. Yazma kabiliyetinin kaybedilmesi. agrar : (Gırr. C.) Tecrübesizler. Acemiler. Kolay aldananlar. agras : (Gars. C.) Taze fidanlar, yeni dikilmiş ağaçlar. agraz : (Garaz. C.) Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden ve bilerek yapılan kötülükler. agreb : (Garib. den) En garib, çok tuhaf. agrel : (C. Gurl) Sünnet olmamış kişi. agşa : Baygın adam. * Vücudu siyah yüzü beyaz olan hayvan. agsan : (Gusn. C.) Dallar, ağacın dalları. * Mc: Mânanın kısımları. agsem : Beyazı siyahından daha fazla olan saç. agser : Boz ve esmer renkli, çok tüylü abâ, kilim. * Kurbağa yosunu. * Karabatak kuşu. * Aşağılık ve âdi (adam). agşiye : (Gışa. C.) Perdeler, örtüler. * Zarflar, mahfazalar. ağtabaka : Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana gelen zar. agtaş : Karanlık. * Zayıf gözlü. agtem : Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme. agtiye : (Gıtâ. C.) Perdeler. agu : Zehir, sem. agul : f. Hiddetlenerek göz ucuyla bakma. agun : f. Baş aşağı, ters. * Uğursuz. agunde : f. Hallaç elinden geçmiş pamuk, atılmış pamuk. aguş : f. Kucak. * Sığınılan yer. agüs : f. Taşcıların oymacılıkta kullandıkları demir kalem. agva : Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık. agvar : (Gar. C.) Mağaralar. agvas : (Gavs. C.) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler. agyar : Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr) agyaz : (Gayze. C.) Ağaçlıklar, meşelikler. agyed : Uykucu, tenbel. * Esmer vücutlu. * Nazik derili. agyer : (Gayret. den) Çok gayretli adam. agza : (Gazâ. C.) Düşmanlarla savaşlar, muharebeler. agzel : (C.: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.* Silahsız kimse. * Yağmursuz bulut. agziye : (Gıdâ. C.) Yenilip içilecek şeyler. Gıdalar, besin maddeleri. ah : Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır. * Nedamet, pişmanlık ve teessüf beyan eder. * Birine acındığına, keder ve esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi. More…ah u enin : Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder. ahabir : (Ahbâr. C.) Hikâyeler. * Rivayetler. ahabiş : (Habeş. C.) Habeşliler. âhâd : Birler. Birden dokuza kadar olan sayılar. ahad : (Bak: Ehad) ahadd : (Hadd. den) Pek keskin. ahadî : Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub. ahadî hadis : Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile More…ahadid : Sopa ve kamçı gibi şeylerin vücudda bıraktığı izler. (Bak: Uhdud) ahadis : (Bak: Ehâdis) ahadiyyet : (Bak: Ehadiyyet) ahaff : Pek hafif, çok hafif. * Düşüncesiz. ahakk : (Bak: Ehakk) ahal : f. Birşeye yaramıyarak atılacak olan şey, çerçöp. ahali : (Ehl. C.) Halk, umum, nâs. * Bir memleketin yerlileri, bir memlekette oturanlar, yaşayanlar. ahamire : Acem milletinden bir tâife. ahann : Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan. ahar : f. Hattatların kullandıkları kâğıda sürülen nişastalı yumurta. * Kahvaltı. * Bir nevi çelik. ◊ (Aher) Gayrı, başkası. Diğeri.aharr : Daha sıcak, en sıcak. ahass : Asılsız, kötü kimse. ◊ (Bak: Ehass)ahavat : (Uht. C.) Kızkardeşler. * Benzer şeyler. ahaveyn : İki kardeş. * İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed Efendi. (Bak: Ehaveyn) ahazz : Pek bahtiyar, mes'ud, şanslı, mutlu. ahba : (Haba. C.) Saray adamları. ahbab : Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler. ahbar : (Haber. C.) Haberler. (Bak: Haber-İhbar) ◊ (Bak: Ehbâr)ahbarî : Rivayetçi, rivayet eden kişi. ahbas : (Habs. C.) Su bentleri, havuzlar. * Hapisler, zindanlar. * Gayr-ı meşru vakıf yerler. ahbaz : (Hubz. C.) Ekmekler. ahbel : Divane, deli. ahben : Çok su içmekten karnın şişip zahmetli olması. ahbes : Pek çok pis, daha murdar. En habis, berbad. ahbeş : Habeş, Habeşi. ahbiye : (Hıbâ. C.) Kıldan yapılmış göçebe çadırı. * Keçe ve kıldan yapılan evlerde konup göçen Türkler. ahcar : (Hacer. C.) Taşlar. ahcen : Burnu eğri kimse. ahd : Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. * Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet. ahd ü misâk : f. Yemin, anlaşma, sözleşme. ahd ü peyman : f. Yemin etme, söz verme. ahd-i cedid : f. İncil. ahd-name : f. Anlaşmanın şartlarını ve anlaşmayı yapanların imzalarını taşıyan kağıt. ahda' : Boyun damarlarından bir damar. * Hilekâr, aldatıcı, kandırıcı. ◊ Çok alçakgönüllü, halim, mütevazi. İtaatli.ahdak : (Hadeka. C.) Göz bebekleri. ahdan : (Hıdn. C.) Dostlar, yoldaşlar. ahdar : Yeşil, yemyeşil, pek yeşil. ahdas : (Hades. C.) Yeni hâdiseler, fena şeyler. Dertler, musibetler. * Gençler. ahdeb : Hiç kimsenin fikir ve düşüncesini beğenmeyen, ahmak. * Uzun boylu. ◊ Kambur.ahdel : Boynu önüne eğilmiş olan. * Çok eğik olan şey. ahder : (C.: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak. * Şaşı adam. ◊ f. Kardeş çocuğu. Biraderzâde.ahderrî : Yabani eşek. ahdes : Fikirli kişi. ahdet : (C.: Ahâd) Yağmur yağdıktan sonra yağan yağmur. ahdî : Ahde âid, sözleşmeye dâir. ahen : Demir. * Mc: Sert. Zincir. Kılıç. ahen-âşiyân : f. Dikiş yüksüğü. ahen-be : f. Dokunacak bezin veya çulhanın iki yanına konan demirli ağaç. Bu demirli ağaç bezin buruşukluğunu da açar. ahen-cân : f. Demir canlı. * Katı yürekli. * Sabırlı, tahammüllü. ahen-dest : f. Demir elli, eli demir gibi olan. ahen-dil : f. Demir yürekli, kahraman. * Merhametsiz, acımasız kimse. ahen-ger : f. Demirci. Demir yapan veya satan. ahen-gerî : f. Demircilik. ahen-keş : f. Demiri çeken. Mıknatıs. ahen-puş : f. Demirler giymiş. Zırh kuşanmış. ahen-rübâ : f. Demiri kapan, mıknatıs. ahene : f. Demir halka. ahenin : Demirden yapılmış, çok kuvvetli, pek sağlam. ahenk : f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş. ahenkdâr : f. Uygun, düzgün, âhenkli, makamlı. aher : Başka, diğer, gayrı. aheste : f. Yavaş, ağır. aheste-rev : f. Aheste âheste yürüyen, acelesiz, yavaş yavaş yürüyen. ahestegî : f. Yavaşlık, acele etmemeklik. ahfa : Çok gizli, pek gizli. ahfad : Torunlar. Hafidler. Evlâd oğulları. Yardımcılar. ahfas : (Hıfs. C.) İşkembeler, kırkbayırlar. ahfaz : (Ahfad) Alçak ve çukur yer. * Mc: Çok alçak gönüllü. Mütevâzi. ahfec : Ayakları eğri. ahfeş : Küçük gözlü, zayıf bakışlı. * Yalnız gece gören kimse. * Üç büyük Arab âliminin lâkabı. * Bulutlu günde görüp bulutsuz günde görmeyen. ahfiye : (Hıfâ. C.) Örtüler, perdeler, gizli şeyler. * Çiçeğin tomurcuğunu örten kabuk. ahger : f. Ateş koru. Yanar halde olan kömür. ahh : Öksürmek. ahi : Kardeşim. * Ahilik ocağından olan kimse. * Eli açık, cömert. ahibba : Dostlar, arkadaşlar. (Bak: Habib) ahid : Seninle muâhede eden. * Ahdolunmuş nesne. ◊ (Bak: Ahd)ahid-şiken : f. Ahdi bozan, anlaşmayı bozan. âhil : Erkeği olmayan kadın. * Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah. ahilik : 'Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. More…ahilla : (Ehillâ) Sadık ve samimi arkadaşlar. En sadık dostlar. Haliller. âhin : (C.: Avâhin) Fakir. * Hazır, sabit kimse. * Yumuşak hurma ağacı. ahin : (C.: Uhun) Boyalı yün. âhir : Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki. ◊ Zina işleyen. Fasıklık yapan. * Tembel kimse.ahîr : En son, sonraki. ahir : t. (Ahur) Hayvanların barındığı yer, dam. âhir-bin : f. Sonunu gören, düşünen. âhire : Zâni, zinakâr. ahiren : En son, en son olarak. * Son zamanlarda, yakında. ahissa : (Hasis. C.) Cimriler, pintiler, tamahkârlar. ahiyane : f. Damak. * Tıb: Boğaz.* Beyin kemiği. âhiz : (Âhize) Alan. Alıcı. Ahzeden. * Ses alıcı âlet. * Kabul etme, alma. ahîz : (Ahz. den) Esir. âhize : Fiz : Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren alet. ahkab : Uzun zamanlar. ◊ Yabani eşek.ahkad : (Hukd. C.) Kinler, garezler. ahkaf : (Hıkf. C.) Eğri büğrü kum tepeleri. ahkaf suresi : Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. ahkâm : (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar. ahkar : En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında söylenir.) ahkem : En sağlam. En kuvvetli. * En çok hükmeden. * En hakim ve akıllı. ahker : f. Ateşli kül, kül ile karışık ince kor. ahla : En tatlı, çok şirin. Çok tatlı. ahlaf : Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler. Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti. ◊ Yemin edenler. Müttefikler.ahlak : (Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. ahlâkî : Ahlâkla ilgili, ahlâka ait. ahlâkiyyât : Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim. * Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler. ahlâkiyyun : 'Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış More…ahlal : (Hıll. C.) Samimi dostlar, yâranlar. ahlam : Rüyâlar. (Bak: Hulm) ahlas : En hâlis, daha temiz. ahlat : (Hılt. C.) Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli. ahlef : Solak kimse. ahles : Kara ile kırmızı arasında olan renk. ahlet : Saçı dökülmüş kişi. ahliya : (Hali. C.) Boş şeyler. ahma : (Hamiyyet. den) Çok hamiyetli. ◊ (Hamâ. C.) Kayın biraderler.ahmak : (Humk. dan) Pek akılsız, sersem, şaşkın. Anlayışsız. ahmakane : f. Ahmakçasına, ahmak olana yakışır şekilde. ahmakî : Akılsızlık, ahmaklık. ahmakiyet : Ahmaklık, akılsızlık. ahmal : (Haml. C.) Yükler. * Ağır şeyler. Eşya, ağırlık. ahmal ü eskal : Ağır yükler. ahmas : (C: Ehâmis) İnce belli.* Ayak altında yere değmeyen yer. ◊ (Hums. C.) Beşte birler, humslar.ahmed : Daha çok hamdeden. * Çok övülmeğe ve medhedilmeğe lâyık. * Çok sevilen. Beğenilmiş. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) bir ismi. ahmer : Kırmızı. ahmes : Kuvvetli, yiğit. Kahraman, cesur, şecaatli, bahadır. ahmeş : İnce, dakik. ahmez : Daha metin, daha sağlam, daha çetin. ahna : Çapraz ve birbirine zıt işler. Çarpık, eğri şeyler. ahna' : Çok alçak gönüllülük, mütevazilik. ahnas : (Hıns. C.) Yeminden dönmeler. Yalan yeminler. ahnef : Ayakları çarpık ve eğribüğrü olan. ahnes : Burnu basık ve sivri olan adam. ahond : f. Tahsil yapmış, hoca. Ulu, büyük. ahra : Daha lâyık, daha münasib, en elverişli. ahrab : Kulağı kesik. * Kulaktaki küpe deliği. ahrac : (Hırc. C.) Hayvanların yular, tasma ve palanlarına dizilen boncuklar. ahrad : Pek tamahkâr cimri. ahrak : Miskin, akılsız adam. ahram : (Harem ve Harim. C.) Gizli yerler. Gizli olup herkesin girmesi serbest olmayan yerler. * Kadınların bulunduğu haremlikler. ahrar : (Hür. C.) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler. * Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. * Hürriyetçiler. ahrarane : f. Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. ahras : (Hâris. C.) Bekçiler, muhafızlar, koruyucular. ◊ Dilsiz.ahraz : (Ahrad) Kirpikleri dökülmüş, çipil gözlü. ahreb : Çok harap, perişan, yıkık. * Kulağı yarık kimse. * Edb: Rübai vezinlerinden 'Mef'ulü' ile başlayan oniki şekilden herbiri. ahrec : Ak ile kara. Siyahla beyaz. ahred : Ayaklarının siniri kurumuş veya bozulmuş olan hayvan. ahrem : Burnu kesik olan. Kesik burunlu. * Edb: Rübai vezinlerinden 'Mef'ulü' ile başlıyan oniki şekilden herbiri. * Tıb: Omuz ucu. ahres : Dilsiz, dili olmayan kimse. ahrez : Gözleri dar ve küçük olan. ahruf : (Harf. C.) Uçlar. * şiveler, lehçeler. * Harfler. ahsa : İhsadan fiildir. (Bak: İhsâ) ◊ Çok kumlu, taşlı yer.ahşa : Pek korkunç. Çok korkunç. Çok korkunç yer. ahşa' : (Haşâ. C.) Vücuttaki bağırsak, ciğer gibi organlar. * Mahaller, bölgeler, cihetler. ahşab : Kereste. Tahta. Ağaçtan yapılan bina. * Ağaçtan olanlar. ahşam : (Haşem. C.) Bir büyük zâtın yakınları, maiyeti, taraftarları. ahsar : Pek kısa, daha kısa, daha özlü, daha veciz. ahsas : Hisler. Duygular. ahseb : Çok iyi hesab edilmiş, münâsib. * Çok fazla cimri, hasis. * Miskin. * Saçının rengi kırmızıya yakın. *Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve. ahşeb : (C.: Ehâşib) Sert taşlı büyük dağ. * Haşin ve yoğun olan. ahsef : Kara ile ak, alaca. ahşef : Uyuz adam. ahsem : Geniş yüzlü kılıç. * Arslan. * Enli, yassı ve yayvan burun. * Enli, yassı ve yayvan burunlu adam. ahşem : Burnu koku almayan. * Burnunun içi kokan kimse. ahsen : En güzel. Çok güzel. ahşen : Pek sert şey. * Geçimsiz kimse. ahşic : f. Zıt ve uygunsuz. ahşican : (Ahşic. C.) f. Zıtlar. Dört unsur. (Toprak, su, ateş, hava.) ahşig : f. Zıt ve uygunsuz. ahşigân : (Ahşig. C.) Zıtlar. ahşişan : Çok katı, pek huşunetli. ahtab : (Hatab. C.) Odunlar. ahtal : Çabuk yürüyen. * Boşboğaz, çok konuşan kimse. Çenesi düşük. ahtapot : Fr. Çok ayaklı, kafadan bacaklı bir nevi deniz hayvanıdır ve yakaladığı canlı hayvanı kıstırıp kanını emer. * Canlı yengece benzeyen bir çıban. ahtar : (Hıtar - Hatarat) Tehlikeler. ahte : f. Dışarı çıkarılmış, dışarı çekilmiş. (kılıç, bıçak gibi..) * Husyesi çıkarılmış hayvan. ahteb : Arı kuşu dedikleri kuş. * Kızıl eşek. ahtel : Sarkık kulaklı. ahtem : Uzun burunlu. ahter : Yıldız. * Mc: Baht, talih. ahter-bîn : f. Müneccim. Yıldız ilmi ile meşgul olan kimse. ahter-gû : f. Yıldız ilmi ile uğraşan kişi, müneccim. ahter-şinas : f. Yıldız ilmi ile uğraşan. Müneccim. ahterân : f. Yıldızlar. Necimler. ahu : Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır. ◊ f. Ceylân. * Gözleri çok güzel olan. Çok güzel göz. * Gazâl. * Mc: Dilber. Mahbub. More…ahu-beçe : f. Ceylan yavrusu. ahu-bere : f. Ceylan yavrusu. ahu-çerende : f. Otlıyan ceylan. ahu-dil : f. Ceylan yürekli. * Mc: Korkak. ahu-pa(y) : f. Ceylan ayaklı. Çevik, atik. * Altı köşeli, nakışlı ev ve köşk. ahu-yi mâde : f. Dişi ceylan. ahun : f. Delik, yarık. Lağam. ahun-bür : f. Yer kazan, delik açan. Lağamcı. ahur : f. Ahır, dam. ahuri : f. Hardal. ahuvan : (Ahu. C.) f. Ceylanlar. Karacalar. ahva : (C.: Huvve) Kararmış nesne. ahval : (Hâl. C.) Dayılar. Annenin erkek kardeşleri. ◊ Haller. Vaziyetler. Oluşlar.ahvas : (C.: Ehâvis, Huves) Bir gözü birinden küçük olan. ahvat : (Uht. C.) Kız kardeşler. ◊ En ihtiyatlı, tedbirli.ahveb : Asi, günahkâr. ahvec : En muhtaç, pek çok ihtiyacı olan. ahved : Çok değişen. ahvef : En korkak. * Çok korkunç. ahvel : Bir şeyi çift gören, şaşı. ahver : Akıllı. * İri gözlü güzel. * Müşteri yıldızı. (Jüpiter) * Beyaz yüzlü, güzel gözlü adam. ahverî : Yumuşak, beyaz nesne. ahves : Cesur, kahraman, yiğit, şecaatli, bahadır. ◊ Karnı sarkık kişi. (Müe: Havsâ)ahvezi : Cem'edici, toplayıcı. * Her işi insanlar arasında halleden. ◊ Yeyni, hafif. * Tez, seri.ahyâ : (Hayy. C.) Diri olanlar. Hay olanlar. Canlılar. ahyâ vü emvât : Diriler ve ölüler. ahyal : (Hayl. C.) : Atlar, at sürüleri. Atlı kıtalar. ahyan : (Hin. C.) Arasıra. Vakit vakit. Vakitler. Zamanlar. ahyanen : (İhyânen) Zaman zaman, arasıra. Kâh kâh. ahyar : Hayırlılar. * Dostlar. * İyilik sevenler. (Eşrar'ın zıddı) ahyaz : (Hayiz. C.) Odalar, bölmeler, bölümler. ahyef : Bir gözü gök, diğer gözü siyah olan. ahyus : Ekseriyetle su kenarında biten bir ot. ahz : Alma. * Tutma. * Kabul etme. * İşkence etme. ahz ü girift : Ele geçirme, yakalama. * Esir alma. ahz u itâ : Alışveriş. ahz u kabul : Alıp kabul etmek. ahz ü kabz : Kendine mal etme. ahza : Çok alçak, menfur kişi. Nefret edilmiş olan kimse. ahzab : (Hizb. C.) Hizbler, bölükler, kısımlar, gruplar. * Toprağı katı yer. * Kur'ânın kısımları. Hizbleri. ahzab suresi : Kur'ân-ı Kerimde otuzüçüncü surenin adı olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. ahzad : Eğrilip bükülen, esnek. ahzan : (Hüzn. C.) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar. ahzar : (Hazer. C.) Endişeler, ihtiyatlar. ◊ (Bak: Ahdar)ahzeka : Bodur ve şişman adam. ahzel : Beli kırılmış olan adam. ◊ Yüksek olmak, irtifa.ahzem : İşini sıkı tutan, ihtiyatlı, tedbirli. * Yüksek yer. * Göğsü büyük. ◊ Erkek yılan.ahzen : Çok hüzünlü kederli. En tasalı, daha gamlı. ahzer : Devamlı gözünü kırpan adam. * Ufak gözlü olan kimse. ahzetmek : Almak. Tasarrufuna dahil etmek. Tahsil etmek. aib : (Bak: Ayib) aid : Geri gelen, dönen. Râci. Dâir. * Bir kimse veya bir şeyle ilgili olan. * Hastayı ziyaret eden. aidat : (Aide. C.) Gelirler, kazançlar. * Resim, vergi. İrad. Belirli sürelerde bir derneğe ödenmesi taahhüd edilen para. aide : (C: Avâid - Aidat) Kâr, kazanç, fayda, gelir. aidiyyet : Alâkalılık, ilgililik. Aid olma. Birine mahsus olma. aik : (Aika ) Mâni'. Alıkoyan. Engel. Meşgale. Bir işten alıkoyup men ve sarfeden. aika : (C. Avâik) Alıkoymaya ve te'hire sebep olan şey, mâni, engel. ail : Ailesini geçindiren, idare eden. Kalabalık ailesi olan. Fakir. aile : Erkeğin karısı. * Ev halkı. * Akraba. * Aynı işte olan, aynı gaye için çalışanların hepsi. aile-perver : f. Evine düşkün, ailesine düşkün. ailevî : Aile ile ilgili. ainne : (İnan. C.) : Dizginler. air : Göz ağrısı. aiş : Yaşıyan. * Rahat yaşıyan. aişe : (Bak: Ayişe) aiz : Karşılık olarak veren. * Karşılık olarak verilmiş olan. ◊ Yeni doğmuş deve yavrusu.aizze : (Bak: Eizze) aj : f. Dinlenme, rahat hâl, istirahat. ajan : Fr. Bir şahsın, bir şirketin veya bir devletin bazı işlerini gören kimse. * Gizli vazifeli olan kişi. ajanda : Akılda tutulması icab eden şeyleri not etmeye yarayan, takvim şeklinde tanzim edilmiş defter. ajans : Fr. Her türlü havadisi toplayıp, ilgili mevkilere bildiren kuruluş. * Ticari bir teşekkülün kolu. ajeh : f. Vücutta çıkan pürtüklü küçük ur. ajende : f. Çamur. * Binalarda kullanılan harç. ajig : f. Nefret, kin ve düşmanlık. ajih : f. Kir, küf. * Çapak. ajine : f. Değirmen taşı gibi maddeleri yontup düzelten demir alet. Dişengi. ajir : f. Göl, havuz. * Kalabalık, izdiham. * Bağırma, feryât. * Çekingen. * Akıllı, uyanık. * Amâde, hazır. ajirak : f. Gürültü, ses. Bağırış. ajüg : f. Hurma lifi. * Ağaç budama. ajur : Fr. Gözenek. Göz göz işlenmiş nakış. ak alem : Osmanlılarda saltanat sancağı. ak anber : Beyaz cins anber. ak'ak : Saksağan. ak'aka : Saksağan sesi. ak'am : Burnu eğri. aka : İran Türkleri 'ağa' yerine kullanırlar. akab : Topuk. Ökçe. * Bir şeyin hemen arkası. * Bir şeyin gerisinde olan zaman veya mekan. akab-gir : f. Peşe düşen, kovalıyan. akab-rev : f. Arkadan gelen. Peşe düşmüş, arkaya takılmış. akabe : (C.: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş. * Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz. * Muhatara, tehlike. * Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve More…akabe biati : Nübüvvetin 11. senesinde Mekke'nin haricindeki Akabe denilen yerde Medine ahalisinden bir cemaatın, Hz. Peygamber'le (A.S.M.) gürüşüp konuşarak İslâm'ı kabul ve tasdik More…akabinde : Arkasından, hemen arkadan. Hemen ardından. akademi : yun. Yüksek mekteb. * Âlimler, edebiyatçılar heyeti. * Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer. * Çıplak modelden yapılan insan resmi. * Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini More…akağa : Osmanlı saraylarında hizmet gören beyaz hadımağası. akaid : (Akide. C.) Akideler. İtikad olunan hakikatlar. İtikada dâir kaziye ve hükümler, esaslar.(Akaidî ve imanî hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren, ancak ibadettir. Evet, More…akak : (C.: Akâık ) Saksağan kuşu. ◊ Sıcak çok olmak.akakir : (Akkar. C.) Tıb: İlaç yerine kullanılan nebâtî kökler. akala : Bir çeşit pamuk. akalid : Yoğurt. akalim : (Ekalim) (İklim. C.) İklimler. * Dünyanın kıt'a ve memleketleri. akalit : Yoğurt. akall : (Ekall) Daha az. En az. akalliyet : (Ekalliyet) Azlık. Azınlık. * Bir ülkede hâkim unsurların haricinde olan ve ekseriyet teşkil edemiyen insanlar. akam : Çocuksuz, çocuğu olmayan, kısır. * Tedavisi kabil olmayan hastalık. ◊ Erkek ve dişi kısırlığı. ◊ Yük bağladıkları ip. ◊ (Bak: Ekkâm)akamet : Neticesizlik. Kısırlık, sonu alınmama. akan : Deve ayağını bağladıkları ip. akanyildiz : Daha ziyade yaz geceleri gökyüzünde hızla geçip giden ışıklı iz, şahap. akar : Köşk, yüksek bina. * Bâbil vilayetinde bir yer adı. * Dehşetli olmak. Yaralamak. Boğazlamak. * Korku ve dehşetten kişinin ayakları titreyip dövüşememesi. ◊ Zayi etme, kaybetme. More…akarat : (Akar. C.) Gelir getiren yapılar ve mallar. akaret : Kısırlık, kısır olma. akarib : (Akreb. C.) Kuyruğunda zehiri bulunan bir hayvancık olan akrebler. ◊ (Bak: Ekarib)akas : Çirkin kokulu olma. akasi : (Aksa. C.) Çok uzaklar. akasir : (Akser. C.) Pek kısalar. akat : Evin ortası. Evin çevresi, etrafı. ◊ Çukur yer.akavil : (Bak: Ekavil) akb : Sakalın kaba ve sık olması. akbeh : (Kabih. den) En çirkin. Çok kabih. akbel : Eğri gözlü. * Kabiliyetli kimse. * En çok beğenilen akbenek : Gözün saydam tabakasında bir yara veya çıbandan kalan ve görmeyi yavaş yavaş azaltan beyaz benek. akbiye : (Kubâ. C.) Kaftanlar, üste giyilen elbiseler. akça : (Akçe) Beyaz, oldukça beyaz. * Para. * Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke. akciğer : Göğüs boşluğunu dolduran ve solunmağa yarayan bir organ. Ree. akd : Anlaşma. Sözleşme. * Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.* Huk: Nikâh, hibe, vasiyet, bey' u şirâ gibi şer'î bir muameleyi iki tarafın iltizam ve taahhüd etmeleridir, icab More…akdam : (Kadem. C.) Ayaklar, kademler. akdar : Değerler. Kudretler. akdem : Daha önce. Daha ileri. Daha mühim. akdemîn (akdemûn) : Daha evvelce yaşamış olanlar. Geçmişler. İleride ve daha mühim kimseler. * Eksikler. (Bak: Kudemâ) akder : En kudretli. * Kısa boylu. akderi : Eski zamanda kağıt yerine kullanılan ve üzerine yazı yazılan deri. akdes : En kudsi. En mübarek. akdiyye : Mafsallarda bulunan yumru ve düğüm. akem : Vergisi olmayan emlâk. Türbe, cami, köprü, çeşme gibi. aker : Zeytinyağı tortusu. akerker : Kuvvetli arslan. * Yoğurt. akese : f. Ökse. * Bir şeye ilişmiş, asılmış. akevka' : Kısa boylu. akf : Hapsetmek. Vakfetmek. ◊ Eğmek, meylettirmek.akfa : (Kafâ. C.) Başın arka kısımları. Enseler. akfal : (Kufl. C.) Kilitler. Kapı kilitleri. akfar : (Kafr. C.) Sahralar, çöller. akfas : (Kafas. C.) Hamal küfeleri. * Kafesler. akfen : Kulağı küçük ve kalın olan. akfer : Çok kısır, en kısır. * İki ön ayakları dirseğine kadar beyaz olan at akhaf : (Kıhf. C.) Ağaç kaplar, ağaçtan yapılmış kaplar. * Kafa tasları. akheb : Rengi bozrak olan ak nesne. akheban : Fil, câmus. akher : En kahredici, çok kahreden. aki : (Akk. dan) İsyan eden, başkaldıran, âsi. âkib : Kendisinden sonra peygamber gelmeyen Hz. Hâtem-ül Enbiyâ Peygamberimiz Resul-ü Ekrem (A.S.M.) * Bir diğerinin arkasından gelen. ◊ Çok fazla.akîb : Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden. akib : Ayağın ökçesi. Adamın evlâdı, evlâdının evlâdı. âkibe(t) : Bir şeyin sonu. Nihayet. Netice, sonuç. âkibet-bin : f. İleri görüşlü. Sonunu evvelden gören. âkibet-binî : f. Tedbirlilik, neticeyi önceden görüp düşünme. âkibet-endiş : f. Geleceği için endişe eden. İstikbâlini düşünen. Akibetini düşünen. âkid : Kuyunun çevresi, etrafı. akid : Aralarında akid yapanlardan her birisi. (Bak: Akd) akide : İnanılan ve itikad edilen esas. İmân. * Bir nevi şeker adı. âkideyn : Huk: Her akidde anlaşmayı yapan her iki taraf. âkif : Devamlı ibadetle meşgul olan. * Bir şeyde sebat eden. * Teveccüh, yönelme. akifan : Uzun ayaklı karınca. * Araptan bir kabile adı. akik : Meşhur ve kıymetli, ekseriya kırmızı renkte olan ve yüzük gibi şeylere takılan taş. * Hicaz vilâyetinde bir vâdi. * Yolunu yaran gür su. ◊ Bunaltıcı sıcaklık.akika : Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana 'Nesike' de denir. akil : (Bak: Akl) âkil(e) : Uyanık. Aklı başında. Tedbirli. Düşüncesi sağlam. Huşyâr. ◊ (Ekl. den) Ekl eden, yiyen. Yiyici.akil-füruş : f. Akıl satan, daha akıllı olduğunu göstermeğe çalışan. âkilâne : f. Akıllı kimseye yakışır surette, akıl ve idrakle. âkilât : Akıllı kadınlar. âkile : (C.: Avakil) Baba tarafından olan akraba.* Baş tarayıcı kadın. ◊ Yenirce adı verilen yara.akîle : (C.: Akayil) Baba tarafından akraba. * Her şeyin en iyisi. akilsuz : f. Aklı yandıran, aklı gideren. akîm : Neticesiz, sonu yok. Beyhude. * Yağmur getirmeyen rüzgar. * Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek). akim : (C.: Akâm-Ukum) İçinde giyecek olan büyük çuval. akinci : Keşif, yağma ve tahrib kasdıyla ecnebi memleketlere akın yapan kişi. Akıncılık, Osman Bey zamanında başlamıştır. akinti : Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış. * Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı. * Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması. akir : Yaralanmış, cerih. âkir(e) : Kısır, verimsiz, kumlu toprak. * Çocuksuz kadın. * Oğlu veya kızı olmayan erkek. * Yaralayan, yaralayıcı. akire : Ses, sedâ, savt. âkis : Pis kokulu. akis : '(Aks) Bir şeyin zıddı, simetriği, tersi. * Hareketli bir cismin hareketinin tersine dönmesi. * Bir şeyin evvelinin âhirine, âhirinin evveline dönmesi. * Çarpışma, çarpıp geri dönme. * More…akisa : (C.: İkâs) Saç örgüsü. akise : Çok fazla deve. * Karanlık gece. ◊ Işığı aksettiren âlet.akk : (C.: Ukuk) Serkeşlik. Anaya, babaya itaatsizlik. * Yarmak. * (Koyun) kuzularken ölmek. ◊ Serkeş, inadçı.akkâl : Çok yiyen, obur. * Tıb: Etrafındaki etleri çürütüp mahveden (yara). akkâm : Deve kiralayıcısı, deve ile ücret karşılığında eşya taşıyan adam. * Hacca Surre-i Hümayun ile birlikte giden hademe. * Çadır mehteri. akkor : (Bak: Nâr-ı beyza) akkub : Devenin çok yediği yassı yapraklı bir dikenli ot. akl : (Akıl) Men'etmek. * Sığınacak yer. * Kırmızı mihfe örtüsü. * Diyet. ◊ Sürmek. * Ölmek. * İp ile bağlamak.akla' : Eli kesik. aklah : Sarı dişli. aklam : (Kalem. C.) Kalemler. Oklar. Yayla atılan eski zaman silahlarından biri. aklan : (Bak: Mâile) akleb : Sarkık dudaklı. akled : Yoğurt. aklen : Akıl ile. Akıl yolu ile. aklen ve naklen : Akıl ve haberlerin nakline göre. Akıl ve nakil yolu ile. aklet : Yoğurt. aklî : Akıl ile bilinen veya bulunan şey. Akla mensub. Akla dâir ve müteallik. akliyye : Akılcılık. Akıl ile anlaşılan ve bulunan. Akıl hastalıkları. akm : Kısırlık. akmadde : 'Anatomi: Omuriliğin dış; beynin iç tabakasını meydana getiren sinir lifleri. Beyin hücrelerinin çoğunu, akmadde teşkil eder.' akmar : (Kamer. C.) Aylar. Yıldızlar. akmed : Ensesi uzun ve kalın olan kimse. * Uzun boylu. akmer : Ay gibi beyaz (yüz). Akça şey. akmî : Yıpranmış, eskimiş. * Anlaşılmaz. akmise : (Kamis. C.) Gömlekler. akmişe : (Kumaş. C.) Kumaşlar, dokumalar. akmus : Eşek, hımar. akna : İnce, yumru burunlu kimse. akna' : En çok kanaat getiren, en mukni'. aknan : (Kınn. C.) Kullar, köleler. akonitin : Fr. Kurtboğan denilen bir bitkiden çıkan zehirleyici bir madde. akont : Fr. Sonradan hesaplaşmak üzere bir borç veya kazanç hissesinden alacaklıya yapılan ödeme. akra' : Başı kel olan. * Saçları dökülmüş olan. * Çıplak dağ. ◊ (Kara. C.) Sırtlar, arkalar.akraba : Aralarında soyca, nesebce yakınlık olanlar. Yakınlar. akrad : Emir, bey. akrah : Alnının ortasında akçe kadar beyaz yeri olan at. akran : (Karin. C.) Birbirlerine derece, sınıf, liyâkat ciheti ile benzeyenler. Mümâsil. Emsal. akras : (Kurs. C.) Yuvarlaklar, daireler, çemberler. akrat : Kaşları olmayan. akre' : Çok lâtif ve pek güzel Kur'an okuyan. akreb : Zehirli ve tehlikeli küçük hayvancık. * Saatin kısa ibresi. * Semâda bir burç ismi. ◊ En yakın. Daha yakın. Ziyade yakın.akrebe : Dişi akrep. * Çevik ve zeki cariye. * Ayakkabı bağcığı. * Kazan, tencere gibi eşyaları ateş üzerine asmağa yarayan 'S' şeklindeki kanca. akrebek : f. Küçük akrep. Saatin kısa olan ibresi. akrebiyyet : Daha yakın oluş. * Cenab-ı Hakkın insana olan yakınlığı. (Bak: Kurbiyet) akref : Anası Arabdan babası başka milletten olan kimse. akren : Kaşı çatık olan adam. akres : Bir çeşit tuzlu veya ekşi ottur ve 'devenin yemişidir.' akreşe : Dişi tavşan. akret : Deve sürüsü. (50 ile 100 arası) * Dil dibi. ◊ Kısırlık.akriba : (Bak: Akraba) akriha : (Karah. C.) Temiz su. * Ağaçsız yer, ağacı olmayan tarla. akromatopsi : Tıb: Renk körlüğü. akropol : yun. Eski Yunan şehirlerinde içinde saray ve tapınakların bulunduğu müstahkem tepe. akrostiş : yun. Edb: Mısraların ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okununca manalı bir kelime veya has isim çıkacak şekilde düzenlenmiş manzume. akrüb : (Karib. C.) Sandallar. akruban : Erkek akrep. aks : (C.: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters. * Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi. * Döndürmek. * Bir şeyin evvelini ahir More…aks-endaz : f. Çarpıp duran. aksa : En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak. aksa' : Boynuzu arka tarafına kaymış olan koyun. aksab : (Kusb. C.) Kalın bağırsaklar. aksad : Kırık şey. aksakal : Köy ihtiyarı. Köy ihtiyar heyetinin başı.Muhtar. aksam : Dişi yarısından ufanmış. * Boynuzsuz davar. ◊ (Kısım. C.) Kısımlar. Bölümler. Parçalar.aksar : (Akser) Daha kısa. Pek kısa. En kısa. akşar : (Akşın) Doğuştan derisi, kılları beyaz olan insan veya hayvan. aksat : Çok doğru olan şey. Ayakları kuru olan hayvan. ◊ (Kıst. C.) Hisseler. Nasibler.aksata : (Bak: Ahz u ita) aksay : Çok uzak. akser : (Kasir. den) (C: Akasır) En kısa, çok kısa. akşer : Kızıl çehreli, kırmızı yüzlü adam. akset : Ahsen, en güzel.AKSÎ : İnatçı. * Geçimsiz, huysuz. Uğursuz. * Ters, zıd. akşet : (C.: Kuşut) Burun kamışı çökük ve yassı olan. aksiyon : Fr. Şirket ve ticaret hissesi. * Kuvvet ve enerjinin dışa ve fiile çıkması. akson : yun.Tıb: Sinir hücrelerinden çıkan uzantıların en önemlisi. aksu : t. Gözlerde görülen bir hastalık. aksülamel : (Bak: Aks-ül amel) aksülümen : Kim. Klor ile civadan mürekkeb zehirleyici te'siri fazla olan bir tuz. akta' : Kesmeler, kırılmalar. * Beylik araziler. * Alâkasızlıklar. ◊ Eli kesik olan adam.aktaan : Kalem, seyf. aktab : (Kutb. C.) Kutublar. Hak tarikatların reisleri, şahları. aktan : (Kutn. C.) Pamuklar. aktar : (Kutr. C.) Kuturlar. Çaplar. Dâirenin merkezinden geçen doğru hatlar. * Her taraf. * Güzel kokulu yağlar vesaire satan adam. Güzel kokular tâciri. * Ecza, ilâç satan adam. * Mahalle More…aktâr-i âlem : Her taraf. Alemin dört bucağı. Alemin her yeri. aktivizm : Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan More…aktör : Fr. Tiyatroda erkek oyuncu. aktris : Tiyatroda kadın oyuncu. aktüalite : Fr. Bugünkü hâdise veya mevzu. Günlük hâdiseler. aktüel : Fr. Bugünkü, şimdiki. aku : f. Baykuş, puhu. akub : Toz. akuk : (Bak: Ukuk) akul : İshalden kurtaran bir ilâç. akum : İyileşmez yara. Kısırlık. * Zahmet. akümülatör : Fr. Fiz: Elektrik enejisini depo eden cihaz. akur : Yaralıyan, ısıran köpek. Kuduz, azgın köpek. * Çok şerir, kötü kimse. akurâne : f. Kuduzcasına, kudurmuşcasına, saldırırcasına. akustik : Fr. Sese ait.Ses mevzuu. Kapalı yerde ses dağılma sistemi. akva : Daha kuvvetli. En kuvvetli. (Bak: Ekva) akva' : Kuyruğu beyaz, gövdesi siyah olan dişi koyun. akval : (Kavl. C.) Sözler, kaviller. akval-i hakîmâne : f. Hikmet sahiblerine yakışır sözler. akvam : (Kavim. C.) Kavimler. Milletler. Toplumlar. akvarel : Sulu boya resim. akvaryum : Lat. Su hayvanlarını veya bitkilerini besleyebilecek tarzda yapılmış camdan su kabı. akvas : (Kavs. C.) Kavisler, yaylar. * Virajlar, büklümler. akvat : (Kut. C.) Yiyecekler, azıklar. akvaz : (Kavz. C.) Kum tepeleri. akve : Evin önündeki açıklık, meydanlık. Avlu. akved : Uzun boyunlu. akvem : Daha doğru. En doğrru. akverin (akveriyat) : Büyük belâlar, musibetler, âfetler. akves : Sıkıntılı an. * İhtiyarlıktan beli bükülmüş kimse. Kamburu çıkmış ihtiyar kişi. akvet : Evin ortası. Evin çevresi. ◊ (C.: Ukâ) Hallaç masurası.akviya : (Kavi. C.) Sağlam ve güçlü olanlar. Kuvvetliler. aky : Koyu olan ve birbiri üstüne sağılmış olan koyun sütü. akya : Lüfer azmanı denilen iri cins bir balık. akyuvar : (Bak: Küreyvât-ı beyzâ) akz : Atâ, bahşiş. akza : Kadılıkta ve fıkıh ilminde daha ileri, daha bilgili. akzef : Çok iftira atan. Çok kazifte bulunan. (Bak: Ekzef) akzel : 'Çok aksak; pek fazla topal.' akzem : Zayıf. akzer : Necis ve murdar nesne. akziye : (Kaza. C.) Hükümler. Kararlar. * Tam cümleler. âl : Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat. * Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap. * Hile, tuzak. ◊ Yüksek. Âlî. Yüce. Bülend.alâ : 'Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet More…ala : İtl. İtalyancadan gelen tabirlerin başında bulunup (usulünce, tarzında) manasını ifade eder. Meselâ: Alaturka $: Türk tarzında gibi. ◊ Bahşişler. Lütuflar. Nimetler. İhsanlar. More…alâ hide : Tek başına, münferiden, ayrıca. alabalik : t. Akıntısı sert olan soğuk ve tatlı sularda bulunan bir cins leziz balık. alabanda : İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası. * Mc:Şiddetle kınama ve azarlama. alaca bayrak : Tar:Ondördüncü Yeniçeri Bölüğüne verilen ad. alaf : (Elf. C.) Binler. alafranga : İtl. Frenk tarzında olan, Fransız usulü. alaik : (Alayık) Münâsebetler. Alâkalar. Mânialar. alaim : İzler. İşaretler, deliller. (Bak: Alamet) alak : Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan. * Yapışkan veya ilişken nesne. * Hayvanat. * Bir işe mülâzemet eylemek. * Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe More…alak suresi : Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. alâka : İlişik, rabıta, merbutiyet. * Gönül bağlama, sevgi, münasebet, taalluk, irtibat, mâlikiyet. Tasarruf. Müdâhale hakkı. Hisse. * Edb: Bir kelimenin hakiki mânâsından mecâzi mânâsına More…alaka : Kan pıhtısı. Uyuşuk kan. alâkabahş : f. İlgi uyandıran. Alâka uyandıran. alâkadar : Alâkalı, münâsebetdar. alam : (Elem. C.) Elemler. Kederler. Üzüntüler. âlâm u askam : Kederler ve hastalıklar. alamana : İtl. Küçük odun gemisi. * Büyük balıkçı kayığı. * Büyük balıkçı kayıklarına mahsus büyük ağ, ığrıp. alâmat : (Alâmet. C.) İzler, nişanlar, alâmetler, işâretler. alamat : Uzun ince bir cins balık. (Hint denizinde çok olur ve yılana benzer.) alâmet : İz, nişân, işâret. alan : Orman içinde açıklık, meydan. alânî : Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde. alâniyeten : Herkesin önünde, açıkça, alânen. alarga : İtl. Açık deniz, engin. alarm : Fr. Tehlike anında herkesi haberdar etmek için verilen işaret. alas : Odun kömürü. alaşim : Madenlerin eriyerek birleşmesi sonunda meydana gelen madde, halita. âlât : (Âlet. C.) Vasıtalar. Âletler. alaturka : İtl. Türkvari, Türk usulü, Osmanlı usulü. alavere : Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele. * Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi. * Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık. * Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak More…alavî : (İlâve. C.) İlâveler, ekler. alay : (Ask.) 3-4 tabur piyade veya5 bölük süvari askerinden mürekkep kuvvet. * Debdebe ve gösterişle yapılan tören, geçit resmi. * Cemaat, topluluk, güruh, kalabalık, fevç. * Fazla miktar, More…alay emini : Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askerin hesap işlerine bakan subay ki, binbaşıdan alt derecededir. alay imami : Osmanlı İmparatorluğu zamanında bir alay askere imamlık vazifesini yapan subay. alaybozan : Eskiden kullanılmış olan bir çeşit fitilli tüfek. alaye : Yüksek yer, yükseklik. alayiş : f. Bulaşıklık, bulaşma. * Debdebe, tantana, gösteriş. alaz : Alev. alb : Yiğit, kahraman, bahadır, cesur gibi manalara gelen bir sıfattır. ◊ (C.: Ulub) Eser. * Yaşlı keler.albasti : Ateşli bir lohusalık hastalığı, lohusa humması. albatr : f. Yumuşak ve beyaz bir çeşit mermer, kaymak taşı. albay : Yarbay ile tuğgeneral arasındaki askeri rütbede olan üstsubay. albora : İtl. (Denizcilik) Serenlerin, direklerin üzerine kaldırılıp bağlanması. * Floka küreklerinin, selâmlamak için yukarı kaldırılması. * Dalyanlarda ağın yukarı alınması ile balığın toplanması. More…albüm : Lât. Fotoğraf resimlerini veya sair resim, şekil ve hatıraları içine alan defter veya kitap. albümin : Fr. Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde. alc : (C.: Uluc) Yaramaz huylu kişi. alcem : Uzun boylu, uzun. alçi : Sağlam harç yapmada kullanılan beyaz toz, cibs. alcün : Ahmak kadın. * Semiz dişi deve. ald : Boyun siniri. aldehit : Lât. Kim:Alkol veya asitlerden elde edilen kimyevi bir sıvı. âle : Güneş, yağmur gibi etkenlerden korunmak için yapılmış barınak. * Fakirlik. ◊ f. İlaç için kullanılan ve 'Hint Sünbülü' adı verilen çiçek. ◊ (C.: Al) Harbe. * (C. More…alebat : Yemek kapları, çanaklar. alebe : (C. Alebât) Yemek kabı, çanak. alef : (C. A'lâf - Ulufe) Saman, ot, yulaf. * Hayvan yemi. ◊ Cana yakın.alef resmi : Hayvanların yedikleri saman ve otlardan alınan vergi. âlek : f. İlaç için kullanılan ve 'Hint Sünbülü' adı verilen bir çiçek. alek : Sülük. * Kan pıhtısı. aleka : (C.: Alekat) Yapışkan balçık, çamur. * Kan pıhtısı. * Uyuşmuş kan. * Sülük. aleksi : yun.Tıb: Okuma kabiliyetinin kaybedilmesi. alel : İkinci defada içmek. âlem : Bütün cihan. Kâinat. * Dünya. * Her şey. * Cemaat. * Halk. * Cemiyet. Dehr. * Hususi hal ve keyfiyet. * Bir güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire. More…alem : Bayrak. * Nişan, işâret. * Özel isim. * Mc:Yüksek dağ. * Büyük âlim. * Üst dudakta olan yarık. âlem-efruz : f. Âlemi parlatan, bütün âleme ışık saçan. âlem-penah : f. Cihanın sığındığı (yer veya saha). âlem-suz : f. Cihanı yakan. âlem-tab : f. Dünyayı aydınlatan, cihanı parlatan. âlemane : f. Dünya ile ilgili. Dünyevî. âlemârâ : f. Dünyayı, âlemi süsleyen. alemdar : Bayrağı veya sancağı taşıyan. Bayraktar, sancaktar. alemdarî : Bayraktarlık. alemefraz : Bayrak kaldıran, bayrak çeken. âlemeyn : İki âlem. Dünya ve âhiret. âlemgir : f. Bütün âleme yayılan, cihanı kaplayan, dünyayı zapteden. âlemî : (C.: Âlemiyan) (Âlem. den) Dünyaya ait. İnsan. alemî : (Alem. den) Has isimle alâkalı. Aleme aid. âlemîn : (Bak: Âlemûn) âlemiyan : (Âlemî. C.) Âleme mensub olanlar, insanlar. âlemnüma : f. Dünyayı gösteren. âlempesend : f. Bütün herkesin hoşuna gidip beğendiği şey. âlemşümul : Bütün dünyayı alâkadar eden, dünyayı kaplayan ve her yerde tanınmış olan. âlemûn (âlemîn) : (Âlem. C.) Âlemler. alen : Aşikâr, apaçık, meydanda olma. alenda : (C. Alânid) Çok sağlam nesne. alendat : Katı, sağlam nesne. ◊ Kuvvetli deve.alenen : Gizli olmayarak, açıktan. aleng : f. Hücum eden asker. * Siper, istihkâm. aleni : Açık olarak, meydanda. Gizli olmayarak. aleniyye : Açık, aleni, göz önünde. aleniyyet : Göz önünde olma. alenked : Çok sağlam nesne. ales : Bir cins buğday ki bir kabuk içinde iki tane olur. * Buğday arasında biten çavdar ve mercimek. * Büyük kene. * Bir nevi karınca. * Katı, sağlam nesne. ◊ Şiddetli kıtal.âlet : Bir işte veya bir san'atta kullanılan vasıta. Bir makinayı vücuda getiren ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri. * Sebeb, vesile, vesâit. * Edevat. Avadanlık. ◊ More…alettafsil : Uzun uzadıya, mufassal olarak. alettahkik : (Ale-t-tahkik) Hakikat üzere, kat'i surette. Besbelli. alettahmin : Aşağı yukarı, tahminen. alettahsis : Hususi olarak, bilhassa, hele, en çok. alettedric : Azar azar. alettertib : Tertibli olarak, sırasıyla. alettevali : Arası kesilmeksizin, birbiri ardınca, arka arkaya. alev : Ateşten çıkan parlak ve yanar hava. * Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama. alev-gir : f. Alevlenmiş. alev-hiz : f. Parlayan, alevlenen. alev-keş : f. Alevden fırlayan. alev-riz : f. Alevlenen, alev saçan. alevî : Hz. Ali'ye mensub olan. Hz. Ali'ye âit ve müteallik. (Bak: şia) aleyh : (Aleyhi - Aleyhâ) (Alâ edatının zamirle birleştiği zamanki şekli.) Aleyhinde, onun hakkında, onun üzerine. aleyhdar : Muhalif olan. Aynı fikirde olmayan. Zıt olan. aleyhim, aleyhima : Aleyh edatının cemi ve tesniye şekilleri. aleyhissalatü vesselam : Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır. aleyke : Senin üzerine, sana. aleyküm : Sizin üzerinize, size. aleyna : Bizim üzerimize, bizim hakkımızda. Bize. alfabe : Fr. Bir lisandaki sesleri gösteren harflerin, belli bir sıraya göre dizilmiş takımı. * Okuyup yazmayı yeni öğrenecekler için başlangıç kitabı. * Bir işin başlangıcı. alfabetik : Fr. Alfabe sırasına göre dizilmiş. algi : (İdrak) İnsanın kendi varlığından veya çevresinden aldığı uyarımların, zihinde yorumlanması, mânalandırılması. Doğru idrak gibi yanlış idrak da olabilir. Yanlış idrak göz yanılması yâhut More…algun : f. Kırmızı renginde, koyu ve parlak pembe. alh : Akıl gitmek. * Tembel olmak. alhan : Deve kuşunun erkeği. * Karnı çok aç kişi. alhece : Demiri ateşte kızdırıp yumuşatmak. âli : Büyük, yüksek, şerif, celil, aziz olan. ali : Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib. âli baht : f. Talihli, şanslı, bahtlı. âli-cenab : f. İyilik sahibi, yüksek ahlâklı. Cömerd. Büyük zat. âlî-tebar : f. Sülâlesi temiz ve soyu yüce olan. âlic : İki hörgüçlü büyük deve. Yumuşak nesne. * Kırda bir kumlu yer.* Alcân dedikleri otu yiyen deve. âlicah : (Ali-câh) f. Mevkii yüksek. Yüce mevkide bulunan. âlih : '(C.: Alihât) Mabud; tapınılan, ibadet edilen şey.' ◊ Deve kuşunun dişisi. * Hafif mizaçlı.âlihe : (İlah. C.) Bâtıl ilâhlar. (Bak: İlâhe) alîk : Hayvana bir defada verilen yem. * Asılan torba. alika : İçine birşey koyacak torba. * Yem. alîl : Hasta. İlletli. âlim : Bilen, bilgili. * Çok şey bilen. * Çok okumuş, bilgiç. * İlim ile uğraşan. Hoca. alîm : Bilen. İlmi, ebedi ve ezeli olan Cenab-ı Hak. alim : Üzüntülü, kederli, ıztırab çeken. âliman : f. (Alim. C.) Alimler. âlimâne : f. Alimlere yakışır surette. Bilenlere yakışır şekilde. alîn : Aleni, açık. alivre : Elde edildiği vakit teslim edilmek üzere, bir mahsul üzerine önceden yapılan satış. âliye : Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan. * Necid ve Hicaz ülkesi. * (C.: Avali) Süngü başı. aliyy : Necip, büyük, yüksek, meşhur, namdar, ünlü. âliyye : Âlete mensup. Âletle alâkalı. * (C.: Alâyâ) Yemin etmek. alizarin : Fr. Eskiden kök boyası denilen bitkiden çıkarılırken, şimdi kimya usulleriyle hazırlanan boya maddesi. alize : Fr. Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı. alizende : f. Çifteli at. alkam : Acı salatalık, hıyar. alkame : Acılık, acı tat. Acı hıyar. alkiş : Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. alkol : Fr. Mayalanmış içkilerin damıtılmasıyla elde edilen sıvı madde. Sarhoş edici etkisi vardır. Alkollü içkiler hem beden sağlığına, hem de ruh sağlığına zararlıdır. Dinimizde her türlü alkollü More…allaf : Yulaf satan kimse. allah : İnsanı, dünyayı, kâinatı, görülen veya görülemeyen bütün varlıkların yaratıcısı. allak : Sözünde durmaz. * Hilekâr, kendisine güvenilmesi doğru olmayan. ◊ Sakızcı.allâm : En çok bilen, her şeyi hakkı ile bilen. (Cenâb-ı Hakka mahsus bir sıfat olup, başka mahluka denemez.) allâme : Çok büyük alim. Meşhur olmuş büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi. allet : Kişinin, avreti üstüne aldığı ikinci avret. * Üvey ana. allüsinasyon : Fr. (Bak: Hallüsinasyon) alman : Almanyalı, Cermen. almanak : 'Fr. Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir.' More…alotropi : Kimya bakımından bir değişiklik olmadığı halde bir cismin ayrı hususiyetler göstermesi hali. Meselâ : Kırmızı ve beyaz fosfor arasında, birleşim farkı yoktur. Buna rağmen renklerinin ayrı More…alpaka : Güney Amerika'da yaşayan ve büyüklüğü keçi ile deve arasında olan bir hayvan. * Bu hayvanın kılından mamul bir cins ince yünlü kumaş. als : Karıştırmak. altays : Düz, berrak, kaypak nesne. altbilinç : (Bak: Şuuraltı) altin kozak : Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza. altipatlar : Revolver denilen mükerrer ateşli, altı mermi alan tabanca. alu : f. Erik, şeftali. * Tuğla fırını. alu-bâlu : f. Vişne. alu-gürde : f. Caneriği. alud : (Alude) f. Karışmış, karışık, mülevves. Bulaşmış. alude-dâmân : f. Eteği bulaşık, iffetsiz kadın. alude-gân : f. (Alude. C.) Suçlular, kabahatliler. Bulaşıklar, bulaşmışlar. alude-gî : f. Dalmış, garkolmuş. Bulaşıklık. alufe : (Ulüf. C.) Hayvan yemi. alüfte : f. Muhabbet ve sevgiden deli gibi. * Alışık, nâmus perdesi yırtık, iffetsiz kadın. Fâhişe. alüfte-gân : f. (Alüfte. C.) Nâmus perdesi yırtık kadınlar. Fâhişeler. alügde : f. Saldırıcı, şiddetle saldıran. aluk : Arzu. * Kendi yavrusundan başka yavruyu emzirmek isteyip yine burnuyla koklayıp emzirmeyen deve. * Devenin otladığı ot. * Süt. alus : f. Naz veya kırgınlık sebebiyle göz ucuyla bakmak. alusî : f. Nazlanarak göz ucu ile bakan kimse. alüvyon : Nehirlerin sürükleyerek taşıdığı toprak. alya : Yüksek yer, yükseklik. * Gökyüzü. alyan : Uzun, iri yarı kimse. alye : Fakirlik. alyuvar : (Bak: Küreyvât-ı hamra) alz : (C.: Alzât) Sabırsızlık. * Hastaya ârız olan titremek. * Hafiflik. * Acele ama' : Dağbaşlarında olan duman. âmâç : f. Saban demiri. * Hedef, nişan tahtası. âmâç-gâh : f. Nişan atılan yer, nişan yeri. Hedef mahalli. âmâde : f. Hazırlanmış, hazır. âmâde-gî : f. Hazırlık, âmâdelik. amah : f. Şiş, kabarcık. amâim : (İmâme. C.) Sarıklar, imâmeler. ◊ Dağınık cemaat.amâir : (Amâyir) (İmâret. C.) İmâretler. Mâmur etmeler. * Sâlih fakirlerin veya kendisini idare edemiyen veya çalışamıyan talebe-i ulumun, fukarâ-i sâlihînin iâşesinin te'min edilmeleri. amak : (Maak ve Mauk. C.) Göz pınarları. amaka : Derinlik. * Iraklık. âmâl : (Emel. C.) Emeller. Arzular. Gayeler. Dilekler. İstekler. amalika : Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim. amame : Sarık. Ammâme. Başa sarılan ve sünnet-i seniyye olan kisve. (Bak: İmâme) aman : (Emân) Emniyet. İmdat. Yardım dileği. Afv, ricâ, niyâz. * Sabırsızlıkla hiddet ve infiâl ifâdesi. * Tenbih, sakındırma. aman-name : f. Bir şahsa iltimas yapması için, başka bir kimseye hitaben yazılan pusula, yazı. amar(e) : f. Hesap. * Araştırma. * Tıb: Karında su toplanma hastalığı. amare : (C.: İmâr) Fes gibi başa giyilen nesne. amare-gir : f. Hesap işleriyle uğraşan kişi. Muhasebeci. amariyye : Deveye konulan mıhfe. amas : f. İnsan vücudunda meydana gelen sis ve kabarcık. ◊ şiddetli harp. * Zahmet, meşakkat.amase : şiddet. * Zulmet. amatör : Fr. Bir işi para kazanma maksadıyla değil de, zevk için yapan kimse. amay : f. Süsleyen, dolduran mânasına gelir ve kelimelere eklenerek kullanılır. ambalaj : Fr. Eşyayı taşınabilir bir hale koymak için sarma veya sandığa yerleştirme işi. ambargo : Bir para veya malın kullanılması veya başka bir yere götürülmesi ya da bir geminin bulunduğu limandan ayrılması yasağı. amd : Niyet, kasıt, istek, arzu. * Direk koymak. amden : Kasten, bile bile. İsteyerek. ame : f. Divit, yazı hokkası. ◊ Tereddüt. * Tenbellik.âmed : f. (Mâzi fiili olup mastar gibi kullanılır). Gelmek, geliş, vürud eyleme. amed : Sütunlar. * Birşeye devam üzere olma. * Mülâzemet etme. âmed ü reft : Geliş-gidiş. âmed ü şüd : 'Varıp gelme. Gidiş geliş; geldi gitti.' âmede : Gelmiş. Vürud eylemiş. âmede-gû : f. Hazırcevap. Düşünmeden hemen güzel söz söyleyen kimse. âmedî : f. Geliş. âmediye : f. Gümrük vergisi. ameh : Basiretsizlik. Tahayyür, tereddüt. Doğru ciheti bilmemek. amel : İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme. * Kâr, iş işleme. * Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet. amele : (Âmil. C.) Âmiller. Amel edenler. * Irgat, işçi. amelehu : Tarafından yapıldı. mânâsına gelir ve bir sanat eserinde san'atkârın imzasından önce yazılır. amelen : Bilfiil, işleyerek, fiilen, çalışarak. amelî : (Ameliyye) Amele mensup ve müteallik olan. Fiil olarak. İşlemek suretiyle. Pratik. Tecrübeli. ameliyyat : Ameller. işler. * Bir bilginin iş olarak tatbiki. * Tıb: Operatörlük. Cerrahlık. amelles : Kuvvetli adam. * Kurt. * Yavuz, çirkin at. amellet : Sağlam, muhkem, katı nesne. amelmande : f. İş yapmaz hâle gelmiş olan. Muattal. Battal. Çok yaşlı. Sakat veya hasta olup çalışamaz hâle gelmiş olan. amelnüvis : f. Kasların çalışmasındaki değişiklikleri işaretleyen âlet. âmen : Çok veya en emin ve güvenilir. amen : Bir yerde mukim olmak, ikamet etmek. âmenna : İnandık, öylece kabul ederiz, ona diyecek yok (meâlindedir.) âmentü : İmân ettim demek olup Ehl-i Sünnet Mezhebi olan mü'minlerin iman esaslarını kısaca toplayan ifâdenin has ismidir. amer : (Amr, ömr, imâret) Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak. ameş : Gözü zayıf olan, gözü yaşlanıp durmadan akan. ameysel : Arslan. * Şişman, büyük deve. * Kaftanını yere sürüyerek gezen tembel kimse. * Uzun kuyruklu geyik. * Enli nesne. * Kerim, şerif nesne. ami : Senevî, yıllık. * Avamca. İleri gelenden olmayan. Câhil. Havassa âit olmayan. Avama âit ve müteallik. âmid : Diyarbakır'ın önceki adı. amid : Çok hasta. * Aşk hastası. * Başlıca nokta. * Önder, şef, komutan. Rehber. * Haraç alan kimse. amig(e) : f. Karışık. * Hakikat. * Mc: Çiftleşme. amih : Şaşkın, şaşırmış, şaşakalmış. amihte : f. Karışmış, karışık. amihte-gî : f. Karışmış olma. amije : f. Şair. * Karışmış, karışık. amik : Hicaz vilâyetinde ulu bir ağaç. amik(a) : Dibi çok aşağıda, derin. * Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele. âmil : Yapan. İşleyen. *Sebep. * Vergi tahsiline memur kimse. * Mütevelli. * Vâli. *Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar yirmi adettir). amil : Arzusu, isteği olan. âmile : (C.: Avâmil) (Amel. den) Bacak, ayak. âmiletân : İki ayak, çift bacak. amîm : Herkese mahsus. Umuma âit. * (C.: Umem) Tam, tamam. âmin : (Emn. den) Gönlü müsterih, kalbinde korku bulunmayan. * Emniyet ver. amin : Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, More…amin alayi : Eskiden çocukların ilk okula başladığı gün yapılan merasim. amin-han : (C.: Aminhânân) f. Amin diyen. âmine : Emin olan. Kalbinde korku olmayan kadın. * Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın öz annesinin adı. Yirmi sene yaşamıştır. Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın dini üzere idi. More…aminen : Emniyet ve huzur içinde, selâmetle, emin olarak. Sağlam olarak. amir : Mâmur eden, harâbelikten kurtaran, şenlendiren. * İmâr olunmuş. * Devlete âit, mirî. ◊ Şen, mamur.âmir(e) : Büyük me'mur. Emreden, iş gösteren. * Huk: Bir kimseyi öldürmek veya bir uzvunu kesmek ve sakatlamak tehdidiyle bir filli yapmaya veya yapmamaya zorlayan ve bu tehdidi yapmaya muktedir More…amiral : Emir-ül bahr, Emir-ül-mâ. Bahriye kumandanı, kaptan. Deniz generali. âmirane : f. Emredercesine. Amir imiş gibi. * Emreden büyük kimseye yakışır şekilde. âmiriyyet : Kumandanlık hâli. * Amir, emredici olmak. âmirz-kâr : f. Bağışlayan, affeden Allah. * Affeden, bağışlayan. âmirziş : f. Allah'ın afvetmesi, bağışlaması. * Bağışlama, afvetme. amis : Sirkeyle ıslanmış çiğ et. amit : (C.: Amâmit) Zarif, çeri, değerli kimse. ◊ Yünü, üstüne yumak edip sarmak.âmiyane : f. Âdice. Bayağıca. Cahillere yakışır surette. âmiyy : Avama ait, avamca. âmiz(e) : f. Karışık, karışmış. (Âmihten) $ mastarından imtizaç etmek, karıştırmak mânasındadır. âmiz-gâr : f. Uygun, münâsib, yaraşır. âmize-mu(y) : f. Saçı sakalı kırlaşmış olan adam. Kır sakallı kimse. âmize-muyî : f. Kır saçlı ve kır sakallı kimse. âmiziş : f. Uysallık, imtizaç, uyuşma. âmm : Herkese âit. Umuma âit. Hususi ve bazılara mahsus olmayan. Umumi. amm : Amca. Babanın kardeşi. * Çok cemaat. âmm lâfizlar : Aynı cinsin birçok fertlerine birden delâlet eden lâfızdır. 'Kavil, cemaat, nisa' lâfızları gibi. amma : (Bak: Emmâ) ammal : Yapıcılar. * Devleti idare eden adamlar. amman : Şam diyârında Belka şehrinin adı. ammar : Bayındırlaştıran, imar eden. ammat : (Amm. C.) Amcalar. âmme : Tülbent sargı. * Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum. * Umumi. Herkese ait. ◊ Baş yarığı, insanın beynine kadar ulaşan baştaki yara.amme : $ den müteşekkil suâl cümlesi. Neden, nelerden, neyi?... meâlindedir. ◊ Hala, babanın kız kardeşi.amme nevalühü : Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanı herkese veya herşeye şâmildir. meâlinde. ammered : Her şeyin uzunu. * Yaramaz huylu. * Belâ ve meşakkat. ammeten : Umumi olarak, herkese ait olarak, genel tarzda. ammuriyye : Ankara şehri. Türkiye'nin başkenti. ammus : Güçlü ve kuvvetli kişi. amnezi : Psk. Hafıza kaybı, erken bunama, ihtiyarlık bunaması, histeri, beynin zedelenmesi gibi hâllerde meydana gelir. Hafıza kaybı kısmî veya umumi (genel) olabilir. Hasta, belli bir olaydan More…amortisör : Fr. Otomobillerde veya diğer makinelerde sarsıntı, gürültü gibi şeyleri hafifletmeğe yarayan tertibat. amper : Fr. Elektrik akımında şiddet birimi. ampermetre : Fr. Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet. ampul : Fr. İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe. * İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe. amr : Eski fetva metinlerinde erkeği temsil etmek için kullanılan umumi isimlerden birisi. (Bak: Zeyd-Amer) amrus : (C.: Amâris) Kuzu. * Çok yürütmek istediklerinde yürümeyen davar. amrut : (C.: Amârit) Hırsız. ams : Eskiyip mahvolmak. * Bilirken bilmezlikten gelme. amşuş : Üzerinden üzümü alınmış üzüm salkımı. amuc : Eğri giden ok. amucazade : f. Amca oğlu. amud : Dik, dikine. Sütun, direk. amude : f. Dizi, dizilmiş. amuden : Dik olarak, dikine. Dik surette. amudî : Yukarıdan aşağıya dikey olarak. Direk gibi yukarıdan aşağıya düz ve şakulünde olarak. amug : f. Uzun boylu adam. * Ciddiyet, vakar. amuhte : f. Öğrenmiş. amuhte-gâh : f. Muallimler, öğretmenler. amûmet : Amcalık. amûr : İki diş arasında olan et. amur : (C.: Âmar) Bekâ mânâsına. Ömür. Her kişinin hayât müddeti. amürg : f. Fayda, menfaat, kâr. * Kader, kıymet. * Zahire, meyve. * Esas, hülâsa, özet. * Bir mikdar. amürz : f. Afveden, bağışlayıcı. amürzende : f. Bağışlayan, afveden. amürzgâr : f. Affeden, bağışlayan. Günahları bağışlayan Allah. amürziş : f. Bağışlayış, afvediş. amus : Karanlık. amût : f. Yalçın kayalarda ve yüksek yerlerde yapılmış olan kuş yuvası. amut : Bir kimsenin peşinden ayıbını söylemek. amuz : f. Öğretmek mastarının emir kökü. amuzende : f. Talebe, öğrenci. * Muallim, öğretmen. Öğreten. amuziş : f. Öğrenme. * Öğretme, tedrisat. amuzkâr : (Amuzgâr) f. Muallim. Öğretici. amuzkârî : (Amuzgârî) Öğretmenlik, öğreticilik, muallimlik. amyâ : (Müe.) Kör, a'ma. amyant : Kolayca bükülebilen, ateşe dayanıklı liflerden yapılmış bir çeşit asbest. ân : f. Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. * Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. * Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: More…an : Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı 'den, dan' diyebiliriz. ◊ En kısa bir zaman. Lahza. Dem. Cüz'i bir zaman.an mim amed : f. Tar: İslâmiyeti ve Türkçeyi öğretmek maksadıyla, devşirilerek toplanan ve Türk köylülerine satılan acemi oğlanlardan, müddetini tamamlayarak Rumeli Ağasının tezkeresiyle ulüfeye More…an'anât : (An'ane. C.) Rivayetler. * Gelenekler, an'aneler, âdetler, örfler. an'ane : 'Âdet, örf. * Ağızdan nakledilen söz, haber. * Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin 'an filân, an filan' diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil. * Silsile. * More…an'anevî : An'ane ile alâkalı. an'aneviye : An'aneciler. * An'aneden gelen. ânâ : (Ani. C.) Gece yarısı vakitleri. anâ' : Zahmet, meşakkat, güçlük, zorluk. anâbil : Kaba nesne. anâdil : (Andelib. C.) Bülbüller. ânâf : (Enf. C.) Burunlar. anâfet : Kabalık, sertlik. anafor : Denizde akıntının yanında veya altında, onun ters istikametinde olarak akan su. Akıntı mukabili. anâk : (C.: Ânuk) Dişi keçi yavrusu. * Zahmet, meşakkat. * Karakulak dedikleri hayvan. anak : En zarif, en yakışıklı, en güzel.* Çok ferah, çok sürurlu. anakat : Muvaffakiyetsizlik. Ümidi boşa çıkma. anâkib : (Ankebut. C.) Örümcekler. analjezi : yun.Tıb: Acı hissinin kaybı. analoji : Mant. Benzetme yoluyla sonuç çıkarma. Bilinmeyen bir durum, bir hadise, bir münasebet ve bir varlık hakkında hüküm vermek için bilinen bir benzeri hakkındaki bilgilerden faydalanılarak More…anamalcilik : (Bak: Kapitalizm) ânân : f. (An. C.) Onlar. anân : Bulutlar. * Gökyüzü, semâ. anane : Bir tek bulut. anarşi : yun. Başıboşluk. Din ve nizam tanımamak. Din ve nizam düşmanlığı. Birden başıboş kalmak. anarşist : Anarşi taraftarı. Anarşi ve karışıklık çıkaran. anâsir : (Unsur. C.) Unsurlar. Bir şeyin meydana gelmesine sebeb olan temel esaslar. Elementler. anat : (An. C.) Anlar, zamanlar. anatomi : Canlıların yapısını ve bu yapıyı meydana getiren uzuvları inceleyen ilim dalı. Tıbtaki önemi çok büyüktür. anayasa : (Bak: Teşkilât-ı esâsiye) anaz : Bir büyük kuşun adı. anber : Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde. * Derisinden kalkan yapılan bir balık. anber-bar : f. Güzel kokulu. Anber kokulu. anber-efşan : f. Anber saçan. anber-nisar : f. Güzel koku yayan. Anber kokulu. anber-sirişt : f. Anber gibi güzel kokulu. anber-ter : f. Güzellerin zülüfleri ve benleri. * Mc: Geceleyin. anbera : İğde yemişi. anberî(n) : Güzel kokulu. Anber kokulu. anbes : (C: Anâbis) Arslan. anca : f. Orası, ora, orada. ancec : (C: Anâcic) Büyük nesne. * Fesliğen adı verilen çiçek. ancehaniye : Kibir, azamet. ancehiyye : Bilmezlik. Büyüklük. Ululuk. ancere : Dudak uzatmak. anded : Ayrılık, firak. andel(e) : Yaşı büyük deve. * Uzun, tavil. * Avazla çağırmak. andelib : Bülbül. Seher kuşu. * Mc: Hz. Resul-u Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi. andelibân : f. Andelibler, bülbüller. andem : Tıb: Kanı durdurmak için kullanılan bir çeşit reçine. andezit : Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı. âne : Bir aşiretin bütünlüğü veya işleri veya şerefi. * Dişi ve yabani eşek. * Yabani eşek sürüsü. * Cedi (keçi) burcundan bir kısım yıldızlar. * Kasık kılı. * Apış arası, kasık. ◊ f. More…aneban : Erkek geyik. aned : Cânib ve nâhiyeler. anede : Çok inatçılar. Muannidler. anef : Kabalık (inceliğin zıddıdır). anem : Bir ağaç cinsi ki, kızıl yumuşak budakları olur. anen : Arız olmak. anen fe anen : Zamanla, gittikçe, devamlı. anese : Ünsiyet etmek. Karşılıklı görüşmek, arkadaş olmak, yakınlık göstermek. (Vahşetin zıddı) aneşneş : Uzun boylu. anestezi : yun.Tıb: Bütün vücutta veya vücudun bir kısmında hislerin az veya çok miktarda kaybı. anet : Cimâdan âciz olmak. * Ağaçtan yaptıkları deve ağılı.ANET : $ (C:Anât) Fâsık. * Diz kılı. * Yaban eşeği sürüsü. * Fırat ırmağı kenarında bir köyün adı. ◊ Günah. Zinâ . * Helâk. * More…aneze : Ucu demirli uzun ağaç, (ki asâdan uzun, süngüden kısa olur.) anfe : Dudak altında biten kıllar. angâh : (Angeh) f. O vakit. Ondan sonra. angarya : yun. Ücretsiz olan iş. Meccanen görülen iş. Baştan savma görülen iş. (Bak: Suhre) anglosakson : Büyük Britanya'da yerleşen Germen ırkından aşiretlerin adı. * Ana dili İngilizce olan şahıs. anha minha : Şundan bundan, şöyle böyle ederek, şu bu, öteberi. anhü (anhâ) : Ondan. (İşaret zamiri). anhüm : Onlardan (mânasına işaret zamiri). anhümâ : Her ikisinden. ani : (C: Anat-Unât) Mütevazi, alçak gönüllü. * Köle * Meşgul. * Iztırab çeken. Muztarib. * İşçi. * Müfettiş. * Tahsildar. (Müennesi: Aniye) ◊ Ansızın, birdenbire. Bir anda. Hemen. * More…anîd : (İnad. dan) Çok inadçı. * Daima suyu akıp iyileşmeyen yara. (Bak: Anud) anîde : Kabile, ehl-i beyt. ânif : Yakında geçen. Pek yakın geçmişte. anif : Sert, kaba. ânife : Gençlik çağının başlangıcı. ânifen : Yukarıda. * Az önce, biraz evvel. anik : Çok nesne. * Devenin ancak dizini çekip yürüyebildiği kumlu yer. ◊ İnce, zarif, güzel. Acaib. ◊ Ense, boynun arkası.animizm : Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir. anin : f. Yağ çıkarmağa mahsus olan yayık. anis : Şişman ve iri deve. * İhtiyar bekâr. * İhtiyar kız. anise : f. Sıkı bağlanmış. * Koyulaşmış, katılaşmış şey. (Kan ve mürekkeb gibi akıcı maddeler.) ◊ Cana yakın kız veya kadın.aniye : (İnâ. C.) Yemek kapları, tabaklar, kap-kacaklar. ◊ Son derece kızgın su.aniz : Iztırablı, muztarib. ank : Kapı, bâb. * Güzel, hoş, gökçek olmak. anka : İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Çok büyük olduğu anlatılır. Zümrüd-ü Anka ve Simurg gibi isimlerle de anılır. * Uzun boyunlu kadın. * Arabdan bir kimsenin lakabı. * Zahmet, meşakkat. More…ankas : Erkek tilki yavrusu. anke : Sağlam olan nesne. * Ahmak. ankeb : Erkek örümcek. ankebet : (C.: Anâkıb) Dişi örümcek. ankebut : Örümcek.(Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ile küffarın tazyikinden kurtulmak için tahassun ettikleri Gar-ı Hira'nın kapısında iki nöbetçi gibi, iki More…ankebutiye : Örümcekler. ankur : Her nesnenin aslı. ankût : Örümcek. Evcil, al kumru. annab : Üzümcü. anofel : yun. Sıtma mikrobunu taşıyan ve aşılayan sivrisinek. anonim : yun. Yapıcısının adı belirtilmeyen eser. * Sermayesi hisselere bölünerek, her ortağın mes'uliyet ve salâhiyeti sermayedeki hissesiyle orantılı bulunan ortaklık, şirket. anormal : Normal olmayan. İfrat veya tefrit hali. anot : yun. Pozitif elektrot. Bir elektrolitte, elektrik akımının içeri girdiği iletken uç. ans : Sağlam, kuvvetli deve. * Yemen tâifesinden bir kabile. * Kız bâliğa olduktan sonra, ailesinin evinde çok durması. ansar : (Bak: Ensar) anşet : (C: Anâşit) Yaramaz. * Uzun. ansiklopedi : yun. Bir sahadaki bilgileri veya bütün bilgileri sistemli veya alfabetik bir şekilde sıralayan eser. anter : (C: Anâtir) Gök sinek. antika : yun. Kıymetli san'at eseri. Eski zamandan kalma eser. antikor : Fr. Vücuda giren hastalık mikroplarını zararsız kılmak için organizmanın bir kanun-u İlahî ile çıkardığı madde. antropomorfizm : Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. antût : Çöl ortasındaki küçük dağ ve tepe. anûd : Muannid. Çok inatçı. anûn : İsyankâr, kavgacı. * Davarların önünde yürüyen davar. anve : Kuvvet, cebr, zorakilik, zorlama, zor. anvet : Kahretmek. * Galip olmak. anye : Güçlük, engel, zorluk, meşakkat. anzar : (Bak: Enzar) aposteriori : Fels: Tecrübe sonunda meydana gelen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ ateşin yakıcı olduğunu denedikten sonra anlarız. Bu bilgi, aposteriori bir bilgidir. apriori : fels. Tecrübeden önce insan aklında varlığı kabul edilen bilgi ve düşünceyi anlatmak için kullanılan bir sıfat. Meselâ: 'Her sayı kendine eşittir' hakikatı hiçbir deneye baş More…apsis : Fr. Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri. * Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı. âr : Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya. âr ü namus : Utanma, haya ve namus. ar'ar : Dikenli ardıç ağacı, dağ selvisi. * Mc: Güzelin boyu bosu. ◊ Arap diyârında bir yerin adı. * Bir oyun çeşidi.ar'are : Dağ başı. İki burun deliğinin arası. * Servi ağacı. Çocuk oyunundan bir oyun. ârâ : f. Süsleyen. Bezeyen. ◊ Fikirler. Reyler.arâ : Mıntıka, bölge. * Komşuluk. * Avlu. * Çıplaklık. * Geniş, çıplak arazi. ârâb : (İrb ve İrbe. C.) Hacetler. * Uzuvlar. * Akıllar, zekâlar. * Hileler, oyunlar. arab : Ceziret-ül Arab, Şam, Hicaz, Irak, Yemen, Mısır ve Afrika'nın şimâlinde yaşayan geniş bir kavmin adı. arâbe : (C: Arâbât) Keçi veya koyunun memesine geçirilen torba. * Açık saçık konuşma. arabe : (Arben) Yemek yeme. arabesk : Süslemede kullanılan bir çeşit tezyinat. arabî : Arabça, Arab dili. Arab kavmine mensub. arabistan : f. Arap ülkesi. Arapların yaşadığı ülke. arabiyyat : (Arabiyyet. C.) Arapçaya dâir ilimler, kitab veya fikirler. Arap edebiyatı. arabiyyet : Arapça ile ilgili olan (İlim, fikir veya kitap). Arap edebiyatı. arac : f. Dirsek. aradîn : (Bak: Eradîn) arafat : Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız More…arafet : (C: Avârif) Atâ, ihsan, hediye. arahim : Büyük olan şey. * Bir cins beyaz büyük mantar. arais : (Arûs. C.) Gelinler. * Güneşler. * Gökler. araiz : (Ariza. C.) Arz olunan meseleler. Küçükten büyüğe yazılan yazılar. arak : Ter, rutubet.* Dağdaki yol. * Çukur. * Deve izleri. * Sıra sıra olan şey. * Zenbil. * Menfaat, sevab, karşılık. * Süt. ◊ Kalabalık, izdiham.arak-dar : f. Terli. arakî : Terle ilgili, tere mensub. arakiyye : Yünden yapılan bir cins külâhtır ki, bilhassa dervişler kullanırlar. arakk : Çok ince. En ince. Ziyâde rakik olan. araknak : f. Terlemiş, terden ıslanmış, ter içinde kalmış. arakriz : f. Terliyen, ter döken. ârâm : f. Durma, dinlenme. * Yerleşme, rahat etme, karar kılma. * Eğlenme. ◊ (İrem. C.) Çölde, sahrada konulan hususi nişan.ârâm-bahş : f. Dinlendirici, dinlendiren, ârâm veren. ârâm-cû : f. Dinlenmek isteyen. ârâm-cûyane : f. Dinlenmek isteyene yakışır şekilde. ârâm-gâh : f. Dinlenilecek yer. ârâm-güzin : f. Dinlenmek için oturan, istirahat eden, dinlenen. arâm-rüba : f. Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran. arâm-saz : f. Yerleşen, oturan. arâm-sûz : f. Huzuru bozan, rahatsızlık veren. ârâmî : f. Dinlenme, rahat etme. ârâmide : f. Rahat olan, dinlenen, sükûn halinde ve rahatta bulunan. ârâmiş : f. Huzur, rahat. aramram : (Aremrem) Asker çokluğu. * Şiddetli hâl ve iş. aran : f. Dirsek. aranik : Su kuşlarından boynu uzun bir kuş. arare : (C: Arâr) İyi kokulu bir ot. * Şiddet * Kötü ahlâk. * Evin avlusu, ev içi. * Soğuk şiddetli olmak. ararot : Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten çıkarılır. aras : Yorgunluk, bitkinlik. * Hayranlık. arasat : (Aresât) Mahşer yeri. Haşir ve neşir meydanı. araste : f. Bezenmiş süslenmiş. * Çarşının bir esnafa mahsus kısmı. * Vaktiyle ordu çarşısı, ordugâhta kurulan seyyar çarşı. araste-gî : f. Süslülük, bezenmişlik, ârâstelik. arat : Bölge, mıntıka. * Avlu. arayende : f. Düzen verici, süsleyici. arayî : f. Süsleyicilik. arayiş : f. Süs, zinet. * Süsleme. araz : İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet. * Fls. Herhangi bir cevherin varlığı için zaruri olmayan vasıf. Meselâ: Şekerin beyaz rengi şekerin More…arazan : Rastgele, tesadüfen, tevafukan. arazet : Genişlik. arâzi : (Arz. C.) Yerler. Ekilen toprak. Ekilen yerler. arazî : Araza âit ve mensub. Araza dâir ve ilgili. araziş : f. Hayır ve iyilik yapma. * Tasaddukta bulunmak. arbede : Cidal, kavga, patırtı. arbede-cûyâne : f. Kavga çıkartmağa yeltenerek. arbede-sâzî : f. Gürültücülük, kavgacılık. arc : Mekke ile Medine arasında bir mevzi. * Deve sürücüsü. arca : (Müz: Arec) Topal ve aksak kişi. * Sırtlan. arcele : Sürü, hayvan topluluğu. * Yayalar cemaati. * At sürüsü. ard : f. Buğday ve diğer tahıllardan öğütülen un. * Buğdayı değirmen taşına akıtan oluk. ard-biz : f. Elek, un eleği. * Elekle un eleyen kişi. arda : Vaktiyle bazı çavuşların elde tuttukları uzun değnek. * Nişan almak için dikilen değnek. ◊ Çıkrıkçı kalemi.ardhale : f. Bulamaç adı verilen yemek. ardin : f. Deneme, imtihan, tecrübe. ardiyye : Ticaret eşyasının saklandığı yer. * Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret. ardtûle : f. Bulamaç denilen yemek. are : Borç olarak alınan veya verilen şey. areb : Şehir ehli olanlar. * Mide fesâdı. ◊ Çok açıkgöz, en akıllı.ârec : f. Dirsek, kolun arka tarafı. arec : Topallık, aksaklık. arecan : Aksak ve topal kişinin yürümesi. arefe : Kurban bayramından bir evvelki gün. arekiyye : Zinâkâr kadın. arekrek : Aceleci, acul. * Kuvvetli büyük deve. aremet : Savurmak için dövülüp toplanmış harman. aremide : f. İstirahat eden, dinlenen. Rahat kişi. aremrem : Kalabalık ordu, çok fazla asker. aren : Davar ayağında olan kuru kemre. * Yarık. * Bir nesne yumuşak olmak. arenc : f. Dirsek. * Gidiş, tarz, usül, metod. arende : f. Birşey getiren kimse. areng : f. Dirsek. * Dert, keder. * Hile, dubârâ. * Tarz, tavır, üslüb. * Vali, hakim. * Zannolunur ki, galiba, öyledir, benzer gibi bir yakınlık ve benzerlik ifâde eder. areometre : yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir More…ares : Hayranlık. areste : f. Süslenmiş, bezenmiş. aret : f. Dirsek. arf : Güzel koku. * Yüksek yer. * Atın yelesi. * Horozun ibiği. ◊ (C: A'râf) Rüzgâr. * El ayasında çıkan çıban.arfa : (Müz: A'raf) Yeleli. * Sırtlan. argo : Fr. Bir meslek veya topluluk sınıfı arasında kullanılan özel söz. * Mc: Serserilerin ve külhanbeylerin kullandığı söz veya deyim. argon : yun. Kim: A sembolü ile gösterilen renksiz, kokusuz ve tatsız bir gaz. Havada % 1 nisbetinde bulunur. ârî : Hind-Avrupa dil ailesinden olan ırk veya kimse. * f. Evet. ◊ Pâk, pislikten uzak. * Hür.ârib : Halis Arap cinsinden olan. âric : (Uruc. dan) Yukarı çıkıp yükselen. Çıkıp inen. Uruc eden. * Topal, aksak, noksan. ârif : (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen. * Sabırlı ve mütehammil. * Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan. * Zevkî ve More…arîf : Çok irfanlı, çok tanınmış, meşhur âlim. * Bir işten iyi anlayan. ârifan : f. Ermişler. Arifler. ârifane : t. Arife yakışır surette. Bilene yakışır şekilde. İrfan sahibi olarak. ariflerin mezaklari : Ariflerin zevkaldığı yer ve hususlar. arig : f. Kırılma, gücenme. * Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık. arik : Uykusuz kimse, uykusuz olma halindeki. ◊ Asil haseb ve neseb ehli olan.ârim : İnatçı, kafa tutan. arin : Arslanın yerleşip yataklandığı yer. * Ağaçlar. * Et. arinmak : t. Temizlenmek, pâk olmak. arir : Garip. aris : Gerdek. Hacle. ariş : Samandan yapılan bir çeşit ev. * Çardak, asma çardağı. * Sundurma, takdim ettirme. ◊ f. Anlam, mânâ, kavram, mefhum.arişî : f. Manevî. Mânâ ile ilgili. aristatalis : Yunan feylesofu Aristo. aristokrat : yun. Sınıf farkını kabul eden ülkelerde asil sayılan kimse. Asilzâde sınıfından olan. ariye : (Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal. ariyeten : İğreti olarak, emâneten mânasında kullanılır. ariyy : (C: Erâri) Davar bağlanan yer ve ip. ariyyet : Ödünç verip almak. âriz : Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan. * Bir şeyi arz ve takdim edici olan. * Kalın ve geniş More…ariz : Ardıç ağacı. ◊ Enli, geniş.ariz ve amik : Enine ve boyuna, genişliğine ve derinliğine, tafsilâtlı şekilde. âriza : Sonradan olan, noksanlık. * İsabet eden belâ ve keder. * Bozulma. * Gelip geçici. * Hariçten gelen te'sirle olan. * Bir şeyin olmasına veya görülmesine mâni olan birşey. ariza : Büyük bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye. ârizan : (Ârız. dan) Geçici olarak. * Tesadüfen, tevafukan, rast gele. ◊ İki yanak.arize : Sâbit olmak. * Kuvvetli ve muhkem olmak. Bahil olmak. ârizî : Zâtî ve irsî olmayıp sonradan hâsıl olan. Zâtî ve esastan olmayıp sonradan zuhur ve taalluk eden. Muvakkat, geçici. ark : Tarla ve bostana su akıtmak için açılan yol, cedvel, hark. ◊ Ulaşmak.arka : Çadıra diktikleri direk. * Duvar içinde kerpiç ve taş arasına konulan ağaç. arkan : Terleme. arkeoloji : (Bak: Atikiyyat) arkes : Cem'etmek, toplamak. arkî : Balık avcısı. arkub : Ökçe siniri. * Yalan ve kötü söz. arm : (Arem) İnatçılık, muannitlik. * Kafa tutma. armâ' : Alaca yılan. armador : İtl. Direk, seren, ip ve yelken gibi şeylerle gemiyi donatan usta. arman : f. Hasret, özleyiş, özleme. * Nedâmet, pişman olma. * Eseflenme, teessüf. * Sıkıntı, rahatsızlık, zahmet. armanî : f. Müteessif, kederli, üzüntülü. Pişman, nâdim. armatür : Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası. * Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri. armaz : Kurbağa yosunu. arnavut : (Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede More…arr : Uyuz hastalığı. arra' : Sıtma tutmak, titremek. arrade : (C: Arrâdât) Küçük bir çeşit mancınık ki, hareket eden tekerlek üzerine konurdu. * Dişi çekirge. arraf : Falcı, kâhin, müneccim. * Hekim. * Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe) arras : Gürleyen, şimşek çakan. * şimşekli. arre : Câriye. * Uyuz hastalığı. ars : İki duvar arasında olan duvar. ◊ Şimşekli ve yıldırımlı bulut.arş : Bağ çardağı. * Gölgelik. * Kürsü, taht, yüce makam. En yüksek gök. Allahın kudret ve saltanatının tecelli yeri. (Arş kâinatı kaplar. Allah'ın kudreti ve ilmi de herşeyi kaplar.) * More…arş u ferş : (Arş u zemin) Arş ve yeryüzü. arş u kürsî : (Arş ve Kürsî) Arş ile Kürsî. arş ve süllem : Delil-i Arşî ve Delil-i Süllemî'den kinâyedir. (Bak: Delil). arsa : (C: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer. arşa : f. Güverte. arsat : Semer ağaçlarına çakılan ağaç mıh. arşidük : Fr. Avusturya ve Macaristan İmparatorluk hanedanı prenslerine verilen ünvandır ve 'Büyük Düka' demektir. Türkçe'de Arşuduka da denmiştir. ARŞİV : Fr. Eski ve tarihçe kıymetli More…arşin : f. Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. * Zirâ'. arşiyân : f. Arş'ın etrafında tesbih ederek dolaşan melekler. ârsiz : Bî-ar, utanmaz, arsız. artal : Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan. artebe : Burun ucu. ◊ Davul.artel : Yoğun, büyük nesne. arten : Bir ot cinsidir ki, debbağlar onunla gön ve sahtiyan dibâgat ederler. arteziyen : Fr. Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu. arti : Mat: (+) ile gösterilen toplama işaretinin adıdır. arub : (C: Urub) Erkeğini seven kadın. arube : Fasih, hatasız arabca konuşmak. Bu kelimenin mastarları: Araben, arâbeten, uruben, urubiyyeten diye de okunur. * Cuma günü. aruf : Uzun zaman ıztırab, elem çeken. arug : f. Geğirme. arugde : f. Öfkeli, kızgın. arun : f. İyi vasıflarla meşhur olmuş, güzel huylular. arus : Süslenmiş gelin, güveyi. * Güneş. Gök. * Kim: Kükürt. arusan : (Arüs. C.) f. Gelinler, yeni evlenmiş kızlar. arusane : f. Geline yakışır şekilde. arusek : f. Küçük gelin. * Yeşil ve pembe dalgalı sedef. aruz : Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler. * Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, More…aruz kaliplari : (Bak: Bahr) arv : Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme. * İş için birinin yanına varma. * Yemişsiz bir çeşit ağaç. arvana : Boz dişi deve. arvend : f. şan, şeref, ululuk, yücelik, azamet. arz : Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek. * Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek. * Bir More…arz-gah : f. Bir şey arzetmek için toplanma yeri. arz-hane : f. İstanbuldaki Topkapı sarayında bulunan Hırka-i Şerif odasının dışında kalan aralık oda. arz-i cemâl : f. Güzelliğini göstermek. Arz-ı didar da denir. arza : şiddet. * Kuvvet. arzan : Enine, genişliğine. arzanî : Enine, genişliğine olarak. arzî : (Arziye) Toprağa ait ve müteallik. Yere ait, toprakla alâkalı. * Semavî olmayan. Beşerî olan. ◊ Genişliğine ait. Bir yerin enine ait.arzîn : (Arz. C.) Arzlar. arziyat : Jeoloji. Dünyanın yaradılışı ile tarih boyunca değişen vaziyetlerini tetkik eden ilim. arziz : f. Kurşun, kalay. arzu : Meşhur halk hikâyelerinden olan Arzu ile Kamber hikâyesinin kadın kahramanı. ◊ f. İstek. Dilek. Meyil. Emel. Hahiş.arzu-dâr : f. Hevesli, talebli, istekli, arzulu. arzu-mendî : f. Taleb, istek, arzu, heves. arzu-şikesten : f. Arzunun olamaması, yerine gelmemesi. Hayâl kırıklığı, inkisar-ı hayâl. arzuhal : (Arz-ı hâl) Bir iş için bir makam veya resmi daireye bir iş sahibinin verdiği dilekçe. İstida-nâme. as : Sansar cinsinden siyah kuyruklu, beyaz tüylü kakum denilen bir hayvan, çok kıymetli olan postu için avlanır. ◊ f. Değirmen. (Bak: Asya) ◊ Mersin ağacı.aş : f. Muharrem ayında pişirilen aşure. * Yemek, taam. as'ar : Çok kibirli, mağrur. * Çarpık suratlı, eğri yüzlü, eğri boyunlu. as'as : (C: Asâis) Bir yerin adı. * Kurt, zi'b. * Kirpi. ◊ Kumdan yığılmış tepe. * Fesâd.as'âs : Gece çok gezip dolaşan kimse. * Kurt. as'ase : (Is'as) Yönelme. Arka çevirme. * Gece karanlığı gelmeğe başlamak veya gitmek. * Bulutun yere yakın olması. ◊ Oturak yerin yumuşağı. * Helâk olmak. * Fesâd etmek.aş-hane : f. Aşevi, mutfak. aş-kâre : f. Aşçı. aş-pez : f. Ahçı, aşçı. asâ : (Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. asa : f. (Gibi) manasına gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Teşbih edatıdır.) ◊ Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh. ◊ f. Esneme. * Vakar, ciddilik. * Süs, zinet. More…aşa : (C.: Aşâ-Aşvâ) Gece gözlerin görmeyip gündüz görmesi. ◊ (C.: A'şiye) Akşam yemeği.asa' : Yaş olan şey kuruyup katılaşmak. asâb : Geyik, gazâl. asab : Sinir. Damar. asabe : Kuvvet, şiddet. * Bir tek sinir. * Baba tarafından akraba olanlar. * Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı. * Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, More…aşabe : Yaş otun çok olması. asabî : Sinirli. Öfkeli. asabi' : (Usbu'. C.) Parmaklar. asabiyyet : Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamiyyet. asabiyyeten : Asabi olarak. Sâde kendi milliyetini, soyunu sevmekle. âsad : (Esed. C.) Esedler, arslanlar. asaf : Süleyman Peygamberin (A.S.) veziri. Vezir. * Bir ot ismi. asafâne : f. Bir vezire yakışır surette ve hâlde. asafir : (Usfur. C.) Serçe kuşları. asagir : (Asgar. C.) Şeref ve itibar bakımından küçük olanlar. Çok küçük şeyler. asagir ü ekâbir : f. İtibar ve mevkice küçükler ve büyükler. asah : (Bak: Esahh) asahib : (Ashab. C.) Sahibler, sahib olanlar. Ashablar. asaib : Cemaatler, tayfalar. * Başa sarılan sargılar, nesneler. aşair : (Aşiret. C.) Aşiretler. Kabileler. asak : Darlık. * Hurma budağının yaramazı. ◊ Ucuzluk.aşak : Sarmaşık. asakir : (Asker. C.) Askerler. Erler. asal : (Asil. C.) İkindi ve akşam arası mânasına, öğleden geceye kadar olan müddet. * Zamanlar ve vakitler. ◊ (C: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak. * Bağırsak. ◊ Ahlâk. More…asalak : Başka hayvan veya bitkilerin üstünde yaşayan ve onlara zarar veren hayvan veya bitki. Parazit. * Mc: Başkalarının sırtından geçinen kimse. asale : Zehiri çok tesirli ve korkunç olan yılan. ◊ Bal peteği, petek.asalet : Temiz soyluluk. Soy sop temizliği. Köklülük. * Rüsuh. * Metanet. Necabet. Zâdegânlık. * Kendi işi için bizzat ve kendisi nâmına hareket. * Edb: Yazıda veya sözde bayağı tâbirlerin More…asaleten : Vekil olmayış. Kendi işini kendi namına bizzat kendisi yapmak üzere. Kendi nâmına olmak üzere. asaletlû : Asâletli, soy ve neseb sahibi, necib, asil. * Osmanlı İmparatorluğu zamanında resmi yazışmalarda büyükelçilere, Hristiyan büyüklerine, devlet adamlarına ve prenslerine denirdi. asalit : Koyu, sahin. asam : (İsm. C.) Günahlar. aşam : f. Yiyecek ve içecek. * İçen, içici manasına birleşik kelimeler yapılır. aşamidenî : f. İçilebilen veya yenilebilen. asamm : Sağır. * Sert, katı. * Güç, tahammül edilmez. * Gr: Muzaaf olan fiil. (İkinci veya üçüncü harf-i aslisi şeddeli olan fiil) âsân : f. Kolay. Suhuletli. Yesir. * Bükülmüş ipin her katı. âsânî : Suhulet, kolaylık. âsâr : Öç almalar. İntikamlar. * Eserler. * İzler. Nişanlar. Abideler. * Âdetler. asâr : Kurumayıp daima sulanır çıban. ◊ Fakirlik. * Güçlük. * şiddet. ◊ Yağcı, yağ satıcısı.asar : Vazifeler. * Yükler. * Cürümler. Kabahatler. ◊ Toz. * Sığınak. * Atiyye, hediye.asaran : (Bak: Asrân) asare : Anber ve misk gibi şeylerin kokması. ◊ f. Sayı, hesab.asarim : (Asrâm. C.) Çadır toplulukları. Ayrı ayrı küçük insan grupları. asat : Binâ. asatib : (İstabl. C.) Ahırlar. aşavet : Gündüz görüp, gece görmeyen ve tavukkarası adı verilen göz hastalığı. asay : f. Gibi. (Bak: Asâ) aşaya : (Aşi. C.) Akşamlar, mağribler. asayiş : f. Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. asâyiş-cu : f. Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen. asâyiş-perver : f. Asâyiş taraftarı. Sükûnet, rahat ve huzur isteyen. asâyiş-perverâne : f. Rahat, huzur ve asâyiş taraftarına yakışacak şekilde. asb : Bağlamak. * Sağlam olarak dürmek. * İmâme, sarık. * Yemen'de yapılır bir nevi kumaş. * Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi. * Kurumak. * Kızarmak. * Sarmaşık. * Sargı, More…aşb : (C.: A'şâb) Yaş ot. asbab : (Sabeb. C.) Çukur yerler. asbag : Alnı veya kuyruğunun ucu beyaz olan at. * Kuyruğunun ucu beyaz olan kuş. ◊ (Sıbg. C.) Boyalar.asbah : (Subh. C.) Sabahlar. asban : f. Değirmenci. Değirmen sahibi. asbanî : f. Değirmencilik. asbar : (Sıbr. C.) Akbulutlar. asbest : yun. Oldukça yumuşak ve ateşle hususiyeti değişmeyen lifli bir madde. asc : Gezi topluluğu. asced : Halis, karışıksız altın. ascel : Karnı büyük olan kimse. asd : Cimâ etmek. * Döndürmek. * Bozmak. asda : (Sadâ. C.) Sadâlar, sesler. asdaf : (Sedef. C.) Sedefler. asdag : (Sudg. C.) Tıb: Şakaklar, yüzdeki şakaklar. ◊ Perâkende olmak.asdagan : Tıb: Kollarımızdaki nabız damarları. asdak : (Sıdk. C.) Samimi şeyler. asder : Omuz, menkıb. asdika : Sâdıklar. Sabık ve sadık dostlar. * İçi dışına, sözü işine uygun olanlar. aşebe : Zayıflığından gövdesi kurumuş olan yaşlı kimse. * Büyük azı dişi. * Küçük adam. ased : Cimâ etmek. * İp bükmek. asef : (Asf) Büyük kadeh. * Bir şeyi almak. * Yoldan çıkmak. Zulüm eylemek. Körü körüne gitmek. * Birisini istihdâm eylemek. Irgatlık etmek, tarlada işçilik etmek. * Ölüm. asel : Bal. Şehd. * Tatmak. * Su akarken yüzünde hâsıl olan kabarcık. * Cennette bir su. aselan : Süngü titrediğinden acı çekmek. * Boynunu uzatıp sür'atle gitmek. aselbent : Tıbda ve kokuculukta kullanılan bir reçinedir ve aynı adla anılan ağacın kabuklarının çizilmesiyle elde edilir. aselî : Bal gibi sarı renkte olan. * Yahudilerin ayırdedilmek için, omuzbaşlarına taktıkları sarı kumaş parçası. * Eskiden kullanılan bir kumaş çeşidi. aseliyyet : Bal hâli. asellak : Deve kuşunun erkeği. asem : Kesbetmek. Kazanmak. çalışmak. * Dirsekten itibaren elin kuruyup çolak ve eğri olması. * Ayağın topuktan kuruyup eğilmesi ve aksak olması. aşem : Kuru ekmek. aşeme : Kuru ekmek parçası. * Büyük azı dişi. asemm : Çok sağır. asemsem : Kuvvetli, büyük deve. asen : Tütün, duhan. aşen : Her nesnenin aslı ve kökü. * Sözü kendi kanaatine göre söylemek. asenn : Koltuğu kokan kişi. aşennet : (C.: Aşânit) Yaramaz huylu kimse. aşenzer : Katı, sağlam nesne. aser : Solak kimse, solaklık. aserat : Sürçmeler, yanılmalar. * Ayak kayması. aşerat : (Aşere. C.) On sayıları. asere : Kanat teleklerinden evvel, ucunda olan beyaz telekler. aşere : On. On rakamı. ases : Asâyişin muhafazası için geceleri dolaşan ve şimdiki polis vazifesini gören memurlar. asesbaşi : Osmanlı İmparatorluğunun eski devirlerinde polis müdürü. asev : (Asven) Serkeşlik. Taşkınlık, serserilik. aşevi : Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. * Para ile yemek yenilen yer, lokanta. * Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak More…aşevî : Akşam, akşam vaktine dair. aşevsec : Büyük karınlı iri deve. asevsel : Azâsı gevşek kimse. aşevzen(e) : Galiz, katı nesne. asf : Zulüm. Haksızlık. * Can çekişme. * Emek çekip kâr kazanma. * Bir tarafa eğilme. * Sür'atle gitme. * Rüzgârın kuvvetle esmesi. * Taze ekin yaprağı.* Ekin taze iken biçme. ◊ More…asfad : (Safed. C.) Suçluların el ve ayaklarına takılan kelepçeler. asfaf : (Saff. C.) Saflar, hatlar. asfalt : yun. Siyah renkte şekilsiz bir bitüm. asfar : Sıfırlar. Boş şeyler. asfencah : Akılsız, ahmak adam. asfer : Sarı, uçuk benizli. Soluk. * Kızıl. * Islık çalan.* Bomboş şey. asga : Öğrenmeğe çok hevesli. * Çarpık suratlı. asgar : En küçük. Daha küçük. asgaran : Kalb ile dil asgarî : En az. En küçük. asgün : Hazar Denizi'ne verilen bir isim. ashâb : (Eshâb) (Sahib. C.) Arkadaş olanlar. Sahip olanlar, kullanma yetkisine sahip kişiler. * Halk, ahali. ashame : Peygamberimizin zamanında Müslümanlığı kabul eden Habeş Necaşisinin ismi. ashar : (Sıhr. C.) Evlenme neticesinde akraba olan erkekler. (Kayınbiraderler, kayınpederler, güveyler.) ◊ Saçı kızıl adam. Kırmızı tüylü hayvan.asheb : Tüyünün üstü kızıl, içi beyaz olan deve. âsi : İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran. ◊ Doktor, cerrah, tabib. * f. Kederli, hüzünlü.âsî : Hurma salkımı. asi : Çok isyan eden, çok isyancı. ◊ Uygun, elverişli.aşi : Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde. * Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde. * Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan More…âsib : f. Musibet, belâ, âfet, felâket. * Çarpışma. asib : Dolmuş bağırsak. * Katı nesne, şedid. * Şiddetli sıcak, çok sıcaklık. * Talihsizlik. ◊ Dağ, cebel. * Kuyruğun bittiği yere 'asib-ü zeneb' derler.asib-resan : f. Zarar veren, musibete atan, belâya düşüren, felâkete sevkeden. asid : Başında bir zahmet olup boynunu döndüremeyen ve eğilemeyen, burnundan sümüğü akan deve. aside : Bulamaç adı verilen yemek. asif : (C.: Usefâ) Para ile tutulan işçi, yevmiyeci, gündelikçi. asif(e) : (C.: Asıfât) Şiddetli rüzgâr, sert fırtına. (Bak: Asf) asifat : (Asf. C.) şiddetli rüzgârlar. asife : Buğday ve arpa başağını örten yapraklar. aşihe : f. Kişneme. âşik : Çok fazla seven. Mübtelâ. Birisine tutkun. * Saz şairi. * (Cümledeki yerine göre) : Ahbab, hazret, ma'hut, seninki gibi mânâlara gelir. (Müennesi: Aşıka) aşîk : Fazla âşık, çok tutkun. âşikan : (Âşık C.) f. Âşıklar, tutkunlar. aşikâr(e) : f. Belli, meydanda, açık. Bedihi. âsil : (C.: Avâsil-Usûl) Kovandan bal alan kişi. * Yürürken aceleden yele yele yürüyen kimse. asil : Esas. Yedek olmayan. * Köklü. * Edebli, soylu. * Fık: Muamelâtta kendi nâmına hareket eden. * Akşam vakti. * Ölüm, mevt. ◊ (Bak: Asl)asil-zade : f. Sülâlesi ve ailesi görgülü, temiz ve asil olan. asilâne : f. Asil olanlara yakışır şekilde. Asil ve neseb sahibine lâyık. asile : (C.: Asâil) Bir şeyin tamamı, bütünü. * Öğleden sonranın son kısmı, akşam üzeri. * Ölüm, mevt. asim : Kendisini günahlardan men'edip pâk ve ismetli tutan, koruyan, men'eden. ◊ Engel, mâni, muhafaza eden. ◊ Günahkâr. Günah işleyen.asima : Medine şehrinin diğer bir ismi. asime : f. Akılsız, şaşkın, sersem. asime-gî : f. Akılsızlık, şaşkınlık, sersemlik. asime-sâr : f. Kafası karışık. âsin : Pis kokulu. Bozulup kokan su. aşina : f. Mâlumatlı, haberli olan. Arif. Bilgili. Mâlik. Tanıdık. Yabancı olmayan. * Yüzücü. aşine : f. Yumurta. âsir : Bir efsaneyi rivayet eden. ◊ Ayağı kayan.asîr : Üsâre. Özsu. * Bir maddenin sıkılmış suyu. * Suyu alınmak için sıkılmış şey. asir : Ağır. Zor. Güç. Müşkül. Düşvâr. ◊ Karmakarışık. * Bitişik komşu. ◊ (Bak: Asr)aşir : Onda bir. On kısma taksim edilen bir şeyin herbir parçası. * Kur'an-ı Kerimin on cüz'ünden herbiri veya on âyetlik bir parçası. * Dost, yardımcı, yardak. * Koca. * Kabile. * More…asir(e) : Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için sıkan. asîre : Cibre, posa. asire : Üzerine bir yıl geçtiği hâlde hâmile olmayan dişi deve. ◊ (C.: Asirât) Hayvanın ayağının arasına takılan köstek.aşire : Onuncu. Tâsia'nın altmışta biri. aşiren : Onuncu olarak, onuncu derecede. aşiret : Kabile, oymak, göçebe halinde yaşıyan ekseri bir soydan gelen cemaat. Yakın akraba, âile. asistan : Fr. Profesör veya hekim yardımcısı. asit : Fr. Terkibindeki hidrojenin yerine element alarak tuz meydana gelmesine sebep olan ve mavi turnusolü kırmızıya çevirmek hâsiyetinde hidrojenli birleşik hamız. âsitan : f. Kapı eşiği. * Dergâh. * Tekke. âsiven : f. Şaşkın, sersem, aklı dağınık. âsiyâ : f. Su değirmeni. asiyâ-bân : f. Değirmenci, değirmen sahibi. asiyâ-ger : f. Değirmen yapan, değirmenci. asiyâ-seng : f. Değirmentaşı. aşiyan (e) : f. Kuş yuvası. * Mc: İkâmetgâh. Ev, mesken. aşiyan-sâz : f. Yuva kuran, mesken yapan. âsiye : Kederli, hüzünlü kadın. * Sütun, kolon, direk. * Hz. Musa'yı (A.S.) Nil nehrinden çıkararak büyütüp yetiştiren kadın. Firavunun zevcesinin ismi. aşiyy : Akşam, akşam üzeri. ask : Lâzım olmak, lüzumlu olmak. aşk : (Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme. * İttibâ'. Alâka. aska' : Atların ve kuşların başının ortasında beyazlık olanı. * Kanarya kuşu. askâ' : (Suk. C.) Çeşme duvarlarının bölmeleri.* Bölgeler. askabe : Küçük salkım. askalân : Şam diyârında bir şehrin adı. ('Arûs-üş Şam' da derler.) askale : Serap fazla olmak. askar : Üzüm şırası. aşkar : Koyu kırmızı. * Kırmızı saçlı adam. * Doru at. askat : (Uydurukça kelimedir.) (Bak: Vâhid-i kıyasî) aşkbazî : f. Aşk oyunu. Sever görünmek. Aşk-ı kâzib. asker : (C.: Asakir) Devlet ve memleketin muhafazası için ücretli veya ücretsiz olarak veya kur'a ile toplanarak hazır bulundurulan ve resmi elbise giyen silahlı adamlar topluluğu. Er, leşker, More…asker-gâh : f. Asker kampı, askeriyeye ait kamp. askere : Şiddet. * Asker hazırlamak. askerî : Askere veya askerliğe ait, askere mahsus. aşknüma : f. Aşkını bildiren. Aşkını gösteren. aşkû : 'f. Tavan; kat, tabaka. * Gökyüzü. Gök.' askul : (C.: Asâkil) Beyaz, büyük mantar. asl : Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde', dip, hakikat. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten, en ziyâde. ◊ Yelmek. Seğirtmek.asl ü esas : Gerçek, doğru. asla : Hiçbir zaman. asla' : Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan. * Küçük başlı. aslâb : (Sulb. C.) Sulbler, beller. aslâd : Sert, katı ve düz. (Çakmak taşı hakkında). Ateşsiz. * Cimri, hasis, pinti. aslah : Kulağı hiç işitmeyen. ◊ En sâlih. Daha sâlih.aslah tarik : En selâmetli tarz. En salih usul, yol. aslahakellah : Allah seni ıslâh etsin (meâlinde duâ). aslat : Koyu, sahin. asleka : Serabın fazla olması. aslem : Kulağı kesik olan, kesik kulaklı. aslen : 'Kök veya soy bakımından, aslında, esasında; temelden, kökten.' aslî : Asla aid ve müteallik. asliyyet : Asl'ın hususiyeti ve hâli. Hususilik, mümtaziyet, seçkinlik. * Başka şeyler karışmamış olan bir şeyin ilk hali. asm : Sargı. * Kırılmış kemiğe bağlanan ağaç. asma : Elleri veya bacakları eğri olan. asmâ : Ön ayağı beyaz olan dişi koyun. asma' : Uyanık ve gözü açık (adam) * Keskin (kılınç). ◊ Küçük kulaklı. * Zeki kimse.asmah : Çok cesur, pek kahraman. asmaî : Arapların şöhret bulmuş şairi. asman : f. Gökyüzü, sema. asman-gûn : f. Gök mavisi. asmane : f. Dam, tavan, kubbe. asmanî : (C.: Asmâniyân) f. Gökyüzüne, aya, güneşe mensub. * Açık mavi. asmanî âhen : f. Yıldırım. asmar : f. Mersin ağacı. asmende : Şaşkın, alık, dalgın. Hile ile kandıran, hileci. asmiha : (Sımah. C.) Kulak kanalları. aşna : f. Yüzücü. * Yüzme. * Tanıyan, yabancı olmayan. (Bak: Aşina) aşna-yan : (Aşnayî. C.) f. Dostluklar, âşinalıklar, haberdarlıklar. aşnab : f. Yüzen, yüzücü. aşnager : f. Yüzücü. Yüzgeç. aşnagerî : f. Yüzme, yüzücülük. asnim : (Sanem. C.) Putlar. * Sevgililer. aspiratör : Fr. Hava emme cihazı. asr : (Asır) Bir devrelik zaman. * İkindi vakti. * Zamanın bir cüz'ü. * Konuşan kimselerin başkaları ile beraber yaşadığı müddet. * Yüz yıl. * Eskiden bazılarınca kırk, elli veya altmış More…aşr : (Aşir) On. * On adetten birisini almak. On etmek. * Kur'ân-ı Kerim'den on âyet mikdarı kısım. asra' : Zor olan şey. Güç nesne. * Kanatlarının uçlarında beyazlıklar olan tavşancıl kuşu. aşra' : Muharrem ayının onuncu günü. * On aylık vazife. * On aylık hâmile deve. asraf : (Sarf. C.) Masraflar. * Değişiklikler. asram : (Sırm. C.) İnsan toplulukları, insan kümeleri. * Çadır grupları. asran : (Asaran) İki devir. Gece ve gündüz. * İki asır. * Gündüzün zamanı. asre : (C.: Aserât) Ayak kayma, sürçme, yanılma. aşrefe : Bir cins misvak ağacı. asrem : Kulağı sakat, hasta. * Ailesini geçindirmek için sıkıntı çeken (kimse). * Bölük bölük. asreman : Gece, gündüz. asrî : Devre, modaya ve israflı fantaziyelere uyan. Taklitçi. Zamana uygun. Bir devreye, asra âit ve müteallik. asris : f. At koşturulan meydan, hipodrom. ass : Her nesnenin aslı, her şeyin esası. ◊ Katı ve sağlam olmak, berk olmak. ◊ Gece gezip dolaşmak.aşş : Zayıf adam.* Az, kalil. * Kuş yuvası. assâb : İplikçi. aşşab : (Aşşeb. den) Nebatları, bitkileri toplayarak ve misallerini kurutarak her biri üzerinde ilmî incelemeler yapan âlim. assâl : Kovandan bal çıkaran, bal satan, balcı. assale : Arı, bal arısı. * Arı kovanı, kovan. * Petek, bal peteği. aşşar : A'şar tahsildarlığı yapmış olan kimse. Öşürcü, ondalıkçı. aşşe : Yaprağı uzun ve ince olan hurma ağacı. * Zayıf vücutlu, uzun boylu kadın. assubay : Ask: Çavuş, üst çavuş ve başçavuş diye rütbeleri olan, ücret alan ve resmi elbise giyen askerdir. ast : Alt. * Birinin emri altında olan kimse, mâdun. * Askerlikte rütbe veya kıdemce küçük olan asker. astan : f. Eşik, atebe. * Dergâh, tekye. astane : f. Eşik, atebe. * Paytaht. * Mânevi büyüklerin kabri. * Büyük tekke. * Merkez. (Osmanlı İmparatorluğunun merkezi olması münasebetiyle İstanbul manasına da gelir.) astar : (Satr. C.) Yazı satırları. aştî : f. Barışıklık, sulh. aştî-hûre : f. Barış ziyafeti. aştî-perver : f. Barış taraflısı, sulh. aştî-perverane : f. Barış taraftarına yakışacak şekilde. aştî-sâz : f. Sulhsever, sulh taraftarı. Barışsever, barışçı. aştî-sâzî : f. Barışseverlik, sulhseverlik. astin : f. Esvap kolu, yen. astin-berçide : f. Hazırlanan veya hazırlanmış (adam). astin-efşan : f. Yen silken. * Mc: Vazgeçen. astin-malide : f. Hazırlanmış, hazırlanan (adam). astine : f. Yumurta. astronom : yun. Kozmoğrafya âlimi, felekiyat ile uğraşan, gök cisimleri hakkında bilgi edinmeye çalışan. aşu : Kör olmak. Görmemek. * Mc: Görmemezlikten gelmek. asûb : Bey, başbuğ. Hakan. * Arı beyi. (Bak: Ya'sub) aşûb : f. Karıştırıcı, karıştıran mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. aşûb-engiz : f. Karışıklığa medar olan, kargaşalığa sebebiyet veren. aşûb-gâh : f. Gürültülü patırtılı yer. Kargaşalık ve karışıklık yeri. asüd : (Esed. C.) Arslanlar. * Yiğitler. asûde : f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. * Bir cins helva adı. asûde-dil : f. Başı dinç, huzuru yerinde, gönlü rahat. asûde-dilî : f. Gönül rahatlığı. asûde-gî : f. Huzur, rahat, asayiş. asûde-hâl : f. Hâli rahat, sıkıntısı olmayan. asûde-nişin : f. Rahatça oturan. İstirahat eden. asuf : Hızlı ve çabuk yürüyen. * Çok şiddetli rüzgar. ◊ (Asf. dan) Çok zulüm eden. Çok zâlim.asüfte : (Asügde) f. Ateşle islenmiş. * Hazırlanmış, hazır. aşüfte : f. Sevgiden kendinden geçen. Çıldırırcasına seven. * İffetsiz kadın. aşüfte-dil : f. Gönlü perişan olmuş. aşüfte-dimağ : f. Aklı perişan. aşug : f. Bilinmiyen, meçhul, yabancı. * Serseri. asul : Gururlu, mütekebbir, zâlim kimse. asum : Geçim derdi için çok çalışan kimse. ◊ Obur, açgözlü, arsız.aşum : Bir ot cinsi. asuman : f. Gökyüzü. Semâ. * Felek. asumanî : Beşerî olmayan. Semavî olan. Göğe âit ve müteallik. âsûn : (Asi. C.) İsyan edenler. Günahkârlar. âsûr : (C.: Avâsir) Tuzak, ağ. * Şer. * Şiddet. asûr : Zorluk. Güçlük. ◊ Eğri boyunlu.aşure : (Aşurâ) Arabi aylardan olan Muharrem ayının onuncu günü. Aynı günde çeşitli hububat ve kuruyemişler katılarak yapılan tatlı. asûs : Yalnız yürüyüp, otlayan deve. * Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve. * Av arayan kimse. aşv : Kasdetmek. asva : Sırtlan. * Yaşlı kadın. aşva' : Geceleyin gözü görmeyen kadın veya kız. * Önüne bakmayıp her ne olursa basan deve. asvad : (C.: Asâvid) Büyük emir. asvat : (Savt. C.) Sesler. aşve : Akşam karanlığı. * Akşam yemeği. asveb : (Sâib. den) En doğru ve iyisi. Çok isabetli. aşvez : (C.: Aşâviz) Sağlam yer. * Sağlam ve geçirimsiz yerlerde oluşan göl. * Sağlam, kuvvetli deve. * Çok et. asvine : (Sunvân. C.) Elbise koymaya yarayan dolaplar. Gardroplar. asy : Yaşamak. * Kocamak, ihtiyarlamak. ◊ İsyan, itaatsizlik.aşy : Akşam yemeği. asya : Dünyadaki kıt'aların en büyüğü. * f. Değirmen. (Bak: As) asyaf : (Sayf. C.) Yaz mevsimleri. aşyan : Akşam yemeği yiyen kişi. asyar : Dayanmak. * Sürçmek. aşyere : Dayanmak. Sürçmek. aşzan : Ayağı kesilmiş gibi emekleyerek yürümek. at'ata : Birbiri ardınca çağırmak. * Kavga etmek. at'ime : (Bak: Et'ime) ata : t. Baba veya ecdaddan olan büyük. Önceden gelen. * Aynı soyun büyüğü. ◊ (İtyan. dan) Verdi, veren. Geldi, gelen (mânasına da olur, fiildir). ◊ Verme. Bağışlama. Bahşiş. More…ata ender ata : Lütuf içinde lütuf, ihsan üzerine ihsan. ata-bahş : f. Bahşiş veren. atab : Mahvolma, ölme. atabey : (Atabek) Selçuklular devrinde şehzadelere mürebbilik eden şahıs, lala. atad : İşe yarayan âletlerin takımı. * Büyük kadeh. * Hazırlık. ataim : (Atime. C.) Ocaklar. atak(at) : Azad, izin. atal : (C. A'tâl) Vücudun örtüsüz yeri, bilhassa ense. * Bir kişinin güzelliği. * Vücudun tamamı. * Boyuna asılan gerdanlığı kaybetmek. ◊ (Itl. C.) Koltuk altları. * Yanlar, More…atalet : (Utlet) Boş durma. Tembellik. İşsizlik. Hurma salkımı. atalet kanunu : 'Fiz: Duran bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hareket edemez; ve hareket hâlindeki bir cisim, bir kuvvetin etkisi olmadan hızını ve yönünü değiştiremez.' atam : (Utum. C.) Yüksek binalar, köşkler, hisarlar. atan : (C.: Atân) Kovası el ile çekilen kuyu. * Kuyunun ve havuzun etrafında deve çekip duracak yer. * Su kenarı. * Kokmak. * Dibâgat etmek. atanib : (İtnâbe. C.) Kısa ipler. * Uzun ipler. Sicimler. * Sâyebanlar. atardamar : Tıb: Kanın, kalbden vücudun her tarafına (akciğerlere de) gitmesine yarayan damar. Şiryan. ataş : Susama. Hararet. ataşa : (Atşân. C.) Susamış olanlar, susuzlar. ataşe : Fr. Elçiliklerde vazifeli memur. atavil : (Atvel. C.) Seçkin kimseler. * Uzun boylular. ataya : (Atiyye. C.) Bahşişler. İhsanlar. Lütuflar. atayib : (Atyeb. C.) En iyiler. Çok hoş olanlar. atb : Hışım etmek. * Fesad. * İkrah olunan, kerih görülen. atba : (Taby. C.) Meme başları, uçları. atba' : (Tıb'. C.) Akarsular, çaylar, dereler, kanallar, sel yatakları. ◊ En pis.atbak : (Tabak. C.) Tabaklar. Kapaklar. atbal : (Tabl. C.) Davullar. atban : Tek ayak üstüne sıçramak. * Davarın üç ayak üstüne yürümesi. âtbin : f. Sözü doğru faziletli kimse. atebat : (Atebe. C.) Eşikler, basamaklar.* İranlıların mukaddes ziyaret yeri. atebe : (C. Atebât) Basamak, eşik. ateh : Bunama, bunaklık. (Ateh getirmiş bir ihtiyar) atele : (C.: Utül) Rende. * Kalın ve büyük asâ. * Fârisi yayı. * Doğurmamış dişi deve. ateme : Gecenin ilk üçte bir bölümü. Yatsı namazı vakti. * İşsizlik, tembellik, atalet, üşengeçlik. * Akşam vaktine kadar hayvanın memesinde bâki kalan süt. ater : Arap kadınlarının misk ve başka güzel şeylerle yoğurup, boyunlarına taktıkları gerdanlık. ateş : f. Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. * Kızgınlık, hararet. * Hiddet, gazab, şiddet. * Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. * Yangın. * Gözyaşı. * Hastalık. * More…ateş-bâr : f. Ateş yağdıran. ateş-bâz : f. Ateşle oynayan. Hokkabaz. ateş-beste : f. Hâlis altın, kırmızı altın. ateş-dân : f. Mangal, ocak. ateş-dide : f. Ateş görmüş, ateşten geçmiş. * Mc: Büyük ıztırab çekmiş ve tecrübe geçirmiş adam. ateş-dil : f. Sözü dokunaklı olan. * Her gördüğü güzeli seven. * Pek zeki adam. ateş-efrûz : f. Ateş yakan, ateş tutuşturan. ateş-efşân : f. Ateş saçan. ateş-engiz : f. Dağlama aleti. * Mc: Fesatçı, ifsad yapan. ateş-fâm : f. Ateş renkli, kırmızı. ateş-gede : f. Mecûsilerin tapındıkları yer. Mecusi mabedi. ateş-gire : f. Çıra. * Maşa. ateş-gûn : f. Ateş gibi kıpkırmızı. ateş-hâr : f. Keklik. * Merhametsiz, şefkatsiz ve zalim adam. ateş-hirâm : f. Süratle yürüyen, hızlı yürüyen. ateş-hulk : f. Sert tabiatlı, huysuz. ateş-kâr : f. Külhancı. * Mc: Aceleci, kızgın veya merhametsiz adam. ateş-mizac : f. Huysuz, geçimsiz, sert tabiatlı kimse. ateş-nâk : f. Ateşli. ateş-nisar : f. Ateş saçan.* Mc: Çok öfkeli, çok kızgın. ateş-nümâ : f. Ateş gösteren. ateş-pâ : f. Ateş gibi. * Mc: Atik, çevik. ateş-pare : f. Ateş parçası. Ateş gibi. * Mc: Çok zeki, çok akıllı. * Durup dinlenmeyen. ateş-paş : f. Ateş saçan. ateş-reng : f. Ateş renginde, kızıl renkli. ateş-suhan : f. Dokunaklı, kalb kıracak şekilde ağır söz söyliyen. ateş-zebân : f. Ateş dilli. Çok dokunaklı söz veya şiir söyleyen. ateş-zede : f. Yakılmış, yakılan. ateş-zen : f. Ateş yakmak için kullanılan alet, çakmak. ateşek : f. Küçük ateş. * Ateş böceği. * Frengi. * Berk, şimşek. ateşî : 'f. Hararetli, ateşli; dokunaklı. * Ateş renginde. * Hiddetli, öfkeli.' ateşîn : f. Ateşli, canlı, ateşten. * Mc: Şiddetli, hiddetli. atf : Bağlama. Bağ. Ekleme. * Meyletme. * Şefkat. Sevgi. * Eğilme. * İkiye bükme. İki kat eyleme. * Çevirme. * Geri döndürme.* Bir kimse üzerine tekrar hamle eylemek. * Gr: Bir kelimeyi diğer bir More…atfen : Birisinin adına. Birisine yükleyerek. atfetmek : Meyletmek. Sevgi beslemek. * Gr: Mânâyı birbirine bağlamak. athal : Kül renginde. athar : (Tâhir. C.) Kadınların aybaşı ve doğumdan çıktıkları zamanlar. ◊ Daha tâhir. En temiz.ati : Önde. Aşağıda. Sonra. Vâki olan. Gelecek zaman. ◊ İnatçı, muannid. Kalın kafalı.ati(ye) : (Utv. dan) İsyan eden, kafa tutan. Asi. Sert başlı, serkeş. atid : Tedarik olunmuş. Hazır ve müheyya. * Günah ve sevabları yazan melek. atide : Elbise sandığı. âtif : (Atf. dan) Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden, yönelen. * Bağlaç. * Şefkat edici kimse. Merhametli, müşfik. * Yarış atlarının altıncısı. * Gr: İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime. More…atifet : Koruma, sevgi, Acıma. Şefkat. Esirgeme. * Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi. atifet-kâr : f. Esirgeyip muhafaza eden, gözetip koruyan. atih(e) : İsyan eden, kafa tutan, âsi olan. atik : (Atika) Esaretten serbest bırakılmış olan. * Soyu temiz. Necib. * Genç kız. * Kadim. İhtiyar. * Yavru kuş. * Eski. * Hz. Ebû Bekir'in (R.A.) bir nâmı. ◊ (C.: Avâtik) Sırtın More…âtik(a) : Azad edilmiş, Serbest bırakılmış kimse. * Yaşlı. * Genç kız.* Temiz soylu. * Eski. * Yavru kuş. atikiyyat : Eski eserler. Eski devirlerden kalma eserleri, - daha ziyade tarih ve san'at bakımından- tetkik eden ilim. Arkeoloji. âtil : (Âtıla) İşlemez. Boş. Tenbel. * Bozulmuş. atil : Para karşılığı tutulan yardımcı, asistan. ◊ Şerli, şerir, yaramaz kişi.âtim : Ölen, mahvolan. atim : t. Ateşli silahların boşaltılması, atılması. * Kurşun menzili, kurşunun gidebildiği, yetiştiği mesâfe. * Silahın bir defa atılması için lâzım gelen barut vesaire. atim(e) : Yavaş, sessiz, ağır. atime : '(C: Atâim) Ateş yakılan ocak; mangal.' atir : (Itr. dan) Güzel kokulu, ıtırlı. * Kokuları seven kimse. atire : Receb ayında keferenin putları için boğazladıkları koyun ki, o puta 'itrâ' derler. âtiş : (Atişe) Susuz, susamış. atis : Şafak. * Aksıran. atit : Gıcırtı. * Ses. atiy : (Utiy) Haddi tecavüz etme. * Çok ihtiyar olma. * Kibirlenme. atiye : Azgın. * Büküp büküp atan. atiyen : Aşağıda. * İlerde, gelecekte. atiyyat : (Atiyye. C.) Hediyeler. İhsanlar. * Büyük bir kimsenin bahşişleri. atiyye : Hediye. Bahşiş. Lütüf ve ihsan. atk : Esiri serbest bırakmak. Köleyi âzat eylemek. (Bak: Itk) ◊ Bulaşmak. * Kurumak.atl : şerir. Sert tabiatlı. Yaramaz. * Şiddetle çekmek. atlab : '(Tâlib. C.) Arayanlar, talibler; bilhassa talebeler.* (Tılb. C.) Kadın peşinde dolaşanlar, zamparalar.' atlal : (Talel. C.) şekiller, biçimler. atlas : İpekten yapılmış kumaş. Üstü ipek, altı pamuk kumaş. * Düz tüysüz. * Büyük harita. * Atlas Okyanusu. ◊ (Talas. C.) Eskitmeler, yıpratmalar. * Eski, aşındırılmış, yıpranmış.atle : (C. Utül) Rende. * Yoğun büyük asâ. * Büyük iğne demiri. Farisî yayı. * Doğurmamış dişi deve. atles : Eski, yırtık, yıpranmış, aşındırılmış. atletizm : yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar. atliye : (Tılâ. C.) Merhemler. atm : Geciktirmek, eğlendirmek. atmar : (Tımr. C.) Paçavralar. Eski, yıpranmış elbiseler. atme : Ateş kaynağı, volkanın tepesindeki lâvın çıktığı yer, krater. atnab : (Tınâb. C.) Çadır ipleri. * Ağaç kökleri. * Tıb : Vücuttaki sinirler. atol : Mercan adası. Mercan iskeletlerinin birikmesiyle meydana gelmiş olan halka biçiminde ve ortasında bir göl bulunan adacık. atr : İyi kokulu şeyler sürünmek. ◊ Depretmek. * Titremek.atrab : Oyunlar. Eğlenceler. Şenlik ve ferahlıklar. atraf : (Tarf ve Taraf. C.) Gözler. * Taraflar. Kenarlar. atrak : (Târık. C.) Gecegelen seyyahlar. atrar : (Turra. C.) Kenarlar, uçlar. atras : (Tırs. C.) Yazılmış sayfalar. atreş : Sağır, işitmeyen. atrese : şiddetle ve zorla almak. * Gadap etmek. atruk : (Tarik. C.) Tarikler, yollar. ats : Aksırık. * Şafak sökme. atş : Susuzluk. Susama. atşân : Susamış, teşne. Susuz. atse : Aksırma, tek aksırık. att : Sözü tekrar tekrar söylemek. attar : (Itr. dan) Güzel koku veya iğne iplik gibi şeyler satan. attas : Devamlı aksıran. attat : Çok bağırıp çağıran, gürültücü adam. atûb : İnatçı, muannid. atûd : (C: Atedân) Bir yaşında ve iyi beslenmiş oğlak. atûf : Çok acıyan, pek merhametli. atûfet : Şefkat. Çok merhametli oluş. atûh : Mâtuh. Bunak. Şuurunu kaybetmiş ihtiyar. atûm : Akşam vaktinin dışında sütünü vermeyen deve. ◊ Su kaplumbağası.atûs : Enfiye, aksırtıcı şey. atv : El ile alıp yiyip içmek. atvad : (Tavd. C.) Dağlar. atvak : (Tavk. C.) Tasmalar. Gerdanlıklar, boyuna takılan mücevherler. * Tâkatler, kuvvetler. * Boyundaki halka çizgiler. atvel : (Tavil. den) Çok uzun. atyan : (Tîn. C.) Çamurlar, balçıklar. atyeb : Pek güzel. Daha güzel. atyer : Çabuk uçan. Derhal kaybolan. atyeş : Gayet tez uçar bir kuş. av'ave : Havlama, köpeğin havlaması. * Mc: Hezeyan, saçma sapan konuşma. âvâ' : Şiddet. * Kıtlık, kaht. ava' : Alçak kimse. * Menazil-i kamerden bir menzildir ve beş yıldızlıdır. avabis : Müdhiş, çetin günler. * Yüzü abûs kimseler. avacim : Dişler. avad : Ud çalan kimse. avadanci : Tar: Osmanlı sarayında bir hademe sınıfı. avadi : (Adiye. C.) Zulmedenler, zâlimler. avah : Eyvah, yazık! gibi teessüf ifâdeleri. * Rızık, kısmet, nasib. (Bak: Evvâh) avaid : (Âide. C.) İratlar, gelirler. Aidat. * Tahsisât. avaik : (Âika. C.) Mânialar. Engeller. Müşküller. * Nuh (A.S.) Kavminin sonradan taptıkları bir put ismi. avakib : (Akibet. C.) Encamlar. Akibetler. Sonlar. avakir : (Akıra. C.) Fakirler, yoksullar. * Kısırlar, verimsiz olanlar. * Kudurmuş olanlar. aval : Fr: Bir ticaret senedine yazılan kefillik. Böyle bir kefalete girişen kimse. ◊ Sersemlik derecesinde saf olma, bönlük.avalî : Büyük ve sayılı kimseler. Büyükler. Yüceler. * Medine etrafındaki semtler. avalim : (Âlem. C.) Âlemler. Cihanlar. avam : Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından. * Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan. * Halkın ekseriyeti. avam-firib : f. Halkın hoşuna gidecek tarzda hareket eden, halkı avlıyan, demagog. avam-perestane : f. Avam kimselere yakışır şekilde. * Şiddetli halk taraftarı olan birine yakışır sûrette. avam-pesend : f. Halk tarafından beğenilecek olan şey. avamil : (Amil. C.) Sebepler. * Ayaklar. * Valiler. Hâkimler. * Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab. * Birgivi Hazretlerinin More…avan : (C.: Uven) Her şeyin orta yaşlısı. * (C.: Avine-Avân) Esir. * Yardımcı, nâsır. ◊ Anlar. Zamanlar. Vakitler.avane : Uzun hurma ağacı. avani : Kapkacak, yemek takımları. * 'Beni koru, hıfzeyle' meâlinde dua. avans : Fr. İlerideki bir alacağa mahsuben önceden verilen para. avar : Ayıp, kusur, eksiklik. Fesad. avare : f. Başıboş, serseri, boş gezen. İşsiz güçsüz. avaregî : f. Avarelik, serserilik, işsiz güçsüzlük, aylaklık. avareser : f. Başıboş. avarî : (Ariyyet. C.) Ödünç verilen şeyler. avarif : Mârifetler. * Arifler. İşten anlar olanlar. * Güzel ahlâk. avariz : Arızalar. Sonradan olan noksanlıklar. * Girinti çıkıntı, noksanlık. * Mânialar. Engeller. * Fevkalâde hallerde ve bilhassa harp sebebi ile geçici olarak alınan vergi. avasif : (Asıta. C.) Sert ve kuvvetli rüzgârlar. Fırtınalar. avasim : (Asıme. C.) Temiz, ismetli kimseler. * Hudut şehirleri. avatif : (Atıfet. C.) Atıfetler. Hediyeler. İhsanlar. avatik : (Atık. C.) Yaşlılar. * Genç kızlar. * Hür ve serbest olanlar. * Yavru kuşlar. âvâz : f. Sadâ, Yüksek ses. * şöhret. avaz : Nefret. İkrah. Bir şeyi kerahetle yapma. Kerahet. avaze : f. Nam, şöhret, ün. Yüksek ses. avazil : (Âzil. C.) Başa kakıcı kimseler. avca : (Müe.) Eğri. Şaşı. * Yay. Kavs. * Arık, zayıf deve. avd : Dönme, geri gelme. Aleyhine veya lehine dönme. avdet : Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu'. avdetî : Dönme. * Aslına, Müslümanlığa dönen. avemen : Deve veya at gidişi. * Yüzme. aven : Çok sâkin, en sâkin. avend : f. Sicim, ip.* Senet, delil. * Kapkacak. * Taht, yüksek mertebe. * Satranç oyunu. * Evvel, önce, ilk. avene : Beraber olanlar. Yardım edenler.* Taraftarlar. avengân : f. Asılı, sarkık. * Çengel. * Çivi. aver : 'f. Averden 'getirmek' fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur.' averd : f. Harp, muhârebe, savaş, cenk. averd-gâh : f. Muharebe meydanı, savaş alanı. averde : f. Getirilmiş nakl olunmuş. averdide : f. Saldırılmış, hücum edilmiş. avez : Fakirlik, yoksulluk. Sıkıntı. avhak : Uzun nesne. * Kara karga. * Büyük kara deve. avhec : Yılan. * Uzun boyunlu. * Dişi deve. avi : Uluyan. Hırlayan. avihte : f. Asılmış şey, asılı nesne. avije : f. Has, hâlis, hakiki, temiz. avijgan : f. Mahremler, yakınlar. * Güzeller, gençler. avil : Yüksek sesle ağlama. Acınma. Feryâd. * Meyletme. avind : f. İlk, evvel, önce. avine : (Evân. C.) Vakitler, zamanlar, anlar. Devirler. avineten : Ara sıra, tesadüfen. avişe(n) : f. Kekik otu. * Sarılma, sıyırarak çıkma. Saldırma. aviz : f. Asılan, asılı bulunan. avize : f. Lamba, fener, gaz veya mumları havi olarak tavana asılan maden veya billurdan süs eşyası. avk : (C: A'vâk) Mâni olma, alıkoyma, durdurma, vazgeçirme, geciktirme. avl : Feryat, sıkıntı sebebi. Acınma. avlak : yun. Dere. Vadi, su cedveli. avle : Bağırma, feryat. avn : Yardım. İmdâd. * Mededkâr. Yardım eden. Yardımcı. Zahir. avnî : Yardıma âit, yardıma dâir. avniye : Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından ilk olarak, daha sonra da Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında giyilen kolsuz asker kaputu. * Bir nevi yağmurluk. avr : Bir kimseyi kör etme. * A'ver kılma. Bir şeyi alıp götürmek. * Telef etme. * Gözsüzlük. avra : Şaşı. Kör kadın. Tek gözlü. * Mc: Kör fikir. * Çirkin ve kabih söz. * Sâdece dünyayı düşünüp âhireti unutan. avrat : (Averât) (Avret. C.) Kadınlar. * Gizli yerler. * Mahrem zamanlar. avret : Eksik. Gedik. Gizlenmesi lâzım gelen şey. Dinen örtülmesi vâcib olan âzâ, ud yeri. Utanılacak ve hayâ edilecek şey. Erkeklerde göbek ile diz kapağı arasındaki kısım. * Kadın. Zevce. Nikâhlı. More…avrupaî : Avrupalılara ait ve onlarla alâkalı Avrupalılar gibi. avrupazâde : f. Avrupa'dan doğan. Avrupa te'siri ile olan. Avrupalıyı taklid eden. avşin : f. Kekik otu. avukat : Mahkemede ücret mukabilinde taraflardan birinin müdafaasını ve davasını üzerine alan hukukçu. * Mc: Müdafaaya muktedir, çeneli, cerbezeli. avunmak : t. Oyalanmak, kendi kendini eğlendirmek. * İnek vs. nin gebe kalması. avva : Bir yıldız kümesi. avvac : Fildişi satan. Fildişi işçisi. avz : Hâcet. İhtiyaç. Bir şeyin bulunmaması. * Fakir. * Fakirlik, muhtaç olma. ◊ (Avez) (İyâz, meaz, meâze) Sığınma. Sığınak. Melce. Sığınacak yer.avzen : (Zenav) (Kürdçe) Suların biriktiği yer. Havuz, göl. ay : (Bak: Ayât) âyâ : '(Şüphe ve tereddüt bildiren edât; hayret ve taaccüb, soru ile beraber ümid ifâde eder) Acabâ. ' ayâ : Tedavisi mümkün değil, iyileştirilmez. * Kabiliyetsiz, kudretsiz. ayal : (Bak: Iyal) ayan : (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği. * Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği. ayar : Altın ve gümüşten yapılmış şeylerin saflık ve hafiflik derecesi. *Saadete, mutluluğa doğru gitme. ayar-dan : f. Ölçüden anlar, değerbilir. ayastafanos : İstanbul'da Yeşilköy semtinin eski adı. âyât : (Âyet. C.) Âyetler. * Cenab-ı Hakk'ın sıfât ve kudreti hakkında görülen âşikâr deliller, bürhanlar. * Menziller. Mekânlar. ayb : Kusur. Leke. Utandıracak hal. ayb-cû : f. İnsanın ayıplarını araştıran, herkesin ayıbını, noksanını meydana çıkarmak isteyen. ayb-gûyî : f. Dedikoduculuk. ayb-nâk : f. Noksan, kusurlu. aybe : (C.: İyâb) Heybe, deri çanta. ayc : Razı olmamak. * Tasdik edip inanmamak. * Menfaatlenmemek, faydalanmamak. aydan : (Uvd. C.) Uzun hurma ağaçları. aydane : Uzun hurma ağacı. ayde : Yaramaz huylu. âyen : f. Demir. âyende : (C.: Âyendegân) f. Gelen, geçici. ayes : Beyazlık, aklık. âyet : Eser. * Kimsenin inkâr edemiyeceği açık delil. Nişân. Alâmet. İşaret. * Menzil, mekân. * Kur'ân-ı Kerim'deki her bir cümle. Mânen uyanmağa, intibâha sebeb olan hâdise. More…ayfe : Hayret. * Tereddüt. * İğrenmek. ayheka : Neşat, sevinç, neşe, sürur. * Bir kuş adı. ayhem : Katı, sağlam nesne. ayhüm : Ağaç kökü. * Kırmızı sahtiyan. ayib : Dönüp çekilen. Geri dönen. Tövbe eden. ayide : Fayda, menfaat. * Muhabbet, sevgi. ayij : f. Kıvılcım, şerâre. ayil(e) : Ailesi kalabalık olan. * Ailesini besleyen. * Aşırı. * Fakir. * Dengede olmayan terazi. âyin : Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun. ◊ Gözü değen kişi. Nazarı değen kimse.ayin : Arap alfabesinin onsekizinci ve Osmanlı alfabesinin yirmibirinci harfi olup, ebced hesabında yetmiş sayısına tekabül eder. âyin-han : f. Mevlevihâne ve semâhânelerde sema edilirken, yüksek bir yerde bulunan ve mutribhâne adı verilen mahfilde âyin okuyan kimse. ayine : f. Ayna. Mir'ât. Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey. (Ayna, ışığı aksettirip gösterdiğinden dolayı esmâ-i İlâhiyeyi de bize gösteren ve Cenab-ı Hakk'ın More…ayine-rû : f. Yüzü ayna gibi parlıyan. ayine-saz : f. Aynacı. ayinedar : f. Ayna tutan. * Eskiden, bir büyük adamın giyinirken aynasını tutmakla vazifeli hizmetçi. * Berber. ayir : Tereddütlü kimse. ayis : (Bak: Sinn-i iyâs) ayiş(e) : Bolluk içinde rahat yaşayan. * Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zevcesi ve mü'minlerin vâlidesi, Hz. Ebu Bekir'in (R.A.) kızının bir ismi. ayişne : (Ayişte) f. Casus, ajan. * Dalkavuk. ayiz : (C.: Ayizât) Yeni doğurmuş hayvan. ayiz(e) : Mukabil olarak veren. Karşılık olarak verilmiş. ayk : Nâhiye. * Kenar. * Taife. ayka : Deniz kenarı. * Ev ortası. ayke : Sık koruluk. ayle : Fakirlik. aylem : (C.: Ayâlim) Yumuşak nesne.* Suyu çok olan kuyu. ayman : Süt içmeğe iştihası olan erkek. * Malı gitmiş kişi. ayme : Süt içmeğe iştihası olmak. * Malın iyisi. ayn : (C.: A'yan-A'yun-Uyûn) Göz. * Pınar, kaynak. Çeşme. * Tıpkısı, tâ kendisi. * Zât. * Eşyanın hakikatı. * Kavmin şereflisi. * Diz. * Altın. * Nazar değme. * Casus. * Her şeyin en More…ayna : (C.: În) Gözü güzel ve iri olan. aynan : Akmak, seyelan. aynen : Bir şeyin aslı veya kendisi olarak. Tıpkısına, hiç bir şeyi değiştirmeden, aynı olarak. ayniyyat : (Ayniyye. C.) Kullanılmaya veya harcanmaya elverişli olup taşınabilen ve para eden şeyler. ayniyye : Göz hastalıkları kliniği. * Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler. ayniyyet : Bir şey veya şahsın aynı veya kendisi olması. ayr : (C.: A'yâr) Eşek, himar. * Medine-i Münevvere yakınında bir dağ. * Uzun demir mıh. ays : Cimâ etmek. * Meni denilen su. ◊ Sık ağaçlık yer. Koruluk. ◊ Fesâd ve ifsâd etmek.ayş : Yaşayış, yaşama. Yiyip içme. Zevk u safâ. * Dirilik. Hayat. ayş u işret : Yiyip içme. (Bak: Îş) ayş ü nûş : Yiyip içme. (Bak: Îş) ayş u tarab : Yeme içme, eğlence. ayse : Yumuşak yer. ayşe : Dirilik, hayat, yaşama. aysele : Gözsüz, a'mâ, kör. aysum : Filin dişisi. * Sırtlan. * Büyük deve. * Süsen çiçeği. ayşûm : Nebatattan bir ot. ayt : Uzun boyunlu. ayta' : Uzun boyunlu kadın. * Uzun boyunlu dişi deve. aytel : Uzun boyunlu. aytemûs : (C.: Atâmıs) Bütün vücut organları yerli yerince ve tam olarak yaratılmış olan. ayyab : Kusur görücü, ayıb gören. ayyan : Yorgun. Bitkin. * Ne yapacağını bilmeyen. ayyar : Hırsız. Hileci, dolandırıcı, hilebaz, dessas. * Zeki, kurnaz. ayyarî : f. Dolandırıcılık, hilecilik. ayyaş : Haram içki içen. şarhoş. ayyil : (C.: İyâl) Nafakası lâzım olan kişi.AYYUK : Samanyolunun dâima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi. * Mc: Gökyüzünün pek yüksek yeri. ayzan : Yaban eşeğinin erkeği. ayzemûr : Yük taşıyamıyan büyük ve yaşlı deve. az'af : (Bak: Ez'af) aza : (C.: Uzâ) Kertenkele. aza' : Başa gelen musibete sabretmek. * Bir kimseyi babasına nisbet etmek. azab : Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza. * Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem. azab-engiz : f. Azab verici, keder verici. azad : f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli. ◊ Kısa ve sık olarak dikilmiş.azade : f. Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim. Müberrâ. azade-dil : f. Gönlü bir şeye bağlı olmayan. azade-gân : f. (Azâde. C.) Azadeler. Bağımsız, serbest ve hür olanlar. azade-gî : f. Hürlük, âzâdelik, serbestlik. azade-hâtir : f. Başı dinç, gönlü hoş olan. azade-hayat : f. Hayattan kurtulmuş. Ölmüş. azadî : Serbestlik. Hürriyet. * şükür. azahî : (Bak: Adâhi) azaim : (Azime. C.) Mühim ve büyük işler. Kararda kesinlik. ◊ Büyük iş. * Büyük belâlar. Büyük günahlar. ◊ Kötü şeyleri defetmek için yazılan duâlar.azal : (Ezel. C.) Ezeller. Başlangıcı olmayan zamanlar. azalil : (Uzlûle. C.) Yanlışlar, yanılmalar. Doğru olmayanlar. azam : (C: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet. * Öfke, hiddet. * Kıskançlık. azame : Eskiden, büyük görünmesi için kadınların bağladıkları arkalık. azamet : Büyüklük. Cenab-ı Hakk'ın büyüklüğü. * Kibirlilik. azamim : (Izmâme. C.) Desteler, kümeler, topluluklar, zümreler. azamût : (Mübalâğa sigası ile) Azamet. Kibriya. Allah'a mahsus olan büyüklük. azan : (Üzn. C.) Kulaklar. azar : f. İncitme. Tâzib. Kırılma. Tekdir. Zulüm. Ukubet. ◊ f. Mart ayı.azar-dide : f. Zulüm görmüş. Küskün. azar-mend : f. İncitilmiş, zulmedilmiş. azar-mendî : f. İncitilmiş, kırılmış olma. azar-reside : f. Zulüm görmüş, kırılmış, incitilmiş. azarende : f. Azarlıyan, tekdir eden. * Kalb kıran, inciten. azarî : f. Muzırlık. Küfürbazlık. * Fenalık görmüş, kalbi kırılmış, incitilmiş olma. azariş : f. İncitme, kalb kırma. azarr : (Zarar. dan) Çok zararlı. azaye : (C.: Izâ-Izâyâ) Kertenkele. azaz : Bir tek lokma. azâze : Kuvvet. * Azamet, büyüklük. * Şiddet. * Azlık. * Gâlip olmak. azazil : Şeytan. (İblisin bir adı) Şerlerin temsilcisi. azb : Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey. * Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme. * Men'etme. * Feragat. ◊ Kesme. * Isırma. * Azarlama. * Hastalıktan More…azba' : (Zab'. C.) Kolun yukarı kısmı, dirseğin üst tarafı. azbe : (C.: Uzeb-Azebât) Su içinde olan çerçöp. * Her bir şeyin ucu, tarafı. azbî : Güzel ahlâklı. azbu : (Zebu. C.) Sırtlanlar. azd : (Azid, azud) Kolun üst kısmı. * Destek. * Kuvvet, kudret. (Bak: Adud) azdad : (Bak: Ezdâd) azde : f. Boyalı, boyanmış. * Ucu sivri olan bir âletle delinmiş. azeb : Bekâr. Mücerred. Evlenmemiş. Zevcesi olmayan. azebe : Kocası olmayan kadın. azeh : f. Vücutta çıkan siğil. azeka : Alâmet, nişan, işâret. azer : f. Ateş. * Şemsî senenin dokuzuncu ayı. Kasım. Her şemsî ayın dokuzuncu günü. * Mecusilere göre güneşe memur meleğin adı. * Hz. İbrahim'in (A.S.) babasının veya amcasının ismi. azer-gûn : f. Ateş renginde olan, kızıl, kırmızı. * Ay çiçeği. azerahş : f. Yıldırım. azerbayigan : f. Azerbeycan. azerd : Boya, renk. azeret : Yetişip kuvvetlenme. * Kalınlaşma. * Ekinin yetişip tanelerinin çıkması. (Bak: Muâzere) azerîler : Kafkasyanın Azerbeycan bölgesinde yaşamış Türk kavmi. azerm : f. şefkat, merhamet. * Haşmet, büyüklük, azamet. * Haya, utunma. azerm-cû : f. Hayâlı, utangaç. Terbiyeli, nâzik. azerperest : Ateşe tapan, mecûsi. azerşeb : f. Batıl bir inanışa göre ateş içinde yaşadığı sanılan ve semender denilen bir hayvan. * Şimşek, berk. azf : Zâhidlik. Nefsini bir şeyden döndürmek. ◊ Yemek.azfar : (Zufr. C.) Tırnaklar. azfendak : f. Gökkuşağı. azgan : (Zıgn. C.) Kinler, garazlar. azgas : (Bak: Adgas) azha : (Zahve. C.) Su havuzları. Göller. azhar : En zâhir. En açık. Besbelli. Bedihi olan, rûşen. * Bir ibârenin en açık ve kat'i olan mânası. azib : Susuzluktan yem ve yulaf yemeyen yorgun hayvan. ◊ Uzak merâ, otlak ve çayır.azide : f. Ucu sivri bir aletle delinmiş olan. azif : Sazcı, çalgıcı. azife : Yaklaşan. Yaklaşmakta olan. * Kıyamet. azig : f. Nefret, kin, garaz. * İğrenme, tiksinme. azihe : Yalan, iftira. azik : Hoşa giden. azil : Islah edilmesi mümkün olmayan. Muannid, inatçı. ◊ (Bak: Azl)âzim : Bir yere gitmeğe karar veren. Bir iş hakkında kat'i karar ve niyet sahibi. ◊ Dudaklarını yumup susan kişi.azîm : Büyük. Yüce. Çok ileri. ◊ Azimet eden. Gidici.azimat : (Azime. C.) Kıtlık yılları. âzime : Azı dişi. * Kıtlık senesi. azime : (C.: Azâim) Büyük iş, fevkalâde ve çok mühim iş. * Tılsım, efsun, sihir. * Sebat. Verilmiş olan kararda kat'ilik. * Kasdetmek, yemin etmek. azimet : Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak. * Kesin karar vermek. * Yola çıkmak, gitmek. âzin : Kefil. Birinin yerine kefalet eden. * Kapıcı, perdeci. * İzin veren. âzîn : f. Kaide, kanun. * Süs, zinet, güzellik. * Yoğurttan yağ çıkarmak için hususi olarak yapılmış yayık. âzîne : f. Cuma veya bayram günü. âzir : Yara izi. âzîr : f. Iztırab, sıkıntı. Ağrı, sızı. * Azar, tekdir. azîr : Biçilmiş olan ekinin tarlada satılması. azir : Özür dileyen, özrünün afvedilmesini isteyen. * Özür. * Sünnet düğünü. âzire : Hayızlı kadın. azire : (C.: Uzrât) Ön yanı, önü. azirra : (Zarir. C.) Körler, âmâlar, gözleri görmiyenler. aziş : f. Talaş, yonga, ağaç ve tahta kırığı. * Eşik tahtası. aziyy : (C.: Ezavî) Deniz dalgası. azîz : İzzetli. Çok izzetli. Sevgili. Çok nurlu. * Dost. * Şerif. * Nadir. * Dini dünyaya âlet etmeyen. * Sireti temiz. * Ermiş. Mânevi kudret ve kuvvet sahibi. * Mağlup edilmesi mümkün olmayan ve More…azizân : f. Azizler. azize : (Müe.) Aziz olan. * Hristiyanlıkta kadın rahib. Rahibe. azk : Hurma ağacı. * Nişan, alâmet, işâret. ◊ Yarmak. * Sürmek.azka : İri yünlü koyun. azl : Bir şeyi yerinden veya güruhundan veya işinden ayırmak. Birisini işinden veya makamından ayırmak. ◊ (Azel) Levmetmek, kınamak. Azarlamak.azla' : (C.: İzâl) Kırba ağzı. azlaf : (Zılf. C.) Zool: Çatal tırnaklı olan hayvanların tırnakları. Toynaklar. azlal : (Zıll . C.) Gölgeler. azlem : Çok zâlim. Pek zâlim. * Çok karanlık. azm : (Azim) Kasd, niyet. Sağlam ve kat'i karar. Sebât. ◊ Büyüklük, ululuk. * (C: İzâm) Kemik.azma(y) : f. Denemiş. azman : Cins ve nev'inin icabından fazla büyümüş, çok iri. * Melez. İki ayrı cins hayvandan doğma. azmayiş : f. Deneme, sınama, tecrübe. * Tar: Emekdar tirendâzların kullandığı bir çeşit ok. azmen : Pek fazla şeyler içine alabilen. * En çok güvenilen. azmend : f. Haris, açgözlü, tamahkâr, cimri. azmî : Kemikli, kemikten yapılmış. azmûde : f. Tecrübe etmiş olan. Tecrübeli. * Tecrübe olunmuş, denenmiş. azmûdegî : f. Tecrübe, deneme, imtihan. azmûn : f. Tecrübe, deneme, imtihan. azoik : En eski jeolojik zaman. * İçinde fosil bulunmayan toprak. azr : Sünnet etmek. azra : Medine-i Münevvere'nin bir ismi. * Sevgili. Mahbûbe. * Delinmemiş inci. * Üzerinde yürünmemiş kum. Kız olan kız. * Hz. Meryem'in bir vasfı. azrail : Ölüm meleği. azrar : (Zarar. C.) Zararlar, ziyanlar, kayıplar. azrec : Seri, hafif nesne. Vâhid, tek. azref : Çok zarif. Zariflerin zarifi. * Çok zeki. azreng : f. Çok üzüntü, meşakkat, eziyet. * Son derece sert ve katı. azûf : Yiyecek, erzak. Azık. azûg : f. Kir, pas. azüg : f. Hurma lifi. * Ağaç ve asma budantısı. azûk : İçi henüz olmamış fıstık yemişi. azûl : Çok azarlayan, çıkışan, paylıyan. azûmet : Eğlence. Neşeli ve hoşça vakit geçirten şey. azûn : f. Öylece, onun gibi, bunun gibi, böylece. azur : (Azver) f. Açgözlü. Hırslı. Tamahkâr. Cimri. Hasis. azurde : (Bak: Azürde) azürde : f. Azar görmüş, incinmiş, gücenmiş. Kalbi kırılmış, üzülmüş. azürde-gî : f. Gücendirilmiş, incitilmiş olma. azürde-hâtir : f. Gönlü kırılmış, hatırı kırılmış. azürde-püşt : f. Beli bükülmüş ihtiyar.* Yükten sırtı berelenmiş olan hayvan. azûz : Memelerinin delikleri dar olan deve ve koyun. ◊ Isırıcı, ısıran.azv : İftira. Birisine bir şey isnad etme. Nisbet etme. azva : (Zav ve Zû. C.) Parıltılar, ışıklar, aydınlıklar. azver : (Bak: Azûr) azviyat : (Azv. C.) Yalanlar, iftiralar. azy : Bir kimseyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etme. azyak : Daha dar, en dar. azz : Galib olmak. * Çok yağmur yağmak. ◊ (Add) Isırmak. Dişlemek. ◊ şiddet.azza' : Şiddet ve kıtlık yılı. azze : Aziz ve şânı büyük olsun, büyük ve aziz oldu (meâlinde). azze ensâruh : Yardımı çok olsun. (Bu tabir, padişahlara ait dua yerinde olup eski fermanlarda geçer.) azze ve celle : Aziz ve Celâl olsun, oldu... (meâlinde, Cenab-ı Hakkın isminden sonra hürmet maksadı ile söylenir.) azzet : Geyik buzağısı.