İsra Suresi, 85: ‘’Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh Rabbimin emrindedir. Size ilimden pek az şey verilmiştir’’
İnsanın manevî yapısını hakikat boyutunda incelediğimizde iki hal mertebeden oluştuğunu görürüz. Bunlardan birisi beşeriyet yönü, diğeri ise ruhaniyet yönüdür. Bahse konu mertebeleri insan üzerinde tahlil ettiğimizde; beşeriyet yönümüzün arza, ruhaniyet yönümüzün ise semaya mahsus olduğunu anlarız. Semaya mensup ruhaniyetimiz; nefsimizin emrinde olduğunda, sufliyete (Sufliyet: Bayağılık, aşağılık manasındadır.) doğru dönüşür ve yerimiz esfel-i safilin olur.
(Esfel-i Safilin: Aşağıların aşağısı, hayvandan da aşağı manasındadır) Böyle bir halle hâllenmek bizleri Cenab-ı Hak’tan uzaklaştırdığı gibi, hakikat-i asliyemize ve vuslatımıza mani olmuş olur. Nefsimiz ruhaniyetimizin emrinde olduğunda ise, bir anda sultanlaşır ve böylece Tin Suresi Ayet 4’de de buyrulduğu üzere ahsen-i takvime ulaşmış oluruz.
Buradan hareketle; nefis merkezli aklın bizi götüreceği yer, ancak esfel-i safilin olur. Ama aşk merkezli aklın bizi götüreceği yer ise Cemal-i-İlahidir.
Muhiddin-i Arabi Hz.leri de bu konuda; “Nefis, ruh, akıl ve kalp, insanın özünü teşkil eder, insan bu dört manadan oluşmuştur.” şeklinde buyurmaktadır.
Ruh, Allah’ın emridir, mahlûk değildir, halikten zuhurdur. Nefis ise mahlûktur, yani “BEN’’ diyen tarafıdır, toprağın bir zuhurudur. Her türlü nefret, kin, kibir, haset, fesat dünyevi ihtiraslar ve arzular nefste toplanmıştır. Şeytani vasıfları üzerinde taşıyan nefs, vucutta kendine varlık bulmuşken ve aklı yönetiyorken; surette insan, sirette ise hayvan olduğu açık seçik anlaşılmaktadır.
Ne zamanki kalp denen et parçasının üzerine Allah’ın nur’u akseder ve gönül adını alır; işte o zaman akıl nefs’e der ki; ”Bunca yıldır beni idare ettin, ama şimdi sen yok olmaya mahkûmsun”. Böyle bir durumda ise, aklın en büyük yardımcısı ‘’AŞK’’olur. Nefis hiçliğini anlar ve o zaman ruh insan vücud-u anasırında hakimiyetini kurar. Yunus Emre’nin de buyurduğu ’’Bir Can var, Can’dan içeru’’ mısrası, açıkçası derin bir tefekküre şayandır. Dolayısıyla, insandaki ruh, Cenab-ı Hakk’ın cemaline mazhardır; Nefsin İnsandaki yansıması, Cenab-ı Hakk’ın celaline mazhardır; bu ikisinin vahdeti ise Cenab-ı Hakk’ın didarına mazhardır.
Kişi, Dünya nimetlerinden, arzın sofralarından, nefsin egolarından ve bencilliğinden arınmadıkça sema nimetlerinden istifade edemez. Kişinin sema nimetlerinden istifade edebilmesi için mutlak surette nefsin sofrasından uzaklaşmış ve şeytanın esaretinden kurtulmuş olması gereklidir, şarttır. Diğer bir ifade ile gönlü Hakk’a bağlamak ve kamil bir duruşa sahip olmak, hayatı Allah adına yaşamakla mümkündür. Allah(cc.) Enam Suresi 165 nci ayet-i celilesinde; mealen ‘’Yalnız Allah’ı temsil edenler, Allah’ın halefidir. Nefsini temsil edenler ise şeytaniyetinin halefidir’’ diye buyurmaktadır.
Yukarıda ayrıntılı olarak bahsedilen hususlar, ruhaniyet ve nefsaniyet kavramlarının tanımlanması ile ilgiliydi. Bu noktadan sonra ise, hakikat-i asliyemize ulaşmamızı vesile olacak “Nefsin meratiplerini ve özelliklerini” detaylandırmaya gayret edelim.
Nefsin manevi yükselişteki mertebeleri değişik şekillerde tasnif edilmiştir. Bunlardan bazıları üçlü, bazıları beşli, bazıları ise yedili tasnifler şeklindedir. Bizleri Hakikate taşıyacak olan ise yedili olanıdır. Bunlar sırasıyla;
Ehl-i ihvanı, hakikat-i asliyesine taşıyacak nefis meratiplerinin tüm basamaklarına hep birlikte birer, birer çıkmaya gayret gösterelim.
Nefs-i Emmâre: Allah’(c.c.) ın nurundan mahrum olma mertebesi olup, yasak ve günah olan şeyleri işlemeyi teşvik ve emreden, diğer bir ifade ile şeytani vasıfları üzerinde taşıyan nefse, nefs-i emmare diyoruz. Nefs-i Emmare daima kötülüğü emreder.
Nefs-i emmare mertebesinde bulunan kişi iyilik işlemez, kötülüklerden kaçınmaz. Ancak kötülüğün zuhurundan pişmanlık duyar. Fakat bu nedamet, onun davranışlarını etkilemez. Nefs-i Emmare ile sıfatlanmış olan bu nefs, nefsin arzu ve isteklerine fazlaca düşkündür.
Allah (c.c.) Yusuf Suresi ayet-53’de mealen "Çünkü nefs, kötülüğü şiddetle emreder." diye buyurmaktadır. Arzettiğmiz ayet-i kerime, nefsin bu meratibine işaret buyurmakta ve adını bu ayet-i celileden almaktadır.
Nefs-i Levvâme: Kişinin yaptığı kötülüklerinden dolayı, sahibini ayıplayan ve tövbeye temayül gösteren yönüne Nefs-i Levvame diyoruz. Bahse konu nefs bazen de yaptığı kötülüklerden dolayı, duyduğu nedametinden de pişmanlık duyar.
Adını Kur'an'ı Kerimin; Kıyamet Suresi 75 nci ayet-i celilesinden almıştır. Bu ayeti kerime mealen "Levvâme (pişmankar) nefse and olsun." şeklinde buyurulmaktadır.
Nefs-i Mülheme: İlham ve keşfe mazhar olmaya başlayan, neyin hayır, neyin şer olduğunu idrak edebilme melekesine sahip, şehvet-i isteklerine karşı kısmen direnme gücü bulunan nefstir.
Adını Kur’an’ı Kerimde, mealen "And olsun nefse isyanını ve itaatını ilham edene" Şems Suresi 91 nci ayet-i celilesinden almıştır.
Nefs-i Mutmainne: Kötü ve çirkin sıfatlardan kurtulup güzel ahlak ile hem-hal olan nefstir. Bu nefs, Cenab-ı Hakk'a aynel-yakin olarak ulaşan ve hidayetine mazhar olan insanların ıstıraplardan, masivalardan kurtulduğu meratiptir. Bu meratipte beşeriyet fena bulup "Nûr-iMuhammedi" zuhur ettiğinden nefs, ilahi hitaba mazhar olur.
Bu meratip adını Kur’an’ı Kerim’de Fecr Suresi 89 ncu ayet-i kerimesinde geçen "Ey itmi'nâna ermiş itâatkâr nefs!" ayetinden almıştır.
Nefs-i Râziye: Kendisi hakkında tecellî eden kaza hükümlerine tereddütsüz teslim olup rıza gösteren nefsin meratibidir. Bu makam, dervişin Cenab-ı Hakk’ın sırlarına mazhar olduğu makamdır.
Adını Kur'an'ı Kerim’de Şems Suresi 89 ncu ayet-i kerimesinde buyurulan "Dön Rabbine, sen O'ndan râzî olarak" ayet-i celilesinden almıştır.
Nefs-i Marziyye: Allah ile kul arasında rızanın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah'dan, Allah'ında kuldan razı olduğu makamdır.
Yukarıda geçen ayetin devamı olan; "Dön Rabbine, sen O'ndan razı, Rabbin de senden razı olarak " Ayeti kerimesi ise bu meratibe işarettir.
Nefs-i Kâmile (Safiyye): Bu makamda salik, bütün marifet makamlarını kazanarak irşad mevkiine yükselir. Bu makam vehbidir.
Tabiki, arz etmeye gayret ettiğimiz meratipleri kendi kendimize, kendi halimize bireysel olarak aşılabilmesi asla mümkün değildir. Okuma ile, birilerinden dinleme ile de anlaşılması olası değildir. Bir mürşid-i kamilden inabe almak suretiyle, evliyaullahların murakabesinde bu makamları anlarız ve yaşayabiliriz. Ancak böylece insan-i asliyemize ulaşabilme gayretinde olabiliriz.
Şu hususu asla unutmamalıyız ki, insan vücud-u anasırı bir muharebe alanı gibidir. Vücud-u anasırımızda iki kuvvet mevcuttur, birisi Nefs-i emmare yönümüz, diğeri ise nefsin terbiye görmüş hali olan ruhaniyet yönümüzdür.İkisininde amacı kalbi istila etmektir.Ruhaniyetimizin hedefi gönül kalesini fethedip, tevhid bayrağını bu kaleye dikmektir.
Sonuç olarak; Nefs-i emmare daima kötülük sayılabilen şeylere ilgi duyan ve sahibini o tür şeylere sevk eden nefstir. Yaptığı kötülüklerden de pek pişmanlık duymaz. Emmare konumunda bulunan bir nefsi, şeriata riayet ve nefs-i arzularına karşı koymak suretiyle nefs-i terbiye etmeye çalışmak lazımdır. Bu bir irade eğitimidir. Nefsin hoşlandıklarını geri bırakarak, onun her istediğini yapmak yerine, ona aklın ve şeriatın emirlerini yaptırmaya çalışmak gerekir. Nefs-i emmare ile başa çıkmak için de sağlam bir irade ortaya koymak ve şeriat ölçüleri içinde mücadele etmek gerekmektedir.
Mevla’m, bizleri nefsi bağımlılıklarımızdan arınan, teslimiyetinde sadık, zikrinde, tefekküründe, ibadetlerinde ve kulluğunda Salih ve daim olanlardan eylesin. Cenab-ı Hakk, bizleri, nefsini ve rabbini tanıyan, yaradılış gayesine göre yaşayan kullarından eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, ŞUBAT 2015