Zaman zaman sohbetlerimize ve muhabbetlerimize konu olan “YAKİN” merhalelerinin daha iyi, daha etkin anlaşılabilmesi için, bu merhalelere ne kadar mesafede olduğumuzu bilebilmek adına, bu konu ile ilgili olarak, bu makalemizde faydalı olabiliriz düşüncesiyle “YAKİN” mertebeleri ile alakalı bilgiler arz etmeyi uygun müteala etmekteyim.
Evvela “YAKIN” ve “YAKİN” kelimelerinin kavram bakımından, aralarında farklılık var mıdır? İsterseniz biraz bundan bahsedelim.
“YAKIN” kelime manası itibariyle; uzak olmayan, aralarında fazla uzaklık bulunmayan, sıkı bir işbirliği içerisinde olan anlamındadır.
“YAKİN” kelimesinin ise; Arapça bir terim olup sağlam kesin bilgi, bir şeyi iyice ve kesinlikle bilme anlamlarına gelmektedir. Esasında ikisinin de anlamı hemen hemen aynı manayı ifade etmekle birlikte, tek farklılığı; ulaşılması gerekeni anlatma arzusu olmasıdır. “Kaf Suresi Ayet,16” da Cenab-ı Hak “Biz, ona şah damarından daha yakınız.” diye buyurmaktadır. Bu ayetten şehadete ulaşmak için yakin olmak, yakine ulaşmak gerektiğini anlıyoruz.
Diğer ayet-i kerimede ise “… Ve yakin sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et!” diye buyrulmaktadır. (Hicr, 99) Bu ayetten de ibadetin yakini sağlayan bir olgu olduğunu anlıyoruz. İbadetin karşılık beklenen bir tüccar anlayışı ile yapılan ibadetler olmadığının bilinciyle ibadetlerimizi Rabbimizin hoşnutluğu için, razılığı için yaptığımızın bilincinde olmalıyız.
Rabia Sultan’ın duasını hatırlayalım. Rabia Sultan: “Allah’ım! Eğer cehennem korkusundan sana ibadet ediyorsam beni cehenneminde yak; yok eğer cennet sevgisi için, cennete girmek için sana kulluk ediyorsam cennetini bana haram kıl. Benim tek arzum Hakk’ın cemalini görmektir.” diye dua etmiştir.
Tevhidin taliminde üç esasın olduğunu arz etmek isterim. Bunlar; bilmek, görmek ve yaşamaktır. Zariyat Suresi, Ayet-56’da buyrulduğu üzere kulluğun birinci esası önce Hakk’ı bilmek ve tanımak, sonra da Hakk’a kul olmaktır. Cenab-ı Hak İsra Suresi Ayet-72’de, “Hakk’ı görmeyen göz amadır.” diye buyurmaktadır.
Buraya kadar arz etmeye gayret ettiğimiz “YAKİN” kavramının izahı ile ilgili idi. Bu yazımda, bundan sonraki çalışmalarım “YAKİN” meratiplerini arz etme ile ilgili olacağını belirtmek isterim. Yakin meratiplerini üç ana başlık altında arz etmek gerekirse, bunlar sırasiyle; ilme’l yakin, ayne’l yakin, hakka’l yakin olarak sıralanmıştır.
Öyleyse şimdi “YAKİN” merhalelerini sırasıyla gözden geçirelim ve inşaallah istifade edenlerden olalım.
İLME’L YAKİN: Akıl ve naklin, nazar ve haberin ifade ettiği, gerçeği yansıtan, içinde yalan bulunmayan, kesin olan bilgiye ilme’l yakin denir. Şüphesiz bilgi anlamına gelen yakin, ilmin sıfatı olup kesinliğe ulaşmış, kendisinde hiçbir şüphe bulunmayan ilme’l yakin merhalesinin tahsil edildiği makam, tevhid-i ef’al meratibidir.
Şu ayet-i kerimeler ilmel yakini ve aynel yakini çok daha iyi ifade edeceklerdir: Tekasür Suresi, ayet 5-7 ’de Cenab-ı Hak “Hayır, ilmel-yakin bilseydiniz, elbette cehennemi görürdünüz. (gözünüzle görmüş gibi kabul ederdiniz.) Sonra onu ayne’l yakin göreceksiniz.’’ diye buyurmaktadır.
İlme’l yakin; içeriğinde müteala dahi kabul etmeyen bir gerçeğin ifadesidir. ‘Şu bence şöyledir bence böyledir’ gibi herhangi bir yorum da kabul etmez. Kesin olarak bilinip kabul edilen ve bunun başka türlü olması mümkün olmayan bilgilerdir. İlmel-yakinin bir adı da İKAN’dır. (İkan: Sağlam bilgi anlamındadır.)
Kişi, hakikatine ulaşmadan sadece ilme’l yakinlikle, kelime-i tehvid ile Cenab-ı Hakk’ın hakikatine ulaşmanın mümkün olmayacağını bilmelidir. İlmel-yakin’liğin ötesinde ayne’l yakine, ayne’l yakinliğin ötesinde hakk’el yakine ulaşmadıkça kişi her zaman kendisini farklı, münferit bir varlık zannetmiş olacaktır. İlme’l yakinlik kişileri hakikate ulaştırmaz, sadece bilginin hamalı olur.
En önemlisi de bu bilmenin manevi sorumluluğu olduğu kadar, zekâtını vermediğimiz için vebali de çok büyüktür. İlme’l yakinlik akıl merkezli olup ilme’l yakin sadece bilmiş olmaktır.
Cenab-ı Hak Nisa Suresi, Ayet-136’da “Ey iman edenler, iman ediniz.” diye buyurmaktadır. Yakin merhalelerini yaşamakla, faili bilmiş, görmüş ve tanımış olmakla da taklidi imanımız tahkiki imana dönüşmüş olur. Böylece gerçek kul olup kurbiyeti ve kulluğu yaşamış oluruz.
AYNE'L-YAKİN: Arapça bir terim olan ayne’l yakin; yakini görmeyi ifade eder. Gözle görmek yoluyla ulaşılan ilimdir. Diğer bir ifade ile göz ile görür derecede görerek, müşahede ederek bilmek anlamına gelen, ayne’l yakin merhalesinin tahsil edildiği makam tevhid-i sıfat mertebesidir.
İnsan, ayne’l yakinliği ancak ilm-i tevhidi talim ile yaşayabilir. Ayne’l yakinlikte, bizim bir fiil, bir iş işlemeye iktidarımızın olmadığının ve faili mutlakın Cenab-ı Hak olduğunun idrakinde hayatı yaşamaktır. Bu idrak, bu kabul, insanı tam olgunluğa ve erginliğe yaklaştıracak olan en önemli esaslardandır. İlme’l yakini hayatımıza uyguladığımız zaman Cenab-ı Hakk’a ayne’l yakin oluruz.
HAKKE'L-YAKİN: Hakke’l yakin ilmi, yaşayarak elde edilen bilgidir. Ruhaniyet ile sezinlenip bizzat duyulan ve basiretle müşahede edilerek yaşamak suretiyle hâsıl olan bilgi mertebesidir. Bu bilgi, yakin ifade eden bilgilerin en yüksek mertebesini teşkil eder.
Hakke’l yakin mertebesine ulaşan ehl-i Hak yolcularına ehl-i marifet (Marifet Ehl-i) denir. Bu kişiler, arif insanlardır. Böyle dostların elde ettikleri bilgilerin sözle ifadesi zordur. Cenab-ı Hak Vakı’a Suresi, Ayet 95’te ’’Hakk’el Yakin’dir. ( Yakin olan Hak’tır, kesin olarak gerçektir.)’’ diye buyurmaktadır. Bir başka sure Hakk’a Suresi, Ayet 51’de ise “… Ve muhakkak ki O (Kur’an), gerçekten Hakk’el Yakin‘dir. (Kesin olarak Hakk’ı bilmektir.)” diye buyurmaktadır.
İlme’l yakin, ayne’l yakin ve hakk’el yakin kavramlarını bir örnekle açıklamak gerekirse;
Herhangi bir yörenin, o yöreye gitmeden; Coğrafi, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısını, bilgisine ve kültürüne itibar ettiğimiz birisi bize anlatsa, o yöre hakkında kesin bilgi sahibi oluruz. İşte bu bilgi, bizim için ilme’l yakin bilgidir. Herhangi bir seyahatimizde o yöreden geçiyorken, ‘işte bize anlatılan bahse konu olan şehir burasıdır’ dediğimiz zaman, o şehri görmemiz bizim için ayne’l yakindir.
Anlatılanlardan ve şehri görmemizden dolayı, etkilenmiş birisi olarak o şehirde yaşamaya karar vermemiz ve orada yaşamamız da bizim için hakk’el yakindir.
Ayne’l yakin’likten, hakk’el yakinliğe tekâmül edemiyorsak bu bizim sevgimizin, teslimiyetimizin ve sadakatimizin noksan oluşundandır. Bir gönle girmedikten ve gönül ehlini bulamadıktan sonra, insanın hakk’el yakine ulaşması, Hak’ta ebed olması, cennete girmeden cennetin lezzetini alması, haldaş olması, kardeş olması asla mümkün olamaz.
İnsanın Rabbi ile hem-hal olabilmesi için, mutlaka Hakk’a ulaşması ve hayatını hakk’el yakin yaşaması gerekmektedir. Hakk’el yakinlik akıl, ünsiyet ve gönül merkezli bir yakinliktir.
Sonuç olarak; Hakk’el yakinlik, tecelli ef’ali görmek ve varlığımızı Hak’ta tevhid etmektir. İlme’l yakin, ayne’l yakin ve hakk’el yakin merhalelerini gönül aleminde yaşadığı zaman, hakikat ehlini cennet’ül ef’al mertebesine taşır.
İnsanın Rabbine arif ve muhatap olması, kulluğunu hakk’el yakin olarak yaşamasına vesile olur. İşte o zaman Hakk’ın şahidi oluruz. Hakk’el yakinlik; nur-u tevhid ile, hal ile, aşk ile yaşanılır.
Rabbim, cümlemizi hakikati görerek, hakikati idrak ederek, hakikati yaşayarak şuurlananlardan eylesin.
Rabim cümlenizden razı ve hoşnut olsun. Rabbim, cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 01.04.2015