Öncelikle bizleri varlığından halk eyleyen, bizleri varlığından haberdar edip kulluğuyla şereflendiren ve kendisine muhatap kılan Rabbimize varlığının sınırsızlığı ve sonsuzluğunca hamd ve şükrederiz. Onun habibine, yaratılmışların en seçkini, varlığımızın bânisi Cenâb-ı Resûlullah’a ve onun aziz pâk Ehlibeytine ebeden salât ve selam ederiz.
Değerli dostlar, Miraç; Cenâb-ı Resûlullah Efendimizin hicretten bir yıl önce, Receb ayının yirmi yedinci gecesi Cenâb-ı Hakk’ın daveti üzerine Cebrail aleyhisselâmın rehberliğinde Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülüp oradan da semaya, yüce âlemlere, ilâhî huzura yükselmesidir. Miraç, feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biridir.
Miraç; çıkmak, yükselmek anlamındadır. Bütün süflî duygulardan ve beşerî hislerden ilâhî bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Miraç; Cenâb-ı Resûlullah’ın şahsında, insanlığa sunulmuş sınırsız bir terakki ufkudur.
Miraç mucizesi olan bu ilâhî yolculuğun ilk merhalesi, Mescid-i Aksa’ya kadardır ki bu safha da Kur’an-ı Kerim’ de şöyle anlatılır: (Bu ilk aşama, Kur'an'da, gece yürüyüşü anlamındaki “İsrâ” adını alır.) “Ayetlerinden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gecede Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksa’ya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.” (İsrâ Suresi, 1) Miracın ikinci merhalesi; Mescid-i Aksa’dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip ilâhî huzura varmaktır. Bu safha da Necm suresinde şöyle anlatılır: “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidretü’l Müntehada gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi, Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7–18)
Hadislerde verilen bilgiye göre Miraç gecesi, Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz; Kâbe'de, Hatim'de veya amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip O’nun göğsünü yardı. Kalbini zemzem ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmet ile doldurdu.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya Burak ile geldi. Kudüs’e gelmeden önce, yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı ve orada iki rekât namaz kıldı. Daha sonra Mescid-i Aksa’ya geldi. Bütün peygamberler orada kendisini karşıladı ve miracını kutladı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada imam olarak peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, hutbe okudu. Bir rivayete göre de Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı ve orada da iki rekât namaz kıldı. Sonra da bugünkü Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden, Muallâk taşının üzerinden Miraca yükseldi ve semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla semanın yedi tabakasındaki Hz. Âdem, Hz. Yahya, Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü. Onlar da kendisine ‘hoş geldin’ dediler ve O’nu tebrik ettiler.
Daha sonra Hz. Cebrail ile birlikte Sidretü’l Münteha’ya geldi. Cenâb-ı Resûlullah, orada ikisi gizliden ikisi de açıktan akan (Nil ve Fırat) dört nehir gördü ve her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Mâ’mûr’u ziyaret etti.
Fakat Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Zira Cenâb-ı Resûlullah, bu noktadan sonrasına Refref adında bir vasıta ile devam etti ve zamandan ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk’ın cemaliyle müşerref oldu. Sözler sultanı Süleyman Çelebi bu konuyla ilgili: “Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti, ahirette öyle görür ümmeti.” diye buyurmuştur.
Daha sonra da Cenâb-ı Resûlullah, yine Hz. Cebrail’in rehberliğinde cenneti, cehennemi, ahiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü. En sonunda da Mekke’ye döndü.
Sabah olunca Kâbe’nin yanında Mekkelilere miracı anlattı. Onlar da peygamberimizden delil istediler. O da onlara yolda gördüğü kafilelerinden haber verdi. Kureyşliler kafileleri karşılamak için hemen Mekke dışına çıktılar. Gelen kafileler de Cenâb-ı Resûlullah’ın haberini aynen doğruladılar.
Fakat onlar Peygamberimizden yine de üst üste miraca çıktığına dair delil istediler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Kudüs’e ve Mescid-i Aksa’ya uğradığını anlatınca Kureyşliler, ‘bir ayda gidilebilen bir yere Muhammed nasıl olurda bir gecede gidip gelebilir?’ diye itiraz ettiler. Ardından da Mescid-i Aksa’yı görmüş olanlar: “Madem Mescid-i Aksa’yı gördün. O zaman bize orayı anlatır mısın?” diyerek Peygamberimize sorular yönelttiler. Cenâb-ı Resûlullah bu hadiseyi şöyle anlattı:
“Onların yalanlamalarından ve sorularından çok sıkıldım. Hatta o ana kadar öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Derken Cenâb-ı Hakk, birden Beytü’l-Makdis’i bana gösterdi. Ben de ona bakarak her şeyi birer birer tarif ettim. Hatta bana ‘Beytü’l-Makdis’in kaç kapısı var?’ diye sordular. Ben onun kapılarını saymamıştım. Ancak Beytü’l-Makdis karşımda görününce ona bakarak kapılarını teker teker saymaya ve anlatmaya başladım.”
Bunun üzerine müşrikler,
‘vallahi doğru tarif ettin’ dediler fakat yine de iman etmediler. O esnada Hz. Ebu Bekir çıkagelince müşrikler durumu ona anlattılar. Hz. Ebu Bekir ise ‘bu sözleri ondan duymuşsanız, duyduklarınız şüphesiz doğrudur’ diyerek hemen tasdik etti. Bu hadiseden sonra da “Sıddık” unvanını aldı.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselamın elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakk’a, diğeri ise Hakk’tan halkadır. Birisi miracın bâtınî tarafı olan velayet yönüdür, diğeri ise zâhirî tarafı olan risalet yönü.
Yani Cenâb-ı Resûlullah’ın, bizi temsilen Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkması; başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini Cenab-ı Hakk’a toplu olarak arz etmesidir.
Hazreti Pir Lofcalı Fazıl Ali el-Rumî (R.A.): “Ruhanî Miraçtan nihaî gaye; Hakk’ın zatına vuslattır.” diye buyurmustur. Bu yönüyle Miraç; halktan ve varlıklardan, Hakk’a gidiştir.
Diğer bir yönüyle Cenab-ı Resulullah, Cenab-ı Hakk’ın, biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını ‘emri bil maruf neyh anil münker’ olarak getirmiştir. Peygamber Efendimizin, bu gecede farz kılınan ve bizzat kendisi tarafından mü'minlerin miracı olarak nitelendirilen ve ibadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı, Miraç hediyesi olarak getirmesi de iç dünyamızdaki yükselişi ve arınmayı ifade etmektedir.
Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam, Cenâb-ı Hakk’ın lütfûyla bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraca yükselmiş ve bütün manevî mertebeleri aşarak huzura varmıştır.
Cenâb-ı Hakk’ın görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin ahiretteki neticelerini göstermek için Resûlullah Efendimiz’i oralara davet etmesi gayet doğaldır. Bu seyahate sadece ruhu ve kalbi ile değil, bedeni ile de iştirak etmesi gereklidir.
Miraç; Cenab-ı Muhammet’in mübarek bedenini, Rabb-i Teâlâ’nın bâtınen ruh-u Muhammed, mi’rad-ı Muhammed olarak Miraca çıkarması aşk ve hikmetin gereğidir. Zaten Cenâb-ı Hakk, cennette bedeni, ruha arkadaş ediyor. Çünkü pek çok kulluk görevine, sınırsız lezzetlere ve acılara kaynaklık eden bedendir. O zaman bu mübarek beden, ruha tabiî ki arkadaşlık edecektir. Cennet’te ruh ile beden birlikte olacaksa Efendimiz Aleyhissalatü Vesselamın zatının, Cennetü’l- Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehâya arkadaşlık etmesi de hikmetin gereğidir.
Peygamberimiz miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, bu olay zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli, ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor. Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz, imanın bütün hakikatlerini, melekleri, cenneti, ahreti ve Rabbinin cemalini gözleriyle gördü, müşahede etti. Sözlerinde ve vaadinde en küçük bir hilafı olmayan o yüce “insan”, mümin ruhlara manen şöyle diyordu: “Sizin inandığınız melekleri, ahireti, Rabbimizin nur cemalini bizzat gördüm ve böylece müminler sonsuz bir imana ermenin saadetine kavuştular.”
İki cihan serveri, yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed sultanının razı olacağı amelleri Miraç hediyesi olarak getirdi ve beşere hediye etti. Bu hediye; başta namaz olmak üzere İslam’ın diğer esas ve ibadetleridir.
Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz, ebedî saadet definesinin anahtarını getirmiş, cinlere ve insanlara hediye etmiştir. Peygamber Efendimiz, kendi gözüyle cenneti görmüş, sonsuz saadetin varlığını müşahede etmiş ve bu büyük müjdeyi ümmetine haber vermiştir.
Peygamber Efendimiz, Miraçta Cenâb-ı Hakk’ın cemalini görme nimetini tatmıştır. Bu manevi nimetin, cennette apaçık müminlere de nasip olacağı müjdesini ise bizlere hediye olarak getirmiştir.
İnsanın kâinatın en kıymetlisi, kâinat sahibinin ise temsilcisi ve en şereflisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Zâhiren kâinata nispetle insan, âlemde bir nüsha, bâtınen ise âlemde ne varsa insanda bir nüsha gibidir.
Mira; arınış ve Rahmân’a yükseliştir. Bu yükselmenin yolu da heva ve heveslerden, hırs ve intikam duygularından, öfke ve gazaptan, kibir ve gururdan vazgeçerek kulluğu Muhammedî bir duruşta yaşayabilmek iledir. Bugün, yücelme ve yükselme anlamlarını dikkate alarak miracı yeniden düşünelim!!!
Rahmetellil âlemin olan Resûlullah Efendimiz, Miraç’tan yani Allah’a yükselişten sonra yeryüzüne ve insanların arasına dönmesi ile adalet, merhamet ve sevginin öncüsü olarak bize sonsuz saadetin yolunu açmıştır.
Sevgili Peygamberimizin Miraç’tan hediye olarak getirdiği Bakara suresinin son ayetleriyle Rabbimiz, bizlere yüksek sorumluluklarımızı ve zaaflarımızı birlikte hatırlatmaktadır.
Dostlar, bu kandil gecelerini her türlü kin ve öfkeden, haset ve kıskançlıktan, gurur ve kibirden arınmak için fırsat bilelim. Zira Efendimizin ifadesiyle tevazu kişiyi yüceltirken kibir, gurur ve haset alçaltır. Nefsimizin zaafları bizi her türlü Miraç’tan, yüceliş ve yükselişten alıkoyar.
Bu manada insan, sübhâna ancak aşk bineğiyle yükselebilir. Toparlayacak olursak Miraç; talibin Rabbine olan kulluk hicretinde fenasından geçerek Rabbinde beka bulmak için seyr-i sülûk çabasıdır.
Fakat kişi, sadece aklı, bilgisi ve ameli ile bu yolculuğu yapabileceğini sanıyorsa büyük yanılgıya düşmüş olur. Bizim kulluk Miracımızda da bir yol göstericimiz mutlaka olmalıdır ki bu ezel-ebed yolculuğunu O’nun refakatinde ve nezaretinde salimen tamamlamış olalım.
Bu kutlu gecenin hürmetine Rabbim bize merhamet eyle. Bizi birbirimize şahit ve veli kıl. Muhabbetimizi, birliğimizi ve kardeşliğimizi daim eyle.
Miraç Kandili vesilesiyle tarihler boyunca farklılıkları zenginlik olarak kabul etmiş bir medeniyetin mensupları olarak birbirimizi sevmemizin ve aramızdaki birliği tesis etmemizin imanımızın gereği olduğunu bir kez daha hatırlamış olalım.
Dolayısıyla Mirac’ın sırrına vakıf olmanın ve kendi gerçeğimize ulaşmanın gayretinde daim olalım. Bu Miraç Kandili’nin hürmetine kırılan kalpleri onarmanın, yıkılan köprüleri yeniden kurmanın, unuttuklarımızı hatırlamanın ve pirlerin izinden ayrılmadan kulluğumuzu ganimet bilmenin gayretinde olalım.
Bu duygu ve düşüncelerle bu mübarek gece vesilesiyle ülke olarak son günlerde yaşadığımız olumsuzlukların yerini sağduyu ve sükûnetin, barış ve huzurun alması için Rabbimize dua ve niyaz edelim.
Bu ulvi Miraç Kandilinin ebediyen gönül dünyamızı aydınlatmasını, bu mübarek gecenin yüreklerimize ebedi bir diriliş ve sonsuz bir müjde olmasını dilerim. Miraç Kandilimizin bütün ihvanımıza ve bütün insanlık ailesine hayır, huzur ve mutluluk getirmesini Rabbimden diler, Miraç Kandili gecenizi tebrik ederim.
Rabbim yâr ve ayânımız olsun.
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 05.07.2013