TARİKAT; ilahi hükümlerin kul tarafından icra edilmesini emredici kanun demektir. Allah (c.c) Maide Suresi ayet-48’de “…Ve biz sizin her birinize bir şeriat ve bir minhac (yol) tayin ettik.” diye buyurmaktadır. Arz edilen yoldan maksat; Allah’a giden yoldur, yani tarikattır.
İslam fıkhının dört asıl kaynağı olan kitap, sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha’ya sımsıkı sarılıp farz, vacip ve sünnetleri tam olarak yerine getirdikten sonra, kötü ahlak ve alışkanlıklardan kaçınarak, güzel ahlaklarla donanmayı, zikrullah ile, nafile ibadet ve taatlarla meşgul olmaktan ibaret olan tarikatın esasında şeriattan farklı bir tarafı olmadığını müşahede edebilmemiz mümkündür. Şeriat ve tarikat; zahirde, yani afakta diğer bir ifade ile vahdaniyet deryasında her an seyrettiğimiz bir mertebedir. Bu yolda Allah’ı zikretmenin amellerin en faziletlisi olması nedeniyle, Allah(c.c) Hadid Suresi Ayet-4’te ‘’…Allah (cc) sizinle beraberdir” buyurduğu gibi daimi huzur ve murakabe ile zikre devam etmek tarikatın esaslarındandır. (İcma-i ümmet; dört Mezhep anlamındadır.) (Kıyas-ı fukuha; Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde karşılığı bulunmayan bir müşkülü, kitap, sünnet, icma-i ümmet dediğimiz şer-i delillerde sabit olan hükümler ışığında, aynı sebebe, aynı hikmete bağlayarak çözümlemeye denir.)
HAKİKAT: Gerçek manasına gelen ve Arapça bir kelime olan hakikat kelime manası itibariyle bir şeyin aslı anlamına gelmektedir. Hakikatten maksat; her şeyi Allah (c.c) rızası için gönle yerleştirmektir. Çünkü hakikat-i ilahiye batınidir. Hakikatin batıni olması hasebiyle, nefis temizlenmedikçe, yani gönül Allah (c.c)’un sevgisine mazhar olmadıkça, nefsi emmaresinin esaretinden kurtulmadıkça hakiki iman sahibi olamaz. Bundan özet olarak şunu anlıyoruz ki; hakiki imana kavuşabilmek ancak hakikat mertebesinde mümkün olabilmektedir.
Hakikatine vuslat eden Ehl-i dosta, Cenab-ı Zülcelâl Hazretleri Fecr Suresi 27 ve 30’uncu ayetlerinde “Ey huzura kavuşmuş nefis! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. Seçkin kullarımın arasına katıl ve cennetime gir’’ diye buyurmak suretiyle bize müjdeyi vermektedir.
Değerli dostlar, Allah (cc) kulundan razı olduğunda perde açılır. Nasıl ki zahiri gözümüz varsa, gönül gözümüz de vardır. Gönül gözü açılan bir derviş, mürşid-i kâmilini her yerde ve her zaman rabıta halindeyken görür. Resulullah Efendimizi (s.a.v.) görür, piranları görür. İşte bu hallerle hallenen o insan, artık hakikat ehli payasına ulaşmış demektir. Şu hususu çok iyi tefekkür etmeliyiz: Bizim ef’al mertebesinde gördüğümüz bütün fiiller, hakikat-i İlahiyeye dayanmaktadır.
Ehl-i ihvan, nefs-i mutmainne makamına geldiği zaman, Rabbinin hitabını gönlünde duyabilecek hassasiyete ulaşır. Artık, mütmain olmuş gönlünden hiçbir şüphesi kalmayan kişinin huzuru, iç âlemini yani enfüs âlemini Rabbinin sevgisiyle ihata ettiğini gösterir. Bu şekliyle gönül kilidi çözülmüş ve üzerindeki perdeler kalkmaya başlamış demektir. Perdelerin kalkmasıyla birlikte aradaki mesafelerin kısalmaya ve yakınlaşmaya başladığı gibi, gönül âleminde de tespitlerin gerçekleşmeye başladığını görürüz. Tabi ki bunların bir tamamı, gönül ehline gıda olabileceği gibi, bu hallerle hallenen o kimseler, gerek iman gerekse de amel noktasında “HAKİKAT” derecesine ulaşmış demektir. ”Hakikat” dediğimiz şey, Hakk’ın varlığı ve onda mevcut olan manaların aşikâre ehli ihvandan açığa çıkması demektir.
MARİFET; bilmek ve tanımaktır. Mecaz olarak ise bir şeyi becerebilme yeteneği, hüner gibi manalara gelen marifet, maneviyat itibariyle enfüs âleminde ilham edilen ilim, irfan, bilgi için kullanılan bir terimdir. Ayrıca marifet, halkta Hakk’ı görme derecesine ermek anlamındadır.
Marifetten maksat; Cenab-ı Resulullah’ın ahlakı ile ahlaklanmak ve bu suretle “Kamil İnsan” mertebesine yükselebilmek ve tevhid denizinin derinliklerine dalıp orada kaybolmaktır. ‘’Fenafillâh’’ mertebesine erişebilmek için, mutlaka şeriat-ı ahkâma, tarikat-ı müstakime, hakikat-i ilahiyeye ve marifetullaha ulaşmak ve yaşamak gerekmektedir.
Mutasavvıflar, marifet ile ilim arasında önemli farklılıkların olduğunu ileri sürmüşlerdir. İlim, teorik ve soyut bil¬gilerin adı olmakla beraber; aklın, nakil ve duyu organlarının aracılığıyla kazanılması mümkün olabilmektedir. Marifet, bâtıni olma özelliği taşıdığından dayanağı gönüldür. İlim sahi¬bine âlim, marifet ve irfan sahibine arif de¬nir. Akla dayalı bilgi kaldır yani söze dayalıdır. Ma¬rifete dayalı bilgi ise hal yani yaşamaya dayalıdır. Marifet; Hakk’ın nurlarının tecellisinden doğan coşkulu hal ve lezzettir.
Yazımızın ana konusunu teşkil eden ve hakikatimize ulaşmanın ana esaslarını belirleyen dört kapının daha net anlaşabilmesi için, Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin bir kıssası ile konumuza devam edelim.
Mevlana Hazretleri, insanların olgunlaşıp, hakikate ulaşabilmesi için dört kapıdan geçilmesi gerektiği ile ilgili sohbetleri esnasında, öğrencilerinden biri: “Efendim, bu dört kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?” diye sual eder. (Dört Kapı; Şeriat kapısı, tarikat kapısı, hakikat kapısı, marifet kapısı.)
“Evladım, karşı medresede dört kişi var ve hepsi de rahlelerine eğilmiş, derslerini çalışıyor. Sen git hepsinin ensesine birer şamar at, sonra da gel sana anlatayım.” Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat aşk etmiş.
Tokadı yiyen kişi, derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana Celalettin-i Rumi Hazretlerinin öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaatı olduğu için devam etmiş. Yaratanına güvenip ikinciye de bir tokat aşk etmiş. O’da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.
Öğrenci devam ederek üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.
Dördüncüye de bir tokat atmış. Dördüncü tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Bunun üzerine öğrenci geri dönmüş ve olanları Mevlana Hazretlerine anlatmış.
Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri: “İşte sana istediğin örnekler.” demiş. “Birincisi, şeriat kapısını geçememiş kişi idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için tokadı yiyince kalktı ve aynısı ile sana mukabelede bulundu. İkincisi; tarikat kapısında olduğu için, tokadı yiyince “Sana kim kötülük yaparsa bile, sen O’na iyilik yap’’ düsturu gereği O’da döndü ve yerine oturdu.
Üçüncüsü; hakikat kapısına kadar geldiği için hakikat ehlidir ve iyinin ve kötünün tek Yaratan’dan geldiğini bilir ve inanır. Bu kötülüğe, bu insanı acaba hangi iblis alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı. Dördüncüsü ise; marifet kapısını da geçmiştir. “İyinin ve kötünün tek sahibinin Cenab-ı Hak olduğunu’’ bildiği için, dönüp bakmadı bile.” diyerek öğrencisine dört makamı da anlatmıştır.
Sonuç olarak; şeriat ilimdir, tarikat ameldir, hakikat o amelin semeresidir. Şeriat gemi, tarikat deniz, hakikat oradaki incilerdir.
Yazımızı Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hazretlerinin bir hadis-i şerifi ile tamamlayalım inşallah.
“Şeriat kavlim, tarikat halim, hakikat Re’sülmalimdir.’’ Yani Allah ile ahdim üzere şeriata uyarım. Fakat şu andaki halim Allah’a giden yol üzerinde istikrar üzere oluşumdur. Varacağım nokta ise hakikattir. Çünkü bu bana ezelden nasip olmuştur.’’ (Re’sülmal; ana sermaye anlamındadır.)
Rabbim bizleri hakikatine ulaşanlardan ve marifetullahı yaşayanlardan eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Ehl-i hakikat muhabbetleri hiçliğimize vesile olsun inşallah.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 28.09.2015