Marifetullah yolculuğunun ana arteri olarak bildiğimiz şeriatın ve onun tali y0lları olan tarikat, hakikat ve marifet mertebelerinin tanımlanması ile yazımıza başlamayı faydalı buluyorum. Bahse konu olan yazımızın iki bölüm halinde yayınlanmasını daha uygun olduğunu mütalaa etmekteyiz.
Arapça kökenli olan HİCRET sözcüğü; "terketmek, ayrılmak, bir yerden başka bir yere göç etmek" anlamlarına gelmektedir. Hicret, sadece bedensel bir ayrılık değildir. Hicret; kulluğumuza mani olan benliklerimizi terk edip, Rabbimize yönelmektir. Hakikatimize mani olan masivaları terk edip, Rabbimize kavuşmak, Rabbimizde ifna olmak üzere yaptığımız yolculuktur, aslında hicret.
Allah (c.c)’ ın hilafet makamının sahipleri olan erenlerimiz, sultanlarımız; şeriatı, tarikatı, hakikati ve ma’rifeti Allah (c.c)’a ulaşma yolunda dört makam olarak kabul etmişlerdir. Bu sınıflandırmalardan ilki olan avam; şeriat ehlileridir. Avam; ilim ve marifet ehli olmayan, tasavvufi olgunluk eğitiminden geçmemiş nefsinin hastalıklarını iyileştirememiş kimselere avam denir. İkincisi havass; tarikat ehlileridir. Havass; seçkinler, özel kişiler anlamındadır. Üçüncüsü havassu'l-havâss; hakikat ehlileridir. Havass’ül havass; seçkin veliler anlamındadır. Dördüncüsü ise ehass-ı havassü'l-havass; marifet ehlileridir. Ehass-ı havassü'l-havass; seçkinlerin en seçkini, gerçeğe ve vuslata erenler anlamındadır. Bu derecelendirme ile bilir ve idrak ederiz ki; şeriat bedenidir, tarikat kalbidir, hakikat ruhidir, marifet ise Hakk’a isnat edilmektedir.
ŞERİAT; Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleri ile Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadis-i şeriflerinden yola çıkılarak dini esaslara dayalı Müslümanlık yasası ve İslam hukuku diye tarif edilebilir.
Allah (c.c) Şura Suresi ayet-13’te “Dinde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriatı); “Dini ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dinde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahiy ederek, size de şeriat kıldık.’’
Şeriatın, dinimizin emir ve yasaklar bütünü olduğunu ifade etmek de mümkündür. Çünkü İslam kanunları fıtridir. (Fıtri; doğuştan anlamındadır.) Şeriatın hiçbir hükmünü kaldırmak veya değiştirmek veyahut da aslını tahrif etmek mümkün değildir, mümkün de olmayacaktır.
Şeriatı olmayanın, tarikatından da hakikatinden de marifetinden de söz edilemez. Öyle ki, şeriat iki kanatlı kuşa benzer; kanadının birinde eksiklik olursa o kuş uçamaz, asıl hedefine ulaşamaz (Ali BEKTAŞ, SENSİN). Sultanımızın da buyurduğu gibi şeriat-ı Muhammediye ne ihmale gelir ne de ihlale. Bu makamların zevkine arif olunduktan sonra, her kim şeriatı ihmal ve ifsat ederse o kişi, tarikatını da, hakikatini de, marifetini de ifsat etmiş olur. (İfsat; düzeni bozma, karışıklık çıkarma anlamındadır.)
Cenab-ı Allah, şeriati yani Allah’ın icra etmekle mükellef kıldığı ve yasak ettiği amelleri, peygamberi vasıtasıyla, O’na Kur’an-ı Azimüşan’ı göndererek hikmetler vererek, O’nu üstün vasıflarla donatarak, insanlara emirlerinin tebliğini sağlamıştır. Günümüzde de zamanımızın nebileri, sahib-ül zamanı vasıtası ile de her an irşat ve tebliğlerine devam etmektedir.
Çevremizde son zamanlarda sıkça görmeye alıştığımız, şeriatı kendi arzularına ve keyiflerine uydurmak isteyenlerin halleri, çok açıktır ki, iman esaslı değildir. Buna yeltenen kimseler, Allah (c.c)’ın şeriatı, nefsin arzularını ve keyiflerini kırmak, taşkınlıklarını önlemek için gönderdiğini bilmemektedirler. Her şeriat, kendisinden önce gelen şeriatı nesh etmiş ve değiştirmiştir. En son gelen şeriat, bütün şeriatları kendinde toplamıştır. Diğer bir ifade ile tevhid etmiştir. Ebed’e kadar da hiç değişmeyecek olan şeriat, Sallallahü Aleyhi Vesellem Efendimiz’in şeriatıdır.
Mütefekkirler, şeriat ve tarikatın daha net anlaşılabilmesi için genelde şöyle bir misal vermektedirler: “Bir tas sütü düşünün; süt var, sütün suyu var, yağı var, kaymağı var. Bunların hepsi nasıl sütün aslından ise tarikat, hakikat ve marifet de şeriatın aslındandır. Şeriatın içerisinde özdür, birbirinden ayrılmaz birer kavramdır. Şeriat su, tarikat süt, hakikat yağ, marifetullah’ta kaymaktır.’’
Allah’a ulaşma yolunda mertebelerimizi, mana itibariyle değerlendirecek olursak; şeriat; “Bu benim, şu senin’’ şeklinde teşbih edilebilirken, tarikat; “Bu, hem senin, hem benim”, hakikat ise; “Ne senin ne benim’’ şeklinde teşbih edilebilir. Demek ki şeriat, Kur’an’a tabi olmak, emirlerini uygulamak iken; tarikat, hem Kur’an, hem de Resulullah Efendimizin (s.a.v.) sünnetlerini idrak etmek ve yerine getirmek sureti ile nefis meratiplerini aşmak demektir. Hakikat ise, gönül gözünü açmaktır. Marifetullah noktası ise artık Allah (c.c)’un sıfatlarında fani olumaktır.
Şeriat ve hakikat ayrı iki şey değildir. Birisi sistemdir, diğeri ise sistemin uygulanmasıdır. Dolayısıyla, şeriatı inkâr eden, hakikatı inkâr etmiş olur. Çünkü şeriat, hakikatin fiiller mertebesindeki adıdır.
Netice olarak, kim ki şeriattan bir hususu reddeder veya inkâr ederse, o hakikatı reddetmiş veya inkâr etmiş olur.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Not: Yazımızın devamını takip ediniz.
Mustafa AYALTI
Akçay, 28.09.2015