Milâdi 571 yılında iki cihan güneşi sevgili peygamberimiz Mekke’de dünyaya teşrif etti. O’nun doğumuyla birlikte alemler nurlandı, Mekke mükerrem bir şehir oldu. Henüz dünyaya gelmezden evvel babasını, altı yaşında iken de annesini kaybetti. Bu yüzden hem öksüz hem de yetim kaldı. Daha sonra dedesinin, O’da vefat edince evleninceye kadar amcası Ebu Talib’in himayesinde kaldı.
Sevgili peygamberimiz daha dünyaya gelmeden birçok mucizevi haller zuhura geldi. Fil vakası, Medayin şehri kralı Kisra’nın saray burçlarından 14 tanesinin yıkılması, Kâbe’nin içindeki putların pek çoğunun yıkılması, mecusilerin (ateşe tapanlar) bin seneden beri yanmakta olan ateşlerinin sönmesi, meşhur Sava gölünün bir anda kuruması gibi birçok olağan üstü haller zuhura gelmiştir.
O, bu âleme doğmazdan önceki devir cahiliye devri idi. Arap kavimlerinin insanlığa yakışmayacak kadar azgın ve sapık adetleri adeta din gibi yaşanır olmuştu. Kâbe-yi Şerif’in içini dışını putlarla doldurup onlara ibadet etmeleri, kadınlara cariye gibi kullanıp köle gibi satmaları, kız çocuklarından utanç duyup onları diri diri toprağa gömmeleri, zenginlerin fakirleri köle olarak zalimce çalıştırıp onlara işkence etmeleri bunlardan bazıları idi.
Bizler günümüzde, nur-u Muhammed’in kendi gönlümüzdeki zuhuruna şahit olabilmek için gayret edelim, bu yolda emek sarf edelim, sabır gösterelim. Bunu Seyyid Nizamoğlu bir ilâhilerinde
“ Gel kalma dünya elin de,
Cihanın mülkü malında,
Muhammed’in evlâdında,
Gel Muhammed’i bulalım”
derken ‘O gönüller sultanını gönül erlerinin muhabbetlerinde, O’nların gönül rehberliğinde bulabiliriz ancak’ diyerek bizlere yol gösteriyor.
Allah, meleklerine “Ben yeryüzü için bir halife halk edeceğim.” diye buyurdu ve Hz. Âdem’i yarattı. Sonra meleklere “Âdem’e secde ediniz.” dedi. Esasında Allah mertebesi O’nun “ene” dediği yerdir. Burada da kendisinden başka bir şey yoktur. Ancak, bu mertebede kendisine ve ehline malumdur. Ulûhiyetinden rububiyetine tecelli ederek yani Ahad iken bir “mim” alıp Ahmet olmuştur. Daha sonra izharını nur-u Muhammedi olarak kâinata yansıtmıştır. Kâinata yansıyan nur, Âdem olarak görünse de peygamberimiz ‘Âdem’den görünen de bizdik’ buyurarak bu konuya açıklık getirmiştir.
Bunun delili; Allah(c.c.)’ın Kuran’da “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” diye buyurmasıdır. (Enbiya, 108) Şu halde dünya âlemi denilen bu âlemdeki her şeyde kendince bir âdemdir. Hakikatte ise “âlem” dediğimiz Âdemden ibarettir.
Her şeyde Muhammed (s.a.v.) Efendimizin nuru mevcuttur. Bundan dolayıdır ki O gelmiş, geçmiş ve gelecek olan herkesin peygamberidir. Henüz İslâm ile şereflenmeyenler halâ ümmeti davette kalmışlardır. İnanıp iman edenler ise davete icabet edenlerdir. (Sebe, 28)
Peygamberimiz (s.a.v.) “Biz güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildik.” diye buyurmaktadır. Ayet-i kerime’de de “Muhakkak ki sen güzel ahlak üzeresin.” diye buyrulmaktadır.(Kalem,4)
Bütün kemal-i ilahi Cenab-ı Resululah Efendimizde hatmolduğu için O’na âlemlerin sultanı denmiştir. Yani O’na iman edip teslim olan kişiyi Allah’a vuslat ettirecek olan sultan, O’dur. (Rahman, 33) Bu zahir-batın bütünlüğü olan leduniyet yoludur.
Bu yol ancak tevhid yolu olup, hayali bir yolculuk değildir. Bu irfan yolculuğu; kişinin ehlinden talim etmekle arif olarak, bilerek, görerek yaşayacağı bir yolculuktur. Buna da ancak irfan meclisinde ariflerin muhabbet ve himmetleriyle ulaşılabilir. (Bakara,151/ Ali İmran,164/ Hucurat,7/ Cuma,2 ) Bu ayetleri çok iyi okuyup çok iyi tefekkür edelim.
Nasıl ki sevgili peygamberimizin dünyaya teşriflerinde mucizevi haller meydana geldi, batıla inananların sarayları, saltanatları yıkıldı, bizim gönlümüzde de bu doğumun gerçekleşmesi için nur-u Muhammed’in doğması için egolarımızın, zanlarımızın, nefsi bağımlılıklarımızın, dünyaya olan aşırı düşkünlüğümüzün saltanatının yıkılması gerekir. Unutmayalım ki bu saltanat, biz istersek yıkılacak. Bu doğum, biz istersek gerçekleşecek. Bu da ancak Allah ve Resulûnü her şeyden çok sevmekle ve varis-i nebi olan bir mürşid-i kâmile intisap etmekle mümkün olur.
Allah “Resulûme itaat, bize itaattir” diye buyuruyor. (Ali İmran, 31) Bu ayeti biraz daha genişletirsek, Resule iman eden Allah’a iman etmiştir. Resule teslim olan Allah’a teslim olmuştur. Resulû seven Allah’ı sevmiştir. Şimdi bu ayeti diğer bir manada okursak şöyle söyleyebilir miyiz? Resule iman etmezsen Allah’a iman etmezmiş olursun. Resule itaat etmezsen Allah’a itaat etmemiş olursun. Resulû sevmezsen Allah’ı sevmemiş olursun. Demek ki, Hz.Muhammed’e itaat ve O’nu her şeyden çok sevmek kulun farziyeti imiş.
Şu halde Cenab-ı Resullullah’ı geçmişte aramayalım, aslolan insandır. İnsan gönlü Beytullah’tır. İnsan Allah’ın sırrıdır. Allah’ı ve Resulullah’ı kendi gönül Kâbe’mizde arayıp bulmaya çalışalım. Bu yolculuğu dışımızdan içimize doğru yapalım. Yalnız bu yolculuğu ancak bir mürşit yardımıyla yapabiliriz.
Değerli dostlar; Konu, iki cihan güneşi sevgili peygamberimiz, Allah’ın habibi olunca yazılan bütün kel’amlar, söylenen bütün sözler noksan olur. Çünkü O’nu en güzel şekilde Allah Kuran’da methetmiştir.
Rabbim bizleri Peygamberimizi sevenlerle birlikte yoldaş eylesin. Rab’bim bizleri Peygamberimizin Livail Hamd sancağının altında olanlardan eylesin.
Rabbim bizleri Peygamberimizi canımızdan daha fazla sevenlerden eylesin.
Rabbim bizleri Peygamberimizin ahlâkını ve sünnetini lâyıkıyla yaşayanlardan eylesin.
Rabbim bu yolda cümlemizin yar ve yardımcısı olsun.
Enver EFE
İstanbul, 07.03.2015