Zariyat Suresi Ayet- 56 : “Ben cin ve insleri bana ibadet/kulluk etsinler diye halk ettim. ’’ diye buyrulmaktadır.
Yukarıda arz ettiğimiz ayeti kerimenin mealinden de anlaşılacağı üzere, yaratılış amacımızın, Cenab-ı Hakk’a, Rabbimin arzu ettiği doğrultuda bir kul olabilmek ve gerçek şahitliğe ulaşabilmek içindir. Elbette bu kulluk makamı sıradan bir makam olarak algılanmamalıdır.
Kulluk makamı, Hak’tan gayri bütün duygu ve düşüncelerden arınıp, varlığını Hakk’a isnat edecek kadar Rabbini seven, Rabbi için nefes alıp verme gayretinde olan insanların ulaşabileceği fedakârlık makamıdır, adanmışlık makamıdır ve ayrıca gayretlerinin neticesinde Hakk’a ulaşan, Hakk’a dost olan, kime kulluk ettiğini bilen ve şuurlanan kimsenin ulaştığı makamdır. Yaşamları bu hal üzere olan insanlar, varlığın birliğine müdahil olmuş, taklidi şahitlikten kurtulup gerçek şahitliğe ulaşmış olanlardır.
Cenab-ı Hakk’ın bizleri yaratmasındaki asli muradı, kendi gerçeğimize yol bulup bu minval üzere yaratılış gayemize uygun bir hayatı yaşamış olmamızdır. Bu maksatla ilgili olarak Cenab-ı Hak bir Hadisi Kutside: ”Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murad ettim ve halkı halk ettim.’’ diye buyurmaktadır.
Yaşadığımız bu âlem, Allah’a dost olarak hazırlanabilmek için fırsat âlemidir, kulluk alemidir. Yoksa kişi, geçici olan bu yaşam süreci içerisinde nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmezse bu alemde şuursuzca yaşar. Böyle bir yaşam şeklini benimseyen insanlar için Cenab-ı Hak, İsra Suresi ayet -72’de “ Bu alemde kör olan, ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır." diye buyurmaktadır.
Değerli dostlarım, kendimizi sorgulayalım ve cevabımızda Kur’an’i cevaplarla ancak “Allah’ı bilmek ve O’na kul olmak için’’ yaratıldık olmalıdır. Allah’a kulluk etmenin esası, Cenab-ı Hakk’ı hakkiyle bilmek ve Cenab-ı Hakk’a hakiki manada kul olmaktır. Bu halle hemhal olan böyle bir insan, hem Hakkı temsil edendir, hem de Hak adına iş görendir. Miras Müslümanı olarak yaşadığımız sürece hakikatimize ulaşmamız asla mümkün olmayacaktır. Bizler Hakk’ı tespit etmedikten sonra, varlığın birliğine müdahil olmadıktan sonra ne kendimizi ne de Rabbimizi bilmiş oluruz. Bu manada, kendi hakikatini tanıyan bir kul, Hakk’ı tanımış olacak ki kulluk başlamış olsun. Hakk’ı bilmeden, tanımadan yapmış olduklarımız sadece hayali kulluktur. Bizler her ne kadar Allah’tan gayri bir varlık yoktur desek de kendimizi ayrı, Hakk’ı ayrı zannettiğimiz sürece bizdeki bu ikilik anlayışı elbette bizim şirkimiz olacak ve aynı zamanda da aslımıza rücu etmemize mani olacaktır.
Asliyetinin arayışı içerisinde olan bir kulun secde etmiş olması, varlığında yok olması ve Hak’ta ebed olması anlamındadır. Dolayısıyla bizlerde, secdenin yokluk makamı olduğunun, kabul makamı olduğunun bilinciyle “ben’’ iddiasından vazgeçerek bütün mevcudatın ancak Allah ile var olabileceği hakikatine uyanmış olmalıyız. Bu itibarla secde, “Mutu kalbe ente mutu’’ sırrını talim etmektir. Ayn-el yakin mertebesinde, seyr u sulük halinde olan bir Hak yolcusunun amacı; Allah’ta ebed olmak, Rabbi’nin hoşnut olacağı bir hayatı yaşamak, Allah’a veli bir kul olmak ve Allah’a dost olmayı arzu etmesidir. Bunun içinde kişi öncelikle, Dünya nimetlerinden, arzın sofralarından, nefsin egolarından ve bencilliğinden arınmalıdır ki Hakk’ı temsil eden bir kul olarak, hakikatini keşfetmiş olsun. Söz konusu keşif, o kişiyi hakikat ehl-i yapar. Aksi takdirdeki yaşamı ise, boşuna yorgunluk olur.
Kainat‘ta, Zerreden küreye her ne varsa bütün nimetler insan için halk edilmiştir. Her zerre kendine tevdi edilmiş görevlerini bu alemde aksatmadan icra etmektedir. Her zerrenin görevini icra etmesi demek, laikiyle Cenab-ı Hakk’ı tesbih ediyor anlamındadır. Bizler de tesbihatımızı, kulluğumuzu sevgiyle, teslimiyetle, ünsiyetle ve iştiyakla aksatmadan yaşayalım ki Rabbimin hoşnut olduğu kulları arasında olalım, inşallah.
Kul köledir, kul içi boşaltılmış bir kaptır. İçerisine ne koyarsan onun ile dolar. Öyleyse, kul olmanın birinci esası; insanın kendisini gayri görmekten, gayri yaşamaktan arındırmış olmasıdır. Bir insanın Cenab-ı Hak’tan müstağni olarak yaşamış olması, kulluğuna vuslat etmesine mani olan en büyük prangadır.
Hem zahirde, hem batında tek bir gerçek vardır. O da “İLLALLAH’’ gerçeğidir. Allah gerçeğidir. İllallah gerçeğinin dışında var zannedilen her şey kişinin kendi zanlarıdır. Kendimizde oluşturduğumuz bu zanlar, bizleri tevhid adına vahdet noktasına, ikrar noktasına, şahadet noktasına taşımış olmaz. Bizler tevhid şahit olabilmemiz için, şahitliğin şuuruna, hakikati ilahiyesine ulaşmış olmalıyız. Diğer bir ifade ile varlığımızın, Hak’tan gayri bir varlık olmadığının şahidi olduğumuz ve varlığımızı Hakk’ın varlığında yok ettikten sonra, Cenab-ı Hakk’ın zuhur ettiği kulluk bizden açığa çıkar. İşte o zaman Allah Fecr Suresi Ayet,28’de “Ey itminane ermiş nefis, sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön. Kullarımın arasına katıl ve cennetime gir.’’ diye buyurmaktadır. İşte böyle bir kul, “Allah’tan gayri bir varlık olmadığına’’ şahitlik etmeye mevzun bir kuldur. Anladığımız şu olmalıdır ki, Allah’ın vahdaniyetine şahit olabilmenin sırrı, kul olabilmenin sırrında gizlidir.
Sonuç olarak; bir insanın Cenab-ı Hakk’ın birliğine müdahil olabilmesi için varlığını Hakk’ın varlığında ifna etmesi gerekir. Zahir ve batınında zerreden küreye her ne varsa, Cenab-ı Hakk’ın varlığı ile var olduğunu hakk-el yakin mertebesinde müşahede eden kul, gerçek şahitlerden olur.
Rabbim cümlemizi kulluk gayretinde daim olanlardan, iradesini Rabbine teslim edenlerden eylesin.
Rabbim cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Rabbim cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Mustafa AYALTI
İstanbul, MART 2015