İbadet; Allah’a karşı sevgi ve saygı ile itaatimizi, boyun eğmemizi ve O’na bağlılığımızı gösteren, duygu ve düşünce derinliğinde yapılan davranış biçimidir. Allah’ın emirlerini yerine getirme, O’na kulluk etme ve kulluğun şuurunda olma gibi manalara da gelen ibadet, yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme Halık-ı Zülcelal’in insana bahşettiği en büyük payedir.
Rabbimize yakınlık, kavram olarak “yakın olma’’ manasına da gelen “kurb” iki şekilde ifade edilmektedir: İnsanın Rabbine olan yakınlığı (hususi kurb) ve Allah’ın insana yakınlığı (umumi kurb). Kurb; bir nefha-i ilâhi olan insan ruhunun iman, amel-i salih, teveccüh, ihlâs, mücahede ve tezkiyesiyle inkişâf ettirilip Hakk’a mirât mücella hâline getirilmesi ve böylece insanın cismaniyet çeperini aşarak Rabbine yaklaşması demektir.
Öyle ise bir mü’min için en önemli şey, Rabbine yakınlık kazanmasıdır. Bunun en güzel yolu ise şüphesiz insanın yaratılış gayesine uygun hareket ederek farzı ve nafilesiyle ibadette derinleşmesidir. Yani ibadet ile kurbet doğru orantılıdır. Rabbine yaklaşmadaki asıl gaye; O’nun rızasına nail olmaktır.
Bizi kurbete ulaştıracak ibadetler, ana hatlarıyla farz ve nafile şeklinde iki gruba ayrılır. Farzlar Rabbi’mizin emri, nafileler ise Peygamber Efendimiz’in emir ve uygulamaları şeklinde bilinmektedir. Ancak nafile ibadetlerin, sünnetin yanı sıra Kur’an ve kudsi hadislerde de yer aldığını belirtmek gerekir. Meselâ; “Geceleyinde uyanıp kalk ve sana mahsus nafile olarak teheccüd namazı kıl! Ola ki Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır!” (Bkz. İsra,79)
Nafile ibadetlerin kulu Rabbine yaklaştıran en önemli vesilelerden olduğunu bir diğer kudsi hadiste Allah u Teâla şöyle buyuruyor ’’Kulum bana nafilelerle yaklaştıkça ben onu severim. Sevdiğim zaman da artık onun işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı ve tutan eli olurum. Benden bir şey isteyince, istediği şeyi ona veririm. Benden sığınma talep ettiği zamanda onu himayeme alır, korurum.” Bu ifadeleriyle nafile ibadetlerin önemi, nezd-i İlâhi’deki değeri anlatılıyor.
Her ibadette olduğu gibi oruç ibadetinde de nafile oruçların devamlılığı, nefis terbiyesi açısından müstesna bir değere sahiptir. Çünkü ibadetin devamı itaat, zikir, murakabe, niyet, ihlâs ve Hakk’a teveccüh de süreklilik arzeder. Allah’a kul olmanın en önemli tezahürlerinden biri hiç şüphesiz O’nu anmak ve zikretmektir. Efendimiz de kulluğunu ve gönlündeki Allah sevgisini, O’nu sürekli zikretmek suretiyle göstermiştir.
Resul-i Zişan Efendimiz pazartesi ve perşembe oruçları üzerinde önemle durmuştur. Pazartesi ve perşembe günlerinin ehemmiyeti hakkında Allah Resulü şöyle buyurmuştur: ”Ameller, Allah u Teâla’ya pazartesi ve perşembe günleri arz edilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum halde arz edilmesini severim.”
Zaman ve mekânların kıymeti sahne oldukları olayların büyüklüğü ve değeri ile ölçülür. Pazartesinin Efendimiz katında değerli oluşu, Rabbine şükran ve teşekkürlerinin bir ifadesidir. İki Cihan Güneşimiz’in dünyaya teşrif etmeleri, Rebiülevvel ayının 12.gününe rastlayan pazartesi sabahı olmuştur.
Ayrıca Peygamber Efendimiz, Milâdi 610 yılının Ramazan Ayı’nda, Hira Mağarası’nda Pazartesi Günü ilk vahiy gelmiş, peygamberlikle görevlendirilmiştir. Mekke’den Medine’ye hicret, pazartesi günü başlamış ve pazartesi Günü Medine’ye ayak basılmıştır. Yine Rebiülevvel Ayı’nın 8 Haziran’a rastlayan Pazartesi günü, Refik-i Alâ’ya (En Yüce Dost) ulaşmıştır.
Pazartesi ve Perşembe, bütün Müslümanların affedildiği günlerdir. Yalnız Hakk Teâla, birbirine kırgın ve dargın olanları bağışlamaz, barışıncaya kadar onların kendilerine bırakılmalarını emreder. Cennetin kapılarının da pazartesi ve perşembe günleri açıldığı buyurulmaktadır.
“Nefsini günahsız ve temiz tutan, mutlaka felâh bulacak, onu kirletip gömen de şüphesiz zarara uğrayacaktır.” (Bkz. Şems,9-10)
Ebu Zerr-i Gifari‘den rivayet edilen bir Hadis-i şerifte, Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuştur: “En iyi cihad, insanın kendi nefsanî arzularıyla Allah rızası için yaptığı cihaddır. Hakk’a yönelen bir insan, iradesini “nefsini ıslah etme” yönünde kullanırsa Rabbi Teâla’nın yardımı ona müesser olur.
Rabbi Teâla, insanı mânevi bir cevher ile mücehhez kılmışsa o cevheri meydana çıkarmak gerekir. Nefisle mücadeleden maksat da budur. Yani nefsi tortularından süzmek, hülasasını meydana çıkarmak ve insanî nefis hâline getirmektir.
Nefis mücadelesinde farz olarak devamlılığı esas alınan oruç, nafile olarak da pazartesi ve perşembe günlerinde sünnet-i seniyye olarak önem teşkil etmektedir. Cenâb-ı Hak, Ezeli Kelâm’da “Sana ölüm gelinceye kadar Rabbin’e ibadet et.” diye buyurmaktadır. (Bkz. Hicr,99)
Gündüzünde oruçlu olmak, gecesinde de muhabbet ve zikirle meşk etmek ve Rabbimizin rengine boyanmış olmak eşsiz bir nimettir. “Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir.” (Bkz. Nahl,128)
Rabbimize hamd eder, Zat-ı Uluhiyetinden seyyudül kainat Efendimize onun Ehlibeytine, ashâbına, pirana, azizhana ve mürşithana olan rahmet deryasını coşturmasını niyaz ederiz .
Davay-ı Nübüvvetin mirasçısı olmak, Nebiyy-i Ekrem efendimizin ahlakı hamidiyesini hayatımızda hakim kılmakla mümkündür. Rabbim, İlâhi davetini en güzel bir şekilde mukabele ile değerlendirebilmemizi cümlemize nasip eylesin.
Safiye Turan
12. 10. 2014, Altınoluk