İsa As.’dan sonra 1. yüzyılda Avrupa’nın Akdeniz kıyıları, Ege, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika kıyıları, çok tanrılı bir dine bağlı olan Roma İmparatorluğunun egemenliği altında idi. Roma imparatorluğu, kuzey ve batı Avrupa’da çeşitli tabiat güçlerine tapan Germen krallıkları ile, Doğu Avrupa’da yine doğa güçlerine tapan İstikler ve ateşe tapa Sarmatlar ile komşu bulunuyordu.
Aynı devirde Asya’nın güneyinde Hindistan ve çevresinde Buda dinine bağlı Kuşhanlılar devleti bulunuyordu. Orta Asya’da Hun devleti, İran ve dolaylarında ise, ateşe tapan Pers krallığı hüküm sürüyordu.
İsa As’ın dini Hıristiyanlık ise, bu yüzyılda, gerek havariler, gerekse diğer inananların gayretleriyle, hem Filistin yöresinde, hem de o devirlerde Doğu Akdeniz’e hükmeden Romalılar arasında gizli gizli yayılmaya başladı. Roma İmparatorluğu bu yeni dinin karşısında idi. Yakalanan Hıristiyanlar çeşitli işkencelere maruz bırakılarak öldürülüyor veya arenalarda vahşi hayvanlara yem olarak atılıyorlardı.
Roma imparatorluğu, İsa As.’dan sonra 2. yüzyılda sınırlarını daha da genişletti. Asya’da Pers İmparatorluğu ile dar bir sınırı paylaşıyordu. Geri kalan tüm bölgelerde ise sınırlarının ötesinde sadece barbar kavimler bulunuyordu. Hıristiyanlık ise son derece şiddetli tepkilere rağmen gizlice yayılmaya devam ediyordu.
İsa As.’dan sonra 3. yüzyıl başlarında Asya’da Güney Hun Devleti yıkıldı. İran’da hüküm süren Pers İmparatorluğu ise, Sasaniler denilen yeni bir hanedanın eline geçti. Asrın sonlarına doğru Roma İmparatorluğu, iç sorunları yüzünden bir gerileme devresine girdi. Hıristiyanlık ise Asya ve Avrupa’da oldukça yayıldı. Bu durum Hıristiyanları teşkilatlanmaya zorladı. Kurulan teşkilatın başında Piskopos (müfettiş) bulunuyordu. Papazlar (presbit), piskoposun emrinde çalışıyorlar, onların yanında da diyekos denilen hizmetkarlar bulunuyordu. Önceleri sade bir şekilde yapılan dini törenler, daha sonraları kutsal sayılan Pazar günlerinde İncil okunup, ilahiler söylenip, yemekler yenilen ayinlere dönüştü.
İsa As.’an sonra 4. yüzyıl başlarında, Hıristiyanlık Roma İmparatoru Konstantin tarafından serbest bırakıldı. İmparatorluğun başşehri ise, Roma’dan İstanbul’a (Costantinine Costantinepolis) taşındı. Bu arada imparator da Hıristiyanlığı kabul etti. Bu devirde Hıristiyan aleminde 60 dolayında birbirinden farklı İncil bulunuyordu. Bu durumun kötüye gideceğini gören imparator, İznik’te bir din meclisi topladı. Meclis İncil’leri inceleyerek, gerçeğe en uygun görülen dört İncil’i (Luka-Markos-Yuhanna-Matta) kabul etti. İmparatorun kendiside dinin koruyucusu sıfatını aldı.
Hıristiyanların Arap yarımadasına, bu asrın 2. yarısında Bizanslı misyonerlerce getirildi. Museviliğinde o sıralarda Arabistan’da tekrar yayılmaya başladığı kabul edilmektir. Roma İmparatorluğu da bu asrın sonunda, doğu ve batı olmak üzere iki krallığa bölündü.
Hz. İsa’dan sonra 5. yüzyıl ortalarında Atilla hükümdarlığındaki Hun’ların saldırıları ile Batı Roma İmparatorluğu yıkıldı. Avrupa çeşitli feodal krallıklara bölündü. İran’da hüküm süren Zerdüşt dinine mensup Sasaniler, Hıristiyan Bizans İmparatorluğu ile dinsel savaş niteliğinde, sürekli savaş ve çatışlalar, gerek Anadolu, gerekse kuzey Arabistan yörelerinde devam etti.
Bahsedilen bu devirlerde bütün Dünya’da, insanlar arasında sınıf farklılıkları bulunuyordu. En kötü durumdaki insanlar, köleler ve esirlerdi. Diğer insanlar da ağır vergilerin ve din kavgalarının etsisi ile günden güne yoksullaşıyorlardı. Bilhassa kadınlar, erkeklerin elinde köle muamelesi görüyor, eşya gibi alınıp satılıyordu. Hatta Hindistan’da kocası ölen çocuksuz kadın, kocasının cesedi ile birlikte diri diri yakılırdı. Yahudilerde de durum pek farklı değildi. Kızlar babalarının evlerinde bir hizmetkar muamelesi görür, icabında satılabilirdi. İran’daki dinlerde ise kız kardeş ve ana ile evlenmek caiz görülmekte idi.
İsa As’ın kadınlara son derece önem verdiği ve erkeklerle aralarında fark gözetmediği halde, İslamiyet öncesi devirlerdeki Hıristiyanlık aleminde de kadınlar kölelik mevkiinden kurtulamadılar.