“Kesrette Vahdet, Vahdette kesret” terimini daha iyi anlayabilmemiz için Tehvid kavramını çok iyi anlamamız, analiz etmemiz gerektiğini düşünüyor ve tehvidin gerek lügat anlamını gerekse ilmi hakikat bağlamındaki anlamını arz ederek yazımıza başlamak istiyorum.
Tevhid; Arapça lisanında, birleşmek anlamında olup; Allah'ın zatını, akılla tasavvur olunan, zihni olarak hayal edilebilen her şeyden uzak tutmak, anlamında ifade etmemiz mümkün olup, kelime olarak ‘birlik’ manasını da ifade eder. En önemlisi de Tasavvuf literatüründe ne anlama gediği çok önemlidir. Tasavvufi manada; Allah’ın zatını, aklen tasavvur edilen ve zihnen tahayyül edilen her şeyden tecrid etmektir, diye tarif etmemiz daha doğru olanıdır. Yani Allah’ı zihnimizde nasıl tasavvur ve tahayyül edersek edelim, ama bilelim ki bu tasavvur Allah (c.c.) değildir. Tevhidin hakikatine eren her salik BİR’den başkasını unutmalıdır.
Tehvidi üç ana başlıkta arz edebiliriz. Birincisi, Allah cc. Rububiyetiyle yani Rablığı ile tanımak, ikincisi, Vahdaniyeti ile ikrar etmek, üçüncüsü, Eşi ve benzeri olmadığına iman etmek olarak arz edebiliriz. Tevhid, kul kendi iradesini Hakk'ın iradesinde eritmesi olarak tanımlandığı gibi, insan vücudu anasırını sarıp sarmalayan masivayı silip süpürüp, sadece Cenabı Hakk'ı gönlünde mihman etmesi olarak da arz edebiliriz.
Değerli gönül dostu kardeşlerim; Gelelim şimdi esas konumuza yani KESRETTE VAHDET, VAHDETTE KESRET bize neler anlatıyor, neler hakikatimize yol bulmamıza vesile oluyor, hakikat bağlamında anlamamız gerekenler nelerdir? Şimdi örnek bir cümleyle konuya girelim.
Düşünün ki; çayımızı yudumlarken bardağımızı, üzerine koyduğumuz ağaçtan yapılmış bir sehpayı düşünün. Söz konusu sehpanın ham maddesinin her hangi bir ağaç olduğunu farz ederek, “bize ormandan bir ağaç getirin” dense, acaba hangi ağacı diye düşünürüz. Ama; “Şu sehpayı getirin” dense, hemen getiririz. Çünkü; söz konusu obje ağaçtan yapılmış olup, aslı ağaçtır. Ama, mertebesi ve mertebesiyle birlikte ismi de değişmiş, ağaçken sehpa olmuştur. Örnekten de anlaşılacağı üzere; kainatta da Allah'tan gayrı hiç bir şey, hiçbir varlık yoktur, ama gördüğümüz her şey Allah değildir. Görülen her zerrenin mertebesi değişmiş olması nedeniyle, ona verilen isim de değişmiştir. Bu nedenle “Allah” değil, ancak: “Allah'tandır” diye ifade edebiliriz. Tıpkı sehpa “Ağaçtandır” diyebildiğimiz gibi. Tasavvufi düşüncede vahdet; birlik asıl olan, kesret ise, çokluk anlamında olup; izafidir. Var olan ve yok olması asla mümkün olmayan yegane tek varlık Cenab-ı Hakk’tır.
Arz ettiğimiz hakikatlere ulaşmanın tek yolu, Peygamber Efendimizin bizlere buyurduğu şu duası ile mümkün olup, çok önemlidir. “Allah’ım bana eşyanın hakikatini göster” diye dua buyurmuşlardır.
Bizim vahdet ve kesret anlayışımızı geliştirecek olan bu hakikattir. Yani eşyanın hakikatidir. Eşya denildiği zaman alemdeki her şey aklımıza gelmelidir. İnsan da buna dahildir. Bu dua ile insan hem kendinin hem de alemdeki her mevcudun hakikatini bilebilir, öğrenebilir.
Bu hakikate ulaşmanın temel yolu “Nefsini bilen Rabb’ini bilir” hadisinin içinde gizlidir. Buda hakikati asliyemize ulaşıp, Hakikatimizle yaşayarak mümkün olabilir. Ve böylece; Uluhiyet’in tevhidi ile, bütün kesret alemini oluşturan ilahi isim ve sıfatları “Allah” ismi altında cem etmemiz veya tevhid etmemiz mümkündür dostlar.
Sonuç olarak; Kesret ve Vahdet’ten hareketle, tevhidin hakikatine ulaşmış dervişler kesretten vahdete ulaşarak, her zerrenin Allah cc. un isimlerinin tecellilerinden ibaret olduğunun zevkine varırlar. Tevhidi manada, vahdette Cemal-i ilahi tezahür eder. Vahdetten kesret, kesretten de vahdet zahir olur. Yani birbirlerine karşılıklı ayna olup; birbirlerini aksettirirler, yansıtırlar.
Bahse konu olan kesret ve vahdet tezahürlerini Rabbim bizlere basiret gözünden seyretmeyi naip etsin.
Rabbim Cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Kalın sağlıcakla.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 27 Eylül 2024
Dört kapı; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet kapısıdır. Şeriat “bilmek”, tarikat “uygulamak”, hakikat “olmak” yeridir.
Bilmek; okumakla, dinlemekle mümkün olur, bu şeriatın kapısıdır. Uygulamak; ancak müdahil olmak, ihlaslı ve gayrette daim olmakla mümkün olur, bu tarikatın kapısıdır. Neticeye ulaşmak ise birde bir olmak, sâlih amel ile yakîni yaşamakla mümkün olur, bu da hakikat kapısıdır. Bu kapılardan geçebilmek ise marifet kapısıdır.
Şeriat “ilim”, tarikat “amel”, hakikat ise “neticeye’’ ulaşmaktır. Şeriat deniz, tarikat gemi, hakikat ise denizin içindeki inci mercandır. Marifet ise şeriat denizinde tarikat gemisiyle hakikat deryasına ulaşıp oradaki inci mercanı çıkartmaktır.