Değerli dostlar, öncelikle Rabbimize varlığının sonsuzluğunca hamd ve şükrederiz. Habib-i Hüdâ, Hatem-ül Enbiya, Ahmed-i Mahmud, Muhammed Mustafa'ya (s.a.v) ve O'nun aziz pak Ehlibeytine ebeden salât ve selam ederiz.
Âlemlere rahmet olan Peygamber Efendimiz miladi 571 yılı Rebiyülevvel ayının 12. gecesi dünyaya teşrif etmiştir. Bu geceye de doğum gecesi manasına gelen mevlid kandili denilmiştir. Resûl ü Ekremin doğum günü olan Mevlid kandili, bütün Müslümanlar arasında büyük bir coşku ile kutlanmakta, Resûl ü Ekrem Efendimiz derin bir saygı ile yâd edilmektedir.
Peygamber Efendimizin doğumunu kutlarken aynı zamanda O'nun getirmiş olduğu evrensel mesajı, iman ve ibadet hayatını, yüce ahlâkını, insan onurunu koruyan ilkelerini, kardeşlik hukukunu, birlik-beraberlik, eşitlik, yardımlaşma ve adalet anlayışını da hatırlamalıyız. O'nun bizzat Rabbimiz tarafından övülen ahlâkını örnek almalıyız.
Müslümanlar, Mevlid gecesine çok önem vermişlerdir. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Asr-ı Saadetten bu güne kadar, sözün sultanları tarafından Cenâb-ı Resûlullah Efendimizi öven nice ilâhiler, kasideler ve naat-ı şerifler yazılmıştır. Bunların başında Türkiye’de her zaman gelenek olarak okunan Süleyman Çelebi'nin 15. asırda yazmış olduğu asıl adı "Vesiletü'n Necat" olan mevlid-i şerif gelir.
Bu manada âlemlere rahmet olarak gönderilen Resûl-ü Ekrem Efendimizin dünyaya teşriflerinin yıldönümüne bir daha ulaşmış olmanın sevinç ve mutluluğunu yaşamaktayız.
Yaratılış gayesinin unutulduğu, insanî erdemlerden uzaklaşıldığı, cehalet ve zulmün karanlığının dünyayı kapladığı bir dönemde Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz Mekke ufkundan âlemlere rahmet güneşi olarak doğmuştu. O'nun doğumu insanlık için müjde, mahzun gönüller için sevinç olacaktı.
O'nun gönderiliş sebebi, Ayet-i Kerimede mealen buyruluyor; ‘‘Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.’’ (bkz. Enbiyâ,107) ‘‘Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.’’ (bkz. Sebe,28)
İbrahim ve İsmail'in duası, İsa'nın müjdesi, Abdullah'ın yetimi, Amine'nin emaneti ve müminlerin gözbebeği, Ehlibeytin serdarı, dürr-i yekta, nur-u Yezdan olan Efendimiz, Kudret-i Mevlâ’nın insanlığa en büyük ikramıdır. "Andolsun Allah müminlere, kendi içlerinden, onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur…"(Âl-i İmrân,164)
Efendimiz, cehaletin yerine bilgi ve hikmeti, zulmün yerine hak ve adaleti getirmiştir. "Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im, ben rahmet peygamberiyim…" diyen kutlu Nebi. Nefret olan yere sevgi, ümitsizlik olan yere ümit, korku olan yere güven, kararan kalpleri, körelmiş vicdanları muhabbet ve merhametle yeniden inşa ve ihya etmiştir.
Kur'an'ın ifadesiyle O "Bizim içimizden bize gelmiş" bir elçidir ve kendisini örnek almamız için gönderilmiştir. Bizlere O'nun gibi bir kul, O'nun gibi bir evlat, O'nun gibi bir eş, O'nun gibi bir baba, O'nun gibi bir arkadaş, O'nun gibi bir komşu, O'nun gibi bir yönetici olmanın gereği bildirilmiştir. Bunun neticesinde de Rabbimizin affına sevgisine mazhar olacağımızın müjdesi verilmiştir.
Her müminin Cenâb-ı Resûlullah'ı ve Ehlibeytini çok sevmesi, imanın gereğidir. Çok sevmek ve övmek, kâmil mümin olmanın da alametidir. Zira Cenâb-ı Resûlullah'ı övmek, O'na salât ve selam etmek ibadettir, emir-i ilâhîdir.
Hadis-i şeriflerde buyruldu ki: ‘‘Beni ana-baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz.’’ Bir şeyi çok seven, elbette onu çok anar. Resûlullah'ı seven de onu çok anar.
Efendimizi anmak, hatırlamak ibadettir. Bu ibadeti, şiir olarak söylemek daha tesirli olur. Resûlullah Efendimizin şairleri, mescidde Cenâb-ı Resûlullah'ı öven ve kâfirleri kahreden şiirler okurlardı. Bunlardan Hassan bin Sabit Hazretlerinin şiirlerini çok beğenirdi. Cenâb-ı Resûlullah, mescide bu şair için bir minber koydurdu. Hassan bin Sabit Hazretleri minbere çıkar; düşmanları kötüler, Resûlullah'ı överdi.
Resûlullah Efendimiz de buyurdu ki: ‘‘Hassan'ın sözleri, düşmanlara ok yarasından daha tesirlidir.’’ Bu husustaki hadis-i şerifte: ‘‘Allah u Teâlâ, Resûl'ünü övmek ve müdafaa etmek hususunda Hassan'ı, Ruh-ul-kuds Cebrail aleyhisselam ile takviye etmektedir.” diye buyrulmuştur. Efendimiz, şairin söylediği şiiri beğenip ‘‘Dişlerin dökülmesin.’’ diye dua etmiştir.
Vehhabiler, Selefiyeciler, mezhepsizler Resûlullah Efendimizi öven ve O’ndan şefaat isteyen Müslümanlara müşrik; mevlidi de bid’at olarak sayarlar. Oysa Resûlullah’ı övmek bid'at olmaz. Bilakis sevap olur. Bu övgüden ancak Cenâb-ı Allah’ı sevmeyenler rahatsız olur.
Çünkü Rabb-i Teâlâ O’nu övmektedir. Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruluyor ki: ‘‘Senin için bitmeyen, sonsuz mükâfat vardır. Elbette sen en büyük ahlâk üzeresin.’’ (bkz. Kalem,3-4) ‘‘Rabbin sana çok nimet verecek, sen de razı olacaksın!’’ (bkz. Duhâ,5) ‘‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki ola ki bundan dolayı Allah sizi sever ve günahlarınızı bağışlar.’’ (bkz. Âli İmrân,31)
Resulullah efendimizi çok övmek, O’na salât ve selam etmek Rabb-i Teâlâ'nın Habibine verdiği üstünlükleri saymak ve O'ndan şefaat istemek, büyük ibadettir. Buna karşı koymak, büyük bir cehalettir.
Cenâb-ı Resûlullah’ı övmeye anmaya delil olarak, Ahzâb suresinin (Allah ve melekleri, Resûl’e salâvat getiriyor, iman edenler, siz de salâvat getirin) mealindeki 56. âyet-i kerimesi yetmez mi?
Hiç kimse O’nu Kudret-i Mevlâ’nın övdüğü kadar övemez. Bu övgüden de ancak başka dinde olan rahatsız olur.
Efendimiz doğduğu gün, putlar yüz üstü devrildi. Efendimiz doğduğu gün, tağutun büstü yıkıldı. Efendimiz doğduğu gün, sünnet edilmiş görüldü. Efendimiz doğduğu gün, kâinat nur ile doldu, şeytanlar sararıp soldu. Çok garip olaylar oldu. Efendimiz doğduğu gün Save gölü kurudu. Bin yıl yanan ateş söndü kâfirler şaşkına döndü. Efendimiz doğduğu gün büyücüler âciz kaldı. Sihir yapamaz oldu. Kisra’nın sarayı yıkıldı.
Âlemlerin bânisi olan, ey âlemlerin Efendisi, ey rahmet ve merhamet peygamberi, ey nur-u dilara, ey şeb-i yeldanın meltem esintisi, Sen kâinata her lahza doğmaktasın. Sen güneşle doğarsın, güneş senin nurunla doğar. Günle doğarsın, gün senin nurunla doğar.
Ey gül kokulum, ay ve yıldızlar seninle, geceler seninle doğar. Aşkına, âlemler ve felekler yaratılan ey Nebi; seni kendi nurundan, âlemleri de senin nurundan halk eden, "Levlake ya Muhammed’’ sen olmasaydın âlemler olmazdı iltifatının muhatabı olan sultan yine tekrar doğ gönlümüze.
Ey yaratılmış ruhların ilki, ey Âdem’in çamuruna üflenen ruh, ey İbrahim’in alnındaki nur, ey Hatice’nin nazlısı, Nebilerin hatemi, Hüdâ’nın Habibi; ashâbın, sadat-ı kiramın, azizânın, sadıkânın, göklerin, meleklerin, âşıkânın, kalenderanın salât ve selamı ebeden senin üzerine olsun.
Ey Habib-i Hüdâ, ey Hatem-ül Enbiya en çok sen övgüye ve selama layıksın. Zira Rabbin ve melekler sana her an övgüye salât ve selam etmektedir. Senin kadrini yüce tutmada zatına seni habib eyledi. Ey Hakk’a mirat olan, güzeller güzeli sevgili sen en sevgilisin. Hangi makam bundan daha öte olabilir!. Seni lütfeyleyen kudret-i Mevlâ’ya sonsuz hamd ve şükür ederiz.
Ya Nebiyyallah "Yasin, Tâhâ, Vedduha, Vennecmi" senin yücelik nişanındır. Kudret-i Hüdâ "Sana; kevseri verdik" diye buyurmuştur. Ey seyyidler serdarı, ey sevgili âşıkların sana öyle güzel sözler söylediler ki, bize söylenecek söz bırakmamışlar. Seni öyle övmüşler ki biz, seni övmekte aciz kaldık, söz bulamadık Efendim. Senin fazilet ve kemâline nihayet yok. Çünkü sen Ahmed-i Mahmud, Muhammed Mustafa’sın Efendim. (s.a.v.)
Değerli dostlar, bu geceyi vesile bilerek, Ona ümmet olmanın şuuruyla gecemizin feyzinden bereketinden istifade edelim. Mevlâ’m cümle insanlık ailesini şefaati Mustafa’ya dâhil olanlardan eylesin. Affı ve merhameti sonsuz olan ey sonsuz kudret, vatanımıza, hanelerimize, milletimize dirlik, birlik ve sağlıklar ihsan eyle.
Mevlid kandilini kutlar; insanlığın necatına vesile olan bu özel gecelerin, yeniden bütün insanlığa sevgi, barış, huzur ve hayırlar getirmesini niyaz ederim.
Rabbim yâr ve ayânımız olsun.
Ali BEKTAŞ
İstanbul, 22 Ocak 2013
Dört kapı; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet kapısıdır. Şeriat “bilmek”, tarikat “uygulamak”, hakikat “olmak” yeridir.
Bilmek; okumakla, dinlemekle mümkün olur, bu şeriatın kapısıdır. Uygulamak; ancak müdahil olmak, ihlaslı ve gayrette daim olmakla mümkün olur, bu tarikatın kapısıdır. Neticeye ulaşmak ise birde bir olmak, sâlih amel ile yakîni yaşamakla mümkün olur, bu da hakikat kapısıdır. Bu kapılardan geçebilmek ise marifet kapısıdır.
Şeriat “ilim”, tarikat “amel”, hakikat ise “neticeye’’ ulaşmaktır. Şeriat deniz, tarikat gemi, hakikat ise denizin içindeki inci mercandır. Marifet ise şeriat denizinde tarikat gemisiyle hakikat deryasına ulaşıp oradaki inci mercanı çıkartmaktır.