Değerli dostlar; Hakikati asliyesinin arayışı içerisinde olan bir insan evvela bu yolculuğa kendi iç aleminden başlamalıdır. Geçmiş yazılarımızda da arz ettiğimiz üzere insan vücud-u anasırı iki hal mertebenin zuhurudur demiştik. Neydi bunlar? Birincisi; nefsaniyet yönümüz, diğeri ruhaniyet yönümüz. Şöyle de ifade edebiliriz; birisi şeytaniyet yönümüz, diğeri ise Rahmaniyet yönümüzdür. Enaniyetimizin esaretinde olan nefsimiz bize daima kötülüğü emreder. Rahmaniyetin emrinde olan ruhaniyetimiz ise, Rabbimizin hoşnut olacağı yöne doğru yol aramamızı emreder.
Bize negatif yönde etki eden nefis mertebeleri nelerdir diye bir sual olursa el cevap, nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime diyebiliriz. Bahse konu bu nefis mertebeleri insanları şeytaniyetinin arzu ettiği yöne doğru davet eder. Oysaki; Hakikati asliyesinin arayışı içerisinde olan veya Rabbinin arzu ettiği istikamete doğru yol alma gayretinde olan hak yolcularının tek gayesi vardır, oda nefis meratiplerinin dördüncüsü olan NEFS-İ MUTMAİNNE’ ye ulaşmaktır.
Malumunuzdur ki; Nefsi mutmainne edebilmek elbette zor bir zanaattır. Çünkü; benim dediklerinden feragat edeceksin yani enaniyetinden firar edeceksin, varlığının hakkın varlığından başka bir varlık olmadığına iman edeceksin ve yaşayacaksın. Bu hususlara vasıl olduktan sonra; Rabbine sadakatle, samimiyetle teslim olacaksın. Sonrada bu güzellikler bizden zuhur ettiğinde, işte; hemen o anda şu ayet biz iner zaten kardeşim. “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön. (salih) kullarım arasına katıl ve cennetime gir” ayeti sana inzal olur, diyor Allah cc.(Fecr, 27-30).
Yaratılma gayesine arif olamayan nefsinin heva ve heveslerinin esaretine kapılmış olarak, şeytani deryaya yelken açmış, nasıl istiyorsa öyle yaşamış apaçık düşmanı olan şeytanı ve şeytanileri dost edinmiş, hatta Allah korusun, Rabbini inkar etmiş birisini düşünün, işte bu kimse, sonunda, “her nefis ölümü tadacak” buyruğunca bu gibi kimseler de ölümü tatmış olacaktır. Enaniyetinin esaretinde olan birisi, alemi ervahı hiç düşünmeden, hiçbir hazırlığı olmadan ölüm ona geldiğinde ebedi alemdeki durumunu tefekkür etmeye çağırıyor Rabbim bizleri dostlar. Bunların hali nice olacak…?
Bakınız bu gibi insanlara Rabbim ne buyurur, vaktin varken hakkı gör ve Rabbine dön diyor. Çünkü ayeti kerime de Allah cc.; “Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde her ne varsa Allah’ındır. O, sizin içinde bulunduğunuz durumu da, kendisine döndürüleceğiniz günü de mutlaka bilir. Onlara işlediklerini haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir” diye buyuruyor. (Nur; 64)
Nefsi emmarenin esaretinde olan bir kişi, nefsinin sahip olduğu her şeyi Hakk’a teslim ettiğinde, “Rabbine dön” emrine mutlak surette uymuş olur. Ölmeden önce ölmek işte budur. İşte “Rabbine dön” emri budur.
Nefs-i mutmainne derecesine ulaşan insanı, Allah cc. cennetine kabul ettiğini ve ayrıca; “Benim kullarım” diye buyurması iltifatların en güzelidir. “Nefsine arif olan Rabbine arif olur” Hadis-i Şerifinden de anlaşılacağı üzere; nefsini mutmain eden bir ehli dost, kulluk mertebesine vasıl olur, sonrada cennet ehli olur inşallah. Bu sevgi ve hoşnutlukların, mü’minlere kazandırdığı son nimet cennete kabul edilmeleridir, diye zevk etmemiz mümkündür.
Sonuç olarak; nefsini mutmain ederek huzura kavuşmuş İman sahibi insan; dünya hayatını da yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümin birisi olarak, kendisini ifade etmesi mümkündür dostlar.
Değerli dostlar; Hakk’ı görüp, Hakk’a teslim olanlara selam olsun, diyelim ve yazımızı bu cümle ile sonlandırmış olalım inşallah.
Rabbim, cümlemizi Hakk’ı görüp, Hakk’a teslim olanlardan eylesin.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Hoşça kalınız.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 05 Kasım 2022
Dört kapı; şeriat, tarikat, hakikat ve marifet kapısıdır. Şeriat “bilmek”, tarikat “uygulamak”, hakikat “olmak” yeridir.
Bilmek; okumakla, dinlemekle mümkün olur, bu şeriatın kapısıdır. Uygulamak; ancak müdahil olmak, ihlaslı ve gayrette daim olmakla mümkün olur, bu tarikatın kapısıdır. Neticeye ulaşmak ise birde bir olmak, sâlih amel ile yakîni yaşamakla mümkün olur, bu da hakikat kapısıdır. Bu kapılardan geçebilmek ise marifet kapısıdır.
Şeriat “ilim”, tarikat “amel”, hakikat ise “neticeye’’ ulaşmaktır. Şeriat deniz, tarikat gemi, hakikat ise denizin içindeki inci mercandır. Marifet ise şeriat denizinde tarikat gemisiyle hakikat deryasına ulaşıp oradaki inci mercanı çıkartmaktır.