Ezel sırlarını ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen çözersin ne de ben
Perdenin gerisinde seni beni bir konuşturan var.
Perde kalkarsa ne sen kalırsın ne de ben
Ebu'l Hasan Harakani
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
Yunus Emre
Vasıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dur olmadan
Kenz açılmaz şol gönulde ta ki pür-nur olmadan
Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ide Hakk
Padişah konmaz saraya hane ma'mur olmadan
Şemseddin-i Sivasi Hz
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Yunus Emre
Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfan olan anlar bizi
İlm-i sır'da bahr-i bi-pâyan olan anlar bizi
Bu fena gülzârına tâlip olanlar anlamaz
Vech-i bâki hüsnüne hayran olan anlar bizi
Niyâzî-i Mısrî
Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Yunus Emre
Ârifin her bir sözünü duymaya insan gerek
Bu cihanda sanmayız hayvan olan anlar bizi
Ey Niyâzi katremiz deryaya saldık biz bu gün
Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi
Niyâzî-i Mısrî
Bir gönülü yaptınısa
Er eteğin tuttunusa
Bir kez hayır ettinise
Binde bir ise az değil
Yunus Emre
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Güneşin karşısına bir ayna konsa, bu aynanın karşısına başka bir ayna daha konsa, ilk aynadaki görüntü, diğer aynada da görünür. Bir üçüncü ayna daha konsa orada da Güneş görünür. Aynalar konuldukça böyle devam eder. Araya tahta veya kütük girerse görüntü biter. Peygamber efendimiz de manevî bir Güneştir, dünyadaki bütün Müslümanların hepsine rüşt, hidayet, vilayet hep Ondan gelir, kaynak Odur. Onun da karşısında aynalar var. Bunlar Eshab-ı kiram ve sonraki mürşid-i kâmillerdir.
Önce o Güneş, Eshab-ı kiramın aynalarına yansıdı. O aynalardan da silsile yoluyla bütün Müslümanlara intikal etti. Peygamber efendimiz, mübarek kalbinde ne varsa, hepsini Ebu Bekr-i Sıddîk hazretlerinin kalbine aktardı. O da kalbindekileri Selman-ı Farisi hazretlerine aktardı ve bu şekilde silsile yoluyla büyüklerimize kadar intikal etti. Arada bir tahta, yani bir bidat yok. Hep aynadan aynaya intikal ettiği için, Resulullahın kalbinden çıkan nura hepimiz kavuştuk. Bu nur bize, hem dünyada, hem kabirde, her yerde yeter. O nur bir cevherdir, Allahü teâlâ, o nuru çöplüğe koymaz. Silsile-i aliyye büyüklerini sevenlerin kalbleri kıymetli ki, Allahü teâlâ bu cevheri o kalblere koymuştur.
Büyüklerimiz, (Bizi görmek isteyen, kitaplarımızın satırlarının arasında bulur) buyurmuştur. Onun için büyüklerin kitapları varken, başka şeylerle uğraşmak akıl kârı değildir. Yine büyüklerimiz, (Bir şeye, kavuşan, her şeye kavuşur. O bir şeye kavuşmayan, hiçbir şeye kavuşamaz) buyuruyor. Büyük bir zata kavuşan her şeye kavuşmuş olur. Ama her yere bağlanmaya çalışan, hiçbir şeye kavuşamaz.
Bir talebe, aşka gelip, (Yâ Rabbi, hocama hayırlı uzun ömür ver, onu başımızdan eksik etme!) diye dua etmeye başlayınca, hocası şaşırır, (Hayırdır kardeşim ne oldu?) diye sorar. Talebe, (Efendim, siz hep konuşun, anlatın diye dua ettim. Çok güzel, çok tatlı anlatıyorsunuz, hücrelerimize kadar işliyor) der. Hocası, (Peki bunun sebebini biliyor musun?) diye sorar. Talebenin, (Bilmiyorum efendim) demesi üzerine hocası der ki: (Kardeşim, ben hayatımda bir gün olsun, mübarek hocamızı düşünmeden, onlara sığınmadan konuşmadım, kendimden tek bir laf etmedim. Hep ondan öğrendiklerimi naklediyorum. Yani tahta olmadım, ayna oldum. Dolayısıyla siz beni değil, aslında hocamızı dinliyorsunuz, o yüzden feyze kavuşuyorsunuz, konuşmalar tatlı geliyor, hepimize tesir ediyor...)