Ezel sırlarını ne sen bilirsin ne de ben
Bu muammayı ne sen çözersin ne de ben
Perdenin gerisinde seni beni bir konuşturan var.
Perde kalkarsa ne sen kalırsın ne de ben
Ebu'l Hasan Harakani
Geldi geçti ömrüm benim
Şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir
Şol göz yumup açmış gibi
Yunus Emre
Vasıl olmaz kimse Hakk'a cümleden dur olmadan
Kenz açılmaz şol gönulde ta ki pür-nur olmadan
Sür çıkar ağyarı dilden ta tecelli ide Hakk
Padişah konmaz saraya hane ma'mur olmadan
Şemseddin-i Sivasi Hz
İş bu söze Hak tanıktır
Bu can gövdeye konuktur
Bir gün ola çıka gide
Kafesten kuş uçmuş gibi
Yunus Emre
Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfan olan anlar bizi
İlm-i sır'da bahr-i bi-pâyan olan anlar bizi
Bu fena gülzârına tâlip olanlar anlamaz
Vech-i bâki hüsnüne hayran olan anlar bizi
Niyâzî-i Mısrî
Bir kez gönül yıktınısa
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Yunus Emre
Ârifin her bir sözünü duymaya insan gerek
Bu cihanda sanmayız hayvan olan anlar bizi
Ey Niyâzi katremiz deryaya saldık biz bu gün
Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi
Niyâzî-i Mısrî
Bir gönülü yaptınısa
Er eteğin tuttunusa
Bir kez hayır ettinise
Binde bir ise az değil
Yunus Emre
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Osmanlı tarihinde ciğerimizi yakan bir savaş var. Kırımlı Giray Hanın yaptığı ihanet yüzünden, Allahü teâlâ, Kırımlıyı süründürmüş, vatansız yapmıştır. Bunun sebebi şudur: Osmanlı ordusu, her hazırlığını yapar, güvendikleri Giray Hana, (Polonyaya karşı şu geçidi sen tut!) derler.
Çok geçmez, Polonya ordusu, papazlarıyla beraber yola çıkar. Yol üstünde Giray Han olduğu için geçmeleri mümkün değildir. Üstelik Viyana kuşatmasında, herkes evini barkını bırakıp kaçar, sadece birkaç evden duman tüter. Teslim olmak üzereler.Giray Han,(Geç Polonyalı geç! Osmanlının burnu yere sürtülsün) der. Kapıları açarak, Polonya askerlerinin girmesine izin verir. Böylece Osmanlı arkadan vurulmuş olur. İşte Viyana kuşatmamız bu şekilde neticelenir ve on binlerce şehid verilir.
Elinde imkânı olanın, (Kaybederse kaybetsin, boş ver, burnu yere sürtülsün!) dememesi gerekir. Öyle Müslümanlar da var ki, hak geçer korkusuyla, çalıştığı yerde telefonunu, kâğıdını, kalemini ayırır. İşte, hizmetler ancak böyle büyür. Dine hizmette kimse kimseyle rekabet hâlinde olmaz. Mesele bu bayrağı biraz daha ileriye götürmektir. Bu yüzden, bu acı olay, hepimize büyük bir ders olmalı. Bir arkadaş, diğerinin aleyhinde konuşursa, ona çelme takarsa, bu doğrudan o kurumun hizmetine fatura edilir. Çünkü kaybolan her kuruş, o hizmete iştirak eden herkesin parasıdır.
Canımızla, malımızla, her şeyimizle hayatımızı bu noktaya vermeli. İnsanların dünya ve âhiret saadetine kavuşmaları için uğraşmalı. Allahü teâlâ, acı neticelere düşürmesin! Çünkü tarih boyunca görülmüştür ki, tepe noktadayken düşmeler olur. Neden? Önce, işin başındaki kişi, hizmet davasını unutur, zevke sefaya dalar ve çöküş başlar. Yani, idealinden vazgeçip dünyaya döner. Artık hedefini bitirir. Hâlbuki dinde hedef bitmez. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Bir derya verseler, ikinci deryayı talep edin! Bu bana yeter, ben hedefe vardım demeyin!) buyuruyor. (Ben hedefe ulaştım) denilirse, idam fermanı imzalanmış, iş bitmiş olur. Dolayısıyla, müminin hedefi ancak öldüğü zaman biter. Ölünceye kadar, Allah ona hizmet imkânı verir. Öldükten sonra da ektiğini biçer.
Dünyada hizmette hedef bitmez. Ölünceye kadar, azimle daha büyük deryalar elde etmeye, daha uzak yerlere ulaşmaya, dünyayı küçük görmeye çalışmalı. Nerede Müslüman varsa, orada dine hizmet olmalı.