İkinci Akabe biatından sonra Hz. Peygamber, Mekke'deki müslümanların kısım kısım ve gizli olarak Medine'ye hicret etmelerine Müsaade etti. Böylece önce mü'minler küçük gruplar halinde Medine'ye hicret ettiler. Bu arada Mekke müşrikleri Medine halkının çoğunun İslama girdiklerini öğrenmişti. Mekke'deki müslümanların da Medine'ye hicret ettiklerini anlayınca, karşılarında büyük bir kuvvet oluştuğunu fark ederek telaşa düştüler ve derhal darun Nedve'de bir toplantı yaparak durumu müzakere etmeye başladılar. (Enfal, 30)Uzun tartışmalardan sonra kan davası güdülmemesi için her kabileden birer silahşör seçilerek hepsinin birlikte Cenabı Resulullah'ı öldürmeleri kararlaştırıldı. Aynı gün Cebrail As. gelerek Hz. Muhammed (SAV)'e hicret için emir getirdi. Resulullah Efendimiz Mekke'de kalan mü'minlere;
-”Ben bu gece Medine'ye hicret edeceğim ve yine bu gece müşrikler beni öldürmek üzere evimi kuşatacaklar. Ben Allah'ın emri ile yola çıkarken kim bu geceyi benim yatağımda geçirebilir” diye sordu.
Hz. Ali Keremallahu Veçhe;
-”Ya Resulullah! Canım sana feda olsun. Ben senin yatağında yatarım. ” diyerek tarihte eşi görülmemiş bir teslimiyet örneği sergiledi. (Bakara, 207)
Fahri Kainat Efendimiz o gece kimsenin evinden çıkmamasını tembihledikten sonra gecenin ileri bir vaktinde Hz. Ali'yi kendi yatağına yatırdı. Allah'ın izniyle evini kuşatan müşriklerin arasında onlara görünmeden geçip, Sevr dağı istikametine doğru yola çıktı. Hz. Peygamber o gece kimsenin evinden çıkmamasını buyurduğu halde bir müddet sonra Hz. Ebubekir'in arkasından geldiğini görünce ona niçin emrini dinlemeyip peşinden geldiğini sordu. Ebubekir'de ona;
-”Size müşriklerin bir zarar vermelerinden korktum” diye cevap verdi. Cenabı Resulullah onu geri göndermeyi düşündüğü sırada , kendisine onu yanına almasının daha hayırlı olacağı bildirildi. Bunun üzerine birlikte Sevr mağarasına gittiler. mağaraya vardıklarında vücudu anasır itibari ile son derece bitkin bir halde olduklarından istirahate çekildiler.
Peygamberimizin evini kuşatan müşrikler, sabah olunca onun yatağında Hz. Ali(KAV)'nin yattığını görünce, bu teslimiyat karşısında büyük hayrete düştüler ve Hz. Peygamberi ellerinden kaçırdıklarını anlayarak korku ve telaşa kapıldılar. Mekke müşrikleri Peygamber Efendimizi bulana 100 deve mükafat vereceklerini ilan ettiler. Bunun üzerine bu büyük bahşişi almak için bütün müşrikler Mekke ve Mekke civarında Peygamber Efendimizi aramaya başladılar. İz sürücüler Sevr dağındaki mağaranın önüne geldiklerinde , mağranın ağzının örümcek ağı ile kaplandığını ve oraya bir çift güvercinin yuva yaparak yumurtladıklarını görerek mağarayı aramaktan vazgeçtiler. (Tevbe-40)
Dışarıda bu olaylar zuhur ettikten sonra , Fahri Kainat Efendimiz dinlenmek için Ebubekir'İn dizine başını dayayarak istirahate çekildi. Bu esnada Ebubekir Sıddık'In ayağı mağaradaki bir deliğe dayanmıştı. Delikte ise, Kainatın en şereflisinin cemaline müşerref olabilmek için senelerdir beklemekte olan bir yılan yaşamakta idi. Tam hasretini gidereceği bir sırada yoluna bir engel çıktığını görünce Ebubekir Sıddık'ın ayağını ısırdı. Onun irkilmesi ile Cenabı Resulullah gözlerini açarak doğruldu ve yılan hitaben:
-”Niçin arkadaşımı ısırdın” diye sordu.
Yılan hal dili ile;
-”Ya Resulullah! Bu aleme zuhur ettiğimden beri bu mağrada ve bu delikte yıllarca senin cemaline kavuşmanın hasretiyle yanmaktayım. Senin cemalini görmeme mani olduğu için onun ayağını ısırmak zorunda kaldım” dedi ve saatlerce Fahri Kainat Efendimizi seyrettikten sonra kayboldu gitti.
Bu olaylar esnasında Efendimiz üç gününü mağrada geçirmek zorunda kaldı. Ebubekir'in oğlu Abdullah, her gece Peygamber Efendimize Mekke'den haber getiriyordu. Nihayet Ureykıt oğlu Abdullah develerle birlikte geldi. Fahri Kainat Efendimiz ve Ebubekir, Kılavuzun eşliğinde Sevr mağarasını terk ederek yola koyuldular. Herkezin gittiği yoldan gitmeyip, değişik bir yol takip ediyorlardı. Kadid denilen yerden geçerlerken bir çobana rastladılar. Resulullah Efendimiz çobandan içecek bir şeyler istedi. Çoban ona;
-”Sağılır koyunum kalmadı” dedi.
Resulullah Efendimiz zayıf çelimsiz bir koyunu gösterince, çoban onun verimsiz bir hayvan olduğu için sürüye katılıp götürülmediğini söyledi. Hz. Peygamber bu koyunun yanına getirilmesini isteyince çoban derhal koyunu getirdi. Fahri Kainat Efendimiz mübarek elini koyunun memesine kor komaz derhal süt gelmeye başladı. Bu mucize karşısında hepsi karınlarını doyuruncaya kadar onun sütünden içtiler. Şaşkına dönen çoban Resulullah'a kim olduğunu sorunca, Peygamberimiz ona;
-”Kimseye duyurmazsan söylerim” dedi.
Çoban bu konuda söz verince;
-”Muhammed Resulullah dedikleri benim” dedi. Bunun üzerine çoban;
Kureyş'in dininden dönen demek sensin” diye hitapta bulundu.
Peygamber Efendimiz ve beraberindekiler oradan ayrılıp yollarına devam ederlerken, bir müddet sonra 100 devenin sevdası ile Malikil Müdlüci'nin oğlu Süraka onlara yetişti.
Ebubekir;
-”Aman Ya Resulullah! tutulduk” diye telaşlandı.
Resulullah'da;
-”Gam yeme Allah bizimle beraberdir” diye onu teselli ederken Süraka yanlarına geldi. Tam o sırada atının ayakları dizlerine kadar kuma battı. Bu mucize karşısında Resulullah'ın ilahi bir kudret tarafından korunduğunu anlayan Süreka, Cenabı resulullah'dan aman dileyerek, eğer kendisini bu durumdan kurtarırsa diğer arayıcıları yanlış yöne sevkedeceğine söz verdi. Bunun üzerine Resuluullah Efendimiz dua etti ve Suraka'nın altı kurtuldu.
Daha sonra Süraka, ilerde İslamiyet yayılıp güç kazandığında kendisine bir zarar gelmemesi için Resulullah'dan bir emanname istedi. Hz. Peygamber de hemen bir deri üzerine emanname yazdırıp Süraka'ya teslim etti. Sonra da Medine'ye doğru yollarına devam ettiler. Süraka orada kaldı ve geriden gelen arayıcılara;
-”Ben buraları aradım, kimseler yok” diyerek onları başka yöne sevketti.
Bu arada Hz. Peygamberin Mekke'den yola çıktığı Medine'de duyulmuş olduğundan Medineliler her sabah erken saatlerde Medine dışına çıkıp sıcak basıncaya kadar yolunu gözlüyorlardı.
Nihayet Rebiülevvel ayının başlarında bir pazartesi günü (miladi 622) öğle vakti Cenabı resulullah ve beraberindekiler , Medine dışında Kuba denilen yere vardılar. Çok yorgun olduklarından Neccar oğullarından birinin evinde konakladılar. Bütün müslümanlar oraya gelerek Fahri Kainat Efendimizi saygı ve sevgi ile karşıladılar. Hz. Peygamber bir müddet burada kalmaya karar verdi. Orada bir mescit inşa ettiler. (Kuba mescidi)
Hz. Ali KAV Resulu Ekrem'den sonra Mekke'de üçgün kaldı ve kendisine verilen emanetleri teslim ettikten sonra Resulu Ekrem Kuba'da iken yetişip orada onlarla buluştu.
Fahri Kainat Efendimiz cuma gününe kadar Kuba'da kaldı. Orada arka arkaya iki hutbe okuyup ilk cuma namazını kıldırdı. Cenabı resulullah ilk hutbesinde, Hak Teala'ya hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu;
-”Bilinizki Cenabı Hak içinde bulunduğum yılın bu ayında, bugün şu bulunduğum yerde cuma namazını kıyamete kadar üzerinize farz kıldı.
Ey Nas, sağlığınızda ahiretiniz için tedarik görünüz, muhakkak bilmelisiniz ki kıyamet gününde herkes sorumludur. Herkes çobansız bıraktığı koyunundan sorumlu tutulacaktır. Sonra Cenabı Hak ona tercümansız ve vasıtasız diyecek ki benim Resulüm gelip de size emirlerimi bildirmedi mi?Ben sana mal, mülk verdim, pek çok iyiliklerde bulundum, sen kendin için ne getirdin? Bu soru ile karşılaşan, sağına, soluna bakacak bir şey göremiyecek , önüne baktığı zaman cehennemi görecek, o halde uyanınız, bir yarım hurma kadar iyiliklerle bir hayır işliyerek ateşten korununuz, onu dahi bulamayan şükretmesini bilsin, o suretle ateşten kurtulsun. Bir hayır için on katından yediyüz misline kadar sevap verilir. Allah'ın selam, rahmet ve bereketi sizlerle olsun. ” Resulu Ekrem birinci hutbeyi bitirdikten bir müddet sonra ikinci hutbeye kalkıp dedi ki:
-”Allah'a hamd ederim ve ondan yardım isterim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden allah'a sığındık; Allah'ın doğru yola götürdüğünü kimse saptıramaz, Allah'ın yoldan çıkarttığına da kimse doğru yolu gösteremez, Allah'dan başka olmadığına, tek ve eşsiz olduğuna şahadet ederim. Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır. Cenabı Hak kimin kalbini Kur'an'la süslerse, onu kafirken İslama sokar, oda Kur'an'ı başka sözlere üstün kılırsa kurtulur. İyi bilinsin ki Allah'ın kitabı sözlerin en güzeli ve en üstünüdür. Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı içten ve gönülden seviniz, Allah'ın kelamından ve onu zikretmekten usanmayınız ve Allah'ın kelamından kalbinize bir karartı gelmesin çünkü Allah kelamı her şeyin en iyisini ayırıp seçer, işlerin hayırlısını ve kulların seçkini olan Peygamberi ve onların kıssalarını anlatır, helal ve haramı bildirir, siz ancak Allah'a ibadet ediniz ve ona Hiçbir şeyi ortak yapmayınız, ondan hakkı ile sakınınız, sözleriniz Allah'a yönelmiş güzel sözler olsun ve aranızda Allah kelamı ile sevişiniz. İyi biliniz ki Allah, ahdini bozanlara, sözünde durmayanlara gazap eder. Veselamü aleyküm. ”
Fahri Kainat Efendimizi karşılayanlar arasında kendisine emsalsiz bir gönül sevdası taşıyan Hz. Habibe'de bulunuyordu. Ebu Süfyan'ın kölesi olduğu halde cesaretle İslamiyeti kabul eden bu yüce kadın , müşrüklerin çeşitli çeşitli eziyetlerine sabırla göğüs germiş , sonunda gözlerine mil çekilerek kör edilmişti. Efendimizin çileli günlerinde o sıcak ülkede doyasıya su içmez, Fahri Kainat Efendimiz sıkıntılı iken,
-” Suyun bana vereceği mutluluğa bile tahammülüm yok” derdi.
Efendimiz mübarek ayaklarını Medine'ye bastığı an Hz. Habibe'nin gözleri açılıverdi. Hicretin bu ilk mucizesi ile Hz. Habibe güzelliklerin en güzelini doya doya seyrediyordu.
Herkes onu misafir etmek için hanesine davet ederek devesinin yularına sarılmakta idiler.
Bir rivayete göre Cebrail As. gelerek Resulullah'a Ebu Eyyub'un evine inmesi bildirilerek ona:
-”Sen Medine kapısına eriştiğin vakit herkes hanesini hazırladı ki oraya inesin ebu Eyyub gönlünden fikr etti ki ben fakir ve zayıfım, Resulullah benden ar eder haneme gelmez. Mademki tevazu eyledi onun hanesini şereflendir. ” buyurdu.
Cenabı Resulullah devesini kendi hanelerine götürmek üzere çekmek isteyen müslümanlara hitaben:
-”Ona dokunmayınız, o memurdur. Allah CC. tarafından emrolunduğu yere gidiyor, nereye çökerse oraya inerim” buyurdu. Deve Cenabı Hak'kın emri ile önce Ebu Eyyub'un evinin karşısında bulunan boş bir arsaya çöktü, orada eylenmeyip tekrar kalktı ve Ebu Eyyub'un hanesinin önüne çöktü, ordanda kalkıp yeniden ilk çöktüğü yere çökerek bağırdı.
Resulu Ekrem Efendimiz:
-”İnşallah konağımız burasıdır” diyerek deveden indi. Ebu Eyyub'ü Ensari'nin evini şereflendirdi. O gün Medine ahallisi Ebu Eyyub'un evine gelerek Resulu Ekrem'i ziyaret ettiler. Rivayet olunur ki Ebu Eyyub'un, Peygamberimizin babasının ceddi ile yakınlığı da vardı. Resulu Ekrem bu evin alt katında yedi ay kadar ikamet etti. (Ebu Eyyub Ensari'nin ismi şerifi Halid'dir. Babası Zeyddir. Beni Neccar kabilesindendir. )
Resulullah Efendimiz daha sonra Neccar oğullarından iki çocuğa miras kalmış olan devenin çöktüğü arsayı onlardan satın alarak orada mescit inşaasına başladı. Mescidin bir tarafına da kendisi çin odalar yaptırıyordu. İnşaat yapılırken Resulullah Efendimiz ashabı ile çalışır ashabı ile çalışır elleri ile kerpiç taşırdı Mescidin üç kapısı vardı ve kıblesi Mescid-i Aksa yönünde idi . Direkleri hurma ağacından yapıdı ve çatısı da hurma dallarıyla kapandı. Bu mescide mescid-i Nebevi denildi. Sonradan kıblenin değişmesi ile ana kapı ile mihrabın yeri değiştirildi.
Mescidin inşaası sona erince Peygamber Efendimiz kendi hane-i saadetlerine taşındılar. Bu arada Ebubekir'in kızı Aişe validemizle evlendiler.
Daha sonra Fahri Kainat Efendimiz, azatlı kölesi olan Zeyd bin Haris ile Ebu Rafi'yi Mekke'de kalan diğer aile efradının yanına getirilmesi için görevlendirildi. Onlar Mekke'ye giderek, Peygamber Efendimizin yanına getirilmesi için görevlendirildi. Onlar Mekke'ye giderek, Peygamber Efendimizin kızları Fatımatüz Zehra ile Ümmü Gülsüm'ü ailesi Sevde validemizi ve Mekke'de kalmış diğer bazı müslüman kadınları da alarak Medine'ye götürdüler. Ancak Resulullah Efendimizin kızlarından Zeynep kocası müşrik olduğu için gelemedi.
Mescidin bir tarafında üstü hurma dalları ile örtülü suffe adı verilen bir bölme yapılmıştı. Burada yiyecek dahi bulamayan fakir müslümanlar kalırdı. Peygamber Efendimiz kendisine verilen zekat ve sadakalara hiç dokunmaz tamamını Ashabı Suffe'ye dağıtırdı. Ancak hediye kabul ederdi, bunun da büyük bir kısmını Ashabı Suffe'ye ayırırdı. Burada yaşayan müslümanların öğretmenliğini bizzat Peygamber Efendimiz yapar, onlara Kur'an-ı ve islami bilgileri öğretirdi ve yetişenleri öğretmen olarak lüzüm görülen yerlere tayin ederdi. En fazla hadis rivayet etmiş olan Ebu Hureyre de burada yetişmiş suffe ashabındandır.
Ezanın tayini:
Peygamber Efendimiz namaz vakitlerinde ve önemli toplantılar için müslümanları mescide toplamak üzere bir çağrı sistemi düşünürken, Cebrail As. gelerek ona ezan şeklini arz etti. O da ezanı Bilal-i Habeşi'ye nakletti, Bilal'de mescidin yüksek bir yerine çıkarak ilk ezanı okuma şerefine nail oldu ve bundan sonra ezana böyle devam edildi.
Ensar ve Muhacir'in kardeş ilan edilmesi:
Mekke'den Medine'ye göç eden müslümanlara Muhacir, medine'lilere ensar denilirdi. Malını mülkünü terk ederek Medine'ye gelen müslümanlara ensar, elinden gelen yardımı yapıyor ve bütün ihtiyaçlarını karşılıyordu. Bu durum mühacirlere ağır geldi ve kendileri kazanamadıkları için üzülmeye başladılar. Bu üzüntülerinin farkına varan Resulu Ekrem, muhacirlerin üzüntüsünü gidermek ve ensar ile aralarındaki samimiyeti güçlendirmek maksadıyla, hicretin yedinci ayında Malik oğlu Enes'in evinde bir toplantı yaparak, her bir muhacir ile bir ensarı manevi kardeş yaptı. Medeniler muhacir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler, her şeylerini onlarla paylaştılar, hatta mallarına dahi ortak etmek için Resulullah'a müracat ettiler. Fahri Kainat Efendimiz mülkiyet hakkının ensar da kalması ikaydıyla çalışıp elde ettikleri gelirin paylaşılması şeklinde ortaklıklarını kabu etti. Bu kardeşlik müslümanları birbirine okadar kuvvetli bağladı ki, başlangıçta birbirine mirascı bile oldular. (Enfal, 72) Daha sonra bu kardeşliğin mirasla ilgili hükümleri kaldırdı. Akraba ve hısımların miras hususunda muhacirlerden daha yakın olduğu bildirildi. (Ahzab, 6-Enfal, 75)
Ensar muhacir arasında yapılan kardeşlik akdinden önce Cenabı resulullah, ashab arasında kardeşlik akdi yaparak, Ebu Bekir ile Ömer'i, Taliha ile Zübeyr'i, Osman ile Abdurrahman'ı kardeş ilan etti. Bunun üzerine Aliyyül Murteza KAV'de:
-”Ya Resulullah, ashab arasında buyurduğunuz kardeşlikte , bana kardeş tayin etmediniz. Ben kimin ile kardeşim” deyince, Resulu Ekrem Efendimiz:
-”Sen benim dünyada ve ahirette kardeşimsin” buyurmuştur.
Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki antlaşma:
Ensar ile muhacirler arasında kardeşlik antlaşması yapıldıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlardan korumak için Yahudilerle 47 maddelik bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmanın önemli kısımları şunlardır.
-Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu gibi devam edecektir.
-Yahudiler kendi dinlerinde serbest kalacaktır.
-Müslümanlarla yahudiler dostluk içinde bulunacaklar.
-Taraflardan biri üçüncü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacaktır.
Taraflardan biri Kureyş ile dost olmayacak ve onları himayesine almıyacaktır.
-Dışarıdan bir tecavüz olursa, Medine müştereken savunulacaktır.
-Taraflardan biri bir düşmanla sulh yaparsa, diğer tarafta sulhu tanıyacaktır.
Müslümanlarla yahudiler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkla, Hz. Peygamber SAV. hakem kabul edilecekti.
MEDİNE BEYANNAMESİ:
Medine devrinin ilk yılında, İslam tarihinin ve dünya tarihinin en önemli olaylarından biriside Medine beyannamesinin ilanıdır. Yazılı bir anayasa mahiyetinde olan bu beyannamenin önemli hususları şunlardır.
1-İnsanlar, inanç, dil, ırk ve cins farkı gözetmeksizin eşittir. Onların hürriyet, dinlerine ait mahkeme seçme hakları dahil, her konuda vazgeçilmez haklarıdır. O güne kadar gelen bütün dinler ve siyasi otoriteler, yalnız kendilerine hak ve hürriyet tanıdıklarından, Medine'de kurulan islam devletinin herkese eşit hak ve hürriyeti tanıması bütün insanlığı hayretten hayrete düşürmüştür.
2-Yeryüzünde ilk kez belediye hizmetleri tanımlanmış ve herkes için eşit prensiplere bağlanmıştır. Mülkiyet haklarının değişmezliği de bu beyanname de net bir şekilde bildirilmiştir. Şehrin tek içme suyu bu müşrikten 25. 000 dinara satın alınarak kamulaştırılmış ve bütün Medine halkının istifadesine sunulmuştur.
3-Şehrin korunması ve güzelleştirilmesi konusunda da prensipler konularak , her türlü saldırıdan korunması taahhüt edilmiş, ancak masraflar için çeşitli grupların silah etme yada para verme zorunluluğu getirilmiştir.
Efendimizin getirmiş olduğu okuma yazma ilkesi, kadınlar arasında da yayılmış, yeryüzünde ilk kez kadınlar toplu halde eğitilmeye başlanmıştır.
Yeni kurulan şehir meclisi tam bir belediye teşkilatlanması yapmış ilk iş olarak ta çarşı kontrolleri sağlanmış ve bu işin şefliğine de Kur'an-ı çok iyi bilen ve çok iyi vaiz eden Şifa annemiz tayin edilmiştir.
Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü Arabistan'da kadınların değersiz bir eşya gibi pazarlarda satıldığı tüm dünyada, islam devletinin kadınlara tanımış olduğu bu hak ve hürriyetler tarihte en ileri toplum hayatına geçişin ifadesidir.