Halvetin tarihi konusunda, bir çok mutasavvıfın kabul ettiği olay, Hz. Peygamber'in, bi'setten önce Hıra Mağarası'ndaki ibadeti ve yaşantısıdır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber, vahye hazırlanış devresinde tam bir halvet hali yaşamaktaydı.
Hz. Peygamber'in Hira'daki uygulamasını esas alarak, mutasavvıflar halveti, sünnet olarak kabul ederler. Aslında mutasavvıfları, halvet konusunda etkileyen ve fıkıh kitaplarında bir ibadet biçimi olarak ele alınmış bir diğer uygulama da, İtikaf meselesidir. "Mescit hükümünde özel bir mekanda ibadet niyeti ile bir müddet bulunmak" şeklinde tarif edilen itikaf, Hz. Peygamber'in Medine döneminde hayatının sonuna kadar yapmaya devam ettiği, sünnet-i müekkede kabul edilen bir uygulamadır.
İslam tasavvufundaki halvet ve uzlet, bir süluk metodu olup, zaman açısından sınırlıdır. Özellikle de, kırk gün olduğu için "çile" kelimesiyle karşılanmıştır. Hıristiyanlıktaki ruhbaniyete gelince, Allah'a ulaşmak için hayattan ve insanlardan tamamen kopmaktır. Bu nedenle İslam tasavvufundaki halvet anlayışının ruhbanlık anlayışı ile hiç bir alakası yoktur.
Halvet, bir tarikata ad olarak ortaya çıkmadan önce, diğer bir çok mutasavvıf tarafından uygulana gelmiştir. Bilindiği gibi İmam-ı Gazali, hakikati arama süreci sonunda tasavvufta karar kılmış ve içine düştüğü entellektüel krizden, halvetle kurtulmuştur. İmam-ı Gazali, yaklaşık on yıl insanlardan ayrı halvet hali yaşadığını ve o yalnızlıklar esnasında kendisine çok şeylerin malum olduğunu belirtir.
Yaklaşık aynı dönemde, Mevlana Celaleddin Rumi de, başlangıçta halvete girmiş ve bir çok erbain çıkarmış, Şems-i Tebrizi ile karşılaştıktan sonra halveti terk edip, celveti tercih etmiş, halkın arasına karışmıştır. Halvetiliğin bir uzantısı olan Bayramiye Tarikatında da, bu tarikatın esasını teşkil eden halvetin önemini koruduğunu ve Hacı Bayram Veli tarafından bizzat uygulanmıştır.
Tasavvuf tarihinde, en yaygın ve etkin tarikatlardan Nakşibendiyye Tarikatında ilk dönemlerde görülmemekle birlikte, Mevlana Halid Bağdadi'den sonra, Halidiyye kolunda da halvet uygulanmıştır.
Mutasavvıf olan Niyazi-i Mısri tarikat isimlerini birer izafet olarak görür. Niyazi-i Mısri, bu konuda, "her kim izafetleri düşünerek, dar beşeriyyet yurdundan, Allah'ın geniş arzına hicret ederse ona ya nebi, ya rasül, ya veli denir. Fakat; henüz oraya kavuşmayan, yolda bulunan kimseye ya Halveti, ya Celveti, ya Kadiri, ya Mevlevi, ya Nakşibendi denilir. Yollar mahlukatın nefesleri sayısınca çoktur. Ehl-i tarik birbirine tercih edilemez." diye buyurmaktadır. Bu manada iştihat kapısı da kıyamete kadar açıktır. Zira bütün nehirlerin, derelerin ve akarsuların denize aktığı gibi bütün tarikatlarin gayret ve yönelişleri Hakk'a ulaşmak içindir.
Her ne kadar Halveti Tarikatı'nın kurucusu Ömer Halveti olsa da Halveti Tarikatı'nın genişleyip yayılmasını sağlayan Pir-i Sani Seyyid Yahya Şirvani 'dir. Çünkü Halvetilikte ilk defa halifeler yetiştirip, başka memleketlere göndermiştir. Yahya Şirvani etrafında on bin kadar mürid toplayıp onları yetiştirerek tarikatın yayılmasında, öncü olmuştur. Halveti Tarikatı'nın kollara ayrılması Yahya Şirvani'den sonra başlamıştır. Halveti silsilesinde ehlibeytin ve özünde "ehlibeyt" sevgisinin olması, tarikatın en önemli özelliklerindendir.
Seyyid Yahya Şirvani'nin yetiştirdiği halifelerden bazıları, Anadolu'ya gelmişler ve Halvetiliği Osmanlı toplumunda yaymışlardır. Bunlar: Pir Muhammed Erzincani, Dede Ömer Ruşeni Molla Ali Halveti ve Habib Karamani 'dir.
Seyyid Yahya Şirvani'den hilafet alıp, Anadolu'ya tarikat faaliyetlerini sürdürmek için gelen bu zatların vefat tarihleri göz önünde bulundurulduğu zaman, Halveti Tarikatı'nın, Osmanlı topraklarında XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yayılmaya başlamıştır.
Osmanlı topraklarında Halvetiliğin ilk filizlendiği merkez, Pir İlyas Halveti ve Zekeriya Halveti gibi üstün özelliğe sahip şahsiyetlerin çabasıyla, Amasya olmuştur. Pir İlyas'ın Şirvan'dan dönmesiyle, Amasya'da ortaya çıkan Halveti Tarikatı mensuplarını marifet ilmine teşvik etmiş, bu şekilde halkın hüsn-ü kabulüne mazhar olup, çabucak yayılmıştır.
Amasya'da Halveti Tarikatı'nın bu şekilde yayılması, daha sonra Çelebi Halife namıyla anılacak ve Osmanlı Tarihinde Halvetiye'nin en parlak dönemini yaşatacak Şeyh Mehmed Cemaleddin Aksarayi (Çelebi Halife)'nin yetişmesini sağlayacaktır. Çelebi Halife, Aksaray'da doğmuş ve tahsilini Aksaray, Konya ve İstanbul' da tamamlamıştır. Önceleri Tokat'a giderek Şeyh Tahiroğlu adında bir şeyhin manevi terbiyesi altına girerse de şeyhin vefatıyla birlikte, Seyyid Yahya Şirvani'den istifade etmek için Şirvan'a doğru yola çıkar. Yolda uğradığı Erzincan'da Pir Muhammed Erzincani ile görüşür. Oradan Şirvan'a doğru yola koyulur. Ancak iki gün sonra, yolda Yahya Şirvani'nin vefat haberini duyar. Bu haber üzerine tekrar Erzincan'daki Pir Muhammed Erzincani'nin yanına dönerek, orada sülukunu tamamlar ve Şeyhi tarafından Anadolu'ya irşatla vazifelendirilir.
Çelebi Halife, Halveti Tarikatı'nın Osmanlı Ülkesindeki en önemli şeyhidir. Aynı şekilde o dönemde İslam aleminin kültür merkezi haline gelen İstanbul; tarikatını yaymak için en müsait ortam olacaktır. Padişahla birlikte Amasya'dan gelen Koca Mustafa Paşa, vezirliğe yükselir. Aynı zamanda Çelebi Halife'ye bağlı bulunan bu zat, Şeyhe külliye yapmak üzere Bizans'tan kalan Kızlar Kilisesi'ni padişahtan ister. 1486 yılında Koca Mustafa Paşa, oraya 40 hücreli büyük bir külliye, cami, imaret, mektep, medrese, hamam ve tevhidhane yaptırır. Yapılan bu Koca Mustafapaşa Dergah'ı, İstanbuldaki İlk Halveti Tekkesidir.
Çelebi Halife, bu dergahta yaklaşık 10-11 sene Halveti Tarikatı'nı yayar ve derviş yetiştirir. Osmanlı topraklarında Halvetiliğin yayılması ve yerleşmesine emeği geçen Çelebi Halife Hac yolunda vefat eder. Çelebi Halife ile birlikte yayılan ve yerleşen Halveti, ondan sonra halifelerinden Sünbül Sinan, Merkez Muslihiddin Efendi tarafından devam ettirilir ve onlardan sonra bir çok kol ve şubelere ayrılarak, asırlarca Türk Milleti'nin dini ve sosyal hayatında yer alır.
İbrahim Zahid Geylani'de "Zahidiyye" adıyla anılan tarikat, ondan sonra Şeyh Ahi Muhammed Harezmi ile Halveti adıyla devam ederken, Şeyh Safiyyüddin Erdebili ile Erdebiliyye ya da Safeviyye şeklinde yeni bir kola ayrılır. Şeyh Safiyyüddin'in yedinci İmam Musa Kazım'ın torunlarından olduğunu ve Safevi Tarikatı silsilesinde Musa-ı Kazım yer almıştır. Aynı şekilde, aynı silsileye sahip Halvetiye Tarikatı'nda Musa-ı Kazım dahil, ehlibeyt imamlarının zamanla silsileden silindiğini görüyoruz.