Değerli dostlar! Bizler turuk-i aliyyenin Halveti yolcularıyız. Bizlere intikal eden bu yolun başlangıç noktası, nübüvvet nurunun son halkası, hâtem-ül enbiyâ ve cümle varlığın bânisi Muhammet Mustafa (s.a.v) Efendimiz; nübüvvet ilminin kapısı, şah-ı velayet Ali Efendimize, marifetullahı ve nur-u tevhidi, hikmetleriyle, tevdi ve telkin etmiştir.
Şah-ı velayet İmam-ı Ali (k.a.v), varlıkların bânisi Resûlullah Efendimizden talim ettikleri bu velayet yolunu, ilimlerini On iki imamlar ile kendilerinden sonraki nesillere ve kuşaklara aynı keyfiyetle telkin ve inâbe ile nakletmiştir.
Böylece sır ve nurlu yolunun, edeb erkânı, ilâhî nurları, esmaları, esrarı, eşyanın hakikati, zâhir ve ledüniyet bütünlüğünde, aynı esrarıyla aynı keyfiyetle, gününüze kadar intikal etmiştir. Ve biiznillâh ebediyete kadar da tekâmül ederek devam edecektir.
Her yolun, her cemaatın, her mezhebin ve tarikatın kendine has birtakım âdâp ve değerleri vardır. Bu manada Halvetilik de bu özellikleriyle diğer cemaat ve tarikatlardan ayırt edilmekte ve bu özellikleri ile tanınmaktadır. Halveti yoluna mahsus bu özellikleri özetle ifade edecek olursak;
Halvetilik yolu; velayetin ve ledün ilminin kapısı olan Hz. İmamı Ali (k.a.v) Efendimizden, Şeriat-ı Muhammedî ve hakikat-ı Muhammedî bütünlüğünde vâris-i nebiler ve vâris-i enbiyalar ile günümüze kadar intikalen gelmektedir.
Cenâb-ı fahr-i kâinat efendimize verilen kevserin sonsuzluk halkaları; Ali-abâsıdır ve o Ehlibeyt’e dahil olanlardır. Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz bir hadis-i şerifinde: “Ehlibeytimin hali Nuh’un gemisine benzer. Bu gemiye binenler kurtuluşa ulaşırlar.” diye buyurmuştur. Fahr-i kâinat Efendimiz veda hutbesinde: “Sizlere iki emanet bırakıyorum: biri Kur’an-ı Kerim diğeri Ehlibeytimdir. Bunlara sıkı sarılırsanız, necat bulursunuz.” diye buyurmuştur. Bu noktada manen, evlad-ı Resûl olanların bir tamamı kevser soyunun devamlılığına halkadırlar.
Dolayısı ile Halvetilik; günümüzde birçok kolları ve dalları olan tarikat-ı aliyedir. Muhammedî bir yoldur. Manen evlad-ı Resûl yoludur. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda aktif rol alan bir tarikattır. Osmanlı Devleti'nin birçok padişahı ve vezirleri bu tarikatın müntesibi olmuşlardır. Bilhassa yükselme devrinin padişahları, Halveti mürşitlerinden kumandan olarak yanlarında bulundurmuşlardır. İslamın başta balkanlara olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde yayılmasında Halveti meşayihlerinin rolü büyük olmuştur.
Halveti yolu geçmişteki gibi günümüzde de toplumun her kesiminin ilgisini çekmektedir. Dünya Müslüman toplulukları arasında gerek makam ve mevki sahiplerinden gerekse geniş halk kitlelerinden, sanatçı, sanatkâr, vasıflı ve vasıfsız her statüdeki insanın ilgi ile takip ettikleri, nurlu bir yoldur, Halvetilik.
Bu bakımdan Halveti yolu; tarihi seyri açısından, geçmişteki bütün özelliklerini korumuş ve günümüzde de aynen devam ettirmiştir. Aradan geçen yüzyıllar boyunca çizgisinden hiç sapmadığı, köküne ve aslına titizlikle bağlı ve sadık kaldığı, günümüzdeki uygulamalarından da anlaşılmaktadır.
Halvetilik; bulunduğu toplumla ve pozitif ilimle zıtlaşmayan, aksine bilime ve teknolojiye önem veren, müntesiplerine vatanperverliği, dirliği, birliği, sevgiyi telkin ve tavsiye eden bir yoldur. Halveti tarikatı devletinin yanında olup devlete muhalif olduğu hiç görülmemiştir. Zira vatanı, bayrağı ve özgürlüğü olmayanın ne ezanı ne de dini olur. Hadis-i Şerifte de buyrulan 'hubbul vatan minel iman (vatan sevgisi imandandır)' gerçeğini kendilerine şiar edinmişlerdir. Bugün de böyledir.
Hz. Ali efendimiz: “Çocuklarınızı onların gelecek zamanına göre yetiştirin." diye buyurmuştur. Hadis-i şerifte Cenâb-ı Resûlullah Efendimiz de ‘‘İki günü müsavi olan hüsrandadır’ diye buyurmakla insanlığa çağdaşlığı değişerek tekamül etmeyi ve ebediyete göre hazırlanmayı telkin etmiştir.
Halvetilik, bu manada, insanlık ailesini yaradılış hilkatinde kardeş bilmeyi ve Yunus'un deyimi ile yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, kinden, adavetten, hasetten, tefrikadan uzak durmayı, ülkemize ve insanlığa faydalı olmayı, ilke edinmiştir. Halvetilik'in Müslüman kitleler ve aydınlar arasında, yaygın ve kolayca kabul görmesi de yolun önemine binâendir.
Halvetilik, tarihi akışı içerisinde çok sayıda şube ve kollara ayrılmış olduğundan, Ehlullah Halvetiliğe önce ''tarikat kuluçkası'' daha sonra da ''tarikat fabrikası'' deyimini kullanmıştır. Bu manada kollarının hayli fazla olması da halvetiliğin özelliklerinden biridir. Bu kutlu yolda çok sayıda ''Pirler'' yetişmiştir ve her bir Pir de dünya coğrafyasının çeşitli bölgelerinde insanların irşadına vesile olmuşlardır.
Halvet-i Ramazanî yolumuzda, Kur’an ve sünnet ışığında, ahkâm-ı şeriatı ihlal ve ihmal etmeden zâhir-bâtın bütünlüğünde nur-u tevhidi azami ölçüde yaşamaya gayret gösterilir. Tevhid meclisimizin merkezinde, hakikat ve insan sentezi ön plandadır. Bu tevhid meclislerinde Hakk-el yakînlık, nur-u tevhid olarak talim edilerek, kâmil ve veli insanlar yetiştirilir.
Bu manevi yolculuğumuzda; 'el ele, el Hakk'a' prensibi ile din-i İslam’ı celili, arif olarak yaşayabilmek, ehl-i Hakk, ehl-i gönül insanların yetişmesi ve yetiştirilmesine vesile olabilmek esas alınmıştır.
Yegane gayemiz; tevhidi zâhir-bâtın bütünlüğünde talim edip yaşayabilmektir. Dilimizi maleyaneden susturmak Allah'a olan itirazlardan kurtarmak ve ‘Mutu kable ente muti’ sırrını yaşayabilmektedi. Kendimizi ve Rabbimizi tanımak kulluğumuzu gönüllülük ve adanmışlık tadında yaşayabilmektir. Gayemiz; varlığımızı Hakk’a tevhid edebilmek ve Hakk’ta ebed olabilmektir.
Halvetiliğin; diğer bir açıdan, yeni nesillere, kâmil birer kul olmalarını sağlamaktan, onlara kulluk bilincini vermek, onların ilahi rızaya ermelerini sağlamaktan, dini, ahlâki, züht ve takva hayatını yaşamak ve yaşatmaktan, Allah'ın marifetine ermelerini sağlamaktan başka bir gayesi olmamıştır.
Cenâb-ı Resûlullah Efendimizden günümüze gelene kadar bir çok veli,kâmil insan bu nurlu yolda yetişmiş ve insanlığa hizmet etmiştir. Halvetiler, devlete ve ümmeti Muhammede hizmeti ibadet telakki etmişlerdir. Fahr-i Kainat Efendimiz’e, Kur’an’a ve Ehlibeyt’e sıkı sıkıya bağlılık göstermişlerdir.
Halvet; tenhada yalnız kalma, bir manada da Rabb ile beraber olma halidir. Halkın içinde Hakk'la olma halidir. Bu yolun müntesipleri, dini vecibelere ve sünnet-i Resûlullah’a hizmet etmeyi, himmet ve hidayet vesilesi kabul etmişlerdir.
Halvetilik, tarihi süreçte insanoğlunun madde ve mana bütünlüğünün esasını temin ederek, İslam dininin, ruhbanlığı reddetme olgusu içinde kişiyi Rabbine yakın kılmıştır.
Geçmişte dünyanın hemen her kıtasında, bölgesinde ve beldesinde Halveti yolu müntesiplerine ve her yerde Halveti mensublarına rastlanabilmekteydi. Bu yolda yetişen veliler vasıtasıyla Halveti tarikatı Azerbaycan, Hicaz bölgesi, Fas, Tunus, Cezayir, o zamanlar Diyar-ı Rum diye tabir edilen Anadolu ve Rumeli’de, hâsılı dünyanın hemen her coğrafyasında yayılmış durumdaydı.
Günümüzde de bu kutlu Halveti yolunun, Türkiye’nin hemen her vilayetinde, yer yer kasaba ve köylere kadar, çeşitli Avrupa ülkelerinde, Avustralya Kıtasında Asya kıtasının Pakistan ve benzeri çeşitli ülkelerinde yayılmış durumda olduğu ve dünyada hemen her beldede, Halveti mensuplarına rastlamanın mümkün olduğu görülmektedir.
Halveti yolunda ''Esma-i Seb'a'' zikri esası vardır. Bunların birincisi: “lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhid'dir. Bu yolda kelime-i tevhid’den sonra sırasıyla; Allah, Hu, Hakk, Hay, Kayyum, Kahhar esma-i şerifleriyle Halveti zikri tamamlanmış olmaktadır. Bununla birlikte erkânımızda küllî varlığın hakikati olan “illallah” gerçeği; tevhid talimi olarak zâhir-bâtın bütünlüğünde, yedi meratibde de talim edilmektedir. Bunlar sırasıyla tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat, tevhid-i cem, hazret’ül cem, cem’ül cem ve ahâdiyet makamatıdır. Tarihin akışı içerisinde Halveti zikrindeki bu yedi esmanın esası, aynen korunmuş ve aynı minval üzere yüzyıllar boyu aynı şekilde devam ettirilmiştir.
Halvetiliğin, tarikatlar içerisinde velayet kuvvetinin kudsiyetiyle müstesna bir yeri vardır. Genel manada, İslam’da tarikatların ve tasavvufun, yaygınlaşmasında birçok sebep ve hikmetler vardır. Hadis-i kutside Cenâb-ı Hakk ''Gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murat ettim; âlemleri ve insanları yarattım.'' diye buyurmaktadır.
Bizlere de bu tevhid ocağında Hakk’ı bilmenin ve bulmanın talimi, seyr-i sülûk yoluyla yaşatılıyor. Sonsuz kudret, kâinatta her şeyi bir sebepler zincirine bağlamıştır. Ayet-i kerimede Resûlullah Efendimizin lisanından "Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun" diye buyrulmaktadır.( Bkz. Âli İmrân,31 ) Günümüzde ise tâbi olmayı ancak vâris-i nebilerde talim ederek yaşayabiliriz.(Bkz. Kehf 65-66) Dolayısıyla günümüzün suffa mektepleri yani irfan merkezleri de bunun içindir.
: Bu yolların farklılıkları ise insanların algılarının, fıtratlarının ve meşreplerinin farklılığındandır. Bu manada herkesin aynı yönde irşada müsait olmadığındandır. Hakk’a giden yolların ekol farklılığı ise Rabbimizin bizlere olan imtiyazından kerem ve merhametindendir.
Yolumuz; Allah'ın Kitabına, Resûlullah'ın sünnetine, Evliyaullah’ın adetlerine ve Ümmetin icmasına dayalı ve ehl-i sünnet vel-cemaat yoluna mensup ilm-i ledün yoludur, ilm-i tasavvuf yoludur. Yolumuz halveti yolunun, Ramazanî koludur.
Halveti tarikatının, Anadolu'ya yayılmasında Hz. Pir-i sâni Seyid Yahya Şirvani'nin yetiştirmiş olduğu üç yüzü aşkın halifenin, büyük rolü vardır. Erzincan'da Hz. Pir Muhammed Bahaüddin-i Erzincanî, Kayseri'de Şeyh İbrahim Kâmil Tacettin-i Kayserî gibi, birçok pirler yetişmiştir. Daha sonraları Marmara'ya intikal eden kutlu yol, Hazreti Şeyh Yiğitbaşı Veli tarafından bütün Marmara ve Ege bölgelerinde yaygın bir halvetiye anlayışı oluşturmuştur.
Yiğitbaşı Veli Ahmet Şemsettini Marmaravî, geliştirdiği ve yeni bir ekol kazandırdığından kendi adıyla anılan Ahmediye kolu piri olarak anılır. Birçok gönül adamı yetiştirmiş ve yurdun birçok yerine insanı kamiller kazandırmıştır.
Zaman içinde Halvetilik, halk tarafından çok rağbet görmüş ve yaygınlaşmıştır. Yiğitbaş Hazretleri'nin virdleri, Anadolu'da, Rumeli'de ve bütün Osmanlı Hükümdarlığı'nda okunur. Hazretin kemâli bütün bağlılarına ulaşır ve her yeni günün seherinde vird-i settar talim edilerek hayatiyet kazanır.
Dervişlerin mana hayatı şekillenir. Silsiley-i âliye taşkın bir sel gibi en ücra köşelere bile ulaşır ve aşıkana can bahşeder. Bu seyr ü sefer Karahisar’da Ramazan-ı Mahfî'ye ulaşır. Halk arasında Ramazan Dede diye tanınan Hazret-i pir, Yiğitbaşı Veli'nin deruhte ettiği yolun bağlılarından olmakla beraber zaman içinde kendi ekolünü geliştirmiştir.
Pirimiz Ramazani Mahfî Hazretleri, bağlılarına, dervişlerine son derece düşkün, alçak gönüllü, cömert, mütevazi bir velidir. Kendisi, dervişlerinin yetişmesi için bütün gücüyle gayret etmiştir. Evlatlarına, bir muhabbetinde: “Evlatlarım, sizler bu ümmetin fedailerisiniz. Bir ve beraber olun, aranıza gölge dahi sokmayın. Gölgesi olanın aslı da olur, o yüzden elleriniz ve gönülleriniz ayrı düşmesin. Sizin sermayeniz yokluk ve zikrullahtır.’’ diye buyurduğu rivayet edilir.
‘’Rabıtanızdan ayrılmayın; çünkü rabıtasız ibadet makbul olmaz. Gördüğünüz zuhûratları zayi etmeyin. Zuhûrat nübüvetin kırkta biridir. Halkın içinde hafî, halka-i Vahdet’de de cehrî zikri ihmal etmeyin.” diyerek rabıta, zikir ve kardeşliğin önemini dile getirmiştir. İşte bu kutlu silsile günümüze kadar hiç bozulmadan gelmiştir. Yakın tarihe baktığımızda bu gibi manevi şahsiyetlerin günümüze uzanan takipçileri insan-ı kâmillerin, Halvetiliği, tevhidin esaslarını insanlara aktardıklarını müşahede ediyor ve yaşamaya çalışıyoruz,
Ramazanî Mahfî Hazretleri'nin seceresinden zuhûra gelen Mehmet Ali Vahdetî Hazretlerinin manevi nezaretinde postnişin olarak yetişen Abdülkadir Sebâtî Sinopî Hazretleri, gönüllerde gizleninceye kadar nur-u tevhidin müsemmasını ve inceliklerini müntesiplerinin gönüllerine işlemiş ve talim ettirmiştir.
Sultan Abdülkadir Sinopî hazretleri tam bir Ehlibeyt âşığı, engin gönüllü, mümtaz bir şahsiyetti. Müntesiplerine Ehlibeyti sevdiren, Ehlibeytçe yaşamalarını telkin ve talim ettiren, merhum aziz üstadımızın ve bütün piranın himmet ve sevgileri üzerimize daim olsun.
Abdülkadir Sebâtî hazretleri yetiştirdiği İbrahim Kanâatî Gümülcinevî Hazretlerinde gördüğü istidat üzerine kendisine halifelik yetkisini tevdi etmiştir. İbrahim Kanâatî Hazretleri, hayatı ve yaşantısı sade ve gösterişsiz, âli kadir bir şahsiyetti. Tavsiyelerinde hep sevgiyi esas alır, sevgisiz ve inançsız toplumların, mutlu ve başarılı olamayacağını anlatırdı.
Günümüze kadar taşınan bu kutlu Muhammedî tasavvuf yolu, başta Cenâb-ı Resûlullah’ın şefaati, pirlerimizin himmet ve niyazlarıyla arzu ettikleri şekilde başta İzmir, Trabzon ve İstanbul olmak üzere Türkiye'nin ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde devam etmektedir.
Rabbim, bütün ihvanımıza ve insanlığa hayırlar versin. Devletimize, ümmet-i Muhammed’e ve insanlık ailesine dirlik, birlik ihsan eylesin.
Mevlâ’m bizleri ilm-i hakikat ile inşa olanlardan eylesin. Ehlibeyt’in sevgisinde sadık ve hizmetinde hâdim olanlardan eylesin.
Rabbim, cümlemizin yar ve ayanı olsun.
Ebedi saadetler niyazı ile aşkı yaratana emanet olun.
Ali BEKTAŞ
15.03.2012 İstanbul