Ehlullah buyuruyorlar ki: “Aşkın üç hali vardır.” Bu haller kişiyi; beğenmekten sevgiye, sevgiden aşka, aşktan da vuslata taşır. Kişi vuslata erinceye kadar bir seven bir de sevilen, bir aşık bir de maşuk vardır. Tevhit ancak vuslat ile olur. Miraç ancak vuslat ile yaşanır. Bunlar hep kademe kademedir. Bu kademeler ilmel yakin, aynel yakin ve Hakkel yakin olarak anlatılır ancak vuslat ta ruhel yakinlik de vardır. Bunu Sevgili Peygamberimiz, Hz. Ali için “Demlike demlik, cismike cismik, ruhike ruhik” olarak anlatır. Yani Hz. Ali için “Kanı kanımdan, eti etimden, ruhu ruhumdandır.” diye buyurmaktadır. Ayrıca Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de Sevgili Peygamberimiz için “Beni seven seni sevsin, bana itaat etmek isteyen sana uysun, beni görmek isteyen seni görsün.” diye buyurmaktadır.
Aşk; iki türlüdür. Birincisi mecazi aşk, ikincisi ise hakiki aşktır, yani Allah aşkıdır. Mecazi aşk; fanilere gönül bağlamaktır. Hakiki aşk ise Allah’ı gönül vermektir. Bazen mecazi aşk, hakiki aşka vesile olur.
Aşık maşukunun sevdiği her ne varsa sever. Ona maşukunu hatırlatan, maşukuna vuslata vesile olan her şeyi sever. Vuslat için arada gurbet vardır, özlem vardır. Bu özlem ve gurbetlik, aşığın maşukunu devamlı düşünüp zikretmesine vesiledir.
Valeh; cezbesine kapılmış, hayret etmiş, hayran olmuş manalarına gelir. Süleyman Çelebi “Mevlüd-i Şerif”in miraç bahrinde, Allah (cc) aşıklarının hallerini sıralarken Cenab-ı Resulullah’ın gördüklerini şöyle belirtir:
Kimisinin aşkı Hak olmuş durur
Veleh-u hayranı meşk almış durur.
Valeh aşkın tutsaklık halidir. Aşığın iradesinin olmadığı bir haldir. Aşık maşukunun her fiilini, her sıfatını hayranlıkla seyreder. Aşkın ilk halinde ikilik vardır. Aşık olan ve aşık olunan(maşuk) aşkın valeh mertebesine gelince iş biraz değişir. Zira aşık, maşukunu her yerde görmeye, her şeyi maşukuna benzetmeye başlar. Meselâ maşukun cemalini ay, yıldız, güneş hatta nura benzetmeye başlar. Aşığın zevkine göre maşukun gözlerini, saçlarını, zülüflerini zevk ettikçe hayretten hayrete, halden hale girer de hayranlığı kat be kat artar.
Züleyha, Hz. Yusuf’a (as.) hayranlığını gizleyemez. O’na sahip olabilmek için her çılgınlığı yapar. Onun bu hali saray kadınları tarafından kınanır. Züleyha’da bütün saray kadınlarını bir masanın etrafına toplar ve herkesin eline birer elma ile keskin bıçaklar verir. Kadınlar tam elmayı keserken Züleyha Hz. Yusuf’u çağırır. Yusuf’u gören kadınlar şaşkınlık ve hayretten elma yerine kendi ellerini keserler de hiç acı duymazlar. (bkz. Yusuf Suresi) Valeh işte böyle bir haldir.
Heyman; içtikçe daha bir yanan ve bir türlü suya kanmayan manalarına geldiği gibi, kara sevdalı olmak anlamına da gelir. Aşığın, maşuğunun cemalinin tecellileri karşısında tutulup kalması, hayranlıktan dehşete kapılmasıdır.
Valeh de aşık maşukunu eşyada seyredip, eşyanın hakikatine arif olduktan sonra, kendisinin de maşuktan ayrı olmadığının farkına varıp hayret ve dehşete kapılır. Zira bu mertebede aşık ve maşuk bir olmuştur. Aşık maşukunu kendinde bulmuştur. Yunus Emre bunu: “Biz sevdik aşık olduk / Sevildik maşuk olduk.” diye izah eder.
Leyla Mecnun’a seslenir: “Kays işte Leyla benim.” Kays Leyla’ya cevap verir: “Sen Leyla isen, bendeki Leyla kimdir?” Aşık tevhide ermiştir. Zira aşık maşukta yokluğa (hiçlik) ermiştir. Artık aşık bekabillah denilen yere ulaşmıştır.
Aşkın hem celali hem de cemali halleri vardır. O, hem cefadır aşığı yakar hem sefadır aşığı büyük bir mutluluk boğar. Gönlü maşuk ile dolu olan aşıkta gayrı diye bir şey yoktur. Aşk bir gönüle girdi mi kendinden başkasını barındırmaz. Yere göğe sığmayan maşuk ancak aşığın gönlüne sığar. Aşk aşığın gönlüne girerse, orada ne aşık ne de maşuk kalır. Orada baki olan AŞK kalır vesselam.
Rabbim cümlemizin yar ve yareni olsun. Selâm ve dua ile kalın.
Enver EFE
İstanbul, 23 Mart 2020