Tasavvuf anlayışında; din, dil, ırk, mezhep ve renk ayırımı yapılmaz. Sevgi ve hoşgörü, bütün dünya insanlarını birleştirici evrensel bir kardeşlik yaratma düşüncesi ve inancıdır. Sevgi ve hoşgörüye teslim olmuş bir insan, kendini Rabb’ine teslim etmiş bir insan gibidir. Hoşgörü, insan kişiliğini yansıtan ve onu tanımlamaya yarayan bir gönül belgesidir. Sözün kısası; hakikat mertebesinde ehli ihvanlığı yaşamayan bir kimsenin sevgi ve hoşgörü sahibi olması da mümkün değildir.
Dergahlarda gördüğümüz “Hoş gör ya hu” sözcüğü, toplumun ve fertlerin huzuru için anahtar bir kavram olan ‘’HOŞGÖRÜ’’ sadece bir duvar süsü olarak algılanmamalıdır. Aynı zamanda bizler için bir hayat düsturu olmalıdır. Bir adıda müsamaha veya tolerans olan hoşgörü İfade gücü bakımından müsamaha ve tolerans kelimelerinden daha ileridir. Çünkü müsamaha ve toleransta görmezlikten gelmek, katlanmak ve tahammül etmek gibi manalar vardır. Hoşgörüde ise bunları aşarak düpedüz hoş görmek, hoşnut olmak vardır. “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” diyebilmek engin bir gönül ister. Bu gönle sahip kimseler insani asliyesine ulaşmış hoşgörülü kimselerdir değerli dostlar.
Kişinin hoşgörü sahibi olabilmesi için hem kendinde olanın değerini hem de herkesteki tecellinin kıymetini bilmesi lazımdır. Herkeste demek bile eksik kalır; yaratılan her zerrede Cenab-ı Hakk’ı müşahede etmek gerekmektedir.
İnsan, yaratanla yaratılan arasında bir noktada oturmaktadır. Hz. Mevlâna Divan-ı Kebir’de: “İnsandır desem, aşktan utanırım; Tanrıdır desem, Tanrı’dan korkarım.” diyor. Böyle bir insan nasıl olur da hoşgörülü olamaz.
Tevhid, Allah (cc.) her yerde görme yetisi olup, insanı korku ve pasiflikten kurtaran bir güçtür. Hoşgörü tevhidin neticesinde oluşmaktadır. Emin olan kişi, hoşgörü sahibidir. Hoşgörünün sonucu hiçliktir. Hiçlik her şey olmak demektir.
Yazımıza bir kıssa ile devam edelim inşallah. Bir gün bir derviş bir devlet dairesinde oturuyormuş. İçeriye zamanın kaymakamı girmiş. Derviş kaymakamı tanımadığı için halinde ve duruşunda hiçbir değişiklik olmamış. Kaymakam bu ilgisizliğe sinirlenerek: “Sen beni tanımıyor musun?” demiş. Derviş; “Tanıyamadım efendim” deyince: “Ben kaymakamım!” demiş. “Peki sonra?” demiş derviş. “Belki vali, belki başbakan hatta cumhurbaşkanı bile olabilirim.” demiş. “Peki daha sonra?” demiş derviş. “Eh daha ne olsun, hiç!” demiş kaymakam. “İşte efendim, ben sizin dediğiniz o hiçim.” demiş derviş.
Sonuç olarak; Pir Sultan Abdal'ın buyurduğu gibi, İnsan kıblegahtır. İnsan secde edilecek makamdır, mihraptır. Hz. Ali, konuşan Kur’an'ım dememiş midir? Böyle insanlara nasıl olur da hoşgörülü olamazsınız veya böyle bir insan nasıl olur da hoşgörülü olamaz.
Bu sevgi ve hoşgörü öyle bir haldir ki; sevgi ve hoşgörünün yolu "gönül kabesi"nden geçmektedir. Yunus EMRE Hazretlerinin buyurduğu gibi: “Allah (cc.)’ın yeri, yer ve gök değil, insanın kalbidir.” İnsanın kalbi, "gönül kabesi"dir diye buyuruyor sultanlarımız. İnsanın özü insan, doğumu beşer, tekâmülü hoşgörü, sonu aczini idraktir dostlar.
Bir hadis-i şerifle yazımızı sonlandıralım inşallah. "Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle" diye buyurmaktadır Peygamber (sav.) Efendimiz.
Rabb’im cümlemizi hoşgörü ve sevgisinde samimi olanlardan eylesin.
Rabb’im cümlemizden razı ve hoşnut olsun.
Mustafa AYALTI
Akçay, 25 Eylül 2019