Kendini bilmek! Ehli tasavvufun tevhit taliminde ki tek hedefi, tek gayesidir. Bu yolun talipleri, müntesipleri bir mürşidi kâmile intisap edip, inabe aldıkları zaman, mürşidin o kişi (ler) için tek bir amacı, tek bir uğraşı vardır o da ilm-i tevhidin hakikati ve özü olan, senin kendini tanıman ve bilmen için sana yaptırdığı, talim ettirdiği eğitim sistemidir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed sav. Efendimizin bu manada bizlere ışık tutan keskin bir hadis-i şerifi vardır. Buyururlar ki:”Men arefe nefs-e Hu, fekad arefe Rabbe Hu.” Yani “kendine arif olan nefsine arif olur, nefsine arif olan da Rabbine arif olur” buyurmaktadır.
Bu hadis-i şerifte dikkat edeceğimiz husus “kendini bilen” değil, “kendine arif olan” dır. Bilen, bilgi sahibi olmak manasına gelir, fakat arif, hem bilen, hem gören, hem de tanıyan manasınadır. Bundan dolayıdır ki bu tür İlmi ledün hakikat meclislerine Allah’ın Veli kulları “İrfan sofraları” derler.
Şair Can Yücel’in çok hoşuma giden bir şiiri vardır: “Yirmi yaşımda ben, otuz beş yaşımda ben, kırk yaşımda ben ve bugünkü ben.” Şair geçmişi ile yüzleşiyor ve çeşitli yaş gruplarındaki halini bir masanın etrafında toplayıp kendini sorguluyor. Ve neticede bütün yaş grupları birbirlerinin hallerini beğenmeyip masada kavga çıkarıyorlar ve dargın ayrılıyorlar. Ve sonunda da şair kendisine kızıp diyor ki: “Kabahat bende hiç tanımadığın kişileri insan evine davet eder mi!” der.
İnsan gelişen tekamül eden bir varlıktır. Dün ak dediğine bugün kara diyebilir, dün beğendiğini bugün beğenmeyebilir. Bunların hepsi kişinin o anki durumuna göre doğru olabilir fakat asıl olan şu anki halimizdir. Unutmayalım doğrular pek çoktur fakat hakikat bir tanedir; ve biz tek olan hakikati bulmak için çalışıp, çabalıyoruz.
İnsan, bu dünyada kendisini çok iyi geliştirebilir, çok iyi okullarda okuyup, çok iyi hocalardan ders almış alabilir, her şeyi en ince detayına kadar bilebilir fakat geriye bilmediği tek bir şey kalır ki o da kişinin kendini bilmesidir. İnsan ne kadar ilim tahsil ederse etsin, İlm-i Ledün’ü ehlinden talim etmedikçe bu gerçeğe ulaşamaz.
Hz. Musa as. ile Hz. Hızır as.’ın yolculuğunu hatırlayalım. Kur’an bizlere Ledün ilminin talimini bu kıssa ile ne güzel anlatır. Yalnız bu kıssada bizim alacağımız ders, öğrencinin öğretmenine, yani müridin mürşidine tam manası ile tereddütsüz iman edip güvenmesidir. Mürşit ne yaparsa yapsın, sana ne yaptırırsa yaptırsın, o an sana ters veya lüzumsuz gibi görünse de hiç itiraz etmeden işin sonundaki hikmeti seyreyle; sen hikmete talip ol.
İlim ilim ilmektir / İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin / Bu nasıl okumaktır
Yunus Emre
Malum olduğu üzre İslâm’ın ilk emri “oku” bu aynı zamanda da inen ilk ayet-i kerime’dir. Ayet direk “oku” diye başlıyorsa bu aynı zamanda da kullar için bir emir ve farz hükmündedir. Ayet okumaktan kasıt insanın kendini araştırması, kendi bilinmezliğini keşfetmesi, kendi hakikatine ulaşmasını tavsiye ediyor. Bu araştırmanın ipuçlarını da yine Kur’an’dan arayıp buluyoruz.
Şeyh-ül Ekber Muhuddin-i Arabi der ki: “Herkes Allah der; fakat Allah’ı ayrı kendilerini ayrı görürler” der. Evet bizim daha baştan bütün hatamız buradadır. Kendimizi ayrı müstakil bir varlık zannedip, Allah’tan ayrı görmemizdir. Her gün onlarca defa söylediğimiz “Bismillahirrahmanirrahim” i biraz düşünüp, hakikatine ermeye çalışsak bu bile bize çok büyük mesafeler aldırır.
Herkes “Bismillahirrahmanirrahim” derken mealen “Rahman ve Rahim olan Allah’ın bana verdiği güç ve kuvvetle bu işi yapıyorum” der. Fakat bunu biraz daha dikkatli düşünüp araştırsak ortaya bizi şaşırtacak bir sonuç çıkar. Mealen: “Rahman ve Rahim olan Allah benden iş görmektedir” hakikatine ereriz.
Yine Muhiddin Arabi “Ahadiyet risalesi” adlı eserinde: “Bu alemde yalnız Allah var. Allah’la beraber hiçbir varlık yok, zaten olamazda. Eğer Allah’tan ayrı bir varlık olsa idi, o varlığın kendi başına bağımsız apayrı bir varlık olması gerekirdi” diyor. Bizim gözümüzün görüp, göremediği her ne varsı bunların hepsinin Hakk’ın yansımaları olarak kabul edelim. Çünkü görünen her şeyin hakikati o şeyin kendi ismi olmaksızın her şey Hak’tır. İşte tevhit anlayışı budur.
Yine Muhiddin Rabinin “Ahadiyet risalesi” adlı eserinde der ki: “Sen başkalarının Allah’tan başka, O’ndan ayrı olduğunu sanırsın. O’ndan başka bir şey mi var ki başka ve ya ayrı olsun; fakat biz bunu bilmiyoruz. Her baktığımız, her gördüğümüz şeyde O’na bakıyor, onu görüyoruz fakat biz bunu fark etmiyoruz.”
Kelime-i tevhid-i söylerken, hem “Lâ ilahe illallah” (Allahtan başka ilah (hiç kimse) yoktur diyoruz”) Hem de her gördüğümüzü ayrı bir varlık sanıyoruz. Ey insan sen Allah’ın muradısın, seni Kendine halife olarak yarattı. O, bu âlemde senden görünmeyi diledi. Bundan dolayıdır ki, sen bakisin. Zaman içerisinde kaybolup gitmeyeceksin. Bakara suresinde Allah cc. : “Biz Allah’tanız, dönüşümüz de Onadır.” (Bakara 156) deyiniz buyuruyor.
Değerli dostlar: Hakk’ı kendimizde arayalım, bulmaya çalışalım. Göreceğiz ki, bizim fiillerimiz Hakk’ın fiilleri (işi) imiş. Bizim sıfatlarımız Hakk’ın sıfatları imiş. Bizim vücudumuz Hakk’ın vücudu imiş. Buna kendimizde yakinen arif olup, şahitliğine erdiğimiz zaman anlayacağız ki, biz zaten Ondanız veya O zaten bizde imiş. Bunun için de Hak’tan ayrı gördüğün her şeyi fani et. Çünkü: “Allah’ın yüzü dışında her şey yok olacaktır.” (Kasas 88).
Madem ki ben bende yok
Sen senlikle sende yok
Hak’tan gayrı nesne yok
Her görünen Vechullah
Aç gözün ibretle bak
Görünen değil mi Hakk ?
Fehmi’nin sözü mutlak
Zahirim dedi Allah
Hasan Fehmi
Rabbim cümlemizi kendi hakikatine erip, kendimizi ve Rabbimizi bilenlerden eylesin İnşallah. Selâm ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 15 Şubat 2025