Eğer ki bir dil zikretmiyorsa Allah’ı
Dil deme sen o et parçasına
Niyazi Mısri
Değerli dostlar: “Bülbülün çektiği dilinin belasıdır” derler büyükler. Dil deyip geçmeyin; dil gönülde ve akılda olanın zuhurat kapısıdır. İnsan gönlünde olanı dili ile zahire çıkarır, aklında olanı kelâma getirir. Fakat bu sözleri her yerde bazen ulu orta söylendiği zaman da kişinin başı sıkıntılara düşebiliyor.
--Saraya yeni bir ahçı alınacakmış, memleketin dört bir yanına haber Salınıp, kendine güvenen iyi yemek yapabilen aşçılara sarayda ihtiyaç vardır diye tellallar bağırtmışlar, halka durumu bildirmişler. Tabi kısa zamanda kendine güvenenler sarayın önünde toplanmışlar; aşçı başı bunları eleye eleye adayları tek’e düşürmüş ve o tek adayı da padişah sınavdan geçirecekmiş.
Finale kalan yarışmacıyı padişah huzuruna alır ve derler ki: “Ey kendine güvenen aşçı bana öğle yemeğinde en iyi bildiğin, en sevdiğin yemeği yap.” Aşçı hemen işe koyulup padişahın buyruğunu öyle yemeğine hazırlar, padişahın önüne sofrayı kurar.
Padişah servis tabağının kapağını kaldırır bir de ne görsün ! Tabaklarda dil ve yürek. Hemen padişaha servisi hazırlayıp yemeği sunar. Padişah yemekten sonra “eline sağlık aşçı, akşam yemeğine de en sevmediğin yemeği yap da bir de onu görelim” der. Aşçı tekrar işe koyulur ve akşam yemeğini de padişahın önüne getirir ve sofrayı hazırlar.
Padişah tekrar tabaklara bakar bir de ne görsün ! Öğlen hazırlanan yemekler akşam da aynı şekilde sofrada. Padişah sebebini sorunca aşçı cevap verir: Padişahım insanın başına ne gelirse bu iki azasından gelir. Sevgi de, nefret de bu iki azada gizlidir. İnsan bu iki azası ile kendini ya vezir, ya da rezil eder.
Evet dostlar kıssamız bu kadar. Cenab-ı Resulullah Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde “İnsanda iki et parçası vardır; onlar iyi olduğu müddetçe insan da iyidir, onlar kötü olduğu müddetçe de insan kötüdür. O iki et parçası kalp ve dildir” diye buyurmuşlardır.
Bundan dolayıdır ki ilim meclislerinde muhiblere “dilini ve kalbini tut” düsturu tavsiye edilir. Bunun içinde Ehlullah: “Dervişin fikri ne ise zikri de o dur, ve ya fikri ne ise zikri de o dur” derler.
İmam-ı Şah Hz. Ali’nin “söz insanın içinde iken, insan o sözün hakimidir; söz ağızdan çıktığı zaman insan o sözün esiridir” der. Evet dostlar söyleyeceğimiz ve ya söylediğimiz sözler bizim yaşantımızı ve karakterimizi belli eder.
Konumuza vesile olan “Dilin afetleri” ne gelince bunların hepsini tek tek incelediğimizde, şayet bizlerden böyle haller ve kelamlar zaman zaman da olsa zahir oluyorsa, bunlar hem bizim tekamülümüzü engeller, hem de yüzümüze vurulduğu zaman büyük bir mahcubiyet yaşarız. Bu afetlerin başlıcaları şunlardır:
--YALAN : Yalan, şartlar ne olursa olsun hiçbir müminde, hatta hiçbir Müslümanda olmaması gereken bir haldir. Belki o yalanı söylerken o an için rahatladığımızı zannederiz fakat yalanımız ortaya çıktığında ise duyacağımız mahcubiyetin ve ezikliğin tarifini yapmak imkansızdır. Büyükler: “Bir yalan kırk yalan doğurur, kırk yalan, kırk mahcubiyet getirir” demişler.
Ayrıca yalanı söyleyenin yalanı sabitlenirse, daha o kişiye hiç kimsenin inanmadığı gibi, hiç kimsenin güvenini ve dostluğunu da kazanamaz. Yalan vaatte bulunmak ve yalan yere de yemin etmek bunlara dahildir. Yalan, Muhammed'i ahlaka da uymayan bir davranıştır.
--GIYBET, DEDİKODU : Gıybeti Kur’an “ölmüş kardeşinizin etini yemeyin “ diye tarif ediyor. Gıybet, bir başkasının hatalarını, kusurlarını , sırlarını araştırıp başkaları ile paylaşıp, kişiyi zor duruma düşürmektir. Velev ki bu söyledikleriniz doğru bile olsa o kişinin yüzüne karşı söylemediğiniz için gıybettir. Yok, isnat ettiğiniz şeyler yalan ise bunun adı da iftiradır. Bunların ikisi de birbirinden tehlikelidir.
--MALAYANİ BOŞ ŞEYLER ve FUZULİ KONUŞMAK: Malayani yani boş şeyler konuşmak insana bir şeyler kazandırmadığı gibi, söyleyenin ve dinleyenin zamanını da boşa geçirmiş olması demektir. Malayani ve fuzuli konuşmak; iki afet arasında ince bir fark vardır şöyle ki: malayani baştan sona kadar insana bir şey kazandırmayan lüzumsuz sözlerdir. Fuzuli söz ise: Bir gerçeği, faydalı bir konuşmayı gereğinden fazla uzatmaktır. Daha fazlası insanı sıkar, bıkkınlık verir.
--BATIL KONUŞMAK: Batıl inanç ve batıl konuşmak, din ile ve ya bir hakikat ile, bilimsellikle ve ya doğru olan şeylerle alakası olmayan, genellikle cehaletten ve bilgisizlikten meydana gelen, araştırılıp, düşünülmeden, tefekkür edilmeden söylenilen, dinde ve bilimde yeri olmayan batıl ve afaki sözlerdir. Hele bu sözlere inanıp, bu söz ve gelenekler üzere hayatına yön vermeye çalışan kişinin ömrünün boşa geçmiş olmasına sebeptir.
--İTİRAZ ETMEK: İnsanların en çok takılıp kaldıkları yer de burasıdır. İtiraz etmek. Hele bu dervişlikte olursa daha da kabul edilemez bir durumdur. Çünkü itirazda ‘ego’ gizlidir. Nefsimizin ‘ben haklıyım’ kibri gizlidir. İtirazda ‘şeytanın baş kaldırışı’ gizlidir. Bütün bunlar, bildiğin ve şahit olduğun bir doğruyu veya bir gerçeği karşındakine anlatırken, kişi sana inanmıyorsa, o kişiyi inandırabilmek için uğraşma. Vaktine yazık, zamanına yazık, Zikrinden olursun, zevkinden olursun, aşk ve feyzinden olursun. Bundan dolayıdır ki Allah dostları ‘itiraz’ ı dervişlerine hiç tavsiye etmezler.
--ÇİRKİN ve KÜFÜRLÜ KONUŞMAK: Ahlâk-ı Muhammediye’nin delillerinden birisi de kişinin dilinin altında gizlidir. Kişi güzel ve edepli, tatlı dilli konuşursa kendisini dinleyecek muhatap bulur. Kendisine dostlar ve güzel huylu arkadaşlar edinir. Kaba saba, küfürlü ve argo kelam konuşmak dili çirkinleştirdiği gibi, kişinin ahlâkını da olumsuz yöne etkiler.
--LÂNET ETMEK, BEDDUA OKUMAK: Lânet etmek veya beddua okumak da dilin afetlerindendir. Lânet etmek demek, kovmak, hayırdan ve Allah’ın rahmetinden uzaklaştırmak, sövmek, cezalandırmak, engellemek ve beddua etmek anlamlarına gelmektedir. Allah’ın Kur-an’da bazı kişi ve kavimlere Lânet ettiği yazılıdır. Beddua etmek ise, bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan duadır.
Allah’ın Veli kulları, dervişlerine yukarıda sayılanların hepsini yasakladığı gibi, hele hele lânet ve beddua etmeyi tamamen yasaklamışlardır. “Bizler Rahmet Peygamberinin ümmetleriyiz, beddua etmek bize yakışmaz. Beddua, Allah’ın ismi ile kula yapılması istenilen bir zulümdür. Eğer kişi bu zulmü hak etmiş ise muhakkak bu belaya uğrar. Şayet kişi bu bedduayı hak etmemişse, Allah’ın ismi ile yapıldığından, beddua döner dolaşır sahibine geri döner ve ettiği bedduaya kendisi müstehak olur.” derler.
Değerli dostlar, yukarıda isimlerini saymaya çalıştığımız nahoş kelimeler aslında bizim Müslümanlığımıza ve dervişliğimize engel olan hallerdir. Kişi Allah'ın zikrinden dilini ve gönlünü gafil bıraktığı zaman bu saydıklarımızdan en az birisi dilimizi ve gönlümüzü istila eder de zikirden ve tefekkürden bizleri alı koyar. Bizleri seyr-i sûlükümüzde Allah ile aramıza engeller koyar.
Bu hallerimiz ise, bir anlık gaflet müstesna olmakla beraber aslında sevgimizi, imanımızı, kulluğumuzu sorgulamak için bizlere bir fırsat olabilir. Kişi sevgide kendisini eksik görüyorsa, ibadetleri onu bir yere taşımıyorsa, kulluğundan zevk almıyorsa, muhakkak bir yerlerde “kaçak” var demektir. Ya sevgimizi, ya imanımızı, ya da kulluğumuzu yeniden gözden geçirelim.
Rabbim cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. Selam ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 13 Ocak 2025