بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
Elhamdülillahi Rabbi’l alemîn vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
Bismillâhirrahmânirrahîm
وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
“Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer hakikaten mü’min iseniz, üstün gelecek olan sizsiniz.” (Âl-i İmrân, 139)
Rasûlullah (sav) Efendimiz buyurdular:
“Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayr sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayr olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayr olur.” (Müslim, Zühd 64)
Efendim mezkûr ayet-i kerîme Uhud mağlubiyeti neticesinde inzal olunmuştur. Bedir’deki muhteşem zaferin ardından bir sene kadar sonra Uhud’da meydana gelen vaziyet mü’min gönülleri mahzun etmiş idi. Cenab-ı Hakk’tan gelen bu ayet ile mü’minler hem ikaz edilmiş hem de müjdelenmiştir. Şimdi düşünelim! Cenab-ı Rasülullah ile berabersiniz ve harbte mağlub oluyorsunuz…Yoksa bu dava batıl bir dava mıydı? Allah azze ve celle dilese bütün harplerden galiben çıkılmaz mıydı? “Hakikaten mümin iseniz” deniyor ayeti kerîmede. Demek ki bu hitaba muhatab olmak için evvela hakiki bir iman sahibi olmak lazım geliyor. Mümin münafık fark olunsun murad ediliyor Allahualem.
Mümin; asla ümit kesmeyecek, gevşeklik göstermeyecek ve her vaziyette ne icab ediyor ise onu yapacak!
Yaşadığımız hayatın yeknesak olmadığı malum. İnişler ve çıkışlar hep var. Sahabe-i kiram hazerâtı da bu hallerin hepsini Efendimiz (a.s.m) ile birlikte ibretamiz bir surette yaşadılar. Her ahval ve şeraitte arzu edilen bu mümin tavrını hayatlarında nasıl tatbik edeceklerini Allah Rasülünden talim ettiler. Sevgili peygamberimiz (sav) çok güzel iki mefhum ile de biz ahir zaman ümmetine reçeteyi veriyor: Şükür ve sabır!
Cenab-ı Hakk’ın bizim ne şükrümüze ne de sabrımıza ihtiyacı var. Şükredeceğimiz ve sabredeceğimiz ahval ancak bizim kemâlatımız içindir. Haşa Rabbimiz bize zulmedecek değildir. Müspet ya da menfi her vak’anın geldiği yerin aynı olduğu idrakinin zihinde ve gönülde melekeleşmesi yani arifibillah olunması maksadı iledir.
Mevzumuz ile alakalı Mevlânâ Hazretleri’nin mahdumu Sultan Bahâeddin Veled Hz.’lerinin şu hâtırasına kulak verelim:
“Birgün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı gelmişti. Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam:
“–Birinden mi incindin de böyle sıkıldın?” dedi. Ben de:
“–Bilmiyorum ki bu ne hâldir?” dedim. Babam kalkıp eve gitti, bir müddet sonra baktım ki kurt postunu çevirip başına geçirmiş, çocukları korkuttukları gibi “Bö! Bö! Bö!” diyerek yanıma geliyor. Babamın bu hoş hareketi sebebiyle beni bir gülme tuttu ki anlatamam. Hemen yere kapanarak ayaklarını öptüm. Babam:
“–Bahaeddin! Eğer bir güzel ve latif sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa, dâima seninle şaka, şenlik etse ve birdenbire yüzünün şeklini değiştirip gelse ve sana “Bö! Bö! Bö!” dese ondan hiç korkar mısın?” buyurdu. Ben de:
”–Hayır, korkmam” dedim. Bunun üzerine babam:
“–Seni sevindiren, seni sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir. Hep O’dur, hep O’ndandır ve hep O’ndan feyizlenirsin. O hâlde niçin boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde âciz kalıyorsun?” buyurdu.
Babamın bu hareketi ve sözleri üzerine derhal hâlim değişti, taze gül gibi açılıp ferahladım. Ömrüm boyunca da başka gam yüzü görmedim ve üzülmedim, dünyanın gamı kederi yanıma yaklaşmadı.”
(Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul 1973, I, 265-266)
(Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yay.)
Vemâ tevfîki illâ billah aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünîb
Vesselâm…
Mehmet YÜZEN
İstanbul, 12 Şubat 2025