İnsan, Eşref-i mahlûk.
İnsan, kâinatın süsü,
İnsan, Allah’ın halifesi,
İnsan, akıl nimetleri ile süslenen, Allah’ın zuhur mekânı, Allah’a kulluk eden, Hz. Peygambere ümmet ve evlât olma bahtiyarlığına eren, İslâm ile şereflenen, Allah’a halife olacak kadar O’nun esmaları ile ziynetlenen, Allah katında en yüce, en şerefli varlık, kâinatın efendisi.
Bilmek istersen seni, / Can içre ara canı
Geç canından bul ânı, / Sen seni bil sen seni
İnsan, kendi asliyetini fark ettiği zaman, meleklerden dahi üstün; dür-ri yekda, âlemlerin zübdesi olan. Kendini bilmez, kendini tanıyamadığı zaman ise: Cahil, asi ve isyankâr; her türlü kötülüğü yapabilen, “esfele safilin” denilen aşağıların aşağısı karanlıklar ülkesinde şeytandan bile daha zalim olan.
İnsan; bir tarafı “enes” vasfı ile şereflenip, “dost”luğa lâyık, diğer tarafı da nisyan ile kaplanmış, cehaletin verdiği ukalalık ve hadsizlikle kendi enaniyetinde nefsinin elinde esir olup asileşen, bayağılaşan geldiği yeri unutan beşer mahlûk.
İnsan kendisine bir dönüp baksa, kendisini ve asliyetini bir düşünüp tefekkür etse, aradığı her şeyin kendisinde olduğunu görür. İnsanın, kendisinin zannederek kendine bend etmiş olduğu dört ana kalesi vardır. Bunlar: Esma, fiil, sıfat ve vücut kaleleridir.
Kim bildi ef’âlin / Ol bildi sıfatını
Anda gördü zâtını / Sen seni bil, sen seni
İnsan bu dört ana kalesi ile Allah’ın üssüdür, arşıdır, semasıdır, miratıdır, halifesidir, sırrıdır. İnsan, Allah’ın kürsüsüdür. Yüce Allah’a her yer kürsüdür fakat Allah’ın konuştuğu asli kürsü insandır. Ama İnsan!.. Kendi enesinden arınmış, varlığını Hak’ta tevhit etmiş olan insan. “Ben o kulumun konuşan lisanıyım” denilen insan. Yani ulü-l elbab olan insan. (1)
İnsan bu aleme geldiği vakit kendince olmazsa olmaz diye nitelendirdiği bazı nefsi istek ve arzulara kendisini mecbur kılar; bunlar: mal-mülk, şan-şöhret, ev-evlat, para ve tatlı hayat vs; hep bunları hayal eder, arzu eder kazanmak için ne lazımsa o yönde gayret eder fakat bunun karşılığında da kendinden farkında olmadan çok şeyler kaybedip, bedel öder. Başta huzurunu, sağlığını ve daha nelerini. Sonra yaş kemale erip ihtiyarlığın gölgesi başımızın üzerine düştüğü zaman ancak fark edebiliyoruz ki, kendimize hiç zaman ayıramamışız. Sevgiye, muhabbete, kulluğa!
Hep dünya ve dünyalığımızın peşinden koşarken ahiretimizi unutmuşuz, bazen de ahiretimizin peşinde koşarken dünyalığımızı unuttuğumuz gibi. Sırtımızı güneşe dönersek gölgemiz hep önümüzde kalır, yakalamak için gölgemizin peşinden koşarız. Halbuki önümüzü güneşe dönebilsek, gölgemiz (dünya) arkamız da kalacak, o kendiliğinden hep bizim peşimizden gelecektir.
Bundan dolayıdır ki Allah, Kur’an-ı Kerim’de Zariyat 56. Suresinde insanın yaradılış gayesini anlatıyor. Buna parelel olarak da Cenab-ı Resulullah Efendimizin “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisi de insanın, kendisini tefekkür ve murakabe yoluyla araştırmasının yol haritasını çiziyor.
Bu tefekkür ve araştırma muhakkak bir bilen ile yani bir mürşid-i kâmilin nezaretinde olmalı ki maksat hasıl olsun; yoksa tek başına bu işin olması çok zor hatta mümkün değil diyebiliriz.
İslâm dini cihad dinidir! Fakat bu cihad-ı ekber olan bir cihattır, yani kişinin nefsi ile yaptığı bir cihat. Cehalete karşı yaptığı bir cihattır. İnsan nefsinin olumsuz arzu ve isteklerine karşı kendisini frenleyen, bu olumsuz arzu ve isteklerine, Allah’ın zikri ile onlara karşı koymaya çalışan, nefsinin her olumsuz halinden kendisini arındırdıkça, Allah’ın sevgisi, muhabbeti, zikri ile yoğunlaşan; sevgi ve muhabbetinin harareti arttıkça kendisine hikmet kapıları açılan eşref-i , müzeyyen bir kul olur.
Allah’ın emrettiği bütün dini vecibelerini noksansız yerine getirir sonra da, kurb-i nevafiller ile de gecelerini ihya eder Buna Ehlullah. “Gündüzleri saim, (oruçlu) geceleri kaim “(ayakta-uyanık) der . Bu arada da kendi afakından (dış yönünden) kendi enfüs (iç âlem) üne doğru tefekkür ile bir içsel yolculuk yapar. Bu yolculuğun ne kadar süreceği bilinmez ama, bu yolculuğun adına Allah’ın veli kulları seyr-û sülûk demişlerdir.
Görünen sıfatındır / Anı gören zatındır
Gayrı ne hacatındır / Sen seni bil, sen seni
İnsan bu seyr-i sülûkunda “Lâ fail-e illallah” (benden iş gören bütün fiillerimi halk eden Cenab-ı Hakk) der. “Lâ mefsuf-e illallah” (benim bütün sıfatlarımda mefsuf olan Cenab-ı Hakk) der. “Lâ mevcud-e illa Hû” der. (Bende mevcut olan Cenab-ı Hakk) der. İnsan bunların arifi olduğu zaman, haddini bilir. Kendini tanımaya başlar.
İnsan kendisini tanıdıkça “hiç” olduğunun farkındalığını yaşar; kendisinin Hak’tan ayrı bir varlık olmadığının şuhuduna erer. Artık onun için sıkıntı ile ferahın, varlık ile yokluğun, sevinç ile hüznün, hayır ile şerrin bir farkı kalmaz. Çünkü bütün bunları Hakk görür, Hak’tan görür. Başa gelebilecek bütün hususlarda her türlü çabayı göstermesine rağmen, mutlak anlamda Allah’a teslim olup, yalnızca O’na tevekkül eder; yalnızca O’ndan yardım ister. (Fatiha- 4)
İnsan kendisini tanıdıkça, duygu ve düşünceleri de kemalâta doğru olgunlaşır, yaşamı bir anlam kazanır, kulluk bilincine varır, kul olmanın sorumluluğunu ancak o zaman idrak edebilir. Ancak o zaman ‘Ey kulum’ hitabına mazhar olur.
Bayram özünü bildi / Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu / Sen seni bil, sen seni
Hacı Bayram-ı Veli
Değerli dostlar, derviş seyri sûlük yolculuğunda tek bir gayesi olmalı, bu gaye de ancak kendi asliyetini tanımak olmalı. İnsan, kendi asliyetini tanımadıkça Rabbini tanıyamaz.
Kendi nefsimizin arifi olalım İnşaallah. Selâm ve dua ile kalınız.
1- HİÇ OLMAK Ali BEKTAŞ – Sayfa 173
Enver EFE
İstanbul, 04 Ocak 2025