Tecelli: Lûgatça manası; 1- Belirme, görünme, ortaya çıkma, zuhur etme, meydana çıkma. 2- Cenab-ı Hakk’ın kudret ve azametiyle sıfat, esma ve ef-al mertebelerine tenezzül ederek eşyanın tabiatında, sonsuz şekiller halinde belirmesi. Her yerde ve her şeyde görünmesi. (1)
Değerli dostlar; Tecelli, Cenab-ı Hakk’ın insana lutfettiği özel bir an, özel bir hâldir. Kendi varından bizleri var eden Mevlâm, bizleri kulluk şerefi ile şereflendirip, Kendi varlığından haberdar olmamız için, inanıp – iman eden kullarına özel ikramıdır.
Muhiddin Arabi tecelliyi tarif ederken Allah’ cc. ın insandan zuhura çıkmasıdır diye tarif ediyor. Bu tarifini de tevhit meratiplerine göre ayırıyor. Allah her an ayrı bir şe’en de olduğundan aslında her anımız, her nefesimiz, her gördüğümüz bir tecellidir.
Bunu ehl-i şeriat olanlar bazı şahit oldukları olumlu ve ya olumsuz olaylara bağlayıp, başıma şöyle bir tecelli geldi ve ya şöyle bir tecelliye şahit oldum diye anlatırlar. Aslında bu belki onlara göre doğru olsa da arifler için tecelli bambaşka bir şeydir. Arif, fark ehlidir; şahit olduğu tecellide Hakk varlığının şahidi olur.
Muhiddin Arabi tecelliyi, fi’illerde, esmalarda, sıfatlarda ve Zat’da ayrı ayrı tefekkür edip anlatmışlardır.
Muhiddin Arabi’ye göre fiillerde tecelli : Bizde ve bütün âlemde iyi ve ya kötü görünen bütün fiillerin (işlerin) Hakk’ın fiillerinin tecellisi olduğunu görmeye denir. Yani kulun kendisine ait bir gücü ve kuvveti olmadığından, kulun elinden çıkan bütün işler Hakk’ın fiil işi olduğunu hemen hemen herkes az-çok tahmin eder fakat bu sadece bilme ile olmaz. Kul, bunu kendisinde fark edip, bunun şahidi ve arifi olması gerekir.
Kul, bu müşahede makamında Hakk’ın kudretinin eşyada icrasını görür; görür ve anlar ki, bunların hepsinde fail olan Hak’tır. Böylece kuldan çıkar gibi görünen fiili kula değil yüce Hakk’a bağlar. Çünkü bu müşahede makamında kuldan güç, kuvvet ve irade Hakk’ındır. Aldığımız her nefes, kalbimizin her atışı, her an’ımız, her saniyemiz bir tecelliler zinciridir. Fakat bunu anlamaya iz’an, görmeye göz, fark etmeye irfan gerek.
Esmalar da (isimler) tecelli: Allah cc. Kur’an’da “Biz Âdem’e bütün esmaları talim ettirdik” buyuruyor. (Bakara 31) Yani Allah, Hz. Âdem as.’a bütün esmaları ile tecelli etti demektir. Esma-ül Hüsna dediğimiz en güzel isimler Allah’ın olmakla birlikte, yeryüzünde bütün isimler Allah’ındır. Her kul kendi isminin özelliğini taşır. Biz çevremizdeki insanlara kendi isimleri ile seslensek dahi, aslında zikrettiğimiz o isim hakikatte Hakk’ın ismidir. Ve karşıdan gelen “efendim” veya “buyrun” diye bir cevap gelse de o cevabı veren de, seslenen de Hakk’ın bizatihi kendisidir. Arif onu öyle görür, öyle tanır, öyle şuhuda erer, öyle seyreder.
Esma-ül Hüsna dediğimiz isimler de aslında insandan da yeri geldiği zaman zuhura çıkar. Dikkat edin kimi ilmi ile Alim, kimi merhameti ile Rahim, Kimi idareciliği ile Melik, kimi muhakeme yeteneği ile Hakim vs. Bu misalleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Allah, kulundan bu isimler ile de tecelli eder. Bu isimler Hakk’ın âleme yansıyan esmalarıdır ki, arif olan bundan gafil olmaz. Bu tecelli ile karşılaştığı zaman da hiç şaşırmaz. Çünkü Allah’ın bir ismi de El-Zahir’ (görünen) dir.
Yine Muhiddin Arabi’ye göre sıfatlarda tecelli: Âlemde görünen cümle sıfatların Hakk’ın tecellisi ile zuhura geldiğini söyler.
Allah’ın Kendisine has Zati sıfatları olduğu gibi, bu âleme taallûk eden (yansıyan) subut-i sıfatları da var. Bunlar: Hayat, İlim, Semi, Basar, İrade, Kudret, Kelâm ve Tekvin olmak üzere sekizdir; bunlara sıfat-ı subutiye derler.
Hayat: Hayat demek, dirilik, canlılık demek gibi anlaşılsa da, esasen Hayat, her gününü, her anını, her nefesini, Hakk’ı zikredip, tefekkür ile yaşayan için Allah o kuluna önce Kendisinde olan Hayat sıfatı ile tecelli eder. Kul, Hakk ile nefes alır, Hakk ile yaşar, Hakk ile âlemi temaşa eder. Kul gittiği yere Hayat veren, huzur veren, sevgi ve şefkat dağıtan kul olur.
İlim: Allah’a aittir ve sevdiği, istediği kuluna lütfundan başka bir şey değildir. Karşılığında istenen samimi bir sevgi, hulûsi bir kâlp, ve salih bir amel dir. Bu ilim, mürşitler ve onların mürşitleri kanalıyla Hz. Peygambere kadar gider. Çünkü çıkış noktası O’dur. O da bu ilmi Allah’tan almıştır. (2)
Bilgi kitaplardan okumak veya söylenenlerden duyup ta akılda kalan değildir. İlim, Allah’ı düşünüp tefekkür eden, sorup araştıran, öğrendiğini hayatına uyarlayan, hiç bir yerde yazmayan, hiç bir lisandan duyulmayan sözleri Hakk’ın özel kullarının gönlüne in’am etmesidir. Bu ilme vakıf olan kullar, İlm-i Ledün dediğimiz özel bir ilimdir ki, ancak Hakk’ın Veli kullarından Hakk’ın tecellisi olarak açığa çıkar. Bu ilim her yerde uluorta konuşulmaz. Konuşulsa da bunu ancak arifler anlar. Anlamayan ise, ya meczup, ya deli diyerek ona gülüp geçerler.
Allah, bu ilim için Kur’an’da mealen Musa as. ile Hızır. As. mın yolculuğundan bahsederken, Hızır’ as.ın Musa’ as. a Ledün ilmi öğretmesi için gönderildiğinden bahseder. Ayrıca Hakk dostlarının Ledün ilmi hakkında söyledikleri çok güzel (kelâm-ı kibar) bir söz vardır. “İlm-i Ledün tadını damağında tada gör/ bu na kıyas mı olur men ile selva” buyurmaktadır. Yani Ledün ilmini tadan kişi bu ilmi bıldırcın eti ve kudret helvasından daha tatlı olduğunu kabul eder.
Bu sıfatları böyle kendi anasırımızda tefekkür edersek, anlıyoruz ki, kuldan görünen bu sıfatlarla sıfatlanan ancak Cenab-ı Hakk imiş. Bu sıfatlar tecellisine nail olan kulun, gözünden gören, dilinden söyleyen, kulağından duyan hep Cenab-ı Hakk imiş. Artık kul yavaş yavaş Hak’ta fani olmaya başlamıştır. Burada Seyyid Nizamoğlu’nun “Ben bilemedim ki ben kimim; hayretteyim hayrette” adlı çok güzel bir şiiri vardır. Tabi ilgilenenler için.
Muhiddin-i Arabi Zat tecellisi için kısaca şöyle söyler: Bizim ve bütün âlemin zat-ı vücutlarının, tecelli Zatiyye den mütecelli olduğu (meydana geldiği) dur.
Zat, mutlak vücut. Bu âlemde Hakk’ın vücudundan başka vücut yok demektir. Bütün fiilleri, esmaları, sıfatları kendinde toplayan, kendinden zahir eden demektir. Zat, ismi belli olsun diye, esma, tanınması için sıfat, zuhura çıkması için de fail olandır. Allah, Kur’an’da “Ben kuluma şah damarından daha yakınım” (Kaf- 16) diye buyururken, “Ben kuluma bütün mevcudiyetim ile tecelli ettim” der. Ondan görünen biziz buyurur.
Tabi bunu böyle derken, bu hitap, Allah’ın Ahadiyyetine şahit olan, seçkin veli kulları içindir. Nitekim Beyazıd-ı Bistami “Bu kara cübbemin içinde Hak’ tan başka bir şey yok.”, Hallac-ı Mansur “Enel-Hakk”, Mevlâna Celâleddin-i Rûmi “Benim aslımı bilseydiniz bana secde ederdiniz.” Yunus Emre “Bana ben demeyin, bir ben vardır benden içeri” diyerek Hakk’ın insandan tecelli edip, zuhura çıkışını söylerler.
Bu mevzuyu anlamak da bir tecelli işidir ki, kendisine bu tecelli yolu açılan kimse, Yüce Allah’ın Zat’ı ile mevcut, sıfatları ile mevsuf, fiilleri ile fail olmanın tadını tadar, Bu hâl ile yükselirse... Allah’ın sıfatları ile sıfatlanma keyfiyetini de anlar. (3)
Son söz. Bu kâinatı tüm mevcudiyeti ile ihata eden Allah’ı idrak edebilmemiz için arifler bunu “O, zahir ismi cihetinden bakılınca, eşyanın aynıdır. Bâtın ismi cihetinden bakılınca da, eşya O’nun aynı olur.” diye buyururlar.
Selâm ve dua ile kalınız.
1- Tasavvufta temel kavramlar gönül rivayetleri Mustafa ÖZDAMAR (S.446)
2- Noktanın sonsuzluğu Lütfi FİLİZ (C. 1 S.146)
3- İnsan-ı Kâmil Abdulkerim Ciili (s. 149)
Enver EFE
İstanbul, 08 Aralık 2024