05 Aralık 2024
4 Cemaziye'l-Ahir 1446
halveti
MENÜ
SOHBETLER HAZRET-İ MUHAMMED'IN
(S.A.V) HAYATI
SEVGİLİ PEYGAMBERİM KUR'AN-I KERİM İLMİHAL İSLAM VE TOPLUM 40 HADİS HADİS-İ ŞERİFLER OSMANLICA SÖZLÜK RÜYA TABİRLERİ BEBEK İSİMLERİ ABDÜLKADİR BİLGİLİ
(SEBATİ) DİVANI
NİYAZİ MISRİ DİVANI HİKMETLİ SÖZLER KUR'AN-I KERİM ÖĞRENİYORUM KUR'AN-I KERİM (SESLİ ve YAZILI) SESLİ ARŞİV İLAHİLER KVKK ve GİZLİLİK POLİTİKASI
İSLAM ve TASAVVUF
TASAVVUFUN TARİFLERİ TASAVVUFUN DOĞUŞU TASAVVUFUN ANADOLU'YA GİRİŞİ HALVETİLİĞİN TARİHİ HALVETİLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ HALVETİLİĞİN TÜRK TOPLUMUNDAKİ YERİ HALVETİYYE SİLSİLESİ PİRLERİMİZİN HAYATLARI MEHMET ALİ İŞTİP (VAHDETİ) ABDÜLKADİR BİLGİLİ (SEBATİ) İBRAHİM GÜLMEZ(KANÂATÎ)
EHLİ - BEYT
EHL-İ BEYT KİMDİR? EHL-İ BEYTİ SEVMEK
RESÛLULLAH'I SEVMEKTİR
EHL-İ BEYT EMANETİ RESÛLULLAH'TIR EHL-İ BEYTİN HALİ NUH'UN GEMİSİ GİBİDİR EHL-İ BEYT OLMAK HEM NESEBİ HEMDE MEZHEBİDİR
ONİKİ İMAMLAR
HZ. İMAM ALİ K.A.V RA HZ. İMAM HASAN-I (MÜCTEBA) HZ. İMAM HÜSEYİN-İ (KERBELA) HZ. İMAM ZEYNEL ABİDİN HZ. İMAM MUHAMMED BAKIR HZ. İMAM CAFER-İ SADIK HZ. İMAM MUSA-İ KAZIM HZ. İMAM ALİYYUL RIZA HZ. İMAM MUHAMMED CEVAD (TAKİ) HZ. İMAM ALİ HADİ (NAKİ) HZ. İMAM HASAN’UL ASKERİ HZ. İMAM MUHAMMED MEHDİ






BENLİK VE KİBİR


Değerli dostlar; “BENLİK VE KİBİR” ruhun kanserli birer hücresi olduğunu hiç düşündünüz mü? İnsanoğlu; güç, kuvvet, zenginlik, ilim, makam, para, pul gibi fani üstünlüklere sahip olabilir. Sahip olunca da kendini büyük görme hastalığı kendisinden zahir olur. Bu hastalıklardan kurtulmanın tek yolu, nefsaniyetinin esaretinden kurtulmakla mümkündür. Çare nedir derseniz, kişi hiçliğini tefekkür ederek, sahip olduğu her zerrenin Cenab’ı Hak’ın birer emaneti olduğuna iman ederek şükrünü eda etmelidir.  

Değerli gönül dostu kardeşlerim; insanın kolay kolay terk edemeyeceği en kötü huylardan bir tanesi; enaniyeti, yani benliğidir. Sanki çok şikar bir şeymiş gibi kimi insanlar benliğinin esaretinde olması nedeniyle nefsinin peşinden koşar. Allah cc. hidayet versin bu gibi insanlara. 

Değerli dostlar; KİBİR ise, kendinden başkasını daima hakir gören, aşağılayan kimselerdir. GURUR VE KİBİR, birbirinden ayrılmayan kişinin enfüs alemini istila eden çirkin bir vasıftır. Bu olumsuz huylar, kişinin gönlü ile nefsaniyeti arasına çekilmiş birer manevi afet perdesi olup, aynı zamanda birer azap tecellileridir. Kibrin en önde gelen örneğini arz etmen gerekirse; İblis; itaatsizliğinden sonra tevbe etmek, nedamet duymak yerine gururunu ve kibirini tecih ederek, ısrarla suçunu müdafaa etmiştir. Bu nedenle; İblis, kibrinden dolayı Adem As.’a Secde etmedi (BAKARA- 34). Bu kibiri nedeni ile de cehennem İblisin daimi mekanı olmuştur. Ve böylece iblis aşağıların aşağısı Kur’an’i ifade ile; hatta hayvandan da aşağı bir akıbete duçar olmuştur. 

Değerli kardeşlerim; daha önceki yazılarımızda da arz ettiğimiz üzere; insan vücudu anasırımız bir muharebe alanı olduğundan bahsetmiştik. Bu nedenle de kavgamız hakikati asliyemize kavuşmamız için olup, benlik ile hiçliğin kavgasıdır. Amaç; kibir, gurur ve Nefsani arzularımızdan firar edip, enaniyetimizi “HİÇ”e döndürmektir. Asıl gayemiz bu olmalıdır.  

Manevi olgunlaşma; “HİÇ”i “BEN”e galip getirmekle başlar. Zaten; “NEFSİNİ BİLEN, RABBİNİ BİLİR.” sırrı bu noktadan sonra başlar. Buradan şu sonuca varabiliriz; hiçliğini fehm eden gönül dostu kardeşlerim marifetullahın sırrına erer. Erdiği zaman da, işte o zaman Rabbini tanımak nasib olur. Hiçlik haline ulaşarak Marifetullah’tan nasibini almış bir ehli dost olarak bu fani alemdeki ilahi sır ve hikmetleri gönül aleminde okumaya başlar.  

Kibrin en çirkin tezahürlerinden biride, hakikati asliyesine kavuşma gayretinde olan hak dostlarına karşı kibirlenmektir. Örnek vermemiz gerekirse; Firavun, Nemrut gibi… İslam dininin hakikatlerini getiren Peygamberimiz Sav. Efendimize kibirlerinden dolayı  iman etmeyen Ebu Cehil ve taraftarları gibi... 

Konumuzu daha iyi anlayabilmek adına; Hazret-i Mevlana, insanın acziyetine bakmadan, hiçliğini idrak edemeden, bir kişinin enaniyetinin esaretine kapılmasını şöyle tasvir eder.   

Küçük bir fare kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kibir ve gururla kurula kurula gidiyordu. Deve; uysal tabiatı sebebiyle, onunla yol alıp giderken fare, kendi küçüklüğünü göremeden; 

–Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim! diye böbürleniyordu.        

-Gide gide bir nehrin kenarına geldiler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kaldı. Onun kibrinin farkında olan deve ise, manidar bir şekilde; 

–Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden! Neden durakladın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak, sana yaraşır mı? dedi. Mahcup düşen fare, kekeleyerek; şöyle cevap verdi: 

–Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum. 

Deve suyun içine girip; 

–Ey kör fare! Su diz boyu imiş, korkmana gerek yok! dedi. 

Fare çaresiz ve mahcup itirafına devam etti: 

–Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder. 

Bunun üzerine akıllı deve, fareye şu nasihatte bulundu: 

–Öyleyse, gurur ve kibre kapılıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Bu yaptığını hoş görmeme aldanıp şımarma; çünkü Allah, şımaranları sevmez!.. 

Var git; sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş! 

Artık, iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fare; 

–Tevbe ettim, pişman oldum. Allah için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir! diye yalvardı. 

Böylece deve, yine merhamet edip ona acıdı da: 

–Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zira vazifem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir, dedi ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirdi.  

Buradan şu sonuca varmamız mümkündür dostlar. Hazret-i Mevlana’nın Mesnevisinde hikayeye konu olan fare; başından büyük işler görmeye kalkışan, kendini başkalarından üstün gören, böbürlenen bir kişinin sembolüdür. Deve ise; sabırlı, vakarlı, varlığını Hakk’ın varlığında ifna etme gayretinde olan kamil bir insanı remz ettiğini görüyoruz.  

İlmi Hakikat bağlamında; kişinin kendine değer vermesi, malını, mülkünü, makam ve mevki'ini ön plana çıkararak nefsaniyetinin esaretine girmesi Hakikatten uzaklaşma anlamındadır. Benliğinden geçemeyen, nefsini terbiye edemeyen, hep "BEN" diyen, bu yolda maneviyatına eremez. Bu gibi kimselerin irşadı nasıl olabilir? Çokça tefekkür edelim.                                                                       

Sonuç olarak; İnsan; güç, kuvvet, zenginlik, ilim ve makam, mevki gibi fani üstünlüklere sahip olunca kendini büyük görme hastalığına düşebilir. Bundan kurtulmanın tek çaresi varlığını Hakkın varlığında eritmekle mümkündür. Ve ayrıca; nefsini tezkiye ederek, Hiçliğinin farkındalığı ile sahip oldukları her ne var ise; Hak’tan birer emanet olduğunu bilerek,  şükrünü eda etme gayreti ile mümkündür. Toparlayacak olursak; tek cümle ile hakikati asliyesine kavuşma gayretinde olan bir kul “ENANİYETİNDEN NEDAMET DUYACAKTIR   

Rabbim hidayete erenlerden eylesin. 

Kalın sağlıcakla. 



Mustafa AYALTI
İstanbul, 01 Ekim 2024




Derneğimiz
Mekke Canlı Yayın
Medine Canlı Yayın
Eserlerimiz
İlahiler
Sure ve Namaz
Namaz Kılmayı Öğreniyorum
Tecvid Dersleri
SON EKLENENLER
GÜNÜN AYETİ
Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür; üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.
(İSRÂ - 72 )
ÖZLÜ SÖZLER
  • Ezeli ervahta nur-u Muhammedi ile beraber olmaya halvetilik denir.
  • Adem "ben hata yaptım beni bağışla " dedi, İblis ise" beni sen azdırdın" dedi ya sen!... sen ne diyorsun?
  • Edep, söz dinlemek ve gönle sahip olmaktır.
  • Güzelliğin zekatı iffet ve edeptir. (Hz. Ali)
  • Zeynel Abidin oğlu Muhammed Bakır'a "Ey oğul, fasıklarla cimrilerle yalancılarla sıla-i rahimi terk edenlerle arkadaşlık etme." diye buyurmuştur.
  • Kemalatın bir ölçüsü de halden şikayet etmemektir.
  • En güzel keramet gönlü masivadan arındırmaktır.
  • Alem-i Berzah insanın kendisidir.
  • Zahir ve batının karşılığı aşk-ı sübhandır.
  • Mutaşabih ayetler ledünidir.
NAMAZ VAKİTLERİ