Değerli gönül dostu kardeşlerim konu başlığından da anlaşılacağı üzere; çok faydalı olacağına inandığım bu yazımı sizlerle paylaşmak üzere; Sultanımın himmet ve dualarıyla yazıma başlamak istiyorum.
Yazımızın ana temasını teşkil eden Tin Suresini arz ederek yazımıza devam edelim inşallah. Allah cc. Tin Suresi Ayet 1-5’te “İncir ve zeytun'a andolsun. Sina Dağına andolsun, bu güvenli şehre (Mekke'ye) andolsun ki, Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik” diye buyuruyor Allah cc.
Esas mevzumuza geçmeden önce, yazımızın ana temasını teşkil eden ve üç ana başlıktan oluşan “AHSEN-İ TAKVİM, ESFEL-İ SAFİLİN VE İNSAN” konularını sırası ile analiz ederek yazımıza birlikte devam edelim inşallah.
Allah cc. Kerim kitabımız, peygamberimiz ve varis-i Nebileri vasıtası ile; hayır ve şerrin, iyilik ve kötülük yapmanın inceliklerini en ince detayına kadar bizlere anlatmışlar, anlatmaya da devam ediyorlar. Bu bağlamda; Allah cc. kullarına iyi ve kötüyü ayırt edecek kabiliyet ve yeteneklerle donatmıştır. İNSAN; bir taraftan yaratılmışların en şereflisi ve seçkini, Allah cc. un yeryüzündeki halifesi ve mukaddes emanetinin taşıyıcısı bir varlık iken, ve/fakat; diğer taraftan da tutkularının ve arzularının esiri, gerçeğe karşı direnen ve inkarcı bir karaktere bürünebilmektedir insan.
Nefsini arındırıp gönül hanelerini mamur edenler ancak istikamet üzere olup, AHSEN-İ TAKVİM üzere kurtuluşa erenlerdir. Mevlana Hazretlerinin da ifade ettiği gibi: “Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma. Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen asıl gönlünü beslemeye bak. Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur.” Diye buyuruyor Mevlana Hazreleri.
Şu fani alemin sahte lezzetleri uğruna, hakikati asliyesinden uzaklaşma gayretinde olan ve ebedi ahiret saltanatını terk ederek, nefs-i emaresinin esaretinde yaşamayı tercih eden kişilerin yeri, ana vatanı ESFEL-İ SAFİLİN’dir. İnsan, bu emaneti iyi muhafaza edip hakkını verdiği takdirde yaratılmışların en değerlisi ve şeferlisi olur. Hakkını veremezse, sermayeyi kötüye kullanırsa, şeytanın emrine tabi olursa aşağıların aşağısına, hatta bazıları hayvandan da aşağıdır diye buyuruyor, Kerim kitabımız.
Hidayet, Allah cc. un, kendi zatını bilmek ve tanımak için lütuf ve keremi ile kullarına tevdi ettiği irşad etmek, doğru yolu göstermek anlamında bir kelime olup, hedefe ulaştıran yolu gösterme, ona varan yola revan olma anlamlarını ihtiva eder. Hidayetin zıddı dalalettir. Dalalet doğru yoldan sapmaktır. Hidayetin neticesi iman, dalaletin neticesi ise, imansızlıktır. Hidayete tabii olanlar, Ahsen-i Takvim üzere yaşayanlar olup, Dalalete düşenlerin yeri ise esfel-i safilindir.
Hidayet de dalalet de Allah cc. un tasarrufundadır. Bir insanın dalalete düşmesi, o kişinin kendi isteği ile, kendi arzusu ile mümkündür.
Yoksa kul iradesini dalalete yöneltmedikçe, Allah cc. o kişiyi zorla nefsinin hakimiyeti altına düşürmez, almaz.
Çünkü; dalalet ve küfür, insanın cüz'i iradesini kötüye kullanmasından dolayı hasıl olur. İnsanı iman etmekten ve salih amel işlemekten alıkoyan da yine kendisidir. O nedenledir ki; “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” denilmiştir. Yani özünü, kendini ve ruhundaki ulvi hakikatleri görmek ve bilmek kişiyi, tüm bunların yaratıcısı olan Rabb’ini bilmeye götürür. Rabb’ini hakkıyla bilip tanıyan O’na iman eder ve güzel kulluk etmek için gayret sarf eder. Çünkü; gerçek varlığın yalnız Cenab-ı Hakk'a ait olduğunu, O'nun dışında kesinlikle hiç bir şeyin var olmadığına iman eden Allah dostları, zaten ölmeden önce ölümü tadarlar.
Nefsinin aldatıcı telkinatlarına ve tuzaklarına yenik düşen kişiler, hakikati asliyesinden uzaklaşır. Peki bu kişiler ne yapmalıdır? Hakikati asliyesine ulaşma gayretinde olan kişiler nefsiyle daima mücadele içerisindedirler. Hal böyle olunca da bu mücadelenin nasıl, ne şekilde olacağını Allah cc. Şems Suresi, Ayet 7-10 da bizlere şöyle buyuruyor. “Nefse ve onu şekillendirene, sonra da ona iyilik ve kötülük yapma kabiliyeti verene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiş; kendini kötülüğe düşüren de ziyana uğramıştır.”
Yazımızın en başında arz ettiğimiz Tin Sure-i Şerif'i bu yazımıza bir ayna olsa gerek. Bu Sure-i Celile’nin ilk dört Ayet-i kerimesinde; incire, zeytine, Sina dağı ve Mekke-i mükerreme üzerine yemin edilerek; insanın Ahsen-i takvim olarak yaratıldığı bildirilmektedir. Devamındaki ayetlerde ise; en güzel biçimde yaratıldığı halde inkara yeltenen, dini yalanlayan kişiler, esfel-i safiline indirilecekleri beyan buyurulmaktadır.
Yine bu ayeti kerimede insanın bir taraftan mükerrem oluşunu, bir taraftan da aşağıların aşağısına düşebileceği ifade ediliyor. Ahsen-i Takvim üzere yaratılan bir insan yaşantısına bağlı olarak; enaniyetinin esaretinde kalarak küfür, isyan, büftan ve dünyevi ihtirasları kişinin nefsine yaptığı zulümle nasıl kirlendiğini ve bu nedenle de esfel-i safiline düşmüş olabileceğini anlıyoruz.
Özetleyecek olursak; son derece anlamlı bulduğum bu Sure-i Celile’nin muhtevası bakımından en güzel bir biçimde yaratılan insanı ele almakta; Diğer taraftan, yaratılış gayesini unutanları, Şeytanın esareti altına girenleri, Yaratan'ını inkar edenleri Allah cc. bu imansızları aşağıların aşağısına indireceğini beyan ederek, dikkatlerimizi çekmektedir.
Allah cc. Beled Suresi Ayet 10’da "Biz ona iki de yol gösterdik." buyuruyor. Bunlardan biri Ruhaniyet diğeri nefs. İnsan vücudu anasırı iki hal mertebenin zuhuru olduğunu önceki yazılarımızın birinde arz etmiştik. Ayeti kerimede de buyurulduğu üzere; bir insan ahseni takvim üzere yaşamayı arzu ettiğinde, Ruh İle Nefs, vücudu anasırımızda bir Mücadele sürecine girerler. Bunun içinde; Nefis nedir? Ruh nedir? Sorularına cevap bulabilmemiz için evvela iç alemine dönmemiz gerekir. Şu hususu çok iyi bilelim ve yaşayalım. Bir dost kardeşim iç alemine ulaşmadıkça, yaşamadıkça, dıştan hiçbir şey anlayamaz. Yani afakta Hakk’ı müşahede etmedikçe, enfüs alamine dönemez.
Şu gerçeği unutmamak gerekiyor dostlar. Bir insanın sıfatı hayvaniyeden, sıfat-ı insaniyeye bir yolculuğa çıkmalıdır.
Cenab-ı Hakk nefsi ayrı halketmiş, ruhu ayrı halketmiş ve bunların vücutta yerleri ayrı ayrıdır. İnsanda; "Kalp", "Ruh", "Sır", "Hafâ" ve "Ahfâ" bunların hepsi birer manevi odalardır. Eğer nefis bunların hepsini işgal etmişse, o vücudu nefis komuta eder. Tabiri caiz ise, nefis direksiyonu eline geçirmiş, istediği yöne dümen kırabiliyor. Halbuki insan bu maksat için yaratılmamıştır.
Amaç; nefsin işgalinden kurtulup, ruhu zafere ulaştırmaktır dostlar. Aksi taktirde, lütfen bağışlayın; hayvan olarak yaşayıp, hayvan olarak öleceğimizi iyi bilelim kardeşler. Efendimiz Sav. Bir Hadis-i şerif'lerinde: "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz." Diye buyuruyor. Allah cc. bir ayeti kerimede ise şöyle buyuruyor. "Nefsini temizleyen kurtulmuştur." Diye buyurmaktadır. (Şems:9)
Sonuç olarak; Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki bazı özellikler, bazı ayet ve hadislerde de ifade edildiği üzere, Allah cc. “kendi eliyle” yaratıp ruhundan üflemesi (Bk. Sâd 72), kendi sureti üzere yaratması ve onu yeryüzünde kendine halife kılmasıdır” (Bk. Bakara 30). İnsan, ayrıca yaratılmışların en güzelidir. Bu özelliklere sahip olan insanlar nasıl olurda, diğer bir ifade ile ESFEL-İ SAFİLİN mertebesine iner. Yorum sizin dostlar.
Rabbim bizleri ESFELİ SAFİLİN’e inmekten muhafaza buyursun, AHSENİ TAKVİM üzere yaşamayı daim kılsın.
Rabbim cümlenizden razı ve hoşnut olsun.
Kalın sağlıcakla.
Mustafa AYALTI
İstanbul, 23 Eylül 2024