İhlâs, ibadetin özüne aykırı olan her türlü gösterişten, şirkten, dünyalık kaygılardan, çıkar hesaplarından onu arındırmak, saf ve tertemiz bir şekilde ibadeti Allah’ cc. ya arz etmektir. Ayrıca ihlâs, sadece ibadet ile sınırlı kalmayıp, yapılan her işi muhakkak sevgi ve samimi bir şekilde etrafımıza da yansıtmaktır. Koca Yunus’un (Emre) dediği gibi yaradılanı yaratandan ötürü sevmektir. Çok kişi ‘ihlâs’ı kibarlık ve nezaket ile karıştırsa da, aslında ‘ihlâs’ kendi başına apayrı bir yaşam tarzıdır.
Kibarlıkta ve nezakette gösteriş ve riya olur, ayrıca kibarlık ve nezaket ile davranmak insanlar içerisinde toplumun bir yaşam kuralıdır. Dünyada İslâm olmayan bir çok gayrı müslim de bu nezaket kurallarına uyar; ama ihlâsda bu gibi riya ve gösteriş ile yapılan hareketler makbul değildir.
Bir kişi ihlâslı olup olmadığını anlamak istiyorsa kendisini oto kontrolde tutsun, kendisinin ibadetleri dahil yaptığı işlerinde sevgi var mı? Namazını, orucunu, zekâtını vs. sevgi ile mi yapıyor. Bu halk içinde böyle olmakla birlikte, tasavvuf ehlinde ise bunlara ilaveten derviş, sohbetlere sevgi ve heyecan ile mi gidiyor, zikrini, vird’ini sevgi ve heyecan içinde mi yapıyor, mürşidini görmeye giderken veya gördüğü zaman heyecanı ne düzeyde oluyor! Bunlar hep dervişin kendi kendinde sorup araştırması gereken hâllerdir. Cevabını da kendi kendine, kendisine verecektir. Derviş ancak bu sevgi ve heyecan ile kendi gerçeğine yol alır.
Dünyada sevgi ile yapılan işler Hakk katında makbuldür. Çünkü sevgide samimiyet vardır, sevgide teslimiyet vardır, sevgide cömertlik vardır. Kişi sevgisi kadar Hakk’a kuldur, sevgisi kadar Hakk katında makbuldur. Çünkü sevgi, kişinin kulluğa, aşka ‘hiç’liğe ve ihlâs’a ermesinde en büyük sermayesidir.
Hakikatte ihlas: Arınmak, ayrışmak, katışıksız ve dupduru olmaktır. Ayrıca ihlas, bir şeyi kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.
Kişi neyi severse sevsin, kimi severse sevsin, bu sevgi ister mal-mülk, ister eş ve çocuk, ister para-servet, ister şehvet, isterse de şöhret olsun bu sevgilerin arkasındaki hakiki olan sevgi Allah sevgisinden başka bir şey değildir. Çok kişiler bunu bilmese de gerçek olan hakikat budur. Çünkü neyi seversek sevelim, bu sevilenler Allah’ın şe’enleridir; yani sıfatlardan ve esmalardan görünüp sevilen Hakk’ın tecellileridir. Bu tecelliler bazen Hakk’ın fi’iller’i ile, bazen sıfatlar’ı ile, bazen de mevcudiyeti (Zat) ile zuhura çıkar da bunu ancak arif olanlar şuhud zevki ile fark eder.
İrfaniyet ! Arif olmak; Kulun say ve gayreti nisbetinde Hakk’ı tanıma, bilme ve şu huda ermesidir. Kişi say ve gayreti neticesinde akl-ı selime, aşkı, sevgisi ve Rabbine şeksiz, şüphesiz bir iman ile teslim olup, bu sayede akl-ı selimden, kalb-i selime ulaşır. Kişi kalb-i selime erince kendisinin bir ‘hiç’ olduğunu anlar. Gerek günlük normal yaşamında, gerek ibadetlerinde, gerek virdinde, zikrinde hulûsi bir iman ile kendisinde fa’il olanın Hakk olduğunun şahidi olur. (Saffat-96) Kalb-i selim zevkini yaşayan kula, ruh-u selim kapıları açılır ki, kâinatta Hak’tan gayrı bir mevcudiyetin olmadığının sırrına erer.
Efendim İbrahim Kanati (Rahmetullahi aleyh) bir muhabbetlerinde ‘İHLAS’ ı anlatırken Cenab-ı Resulullah Efendimizin bir hadislerini misal gösterdi: Sevgili Peygamberimiz: “Ben namazı severim. Namaz benim iki gözümün nurudur; ama namazı kılanı namazdan da çok severim.” buyurmuşlar. Ben bu hadis-i şerifi duyunca sanki ayaklarım yerden kesildi. Bir Mürşit eli tutmuşuz, gençlik de var, namaz da kılıyoruz bizi bu hallerimiz ile Peygamberimizin sevgisine mazhar oluruz diye kendi kendime sevinip gururlanırdım. Sonra bu halimi yol büyüğüm bir ağabeyimle paylaştım. Bana tebessüm ederek: O hadis senin zannettiğin gibi değil dedi. Bundan sakın kendine (ego) bir pay çıkarma. Şayet tüm yaptığın işleri ‘BEN’ cillik ile yaparsan bunlar Hakk katında şirktir. Sonra bana Saffat Suresi 96.ncı ayeti okudu: “Sizi ve sizin yaptıklarınızı da halk eden Hakk Tealâ’dır” ayeti ile ben duvara toslamış gibi olsam da neticede bu söylem benim tevhit anlayışımı da değiştirdi. Anladım ki tevhit: Yapanın-edenin, görenin-görünenin, var olanın-var edenin tamamı Hakk Tealâ imiş. Burada kişiler, isimler, renkler cilve-i Rabbani imiş.
Şuara Suresinde yetmiş ile doksan ayetleri arasında Hazreti İbrahim as. kalb-i selime ulaşabilmek için kendi kavmine şöyle buyuruyor: Sizin taptığınız, benim düşmanımdır. Buna benzer bir ayet de Kâfurun suresinde var (Sizin taptığınıza ben tapmam) Bu iki ayet-i celileyi misal vermemizdeki maksat; sen Kur’an’a muhatap olusan Kur’an sana çok şeyler söyler. Demiyelim ki bu ayetler müşrikleredir diye; onlar zaten Kur’an’ı okumazlar ki, o halde ayeti kendimize okuyalım, kendimiz örnek alalım, kendimizi şirkten ve gafletten arındıralım.
İnsan kendini var zannetmekten kurtulup, gerçekten yok olduğu ve var olan ye gâne mevcudun Allah olduğunu bilip Teklik halini yaşadığı zaman ihlâs içinde bir kulluk yapmış olur.
Buradan da anlıyoruz ki, akl-ı selim kişiyi imana götürür. İmana ermek iyi olsa da, bir yerden sonra akıl da çaresiz kalıyor; bunu Yunus Emre bir şiirinde şöyle anlatıyor: “Bu akıl fikrile Mevlâm bulunmaz” diyor. Akl-ı selim’e erişince kişinin imanı aşka dönüşür ve aşkı onu kalb-i selime yani ‘ihlâs’a erdirir. İhlâs’a eren kişi Yunus’un deyimiyle “Yağmadır cümle varım” diyerek kendinde, kendisine ait hiç bir zerrenin olmadığı bilincine taşır. Bu hâl’de kişiyi Ruh-i selim mertebesine ulaştırır ki bu makam hakikaten ‘tevhit’ makamıdır. (Burası da ehline malûm)
Konumuz olan ‘ihlâs’a dönersek, Allah’ın sonsuz ve sınırsız Teklik hakikatini örten, insanın benlik zannıdır. Ancak bu zanlarımızdan kurtulduğumuz zaman hakikat perdesi kişiye açılır. Zanlarından kurtulamayan insan ikilik içerisindedir, şirktedir, gaflettedir. Allah’tan gayrı bir varlık yoktur.
Allah Vahid’dir. Vahid oluşundaki hikmeti. Fi’illerin, isimlerin, sıfatların ve mevcudiyetin sadece Kendisine ait oluşudur. O yüzdendir ki “Lâ faile illallah” deyip, Allah’tan başka fail yoktur diyoruz, “Lâ mevsufe illallah” deyip Allah’tan başka sıfat sahibi yoktur diyoruz, “Lâ mevcude illallah” deyip Allah’tan gayrı mevcut yoktur diyoruz. (1)
Buna Kur’an’dan cevap ararsak “İhlâs” suresinde Allah’ın Vahdeniyetini anlatırken, ilginçtir, surenin adı “İhlâs”tır. Buradan da anlıyoruz ki, insanın ihlâslı bir kul olabilmesi için kalb-i selim olarak kendisini ikilikten, şirkten ve delaletten kurtarması gerekir. Dediğimiz gibi insanın Allah’ın tevhit sırrına erebilmesi için, şu’u runda Allah’ın Ahad ve Vahid oluşuna iman etmesi ve Tekliği kendine hâl edinmesi gerekir.
Resulullah şöyle buyurmuştur: Allah buyurdu ki: “İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğim kimselerin kalbine koyarım.”
Selâm dua ve ihlâs ile kalınız.
1-Aşkın Miracı (186) Hiç Aşık EREN
Enver EFE
İstanbul, 22 Ağustos 2024