Bizleri Kendi var’ından var eden, Varlığından bizleri haberdar eden, Kulluğu ile bizleri şereflendirip, Kendisine muhatap kılan Rabbimize varlığının sınırsızlığınca ve sonsuzluğunca hamd ve şükreyleriz. Âlemlerin dür’ri yekdası olan, kâinatın en seçkini, O’nun Habib-i edibi iki cihan güneşi Sevgili Peygamberimize ve Onun Ehli Beytine sonsuz selât ve selâm olsun. (1)
Allah, Zat’ından zatına tecelli ederek, Habibim dediği nur-u Muhammed’i halk etti; bu mükevvenatı da Habibinin yüzü suyu hürmetine severek halk eyledi. Rahman ve Rahim ism-i şerifi ile bu kâinatı çeşitli nimetleri ile donattı. Bu kâinat ta her ne halk etti ise hepsini insanın hizmetine sundu. İnsanlar bu nimetlerden, dilediğince dilediği yerde, dilediği kadar, dilediği şekilde istifade edip rızıklanması için insanlığa armağan etti. Bunun karşılığında ise kullarından istediği tek bir şey var: “Biz, insanları ve cinleri ancak bizi tanısın ve bize kulluk etsinler diye halk ettim”(Zariyat 56) buyuruyor Mevlâmız.
Yine Cenab-ı Hakk Hz. Davut’ as. a şöyle vahyetmiştir: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi murad ettim. Bilinmek için de mahlûkatı halkettim.” Bu hadis-i kudsi ve ayet-i kerimeden ilham alan Hakk’ın veli kulları, değerli kemalât sahipleri ve kıymetli seyr-i sûlük erbabı bizlere bunu şöyle tarif ediyorlar: Rağbeti olanlar, O’na rağbet etsin, talip olanlar O’nu arzu etsin, seyrü sülûk erbabı da O’nunla yol tutsun ve nefislerini tezkiye edip, onunla arınsın demişlerdir.
Sevgi insanlığın en güçlü ve yapıcı bir duygusudur. Bu duygularımızı da çeşitli şekillerde açığa çıkarırız; bunları bazen mecazi, bazen de beşeri olarak yansıtırız. Tasavvuf ehli en çok sevilmeye lâyık olan Allah’tır der. Çünkü sevgi, ister ilahi olsun, ister beşeri olsun sevginin ana merkezi Allah’tır. Her görünen sıfatlarda Allah’ın yansımaları vardır; unutmayalım Allah’ın doksandokuz esmasından birisi de “Vedud” (Sevilmeye en lâyık olan) esmasıdır. Bunu bilen arifler her neyi severlerse sevsinler, hakikatte Allah’ı sevdiklerinin bilincindedirler.
Maide Suresi 54. Ayet-i Kerimesinde Allah: “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever.” buyuruyor. Bu ayet-i Kerimeden de anlaşılıyor ki, sevgi, Allah’ın insana bir lutfu, bir ikramı imiş. Yani sevmek ve sevilmek, Allah’ın vasfı imiş. Yine Bakara Suresi 165. Ayetinde “onlar Allah’ı pek şiddetli sever” der. Bu şiddetli sevmenin karşılığı olarak da Allah, kulunu Kendisine doğru çekmeye başlar.
Allah cc. kulunu kendisine çekmesi için mahlukatın nefesi adedince Kendisine giden yollar halk etmiştir; kul yeter ki O’nu bulmak için yollara düşsün. Bu yolda kula rehber olarak, Peygamberler, kitaplar, Hakk’ın veli kulları velhasıl her şeyi kulun hidayete erebilmesi için halk etmiştir.
Kulun gönlüne Allah cc. sevgisi düşmüşse eğer, kul Rabbine yakınlaşmak ve O’nu bulmaya, O’na ulaşmaya vesileler arar. Bu arayışının neticesinde kulun, Rabbini bulabilmesi için Allah bir vesile ile kulunu Hakk dostlarından birisi ile karşılaştırır. Burada kulun Hakk dostuna inanıp tabi olması da çok önemlidir.
Allah bir kulunu severse onu önce Hakk dostları ile tanıştırır, salih kullar ile haşreder, ona ibadet zevki verir, ona zikri talim ettirir, onun gönlüne Allah sevgisi koyar. Kul Rabbini her nefeste zikrettikçe , sonra kul farkına varacak ki Allah da kul ile birlikte zikrediyor. Bunun müjdesini Allah, Kur’an’ı Keriminde veriyor. “Siz Beni zikrediniz ki. Ben de sizi zikredeyim.” (Nahl 43) Kul Allah’a giden yolda seyr-u sûlükünde önce önündeki engelleri kaldırmalıdır. Bu engeller kulun önünde olduğu müddetçe maksat istenildiği gibi hasıl olmaz.
O zaman kendimize şu soruyu soralım; bu yolda bize mani olan engeller nedir:
Kulun önündeki bu engeller, kelime-i tevhid de söylenildiği gibi,” İllallah” diyebilmek için, önce “ilah”larımızı terk etmeliyiz. Peki bu “ilah” dediğimiz nedir, nelerdir? Bu ilah dediğimiz şey(ler) bizi Allah sevgisinden uzaklaştıran ne ise, veya, Allah ile bizim aramıza perde olarak neyi koyuyorsak bizim “ilah”ımız onlardır. Bu sevgi kişilere göre değişir; kimi servet ister, kimi şehvet ister, kimi şöhret ister, kimi makam ister, kimi mal-mülk ister. Bu arzu ve isteklerin önüne geçemiyorsak, bunların hepsi bizim için birer put, birer ilah mesabesindedir. Çünkü bu aşırı sevgi arzu ve istekler hep bizim önümüzde birer engeldir, puttur, ilahtır.
İş bununla da bitmiyor; bizim kaygılarımız, tasalarımız, vesveselerimiz, ümitsizliğimiz, beklentilerimiz, umduklarımız, kırılganlığımız, hüzünlerimiz, acılarımız beynimizi kemirdikçe vuslat yine zorlaşır. Bunların hepsi sevenin önünde bir engeldir. Bunun içindir ki, Hak Dostları: “Sil süpür masivayı ta tecelli ede hakk / Padişah gelmez saraya hane mamur olmadan” derler. “Masiva” seni Allah’tan uzaklaştıran her şeydir.
Gönüllerinde başka sevgilerin kırıntıları dahi olanlar için Mevlâna Celâleddin-i Rumi’nin çok güzel bir sözü vardır : “Ya olduğun gibi görün, ya da, göründüğün gibi ol.” demişlerdir. Buna benzer bir cümleyi Abdul Kadir Sebati (Rahmetullahi aleyh) “Kalbin ile iman eyle / Halin ile kelâm söyle / Dön Allah’a olmaz böyle.” diyerek bu durumu daha keskin bir şekilde vurgulamışlardır.
Kişinin bu seyr-u sûlükünde Allah’ı sevebilmesi için önce O’nun Habibi olan iki cihan güneşi Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed sav. Efendimizi sevmelidir. (Al-i İmran 31) Ve onunla birlikte bütün Hakk dostlarını ve bütün yaradılmışların hepsini de Allah’n yarattığı olarak sevmeliyiz. Bu sevgi bizi olgunluğa ve kemalâta ulaştırır. Nefsimizin tezkiyesine ve olumsuzluklardan arınmasına yardımcı olur. Bu tezkiye bize aşkın ve hakiki ilmin kapılarını açar.
Bununla birlikte; zorlarımız kolaylaşır, külfetlerimiz nimete dönüşür, imanımız, inancımız ve sevgimiz ziyadeleşir, ve ahlâkımız güzelleşir. Bu sevgi bizi Hakk’ ta fani olmayı ve “fenafillah” mertebesinden “bekabillah” mertebesine ulaşmamızı kolaylaştırır. Bütün Allah dostlarının ortak görüşüdür ki: “Kulun ibadet ile kat edeceği mesafeyi, kul aşkı ve sevgisi ile bir anda kat eder buyururlar.” Rabbim, cümlemizin aşkını ve sevgisini ziyadeleştirsin İnşallah. (Amin)
Allah Resulü selât ve selâm Onun üzerine olsun, “Allah, bir kulu sevdiğinde hiç bir günah ona zarar veremez.” Buyurmuşlardır. Yani, Allah’ın kulunu sevmesinden maksat, tıpkı ezelde olduğu gibi kulunun kendi sırrına ermesini murad etmesidir. Bu nedenle O’nun sırrına eren kimseye hiçbir günah zarar veremez. Yani kulun Allah tarafından onun sırrına erdikten sonra Hakk’ı müşahede etmesine hiçbir perde zarar veremez demektir. (2)
Bir hadis-i kutside Allah cc. şöyle buyuruyor: “ Kim benim bir velime düşmanlık ederse, Ben ona mutlaka savaş açarım. Kulum, üzerine farz kıldığım şeylerden daha iyi bir yolla bana yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetlerle de bana yaklaşmaya devam eder, nihayet ben onu severim. Onu sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse veririm, bana sığınırsa onu korurum.” (Buhari, rikak 38)
Bu hadis-i kutside Allah cc. bizlere veli Kulları ile dost olmamızı öğütlüyor. Tasavvufta ‘veli’ Hakk’a yakın, Hakk dostu demektir. Bununla birlikte hadis-i kutsi de Hakk’a yakin olabilmenin yollarını da gösteriyor. Bunlardan birincisi, kurb-i fera iz, yani Allah’ın emrettiği farz olan ibadetler. Bu ibadetleri her Müslüman yapmakla emrolunmuştur; bu ibadetleri yapmama veya tehir etme veya ihmal etme gibi bir durum söz konusu olamaz. Eğer bunları bu şekilde yapanlar varsa da sonuçlarına katlanırlar.
İkincisi de, kurb-i nevafil ibadetlerdir. Farzlara ilaveten tutulabilecek özel bir yol daha gösteriliyor. Bu da nafilelerle Allah’a yaklaşma denemesidir. Dinde nafile demek, farz ibadetlerin dışında fazladan yapılan ibadet amaçlı her türlü hareket demektir; namaz, oruç, dua, zikir ve benzeri faaliyetlerdir. Unutulmamalıdır ki, nafile ibadetlerin özünde Allah’ı çok sevmek vardır; farzların haricinde sevgi ile yapılan ibadetlerdir.
Allah’a daha yakin olabilmek düşüncesiyle, farzları yaptıktan sonra fazladan yerine getirilen bu tür nafilelere devam eden kimse için hadise göre ‘Yüce Allah’ “Ben onu severim” buyuruyor. Allah’ın sevgisine mazhar olmak büyük lütuftur. Fakat asıl müjdeli haber: “Onu sevince de işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” buyuruyor. Bir başka ifadeyle “Kul Benimle işitir, Benimle görür, Benimle tutar, Benimle yürür” hale gelir deniyor. Tasavvufta buna “Fenafillah” (Allah’ta yok olma) ve “Bekabillah” (Allah’la var olma) denir. (3)
Allah ile var olan, Hakk ile hak olan bir kulun önünde onu engelleyecek, onu de lâlete düşmesi çok zordur. Çünkü kul, Hakk’ın ef-âl’ini sıfatlarını, mevcudiyetini kendinde şuhut edip, fark ehli olup tekâmülünü tamamladığında, onun için iyi-kötü, hayır-şer, güzel-çirkin diye bir kavram kalmamıştır. Her şeyin Hakk’ın dilemesi ile var olduğunun fark ehli olur.
Selâm, dua ve sevgi ile kalınız.
1-Ekber-ül Tûrabi
2-Allah kulunu severse Cemal-i Halveti (18)
3-Hadislerle Tasavvuf Kültürü Prof. Dr. Mehmet Demirci (28-29)
Enver EFE
İstanbul, 12 Temmuz 2024