Değerli dostlar:
MÜRŞİT: Allah’ın cc. Rab esmasının mazharı olmuş, O’nun her türlü sıfat larını kullanma yetkisine sahip; insanlara doğru yolu gösteren, uyaran, eğiten, irşad eden demektir. Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in izniyle O’nun manevi mirasını günümüzde icra etme yetkisini alabilmeye muvaffak olmuş, varis-i Nebi’lerdir. Mürşit, hem “Kâmil” yani nefs-i kâmile mertebesine ulaşmış olgun insan, hem de mükemmel dediğimiz “ekmel” vasıfları ile başkalarını da irşad edip olgunlaştıran kimse demektir.
NAZAR: Dikkatli bakmak olup, Tasavvufi bir terim olarak, mürşidin müridine manevi yolla bakışı demektir. Bu bakış, gönüllere ilâhi feyzin akışına vesile olup, Aşkullah, Muhabbettullah ve Zikrullah’ın devamlılığı ile müridin mürşidine karşı gönlünde ilâhi sevginin yeşermesine zemin hazırlar.
Mürşitin bu bakışı, dilerse müridi kısa zamanda tekâmül ettirir. Tasavvuf erbabı “BEN” ve “SEN” yerine, “FAKİR”ve ya “HAKİR” ifadelerini kullandıkları gibi, “NAZARIM, NAZARLARIM” gibi ifadeleri de kullanırlar. Nazar etmek, birine teveccüh etmek, onu hâl ehli kılmak anlamına gelir. Nazar, gönül gözü ile, gönüllere şifa veren temiz bakıştır, kâmil bakıştır; kişiyi ihya etmek için Hakk gözü ile, Hakk’ça bakıştır.
Halk arasında geçen “NAZAR” kelimesi ise, akla ilk gelen “göz değmesi” diye tabir edilen kem bakıştır ki, halk tarafından pek makbul sayılmaz ve bunun konumuzla da ilgisi yoktur.
Allah, Kur’an-ı Kerim de “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının. O’na yaklaşmaya vesileler arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide-35) buyuruyor. Talip, Hakk yolunda nefsi ile cihad etmek için ona bu yolda gerekli silah (!) ve malzemeyi verecek olan, talibin bu silah ile nefsi düşmanları ile cihat etmesine vesile olandır. Burada silahtan kastımız, mürşidin müridine verdiği nefes, zikir, vird ve evradıdır. Talip ancak bu silahlar ile nefsine karşı giriştiği cihadda başarılı olur.
MÜRŞİT’i KÂMİL: Müridini Sırat-ı Müstakimi (Hakk’a giden doğru yol) gösteren, delâletten hidayete, cehaletten irfaniyete erdirendir. Mürşid-i Kâmil, tasavvuf da seyr-i sulûkunu tamamlamış, irşada ehliyetli ve icazetli olan kişiler için kullanılan bir terimdir. “ŞEYH” ile aynı manaya gelir. Peygamber Efendimiz’ (sav) in varis-i Nebisidir. Kendisine tabi olunan, amelleri taklid, emirleri tatbik edilen Kâmil mürşitler, Cenab-ı Resulullah’ın, Ebu Hüreyre’den (r.a) rivayet edilen hadis-i şerifle Allah cc. şöyle buyurmuştur.”Kim Benim bir veli kuluma düşmanlık ederse, muhakkak Ben ona harp açarım. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden başka Benim için daha sevimli bir amel ve ibadetle Bana yaklaşmamıştır.” Bir başka hadis-i kudside Allah: “Kulum Bana Nafile ibadetlerle (Kurb-i nevafil) yaklaşmaya devam eder; nihayet onu severim. Onu sevdim mi, artık onun işiten kulağı, gören gözü, söyleyen dili, şiddetle kavradığı eli ayağı olurum. Eğer Ben den bir şey dilerse ona verir, Bana sığınırsa muhakkak onu himaye ederim.” Ve ayrıca “ Şüphesiz Allah’ın yer yüzünde gözleri vardır.” Buyuruyor.
Allah, bir hadis-i kudside şöyle buyurmaktadır: “Biz kulumuzun kıyafetine ve şekline bakmayız; Biz kulumuzun gönlüne bakarız. O gönülde Bize ne kadar yer vermiştir, Bizi ne kadar zikrediyor, Bizi ne kadar seviyor ve günlük işlerinde Bizi ne kadar önceliyor.” Allah’ın sıfatları ile sıfatlanan Mürşid-i Kâmil, dervişin gönlüne Hakk’ın “Basar” esması ile bakar ve dervişin gönlünde Allah’a cc. ne kadar yer ayırmıştır. Dervişin seyr-i sûlükünde Allah’tan gayrı ne kadar olumsuzluklar varsa bunların bir tamamının temizlenmesi için dervişe ona göre manevi bir reçete uygulayıp, dervişi irfaniyete taşımada ona kolaylık gösterir.
Cenab-ı Hakk’ın yolunda kendisine intisab eden dervişlerin gönüllerine Mürşid-i Kâmiller Allah Tealâ’nın nuru ile baktıklarından, kendilerine hiçbir şey gizli kalmaz. Kendilerine rabıta ile yönelip bağlanan ve himmete erenlerin kâlplerini Allah, nuru ile dolduran mürşitler, “Ben onun gören gözü olurum” hadisine mazhar olduklarından, bu zatların bakışı, ayni nazar-ı Hakk’ tır. Bu hadis-i kudsi den de anlıyoruz ki onlar, Nazar-ı İlahi ile bakışları kuvvetli, Hakk’ın gözü ile bakan Allah’ın Veli kulları ve dostlarıdırlar.
Hak yolcusu olan dervişin gözü ve gönlü aynı hedefte toplanmalıdır. Buna rabıta ile bir noktaya toplamak, işine ve özüne yoğunlaşmak, hedefe kilitlenmek denir. Aklı, fikri, kalbi ve kalıbı aynı noktaya yönelmeyen kimselerin bütün işleri ve ibadetleri verimsiz olur. Kâlp ve kalıbın birleşmediği ibadet amacına ulaşmaz, zevk ve lezzet de alamaz dostlar. Hakk yolcusunun rabıta ile kilitleneceği tek hedefi, Mürşidi olup, onda Hakk’ın rızasını aramasıdır. Bütün gayreti aşk, muhabbet, sevgi ve teslimiyeti ile bu yönde olmalıdır. Her ne yapıyorsa Rabbinin rızası ve sevgisi için yapmalıdır.
Allah,“Siz zikri bilemezsiniz, ehlinden talim ediniz” (Nahl- 43) buyurmaktadır. Hak yolcusu, seyr-i sulûkünde, manevi terbiye taliminde gözünü ve gönlünü tabi olduğu mürşidine yöneltmelidir. Buyruklarını yerine getirmeli, usûl den ve çizdiği yoldan çıkmamalıdır. Hulûsi kâlp ile tabi olduğu mürşidine iman edip, güvenmeli, O’nun izini takip etmeden kendi başına hedefine varamayacağını bilmelidir. Bu kutlu yolculuğa, ancak daha önce bu yolu kat etmiş ehil kişiler ile çıkılır; yoksa insan kendi başına hangi yöne gideceğini, neyi aradığını bilemez, bulsa tanıyamaz. Cenab-ı Resulullahın, “Kendini bilen Rabbini bilir” hadisine mazhar olamaz.
Dikkatli ve tesirli bakış olan “nazar” kelimesi şu soruyu da akıllara getirebilir: Her bakan görebilir mi? Ve ya neyi görür! Görmek istediği nedir? Çünkü gözün gördüğü meydanda zahir olandır. Batını yani o varlığın hakikatini görmek ise başka bir şeydir; o da Ehlullah’ın ifadesiyle “CAN GÖZÜ” ve ya “KÂLP GÖZÜ”dür.
Allah dostları manevi yolda ilerleyen müritlerine nazar edip, onların gönüllerine tesir ederek onlara yeni bir kıvam/şekil verirler. Kâlplerini İlâhi nur ve feyizle doldururlar. Onları irfaniyete taşıyıp olgunlaştırırlar. İşte manevi eğitim de diğimiz bu eğitim böyle gerçekleşir. Bu elbette sadece gözün değil, aynı zaman da akıl ve gönül işidir. Müridin bu haller ile hallenebilmesi için “MÜRŞİT ELİNDE MÜRİT, GASSAL ELİNDE MEYYİT GİBİ OLMALIDIR.” Bunun aksi na mümkündür.
Mürşidin amacı, müridine kendi aslını ve hakikatini tanıtarak, ahlâk-ı Muhammediyye’yi ona hâl ettirip, bu istikamet üzere Allah’a vasıl etmektir. İşte bu süreç gerçek bir Mürşid-i Kâmil’in nazarı ile mümkündür.
Değerli dostlar: Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarımız, ancak müridin mürşidine iman edip teslim olması ve gönlünden mürşidinden başka hiçbir gayrı düşünceye yer vermemesi ile mümkün olur. Gönlünü o nazargâh-ı ilahiyeye açık tutup, gelen manevi feyz ve nazarın gönlünde yer bulması ile mümkün olur. Bura da bütün iş müridin samimiyetine, sevgisine say ve gayretine bağlıdır. Sevgi ve samimiyet olmadan hiçbir şey olmaz. Bu yolda yalandan, riyadan ve gıybetten mümkün mertebe kurtulmak lâzımdır.
Buradan da anlıyoruz ki insan, sevgisi kadar insandır, insan, kulluğu kadar insandır, insan, takvası ile, aşk ve muhabbeti ile, hizmeti kadar insandır. Dervişin gönlünde sevgi ve takva yoksa, Mürşid-i Kâmilin mürid üzerinde yapacağı hiçbir şey olmaz. Dervişin yol alması ve kemalât bulması neredeyse imkânsız bir hale gelir. Burada kendi çağının gerçek mürşidi olan Niyazi Mısri Hz.lerinin derviş için elzem olan bir şiirinden bahs etmeden olmaz:
Neylesin talim / Olamaz teslim
Ya nice bulsun / O kemalâtı
Niyazi Mısri divanı
Sonuç olarak: Mürşid-i Kâmil’in müritlerine bir terbiye metodu olarak kullandıkları nazar, Rabbimizin izni ve inayeti ile salike aşamayacağı engelleri aştırır ona büyük yol katettirir. Hidayete vesile olan irşad yolunun belki de en kısa ve tesirli yoludur mürşit nazarı. Nitekim Allah cc. Kur-an’ı Kerim’de Hakk yoluna çıkanları ve O’nun Veli kullarına intisab edip, ahlâk-ı Muhammediye ile mürşitten remz ve feyz alanları “Selâm olsun hidayete tabi olanlara” (Ta-Ha 47) ayeti ile müjdelemektedir.
Selâm ve dua ile kalınız.
Enver EFE
İstanbul, 14 Nisan 2024