Elhamdülillahi Rabbi’l alemîn vessalâtü vesselâmü alâ rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.
Cenâb-ı Hakk buyuruyor :
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
“Yine onlar, Rablerinin rızasını isteyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Râ’d, 22)
Rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
“Hiçbiriniz; “Ben insanlarla beraberim, eğer insanlar iyilik yaparlarsa ben de iyilik yaparım, kötü davranırlarsa ben de kötü davranırım.” diyen kimselerden olmasın! Aksine insanlar iyilik yaparlarsa iyilik yapmak, kötü davranırlarsa haksızlık etmemek için nefsinizi terbiye edin.” (Tirmizî, Birr, 63)
Atalarımız ne güzel söylemiş: İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik er kişinin kârı…
Hak dostlarından İsmail Hakkı Bursevî hazretlerinin Rûhu’l Beyân tefsirinde geçen bir menkîbe şöyledir:
İbrâhim bin Edhem hazretleri bir grup arkadaşıyla birlikte idi. Gündüzleri çalışıp onlara harcardı. Akşamleyin oruçlu olarak bir yerde toplanırlardı ve İbrâhîm bin Edhem her seferinde işten geç dönerdi. Arkadaşları bir akşam birbirlerine: “Gelin bu akşam da iftarı onsuz yapalım, geldiğinde kendisine yiyecek bir şey kalmadığını görür ve bundan sonra zamanında gelmeye çalışır.” dediler. İbrâhim bin Edhem hz. dönünce arkadaşlarını uyur vaziyette buldu. Kendi kendine: “Zavallılar, herhalde yiyecek bir şey bulamadılar” dedi ve oradaki undan bir miktar alıp yoğurdu. Fırının ateşini yaktı ve yoğurduğu çöreği fırına attı. Hazret dirseklerini toprağa koymuş ateşi üflerken arkadaşları uyandılar ve ne yaptığını sordular. O mübarek kişi arkadaşlarına: “Kendi kendime, ‘bunlar herhalde akşam yemeği bulamayıp uyudular’ dedim. Çörek hazırlanana kadar da uyandırmak istemedim” dedi. Arkadaşları mahcub bir vaziyette birbirlerine; “Bir bizim yaptığımıza bakın, bir de onun yaptığına” dediler…
Müslüman; İslâm olmuş, iman etmiş ve teslîm olmuş kimsedir. Bu teslîmiyet Hakk’adır. Hakk’a râm olmak da kuru laf işi değildir. İsbâta lüzum vardır. Bu isbat hâl ve hareketlerimizle olacaktır. Tecelliyat karşısında takındığımız tavır, söz ve fiiliyat bizim imtihandan aldığımız not olacaktır.
Derviş kimse; ilkesi ve duruşu olan kimsedir. Zamana, mekâna, dünyanın ve insanların meyillerine göre eğilip bükülmez. Bulunduğu ortama göre şekillenmez bilâkis bulunduğu ortamı şekillendirir. Dolayısıyla karşısındaki şahıslara ve hâdisâta göre tavrı değişmez.
“Kötü ismi nispettendir.” idrâki ile şuurlanan sâlik, şahısları ve hâdisâtı iyi-kötü diye ayıramaz. Misal; evimizdeki elektrik, fırının ısınmasını sağlar iken buzdolabında tam aksi vazife görür.
Her tecellînin menbaı aynı yer olduğuna göre; sâlik, iyiliğe iyilik kötülüğe kötülük gibi bir tarz-ı hayâtı düstûr edinemez.
Her geceyi kadr, her geleni Hızır bilen kişi Rabbi ile rabt olmuştur. Menfî düşünmez, sûizan beslemez. O hep, İbrahim bin Edhem hazretleri gibi hüsnüzan ile hamuru yoğurup pişirmeye koyulur. İyilik veya kötülük diye isimlendirmeden, hiçbir beklenti olmadan, böyle desinler diye değil; fıtratı îcabı yapacağı ancak budur.
Efendimizin (sav) mezkur hadîs-i şeriflerinde; iyiliğe iyilik ile mukabele etmek, kötü davrananlara karşı en azından zulmetmemek için nefsimizi terbiye etmemizi buyuruyorlar.
Tabii muhabbet burada “ân” a gelir. Çünkü karşılaştığımız tavra vereceğimiz cevap o “an” olup bitecektir. Tekrarı olmayacaktır. Sevindik mi, üzüldük mü, kızdık mı, ne yaptık? Bu bakımdan hâiz-i kıymettir. Terbiye olmamız îcab eden yer burasıdır. Dil beytinde Rabbimiz, lisanda zikrimiz ile murâkabe halinde olan dervişân için terbiye-i nefs ancak bu işlerin hikmetine vâkıf olmak ve o “an” ki fırsatı tepmemek içindir. Firaset ve basîret ile mütalaa ettiğimizde; eşyanın hakîkatinde iyi yahut kötü diye isimlendirdiğimiz hâdisâtın; yalnızca Rabbimizin ef’âli olduğudur. O ne irade buyurur ise ancak o olur ve en güzeli olur…
Vemâ tevfîki illâ billah aleyhi tevekkeltü ve ileyhi ünîb
Vesselâm…
Mehmet YÜZEN
İstanbul, 03 Ocak 2024